Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

he uğrardım nolmuş -_-

 

Şarkı söyleyen kadınlar

 

Yürekleri sığ bir denizdir ne gemiler gelir de geçerken

hevesleri kursaklarında oturuverirler karaya

ne mal’a telaşları vardır ne mülk’e gezseler ya ülke ülke

hayat aşkın bittiği yerde sonlanır masumiyet dudaklarında

en gizli hazinelerini krallardan saklar bir inada bir murada

aksini bulur pespaye çirkin surat korsanlara verirler

 

saçları dolaşık bahtları karışık yavrulu yavrusuz

yürüyen duran oturan kalkan lakin illa ki şarkı söyleyen kadınlar

umudun seher meltemi gibi yaz sabahlarına sıcacık uyanırlar

bu kışta bitecek nasılsa dönecek gök yüzümüze telaşlı kırlangıçlar

adam olmanın birinci kuralını diyivereyim mi sizlere

yaşamaktan bir netice çıkartmak istiyorsanız ‘’O’’ kadınları dinleyiniz

 

sonra yüreğinize sorunuz masallarınızın kahramanlarını

anne anne sözleri kulaklarınızda çınlayacaktır

hatıralarınızı öldürdüğünüz gecelerin sabaha ulaştığı anlarda

güvercinlere ekmek ufalayan menekşe gözlü kızınızın

kırmızı başlıklı şapkasını çalacak diye peşine düştüğünüz hain kurdun

yüreğini yumuşatabilecek güç kadife seslerindedir ah o kadınların

 

şarkı söyleyen kadınlar geçip gittiler dünyamızdan

uzun zamandır suskun şiirler yazıyorlar hayata dair ve artık gülmüyorlar

oysa karıncanın kalbi kararınca güneşe doğru yürür ağır aksak

kafası karışsa da ayakları karışmaz yol onu doğru yuvasına götürür

çekirdek kabuğu taşır kendiyle yarışır bakmaz ardına

zalimlerin zalimliklerini vurmalı birileri yüzlerine yüzlerine

 

zamanın kırbacı şaklarken daha bir hızla yüzlerimize

hayallerimizden koşarak gelen çocukluğumuz tutunur eteklerine

uzun topuklu papuçlarından düşmüşlerdi henüz gençlik varken yanaklarında

sonrası malum hatıratlar herkesle beraber yaşanmışlık

şarkı söyleyen kadınlar tanıyorum ak pak bütün güzellikleriyle karşımda

şimdi saçlarına düşen aklara inat rüzgarlara karşı duruyorlar uzun zamandır susuyorlar

  • Cevaplar 1b
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

Ikinin Siiri

.

Bugün iki kez yagdi yagmur;

iki kez eskidim sanki.

 

Iki ömrü kol kola yasadim ben;

biri nergis bahçesi, digeri mahser yeri.

 

Hep iki sömine yandi yüregimde;

birinde atesti, digerinde kül.

 

Ve iki kez âsik oldum;

bundandir iki kez ölmüslügüm.

 

Sonra bir serüvende ikiye böldüm ömrümü;

simdi sömestrdeyim.

 

Ilk iki kitabimdan sonra sitmaya tutuldu coskum;

daha depremlerleyim.

 

Ve iki kere iki,

kitabimda benim,

 

ya çok eder

ya sifir...

.

Yilmaz Odabasi

Gönderi tarihi:

.

.

Yürürken Dinledigim

.

Eskisi gibi aldirmiyorsun, basladigi gibi bitiyor gün/

ürkek kisraklar gibi kosarak karanligin içinden.

Sen hala düsler topluyorsun adresleri süpheli ömrünün/

issiz ve hazan vurmus bahçesinden.

 

Ayni üslupla yazilmis siirlerin verdigi bikkinlik/

gibi, aksami esmerligiyle taniyorsun artik.

Ne kaldi geriye coskulu siirler’den bize?

Gece uzak tellerde açilmis bir yirtik...

 

Bak! yasli kadinlarin çikini gibi karanlik/

gizliyor her seyi, için için büyüyor.

“Düz gitmek iyidir” diyor. [ bir iç ses ]

Kendisi her zaman kestirmeden yürüyor.

 

Öcünü al kir yollarinin, avlu önlerinin/

Yak desem Neron hirsiyla bütün sehirleri.

Ayni karanlik toplamayacak mi yine/

dimaglari kurutulmus bütün köleleri.

 

Mevsimler degisiyor ama eskimiyor günlerin/

üzerindeki esvap, canli ve parlak, bin yillik...

Bozkirlar gibi kavrulup duruyor teninde/

Gözünü her kapayisinda ürperen aydinlik.

.

Engin Kahraman

Gönderi tarihi:

Kış mevsiminin, etkisini yavaş yavaş kaybetmeye başladığı günlerdi. Baharın

geleceğini muştulayan cemreler bekleniyordu. Sonunda cemre, hava ve

topraktan sonra suya da düştü. Hem de ateş topu bir sıcaklıkla....

 

 

Su da hava gibi, toprak gibi ısınmaya, yaşam daha kolay, daha güzel

yaşanılır olmaya başladı. Cemre; havanın güzelleşmesini, suyun ısınmasını ve

toprakta gizlenen tohumların, kuru ağaç dallarının, canlıların uyanmasına

sebep oldu. Bir umut oldu canlı cansız tüm varlıklara.

 

 

Cemre toprağa düştükten sonra bahar geliverdi dağlara, ovalara, kırlara,

köylere, şehirlere. Ve ardından yüreklere. Önce kardelenler, nergisler

kaldırdı bükülmüş boyunlarını gökyüzüne, ardından frezyalar, kır

karanfilleri, kırkkanatlılar ve güller. İç gıdıklayan kokularını etrafa

yaydılar, renk renk ışıklarını sulara aksettirdiler.

 

 

İşte bu baharı soluyan, zeytin gözlü bir çocuk vardı uzaklarda. Zeytin gözlü

çocuk gülümsüyordu karlar erirken. Bahar, onun da içini kıpırdatmış, bir

şeyleri yerlerinden oynatmıştı. Kıpır kıpırdı içi. Dağlara doğru yürümeyi

geçiriyordu içinden. Ve dağlardan ovalara doğru koşmayı.

