Φ sardunyam Gönderi tarihi: 26 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 26 Temmuz , 2007 he uğrardım nolmuş Şarkı söyleyen kadınlar Yürekleri sığ bir denizdir ne gemiler gelir de geçerken hevesleri kursaklarında oturuverirler karaya ne mal’a telaşları vardır ne mülk’e gezseler ya ülke ülke hayat aşkın bittiği yerde sonlanır masumiyet dudaklarında en gizli hazinelerini krallardan saklar bir inada bir murada aksini bulur pespaye çirkin surat korsanlara verirler saçları dolaşık bahtları karışık yavrulu yavrusuz yürüyen duran oturan kalkan lakin illa ki şarkı söyleyen kadınlar umudun seher meltemi gibi yaz sabahlarına sıcacık uyanırlar bu kışta bitecek nasılsa dönecek gök yüzümüze telaşlı kırlangıçlar adam olmanın birinci kuralını diyivereyim mi sizlere yaşamaktan bir netice çıkartmak istiyorsanız ‘’O’’ kadınları dinleyiniz sonra yüreğinize sorunuz masallarınızın kahramanlarını anne anne sözleri kulaklarınızda çınlayacaktır hatıralarınızı öldürdüğünüz gecelerin sabaha ulaştığı anlarda güvercinlere ekmek ufalayan menekşe gözlü kızınızın kırmızı başlıklı şapkasını çalacak diye peşine düştüğünüz hain kurdun yüreğini yumuşatabilecek güç kadife seslerindedir ah o kadınların şarkı söyleyen kadınlar geçip gittiler dünyamızdan uzun zamandır suskun şiirler yazıyorlar hayata dair ve artık gülmüyorlar oysa karıncanın kalbi kararınca güneşe doğru yürür ağır aksak kafası karışsa da ayakları karışmaz yol onu doğru yuvasına götürür çekirdek kabuğu taşır kendiyle yarışır bakmaz ardına zalimlerin zalimliklerini vurmalı birileri yüzlerine yüzlerine zamanın kırbacı şaklarken daha bir hızla yüzlerimize hayallerimizden koşarak gelen çocukluğumuz tutunur eteklerine uzun topuklu papuçlarından düşmüşlerdi henüz gençlik varken yanaklarında sonrası malum hatıratlar herkesle beraber yaşanmışlık şarkı söyleyen kadınlar tanıyorum ak pak bütün güzellikleriyle karşımda şimdi saçlarına düşen aklara inat rüzgarlara karşı duruyorlar uzun zamandır susuyorlar Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 26 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 26 Temmuz , 2007 Ikinin Siiri . Bugün iki kez yagdi yagmur; iki kez eskidim sanki. Iki ömrü kol kola yasadim ben; biri nergis bahçesi, digeri mahser yeri. Hep iki sömine yandi yüregimde; birinde atesti, digerinde kül. Ve iki kez âsik oldum; bundandir iki kez ölmüslügüm. Sonra bir serüvende ikiye böldüm ömrümü; simdi sömestrdeyim. Ilk iki kitabimdan sonra sitmaya tutuldu coskum; daha depremlerleyim. Ve iki kere iki, kitabimda benim, ya çok eder ya sifir... . Yilmaz Odabasi Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 26 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 26 Temmuz , 2007 . . Yürürken Dinledigim . Eskisi gibi aldirmiyorsun, basladigi gibi bitiyor gün/ ürkek kisraklar gibi kosarak karanligin içinden. Sen hala düsler topluyorsun adresleri süpheli ömrünün/ issiz ve hazan vurmus bahçesinden. Ayni üslupla yazilmis siirlerin verdigi bikkinlik/ gibi, aksami esmerligiyle taniyorsun artik. Ne kaldi geriye coskulu siirler’den bize? Gece uzak tellerde açilmis bir yirtik... Bak! yasli kadinlarin çikini gibi karanlik/ gizliyor her seyi, için için büyüyor. “Düz gitmek iyidir” diyor. [ bir iç ses ] Kendisi her zaman kestirmeden yürüyor. Öcünü al kir yollarinin, avlu önlerinin/ Yak desem Neron hirsiyla bütün sehirleri. Ayni karanlik toplamayacak mi yine/ dimaglari kurutulmus bütün köleleri. Mevsimler degisiyor ama eskimiyor günlerin/ üzerindeki esvap, canli ve parlak, bin yillik... Bozkirlar gibi kavrulup duruyor teninde/ Gözünü her kapayisinda ürperen aydinlik. . Engin Kahraman Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Kış mevsiminin, etkisini yavaş yavaş kaybetmeye başladığı günlerdi. Baharın geleceğini muştulayan cemreler bekleniyordu. Sonunda cemre, hava ve topraktan sonra suya da düştü. Hem de ateş topu bir sıcaklıkla.... Su da hava gibi, toprak gibi ısınmaya, yaşam daha kolay, daha güzel yaşanılır olmaya başladı. Cemre; havanın güzelleşmesini, suyun ısınmasını ve toprakta gizlenen tohumların, kuru ağaç dallarının, canlıların uyanmasına sebep oldu. Bir umut oldu canlı cansız tüm varlıklara. Cemre toprağa düştükten sonra bahar geliverdi dağlara, ovalara, kırlara, köylere, şehirlere. Ve ardından yüreklere. Önce kardelenler, nergisler kaldırdı bükülmüş boyunlarını gökyüzüne, ardından frezyalar, kır karanfilleri, kırkkanatlılar ve güller. İç gıdıklayan kokularını etrafa yaydılar, renk renk ışıklarını sulara aksettirdiler. İşte bu baharı soluyan, zeytin gözlü bir çocuk vardı uzaklarda. Zeytin gözlü çocuk gülümsüyordu karlar erirken. Bahar, onun da içini kıpırdatmış, bir şeyleri yerlerinden oynatmıştı. Kıpır kıpırdı içi. Dağlara doğru yürümeyi geçiriyordu içinden. Ve dağlardan ovalara doğru koşmayı. Fırladı, bahar kokan sokağa. Baharın gelmesiyle birlikte; kuşların daha bir neşeli öttüğünü, daha bir neşeli uçtuğunu gördü gökyüzünde. Dereler daha bir sevinçle akıyor, çoşkuyla esen rüzgar; dağ doruklarında konaklayan karın sularını ovalara indiriyordu.. Kalbi umut ve sevinçle çarptı o an. En soğuk sözler bile yumuşayip inceldi, eridi yüreğinde. Sevdiklerini anımsadı. Yaşlı çınarı, dallarında yuva yapan ve sevinçle kanat çırpan minik minik kuşlari.Ulu çınarına gitmeliydi.Uçarcasına yöneldi çınarına doğru. Koştu koştu koştu. İlkbaharın kokusunu cigerlerine derin derin çekerek, yemyeşil çayırlarda, çiçek desenli kırlarda koşarak, çınarın yanına geldi. Çınarın dibinde durdu. Kabaran solugunu dinlendirdi önce.Sonra, gülen gözlerle sevgi ve dostluk kokan yaşlı çınara baktı. Rüzgar dağlardan, ormanlardan kırlardan topladığı bütün çiçek kokularını alıp buraya getirmişti. Çınar sıcacık sevgisini, ulu bedenine tutsak etmişti. Fakat, zeytin gözlü çocuğun dostluğu, canevine dalga dalga dolduğunu hissediyordu. Zeytin gözlü çocuk da öyle....Çınardan çocuğa, çocuktan çınara doğru akıp giden bir şeyler var gibiydi. O küçücük yüreğinde dağ gibi kederini büyüten ve dallarının altına sığınıp gizli gizli ağlayan, hülyalarına kara bulutlar düşüren çocuk o değildi sanki. Çınarın yanında umutlu, mutlu görünüyordu. Şimdi sevinçliydi zeytin gözlü çocuk. Yüzü, gözleri gülüyordu. Bahar gülüyordu. Sular, dağlar, bütün dünya gülüyordu onunla ..Bir şarkı vardı dudaklarında, sevinç ve neşe dolu. Her yer çınlıyordu sesiyle. Bir yıldızı vardı şimdi, gecelerini aydınlatan bir yıldız. Bir bulutu vardı şimdi, üstünden bembeyaz geçip giden. Kar gibi, tüy gibi, rüzgar gibi bir bulut. Bir sevgisi vardı şimdi, içinde çoğalan, hep içinde kalan, sıcacık. Bir mevsimi vardı şimdi, gülümseyen, içinde bütün güzellikleri saklayan. Bir ümit, bir ses, bir ışık, bir heves gibi. Bir yeri vardı şimdi; ıssız bir ada, bir dağ, bir deniz kıyısı gibi. Belki herkese uzak, ama kalbine en yakın yer. İşte o yer bu çınarın altıydı. Hemen her gün buraya gelir, acılarını unuturdu. Hayallerini burada kurar, içini bu çınara dökerdi. Kimbilir aradan ne kadar zaman geçti... Bir gün düşüncelere daldı yaşlı çınar. Çünkü içten içe bağ kurduğu, her gün yolunu beklediği, kendisiyle konuştuğu dert ortağı, zeytin gözlü, tatlı sözlü arkadaşı gelmiyordu artık. Şaşırdı. Acaba neler olmuştu? ''Her gün gelirdi.'' diye düşündü çınar. Günler geçip gidiyor, zeytin gözlü çocuk gelmiyordu. "Belki hastalanmıştır. İyileşince gelir." diye avuttu kendini. Ama her dakika, yerini ümitsizliğe bırakan bir oyundu sanki. Günler usul usul geceye, geceler usul usul gündüze akıp gidiyordu. Ne zeytin gözlü çocuk vardı ortalarda, ne de kendisinden bir haber. Hala ne olduğunu düşünüyor ama , zeytin gözlü çocuğun neden gelmediğine bir türlü yanıt bulamıyordu. Birden durup sessizligi dinlemeye başladı, ürperdi. Yalnızlığın içine işlediğini hissetti.Rüzgar dallarını salladıkça inliyordu.''Nerdesin zeytin gözlü çocuk? Seni çok özledim, tatlı sözlerini de.'' diye iç geçirdi."Hasta değilsin ya! İstersen sana bir demet kırmızı karanfil yollarım." Diye fısıldadı. Günler böylece geldi geçti. Geceler