Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Hayat ne tuhaf değil mi?" Çoğu zaman içini dökmeye bu cümleyle başlarsın.

Duygu dünyanın kapıları aralanır,cümleler ardı sıra gelmeye başlar. Bazen

haykırmak istersin bir imdat dilersin; ve nasıl başlayacağını bilemediğin

anlarda bu cümle imdadına yetişir.

 

 

*

 

 

* Bazen bir tebessüm, tatlı bir bakış ve dokunuştur aradığın; bir omuza

yaslanıp, kendini salıvermenin arzusudur. İstediğin çok bir şey değildir

aslında; gözlerinde kaybolmak, gidivermek başka alemlere...

 

 

*

 

 

* Bazen rüzgarın önüne kapılıp giden bir yaprak olmak istersin bazen de o

rüzgara direnen bir vücut. Ama çoğu zaman nafiledir direnmen. Hayat yolunu

çizmiştir bir kere ve rüzgarın yönünü değiştiremezsin. Teselliyi bulmak

istediğin dudaklar çoğu zaman soğuktur. Üşütür içini. Sense titrersin; göz

yaşlarınla ısıtırsın kendini, için için ağlayarak..

Kendini soğuk bir kış gününde çıplak ve yalnız hissedersin, ısıtsın diye

yalnızlığına sarılırsın, gözlerin güneşi arayarak. İstediğin çok bir şey

değildir aslında;sıcak bir tebessüm tatlı bir gülüş ve dokunuş.

 

 

*

 

 

* Kendi kendine söylenirsin; acaba çok mu şey istiyorum diye. Sonra da takma

kafaya diyerek kaçıverirsin oradan. Bir teselli istersin, ufak bir teselli.

karşılaştığın şey ise kapalı kapılardır. Duvar gibi önünde duran kapıyı bir

türlü kıramazsın. Sonra o duvarı kaleminle yıkarsın. Cümlelerindedir

savaşın. Yırtınırsın, kendini paralarsın. Mağlup olmak üzereyken zaferi

yaşarsın. İçindeki fırtına dinmiştir artık.

 

 

*

 

 

* "Hayat ne tuhaf değil mi?" Kendi iç savaşında mağlubiyeti de yaşarsın

zaferi de; ama bu zaferi tek başına kazanmamışsındır. Seni sevdiğine

inandığın insanlar hep yanındadır ve yanında olacaktır. O insanları

kaybetme. Onlara verebileceğin en değerli hediyeyi ver; sevgini.

 

 

*

 

 

* İçinde filizlenen renk renk çiçeklerin olsun.onlara itinayla bak, asla

incitme. Karşında dimdik ayakta olsunlar, senin gibi ve bırak sarsınlar

etrafını; içlerinde kaybolmanın doyumsuz keyfini yaşa.

 

 

*

 

 

* Unutma sen sevdiklerinle varsın. Yalnızlık Allah'a mahsustur. Yanında her

zaman seni seven birilerinin olduğunu anımsa ve o güvenle dal hayatın içine.

Bırak, yere düşsende kaldıracak birileri var nasıl olsa...*

 

 

Alıntı

  • Cevaplar 1b
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

GÜLERKEN YÜZÜN

 

 

Gülerken yüzün

Dem çeken bir güvercinin sesini

İçin için büyüyen çimenleri

Baharda lunaparkı, bayramyerini

Ve alışkanlıklar dışında her şeyi

 

 

Gülerken yüzün

Aşıyor geçmişin acılarını

Kendini yarına değiştiriyor

 

 

Gülerken yüzün

Sanki çarmıhını kırmışsın

Senin ve ardından geleceklerin

Aylası alnına düşmüş gecenin

Oturmuş ağlıyor kendisi

 

 

Bunu öyle candan öyle yürekten

Öyle bir tutkuyla istiyorum ki

Aklımda hep öyle kalmalısın

 

 

**GÜLTEN AKIN*

Gönderi tarihi:

Sevmek Dediğimiz*

 

 

*Sevmek dediğimiz...

Sevmek, yalnızca sevgiden oluşmuyor.

 

 

Bir altın madeninin duvarından kopardığımız bir parçanın içinde altınla

birlikte nasıl taş, çakıl, çamur buluyorsanız, sevmek dediğinizde de

sevginin yanında sevgiye benzemeyen birçok duyguyu buluyorsunuz.

 

 

Sevmek, yalnızca sevgiden ibaret olsaydı, sevdiğimizin mutluluğunu ister,

onun mutluluğundan mutlu olurduk ama biz sevdiğimizin mutlu olmasını değil,

"bizimle mutlu olmasını" istiyoruz.

 

 

"Bizimle" sözcüğü altının yanındaki çakıl işte.

 

 

Sevdiğimiz kadın bir başkasıyla mutlu olduğunda bu bizi mutsuz ediyor,

sevdiğimiz bir başkasıyla güldüğünde bu bizi ağlatıyor, sevdiğimiz bir

başkasıyla seviştiğinde bu bizi yaralıyor.

 

 

Sevmek, sevdiğimiz "bizimle" mutlu olduğunda, bizi başkalarına tercih

ettiğinde sevgiye benziyor ama sevdiğimiz bir başkasıyla mutlu olmayı tercih

ettiğinde, bizi terk ettiğinde sevmek sevgisizliği hatta düşmanlığı

andırıyor.

 

 

Sevmek, ancak "bizimle" şartı gerçekleştiğinde sevgiyse eğer, o zaman,

sevmek karşımızdakine mi yoksa kendimize mi sevgi duymamızdan kaynaklanıyor?

Hem seven hem sevilen biziz de, sevdiğimizi sandığımız kişi, kendimize

duyduğumuz sevgiyi yansıtan bir ayna mı; sevdiğimizi kaybettiğimizde bizi ve

sevgimizi yansıtan aynayı kaybettiğimiz için mi o kadar mutsuz oluyoruz?

 

 

Peki ama eğer sevmek böyle bir şeyse, niye herhangi birini değil de özel

olarak seçtiğimiz birini seviyoruz, niye ancak bir kişi bizim aynamız

olabiliyor?

 

 

Sevmek, yalnızca sevgiden ibaret değil, daha karmaşık, daha anlaşılmaz, daha

tehlikeli bir şey.