 

 

Fırladı, bahar kokan sokağa. Baharın gelmesiyle birlikte; kuşların daha bir

neşeli öttüğünü, daha bir neşeli uçtuğunu gördü gökyüzünde. Dereler daha bir

sevinçle akıyor, çoşkuyla esen rüzgar; dağ doruklarında konaklayan karın

sularını ovalara indiriyordu..

 

 

Kalbi umut ve sevinçle çarptı o an. En soğuk sözler bile yumuşayip inceldi,

eridi yüreğinde. Sevdiklerini anımsadı. Yaşlı çınarı, dallarında yuva yapan

ve sevinçle kanat çırpan minik minik kuşlari.Ulu çınarına

gitmeliydi.Uçarcasına yöneldi çınarına doğru. Koştu koştu koştu.

 

 

İlkbaharın kokusunu cigerlerine derin derin çekerek, yemyeşil çayırlarda,

çiçek desenli kırlarda koşarak, çınarın yanına geldi. Çınarın dibinde durdu.

Kabaran solugunu dinlendirdi önce.Sonra, gülen gözlerle sevgi ve dostluk

kokan yaşlı çınara baktı. Rüzgar dağlardan, ormanlardan kırlardan topladığı

bütün çiçek kokularını alıp buraya getirmişti. Çınar sıcacık sevgisini, ulu

bedenine tutsak etmişti.

 

 

Fakat, zeytin gözlü çocuğun dostluğu, canevine dalga dalga dolduğunu

hissediyordu. Zeytin gözlü çocuk da öyle....Çınardan çocuğa, çocuktan çınara

doğru akıp giden bir şeyler var gibiydi. O küçücük yüreğinde dağ gibi

kederini büyüten ve dallarının altına sığınıp gizli gizli ağlayan,

hülyalarına kara bulutlar düşüren çocuk o değildi sanki. Çınarın yanında

umutlu, mutlu görünüyordu.

 

 

Şimdi sevinçliydi zeytin gözlü çocuk. Yüzü, gözleri gülüyordu. Bahar

gülüyordu. Sular, dağlar, bütün dünya gülüyordu onunla ..Bir şarkı vardı

dudaklarında, sevinç ve neşe dolu. Her yer çınlıyordu sesiyle. Bir yıldızı

vardı şimdi, gecelerini aydınlatan bir yıldız. Bir bulutu vardı şimdi,

üstünden bembeyaz geçip giden. Kar gibi, tüy gibi, rüzgar gibi bir bulut.

 

 

Bir sevgisi vardı şimdi, içinde çoğalan, hep içinde kalan, sıcacık. Bir

mevsimi vardı şimdi, gülümseyen, içinde bütün güzellikleri saklayan. Bir

ümit, bir ses, bir ışık, bir heves gibi. Bir yeri vardı şimdi; ıssız bir

ada, bir dağ, bir deniz kıyısı gibi. Belki herkese uzak, ama kalbine en

yakın yer. İşte o yer bu çınarın altıydı. Hemen her gün buraya gelir,

acılarını unuturdu. Hayallerini burada kurar, içini bu çınara dökerdi.

 

 

Kimbilir aradan ne kadar zaman geçti... Bir gün düşüncelere daldı yaşlı

çınar. Çünkü içten içe bağ kurduğu, her gün yolunu beklediği, kendisiyle

konuştuğu dert ortağı, zeytin gözlü, tatlı sözlü arkadaşı gelmiyordu artık.

 

 

Şaşırdı. Acaba neler olmuştu? ''Her gün gelirdi.'' diye düşündü çınar.

Günler geçip gidiyor, zeytin gözlü çocuk gelmiyordu. "Belki hastalanmıştır.

İyileşince gelir." diye avuttu kendini. Ama her dakika, yerini ümitsizliğe

bırakan bir oyundu sanki.

 

 

Günler usul usul geceye, geceler usul usul gündüze akıp gidiyordu. Ne zeytin

gözlü çocuk vardı ortalarda, ne de kendisinden bir haber. Hala ne olduğunu

düşünüyor ama , zeytin gözlü çocuğun neden gelmediğine bir türlü yanıt

bulamıyordu.

 

 

Birden durup sessizligi dinlemeye başladı, ürperdi. Yalnızlığın içine

işlediğini hissetti.Rüzgar dallarını salladıkça inliyordu.''Nerdesin zeytin

gözlü çocuk? Seni çok özledim, tatlı sözlerini de.'' diye iç geçirdi."Hasta

değilsin ya! İstersen sana bir demet kırmızı karanfil yollarım." Diye

fısıldadı.

 

 

Günler böylece geldi geçti. Geceler sabahları soluyarak uzaklaştı

yanından.Gündüzler gecelere bıraktı yerini, geceler gündüzlere.Bir umutla

zeytin gözlü çocuğun yolunu gözledi durdu.

 

 

Ama o gelmiyordu.Umudu, her geçen gün biraz daha azalıyordu çınarın. Her gün

bir sürü insan gelip geçiyor, çevresinde kuşlar kelebekler uçuşuyordu. Bir

tek o gelmiyordu. Kıpır kıpır doğada yalnızlık çekiyor, o kalabalıkta

yalnızlığı yaşıyordu. Kendini ıssız bir çöldeymiş gibi hissediyordu. Susuz,

kimsesiz, ağacı, yeşili olmayan bozkırda kavruluyor gibiydi.

Oysa çevresi kuşlarla, ağaçlarla, yeşilliklerle doluydu. Tüm bunlara ragmen,

içinde bulunduğu ortamda kendi başına kımıltısız, mutsuz ve yalnızdı.

 

 

Bir gün etrafındaki sessizliği dinlemeye başladı, ürperdi. Bir ayak sesiydi

beklediği, bir çift zeytin gözdü. Ama nafile! Damarlarındaki kanı donmuş

gibi, bütün dalları yaprakları fırtınaya tutulmuşçasına titredi. Oysa her

şey aynıydı. Güneş, gökyüzü, kuşlar, rüzgar hep aynıydı. Eksik olan, sadece

zeytin gözlü çocuktu.

