Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Bana anlattıkların vardı bazı geceler

Hayallerden kurulu o güzel yüreğinde

Aşkımmm diye seslenişin ..

Benim için ne anlama geldiğini asla bilemediğin

Sözcüklerden yarattığın o dünyanın içinde

Kaybolan ben vardı bir zamanlar..

 

Oysa sen

Sana ait olan tüm kelimeleri gömdün içime..

 

Bu gece engel olamadım hasretine.

Yine sana akan satırların arasında buldum kendimi

Senden korkarak çekinerek yazdım saatlerce..

 

‘’Günlerdir süregelen bir yıkımdı yaşadığım

Ne avutabildim kendimi

Nede susturabildim..’’diye başlayıp devam eden

 

İçime gömdüğün onca yaşanamamışlığa inat

Var ettim yoklukta kaybolan bizi

Kalemimin ucundaydı HAYAT..

 

frozen..

  • Cevaplar 1b
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

:wub::clover::hug: canem seni seviyorum...

 

Şimdi…

Duvar yeşillerini

Mavi denizlere boyuyorum

Ela gözlerimle

 

Şimdi…

Sarışın sevgilileri

Kumral tenleriyle seviyorum

 

Fırtınadan arta kalmış bir martıyım

Ve ben kanatlandıkça

Küçülüyor sefil denizlerim

Hayal kırıklığının limanında

Yalınayak izlerim

 

Şimdi…

Yeni noktalar peşindeyim

Virgülleri bırakıp

Ve yeni hayatlar çocukluğumdan arınıp

 

Şimdi..

Şiirlerimi

Şimdilerin denizinde boğarken

Son sorumu soruyorum hayata

 

Hayat!

Bir emrin var mı?

 

muhammed ekinci

Gönderi tarihi:

Ne gök yere indi,

Ne bulutlar taşıdı bizi.

Sıcaktın alabildiğine...

Ellerim yandı.

Turnalar alıp götüremedi,

Şarkılar söylemedi bize bülbüller.

Sıcaktın alabildiğine...

Yüreğim yandı.

 

"Çocuk gibi" olamadık sevince.

Büyük olan, sevdamızdı...

Biz, zaten çocuktuk.

Başıbozuk aşklarımız olmamıştı hiç,

Kirlenmemişti daha denizlerimiz.

Sular kadar saftık...

Serçe parmağım değse tenine,

Nar gibi kızarırdık...

Isınır ısınır, sanki tüm Ankara'yı

Biz ısıtırdık...

 

Dardı zaman...

Böylesine seven, "tek ikimiziz" bilirdik.

 

Köfte ekmek, taş üstünde...

Sanki, en uzun tatildeydik.

Okyanusları aşacak,

Dünyayı değiştirecek güçteydik...

Söz vermiştik:

Bir "biz değişmeyecektik..."

Ayıptı ya o zamanlar sevdalanmak,

Sıraların üstüne adlarımızı

Gizli gizli yazardık.

Yeryüzünün tüm aşıkları gibi

Kendimiz için yasalar,

Yasaklar belirlemiştik.

 

Sevmediğimizden değil,

Yetmediğinden paramız,

Bir bardak birayla saatlerce ağlardık.

Vizyondaki filmlerin,

Romanlarda ki aşkların

Dünyayı umursamayanlarını seçerdik.

 

"Ayrılık" diye, bir "ölümü" bilirdik...

 

Sıcaktı alabildiğine...

Bakınca gözlerimiz, gülerdik,

Biz, dünyayı birbirimizle sevdik.

Geleceği bir yorgan gibi üstümüze çektik...

 

Eskiyordu bakışlarımız...

Lakin dardı,

Eskiyordu zaman.

...Bir gün fark ettik ki,

Ayrı ayrı yanıyordu bedenlerimiz...

Şimdi bize kalan tek gerçek

Biz, aşkı adam gibi yaşamışız,

Eskitmeden yeterince,

Rafa

Kaldırmıştık...

 

 

Gönderi tarihi:

Haylidir görünmedi, akşamları

 

limana rüya taşıyan ince gemi.

 

 

 

Tayfalarız biz, biliriz mercanlar

 

misali, şikayetsiz

 

beklemeyi.

 

 

 

Derken kırık bir yüzgeç belirir suyun

 

üstünde. Derisinde kapanmış zıpkın

 

izleri. Işıldaklarımız bir an

 

aydınlatıverir, iplere dolanmış

 

o öfkeli iskeleti.

 

 

 

Kapitan AhaB! Kapitan AhaB!

 

Dilimizi midye kesti… Tarih okuyorduk

 

dip sularda. Yenik girdap bilgisi!

 

 

 

Zarif bir kuyruk darbesi

 

bozar sonra bu sihri. Biter eriyen ayla

 

defne kokulu ayinimiz. Ey ruhumuz

 

dan eksilen kimya! Ey yatışmaz

 

yokluk hissi!

 

 

 

Tensiz ve çıplak ve mağrur ve kufi.

 

Öylece kalırız. Mürekkebe bırakılan şişe

 

içindeki çığlıklar gibi…

 

 

 

Yine de tayfalarız biz, biliriz melek

 

dönecek, bekleriz. Tetikte, namütenahi.

 

 

 

-Hem bir kalp, dünyaya başka nasıl direnebilir ki?

 

alıntı..

Gönderi tarihi:

hoş geldin

 

 

Kaç mavi yasak yaşadık seninle, kaç deli gece...

Düşünse dolunay bile utanır,

Yıldızlar çıldırır, ağlar

erguvanlar,

Ben seni işte öyle bir gecede sevdim,

hesapsız.