 

 

ahmet altan

Gönderi tarihi:

Cam fauns içinde yaşatmaya çalıştım aşkı.

 

 

Çok büyüktü, taşıyabilmek için küçülttüm, karton kabuk yaptım.

 

 

Gittiğim her yere götürüp, kaldığım her yerde yanımda olduğunu bilmek

istedim.

 

 

Kırılgandı, hassasdı, yalnızdı.

 

 

Sakladım, korumaya çalıştım.

 

 

Bıraksam bozulacaktı tılsım, kırılacaktı.

 

 

Kırıldı.

 

 

Doruklardan akıp gelen bir çay olduğunu düşündüm aşkın.

 

 

Kendi haline bıraksam büyüyecek, ivme kazanacak, karışıp diğer sulara, büyük

sularda bitirecekti kendini.

 

 

Tutmaya çalıştım bu yüzden onu.

 

 

Setler, duvarlar ördüm, kendi halinde akacağı yeni yollar açmaya çalıştım.

 

 

Tutamadım, yetmedim.

 

 

Aktı gitti avuçlarımdan.

 

 

Aşk bir çığlıkdı, bağıramadım.

 

 

Sıcak bir şeydi, ısınamadım.

 

 

Kucakdı, sarılamadım.

 

 

Aşk bir şeydi, neydi?

 

 

Bir yerdeydi, nerde?

 

 

Nasıldı?

 

 

Ne zamandı?

 

 

Anladığımda:

 

 

Hiçbirşeydi Aşk!

 

 

Herşeyimi alıp giden!

 

 

alıntı

Gönderi tarihi:

*Parmak uclarinda yasadim hep aski

Hic yükselemedim gökyüzüne

Ha uctu ha ucacak

Ha oldu ha olacak

Oysa dilerdim kaybolabilmek

Bulutlarin üstünde, engin maviliklerde

Hep ucabilmek istedim özgürce

Cebimdeki soru isaretleri

Agirdi; ucamadim.....

 

 

Namlu ucunda yasadim hep aski

Hic sevemedim delicesine

Ha bitti ha bitecek

Ha gitti ha gidecek

Oysa dilerdim hissedebilmek

Bakislariyla yok

Dokunuslariyla var olmak

Hep sevebilmek isterdim gönlümce

Kalbimdeki yaralar

Agirdi; sevemedim.....

 

 

Diken ucunda yasadim hep aski

Hic tutamadim kadifemsi yapraklarini gülün

Ha döküldü ha dökülecek

Ha kurudu ha kuruyacak

Oysa dilerdim koklayabilmek

İcime cekmek mis kokusunu

Hep avuclamak isterdim

Hissetmek güllerin kirmizisini

Cig düstü yapraklarima

Agirdi; tasiyamadim........

 

 

Dudak ucunda yasadim hep aski

Hic söyleyemedim icimden gecenleri

Ha bildi ha bilecek

Ha anladi ha anlayacak

Oysa dilerdim anlatabilmek

Yüregimdeki firtinalari

Hep yasamak isterdim

Askin basdöndüren bugusunu

Korkular girdi yüregime

Agirdi; yasayamadim...............

Gönderi tarihi:

 

Pınardan Boğaziçi

 

Bir pınardan boğaziçi’nin manzarası akarken

hangi gözü kapalı hayalin kız kulesi tonundaki düşü

uyandırır beni bu şiirden?

Üstüm başım gece kokuyor.

Uykularımı şarkılara bırakıp

seslerimde uyanmalarımı yalnız kılıyorum.

Şimdi iyisi mi sen

begonyalarınla bahara göç et.

Ya da

ellerindeki İstanbul kokusuyla

yürü yağmurlara...

Bırak toprak koksun denizler.

Bir dalga boyunda buğdaylar sararsın.

Farzet ağaç olmuşuz

ve birbirimizi yeşeriyoruz.

 

 

Şiir ve Merhaba yanyana gelince gece oluyormuş. Uykulu cümlelere tutkulu imgeler eklemekten ve aynada hayale soyutluğu anlatmaktan yorgun düşmeyen öyküler yazabilir misin?

 

Sesimiz bir kağıtta yankılanıyor.

Kelimeler uçurum olmuş

ücra bir imgeden tüttürüyoruz

yardım şiirlerimizi…

Çığlık çığlığa öykü olmuşken sevişmelerimiz

söyler misin hangi Kafkaesk kurguda

noktalarız çıldırmalarımızı?

 

 

 

 

Bir figür ki, imgelerle örülsün. Bir kedi olsun ama o kedi orada olmasın. Bir renk ver:mesela mavi… Ama maviye benzemesin. Kırmızıya çalsın tonları mesela. Veya hiçbir renkle alakası olmasın. Ama bileyim onun mavi olduğunu.. Çizgileri kullanmadan bir adam çiz bana. İçinde kadın da olsun. Ne zaman baksa aynaya çılgınca sevişsinler. Ama asla dokunmasınlar birbirlerine… Yapabilir misin?

 

 

Tualde yitirilen gölgelerin amenetçisi,

fırça darbelerinle parçala adımlarımı.

Hiçbir renge yürümeden,

en soyut halimle bırak beni…

Eskizlere çivile suretimi.

Her yaşamımı yarım bırak ki,

ölüm doymasın bana.

Defalarca ölmek yerine,

defalarca yaşa(n) mayayım…

yazabildiğin en tenha şiire bırak beni…

Acı olur intikamım…

Yalnız bile bırakma beni,

ki yalnızlığımdan yaratırım kalabalığımı…

 

 

Eksik şiirlerin tadında mavi bir merhaba göndermek istedim. Şimdi ağır aksak bir öykünün bitmekte olan kurgusundayım. Yazılmak kader değil, bu olsa olsa yalnızlıktır. Yazılacak kadar yalnız mısın?

 

 

Harflerde bırakıyorum bu şiiri.

Hiçbir cümle tanımlamasın istedim.