Aylar geçmesine rağmen, zeytin gözlü çocuk hala ortalarda yoktu, gelmiyordu.

Umudunu nerdeyse tamamen kaybediyordu....

 

 

''Umudumu kaybettim , umut her şeydir. Kırgınlığım, kızgınlığım o zeytin

gözlü çocuğa. Giderken yanında götürdü umudumu. Umudum benim yaşama

nedenimdi, yaşama sevincimdi. Ben umutsuz nasıl yaşarım!'' diye sitem etti

içinden. Sonra sararmaya başladı

yaprakları. Birer birer terkediyorlardı onu.....

 

 

Heybetli gövdesi üşümeye başladı. Isındığı ateşler söndü,

küllendi.Üşüdüüşüdü.. Yollara baktı uzun uzun. Ne gelen vardı, ne

giden.. Bomboş geldi her

yer. Hiç bir şeyin anlamı kalmamıştıişti. Titredi koca çinar. Ürperdi

yapraklari tiril tiril. Savurdu kalan yapraklarını. Yaprakları dinmez

gözyaşı oldu, döküldü. Derelere, ıssız ovalara, kırlara şehirlere doğru

savrulup gitti...

 

 

Neden sonra karlar yağdı yağdı, aylar sonra eridi. Kar suları, bir yatak

bulup, indiler ovaya doğru.Ardından leylekler döndü yuvalarına,

kırlangıçlarla süslendi gökyüzü. Deniz dalgalandı. Toprak menekşeler armağan

etti çocuklara. Yıldızlar kaydı, ayvalar sarardı. Zeytin gözlü çocuk yine

gelmedi.

 

 

Çocuklar büyüdü; kimi genç kız oldu, kimi, yağız bir delikanlı. Erguvan

dudaklı genç kızlar beyaz duvaklara büründü. Evlerde her akşam lambalar

yandı, lambalar söndü. Ay ışığı yeri gögü süslerken, sevgililer buluştular

gizlice, gür dallarının altında. Saatlerce yan yana oturdular, birbirlerine

sevgi dolu sözler fısıldadılar.Kah susarak, kah konuşarak sarıldılar

birbirlerine. Çınar gördü tüm bu oldu bittileri, sevgi dolu fısıltıları

dinledi. Yıldızlar ışıklarını gönderdi.Rüzgar yapraklarını okşadı. Neye

yarardı ki tüm bunlar! Zeytin gözlü çocuk gelmedikten sonra neye yarardı!.

 

 

Yine umuda yöneltmişti yüzünü dağlar. Havaya, suya ve toprağa cemre düşeli

epey olmuştu. Zeytin gözlü çocuksuz gelen kaçıncı bahardı bu! Dağlarda

kardelenler, ovalarda erik ağaçları, kırlarda papatyalar bir sevinçle

açıverdiler. Güneş; bahçeler, çiçekler, börtü böcek ısın ,yer- gök, çocuklar

şenlensin, bütün ağaçlar, bitkiler yeşersin diye, güneş gün boyu dikildi

tepelerinde.

 

 

Herşey zamanı gelince görevini en iyi bir şekilde yerine getirdi. Ne yağmur,

ne rüzgar, ne güneş, ne kar unutmadı çınarı.. Ama zeytin gözlü çocuk

gelmedi.

Bulutlar yere inip, kümelendi çınarın başında. Sonra yağmur olup, gözyaşı

gibi damladı çınarın dallarına, yapraklarına. Ki, koca çınar yeşersin diye.

Toprağın derinliklerine uzanan köklerine yağmur suları indirildi, beslensin

diye. Bahar rüzgarı, dallarına vurdu, çınarı kış uykusundan uyandırmak için.

Olmadı! Hiç biri yeterli olmadı bu çabaların. Çınar, yeşermedi. Çünkü eksik

olan bir şey vardi. O da, zeytin gözlü çocuktu....

 

 

Bir daha hiç bir bahar yeşermedi yaşlı çınar. Damarlarindaki can suyu

çekildi. Uçlarından başlayarak dalları, gövdesi kurudu. Artık kuru bir odun

parçasından farksızdı.

 

 

Aradan çok uzun bir zaman geçmişti. Bir gün koca bir adam geldi

Hollanda'dan, zeytin gözleriyle baktı uzun uzun ağaçların olduğu yere,

yapraklar yeşil yeşildi. Yıllardır ayrı kalmıştı ve yıllar sonra ancak

gelebilmişti çocukluğunun geçtiği bu yerlere.

 

 

Ağaçların dallarında yine kuşlar cıvıldıyordu, kelebekler uçuşuyordu

etrafında. Çınarını aradı yorgun gözleri, baharında eylülü yaşayan kanadı

kırık bir kuş gibi çırpındı, kalbini hüzünle dağladı, ağladı hülyalarına

siyah bulutlar inmişçesine… Bir demet kızıl karanfil bıraktı çınarın

koynuna, gülümsedi içi burkularak kurumuş yaşlı çınara, eğilip kulağına

fısıldadı 'seni seviyorum' dedi…

 

 

Ben dalları fırtınalarda kopmuş

yaslı ve yaşlı bir çınarım

binlerce acının ortasında yorgun ve yalnız

 

 

alnı gül işlemeli günler getir bana ey çocuk

hülyalı gülüşler

gözlerinle görmek istiyorum sabahı

dünyayı yüreğinle sarmak istiyorum

umutlu ve şen

 

 

ne zemheriler gördüm ben

ne fırtınalar geçirdim

çağının ışığıyla yak beni ey çocuk

çağının ışığıyla sar, üşüyorum

 

 

gövdemde kaç balta izi var

kaç kan lekesi alnımda

nice ihanetler gördüm ben

nice zulümler

 

 

üşüyorum

alnı gül işlemeli baharlar getir bana

umudu sevda kokan sabahlar

gözlerinle görmek istiyorum yarınları

dünyayı yüreğinle sarmak istiyorum

 