Ve düşlerim...

Düşlerim sınırsızdı alabildiğine

Duygularım sabırsız.

Bir çocuk kadar günahsız.

Sahi sende sevebilir misin beni

Seni sevdiğim kadar,

Dokunabilir misin yüreğime?

Bak orada sen varsın.

Mutluluk nedir diye sorsalar

Sen derim alabildiğine yalnız

sen,

Sesin, gözlerin, ellerin sonra,

Titreyen dudakların ve arzun çekingen

Sen benim her şeyimsin.

 

 

*

* Sensiz neye benzer bu ay bu güneş

Çiçekler açar mı sen olmasan,

Martılar uçuşur mu çığlık çığlığa,

Sonra kim aydınlatır benim gecemi

Günümü kim paylaşır

Kim sorar derdimi,

 

 

Ben neye sevinirim,

Kimle gülerim?

Kal biraz daha...

 

 

Beraber büyüttük sevinçlerimizi,

Beraber öğrendik yaşama direnmeyi

Sevmeyi beraber öğrendik.

Bak güneşler doğdu üzerimize

Yolumuza begonyalar serildi.

Ağlamak bu kadar kolay mıydı,

Ve güzel miydi gülmek kadar?

Herkese seni anlatmak istiyorum

 

 

Seni söylemek şiir şiir,

Her dizede sen olmalısın,

Adın olmalı çığlık çığlık...

İçimi ısıtan sen tam şuramda ılık ılık,

Sen olmalısın kıpır kıpır yüreğimde...

Sevdan olmalı deli dolu

Ve çılgınlığın, çılgınlığın olmalı.

Ben seni sevmeyi seviyorum

Ve seni özlemeyi.

 

 

Bu bir itiraftır...

Aşkın yoksa ben de yokum

Yetim düşlerimin kimsesizliği kuşatır benliğimi

Hüzünler yağar gecelerime,

Ben bir garip ben olurum,

Sığamam odalara, taş duvarlar üzerime üzerime gelir

Ruhum durmaz bedenimde,

Hücrelerim yaşamaz

Kurumuş dallara döner yüreğim, susuz çöllere...

Gece böyle bitemez, ben ölürüm,

Ölürüm gitme, kal biraz daha...

KAL BİRAZ DAHA...

 

 

Şebnem Kısaparmak*

 

 

--

Gönderi tarihi:

Canim, Sevdigim, Yüregim

.

Bu duvarlar yetmiyor bizi ayirmaya bilesin...

Bu parmakliklar, bu demir kapilar, bu hava, inan...

Bazen bir yumrukta yikacak kadar güçlü,

Bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardir...

Hangi zorlugu yenmemis insanoglu.

Hele tasiyorsa içinde bu insanca sevgiyi.

Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdigim.

Damla damla birikiyor insan.

Damla damla sevgili...

Bir gün akip gidecegiz hayata...

Duvarlar yikilacak, açilacak bütün kapilar bilesin.

Benim yüregim sensin simdi, seni vurur durur...

Ve yine damla damla çogaliyorsun içimde.

.

Yilmaz Güney

Gönderi tarihi:

Biliyorum Sana Giden...

.

Biliyorum sana giden yollar kapali

Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni

 

Ne kadar yakindan ve arada uçurum;

Insanlar, evler, aramizda duvarlar gibi

 

Uyandim uyandim, hep seni düsündüm

Yanliz seni, yanliz senin gözlerini

 

Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalimim

Ben artik adam olmam bu derde düseli

 

Simdilerde bir köpek gibi kosuyorum ordan oraya

Yoksa gururlu bir kisiyim aslinda, inan ki

 

Animsamiyorum yari dolu bir bardaktan su içtigimi

Ve içim götürmez kenarindan kesilmis ekmegi

 

Kaç kez sana uzaktan baktim 5.45 vapurunda;

Hangi sarkiyi duysam, bizimçin söylenmis sanki

 

Tek yanli ask kisiyi nasil aptallastiriyor

Nasil unutmusum senin bir baskasini sevdigini

 

Çocukça ve seni üzen girisimlerim oldu;

Bagisla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

 

Raslasmamak için elimden geleni yaparim

Bu böyle pek de kolay degil gerçi...

 

Alisirim seni yalniz düslerde oksamaya;

Bunun verdigi mutluluk da az degil ki

 

Çikar giderim bu kentten daha olmazsa,

Sensizligin bir adi olur, bir anlami olur belki

 

Inan belli etmem, seni hiç rahatsiz etmem,

Son istegimi de söyleyebilirim simdi:

 

Bir geceyarisi yaziyorum bu mektubu

Yalvaririm onu okuma çarsamba günleri

.

Cemal Süreya

.

.

Gönderi tarihi:

Tereddüt

.

Sarahaten, aceba söylesem darilir mi?

Darilmak adeti, bilmem ki, çapkinin nazi mi?

Desem ki: ’’Ben seni...’’yok dinlemez ki... hiddet eder.

Niçin? Bu sözde ne var? Sanki hiddet etse ne der?

Desem ki: ’’Ben, seni pek...’’Ya kizar konusmazsa?

Derim: ’’Bu çektigim insaf edin, eger azsa? ...

Desem ki: ’’Ben, seni pek çok...’’hayir, kizar, bilirim;

Tereddüdüm, acebâ, hiddetinden az mi elim?

Desem ki: ‘’Ben seni pek çok...’’Sakin gücenme emi?

‘’Sakin gücenme, eger anladinsa sevdigimi’’

.

Orhan Seyfi Orhon

.

.