Kelimelerle dokunsunlar istemedim kaybolmalarıma…

Elvedalardan devşirdiğim bir “Merhaba” bırakıyorum şarkılara

 

 

 

08.07.2006

Zeytinburnu – İstanbul

 

metamorphosis

 

Gönderi tarihi:

pencere

 

 

pencereyi kapama

gök dolabilir içeri

sen neyi görebilirsin

ıslak bir bulutun ağışını mı

 

pencereyi kapama

kuş dolabilir içeri

sen neyi taşıyabilirsin

kırık bir dalın yükünü mü

 

pencereyi aç

soluğun çıksın dışarı

sen büyütmedin mi ciğerinde onu

kokusu hayatı yıkasın diye

 

pencereyi aç

sesin sarsın dünyayı

duyulur elbet ta ötelerden

yürek kendini tanır

 

arkadaş özger

Gönderi tarihi:

pencereler önünde geçti ömrün,

eskidendi onlar, serçeler yok bugün.

neden öyle bakarsın, üzülme değişmedi bu yüz,

cereyan çarparsa o zaman görürsünüz.

eskittin ömrünü pencere önünde, ama gelmedi bahar;

rüyalar ve göz altlarındaki mor halkalar.

eskidendi o günler, o şevk, o heyecan,

merak etme, benimde çok genç olduğum yalan.

dostlarla da yollar ayrıldı bir bir.

eski hatıralar bile yabancı gelir.

seninle platonik ilk aşkımız,

entelijans olarak beraber başladığımız;

rüzgarlar, ah rüzgarlar; gittikçe artıyor yalnızlığımız.

çeşm-i siyah, bugün, bakmıyor;

eskisi gibi değil hayat, artık akmıyor.

laleler seni zülf-i yare ifşa eder,

eski çağımızdaki o güzel cevher.

rüyalar, gözünün yaşına bakmadan gider...

Gönderi tarihi:

SABAH

 

Serin rüzgârlara pencereni aç!

Karşında fecirle değişen ağaç,

Bak, seyret ağaran rengini ufkun

Mahmur gözlerinde süzülsün uykun.

Bırak saçlarınla oynasın rüzgâr.

Gümüş çıplaklığı bir başka bahar

Olan vücudunu ondan gizleme.

Ne varsa hepsini boyun, saç, meme,

Esîrden dudaklar okşasın sevsin

Mademki geceden daha güzelsin!

 

AHMET HAMDİ TANPINAR

Gönderi tarihi:

--------------------------------------------------------------------------------

 

MAVİ MAVİYDİ GÖKYÜZÜ

 

Mavi, maviydi gökyüzü

Bulutlar beyaz, beyazdı

Boşluğu ve üzüntüsü

İçinde ne garip yazdı...

 

Garip, güzel, sonra mahzun

Işıkla yağmur beraber,

Bir türkü ki gamlı, uzun,

Ve sen gülünce açan güller,

 

Beyaz, beyazdı bulutlar,

Gölgeler buğulu, derin;

Ah o hiç dinmeyen rüzgâr

Ve uykusu çiçeklerin.

 

Mor aydınlıkta bir çınar

Veya kestane dibinde;

Mahmur süzülen bakışlar

İkindi saatlerinde...

 

Birden gülümseyen yüzün

Sabahların aynasında

Ve beni çıldırtan hüzün

İki bakış arasında.

 

AHMET HAMDİ TANPINAR

Gönderi tarihi:

Aç Pencereni

Yazar Turhan Candan

Bak işte bahar geldi, en tazesinden.

Yeşilin bin bir tonu serildi bağa bahçeye. Söğütler salkım saçak… Rüzgar püfür püfür…

Güneş sımsıcak öpücükler konduruyor aydınlık çehrelere. Sular ışıl ışıl, yer gök ışıl ışıl…

Aç artık pencereni, bahar evine girsin.

 

Ilık meltemleri çek içine doya doya. Toprağın, çiçeğin, meyvenin kokusu işlesin ciğerlerine. Kırkikindi yağmurunun çisiltisini dinle, kuşların senfonisini.

Tomurcuklar patladı, haberin olsun!

Karşıdaki cumbalı eski evin bahçesindeki güller bir bir açtı. Beyaz sakallı bir ihtiyar her birini okşuyor camiye gidip gelirken. Güleç yüzlü bir nine su veriyor onlara ara sıra. İkinci sınıfa giden çocuk birini koparıp öğretmenine götürüyor. Güller herkese pembe gülücükler dağıtıyor, sevgi ve mutluluk elçisi oluyor çoktandır. Haydi, bir güle dokun, bir gülü kokla; gül biraz.!

Haydi, çık artık dışarı!

Bu baharı olsun kaçırma. Baharı paylaş, baharı giyin, baharı solu. Her şeye yeniden başlıyor tabiat, sen de yeniden başla. Eskiyen, kuruyan, dökülen yanlarını tazele haydi!Baharın bir rengi de sen ol. Kirazı dalından ye, suyu çeşmeden iç.

Kelebekler, seni bekler.

Bir günlük bir ömrü doyasıya yaşayan kelebeklere bak. Sırf sen göresin diye desen desen kanatlar takmışlar. Çimenlerin üstünde uçuşup duruyorlar. Hiç aceleleri yok. Sahi en son ne zaman izlemiştin bir kelebeği doyasıya?

Haydi, uzan çimlere!

Çiy düşmüş bitkilere, biraz yürü. Ayakların hissetsin çiyin ferahlığını.Sonra boylu boyunca uzan çimlere. Parmakların arasından fışkırsın otlar. Karıncalar gezinsin ellerinde. Gözün masmavi derinlikteki beyaz bulutlara takılsın. Kendini akışına bırak bulutların. Bedenin yere yapışık, ruhun göklerde salınıp dursun.

Kaç baharı eskittin hiç dokunmadan, kaç çiçek soldu gitti hiç koklamadan? Kıpırda artık, kendine gel. Koltukların, halıların arasından çık.Unutma ki koltuklar çiçek açmaz, halılara çiğ düşmez. Zaten kaç bahar kaldı ki geriye!

Hiç olmazsa, penceren açık kalsın!

Gönderi tarihi:

--------------------------------------------------------------------------------

sessiz

sensiz

bir gece...

soğuk

ıssız

ıslak sokaklar...

Ben penceresi buğulanmış bir camın önünde

Öylece seni beklerken adını yazıyorum camlara

Sokak lambasının ışığında gölgeni arıyorum önce

Sonradan beliren senle hızla inmek verdivenleri

sokak kapısının çalmasını beklemeden açmak

Sarılmak boynuna sımsıkı... düşlüyorum...