 

pınar seslerine kat

başak tanelerine koy

arıt beni günahlarımdan

lekesiz bir sevgiyle geçilir ancak ırmaklar

kocaman bir yürekle ey çocuk

beni yüreğinle sev, gözlerinle okşa

bırakma ellerimi n'olur

Bırakma ellerimi…

 

 

1995 caferli Erzincan

Gönderi tarihi:

Bir Mavi Denizdeyiz

 

 

Bir mavi denizdeyiz şimdi seninle

ak bir martı gibi umut ve sevinç yüklü gemimiz

mutluluk rüzgarları vuruyor yelkenlerimize

pupa yelken yol alıyoruz sabaha

güneşli günlere çıkıyoruz mavi gecelere

 

seninle

güzelliklerin el değmemiş ormanlarındayız

düşlenmemiş renklerin çılgınlığı var bakışlarımızda

kulaklarımıza binlerce kuş sesi dökülüyor

şiir cıvıltıları üşüşüyor saçlarımıza

sevgi çelenkleri örüyor zaman içimizdeki ışıltılardan

 

türkülerle beslenerek,

bir çiçek büyüyor tüm zamanların özlem bahçelerinden

bütün küskün çocuklardan bir çocuk gülümsüyor geleceğe

şarkılar bizim artık

şiirler bizim

sevdamızı tüm sevgilerin üstüne koyup

yelin suyla öpüştüğü kıyılara atıyoruz acılarımızı

 

kaldırıp duvağını gökyüzünün

öpüyorum tüm beyaz bulutları alnından

dudakların dolunay oluyor, gözlerin yıldız

ben uçuk mavideyim

seninle sokaklar dolusu mutluluk

çiçekler dolusu sevgi ekiyoruz güzelliğin doruklarına

maviler boyu martılar uçurarak gökyüzüne

 

bir adem hava faslındayız şimdi seninle

yeni bir rüya görüyoruz,

yeni bir bahar yeşeriyor tenlerimizde

yeni bir masalı yaşıyoruz şarkıların tılsımında

güneşi, mehtabı, yıldızları içiyoruz tüm pınarlardan

 

dudakların kalplere sığındığı bir adada

binbir arzuyla köpürüp kabarıyor sular

şiir’in yedirenk kumları vuruyor kıyılarımıza

 

bütün ihanetlerden arı, bütün çirkinliklerden uzak

mavilere tırmanıyoruz ince alımlı ayaklarıyla aşkın

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

 

 

Nuri Can

Gönderi tarihi:

gökyüzünde yeryüzünde

gün doğdu mu her gün ilk gün

her gün aydınlıktır

yoksa ümit

her yer loş karanlıktır

 

 

yar gurbette can yürekte

bir kafeste ne amansız

sonsuz ayrılıktır

geçmez zaman

her gece hep aynıdır

 

 

fırtınada ak ayazda

sürgün her yerde hep yalnızdır

gül açsa da kuş uçsa da

görmez dargındır

 

 

her durakta her uykuda

sürgün her nefeste yalnızdır

her şafakta her yudumda

hasret sancıdır

 

 

yol alsa da ses duysa da

dağ aşsa da her adım son

her an son adımdır

tek başına

yalnızlık bir yankıdır

 

 

yar gurbette can yürekte

bir kafeste ne amansız

sonsuz ayrılıktır

geçmez zaman

her gece hep aynıdır

 

 

fırtınada ak ayazda

sürgün her yerde hep yalnızdır

gül açsa da kuş uçsa da

görmez dargındır

 

 

her durakta her uykuda

sürgün her nefeste yalnızdır

her şafakta her yudumda

hasret sancıdır

 

zülfü livaneli

Gönderi tarihi:

Martı

 

Her vapur dumaninin ardina

yüregi sicak

bir insan sanip takilirken

tüyleri islanan bir marti oldugumu

hem azarlayan

hem de sirtima havlu koyan anneme anlatamam

 

Kanadim kirilsa da konmam

deniz kiyisindaki

hiçbir caminin minaresine

kubbeye tüneyen martilarin

keyiflerince uçmalarini bekleyen imam

ezani geç okudugu için sürülünce

bir dag köyüne

 

Birazcik daha sabredin diyorum

eski bir sokagin kivriminda

yolun iki ucunu gösteren

trafik aynalarina

hüzün modeli arabalar

kirilmamaniz için örgütleniyor

dolmus duraklarinda

 

Denize düsen bir gazetedeki

ölüm ilanindan ögrenirim

mendirege attigi çakiltasiyla

ürken martilarin

alkisa benzeyen kanat seslerini

selamlayan yasli adamin

unutulan bir tiyatrocu oldugunu

 

Gece yarisi söndürülünce isiklarini

kuytu bir iskelede

ne yaptigini görürüm

iki yakasi arasinda Istanbul'un

koltuklarinda günboyu

kadin kalçalarinin izlerini

biriktiren vapurun

 

Yanindan ayrilmam deniz fenerlerinin

fotografina benzemeyen

heykelleridir çünkü

idam sehpasina çikinca

asagida asilmasini bekleyenlerin

yüreklerindeki sivri kayaliklari

isigiyla aydinlatan devrimcinin

 

Uyandiririm çigliklarimla

kiyisinda karni aç yatan çocuklari

yiyecek aradigim kent çöplügünün

ama bir parça olsun

koparmam beyazligindan

bilirim ki Kiz Kulesi

dogum günü pastasidir özgürlügün!...

 

 

Sunay Akın

Gönderi tarihi:

Beyaz, İpek Gibi Yağdı Kar

 

Beyaz, ipek gibi yağdı kar

Bir kız kardan hafif adımlarıyla yürüyüp geçti hayal içinde

Arkadaşlarımı düşündüm, sevgili şeyleri

Sanki her şey bizimle var ve bizimle olacak

Şarkılar çaldı odalarda

Bütün insanları sevmek gerektiğini düşündüm

Düşmanlarımız dışında

Düşmanlarımız çünkü

Sevgiyi yok ettikleri için

Düşmanımız oldular-

Beyaz ipek gibi yağdı kar

Bir kız kardan hafif yüreğiyle

Geçip gitti güvercinleri anımsatarak.