Gönderi tarihi:

*Bir Öğrencimin Bana Öğrettikleri**

 

 

Yazan: Doğan Cüceloğlu

 

 

Kaliforniya'da Long Beach şehrindeki Eyalet Üniversitesi'nde öğretim üyesi

olarak ders verirken, aynı sömestrde benim iki dersimi alan bir kız öğrencim

dikkatimi çekmeye başlamıştı. Bu genç bayanın şu özelliklerinin farkına

varmıştım: Her şeyden önce çok güzel bir kızdı; gözüm gayri ihtiyari ona

gidiyordu. İkinci olarak çok iyi bir öğrenciydi; bütün sınav ve ödevlerde en

yüksek notu o alıyordu. Ayrıca, çok hanımefendi, çok nezih bir kişiliği

vardı. Bölümün bir pikniğinde kız öğrencimin nişanlısıyla tanıştım ve itiraf

edeyim, ilk aklımdan geçen, "Armudun iyisini ayılar yer" düşüncesi oldu.

Yukarıda özelliklerini saydığım o güzel kızın bana tanıştırdığı erkek, yirmi

yedi-yirmi sekiz yaşlarında, saçı biraz dökülmüş, şişman denecek kadar

toplu, çirkin, kısa boylu biriydi.

 

 

Bu kişiye parası için yüz vermiş olabileceğini düşündüm. Daha sonra öğrendim

ki, bu genç adamın parasal gücü yok; başka bir üniversitenin psikolojik

danışmanlık bölümünde doktora öğrencisi olarak okula devam ediyor ve ileride

akademisyen olarak kariyer yapıp profesör olmak istiyor.

 

 

Acaba benim güzel öğrencim bu adamda ne bulmuştu? Bir hafta sonra ders

çıkışı koridorda öğrencimin yanına yaklaştım ve Sally adıyla anacağım

öğrencimle aramızda şöyle bir konuşma geçti:

 

 

"Sally, nişanlınla nasıl tanıştığınızı merak ediyorum?

 

 

"Bir kilise faaliyetinde aynı komitede çalıştık; o zaman tanıdım kendisini "

 

 

"Nesi seni etkiledi; hangi özelliklerini sevdin?

 

 

Sally, bir Amerikalı olarak bu soruyu hiç beklemiyordu. Amerikan kültüründe,

bu tür sorular kişinin mahremiyetine tecavüz olarak kabul edildiğinden pek

sorulmaz. Amerikan kültürüne göre ben o anda Sally'nin mahremiyetine

'burnumu sokuyordum.'

 

 

Şaşkınlığı geçince çok içten, gözlerinin içi gülerek, "O şahane bir insan; o

benim kahramanım! Ben ondan çok şeyler öğrendim" dedi.

 

 

O anda ilk hissettiğim şey kıskançlık duygusu oldu. Güzel bir kadının

erkeğine, "Sen benim kahramanımsın" duygusu içinde bakmasının erkeğe

verilmiş en büyük hediye olduğunu hissettim ve anladım. Bu hediyeyi, hayatım

boyunca hiç almadığımı biliyordum ve o kişiyi kıskandım.

 

 

"Nasıl yani?" dedim.

 

 

"Frank bir yetimhanede büyümüş. Yetim olmanın ne demek olduğunu bildiği

için, üniversite öğrencisi olunca, yetimhaneden iki çocuğa ağabeylik yapma

kararı almış. Haftada on saatini onlara ayırıyor; onlarla buluşup oynuyor,

kitap okuyor, onları müzeye götürüyor. Onların iyi gelişmesi için elinden

geleni yapıyor. Biri ameliyat oldu, hastanede yatıyor ve Frank şimdi

akşamları hastanede kalıyor, geceleri ona bakıyor."

 

 

Yüzüme tokat yemiş gibi oldum. Utandım. Kendime kızdım. Ben güya en yüksek

eğitim düzeyine gelmiş biriydim ve karşımdakini hala dış görünüşe göre

yargılıyor ve onu "ayı" olarak görüyordum. İçimdeki pislikten utandım. Bir

süre sonra Sally'nin içinde yetiştiği aile ortamını merak etmeye başladım.

Şöyle bir mantık yürüttüm: o adama baktığım zaman ben neden, 'Armudun

iyisini ayılar yer' diye düşündüm? Çünkü ben, içinde yetiştiğim ortamda sık

sık bu benzetmeyi duyarak büyümüştüm. İçinde yetiştiğim ortam beni nasıl

etkilemişse, Sally'nin içinde yetiştiği ortam da onu öyle etkilemiş

olmalıydı.

 

 

Birkaç hafta sonra Sally'e, ailesinin nerede oturduğunu sordum. Los

Angeles'in üç yüz elli km kuzeyindeki bir kasabada oturuyorlarmış. Onun

ailesiyle tanışmak istediğimi, bunu mümkün olup olamayacağını sordum.

"Kendilerine bir sorayım, eminim sizinle tanışmak isteyeceklerdir," dedi ve

iki gün sonra, "Ailemle konuştum; sizinle tanışmaktan mutlu olacaklarını

söylediler," dedi. Dört-beş hafta sonra San Francisco'ya gidecektim,

Sally'nin ailesinin yaşadığı kasaba yolumun üstündeydi, onlara uğrayabilir,

onlarla tanıştıktan sonra yoluma devam edebilirdim.

 

 

Bu planımı Sally'e söylediğimde Sally, "O gün ben de aileme gidecektim;

isterseniz beraber gidebiliriz," dedi. Ailesine haber verdi. Onlar da sabah

kahvaltısına gelmemizi söylemişler. Long Beach'ten sabahın altısında yola

çıktık ve dokuz buçuk civarında Sally'nin ağabeyi Brian'ın evine vardık.