Sokaktan geçen arabaların farlarıyla bir aydınlanıp kararan odada

Seçilebilen resimlere bakıyorum

Senli günleri düşünüyorum, sensizliğe inat

Her anıdan bir kare seçiyorum, resimlerin arasına ekliyorum

Gözlerim ağırlaşıyor...

Sessiz

soğuk

odada

sensiz

bir gece daha yaşıyor ömrüm...

duvardaki çizgilerin sayısı her geçen gün artıyor

biliyor musun ?

Telefonsa duymadım sesini

Zamanı bilmiyorum günleri ise saymadım.

Gün ağarınca anlıyorum yeni bir gün başlıyor

İnsanlar sokaklara dökülüyor

Her sabah aynı telaş

Ve her akşam aynı yorgunlukla geri dönüşler

Her sabah evinden çıkan, her akşam evine döner

Sen ise dönmedin...

Gönderi tarihi:

Yarım kaldı senli şiirlerim

Ya sevdanın tadı acı geldi yüreğime

Ya ellerin ısıtmadı ellerimi..

Suskunluklarım çığlıklarımın habercisiydi

Her nefeste yokluğunu çektim içime

Baktım ki tamamlanması imkansız bir şiirsin

 

Oysa ki..

 

 

Yarım kalmayı haketmezdi sevda..

Eğer tamamlayacak cesaretin olsaydı..

Gönderi tarihi:

Tarih: Cum Hzr 01, 2007 11:36 am Mesaj konusu: YAŞIYORSUN BİL Kİ...

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

 

 

''Ayrılık ölümden beter'' derler

Ayrılık acısı çekenler

 

Öyle mi gerçekten?

Ayrılık ölümden beter mi?

 

Kaç ayrılık yaşadınız dünden bugüne, hiç düşündünüz mü?

 

Ayrılık,

Bir damarın ummadık bir anda keskin bir bıçakla kesilmesine benzetilebilir mi? O an yaşanan acı, bedeninizin her hangi bir noktasında kan sızması ve buna şahit olan gözlerinizin ruhunuza yaptığı baskı...

Evet, bir yara ayrılık bazen. Kanayan, acıtan, korkutan, sancıtan bir yara... Ne kadar hüküm sürer bir yara, bir vücutta?

 

Kapanmaz sandığı yaralarının bir süre sonra yalnızca bir iz olarak kalacağını hissedemeyen ve buna ayrılığın sıcaklığıyla inanamayan küçük bir yüreğin buğulu gözlerinden damlamaya hazır gözyaşlarının içime akışını hissettiğim anda yazıyorum bu satırları.

 

Her ateş düştüğü yeri yakıyor,

ve her ateş gibi

köze dönüp

külleniyor.

 

Hiç bir acı sonsuza dek sürmüyor?

Hiç bir yara yıllarca kanamıyor?

 

Ayrılıklar,

Küçük ya da büyük yaralar açsa da ,acıtsa da geçmişte kalıyor zamanla.

Her ayrılık kendi yangınında külleniyor.

 

Dinle beni,

Önce yaşayabildiğince yaşa ayrılığın acısını. Bırak kanasın yüreğin, bırak dökülsün hüzne gözlerin. Sonra bir sabah, pencereni aç, güneşin sıcaklığını hissederken, ışıltısıyla aydınlat yüreğini.Yeniden bir gülücük at aynadaki sessiz suretine. Kaldır düşen omuzlarını, acılar da ayrılıklar da hayata dahil unutma.

 

Her ayrılık,

biraz daha güçlü kılıyorsa seni

YAŞIYORSUN BİL Kİ...

Gönderi tarihi:

.

.

Marikula Dogur

.

Istemem eski rüyalardaki kadin resimlerini:

Tombul ve beyaz.

Bana bir taze disin, yazin kumsalda kizarmis

Tüylü altin bacagin yeter

Ve tren yollarinda tüten öglelerin...

Kisin sarap içtigimiz kahvelerdeki

Boyali kadinlar rüyasi... bitsin.

 

Ne su baslarinda tavus tüyleri gibi çesitli böceklerin hasreti

Ne çayir içinde gülüsen çocuklarin yirtik mintanlari

Sen: Taze dislerinde hiyar kokusu...

Agzinda olgun domateslerin çekirdegi,

Karpuz ve erik.

 

Doldursun bütün bu sahili Marikula

Çiplak dizlerinde aglari ördügün zaman

Birdenbire sancilanarak yapacagin çocuklar.

Vapurlara seslenecekler Marikula:

- Hey, kaptan dur!

Her dokuz ay on günde ikizlerini

Sandallar bos bekliyor.

Balik yalniz tutulmuyor Marikula;

 

Bacaklari çevik çocuklarim sendedir!

Dogur Marikula dogur!

.

Sait Faik Abasiyanik

Gönderi tarihi:

*Ben Küçük Bir Çocuğum

 

 

Ben kırgın bir çocuğum ,

Beklentisiz ülkemin yeşilinde , denizinde.

 

 

*

Ben solgun bir çocuğum

Ninnisiz büyütülüp soğuk odasında çığlıkları , korkuları dinlediğim,

Evimin bahçesinde ağaçlar çicek vermez.

 

 

*

Ben bitkin bir çocuğum

Yıkatılmış ruh izlerinde dudak uçlarını kemiren

 

 

*

Ben küçük bir çocuğum

Şımartılması mümkün olmayan

Tanklı tüfekli kan kokan bir ülkede

 

 

Bir canım cehennnem taşır öfke içinde

Bir yanım kopası buzul taşı.

Gece benim karanlık nokta birikintim.

Bakışlarıma kurşun işler.

Ağladım evet ağladım bugün,

Burası garipmiş

Acımaz dediğim yerler acıdı

Ve Dağınık bir bavula topladım

Kurşini izleri...

 

 

Arzum Günay

Gönderi tarihi:

Ne çok üzmüş ama ne çok sevmiştim seni...

Bana boyacı çocuklar ile konuşmayı öğreten bir adam sevdim ben...

Cam önlerindeki çiçekleri farkettiren bir adam. Arka sokaklardaki ahşap viran evleri, şile bezinden sehpa örtülerini, demli çayı, kalemi , karanlığı ve acıyı sevdiren bir adam sevdim ...