Uzaktaki şehir

Uykuya dalmıştır şimdi.

Düşündüm bir bir

Kardeşlerimin ne yaptıklarını

Nihat

Uyumuyor olmalı.

-Nefis bir şarkı

Söylüyor yandaki odadaki kız

Bir Rus

Halk şarkısı.

Ve şimdi koroyla

Başladılar-

Nihat düşünüyordur

Karanlıkta.

-Sanırım

Bir saatten sonra

Hapishanede

Dışardan söndürüyorlar ışıkları-

Beyaz ipek gibi yağdı kar

Bir kız kelebek adımlarıyla

Geçip gitti karın üzerinden.

İnsanlar kendi şarkılarını

Kendi hayallerini taşıyorlar.

Çağdaş şarkılar

Gerekli onlara

Hem Hayatlarının

Derinliklerinden söz eden

Gerçekleştirilmiş

Gerçekleştirilmemiş duygularından,

Hem

Kavgayı ateşleyen

Somut

Anlaşılır

Akıllı şarkılar.

Beyaz, ipek gibi yağdı kar

Acılarla dolu bu dünyaya.

İnsafsızlık

Vahşet

Hala güçlü

Ve hala iktidarda.

İnsanlar

Ölüyorlar.

Gepgenç

Sımsıcak

Ölüyorlar

Sanki

Ölmüyorlarmış gibi.

Bir yandan sürüp gidiyor-

Hayat;

Bir yanda tel örgüler

Parmaklıklar.

Beyaz, ipek gibi yağdı kar

Yağdı kirpiklerine bir kızın

Yağdı mavi bir nehre

Saçlarıma yağdı

Otobüslere

Ağaçlara

Evlere.

İçimden okşadım onu.

Kelebek adımlarını

Yanımdan geçen kızın.

Herhangi bir kız

Hayalleri olan.

İstedim ki

Daha güzel

Olsun şu dünya.

İstedim ki

Beyaz

İpek gibi yağan karın altında

Bitsin artık

Bu sürüp giden alçaklıklar.

Bir bebek

Ölüm tehdidi altında yaşamasın

Beşiğinde.

Ve paramparça olmasın

Sımsıcak

Capcanlı

Yaşayıp giderken insanlar.

Bırakın, beyaz

İpek gibi yağan karın altında

Hayallerimiz olsun.

Yaşayalım

Özgür

Güzel

Düşünceli.

Anlatalım

Düşündüklerimizi birbirimize.

Sevinç egemen olsun her yerde

İnsanca

Bir kaygı.

Beyaz, ipek gibi yağdı kar.

Yağsın.

Dünya daha güzel olacak

İnanıyorum buna.

Bir insan kalbinin güzelliğine

Çocukluğuna

Sonsuz cesaretine, olanaklılığına

İnandığım kadar.

 

Ataol Behramoğlu

Gönderi tarihi:

AşK GüNCeSi

 

yağanlar kar değil,gülün yaprağı

varlığın bahardır kış bahçesinde

kirpiğin üşürse, yüreğim güneş

eritir buzları aşk güncesinde.

 

sarıdır bilesin ekim yaylası

belkide yeşerir,gitmez kalırsan

yoncamı saçına takasın gelir

sana 'ben' yakışır, bana sorarsan

 

 

gelmesi zor değil. topla bohçanı

bu nasıl telaştır yol öncesinde

bülbülün lal ise gönlüme yerleş

çözülür dilleri aşk güncesinde

 

şenlenir bilesin ekim yaylası

sevdama tutulup, gitmez kalırsan

giripte koynuma yatasın gelir

sana 'ben 'yakışır, bana sorarsan

 

Mine Özdemirtaş

Gönderi tarihi:

Ve Çocuğun Uyanışı böyle Başlamış

 

Gül kokuları çocukların kaburga kırıklarından geliyor

Acıyı ve insanlığı çocuklar

Böyle dayanılmaz kıldılar ve yeni suları

Onların bilgileri getirdi

Elleri önlerinde bağlı-duruşları

Omuzlarından göğüslerine doğru kıvrık ve yumulu

Yaşarlar ebedi göz ve ölümsüzlük aşısı yapan kitabı

Ki şimendifer

Nasıl peşinden koşturursa katarları yolcu kutularını

Oralarda civarda

Böcekler sürüngenler bulunan kırda

Dönen çember- toprakla çalkalanan çocukların önünde

Bir dev gezinir

Şimşek düşer

 

*

Ve balık yumurtaları

Ki onları balıklar

Suyun gencine bırakırlar

Ve suları da gezer ölüm

Çelikağ yok eder insan eliyle uzanarak

Hem balığı hem yumurtayı

Hem yumurtadaki balığı

Hem balıktaki yumurtayı.

 

Toprağa dikili göz neler bulmaz

İstese dağlar mı bulmaz

Sonsuz gebelik ölümü suçiçeği gibi döken hayat

Suları ve karaları uluyor birbirine

Erkekler kadınla donlarının altında harp cep kitapları

Dudaklarında verem çiçekleri uzaktan

Yakından aynı ve ayrı uluslardan

*

Genç bir adamdım

Tren uğurlardım

 

Eski ve yeni efendileri

Taç giyen şehzadenin karpuz gibi

Ya da gemilere açılan çelik bir köprü gibi

Serin kırmızı ve sıcağını bırakarak

İkiye bölüneceği haberini

Büyük olayları hava limanlarında zonklayan

Trenlerle ben yolladım

 

Parklarım vardı akşamları

Kapatırdım

Saati vurunca trenlerin beklenip gelmeyenlerin

 