sabahları soluyarak uzaklaştı yanından.Gündüzler gecelere bıraktı yerini, geceler gündüzlere.Bir umutla zeytin gözlü çocuğun yolunu gözledi durdu. Ama o gelmiyordu.Umudu, her geçen gün biraz daha azalıyordu çınarın. Her gün bir sürü insan gelip geçiyor, çevresinde kuşlar kelebekler uçuşuyordu. Bir tek o gelmiyordu. Kıpır kıpır doğada yalnızlık çekiyor, o kalabalıkta yalnızlığı yaşıyordu. Kendini ıssız bir çöldeymiş gibi hissediyordu. Susuz, kimsesiz, ağacı, yeşili olmayan bozkırda kavruluyor gibiydi. Oysa çevresi kuşlarla, ağaçlarla, yeşilliklerle doluydu. Tüm bunlara ragmen, içinde bulunduğu ortamda kendi başına kımıltısız, mutsuz ve yalnızdı. Bir gün etrafındaki sessizliği dinlemeye başladı, ürperdi. Bir ayak sesiydi beklediği, bir çift zeytin gözdü. Ama nafile! Damarlarındaki kanı donmuş gibi, bütün dalları yaprakları fırtınaya tutulmuşçasına titredi. Oysa her şey aynıydı. Güneş, gökyüzü, kuşlar, rüzgar hep aynıydı. Eksik olan, sadece zeytin gözlü çocuktu. Aylar geçmesine rağmen, zeytin gözlü çocuk hala ortalarda yoktu, gelmiyordu. Umudunu nerdeyse tamamen kaybediyordu.... ''Umudumu kaybettim , umut her şeydir. Kırgınlığım, kızgınlığım o zeytin gözlü çocuğa. Giderken yanında götürdü umudumu. Umudum benim yaşama nedenimdi, yaşama sevincimdi. Ben umutsuz nasıl yaşarım!'' diye sitem etti içinden. Sonra sararmaya başladı yaprakları. Birer birer terkediyorlardı onu..... Heybetli gövdesi üşümeye başladı. Isındığı ateşler söndü, küllendi.Üşüdüüşüdü.. Yollara baktı uzun uzun. Ne gelen vardı, ne giden.. Bomboş geldi her yer. Hiç bir şeyin anlamı kalmamıştıişti. Titredi koca çinar. Ürperdi yapraklari tiril tiril. Savurdu kalan yapraklarını. Yaprakları dinmez gözyaşı oldu, döküldü. Derelere, ıssız ovalara, kırlara şehirlere doğru savrulup gitti... Neden sonra karlar yağdı yağdı, aylar sonra eridi. Kar suları, bir yatak bulup, indiler ovaya doğru.Ardından leylekler döndü yuvalarına, kırlangıçlarla süslendi gökyüzü. Deniz dalgalandı. Toprak menekşeler armağan etti çocuklara. Yıldızlar kaydı, ayvalar sarardı. Zeytin gözlü çocuk yine gelmedi. Çocuklar büyüdü; kimi genç kız oldu, kimi, yağız bir delikanlı. Erguvan dudaklı genç kızlar beyaz duvaklara büründü. Evlerde her akşam lambalar yandı, lambalar söndü. Ay ışığı yeri gögü süslerken, sevgililer buluştular gizlice, gür dallarının altında. Saatlerce yan yana oturdular, birbirlerine sevgi dolu sözler fısıldadılar.Kah susarak, kah konuşarak sarıldılar birbirlerine. Çınar gördü tüm bu oldu bittileri, sevgi dolu fısıltıları dinledi. Yıldızlar ışıklarını gönderdi.Rüzgar yapraklarını okşadı. Neye yarardı ki tüm bunlar! Zeytin gözlü çocuk gelmedikten sonra neye yarardı!. Yine umuda yöneltmişti yüzünü dağlar. Havaya, suya ve toprağa cemre düşeli epey olmuştu. Zeytin gözlü çocuksuz gelen kaçıncı bahardı bu! Dağlarda kardelenler, ovalarda erik ağaçları, kırlarda papatyalar bir sevinçle açıverdiler. Güneş; bahçeler, çiçekler, börtü böcek ısın ,yer- gök, çocuklar şenlensin, bütün ağaçlar, bitkiler yeşersin diye, güneş gün boyu dikildi tepelerinde. Herşey zamanı gelince görevini en iyi bir şekilde yerine getirdi. Ne yağmur, ne rüzgar, ne güneş, ne kar unutmadı çınarı.. Ama zeytin gözlü çocuk gelmedi. Bulutlar yere inip, kümelendi çınarın başında. Sonra yağmur olup, gözyaşı gibi damladı çınarın dallarına, yapraklarına. Ki, koca çınar yeşersin diye. Toprağın derinliklerine uzanan köklerine yağmur suları indirildi, beslensin diye. Bahar rüzgarı, dallarına vurdu, çınarı kış uykusundan uyandırmak için. Olmadı! Hiç biri yeterli olmadı bu çabaların. Çınar, yeşermedi. Çünkü eksik olan bir şey vardi. O da, zeytin gözlü çocuktu.... Bir daha hiç bir bahar yeşermedi yaşlı çınar. Damarlarindaki can suyu çekildi. Uçlarından başlayarak dalları, gövdesi kurudu. Artık kuru bir odun parçasından farksızdı. Aradan çok uzun bir zaman geçmişti. Bir gün koca bir adam geldi Hollanda'dan, zeytin gözleriyle baktı uzun uzun ağaçların olduğu yere, yapraklar yeşil yeşildi. Yıllardır ayrı kalmıştı ve yıllar sonra ancak gelebilmişti çocukluğunun geçtiği bu yerlere. Ağaçların dallarında yine kuşlar cıvıldıyordu, kelebekler uçuşuyordu etrafında. Çınarını aradı yorgun gözleri, baharında eylülü yaşayan kanadı kırık bir kuş gibi çırpındı, kalbini hüzünle dağladı, ağladı hülyalarına siyah bulutlar inmişçesine… Bir demet kızıl karanfil bıraktı çınarın koynuna, gülümsedi içi burkularak kurumuş yaşlı çınara, eğilip kulağına fısıldadı 'seni seviyorum' dedi… Ben dalları fırtınalarda kopmuş yaslı ve yaşlı bir çınarım binlerce acının ortasında yorgun ve yalnız alnı gül işlemeli günler getir bana ey çocuk hülyalı gülüşler gözlerinle görmek istiyorum sabahı dünyayı yüreğinle sarmak istiyorum umutlu ve şen ne zemheriler gördüm ben ne fırtınalar geçirdim çağının ışığıyla yak beni ey çocuk çağının ışığıyla sar, üşüyorum gövdemde kaç balta izi var kaç kan lekesi alnımda nice ihanetler gördüm ben nice zulümler üşüyorum alnı gül işlemeli baharlar getir bana umudu sevda kokan sabahlar gözlerinle görmek istiyorum yarınları dünyayı yüreğinle sarmak istiyorum pınar seslerine kat başak tanelerine koy arıt beni günahlarımdan lekesiz bir sevgiyle geçilir ancak ırmaklar kocaman bir yürekle ey çocuk beni yüreğinle sev, gözlerinle okşa bırakma ellerimi n'olur Bırakma ellerimi… 1995 caferli Erzincan Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Bir Mavi Denizdeyiz Bir mavi denizdeyiz şimdi seninle ak bir martı gibi umut ve sevinç yüklü gemimiz mutluluk rüzgarları vuruyor yelkenlerimize pupa yelken yol alıyoruz sabaha güneşli günlere çıkıyoruz mavi gecelere seninle güzelliklerin el değmemiş ormanlarındayız düşlenmemiş renklerin çılgınlığı var bakışlarımızda kulaklarımıza binlerce kuş sesi dökülüyor şiir cıvıltıları üşüşüyor saçlarımıza sevgi çelenkleri örüyor zaman içimizdeki ışıltılardan türkülerle beslenerek, bir çiçek büyüyor tüm zamanların özlem bahçelerinden bütün küskün çocuklardan bir çocuk gülümsüyor geleceğe şarkılar bizim artık şiirler bizim sevdamızı tüm sevgilerin üstüne koyup yelin suyla öpüştüğü kıyılara atıyoruz acılarımızı kaldırıp duvağını gökyüzünün öpüyorum tüm beyaz bulutları alnından dudakların dolunay oluyor, gözlerin yıldız ben uçuk mavideyim seninle sokaklar dolusu mutluluk çiçekler dolusu sevgi ekiyoruz güzelliğin doruklarına maviler boyu martılar uçurarak gökyüzüne bir adem hava faslındayız şimdi seninle yeni bir rüya görüyoruz, yeni bir bahar yeşeriyor tenlerimizde yeni bir masalı yaşıyoruz şarkıların tılsımında güneşi, mehtabı, yıldızları içiyoruz tüm pınarlardan dudakların kalplere sığındığı bir adada binbir arzuyla köpürüp kabarıyor sular şiir’in yedirenk kumları vuruyor kıyılarımıza bütün ihanetlerden arı, bütün çirkinliklerden uzak mavilere tırmanıyoruz ince alımlı ayaklarıyla aşkın -------------------------------------------------------------------------------- Nuri Can Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 gökyüzünde yeryüzünde gün doğdu mu her gün ilk gün her gün aydınlıktır yoksa ümit her yer loş karanlıktır yar gurbette can yürekte bir kafeste ne amansız sonsuz ayrılıktır geçmez zaman her gece hep aynıdır fırtınada ak ayazda sürgün her yerde hep yalnızdır gül açsa da kuş uçsa da görmez dargındır her durakta her uykuda sürgün her nefeste yalnızdır her şafakta her yudumda hasret sancıdır yol alsa da ses duysa da dağ aşsa da her adım son her an son adımdır tek başına yalnızlık bir yankıdır yar gurbette can yürekte bir kafeste ne amansız sonsuz ayrılıktır geçmez zaman her gece hep aynıdır fırtınada ak ayazda sürgün her yerde hep yalnızdır gül açsa da kuş uçsa da görmez dargındır her durakta her uykuda sürgün her nefeste yalnızdır her şafakta her yudumda hasret sancıdır zülfü livaneli Alıntı