 

Kendisi ile birlikte beni şehr-i İstanbul`a aşık eden olgunlaşmış üzüm rengindeki gözlerin sahibi bir adam...Toprak gibi olgun ve dost, hayat kadar karışık ve net bir adam ... Nefesim kadar, su kadar, ekmek kadar sevdim...

 

Derdini sevk edinmiş bir derviş gibi, gülün goncasından çok dikenine aşık bir bülbül gibi celladına tutkun bir hükümlü gibi sevdim...

 

Korkusuz , yalın ve razı ...

 

Ayrılık bir gün aramıza uzak yollar gibi girsede biliyordumki her boyacı çocuğun yüzüydü onun yüzü. Cam önlerindeki çiçeklerin rengiydi gözlerinin yeşili...

 

Saçlarının dalgasıydı boğaz sularında çırpınan...

 

Yağmurlu bir günde üzerine düşen her damla soğuk gecelerde başını yasladığı yastık olurum...

 

Saçını her tarayışında ellerim olur tarağı...

Geceleri bıçkın ve bir o kadar yorgun ayakları ile ezdiği yollar, kaldırımlar olurum.

Kadıköy`de , Üsküdar`da içtiği çayda bir yudum, elini kestiğinde süzülen kan olurum...

 

Başını okşadığı bir dilenci çocuğun gözleri olur gözlerim...

 

Son nefeste bile yalnızca O olur, O`nun olurum..

Bir adam sevdim işte...

Boyacı çocukların yüzüydü yüzü...

(netten alıntı)

Gönderi tarihi:

Kimininki bir satırlık, kimininki bin sayfalıktır

Tek ortak noktaları bir gün biteceğidir...

Ben hüzün dolu bir kitabım

 

Benim acılarım sayfa, göz yaşlarımsa mürekkep oldu

Anlattılar birer birer, ama konu hep aynıydı

Hayat akışım bir çizgiydi, çizginin adı ise "hüzün"

Ben hüzün dolu bir kitabım

 

Senaryo baştan belliymiş, acılar benim kaderimmiş

Mutluluğu yakalamaya uğraşırken, tebessüm etmek bile

Yasakmış

İstesem de istemesem de oynamaya mecburum

Ben hüzün dolu bir kitabım

 

Aşk'tır karanlıkta insanı aydınlatan

O'dur insanın ruhunu, beynini güzelleştiren

Ben mahrum kaldım aşka, hala karanlıktayım

Ben hüzün dolu bir kitabım

 

alıntı

Gönderi tarihi:

.

.

Mahvolmus Hayatlar

.

'ayni kadinla iki kez

evlenerek hayatimi mahvettim'demis

William Saroyan.

 

hayatlarimizi mahvedecek bir seyler

her zaman vardir,

William,

neyin veya kimin

bizi önce

bulduguna

bakar,

mahvolmaya hep

hazirizdir.

 

mahvolmus hayatlar

olagandir

bilgeler için de

ahmaklar için de.

 

ancak

o mahvolmus hayat

bizimki oldugunda,

iste o zaman

farkina variriz

intiharlarin,ayyaslarin,hapisane

kuslarinin,uyusturucu müptelalari

ve benzerlerinin.

varolusun

menekseler kadar,

gökkusagi

kasirga

ve

tamtakir

mutfak

dolabi

kadar

olagan

bir

parçasi

olduklarinin.

.

Charles Bukowski

.

Gönderi tarihi:

KÜLLERİ EŞELEMEK

 

İçimi ezer delice bir cesaret

görünmez bir el kitler kapılarımı,

miskinliğimden değil bu minnet

çaresizim seni sevdiğimi söyleyemem.

 

Dilsizim.

 

Çırpınmayı bile unutmuş bir serçe

gibi saklarım göğsüme kanatlarımı,

kadınlığın böyle karşıma dikeldikçe

utanırım seni sevdiğimi söyleyemem.

 

Dilsizim.

 

Bilinç denen şey şeffaf bir hançer

her gece deşer yaramı,

yıllar divane ömrümden zulümle geçer

halsizim seni sevdiğimi söyleyemem.

 

Dilsizim.

 

Eski yalnızlıklardır soframdaki nicedir

hayatla katlayamam yorgun yaşımı,

büyük aşklar hep gecikmeli gelir

garibim seni sevdiğimi söyleyemem.

 

Dilsizim.

 

Erken geldin dünyaya, benden önce

benden önce koştun yollarımı,

şu ince yağmur dinince

gideceğim seni sevdiğimi söyleyemem

 

Misafirim.

 

Hüseyin Ferhad

Gönderi tarihi:

Yalnızlar Limanı

 

 

Gönlüm bir okyanus gibi alabildiğince geniş ve sevgi dolu, masmavi ve iç

açıcı güzellikte seyir ederken, ufuktan bir liman beliriyor gözlerime.

Güzellikleri görmek adına hedef seçiyor ve tüm gücüm ile yaklaşmaya

çalışıyorum limana.

 

 

Yaklaştıkça heyecanım artıyor, heyecanım arttıkça mutluluğu yaşıyorum

yüreğimde. Aslında her limana da uğramam pek, yola çıktım mı bir kere gözüm

özümden başkasını görmez.

 

 

Liman iyice beliriyor gözlerime, bir başka hava var buralarda. Daha önce hiç

tatmadığım bir atmosfer beni içine doğru yavaş yavaş çekiyor. Artık limana

yanaşmak için demir atma zamanı geldi diyerek uzanıyorum çapalara. Beni, ne

bekliyor bu limanda diyerek kendimi de sorguluyorum bir yandan.

 

 

İçimde ki huzur yükseklerde, karanlık gecelerin sabahına ermiş gibi mutlu ve

sevgi doluyum. Bu sevgiye hangi yürek yelken açacak ve kucaklayacak acaba?

diye soruyorum kendimce. Tam o sırada karşıdan bir parıltı beliriyor

gözlerime.

 

 

Adeta meleğe benziyor, karşımda ve bana doğru yaklaşıyor. Pozitif enerji bu

sanırım, elektrik almak böyle bir duyguymuş diyorum kendimce. Kucaklamak

istiyorum artık meleğimi, gönlüm sabırsız ve yüreğimdeki sevgi taşıyor

adeta. Yüreğim, paylaşmak gerek bu sevgiyi yazık olur sonra, taşan sevgi

boşa akmasın diye sesleniyor beynime.