Sally'nin babası George orada buluşmamızı uygun görmüş. Çok güleryüzlü bir

aileydi. Brian'ın, en ufağı dört yaş civarında dört çocuğu vardı.

 

 

Ziyaret ettiğim bu güleryüzlü sıcak ailede, iki olay gerçekten dikkatimi

çekti. Bunlardan ilki, Sally'nin babası George'un torunlarıyla konuşurken

onların göz hizalarına inmesiydi. Bunu o kadar doğal yapıyordu ki, artık

farkına varılmadan yapılan bir davranış olduğu belliydi. Sally'ye, babasının

torunlarıyla hep böyle mi konuştuğunu sordum. "Evet" yanıtını alınca,

kendisi çocukken de babasının, onunla göz hizasına inerek mi konuştuğunu

sordum. "Evet, biz böyle biliyoruz. Ağabeyim Brian da çocuklarıyla böyle

konuşur; ben de kendi çocuklarımla böyle konuşacağım. Biz böyle biliyoruz",

dedi. Tüylerim diken diken oldu. Ben üniversite öğretim üyesiydim ve insan

psikolojisi benim uzmanlık alanımdı ama üç çocuğumdan hiçbiriyle göz

hizasına inerek konuştuğumu hatırlamıyordum. Kendime kızdım; sonra kendime

kızmaktan da vazgeçtim, beni yetiştirenlere kızdım. Sonra onlara kızmaktan

da vazgeçtim ve bütün nesilleri yetiştiren kültür ortamına kızdım. Daha

sonra kimseye kızmayacağımı anlayarak, oradaki öğrenme fırsatından

yararlanmaya karar verdim. Torunlarının önünde diz çökerek konuşan dede

George'a "Beyefendi, çocukların göz hizasına inerek konuşuyorsunuz!" dedim.

Bana biraz şaşkınlıkla gülümseyerek, "Tabii, onlar küçük insanlar!" yanıtını

verdi. Öyle bir bakışı vardı ki, bu bakış sanki 'Bu kadar doğal bir şey ki,

herhalde bunu herkes yapıyordur; sen yapmıyor musun?' diyordu.

 

 

O bakışa karşı bütün yaptığım, mahcup bir gülümseme oldu.

 

 

Bu güleryüzlü sıcak ailede dikkatimi çeken ikinci olay, Sally'nin ağabeyi

Brian'ın davranışı oldu. Brian, Pasifik ülkeleriyle ticaret yapan, oldukça

varlıklı biriydi. Evlerinin büyüklüğünden, yüzme havuzundan,

çiftliklerinden, arabalarının türünden ailenin zenginliği belli oluyordu.

Kahvaltıdan sonra saat on bir dolaylarında telefon çaldı ve Brian bir süre

telefonla konuştu. Ofisten arıyorlarmış, Koreli bir işadamı Los Anegeles'ta

imiş, kendisiyle görüşmek için helikopterle saat 14'te gelmek istiyormuş.

Başka bir randevusu olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetmiş olan Brian,

bize durumu şöyle açıkladı: 'Dört çocuğum var ve her hafta biriyle dört saat

başbaşa geçiririm. Bugün dört yaşındaki kızım Mary'le randevum var. Çocuklar

çok çabuk büyüyorlar, eğer dikkat etmezsen, bir bakıyorsun, büyümüşler ve

onlarla beraber zaman geçirme olanağı kaybolmuş.

 

 

Brian'ın yaşam vizyonunu sormadım, ama davranışından nelere öncelik verdiği

belli oluyordu. Brian için çocukları şüphesiz en az işi kadar önemliydi.

Brian'ın yaşamında bununla ilgili bir pişmanlık duygusu, bir 'keşke'

olmayacak.

 

 

Sally'e sordum: "Baban seninle randevulaşır mıydı?"

 

 

"Evet", dedi, "yalnız benimle değil, her çocuğuyla sırasıyla başbaşa zaman

geçirirdi. Ve ilave etti, "Biz böyle gördük, böyle biliyoruz. Benim

çocuğumun da babası böyle yapacak!". Gülümseyerek, "Nereden biliyorsun?"

diye sordum.

 

 

"Biz Frank'le konuştuk" diye cevap verdi. Yine içim cız etti. Daha doğmadan

çocuğun gelişme ortamıyla ilgili bir bilinç oluşmuştu.

 

 

Kendi çocuklarıma içim yandı. Evlenmeden önceki bilincimi, kafamın

karmaşıklığını, evlendiğim kıza ettiğim eziyetleri ve ondan da acısı, kendi

yavrularıma çektirdiğim acıları düşündüm. Biraz daha düşününce kendimin de

acı çektiğini anladım ve bu sefer kendi çocukluğuma içim yandı. Daha sonra

babamın, anamın çocukluğuna içim yandı. Ve son durak olarak ülkemin tüm

çocuklarına içim yandı.

 

 

Yine kimseye kızamayacağımı anlayınca, 'bundan sonra ne yapabilirimle ilgili

düşünmeye karar verdim. İşte değerli okurum; yazdığım kitaplar, verdiğim

seminerler, hazırladığım televizyon programları, 'Ne yapabilirim?' sorusuna

verdiğim yanıtların öğeleridir. Sally'nin içinde yetiştiği ortamı görmüş ve

anlamış biri olarak onun davranışlarına şimdi daha iyi anlam verebiliyorum.