Bıldırcın tüneli ve bir açık bir örtülü tren

Akşamsa hemen

Korkardım-bir kızeline tutunarak

Karşı komadan sarışın-onu dökülmüş yapraklara yayarak

Çıkarırdım yanağından ürkek şapkalı

Ve çantalı adamı

Yaklaşırdı ve sorardı

-Oralı mısınız oralıyım

-alın ve okuyun incil ve yohannaya göre

-misyoner misin değilim

-O hah ha

-Değilim ve okuyun yohannaya göre

İnsana olan sevgim-bodurluğuna kurnazlığına

Birden bilerek

İstasyon bir boşluk

Çünkü bir yok bir var

Trenler çehreler

*

Üçüncü hat koş üçüncü hat

Katlan elele katlandık ey Anna taş içinde heykelim

Yonttum yonttum taş bitti sen çıkmadın

Yanıldım avrupalanmakla çün bizde

Kadını kelimeyle kurarlar saklarlar örtülerle

Derken katar üstümüzdeki katardan çoğaldı

Sen burgu oldun içimin dağlarına tünele girdin

Strasburg akşamın karnında

Uslu çocuk olarak bekledi

Bianka boğazlanan boğanın önünde kaldı

İstersek durduruldu diyelim

Çünkü halklar vardı

Güvercin halkı

Meydan

Göz halkı

İnce doğranmış fransız halkı

Ey anna sen kalkan balığı

Kafa vurmayan fakat gövde vuran

Ağzın karnından biraz yukarda

Karnında bir anne yeni kız doğuruyor işaretleri

Kan gidişmeleri

Açık göğün önünde açık meydan halkları

Bianka kıvılcım

Ucu kendine kıvrılmış kılınç

 

Öpüşümüz gizli olmalı

Öpebilirsek uzanıp kaderlerimizden öpmeli

Sıcak gözyaşı ve şikayetle

Ağzı konuşmaz kılan

Ağzımızda

Dilimizi şişiren ayrılık bademi

*

Senin elin söyler

Avucunun toprağa değip donan çizgileri

Anlatır

İstasyon çayevini dolduran gebeyi

Dumanlı ve biraz her şey kokan gebeyi

Aşkın

Şişen bir yara gibi gelişip

İçimizden iki yolcu gibi gideceğini

 

Venedik birdenbire kavruldu

Nedensiz ve niçin

Çün korkunç

Ve savaşla gidiyorsun

Ama ancak sen

Vurulduktan sonra ve kurşun

Benden ayrıldı

Ve gittin

Ve dağ çöktü

*

Artık dayanamam

Yabancı isimlerin isim ebelerinin içinden

Yabancının ter kokusunun içinden

Yabancının buyruğuyla geçmeye

 

Ey toprağım kalkamadığım

Üs kimin üssü

Kime ait minare

 

Ey sen karşımda paylaşılan

Alna dudağa ve kalbe ayrılan

Sen aşkım sabah doğrulunca bağırdım

Geceleri sancınla kıvrandığım

 

Karanlığı itiyorum yine gelir

Sabahı seviyorum özlüyorum

Seni aydınlığa getirip anlıyorum

Daha sonra ışıksızlıkta anlamsız

Ve sancım var

İnceden ve derinden gözlüyorum

Çılgınlık ve inceliyorum

Kilom elli beş boy bir yetmiş üç

Sen kendime etiplikle eklediğim

Kanı benden canı ciğerimden alırdın

Aydınlıktın

Hep onarırdım eskiyenlerini güneşle

 

Ay gece görününce açar aylığını

Kurbanlar ve senin büyüklüğün dağınıklığın

Çünkü her bölgeni başka bir şehirde yaşadım

 

Küskünlüğünü aşk öncesi şehirde

Etinin lekelerini doğduğum şehirde

Korkularını ve yüksek korkmalarımla

Irmağı kapayan boydan boya

Suyu toprağa ilave eden şehirde

Gidişini özel olarak

Kalbimin bağışlandığı şehirde- en önce

Ayrılık vardı hep

 

Ay gece olunca pay eder ayrılığı

Ey güzelce yakalandığım

Mutlulukla sunulan

Bize bahşedilen armağan kılınan

Ayrılık sen ki

Aşkın ve sanatın

Durmadan doğumlar getiren anası

Hep orada gebe karınların dibinde içinde

Doğuma en yakı

Doğmadan gibi ve aralıksız doğarak

*

Böyleydi kuruluş yapı ve bizim ustalığımız

*

Fakat sen

Hep karşımda kalan

Ağzı ağzımdan alınan

Paylaşılmakta olan

*

Biz dördüncü Muratın kılıcının sivri ucunu tutuyoruz

Keskin yanında karılarımız ve çocuklarıyla

Hızla akan bir vatan tuttular

Aşkın ve birlikteliğin çatısını orda kurdular

 

Karılarımız her asrın insan güzelleri

İmkan bekçileri

Ağır arabalarla taşınan sancılarımız

Ağır tabanlarımız

Etten değil gibi az yiyen gövdemiz

Toprağın ürününe avuç açan karşı koyan

Yeri var olmayan bir lisanla bağlayan

Sıcağa ve nalın kıvılcımına gerçek isimler koyan

 

Irmak ve ırmağı süren yol

Biri uzağında kaldığımız

Öteki içine daldığımız

 

Buzul uzaksa ve beraberlik ateşi kucaklamışsa

Sabaha çıkmamız kolay

Güneşi bir mızrak boyu yükseltmemiz

Yabanı kolundan tutup germemiz

Alnına bir mıh

Sırtına bir yafta ekleyip göndermemiz

Yekin seslerindeki yanlışlığı düzeltip

Büyük doğrulamanın aklına geçmemiz

Yavuz boğalara benzeyecek

Ve sancı değiştiren hayvanlara

 

Küçük kahraman öğütlerle büyük esere

Bir mısramızdan girer

Bir çocuk avlusunda salıncaktaki çocukların

Anneleri ablaları sahilde çay içen evden konuşan

Gelecekle haberli yemiş tutan elleri

Şimdi salıncakta aynı anda

Bir fotoğrafta gibi

Her geçen anı bir fotoğraf olan çocukların

Altlarındaki toprağa

Öğütlerle büyük eser okları işaretleri

Düştükleri taşlara dizlerini kanatmak için

Biz açıyoruz

Ekonomik iktisat risaleleri

 

Her şey benzinle aşk ve ilkbahar bile

Barut ateşle harmanlandı

Kılıç nasıl deldi geçti ve çekildi

Ve nasıl kan göstermedi et

Tanrı adıyla renk değiştiren mavileşen ateşe

Örtü yayıp otururlar ateşten ateş ve yanmazlar

Güvercin teslimiyeti içinde

Bakın istiyorsak

 