 

 

O sırada karşımda duran melek birden kayboluyor, tam sevgiyi buldum derken

nasıl olur bu diye haykırırken, o anda bir şeyler kopuyor bedenimden.

İnanmak istemiyorum ama gerçeği görüyorum birden. Burası YALNIZLAR LİMANI,

sevgi dolu insanlar yanaşır bu limana, burada yaşayan insanlar sevgiden

kaçarlarmış.

 

 

Çünkü onlar YALNIZLAR LİMANIN DA YAŞIYORLARMIŞ.

 

 

Evet, sizlerle bir hikâye mi paylaştım, burada anlatmak istediğim insanların

sevgiden korkar olması, bunun sebebide onu tam olarak yüreklerinde

hissetmedikleri ve benimsemedikleri içindir.

 

alıntı

Gönderi tarihi:

SOY DEDİ YÜREĞİM BİR KERE DAHA SOY !

 

 

 

İçimdeki uçurumları doldurdum önce çakıl taşlarıyla,

 

Bir bir attım her bir taşı

 

Acıların, hayal kırıklıklarının açtığı derinlere.

 

Kulaklarımı sağır edecek bir yankıyla düştüler.

 

Denedim sonra attığım o çakıl taşlarının üzerinde yürümeyi

 

Sağlam olmalıydı.

 

Önce beni, sonra ağır bir sevgiyi taşıyacak kadar sağlam olmalıydı

 

Ve belki yeni açılacak uçurumlara da dayanıklı olmalıydı.

 

Denedim,

 

Hazırdı

 

Soydum yüreğimi sonra ,

 

Her bir bakışıyla, sardığım kefenleri açtım

 

O baktı ben soydum yüreğimi

 

Artık açılmasın diye attığım kör düğümleri açtım

 

.Kolay değildi sevdaya güvenmek

 

Ama “aç” dedi yüreğim

 

”aç ki görsün ve koy beni avuçlarına sıcağımı duysun “

 

Açtım

 

Korkmadım

 

İçimdeki sese inat .

 

Ben bile anlayamadım sonrasını

 

O baktı, ben avuçlarına bıraktım var ettiğim her şeyi

 

Ben de hiçbir şey kalmayana kadar.

 

Güvendim inandım kendimce .

 

Canım dedim ona çoğu kez o duymadan.

 

Canım olmuştu artık.

 

Kendi canım için ne yaptıysam onun içinde yaptım.

 

O baktı ben onu canım yaptım

 

Canıma kattım.

 

Artık acıtsa da fark etmezdi.

 

Varsın üzsün, varsın kırsın yıksın ne çıkar?

 

Ne alabilir ki daha benden dedim, zaten hepsini çoktan serdim

 

Sadece baksın başka bir şey istemedim

 

Varsın uzaktan baksın.

 

Sevmek beklemekti sevmek özlemekti

 

Hiçbir şey istemeden bir an için hissetmesini beklemek

 

Her anını özlemekti.

 

Ve bir gün dudaklarından döküldü

 

Belki bir yalan belki bir kaçıştı

 

Her bir kelimesi taş bir duvar kadar ağırdı

 

Ne fark ederdi ki

 

Bütün ağrılığına rağmen acısını da sığdırırdım yüreğime.

 

Ama sandığım kadar kolay değildi

 

Ne söyleyecek söz kalmıştı ne dökecek gözyaşı

 

Günden güne erimekte savrulmaktaydım.

 

Yaşanılan her şey avuçlarımda can verdi.

 

Sokaklardan izlerini toplayıp getirdim hayat versin diye

 

Ama nafile.

 

Her gün gözlerimin hasretiyle uyandım

 

Hayalinden öte gerçeğinden yalan bir kere daha geçmesini bekledim

 

Bu bekleyiş yaktı gözlerimi

 

Ve kendi karanlığımdan korkmaya başladım

 

Dayanabileceğimden çok daha derin çok daha güçlüydü

 

Ezildim o karanlığın altında.

 

Anladım ki sevmekten ötedeyim çok daha ötede ben çoktan geçmişim

 

Sevmekten öte bir şeyler varmış içimde

 

Her gün yolu adresi olmayan bir umutla beni benden alıp onu bulmaya götüren

 

Kaybolduğunu bir an bile unutamadan.

 

Akıp geçmesiyle karşı kaldırımdan

 

Ve bir gülüşüyle zaman yine gece hayat yine hüzün yürek yine göz yaşı

 

Gel de bekle dedim biraz bekle

 

Avuçlarına bıraktığın sevgini sığdır hasretiyle bütün duvarları yıkılmış yüreğime

 

Bakma ona, duyma sesini , çaresizliğini gösterme uzayan bakışlarında

 

Bir kere olsun onsuz nefes al.!

 

Ama saklayacak bir şey kalmamıştı zaten en başından beri her şey onunlaydı

 

Artık ne başka bir düşünceye yer vardı nede ondan başkasına.

 

Sevmek hayatı ona adamaktı

 

O hiç anlamadı ama

 

Bıraktığı güzelliklerin bende ki sevgisine yetmeyeceğini

 

Ve hatta beni eriteceğini bile bile aynadaki aksime bakarken ,

 

Ondan geriye kalacak bu boş bedeni

 

Onun kokusu ve dokunuşlarını kaybetmemek uğruna yaşatacaktım

 

Tek başıma.

 

Ruhumu bırakacaktım adımlarımızın yan yana olduğu her bir sokakta

 

Benden sonra belki rastlar da hatırına gelirim diye.

 

Bir akşam vakti- belki zoraki-

 

Bütün yaşanmışlıklarımla birlikte bir kez daha yürüyüp

 

Gözlerimin hep onu aradığı sokaklarda

 

Gidecektim

 

Ve bu gün olduğu gibi her gün dua edecektim

 

Yüzünde bir an olsun bir kaygı bir mutsuzluk olmasın diye.