Sally, içinde yetiştiği ailede, varoluşun beş boyutunu da doya doya

yaşayabilmişti. Çocuğun hizasına inerek onunla göz göze konuştuğunuz zaman

çocuk, 'Sen varsın, sen doğalsın, sen değerlisin, sen güçlüsün ve sen

sevilmeye layıksın', mesajı alır ve çocuğun CAN'ı beslenir.

 

 

Çocuğuyla randevusuna sadık kalan baba, 'Seninle zaman geçirmek istiyorum,

seni özledim', mesajını güçlü olarak verir. Çocuk bu mesajı zihinsel olarak

değil, sezgisel olarak alır ve aldığı bu sezgisel mesajlar sayesinde çocuğun

hamuru, 'Ben sevilmeye layık biriyim!' diye yoğrulur.

 

 

Bir ana babanın çocuklarına verebileceği en büyük miras, varoluşun beş

boyutunda beslenmiş ve buna inanmış güçlü bir CAN'dır.

Gönderi tarihi:

Sor beni yağmurlarına

*

 

 

*Birkan ASKAN*

------------------------------

 

 

*Sor kendine beni,

Sor sevdiğim,

Sonra kağıttan gemiler yap,

Yelkenleri olmayan,

Direkleri mavi bildiğim,

Sor beni gördüğün her buluta,

Sevdalıların hatırına,

Geceleri yıldızlarda parlayan,

Denizlerin suskunluğuna bırak beni,

Ve çek gökyüzümü üzerine,

Dalıp git hayallerin sonsuzluğuna,

Çocuklar çıkarsa karşına,

Gülümse,uzat ellerini,

Ceplerinden çıkarıp verirler sana,

Tenimde gizlenen dudak izlerini,

Şaşırma,

Sabah olacak birazdan,

Sor beni yağmurlarına,

Sor sevdiğim,

Ve pencereden bak bakabildiğin kadar,

Gördüğün son noktada,

Seni seyretmekteyim..... *

 

 

*--

Gönderi tarihi:

 

Birgün düşerse yolun,

Yolu olmayan her hikayenin başlangıcına,

Tıkanırsa yalnızlığın,

Aşk`a mühürlenen her satırda,

Beni oku,ama beni anlama,

 

Elimde solan güller,

Son bir gayret dokunursa dudaklarına,

Bil ki,içimde hasret,

Bil ki,yüreğimde sevdadır sevdiğim,

Sana bırakacağım en son esaret,

Ve eller,

Ve hayaller çekip gidecekse,

Durmasın gitsin,

Ben hep senin,

Sen hep yüreğiminsin...

 

alıntı..

Gönderi tarihi:

Yaşamın ufuk çizgisindeyim

Ölümle dirimin birleştiği

Bir kör noktada..

Uzun ve bir o kadar da acı

Bir ömrün önsözünü bitirdim.

Aklımdan yüreğime köprüler çatarak

Yıllar boyunca tufanlar çağında doğdum

Taş taş üstünde bulmamayı bağışladılar bana

Ölümü ve acı çekmeyi,

Gömülmeyi boğuk

Ve dipsiz uçurumlara.

Duasız namazlara durdum

Günde beş vakit,yumruğumu sıkarak

Ben ki,çağdaş dinlerin

Sadık bir kuluydum

Kahve masalarına haritalar çizerek

Kurtarılmış bölgelerin üstünde dingin

Cennetlere girmeyi beklerken

Mezar taşlarında adımı buldum.

Paltomun yakasını ısırarak

Marşlar söyledim ağlamamak için

Gecenin karanlığında,dünya aydınlansın diye

Göğe akan ateşler yaktım

Ve hiç kimsenin öldürülmeyeceği

Bir dünyanın tarihine

İnsanları öldürerek başladım.

Yaşamın ufuk çizgisindeyim..

Yağmurlar yağıyor şimdi

Kime yağıyor bilmem

Sorular sorular sorular soruluyor

Ama yok bir yanıt veren.

O zaman deniz ve gökyüzü birleşiyor birden.

Öpüşüyor yaşam ve ölüm.

Dünyada o iki kere ikilerin her zaman dört etmediğini gördüm

Denizin bir derinliği olduğunu,maviden öte

Her taşın altında kımıl kımıl bir gerçeğin durduğunu..

Ve ne zaman tarihe yaslanmaya kalktıysam

Doğa yalanladı beni ufkun ardını gösterdi..

 

Alıntı..

Gönderi tarihi:

Gerçekler saklandıkça

Yalanlar gerçek oluyor

An geliyor

Gerçekler yalan oluyor

 

Duymak istemiyorum

Biliyorsun…

Herkes yalan söylüyor

 

Söylemek istemiyorsun

Biliyorsun…

Herkes yalan sanıyor

 

Herkes gerçekleri ararken

Herkes yalan söylüyor..

 

Alıntı..

Gönderi tarihi:

bir çuvala doldurup

sırtladığım düşleri

unutulmuş türkülerle kanatıp

çiseledim toprağa

bir yol oldum

zamanın pençesinde

içimden geçen nehirleri

haritanızda göremedim

geçmişim küçüldükçe

büyüdü geleceğim

keçilerim

tanrıya

hıçkırıklarım

adının sığmadığı

üzüm buğularına

şiddetli geçimsizlikten

boşanan damlalarım

körlenmemiş vicdanlara

e m a n e t

gözümü açsam

erirdi içime giydiğim

tavaf yorgunu

şekerden kâbeler

bir pencere

zihnimin terkisinde

içimde koşan atların

niyetini hâlâ çözemedim

geçmişim küçüldükçe

büyüdü geleceğim

Gönderi tarihi:

Cennette mültecilere yer var mı Anne ?