Nasıl yıllarla sürüyor bir salise

Sabah bulantıları birlikte yatılan akşamlar

Kuşların yalnız uzanıp pencereden

 

Havaya alıştıkları saksıları kavrayıp uzaklaştıkları

O gökler ağaçların tulumba gibi çalışan özsu boruları

Sızıları tahta kulübelerin

Dağda tahta kulübelerin

*

Ateş için odun topladık

Ben makki ve beşimiz

Kısa ama kesin çağırarak

İçeriksiz coştuk hemen. Hey önce ateşin içinde ol

Hey önce alevin sıçrasın

Yüreğimizi kavra soluğumuzu başka yollardan geçir

Aynı an ayağa kalkındı

Doğranıldı

Nasıl söyler bir erkeğe bir kadın

Denize atılan bombanın

Balıklar delirttiğini

En zor sorunun yöneltildiği

Bir kadındı

Nasıl ki kelimesiz ve gözler olmadan

 

Renksiz bir iz seçiliyor

Belki karanlığın kendisi işaret veriyor

Saçların değişiyor

Karanlık tahta kulübe ve saçların

Hepsi bu hepsi bunlar

 

Özgürlüğü kur

Suyu dök yürek etlerimizi

Parçalanmalarımızı topla

Büyük ateş meydana yağmur getirdi

Gökteki kazan devrildi

Ağaçların gece aydınlığı

Duygunun canlılığı

Kıvrılıp eğilişi dalların hüznü ateşe

hüznü ateşe

hüznü ateşe tutuşu

Toprağı üzüntüden ayıklayışı

Sende kaybedebildiğim yani ey korkulu hayat

Taktığım tarafımızdan sevilen

Haklarımız esenliğimiz karanlığımız

Güzelliğin ellerin alnımla

Mızrağına seç önce seç kabarık alnımı

Fırlat kayaya kimliğini kişiliğini

Dişlerimin ortasına

Sar beni kumla ağaç kütükleriyle

Ki suyu geç beni kurula

 

Arkamdan rüzgâr seğirtiyor

Ellerim dağdaki kulübeden ses ediyor

Orman uğultular kurt ulumaları

Aşkın omurgan

Yapışkan

Yak beni çocuğumsuz

 

Senden ışıklandırılmış havuzlarımda

Ve gizli su yollarımda

Sözün ediliyor

 

O sen sen

Gölgemi bırak beni sürme

Ben benimleyim

 

İçim büyük sabırla haşlandı

İçim ey içim bu yolculuk nereye

Yine bir şehrin ölümünü başladır gibisin

*

Ve çocuğun uykusu böyle başladı

Çünkü yeni bir çocuk uyanacaktır

 

Ey ana

Parkları çocuğunla eş doğurdun

Çimenleri mutlu kıldın

 

Bayrakların sularda aktı

Pulatın

İnce ve yumuşak saçın

Yaralı ağzın

 

Mutlu kılan çocuk

Çimene düşen yaprakları

 

Kadın sen tattın

Babanınkine benzeyen

Çocuğun böbreğindeki katlar.

*

Gün gelişini açıkladı

Sen kapanan gözü açıkla

Karısına arabayla tabut taşıyan adamı

Güzel yontulmuş ve parlak sarıları olan kadını

Yeni bir çocuk planı yapan

Yeni ve ölümü de transfer eden aileyi

 

Nalçayı yiyince nasıl çöküyorsun yere

Nasıl dumanını üfürürken ve solarken ciğerlerime

Düşten yıkanıp ava değil çocuğa yatıyorum

Değil vurmaya ve rastlantıya

Değil hülyalanıp dalgalanmaya

Çıkara değil kedi gibi sokulup ayartmasına

Değil sarı demire

Değil söylev'e asla değil aştım gitti yirmi dokuz yıl önce ölenleri

 

Nalçayı yedikçe nasıl çöktüm yere

Zorla ezilenin zorlu öldürmesi olur

Fabrikanın kasıklarını ovan işçilerin

Hak dünyasında hastalanırım olağandır

Neden mi şimdi tepilebilirim

Maden ocaklarına dinamit yerine

 

Bir hakkın düşmanıyla kucaklaşıyorsam

Sök beni yeniden şakağıma it ellerimi

Bileklerime aklım aksın

Damarlarımı lif lif denetle çöz gözümün perdelerini

Trenleri uzlaştır sulh fenerlerini yak

Nerede olursan ol kim olursam olayım

 

Sesimi bir dağ zannet

Irmağa ver haberi

Yangına doğru sürünen haberi

Güneş beni saklar

Sen alnımdaki dumanı kazı

Kemiğinin geleceğini düşün beni yont alıştır

 

Sararan örtü cafe müller

Gırtlakta sarı halka

Esirlik ve kendinden kayma halkası

Yalnızlığın çarmıhı dere balıklarının ilanı

Çarmıh yaylı ve değişken

Karın çarmıhı belkemiği ve baldırın

Karnımız ayrı sancılardan kaymış

Yeşil ya da yeşil olmayan çocuğun ağzından çoğaltılmış

*

Ey gece sen de aldatıldın

Sana da tuzak kurdu yüzü güneş parıltılı kız

 

Rosemariegirbach

*

Gidip bilmediğin kentlerin

Böğrünü delen harp mikkaplarını gördüm

Kartpostal tüccarlarını

Kilise ortak Pazar birlik orak çekiç

Ve asya ve afrikaya ayak atma postallarını

 

Ve kimseyi göstermeyen aynaları

 

Ve bir istasyonda

Hatta önemsiz bir memurun yakınında

İçinden asya çıkan bir balya

 