Φ ERBAY Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Martı Her vapur dumaninin ardina yüregi sicak bir insan sanip takilirken tüyleri islanan bir marti oldugumu hem azarlayan hem de sirtima havlu koyan anneme anlatamam Kanadim kirilsa da konmam deniz kiyisindaki hiçbir caminin minaresine kubbeye tüneyen martilarin keyiflerince uçmalarini bekleyen imam ezani geç okudugu için sürülünce bir dag köyüne Birazcik daha sabredin diyorum eski bir sokagin kivriminda yolun iki ucunu gösteren trafik aynalarina hüzün modeli arabalar kirilmamaniz için örgütleniyor dolmus duraklarinda Denize düsen bir gazetedeki ölüm ilanindan ögrenirim mendirege attigi çakiltasiyla ürken martilarin alkisa benzeyen kanat seslerini selamlayan yasli adamin unutulan bir tiyatrocu oldugunu Gece yarisi söndürülünce isiklarini kuytu bir iskelede ne yaptigini görürüm iki yakasi arasinda Istanbul'un koltuklarinda günboyu kadin kalçalarinin izlerini biriktiren vapurun Yanindan ayrilmam deniz fenerlerinin fotografina benzemeyen heykelleridir çünkü idam sehpasina çikinca asagida asilmasini bekleyenlerin yüreklerindeki sivri kayaliklari isigiyla aydinlatan devrimcinin Uyandiririm çigliklarimla kiyisinda karni aç yatan çocuklari yiyecek aradigim kent çöplügünün ama bir parça olsun koparmam beyazligindan bilirim ki Kiz Kulesi dogum günü pastasidir özgürlügün!... Sunay Akın Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Beyaz, İpek Gibi Yağdı Kar Beyaz, ipek gibi yağdı kar Bir kız kardan hafif adımlarıyla yürüyüp geçti hayal içinde Arkadaşlarımı düşündüm, sevgili şeyleri Sanki her şey bizimle var ve bizimle olacak Şarkılar çaldı odalarda Bütün insanları sevmek gerektiğini düşündüm Düşmanlarımız dışında Düşmanlarımız çünkü Sevgiyi yok ettikleri için Düşmanımız oldular- Beyaz ipek gibi yağdı kar Bir kız kardan hafif yüreğiyle Geçip gitti güvercinleri anımsatarak. Uzaktaki şehir Uykuya dalmıştır şimdi. Düşündüm bir bir Kardeşlerimin ne yaptıklarını Nihat Uyumuyor olmalı. -Nefis bir şarkı Söylüyor yandaki odadaki kız Bir Rus Halk şarkısı. Ve şimdi koroyla Başladılar- Nihat düşünüyordur Karanlıkta. -Sanırım Bir saatten sonra Hapishanede Dışardan söndürüyorlar ışıkları- Beyaz ipek gibi yağdı kar Bir kız kelebek adımlarıyla Geçip gitti karın üzerinden. İnsanlar kendi şarkılarını Kendi hayallerini taşıyorlar. Çağdaş şarkılar Gerekli onlara Hem Hayatlarının Derinliklerinden söz eden Gerçekleştirilmiş Gerçekleştirilmemiş duygularından, Hem Kavgayı ateşleyen Somut Anlaşılır Akıllı şarkılar. Beyaz, ipek gibi yağdı kar Acılarla dolu bu dünyaya. İnsafsızlık Vahşet Hala güçlü Ve hala iktidarda. İnsanlar Ölüyorlar. Gepgenç Sımsıcak Ölüyorlar Sanki Ölmüyorlarmış gibi. Bir yandan sürüp gidiyor- Hayat; Bir yanda tel örgüler Parmaklıklar. Beyaz, ipek gibi yağdı kar Yağdı kirpiklerine bir kızın Yağdı mavi bir nehre Saçlarıma yağdı Otobüslere Ağaçlara Evlere. İçimden okşadım onu. Kelebek adımlarını Yanımdan geçen kızın. Herhangi bir kız Hayalleri olan. İstedim ki Daha güzel Olsun şu dünya. İstedim ki Beyaz İpek gibi yağan karın altında Bitsin artık Bu sürüp giden alçaklıklar. Bir bebek Ölüm tehdidi altında yaşamasın Beşiğinde. Ve paramparça olmasın Sımsıcak Capcanlı Yaşayıp giderken insanlar. Bırakın, beyaz İpek gibi yağan karın altında Hayallerimiz olsun. Yaşayalım Özgür Güzel Düşünceli. Anlatalım Düşündüklerimizi birbirimize. Sevinç egemen olsun her yerde İnsanca Bir kaygı. Beyaz, ipek gibi yağdı kar. Yağsın. Dünya daha güzel olacak İnanıyorum buna. Bir insan kalbinin güzelliğine Çocukluğuna Sonsuz cesaretine, olanaklılığına İnandığım kadar. Ataol Behramoğlu Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 AşK GüNCeSi yağanlar kar değil,gülün yaprağı varlığın bahardır kış bahçesinde kirpiğin üşürse, yüreğim güneş eritir buzları aşk güncesinde. sarıdır bilesin ekim yaylası belkide yeşerir,gitmez kalırsan yoncamı saçına takasın gelir sana 'ben' yakışır, bana sorarsan gelmesi zor değil. topla bohçanı bu nasıl telaştır yol öncesinde bülbülün lal ise gönlüme yerleş çözülür dilleri aşk güncesinde şenlenir bilesin ekim yaylası sevdama tutulup, gitmez kalırsan giripte koynuma yatasın gelir sana 'ben 'yakışır, bana sorarsan Mine Özdemirtaş Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Ve Çocuğun Uyanışı böyle Başlamış Gül kokuları çocukların kaburga kırıklarından geliyor Acıyı ve insanlığı çocuklar Böyle dayanılmaz kıldılar ve yeni suları Onların bilgileri getirdi Elleri önlerinde bağlı-duruşları Omuzlarından göğüslerine doğru kıvrık ve yumulu Yaşarlar ebedi göz ve ölümsüzlük aşısı yapan kitabı Ki şimendifer Nasıl peşinden koşturursa katarları yolcu kutularını Oralarda civarda Böcekler sürüngenler bulunan kırda Dönen çember- toprakla çalkalanan çocukların önünde Bir dev gezinir Şimşek düşer * Ve balık yumurtaları Ki onları balıklar Suyun gencine bırakırlar Ve suları da gezer ölüm Çelikağ yok eder insan eliyle uzanarak Hem balığı hem yumurtayı Hem yumurtadaki balığı Hem balıktaki yumurtayı. Toprağa dikili göz neler bulmaz İstese dağlar mı bulmaz Sonsuz gebelik ölümü suçiçeği gibi döken hayat Suları ve karaları uluyor birbirine Erkekler kadınla donlarının altında harp cep kitapları Dudaklarında verem çiçekleri uzaktan Yakından aynı ve ayrı uluslardan * Genç bir adamdım Tren uğurlardım Eski ve yeni efendileri Taç giyen şehzadenin karpuz gibi Ya da gemilere açılan çelik bir köprü gibi Serin kırmızı ve sıcağını bırakarak İkiye bölüneceği haberini Büyük olayları hava limanlarında zonklayan Trenlerle ben yolladım Parklarım vardı akşamları Kapatırdım Saati vurunca trenlerin beklenip gelmeyenlerin Bıldırcın tüneli ve bir açık bir örtülü tren Akşamsa hemen Korkardım-bir kızeline tutunarak Karşı komadan sarışın-onu dökülmüş yapraklara yayarak Çıkarırdım yanağından ürkek şapkalı Ve çantalı adamı Yaklaşırdı ve sorardı -Oralı mısınız oralıyım -alın ve okuyun incil ve yohannaya göre -misyoner misin değilim -O hah ha -Değilim ve okuyun yohannaya göre İnsana olan sevgim-bodurluğuna kurnazlığına Birden bilerek İstasyon bir boşluk Çünkü bir yok bir var Trenler çehreler * Üçüncü hat koş üçüncü hat Katlan elele katlandık ey Anna taş içinde heykelim Yonttum yonttum taş bitti sen çıkmadın Yanıldım avrupalanmakla çün bizde Kadını kelimeyle kurarlar saklarlar örtülerle Derken katar üstümüzdeki katardan çoğaldı Sen burgu oldun içimin dağlarına tünele girdin Strasburg akşamın karnında Uslu çocuk olarak bekledi Bianka boğazlanan boğanın önünde kaldı İstersek durduruldu diyelim Çünkü halklar vardı Güvercin halkı Meydan Göz halkı İnce doğranmış fransız halkı Ey anna sen kalkan balığı Kafa vurmayan fakat gövde vuran Ağzın karnından biraz yukarda Karnında bir anne yeni kız doğuruyor işaretleri Kan gidişmeleri Açık göğün önünde açık meydan halkları Bianka kıvılcım Ucu kendine kıvrılmış kılınç Öpüşümüz gizli olmalı Öpebilirsek uzanıp kaderlerimizden öpmeli Sıcak gözyaşı ve şikayetle Ağzı konuşmaz kılan Ağzımızda Dilimizi şişiren ayrılık bademi * Senin elin söyler Avucunun toprağa değip donan çizgileri Anlatır İstasyon çayevini dolduran gebeyi Dumanlı ve biraz her şey kokan gebeyi Aşkın Şişen bir yara gibi gelişip İçimizden iki yolcu gibi gideceğini Venedik birdenbire kavruldu Nedensiz ve niçin Çün korkunç Ve savaşla gidiyorsun Ama ancak sen Vurulduktan sonra ve kurşun Benden ayrıldı Ve gittin Ve dağ çöktü * Artık dayanamam Yabancı isimlerin isim ebelerinin içinden Yabancının ter kokusunun içinden Yabancının buyruğuyla geçmeye Ey toprağım kalkamadığım Üs kimin üssü Kime ait minare Ey sen karşımda paylaşılan Alna dudağa ve kalbe ayrılan Sen aşkım sabah doğrulunca bağırdım Geceleri sancınla kıvrandığım Karanlığı itiyorum yine gelir Sabahı seviyorum özlüyorum Seni aydınlığa getirip anlıyorum Daha sonra ışıksızlıkta anlamsız Ve sancım var İnceden ve derinden gözlüyorum Çılgınlık ve inceliyorum Kilom elli beş boy bir yetmiş üç Sen kendime etiplikle eklediğim Kanı benden canı ciğerimden alırdın Aydınlıktın Hep onarırdım eskiyenlerini güneşle Ay gece görününce açar aylığını Kurbanlar ve senin büyüklüğün dağınıklığın Çünkü her bölgeni başka bir şehirde yaşadım Küskünlüğünü aşk öncesi şehirde Etinin lekelerini doğduğum şehirde Korkularını ve yüksek korkmalarımla Irmağı kapayan boydan