Şöyle sıcak ve ürkek bir martının ellerinde

Kulak tıkayarak her şeye / ve çığlık çığlığa

Buruk bir dargınlıkla Ölse kızın

 

Sahi ölmeler de sevdaya

Dahil midir Anne ?

Peki benim ellerim, neden darıldı sana ?

Çocukların eli ölür mü bilmem/ ama

Dargın öldü benim ellerim

Tırnaklarım da yorgun gün çiçekleriyle

 

Söyler misin

Salyangoz öpüşlü kadın

Bir kız, Anasına

Yüreğinden daha derin

Ve daha başka

Ne verebilir ki

Ölmek üzereyken aşka..?

 

Hiç düşünmedim

Ölüler darılır mı bilmem/ama

ben kapısını araladım öldüğüm o odanın

sonra açılmak için dokunmamı bekleyen

pembe gülleri gezdirmeye gittik ölmelerle

O kadar yasaktın ki

Havva'ya elma kadar uzak

Göstermediler Anne !

 

Ayşe Nur Taylan

  • 3 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

Hava soğuk,çok soğuk.

Rüzgar aman vermiyor kağıtlara.

Deniz ayaklarımın ucunda,

deniz mavi;kalın bir örtü gibi Boğaz’da.

Yalnızım.

Öyle ki,kimseler görmüyor

beni kalabalıklarda.

Bir kız gelip oturuyor yanıma.

Yüzüne bakıyorum,

saçını örtmüşler ayakları çıplak.

Kız çocuk,kız çok küçük…

_Bir yardım abla,küçük

bir yardım.Üşüyorum abla.

“Gel,iç” diyorum,

“çay sıcak,dokunmadım daha…”

“Yok,” diyor,beğenmiyor çayı galiba.

Arkasını dönüp gidiyor,ağlamaklı.

***

Nasıl üşüyorum bilemezsin

Sesini duymalıyım,diyorum,

Kulübe çok uzakta.

Sen de uzaksın;

Köprüden geçen otobüs kadar bana.

Uzaksın,çok uzak.

“Sen” bile diyemeyecek kadar sana.

 

alıntı..

Gönderi tarihi:

ne zaman seni düşünsem

bir ceylan su içmeye iner

çayırları büyürken görürüm.

her akşam seninle

yeşil bir zeytin tanesi

bir parça mavi deniz

alır alır götürür beni

seni düşündükçe gül dikiyorum

elimin değdiği yere

atlara su veriyorum

daha bir seviyorum

dağları daha bir seviyorum..

 

alıntı..

Gönderi tarihi:

Annen

 

Dikkat et oğlum aman ha

Yokluktan uzak durasın (parraaa)

Sana dokunmayan yılan

Bir değil bin yıl yaşasın (aman ha, aman ha)

Boşver aklı felsefeyi onu bunu

Sen haklısın, kısaca

Vur sopayı kes sesini kes ki

Ayakta durrasın, (zorba zorbaa)

 

Korkma yavrum böyle

Anneni hatırla (a ha ha)

Bakma yavrum öyle

Anneni hatırla

 

.... ektiğim dert çalasın

Çal ki hayatta kalasın

Hayatta kalmak yeter mi

Çal ki kocaman olasın

Sözlerini unutma ki

Ahı kalmasın babanın

Unutma bu sözlerini

Vasiyetidir annanıın (annenin, annenin!)

 

Korkma yavrum böyle

Anneni hatırla (a ha ha)

Bakma yavrum öyle

Anneni hatırla

 

Biz namuslu insanlarız

Bu sözler hep bizden uzak!

 

Önüm arkam sağım solum

Şeytanın içi bu tuzak (vay beee, yazık)

 

Korkma yavrum böyle

Anneni hatırla (a ha ha)

Bakma yavrum öyle

Anneni hatırla (a ha ha)

 

güzel bir şarkıdır..

Gönderi tarihi:

Eskiden hayat boş gelirdi ya

Sıkılırdık ya hayattan

Şikayet ederdik ya hep

Mutsuzum derdik ya

Şöyle olsun böyle olsun derdik ya hep

Ağlardık ya en ufak şeylere

Kızardık isyan ederdik ya

Şimdi anlıyorum aslında asıl boşluğun onlar olduğunu

Ne zamandır içimde bir boşluk

Nedeni belli bir boşluk

Canından bir parçanın kopup gitmesinin acısı bu

Onsuz olmanın acısı

Onu sonsuz yolculuğuna uğurlamış olmanın acısı

İnsan acıları tattıkça olgunlaşıyormuş meğer

Sevdiklerini kaybedince anlıyormuş hayatın ölümlü olduğunu

Hep ölüm bize uzak başkalarına yakın sanırdım bende

Ama gerçekler öyle değilmiş işte

Bir sabah kalktığınızda

Nerden bilebilirsiniz

Can tanenizi kaybetmiş olabileceğinizi

Onsuz bir hayata devam edeceğinizi

Hayatta çok önemli bir şey var

Sevdiklerinin kıymetini hayattalar iken bileceksin

Nerden bilirdim seni son kez gördüğümde

Son görüşmemiz olduğunu

Son kez sana sarıldığımı

Son kez baba dediğimi

Son kez öptüğümü

O güzel yüzüne son kez baktığımı

Kimseler yaşamasın diye yazıyorum

Değerlerini bilsinler sevdiklerinin diye

Onları kaybettiğinizde

Pişmanlık duymasınlar diye

Son kez şöle yapsaydım demesinler diye

Allah kimseyi sevdiklerinden ayırmasın

Beni de geri kalan canlarımdan ayırmasın

 

alıntı

Gönderi tarihi:

*...::: SON SAHNE :::...