 

O yürüdükçe en acıyan yaraların üzerinde

 

Yıllar sonra bile aklımı zorlayacaktı yaşattıkları

 

Elinin değdiği her şey ondan olan ondan gelen her şey

 

Daha bir kıymetlenecekti

 

O hiç olmasa da

 

Tüm ihtişamı ve tüm güzelliğiyle hep ben yaşayacaktım onu

 

O her sabah yanında bir başkasıyla uyanırken.

 

O varken içimde

 

Ne sözleri ne ayrılığı yıldırırdı beni

 

Sevmek vazgeçmemekti

 

Yine güvendim yine inandım kendimce

 

Ben onun kendine ihanetiydim artık aldatamazdı beni

 

O benim kendime armağanımdı geri veremezdim

 

Böylesi yabancı olmayı kaldıramazdık biliyordum

 

Yüreğim artık çırılçıplaktı biliyordu

 

Sevmek gözlerine bakıp onu anlamaktı

 

Sormadan konuşmadan

 

Anlıyordum

 

Ve tekrar baktı

 

Bir kere daha aynı bakışı gördüm gözlerinde.

 

Vazgeçmemişti bitmemişti

 

Bütün isyanımı ,öfkemi, kıskançlığımı unuttum

 

Sevmek bazı şeyleri unutabilmekti

 

Sevmek onu mutlu edebilmekti

 

Şimdi onun mutlu olduğunu görebildiğim kadar varım

 

Onunlayım ve hep bulmak istediği yerdeyim

 

Bir daha kaybolur mu düşünmüyorum.

 

Çünkü güvendim inandım kendimce

 

 

 

Alıntı

Gönderi tarihi:

NON DOLET_1

 

Keder bir fener gibi döner geceleri,

Ve bezgin seher gelir ardından

Her tanısmayı bir ayrılma say;

Her doğum bir ölüm habercisi

Kavustuğumuzda ayrılmıştık bu kesindi,

Her güne ayrılığın korkusu sindi

Gerçegi bilmeyen yüreğimiz,

Hep yeni tanışmalara gereksindi...

Her kavuşmayi bir ayrılma say

Karanlık umutsuzluktan geçene,

Tek mum ışığı çırağan görünür,

Oysa iyi bilinir ki dönüş yolunda

Asla çırağan yoktur...

Çok sayıda sâm-i gariban yaşanır,

Nice yaman acılar çekilir ve bir gün,

Sızılar acıların yerini alır,

Yürek kederli bir sevinçle anlar

Acının yok oldugunu artık.

Her kavuşmayı bir ayrılma say;

Keder bir fener gibi döner geceleri,

Döner geceleri keder bir fener gibi,

Ve bezgin seher gelir ardından...

Her kavusmayi bir ayrılma say;

 

 

NON DOLET_2

 

Günlerin gözeneklerinden süzüldü,

Bir masal, öte yana geçti

Masalın bile inanılmazıydı,

Masal da degil belki'Hiç'ti....

Demek bu kadar sürecekmiş 'Büyü'

Ey 'Acı'çekil köşene ve uyu

Geçmişler olsun'Yürek Kadirgası'

Fırtına dindi ve göründü Kıyı.

 

 

NON DOLET_3

 

Gesi bağlarında dolanıyor

Ve yitirdiklerimi, yitirmediklerimi,

Aranıyorum...

Çünkü insanlar arasında engel,

Yalnız dağlar değildir;

Bazı anılar, bazı ölülerle sağlar,

Göz önündekileri bile

Ayırabilir bizden.

Gesi Bağları, bazan Taksim

Bazan Limmat kıyıları,

Bazan Berlin veyâ başka şehir,

Olabilir...

Ben bugün beynimin Gesi bağlarında,

Bir tek selâmına göneniyorum;

Selâm geliyor arasıra Ölümden,

Senden bir ses geldiği yok.

 

 

NON DOLET_4

 

Terket kederi çürüyüşe ey yüreğim!

Toplanmasın ürünü, sürünsün tarlalarda,

Sürünsün ürünü ayak altında;

Kalsın tarlalarda keder...

Ay doğsun gece üstüne tarlalarin,

Ay doğsun, Ay doğsun...

Evet Ay doğsun,

Ay hep böyle üzerimde dönse...

Sevgi kalıcı, inanç kalıcı,

Çürüyen sâdece bedense,

Terket kederi, çürüsün ey yüreğim

 

Hüsrev Hatemi

Gönderi tarihi:

İŞARET ÇOCUKLARI

 

Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan

Geçerdi babam

Başında yağmur halkaları

 

Anam yeşil hırkalar görürdü düşünde

Daha ilk güzelliğinde

Alnını iki dağın arasına germiş

Bir devin göğsüne benzer

Göğsünden dualar geçermiş

 

Çarşılar ellerinde ekmek iğneleri

Cami avlularına açılan

Havuz sularına kapılan çocuklar

Görmeden güneşin bütün renklerini

Götürmezlerdi dükkandaki babalarına

Ocaktan akan kaynar yemekleri

Nenelerinin koyduğu avuç taslarına

 

Başı ve yüreği şahbaz

Kaleleri ağırlayan kadınların

Süslerini kemerlerini

Başlarını ağırlaştıran

Ağır siyah şelale saçlarını

Tutunca gençleşirdi erkekler

 

Sonra insan o ki denizde

Küçük ve büyük nehirde

Bedeni ıslatan afsunlu suda

Önce niyet sonra yıkanırdı

 

Zaman dert getirdi sulara

İçinde eski balıkların yattığı kayalar

Savaşan insanların elinde

İnce yontulup taşındı balta mızrak şekline

 

Anam kanları kuruyan

Kavga ayıran bir kargı elinde

Kara ocağın taşlarına

İşaret koydu çocuklarını

Belinde gezdiren babamın

Beyaz yazılarla kazandığı adları

 

Yüreği korkuyla kuvvetlendi babamın

Unutup genç gelen günleri

Zamanın sürerken çektiği günleri

Çetin bilmecelerle

Sürdü atını şehirlere

 

Yün ören at güden kadınlar

Ormanlara tepeden eğilen toprak evlerde

Küçük pencereli karanlık dar odalarda

Uzaktan uzayıp gelen kurt seslerinin

Uzağa çekilip giden

Ayazda donan gülmeler içinde

Ormanlarda süt emziren anne

Unuttu gittikçe uzayan çocuğunu

 

Hep kaçarmış şehirlerin

Demir dağlarına

Uyuyunca toprak beşiğimde

Sahipsiz kalan

Ellerimden kayan aydınlık günlerim

 

 

Cahit ZARİFOĞLU

Gönderi tarihi:

SU

1.