boya Suyu toprağa ilave eden şehirde Gidişini özel olarak Kalbimin bağışlandığı şehirde- en önce Ayrılık vardı hep Ay gece olunca pay eder ayrılığı Ey güzelce yakalandığım Mutlulukla sunulan Bize bahşedilen armağan kılınan Ayrılık sen ki Aşkın ve sanatın Durmadan doğumlar getiren anası Hep orada gebe karınların dibinde içinde Doğuma en yakı Doğmadan gibi ve aralıksız doğarak * Böyleydi kuruluş yapı ve bizim ustalığımız * Fakat sen Hep karşımda kalan Ağzı ağzımdan alınan Paylaşılmakta olan * Biz dördüncü Muratın kılıcının sivri ucunu tutuyoruz Keskin yanında karılarımız ve çocuklarıyla Hızla akan bir vatan tuttular Aşkın ve birlikteliğin çatısını orda kurdular Karılarımız her asrın insan güzelleri İmkan bekçileri Ağır arabalarla taşınan sancılarımız Ağır tabanlarımız Etten değil gibi az yiyen gövdemiz Toprağın ürününe avuç açan karşı koyan Yeri var olmayan bir lisanla bağlayan Sıcağa ve nalın kıvılcımına gerçek isimler koyan Irmak ve ırmağı süren yol Biri uzağında kaldığımız Öteki içine daldığımız Buzul uzaksa ve beraberlik ateşi kucaklamışsa Sabaha çıkmamız kolay Güneşi bir mızrak boyu yükseltmemiz Yabanı kolundan tutup germemiz Alnına bir mıh Sırtına bir yafta ekleyip göndermemiz Yekin seslerindeki yanlışlığı düzeltip Büyük doğrulamanın aklına geçmemiz Yavuz boğalara benzeyecek Ve sancı değiştiren hayvanlara Küçük kahraman öğütlerle büyük esere Bir mısramızdan girer Bir çocuk avlusunda salıncaktaki çocukların Anneleri ablaları sahilde çay içen evden konuşan Gelecekle haberli yemiş tutan elleri Şimdi salıncakta aynı anda Bir fotoğrafta gibi Her geçen anı bir fotoğraf olan çocukların Altlarındaki toprağa Öğütlerle büyük eser okları işaretleri Düştükleri taşlara dizlerini kanatmak için Biz açıyoruz Ekonomik iktisat risaleleri Her şey benzinle aşk ve ilkbahar bile Barut ateşle harmanlandı Kılıç nasıl deldi geçti ve çekildi Ve nasıl kan göstermedi et Tanrı adıyla renk değiştiren mavileşen ateşe Örtü yayıp otururlar ateşten ateş ve yanmazlar Güvercin teslimiyeti içinde Bakın istiyorsak Nasıl yıllarla sürüyor bir salise Sabah bulantıları birlikte yatılan akşamlar Kuşların yalnız uzanıp pencereden Havaya alıştıkları saksıları kavrayıp uzaklaştıkları O gökler ağaçların tulumba gibi çalışan özsu boruları Sızıları tahta kulübelerin Dağda tahta kulübelerin * Ateş için odun topladık Ben makki ve beşimiz Kısa ama kesin çağırarak İçeriksiz coştuk hemen. Hey önce ateşin içinde ol Hey önce alevin sıçrasın Yüreğimizi kavra soluğumuzu başka yollardan geçir Aynı an ayağa kalkındı Doğranıldı Nasıl söyler bir erkeğe bir kadın Denize atılan bombanın Balıklar delirttiğini En zor sorunun yöneltildiği Bir kadındı Nasıl ki kelimesiz ve gözler olmadan Renksiz bir iz seçiliyor Belki karanlığın kendisi işaret veriyor Saçların değişiyor Karanlık tahta kulübe ve saçların Hepsi bu hepsi bunlar Özgürlüğü kur Suyu dök yürek etlerimizi Parçalanmalarımızı topla Büyük ateş meydana yağmur getirdi Gökteki kazan devrildi Ağaçların gece aydınlığı Duygunun canlılığı Kıvrılıp eğilişi dalların hüznü ateşe hüznü ateşe hüznü ateşe tutuşu Toprağı üzüntüden ayıklayışı Sende kaybedebildiğim yani ey korkulu hayat Taktığım tarafımızdan sevilen Haklarımız esenliğimiz karanlığımız Güzelliğin ellerin alnımla Mızrağına seç önce seç kabarık alnımı Fırlat kayaya kimliğini kişiliğini Dişlerimin ortasına Sar beni kumla ağaç kütükleriyle Ki suyu geç beni kurula Arkamdan rüzgâr seğirtiyor Ellerim dağdaki kulübeden ses ediyor Orman uğultular kurt ulumaları Aşkın omurgan Yapışkan Yak beni çocuğumsuz Senden ışıklandırılmış havuzlarımda Ve gizli su yollarımda Sözün ediliyor O sen sen Gölgemi bırak beni sürme Ben benimleyim İçim büyük sabırla haşlandı İçim ey içim bu yolculuk nereye Yine bir şehrin ölümünü başladır gibisin * Ve çocuğun uykusu böyle başladı Çünkü yeni bir çocuk uyanacaktır Ey ana Parkları çocuğunla eş doğurdun Çimenleri mutlu kıldın Bayrakların sularda aktı Pulatın İnce ve yumuşak saçın Yaralı ağzın Mutlu kılan çocuk Çimene düşen yaprakları Kadın sen tattın Babanınkine benzeyen Çocuğun böbreğindeki katlar. * Gün gelişini açıkladı Sen kapanan gözü açıkla Karısına arabayla tabut taşıyan adamı Güzel yontulmuş ve parlak sarıları olan kadını Yeni bir çocuk planı yapan Yeni ve ölümü de transfer eden aileyi Nalçayı yiyince nasıl çöküyorsun yere Nasıl dumanını üfürürken ve solarken ciğerlerime Düşten yıkanıp ava değil çocuğa yatıyorum Değil vurmaya ve rastlantıya Değil hülyalanıp dalgalanmaya Çıkara değil kedi gibi sokulup ayartmasına Değil sarı demire Değil söylev'e asla değil aştım gitti yirmi dokuz yıl önce ölenleri Nalçayı yedikçe nasıl çöktüm yere Zorla ezilenin zorlu öldürmesi olur Fabrikanın kasıklarını ovan işçilerin Hak dünyasında hastalanırım olağandır Neden mi şimdi tepilebilirim Maden ocaklarına dinamit yerine Bir hakkın düşmanıyla kucaklaşıyorsam Sök beni yeniden şakağıma it ellerimi Bileklerime aklım aksın Damarlarımı lif lif denetle çöz gözümün perdelerini Trenleri uzlaştır sulh fenerlerini yak Nerede olursan ol kim olursam olayım Sesimi bir dağ zannet Irmağa ver haberi Yangına doğru sürünen haberi Güneş beni saklar Sen alnımdaki dumanı kazı Kemiğinin geleceğini düşün beni yont alıştır Sararan örtü cafe müller Gırtlakta sarı halka Esirlik ve kendinden kayma halkası Yalnızlığın çarmıhı dere balıklarının ilanı Çarmıh yaylı ve değişken Karın çarmıhı belkemiği ve baldırın Karnımız ayrı sancılardan kaymış Yeşil ya da yeşil olmayan çocuğun ağzından çoğaltılmış * Ey gece sen de aldatıldın Sana da tuzak kurdu yüzü güneş parıltılı kız Rosemariegirbach * Gidip bilmediğin kentlerin Böğrünü delen harp mikkaplarını gördüm Kartpostal tüccarlarını Kilise ortak Pazar birlik orak çekiç Ve asya ve afrikaya ayak atma postallarını Ve kimseyi göstermeyen aynaları Ve bir istasyonda Hatta önemsiz bir memurun yakınında İçinden asya çıkan bir balya Geleceği Ormana terketmeyi dener gibi yeni doğan çocuğu Ananın karın bulaşıklarını arıtmadan Çalıları ve topraklaşan yaprakların içine Alabildiğine Gevşeyip bırakılmış gerginliğin ortasına iterek Geleceği ormana iter gibi ormana iterek Meleklerin hayatını yaşamaya Gidelim sizinle kendinde insan olmadan Kimseyi insanlamadan yaşamaya Sıcak kayayı arayan iki tavşan gibi Evleri korkutmadan uluyan kurtlar gibi Bellemeden Etle bilinçlemeden Evdeki sevinci kırgınlığı ballanan üzümleri Bilmeden aşkı ve aşk benzerini Çocuk sesinin düzlüğünü arayan bir çeşit insan gibi Görevi bu olarak Yalnızlığımızı sessizce ortaya koyalım Erkekçe sessiz ve erkekçe Kiminki sahipse ölümü o karşılasın Ağırlasın Ayaklarım ağrıdı güvercin izlemekten Onun başının önündeydi alevli sancak Elimi ve kalbimi uzattım Eriştim tanrıya çağırma kuleli evin Bekleyen güvercinine Güneşi ayı ve yeryüzünü bütün şekilleriyle Bir kutlu çehrenin emrine kul bildim Bilesiniz Ona döndürüleceksiniz Ve başı yeşil hâleyle çevrilen Yüzünde tarihten ve gelecekten bir renk beliren Atmacanın pençesinde atmacayı kendinden geçiren Bir güvercin ki ne gören olmuş Ne işiten Bir sabah bir çeşit güvercin fırtınasıydı sur önünde Gözleri burçlara Bayrak tebdiline dikilmiş bir kartalın Buyruğundan hızlanarak Bir kartaldı gözünü burçlara dikmiş Döşü surları geriletmiş Durur güvercinlerin en önünde Emrolundu. Haliç bir yılan gibi yönelip Soktu Kayser'i Zaman bir takla attı Zaman bir takla daha attı Zaman altında kalan Çıplak boynu hançer kuşattı Başı sülük ağızlarında Ayakları boşlukta çırpınan Bir millettik artık Güvercin Merhamet kılınçlarını toplayabildi ancak Camide toplantı var davranın Aşkı denetleyen güvercinler Kılınçlar eskinin habercileri Keskin bekçiler Bildiriciler. Bu iç çığlıkla Yürürken üstüne bir mısır habbesinin Yeni yorum yatırımcıları Ve büyük doğrulma günüyle Bir aliterasyon olan güvercin Dansöz kalkışlı güvercin Gel. Sen gelince Azap çıkacak her evden Gidecek kendi evine Organlar sizinle benim savaşım Ben ahretim Ahret yere gebedir Sizinle hep beraberim Dağı tutmuştunuz kalbinizden geçendim Güzel duydunuz ve durduruldum