 

 

şair ölüme,ölüm şiire,şiir vedaya yazılır...

 

 

an ve gün;

karışmış birer yalnızlıktır

her an biri çalınır yalnızlığından

ya yalnızlık yara açar bir yerinde

ya yaranın kendisi olur yalnızlık her yerinde

 

 

hayat;

siperden sipere vurulduğun savaş,

sürülmüş bir mermidir

sıktıkça kendini kanattığın....

 

 

ıslanmak için güneşten çalınmış

hazin bir hazan yağmurundan,

günleri çalınmış mevsimlerden,

bölünmüş bir aşkın her ânından ve âhından

bir gün seçmeli insan

ya bütün ömrünün son günü

ya geriye kalanın ilk günü olmalı

çünkü;

kül olur ateşte kul,

yangını eski bir haber olur...

 

 

kaç kez döner bir insan ölümden?

kaç ölüm döner ruhu çalınmış bir bedenden?

 

 

evden dönülür,işten dönülür

piknikten hatta aşktan dönülür

ama dönülmez ki ölümden!

dön!

dön de gör daha nelerden,nerelerden döndüğünü...

dönersem ıslık çalarım belki filmdeki gibi

bir yaprağa çiğ düşer dönersem

çiğ düşer ölüme ölemediğim yerde

 

 

Varsın yokluğumda yas tutmasın bu kent,

varsın bir daha ıslanmasın yağmurlar

sussun nefesim sonsuza dek...

susayan bir çöle dönsün suskun hasretim

bir seraba dönsün ömrüm yokluğunda

varsın terkedilmiş bir takvim olsun yokluğunu vuran zaman

bedenimde ruhumdan geriye bir şey kalmasın varsın

çünkü sen de bu bedende

yok olmuş yüreğim kadarsın...

 

 

bir tren garında söylenecek ne varsa

söyledim farzet,

bu şarkı,bu şiir,bu film bitecek

sabret...

 

 

birazdan kalkacak trenim

gözlerine boş vagonlarla bakıp

raylara uzatılacak ömrüm

ödüm kopuyor ey yaşamak

ölümse benden de korkak...

 

 

uzak şehirlerde bıraktım sevişmelerimi

sonra

acılarımı,sancılarımı,sevdiğim bütün eşyalarımı

kardeşime bıraktım.

sana şiirlerimi ve seni,

sancılarımı geceye,

bu can,bu yaşam artık uzak bir diyar

sabaha ise hazin bir intihar...

...........................................bıraktım.

 

 

bir tekerleme takıldı tekerleğime

dönemez keder,

söyler misin be usta;

beşi beş paradan beş yara ne eder?

 

 

ey kül aşk!

ey yok olmuş can!

mevsimlere böldüm seni

bahar olsun bir yüzün,kara kış öbürü

ama artık

yaşımdan çok yaşadım -yaşanmasa da olur- bir ömrü...

 

 

Alıntıdır...*

Gönderi tarihi:

Kelimelerin bir dağ yamacında biriktirdiği yağmurlarım ben.

Damla damla tükenmeye hazır bir ateş bağrımdaki.

Sevdiğimin kor bakışları yok bu şehirde.

Hazır değilim sonu sızılı kelimeler kurmaya

İçimde büsbütün ıslaklığını tadıyorum ayrılığın.

 

 

Sevgilim...

Uzun zamandır gözlerin gözlerimde değil,

Şarkılar söyleyen senin, kulaklarımda ezgileri eksik,

Zaman geçti...

Bir buruk yağmur yağdı üzerime.

Omuzlarımdan avuçlarıma...

Dokundukça yoksun,

Yoksun...

Yüreğimde acıdı bu sözcük,

Adı ayrılıktı...

 

 

Hıçkırdım sözcükleri dudaklarımdan,

Sancılarını çektim kalabalıklar içinde yüzümde gülücüklerle...

Hepsi yalandı...

Maskeler taktım,

Gülücük perisiydim karşısında hayatın

Oysa içimdeki ben kandırılamaz bir gerçeğin izleriydi.

Dudaklarımdan hıçkırıklarla yoksun dedim,

Sessiz karanlıklara çekildim,

Çığlıklarımla içimde depremler yarattım

Ayrılıktı...

Hıçkırdım...

 

 

Öğrendim acılı kelimeler kurmayı,

ve yüreğimde bir gemi terkettim

İçinde mutluluğun yolcuları vardı,

Dudakların vardı sabahları güneşten önce gözlerimi öpen.

İçinde yağmurların tadı vardı,

Binbir gece binbir renkte dokunmaların...

 

 

Ay gözlerinde parlıyordu,

Dudakların masallar gibi dudaklarıma heceliyordu

 

 

Senin tenin kırmızı meşale gibi yüreğimi aydınlatan,

Kor siyahlar içinden yüzümü göğe uzatan...

 

 

Sevgilim,

Gitme...

Gitme güneşleri sereyim mavi şehirlerine

Gitme...

Gitme bulutları yağmur gibi ekerim gözlerime...

Senin tadında hiçbir çiçek,

Hiçbir toprak,

Hiçbir yağmur geçmiyor...

 

 

Sessizlikte dalgalar denizde,

Suskunluğun şarkısını duyuyorum.

Yalnızım,

Saçlarından okşadığım ellerim kadar yalnız...

Özledim...

Rüzgar sesini özledim,

Mavi düşlerime ninni ezgilerini...

Çiçekler kokan tenini...

 

 

Bir gülüşünle rüyalara dalardık iki beden.

Gelincikli saçlarımdan tut hadi.