Taşlanan kadınlar yankır

Girdap duvarda ve sırları çözük aynalar

Bir aynanın civarda hayvan otlağındaki benzeri

Yüzler kuyuya inen gözü terkeder

Sıcaktır örfe yaklaşır

Kavalsız ve çılgınca döner kaderine bir kez daha bakar

Açlığa üşümeye kartalın alnında duran yıldıza

Bir kere daha daha yalnızlığa

Kati ve aşk geçerliğini ortaya koyarak

Ulusal ve benci iki çingene arasında

Bir kere daha yalnızlığa

Atılarak

 

Yerin içinde yüzlerle hücum

Bütün özentili yekinmelere doğru karşı

Bütün nedensiz gençliklere doğru karşı

Bütün ................ doğru karşı

Aç olan karın

Soylu olan yoksulluk

Ve mızrakla gelen alın

 

Yerin gezisinde insan vardır

Ağulu bir diş put taşında

Doğacak çocukların toplandığı çadır taşında

Ava çıkmıştır

 

Aşk tunç çekmiştir bizle olan sırtına

Birbirini çaresiz bırakan çehrelerin

Yaralı ceylanı bulup tepindiği

(Fırat birdenbire kaybolur bir mağarada)

sevenin kurbanla alınıp kurbanla ödendiği

 

güneşin aşktan sudan ve topraktan

daha hızlı yöneldiği

 

raskolnikof

müthiş bir iman ağrısı çekmektedir.

 

Güvercinler toplandı sofralar kuruldu

Ağaçlar bahçede kızgın güneşle çatıldı

Elma tadları ağır ayrılık tadları

Yalnızlıkla toprağa savruldu

 

Katerin açık kollarıyla yaklaştı üç tuzaklı odalarıyla

Mükemmel bir karpuza yaslanmak

Suya çağrılmak

Bir de içindeki ziynetleri hor görmek iyice

 

Oysa güneş ağırlaşsın siyah saçımız uzayan başımızda

Alnımızın dibinde kalsın seçkin ve Horasanı kayıran gözlerimiz

 

Hiç akla gelmedi

Bereber kırları hüznü atmaya yarayan bir annenin

Dallara takılıp ağrıyan yaralarıyla yattığı

 

Gerçekten canlı göğsü boğucu çaylarıyla

Akşam suyundan bir sütun mermer içmiş

Her erkeğe bir yılan üfürmüş

 

 

2.

Ciğerlerde ölüm akar

Çeşme

İnsan hesapsız çocuk üfürük

Kendinde olmayan gürz kapanan ayna

Mektep taze ekmek dilimi zeytinin içindeki bağırgan

Ölüm

Sıkışmış aramıza

Sandalyenin dibinde mi

Dudak sıcak çay bardağına kapanırken

Salıncak onunla içten içe anlaşma

Cevizin ipi tutan çocuğu kayıran dallarında

Yeşil yaprakta veba

Ölüm evin hangi bilinmezinde ya da açıkça

Küçük kardeşin avucunda mı

 

Uzak insan sahillerine

Kelimeyi dolanan dillere

Taşıdılar zeytin

Kahvaltı ve zeytin

Sofrada üç büyük zeytin üç kanlı bakış

 

Ölünün ağzına zeytin kondu

Şiş dudakların arasına

Sonra geniş omuz yaralarında

Adamlar kırılan camlar taktılar

 

3.

İnanç yiğit ev sorardı bulup konaklardı

Kanlı göz ufuk tarardı

Cürümlü başta her geyik akışında

Örtülür dudaklar çünkü kalble çarpılırlar

 

El gezer tenhaları dolanır ufak tüyler

Ve tüyler ki ateşle diklenirler

Kendi namlarına ağemen olarak

Üşüme kabarcıkları tad kabarcıkları

 

Ürpermelerle unutkanlık

Yerin bir zaferle doğrulması cürme katık olarak

Dantel kalb vurması su kapları

Islak naylon örtü ve ıslak cimrilikle

Ustalıkla yaprağa ilave peçete

Yorgun ve evvelden haber

Sonra saralar

Sıradadırlar

 

Kapılar baskıyla kapalıdır

Onlar yontup hamam kapılarını

Kulaklara ses kutuları

Ormanlar avazlarıyla parke taşlar

Kurtlar

Yıldırım

Avizeler

 

Orada köşelere düşler yerleşir yatakları kollar

Uyku canavar kıvrımlı batarlı saldırır

Ev tilkiyle sarılır kuşatılır

Yorgun bir masal uzakta kaybolur

Kulaklarına yosun ve balık biriken çocuklar

Toprağın rengine katılan

Hızla yorgana atılan

Göğsümüze sırtımıza ateş bastıran

Örtünen çıldıran çocuklar

La onlarla alev açıyor her yanımız

Anlaşalım

 

4.

Denizde büyüyen av hayvanı

Suları derin denizleri boyayan mürekkep hayvanı

Uzatır gözlerini ince çalgılar içinde savaşlarla

Tiz sesli yuvarlak ağızlarıyla

Bu kez bu alçıyı donduranla

Kapalı denizlere kapılıp açık okyanusta

Kayalardan inen hızlı koşan bağırlar

Ayakta durlar

KALK lar

 

Oturun babamı

Ben güvercin saçlı çocuktum

Buzlardan başlayıp vurdular

Dağların yabani timsahında

 

Sanatın fiziksel geçerliğine kadar

Vurdular

Babam upuzun yatandı kumda

Ölü ve uzaması birden duran saçlarıyla

Çünkü öylesine kendi ölümü

 

Başını yastıklardan kaçıran uykulu başını cümle odalardan

Hep kumlar vardı çünkü uykuya yaklaşırken

Üzülecek ve sevinç duyacak yerlerde

Dudakların içinde kulak yollarında

Adamın öldürülüş sesi

Sofradan sokak kapısından

Pencereden kumluğa okyanusa

Ahrete olan dostluğumuza yakınlığımıza

 

 

Cahit ZARİFOĞLU

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.