Atımı atınız büyüledi Okyanus everesti nişanlayıp durdu Çünkü etin ötesinde Bir şey değildi everest ve okyanus Korkunun yüzüne ayna konmuş gibi Başkayım sizinle Aynayı eline alan korkuyu bilir Çün korku etin içinden yekinir Hep koşmaklayız kitabın onayıylayız Tarlayı çok severiz. Yaradan Lokma lokma bölmüş isteyenlere Karından gelenlere Ve karna gelenlere * Aşkı cambazımız aldı Tokmak kırıldı Kapının çatlağı esner Gözetleyen göz şişer küçülür Et aralığından görmeyi dileyince. Duyulur iç ses Uyan ey kaplumbağa kelimeyi kımıldat Çünkü kıyamet sezilsin otobüs devrilsin Kımıldat kanlarını Koşanın yıldırım gibi duranın Susanın ve dağlarla konuşanın Kendiyle Dağları konuşturanın Aklı çok kez hançerce bulunduranın Kendini sürü için öldürüp Sürüyü çobansız bırakan çobanın Hep içilmez sulara varan koyunların Mermerin namütenahi bekleyen kayanın İçinden hata edilerek çıkarılanların İnsan yüzleri Çömelmiş inleyen ve içgüdü şekilleri Yaralar kan akmayan Kanla işi olmayan Taştan çıkanın ve çıkaranın birlikte söylevleri İnsan sanatı çığlıkları (bir yerde onlarlayım) Öpülerek topuğu parlatılan tuncun Günah anlatılan karanlıkların 'Enriko istersen anlat önce sonra işel' O dağlar güvercinin yabanına yuvadır Hiç solunmamış bir hava üfler rüzgâr Dünya sürü yürüdükçe döner Çoban sürü için ölmez gelecek sürüler için Yaşamağa bakar Kısa süren bir hatıra değildir toplum Mısır taneli çocuk avuçları Fotoğrafını çek günahların Tövbeleri yıldırımla yayınla yine de Esmeri Karayı Kızıl ve sarıyı bir tutanı Benden aldın Buruşmaz entarisi İstanbulun entarisi buruşmaz entarisi Maraşın seferde Fakat İstanbul ve Maraş Fakat Maraşın Her kurban arayışında Fazla davrandım ben Yangına uğradım Kara bir moloza ayrıldım Bazen marsık sanıldım Maraşın her kahraman kurban arayışında Ve bulup sunuşunda Mutlaka bir işareti vardı Bayram çöreklerini tuzundan yağından anlayışın Sertçe düşmanca gibi tokça kucaklanışın Harbeder gibi sevişin Mesela adil erdem aynı silahla mücehhezdi Üstümüzden aynı katar geçti Mutluluğumuz anlaşılsın yıkıldık Toprağa yayıldık ve büyüdük Çünkü topraktan ancak böyle geçtik * Kızlar burgulu Etlerinde tahta kıymıkları karınca yığınları Alabildiğine açılmış bir organ Bir gramofon Geniş ağızlı Her adımlarını bildiğimiz Hangi yörüngeyi güttüklerini Hangi suyu geçtiklerini Ne çeşit bir şölenden koyulduklarını Çünkü sokağı aman nasıl eğilerek geçiyorlar Hangi tahta kapıdan çıktıklarını Zenginini ve bulgurla su içenini Ellerinin çatlaklarını yine krem sürülenini Göğüslerinin bakımını tahta sütyenlerini Ocaktaki dumanın yaktığı sapladığı göz sürmelerini Çünkü kara dumanlı ocak Ve sürmeydi Sürmeyi niye çekmeli Sürmeyi çekmeli mi -Annen ne söyledi -(Elmanın yarısını kardeşin yesin) Kardeşin yesin anne yemesin mi Elmayı yemiyorsun bir Ve öyle sıkılıyorsun ki elma ölecek Ne sen yiyeceksin Ne kardeşin ne annen Bu evde yılanı yine değiştirmemişler Baba ana ve kardeşler Aynı odada soluyorlar Oda şişip iniyor Dışarıdan bakınca odaya Duvarları kıvrılan oda Özel bir korku ve kuşkuyla irkilerek Tehlikenin hayvanları yönünden Boğularak Yılandan gizli işaret alarak Göz kırpar gibi yapıp uluyor Oda uluyor Yılan göz kaş işareti Konuşmayan hiçbir şey yapmayan Başını yılandan çevri yemek taşmasın Başını yılandan çevri kuyu yakın Başını yılandan çevir unutma babayı yürekte tut Baba dağ ve balta Anne Kolundan koynunda karnında çocuklar Gitti pazara dolandı çığlık beğendi Anne eve dönünce Anne eve dönecek Ölün bilinecek küçük ölün Mahalle daracık bilinecek Alçak duvar ötesinde ölün tahta sıcak su Ve odun kokusu Kabre akıtılan sabunlu suyu (Yolun burasında coşkuyla karşı ko) Nasıl ki beyninden apartman fışkıran mimarın Yaşamın öte yarısı Burçları gezer Kutup yıldızından söz eder Gök çoğalınca Göğe açılan göz kapanınca Beni duyacak anlamayacaksın Bunlar hep senin ölün Bir yerinde yatağa sığmayan çocukların Suçları bir atmacayla alınan çobanların Her şey karıştı çünkü öldün Artık kimse bulamaz kendini Eller birbirinin içinde Senin ölmüş elin yapışır Benim tetiğimin üzerine * Silah benim tetik bende koşanadek kurşun benim Parmak senin et senin güç senin İrade kimde Benim elim hangi köpeğin içinde Dişleri birbirine geçmiş bileğimde İlk tıraşını olan gencin Jileti kemiğin iliğinde -Kan seli -Tetik kan seli Hedef nerde kız mı erkek mi Dünya çekirdeği mi Yeryüzü ateşi mi Şehvetin ya da nur içinde birleşmenin Satan'ın içinde beklerken her şeyi önceden kestirenin Çünkü şarttı bir kere Ölümle yan yana şeytanın içinde durmak Karnından geçmek Bir lambayı bekleyen makkinin Öpüşünü kanla bekleyen En küçük kilisede çarmıha çekilen Dom'un üç asrın Kana kan koyup Yücelttiği abesin Galerisi insan ve heykel ve resim ve kezzap galerisi At gözü oyuk Heykel atın içinde Çünkü at büyük heykel Sürücünün içinde on aziz birkaç isa yezus hiristus Yüz bin haç Atın ayağında bir nalbant heykeli Nalın içide bir at benzeri Karşılıklı uyuşan iki arslan Biri dişi diğeri dişi Yuvarlak yalanmış ve parlatılmış derileri Ki karpuz yenmiş gibi Goldah karpuz Kalf karpuz Anna karpuzun çekirdeki Frankrayh şu dağın ardındaki dağ * Düşmanın kim onu anlat Mişel'i hatırlat alnımı uğraştır Kalbine plânlı ve Avrupa bir duvarın taşları dizilen mişeli Saçlarına çocuk kuşları konmaz Çocuk uçmaz dallarından. İçinden yanında Boy tüfeği patlatsan Tuzaklı Hatırlat mişeli mişeli İçinden hep bir kuşku tankeri Bir petrol tankeri namıyla yol alır Pergel petrol Borusu motorun icadı Aşkın feda bayramı cenaze şekli Boyuna hatırlat Yoksa olur ki unuta kalırım esmerliğimi Telefon -Görünüşünüz nasıl -Yorgun uyanırken ve gittikçe diri ve daha esmer Tanımadığım kentin Ağırlık merkezine alındım Taşıtlar grevler insan böğürmeleri Alış verişler Şapka seçerken birden çocuk doğuruyorlar Baba oyundan çağrılan çocuklar gibi isteksizdir Ya da bırakır kürekleri denizin üstüne Suda kayan cilalı bir taş gibi seğirtir * Her doğan çocukla orada Birlikte. Daha yeryüzüne bakınamadan Kırbaçlanırız uyumaya. Anakarnı yorgunluğumuz alınmadan Vurulur kollarımıza ve. Çarpılır dizimiz dizime Her doğan çocuk Bir ertelenmeydi analarca bağlanarak memelere (Artık sigara içmeyeceğim artık Koyun gütmeyeceğim) Meşgul uğraşır azar altında bile uyurken de Uykusundan silkelenip irileşmeye hamle elleri ve duramadan Yan beşiktekinin yüzüne gölgesini indirerek Bir gün önceki bedenini Kaybedilmiş bir okul eşyası gibi özleyerek Her doğdu Bir ölendi Mayland uzun yüzlü bir kız resmi Hani şu hep Selamlaşıp geçerdik Uzun yüzlü kızlar çizen ressamla Aklımı anlat gönlümü kazandır Benden beni çıkar bakalım kalacak mıyım Üstüme beni koy bir de Gözle dayana bilecek miyim Yoksa hemen bir kez daha bütünle bende beni Özümü kullan Çünkü aşktır Beyaz bir sanattır * Evlerin dışında Çünkü böyle oldu Pencereden uzanan başın dışında Günâhın ve sevabın Merkezinde hem tanımadığım Alışmadığım bir sistem gitgelinde Boyuna sırtımdan ve kafamın arkasından delindiğimi Oynuyorum ve rolümü. Oyun çarkının boşuna döndüğünü Seyircilerden bir kadın olgun ve eteçalan Çıplak. Eşyadan ve odanın kapamasından Her an biraz daha soyunarak Yatağında Çivilenmeden gerilmiş çarmıha gibi yatan Anlıyorum oyun çarkının kendine döndüğünü Ölümün Saklanacağı kalmayan av hayvanı gibi Avcısına göründüğünü Ah anlıyorum Çünkü annanın Anlaşılmaz bir gözaldanımıyla İçimde bir gemi batırıp döndüğünü Unutmadı Yanlışlıkla Onlara: Beni unutmayacaksınız * Anlat kızın ekmek tutuşunu İçimdeki soylu kişiden utanışını Annayı tutarken balık tutuyorum Ekvator ağzıyla kolumu buzdan denize indirmişim Kız içimde bir sarmaşık kelimesiyle büyürken Arada bir kanla uslayıp Seni anıyorum -ey eski sevdiklerim- Sizi şaşırtıyorum. Sanatım Fakat ben korkutuldum * Şatoya bağlanan tahta köprüde beynim Ağırlaşmış dalmışım Güneş doğmuş işte böyle. Taş ısınmış ısınmış Nerdeyse belleğinden kan ürperten Bir sipahi sureti Aşka ne zaman veda Demiş ki bu topraklar Boyuna kiliselere taşıyorlar otobüslerle. Isınamıyorum. VE baden Baden'de kaçtım Başka bir kiliseye gittim. Hafifçe. Çok