Bir kere daha gamzeli yanaklarına dokunsun ellerim

Ellerim üşüyor Sevgilim...

alıntı

Gönderi tarihi:

Günler güz yaprakları gibi birer birer dökülürken ayaklarımın dibine,*

ben her gece karanlığa dikip gözlerimi senin aydınlığını bekledim.

Sen yoktun

 

 

*Binlerce adım attım bu kentin sokaklarında. Her köşeyi,**

her parkı, her ağacı ezberledim. Sevdaya bulanmış

her kaldırım taşında senin adını aradım.

Sen yoktun...*

 

 

*Evlerin duvarları birer birer üzerime yıkıldı.**

Her bir hücremin acısını ta yüreğimde hissederken

beni enkazın altından çekip alacak elini aradım.

Sen yoktun.*

*

 

 

Özlem şarkılarını ezberledim. Kimini bağıra bağıra,

kimini fısıltıyla söyledim. Karanlığa haykırdım hasretimi.

Sesimi duyacaksın diye bekledim.

Sen yoktun...

 

 

Senden gelecek bir tek haberi bekledim. Saatler asırlar gibi geldi,

geçmedi. Çalan her telefonu yüreğimin deli bir çağlayana dönen

atışlarıyla açtım. Senden başka duyduğum her seste hep aynı

hayâl kırıklığını yaşadım. Onlar beni duymak istiyordu, bense seni.

Sen yoktun...

 

 

Seni aramaktan yorgun düşmüş bedenimi karanlığın kucağına

uzattım her gece. Bir an önce sabah olsun diye uykunun

beni çekip almasını istedim. Olmadı.

Kaç gece sabahı ettim gözlerimi kapamadan, kaç gece

merdivendeki ayak seslerini dinledim gelen sensindir diye.

Sen yoktun...

 

 

Her yağmurla birlikte hüzün de yağdı bu kentin üzerine. Bulutlar

yalnızlığın işaretiydi benim için. Beni ıslatan yağmur olmadı.

Ben senin özleminle sırılsıklamdım her mevsim.

Hayat; merhaba dedi bahara çiçek çiçek. Uzun kıştan sonra

gelmez dediğim göçmen kuşların dönüşünü gördüm.

Sen yoktun...

 

 

Her istasyon her otogar adresim oldu. Bir trenden inersin sandım.

Otobüslerdeki her yolcuya sensin diye baktım. Ya da yolculuklara

vurdum kendimi. Kimsenin uğramadığı köylere, adı duyulmamış

kasabalara gittim. Senden bir iz aradım.

Sen yoktun...

 

 

Denizin sonsuz maviliğine umut bağladım. Kıyılarda tükettim

bekleyişlerimi. Hep sensiz gemiler geçti limanlardan.

Ben gemicilerin hasret türkülerine eşlik ettim.

Sen yoktun...

 

 

Gözümden bir tek damla yaş akmadı. Onlar sana aitti, sana

kalmalıydı. Kimselere söyleyemedim acılarımı, bekleyişimin

öyküsünü kimselere anlatamadım.

Nice fırtınalar koptu yüreğimde. Dalgalar dövdü hayallerimi.

Sığınacak bir liman, yaslanacak bir omuz aradım.

İçimi dökecek bir insan aradım.

Sen yoktun...

 

 

Her gece ay paramparça oldu. Her gece yıldızlar birer

birer düştü sokaklara. Yıldızları saçına takıp gelmeni bekledim.

Ayı avucunda bana getirmeni bekledim. Ve bir güneş gibi doğup

aydınlatmanı bekledim bu kapkara dünyamı. Ama.

Sen yoktun...

 

 

alıntı

Gönderi tarihi:

Hepimizin hayatlarından bir şeyler çalınmadı mı?*

 

 

*Hayallerimizi, teker, teker yok etmediler mi?

 

 

*Ne istediğimiz okullara gidebildik ne de dost bildiklerimiz dost gibi

olabildi mi?*

 

 

*Sevgimiz hiçe sayılıp aşklarımız çalınmadı mı? Ve bu sahte dünya da yine

biz yaşamadık mı?*

 

 

*Bazen isyan edip, bazen çaresiz kaldık ama yinede dimdik ruhumuzla,

bedenimizle en önemlisi yüreğimizle ayaktayız, önemli olan da bu değimli?

 

 

*İstediğimiz zaman hayallerimizi gerçekleştirebiliriz bir solukta yeniden

aşık olabilir,*

 

 

* Kaybettiklerimiz, tekrar geri almasını biliriz elbet.

 

 

*Aşklarımız yine çalınacak** yüreklerimiz yanacak belki istemediğimiz

işyerinde çalışacağız, yine maaşlarımıza zam alamayacağız, belki ömür boyu

kendimize ait evimiz olamayacak.*

 

 

*Yorgun ve uykusuz geceler olacak ama yinede güzel hayaller kuracağız,

çılgınlarca dans edip, sevişmelerimiz olacak yeniden, yeniden aşık olacağız.

 

 

*Ağaçların her yeşerdiğinde baharın geldiğini, denizin dalgalarla olan

dansından **yazın geldiğini** ve ne zaman **hüzünlensem mevsimlerden hazan

olduğunu** ve arkasından güneşin toprağa sırt çevirip arkasında vurduğu ve

mermilerin bir ton beyazlıkla üzerine fırlattığı zaman **kışım geldi diye

söyleneceğiz.

Evet, hayatlarımız evren var oldukça

 

iyi ya da kötü günde

 

elimizin altında durmuyor mu?

 

 

A y s u n P A K S O Y

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.