ve canlı renkli süslemelerden az ürpererek Dost için yani dosto için Dönerken Kule yerine Küreye yakın parlak başlıklarına dönüp baktım Dosto Badende Ve kumar da oynardı Bir çocuğun. Hırsla. Bir taşı. Atışı gibi. Dikine. Kapa perdeyi kapa köprüyü Ve şatonun ta kendisini İnce bedenin mühürlenişini Tüfek mahzenini Sevginin tiklerini aort deliklerini Duvarda asırlardır dinlenemeyen Dört işkence resminin Takip tutuklanma işkence Ve tahta kurulan işkenceli etin Bin dokuz yüz 77 yıl Yenilen içilen kan ve etin Yarı açılan mor pelerinin Çizgi - kan Çizgiler ve kanın Başta yer yer kemiğe batan tacın Dört resmin dört korkunç dakikanın İri jestlerini anlıyorum Makkiyi hayır Sigridi tren getirdi Tren götürdü Yedi * Duruşu kımıldanışı Mağrur tavırları olan Çünkü o güzel kelimelerle ağırlanan Göllerin beşiği toprak eğrisi At yiyen ejderdi Tılsım Karıncanın kölesi At köpeğin kuruyan ölüsünü Minderi düzelt Baklava kırıntılarını Ana babanın kol gezdiği koruduğu pencere kıyılarını Mutfak ve yüznumara korolarını Yatak ameliyatlarını cinsiyet taslarını An binlerce yıllık olan et kabartmalarını Pervaz ve şimdi Büyük taraçalarda doğuruyorlar Kol bakımı bilek ve dizkapağı bakımı Gebelik ve sancı limonlukları Sıcağa karşı ay ışığı Yelpaze atkı palan Acılar yer delen sinir göğü tırmalayan Kutlu sevinç giysileri yalayan Ve yağmur suyunu Havuza koyan ırgat olarak Anlat insanda ölümsüz olmak yaprağının Hangi ağacın kıvranışı olduğunu Güzün hazırladığı insan yavrularını Kışın insan yeteneklerini Baharın insan olanaklarını Anlat durmadan Hurmayı anlat dala uzanan Tüylü kalın dudağa anlat Yaban elmayla eriği Aşıyı Elmanın gelinliğini geyiğin baskın güveyliğini Atlı karıncayı Lunaparkta bir hayvan olan Atlı karınca bir hayvansa 'İsa ağladı' Kuzeyde ses kalmadı Alnımız buz dondu gece Aksın. Gündüz karıştırılmasın Ah sade bir gün yaşasak Dal dal - Kitap bil Lord kimin lordu hangi mabedin Sinonimi İkisi duman tütsü su rengi Perde kıllı el korku Bölüşmek kekelemek Donup kal - Aklımı al Durmaz bilmez yaşamakla Senin yaşamın nereye kadar ne yana böyle benimki Can kamaram Yalnız göğsüm değil Hayat var kaçıp bıraktığım zamanlarda da Ölmek koşup varmak mıdır oralara Soluğunu yatıştırarak Perdeyi aralayıp girmeden çiçekli ovalara Ah kıra gitmek böyle zor olmasa Ellerimiz ısınan ocakta - Tabakta ziyafet tasında Kızartılmış bir keklik Paslı ve kükürt salyalı bir ağızla Tatlılıkla ololki Ölünü gebeliğini morarmışlığını Etin devinme sanatını Bilesin yuvarlak akasın akşam olunca Yuvarlak akşam akşam Serçenin girdiği dolap Şehri –ey canım- uçtan hayvan kuşları olarak yukarıdan Devgözüyle - bakışı görüyorsun Süzül. Kanatlar arasından Uzanan boynunla evleri ara ikizleri araştır Ren'in çamurlu suyundan bir gümüş iplik bük Sür yeryüzü hamuruna Ki orda Bir yılan renkli başını onarır Kuyruğunu ağrı dağında yakala Ekmek paketini çıkar kuşlar çağrılsın Kirazın yuvarlağı gibi yanağın Bir güçlü böceğin ki gibi alnın Otalara yayılmış çıplaklığında bir uçuç böceği Yanından dikine toprağa iniyor Ekmeği göğsünden ufala kuşlar çağrıldı Tutulmuş ve öyle güzelken Korkarak. Ağaçların arasında dolanan cin Sen misin -Ama içim Eyiçim Kara başımı tutup kara başımı Şu suyun insanını güttüğüm vakit Göğsümü asya bir edayla gerdiğim vakit Hem barışmak ne demek kendimle 'Sen yoksan mekan yok zaman belli değil' dediğim vakit Sen ölçebilirsin ancak sesimdeki beygirimsiliği Çün bu çamur Şu yaşamı bulandıran su Donyüzlü rahibe şu Şu ev ki ev Ve o karanlıkta cin Ve ormandaki dev Oysa melodim Ne güzel. sözlerim ne tatlı Kuşkusuz. Yanımda olaydın Testiyi deler ırmağı temizlerdik Avucumuzla buz gibi içer Bileğimizden akan toprağa düşerdi * Ve şimdi Anlat bana ey can tatlısı kız ki Çünkü ben ödevliyim yinelemeye Eskiçağ ozanlarının ağız toplantısını Anlat bana gönüllerindeki bağ bozumunu Hep şarkı sancıyan dizelerini Kocamış dumanı ve is yüklü tavan direklerinin Arasından destanlara sarkan yılanı Kapıdaki baharı yaprak selini sarı kanaryayı Ölümsüzlüğün karyığınını - granityığınını - suyığınını Anlat durmadan Oğlu teketek öldüren babanın Oğula mızrağın ucuyla Gürzün kılıcın kıyımıyla ad koyan babanın Anlat bize içinde koşan atların Hangi koşudan kaçtıklarını Yani ilkel Ya da kültürle deşilmiş olmanın Anlat durmadan anlat oğulun Gençliğin Yarısı akan yarısı mezara konan kanın Genç ve geniş bir yaradan Hem babanın elinden mızrakla Ve baltayla açılmış yara'dan Şefkat ve müthiş bir dikkatle Ve müthiş bir hayranlıkla Şövalyelik adına açılmış yara'dan /Huysuz kan sonuna dek akar düşünürüz/ Anlat ki ey can tatlısı kız Babanın cesedi bir türlü toprağa atamadığını Yine de kanın sonuna dek akmadığını Anlat Babanın can elmas'ıyla kesilen oğulu Aydınlığa sun Toprağa sözü olan kanın Neden sonuna dek akmadığını Karşılık verir Can tatlısı kızlar korosu: OĞUL MIZRAK KESKİN GENÇ Oğul genç mızrak keskin BABA DİNÇ YAŞLI MIZRAK AKILSIZ Oğul baba MIZRAK BABA ÖLÜM baba Ölüm Oğul Mızrak Ölüm Baba Mızrak OĞUL MIZRAK baba ÖLÜM Kan ŞAŞIRDI KAN Şaşırdı Genç cesedin Ölüm gölünün başında Diz çökmüş olan baba Hınç ayırdı Hayret ve üzgünlük şerbeti Ve abes ayırdı Çok yıl sonraki tanrıtanımaz savaşlara Ve yenilip ve yenip dönerken ordu Neyi algılarsa çiftleşip çoğalmaktan Babanın yüreği ordu yüreği /Zırhını kırdı/ Narası göğe vurdu Daha gür bir ses duyuldu Belki bir melek gülümsedi Çünkü sıyrıldı gergefi dizinden Belki ayağının dibine vuran sesten Ey baba Kılıcını toprağa gizle Gizledi Kendini kınamak için çıkardı gerektikçe Yüzünü sarartıp karartmak için Ve düşüncenin kavurması geldikçe Çünkü bir serçenin diliyle gelmiyordu düşünce Beyaz güvercinin Bir ilkbahar gencinin güz güneşinin Taşı heykelleştiren eğilimin Su taşıyan kedi seven uykunun altına geçen döşeğin Erkeği kadında koşturan geleneğin Kızlıkta açan çiçeklerin Sevişen fillerin Uyuyan çocuk ellerin Karaya vuran geminin Yemeğe hazır eden annenin ... Yalvaran dilin diliyle Gelmiyordu düşünce Geliyordu düşünce Ateş kuşunun gagasında Çünkü soyluluğun ağırlaştı baba Bir'din ordu oldun Zamanın bir gerisine bir ilerisine Son dünya savaşının eşiğine serildin Çocuğu vururken çekilen işkencenin Beşiğine Baba Çocuk Azap Sancak Baba genişledi nalbandı bildi Toprağın içinde oğulun ölümü Arttıkça ve gezdikçe denizlerin dibini Çünkü ölüm artık canlı oldu Nasıl kuduran boğa canlıysa Ve bir şeye koşarsa Baba açığa çıkan kandan yedi Gezdi yeryüzünü Hayvan alım satım yerlerini Anneyi annenin ayak diplerini Karıncanın ölmez gelenekçiliğini Hayvanları şartlayıp Şatoları kefenleyip Ahırları koyunları Gördü baba gezdi baba Oğulun taş benzerlerini Nasıl ki oğulun ölümü /Eli babanın derisinde/ bir gerisinde bir ilerisinde arttıkça ve gezdikçe suların dibini Baba devşirdi bir ana Ki yüreğinin altında Bir et kordonla tutan Oğulu delmeyecek olan babayı Cahit Zarifoğlu Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Umutları yarınlara taşıyorum Umutları yarınlara taşıyorum Bu gece mutsuzluğun son gecesi. Menekşeler,laleler,karanfiller Sevginin tüm çiçeklerini ekiyorum bahçeme. Yapraklarını okşuyorum Kadife yumuşaklığındaki ellerimle. Hiç kırmadan,koparmadan Bir vazoya koymadan Dalında kokluyorum,sevginin sıcaklığıyla. Umutları yarınlara taşıyorum bu gecedan Gecenin o karanlık yüzüne aldırmadan. Uykuya dalıp Kabusunu yaşasamda yaşadıklarımın Umudun güneşini,sabah olmadan da göreceğim. Ne yaşlandığıma ağlayacağım, Nede ağaran saçlarıma yanacağım. Umutları yarınlara taşıyorum Geçmişin kaybolmuşlarına kahrolmayacağım. Mutluluğun,sevginin adını yarınlar koydum Nefes aldığım her yarının sabahında Bir başka güzel Bir başka mutlu uyanacağım. Umutları yarınlara taşıyorum bu geceden Sevgilerin yarınlara Sevgilere merhaba dediğim bu yürekten. 19/02/2003. Erdal Ay Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 HASRET Denize dönmek istiyorum! Mavi aynasında suların: boy verip görünmek istiyorum! Denize dönmek istiyorum! Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider! Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder. Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter. Ve madem ki bir gün ölüm mukadder; Ben sularda batan bir ışık gibi sularda sönmek istiyorum! Denize dönmek istiyorum! Denize dönmek istiyorum! Nazım Hikmet Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 BİR ALIP BİR SATICI GÖNÜL Düştüm bir öylesi çekilmez derde, Ne ölümü düşünürdüm, ne yaşamak korkusu, Ne sır aradım herşeyde, ne gariplik var serde, Ne kara sevda, ne sevmek ne sevilmek arzusu Artık her şarkı dokunur bana bu şehirde. Hasret nedir bilmezken o kadar Şimdi, her an, her yerde gurbetteyim. Çünkü daha görmediğim güzellikler var, Öyle bir yürek koymuşlarki içime neyleyim, Her yere gönlümü vermeden geçemem dostlar! Ben deli miyim bilmem mi neler ettigimi. Bir han köşesinde yatmayınan Kerem diyorlar, Ne tuhaf bu insanlar derdini dökmeyinen Çaresiz derde bulunmaz merhem diyorlar, Ah.. bir alıp satıcı gönlüm var gezer çarşı çarşı, Başım güneşe düşmüş yanmayı öğrenir. Nolur böyle duradursun cama güneşe karşı, Gönül heryerde bir kardeşim güzel heryerde bir.. Enver Gökçe Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 BEKLE BENİ Kış kıyamet bir gün bakarsın çıkıp gelmişim varsın azgınlaşsın tipi ve uğuldayadursun dışardaki rüzgâr Sakın şaşırma küçüğüm üşümüş bir serçe gibi titremesin ellerin apansız çıkıp geleceğim kış kıyamet de olsa bir gün Uğuldayan bu rüzgâr bu delice yağan kar ürkütmesin seni direnmektir artık bekleyişin öbür adı Sen türküler söyle ve gülümse küçüğüm çünkü sesinin ırmağıyla yeşerecek hasretin bozkırları Bekle beni küçüğüm umudu karartmadan sevinci yitirmeden bekle döneceğim bir gün elbet bekle beni küçüğüm Ahmet Telli Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Ve Çocuğun Uyanışı böyle Başlamış Ki yüreğinin altında Bir et kordonla tutan Oğulu delmeyecek olan babayı Cahit Zarifoğlu çok güzelmiş..teşekkür ederim.. ıslığımızı bırakıyoruz boğazlı kazaklarımızı okuduğumuz kitapları başka gizlere,başka kalplere başka zamanlar onarsın diye zamanın bizden kemirdiklerini tanıdık dünyanın derinliklerine benzeyen gözlerimizde tek yaş kaldı : yaşlılık bundan böyle murathan mungan Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Gözlerinle açılırsın dünyaya Gözlerinle kapanırsın Güzelliğin yarısı enerjidir Sen kendinle sınırlısın Görüntüler ülkesinde bir sürü insan Hep miş gibi, hep mış gibi Bakınıyorlar, konuşuyorlar Hep miş gibi... Değişimler ortasında Kendini bir yere koyamazsın Tanıdık bir şey sıcacık bir şey Ararsın bulamazsın Görüntüler ülkesinde Acımıyorlar acıtıyorlar Hep miş gibi hep mış gibi Bakınıyorlar konuşuyorlar Hep miş gibi... Sadece bir asır önce gibi Sokaklar caddeler aynı değil sanki Sen uyumsuz yabancı Dört duvar arasında ürkek endişeli Murat Köseoğlu Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 çok güzelmiş..teşekkür ederim.. ıslığımızı bırakıyoruz boğazlı kazaklarımızı okuduğumuz kitapları başka gizlere,başka kalplere başka zamanlar onarsın diye zamanın bizden kemirdiklerini tanıdık dünyanın derinliklerine benzeyen gözlerimizde tek yaş kaldı : yaşlılık bundan böyle murathan mungan sizin yüreğiniz güzel GÜL'E YEL DEĞDİ Gül'e yel değdi Güneş olursa Can'a ten değdi Ateş olursa Oy beni kanlar otağı Oy beni dertler ortağı toprak Bir bak şu göğe Umut doludur Bulandı kana Zulüm yoludur Hasret gültekin Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 27 Temmuz , 2007 İNSAN ÖMRÜNÜ Bir insan ömrünü neye vermeli Harcanıp gidiyor ömür dediğin Yolda kalan da bir yürüyen de bir Harcanıp gidiyor ömür dediğin Yüreğin ürperir kapı çalınsa Esmeyen yelinden hile sezerler Künyeler kazınır demir sandıkta Tükenip gidiyor ömür dediğin Dışı eli yakar içi de seni Sona eklenmeli sözün öncesi Ayrılık gününün kör dereleri Bölünüp gidiyor nehir dediğin Bir insan ömrünü neye vermeli Para mı onur mu taş diken bir yol Ağacın köküne inmek mi yoksa Savrulup gidiyor yaprak dediğin DAĞLAR ATAMADIM SEVDAMI Ne güneş yüzü gördüm Ne de gökyüzü gördüm Derde düştüm Heder oldum beter oldum ben Laf anlamaz söz dinlemez oldu gönlüm Dağlar sevdamı söküp atamadım ben Hasret gültekin Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 28 Temmuz , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 28 Temmuz , 2007 iyi geceler arkadaşım... Yüreğe Uygun Acılar bir sağ omzum vardı bir de sol omzum bir kez bile koymadın başını insan yüreğine uygun acılar yaşamalı adı kötüye çıkmış bir iklimde fazla kalmamalı yüzü yeşile dönük de olsa her mevsimce benimsenen bir ağacı sevmemeli ve uykuları göçebeleşiyorsa bedeninde birer sığıntı gibi duruyorsa rüyaları oturup yatağını kollamalı kışlara koşar adım giden güneş bahçelerin dışında büyümeyi aklına koyan ahlat ağacı ve terli avuçlarımdan tekin olmayan sulara inen geyik sürüleri beni yalnız bırakıp gitmeyin gitmeyin anlayın işte ben onu çok özledim yüzüne bakılmaz bir yalandı beni sevdiğin yüreğimin akıl sır erdiremediği bir yalan bir türlü yüreklenip resmine bakamıyorum kalbimin rutubetinde şimdi yüzüne kirli bir esmerlik çöreklenmiştir saçların ve aseton kokan tırnakların uzamıştır ve yıldız yüklü gecene becerikli bir ay bile konmamıştır dolunay tozlu köy yolunda beni bekliyordur şimdi elbet aklımı alacak bir öpücüğü daha vardır babamın ve annemin kötü günler için sakladığı saçlarımı okşayacak ellerinden kalmıştır iklimlerin silkelediği bir bahçede ağaçlarda aldatıcı bir kahkaha gibi patlayınca kuş kanatları yüzümü güneşe çevirip terli avuçlarımı kurutacağım uzayan tırnaklarımı ve saçlarımı seveceğim yüreğim sen beni anlarsın ya omuzlarım onun bir kez bile başını koymadığı omuzlarım asıl onları nasıl avutmalı Yasin EROL Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 28 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 28 Temmuz , 2007 Karagül (Ben Sende) Ben sende ülkemi sevdim Hüzün dolu yağmurları Mor kanatlı turnaları yar Ben sende rüzgarı sevdim Alıp götüren yılları Saklı kalan umutları Ne yeminler bozdum Geceler büyürken sensiz Ne yeminler bozdum Yıllar geçerken sitemsiz Ne yeminler bozdum Tarifi bile imkansız Senin için ey karagül Ben sende yolları sevdim Yüreğimden gelip geçen Sevda yüklü katarları yar Ben sende sevdim Avuçlarken yüzümü Yahut dokunurken sessiz yar nurettin rencber Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 28 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 28 Temmuz , 2007 Hayata hiç isyan etmeyin. Öncelikle şunu kabul edin, hayat adil değil. Hiçbirimiz, hiçbir canlı eşit yaratılmadı. Başımıza gelenler de eşit değil. Önce hayatın adil olmadığını kabul etmelisiniz. İşine akıl erdirebildiğiniz bir Tanrı, Tanrı değildir. "Guguk Kuşu" filminde Jack Nicholson akıl hastanesinde çok ağır bir mermer havuzu kaldırabileceğine dair diğer hastalarla iddiaya girer. Yüklenir havuzu kaldırmaya çalışır, kaldıramaz. Diğer hastalar onunla alay ederken bir şey söyler: >> >>"Ben en azından denedim". *Siz gerçekten denediniz mi? Yoksa pencereden hayatı mı seyrediyorsunuz? Hayata Windows 98'den, Sony 72 ekrandan mı bakıyorsunuz? Oysa hayat hepimizin avuçlarının içinde, * * ***Kiminin nasır tutmuş parmaklarında ***Kiminin boyalanmış ellerinde, ***Kiminin gömleğinde ki ter kokusunda ,* *Ama hayat her zaman avuçlarımızın içinde. Nasıl istersek, neye karar verirsek hayat orada var. Güneş, her sabah yeniden doğuyor, Gün, her şafakta nice umutlara gebe şekilde ağarıyor ve siz, Eğer isterseniz hayatı bir ucundan yakalama şansına sahipsiniz. Yeter ki gülümseyin Yeter ki bu gün benim günüm diyerek kalkın yatağınızdan... Bu iletiyi içinizdeki çocuktan uzak tutunuz. Zira, iletiyi okuduktan sonra içinizdeki çocuk, özgürlügüne kavusmak isteyip basiniza dert açabilir. Bu dünyadaki varliginizin, dostlarinizin var olmasina bagli oldugunu, bazen bir çiçek yada küçük bir tatli sözle bile kirik bir kalp tamirinin mümkün oldugunu,( tabi bunu yapıncaya kadar ecel terleri döküldüğünü unutma ) Özür dilemenin, tesekkür etmenin ve sükretmenin "ERDEM" oldugunu * *ve Her sabah uyandiginizda "BUGÜN YINE ÇOK GÜZELSIN HAYAT HERSEYE RAGMEN..." demeyi ihmal etmeyiniz... Alıntı Alıntı
Φ ErdalAktas Gönderi tarihi: 28 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 28 Temmuz , 2007 Kim Bilir Sen, Benim Halimde. Sakinliğimde Ne Buldun.. Bense Yoruldum, Kendi Kendime Sokuldum. Uyuya Kaldım, Aklımın İplerini Saldım. O Giderken, Bir An Durup Peşinde Baktım. Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 29 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 29 Temmuz , 2007 Koskoca bir bahçede Demetler içinde bir papatya. Aşık olmuş, yanmış, tutuşmuş Aksakallı bahçıvana… Bir ümit bekliyormuş. Yüzlerce çiçeğin arasından Onunla, sadece onunla Saatlerce ilgilenmesini. Buz gibi suyunu Sadece ona döksün istiyormuş… Sadece ona değsin makası, Sadece ona gülsün dudakları. Kıskanıyormuş bahçıvanı Kırmızı güllerden, Sarı lalelerden, Mor menekşelerden. Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş, Bembeyaz yapraklarını… Bir gün, Aşkı öyle büyümüş ki, Papatya yapraklarını taşıyamaz olmuş. Eğilivermiş boynu. Toprağa bakıyormuş artık. Bahçıvanın sadece sesini duyuyormuş Ayaklarını görüyormuş. Buna da şükür diyormuş. Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek. Zaman akıp gidiyormuş. Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş. Ne var sanki boynumu kaldırsa Bir kerecik daha görsem yüzünü diyormuş. Yanıp tutuşuyormuş… Ve işte bir gün.. Bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış. İncecik bedenini ellerinin arasına almış. Elindeki sopayı, köklerinin yanına, toprağa sokmuş Bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya. Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı. Hâlâ göremiyormuş onu, Ama bedeni kurtulmuş. Uzun bir müddet sonra, Bahçıvan uğramaz olmuş bahçeye. Gelen giden yokmuş… Kahrından ölecekmiş papatya. Ama işte bir sabah, Hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış. Derin bir oh çekmiş. Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş. Birden, kendisine doğru gelen iki ayak görmüş. Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş. Başka birisiymiş. Adamın elinde bir de makas varmış. Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru Ne güzel açmışsın sen öyle demiş. Bu gencecik, yakışıklı bir delikanlıymış. Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış… Ama gövden seni taşımıyor demiş. Elindeki makası papatyanın boynuna doğru uzatmış Ve bir hamlede başını gövdesinden ayırmış. Papatya yere düşerken hatırlamış sevdiğini, O ak saçlı, aksakallı, yaşlımı yaşlı bahçıvanı hatırlamış. Bir de o gencecik, yakışıklı delikanlıyı düşünmüş, Ve o an anlamış, neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini. O, her şeye rağmen, papatyaya emek vermiş. Belki, ona hiç bir zaman güzel olduğunu söylememiş, Ama onu aslında hep sevmiş. Papatya anlamış artık. Sevgi; emek istermiş… Yere düştüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini, Teşekkür etmiş ona içinden.. Son yaprağı da kuruduğunda, Biliyormuş artık… Gerçek sevginin, söylemeden, Yaşamadan ve asla kavuşmadan Var olabileceğini... Yazarı Bilinmiyor Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 29 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 29 Temmuz , 2007 Kimi kuş olmak Kanat kanat uçup Diyar diyar gezmek ister Kimi kurt olmak Gücün kuvvetin Timsali görünmek ister Kimi aslana kaplana heveslenir Dağ bayır dolaşıp Özgürlüğü yaşamak ister Kimi fırtına olup esmek Kimi dalga olup köpürmek Kimi şimşek olup çakmak ister Kimilerinin gönlünden Kimbilir neler geçer Ben SU olmak isterdim Hiç durmadan yorulmadan Gürül gürül akmak isterdim Bazen çukurlar doldurup taşan Bazen sabırla yükselip Dağlar tepeler aşan Su olmak isterdim Canlara can katardım Hayata yaşamaya yol açardım Bazen boğazlardan akardım Bazen köklerden çıkardım Bazen bir yoksulun Ekmeğine eş olurdum Bazen bir dertlinin Gözünde yaş olurdum Bütün yıldızlara arkadaş Yalnızlığında kayıp giden Ay'a Yoldaş olurdum Bazen emeğin alnından Ter olur akardım Bazen haksızlıklara hatalara Ayna olur bakardım Bazen bir güzelin Kadife teninde dolaşırdım Bazen sırtımda Hasretleri sevdaları taşırdım Bütün yaşayanların Vazgeçilemez ihtiyacı olurdum Taşıdığı canı olurdum Ara sıra araya Hoşa gitmeyenler karışsa da Daha neler neler yapardım Dur durak tanımazdım Akardım akardım akardım www.necdetyagan.com Necdet Yağan Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 29 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 29 Temmuz , 2007 Bu gemi nereye gidiyor usta? içim boş gemiler boş! Bu gemi nereye gidiyor usta? Bir kız vardı! saçlarini ruzgara Satan Kız Bir nehir kiyisindaydi bir gece karsiya gecmek istedi Göz kapaklarındaki kan çanaklarındaki sunulmuştu hayat hayat ağır geliyordu göz kapaklarına Çekik gözlerinde yüklü sevdalar yaşıyordu Nehrin karşısına geçmekti sadece niyeti birşeyler geri çekiyordu önce sustu! dinledi.. Nehri rüzgarı.. Yüzünü keşişlemeye döndü ve sattı saçlarını! kısınca gözlerini hayat akar giderdi kenarlarından karşısındaki nehir içinden geçerdi ve o hiç içinden nehir geçen şarkıları bilmezdi Susardı! Dinlerdi Sesleri.. Bir adam vardı karşıda susan bir adam! Konuşsa bilecekti gitse, gelicekti. Konuşmadı, gitmedi.. Öylece durdu! Nehir saçlarını rüzgara satan kızın içinden geçiyordu! Gerisi yokluk, gerisi hiçlikti! Bu gemi nereye gidiyor usta dedi! Biliyordu! köprü az ötedeydi.. içinden nehirler geçen şarkılar duydu! Keşişleme bir rüzgar vardı! Ve hala saçlarını rüzgara satıyordu Bitip yitip başlamanın hüzünlü bekleyişindeydi Ne kalabiliyordu ne gidebiliyordu Şimdi öyle bir yerdeyim ki diyordu Aşağı dökülsem aşk Yukarı aksam ben Bir su olduğunu anladı Sen istediğin kadar yarımla beni ben seni tamamlarım! Adam nehrin karşısında bekliyordu.. Gözlerinde Yılların birikimi çizgiler Ellerinde şiir kokulu bir akşam! Şiirler okununca unutulmalı dedi! Hasret dokununca uyutulmalı.. Adam Sakindi.. Adam Suskun! saçlarını Rüzgara Satan kız.. Bir şiirdi ellerinde Hiç bitmeyen! Beni tut! içine ser.. Çekilmemiş fotoğrafların banyosuna sakladım gözlerimi Beni Gör!Sesime gel.. Öyle inandır ki beni! güneşi Arkama alayım.. Ve kulağına içinden nehirler geçen şarkılar söyleyeyim.. Şarkıların bittiği yerde! Gözlerinde öleyim.. Oraya yatır beni! Gözlerine, Aşka! Bu gemi nereye gidiyor usta?! içim boş gemiler boş.. Bu gemi nereye gidiyor usta! Elimi uzatmaya kaç sebebim var.. Ve tutmamaya kaç bahanem.. Elini uzatsan nehirlerden de geçer misin? Köprü olur mu onlar? sana ve bana.. ve rüzgar saçlarınla oynaşan keşişlemeler.. zamanı uzatsam? İçinde ölebileceğimsin.. Sana dokunmaya öyle birikmişim ki Parmak uçlarım kanıyor.. Senelerdir su yüzü görmemiş topraklar gibisin! Sana aktıkça yutuyorsun beni.. Aktıkça içine çekiyorsun.. Bitmem ki çağlıyorum! çoğalıyorum.. Çünkü kaçmadım! kalmayı seçtim.. Bir uçuruma yuvarlanıyorum bilerek ve isteyerek.. Al sesimi susumu us'umu.. Ama Sen'ime dokunma! Saçlarını Yüzgara sat! Beni kendine kaç.. Otoğanı kır yüreğime.. Gecenin kırmızısında kaybol.. Az ötende köprüler.. Az kaldı! Geç.. Senden başka sevmeye beni.. Öleceksen! benden başla ölmeye.. Bu gemi nereye gidiyor usta! Biz aynı yöne gidildikçe aynı yere gelinir yazalım mı denizlere? Gözlerin kalsın! Nehirler ve şarkılar kurusun! önemi yok.. Sadece gözlerin.. Bu adam Dokunmadan gitmeyecek.. Gömüleceği yer orası! Gidersen! Sözün ayaklarına geçerse.. Geri de bıraktıklarını düşün! Gidemezsen belli sebebi.. Bazen kalmaktır,zor olan.. Gitmek ile kaçmak aynı şeydir bazen.. Ve o uçurumdan beraber yuvarlanır insan! bilerek ve isteyerek.. Gözlerindeki kan çanaklarına sunuyorum, Kendimi.. Burada kimim var ki? içimde benden başka,içimde bir dışım var! içimde yer yok başka.. Dışında kimin var senin.. içindeki yoktan başka? biliyorum.. Dışında bir yerdeyim İçimde heryer aşkın.. orada kimin var ki? içinde Senden başka.. içimde bin yerin var! Dışında herkes başka.. Ve sen şimdi yatağında o nehir, Kulaklarında.. Bu Gemi nereye gidiyor usta?!* Alıntı Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.