Geleceği

Ormana terketmeyi dener gibi yeni doğan çocuğu

Ananın karın bulaşıklarını arıtmadan

Çalıları ve topraklaşan yaprakların içine

Alabildiğine

Gevşeyip bırakılmış gerginliğin ortasına iterek

Geleceği ormana iter gibi ormana iterek

Meleklerin hayatını yaşamaya

Gidelim sizinle kendinde insan olmadan

Kimseyi insanlamadan yaşamaya

Sıcak kayayı arayan iki tavşan gibi

Evleri korkutmadan uluyan kurtlar gibi

Bellemeden

Etle bilinçlemeden

Evdeki sevinci kırgınlığı ballanan üzümleri

Bilmeden aşkı ve aşk benzerini

Çocuk sesinin düzlüğünü arayan bir çeşit insan gibi

 

Görevi bu olarak

Yalnızlığımızı sessizce ortaya koyalım

Erkekçe sessiz ve erkekçe

Kiminki sahipse ölümü o karşılasın

Ağırlasın

 

Ayaklarım ağrıdı güvercin izlemekten

Onun başının önündeydi alevli sancak

Elimi ve kalbimi uzattım

Eriştim tanrıya çağırma kuleli evin

Bekleyen güvercinine

Güneşi ayı ve yeryüzünü bütün şekilleriyle

Bir kutlu çehrenin emrine kul bildim

Bilesiniz

Ona döndürüleceksiniz

 

Ve başı yeşil hâleyle çevrilen

Yüzünde tarihten ve gelecekten bir renk beliren

Atmacanın pençesinde atmacayı kendinden geçiren

Bir güvercin ki ne gören olmuş

Ne işiten

 

Bir sabah bir çeşit güvercin fırtınasıydı sur önünde

Gözleri burçlara

Bayrak tebdiline dikilmiş bir kartalın

Buyruğundan hızlanarak

Bir kartaldı gözünü burçlara dikmiş

Döşü surları geriletmiş

Durur güvercinlerin en önünde

 

Emrolundu. Haliç bir yılan gibi yönelip

Soktu Kayser'i

 

Zaman bir takla attı

Zaman bir takla daha attı

 

Zaman altında kalan

Çıplak boynu hançer kuşattı

Başı sülük ağızlarında

Ayakları boşlukta çırpınan

Bir millettik artık

 

Güvercin

Merhamet kılınçlarını toplayabildi ancak

 

Camide toplantı var davranın

Aşkı denetleyen güvercinler

Kılınçlar eskinin habercileri

Keskin bekçiler

Bildiriciler.

 

Bu iç çığlıkla

Yürürken üstüne bir mısır habbesinin

Yeni yorum yatırımcıları

Ve büyük doğrulma günüyle

Bir aliterasyon olan güvercin

 

Dansöz kalkışlı güvercin

Gel. Sen gelince

Azap çıkacak her evden

Gidecek kendi evine

 

Organlar sizinle benim savaşım

Ben ahretim

Ahret yere gebedir

 

Sizinle hep beraberim

Dağı tutmuştunuz kalbinizden geçendim

Güzel duydunuz ve durduruldum

Atımı atınız büyüledi

Okyanus everesti nişanlayıp durdu

Çünkü etin ötesinde

Bir şey değildi everest ve okyanus

 

Korkunun yüzüne ayna konmuş gibi

Başkayım sizinle

Aynayı eline alan korkuyu bilir

Çün korku etin içinden yekinir

 

Hep koşmaklayız kitabın onayıylayız

Tarlayı çok severiz. Yaradan

Lokma lokma bölmüş isteyenlere

Karından gelenlere

Ve karna gelenlere

*

Aşkı cambazımız aldı

Tokmak kırıldı

Kapının çatlağı esner

Gözetleyen göz şişer küçülür

Et aralığından görmeyi dileyince.

 

Duyulur iç ses

Uyan ey kaplumbağa kelimeyi kımıldat

Çünkü kıyamet sezilsin otobüs devrilsin

Kımıldat kanlarını

Koşanın yıldırım gibi duranın

Susanın ve dağlarla konuşanın

Kendiyle

Dağları konuşturanın

Aklı çok kez hançerce bulunduranın

Kendini sürü için öldürüp

Sürüyü çobansız bırakan çobanın

Hep içilmez sulara varan koyunların

Mermerin namütenahi bekleyen kayanın

İçinden hata edilerek çıkarılanların

 

İnsan yüzleri

Çömelmiş inleyen ve içgüdü şekilleri

Yaralar kan akmayan

Kanla işi olmayan

Taştan çıkanın ve çıkaranın birlikte söylevleri

İnsan sanatı çığlıkları

(bir yerde onlarlayım)

Öpülerek topuğu parlatılan tuncun

Günah anlatılan karanlıkların

'Enriko istersen anlat önce sonra işel'

 

O dağlar güvercinin yabanına yuvadır

Hiç solunmamış bir hava üfler rüzgâr

Dünya sürü yürüdükçe döner

Çoban sürü için ölmez gelecek sürüler için

Yaşamağa bakar

Kısa süren bir hatıra değildir toplum

 

Mısır taneli çocuk avuçları

Fotoğrafını çek günahların

Tövbeleri yıldırımla yayınla yine de

 

Esmeri

Karayı

Kızıl ve sarıyı bir tutanı

Benden aldın

 

Buruşmaz entarisi İstanbulun entarisi buruşmaz entarisi

Maraşın seferde

Fakat İstanbul ve Maraş

Fakat Maraşın

Her kurban arayışında

Fazla davrandım ben

Yangına uğradım

Kara bir moloza ayrıldım

Bazen marsık sanıldım

 

Maraşın her kahraman kurban arayışında

Ve bulup sunuşunda

Mutlaka bir işareti vardı

Bayram çöreklerini tuzundan yağından anlayışın

Sertçe düşmanca gibi tokça kucaklanışın

Harbeder gibi sevişin

 

Mesela adil erdem aynı silahla mücehhezdi

 

Üstümüzden aynı katar geçti

Mutluluğumuz anlaşılsın yıkıldık

Toprağa yayıldık ve büyüdük

Çünkü topraktan ancak böyle geçtik

*

Kızlar burgulu

Etlerinde tahta kıymıkları karınca yığınları

Alabildiğine açılmış bir organ

Bir gramofon

Geniş ağızlı

 

Her adımlarını bildiğimiz

Hangi yörüngeyi güttüklerini

Hangi suyu geçtiklerini

Ne çeşit bir şölenden koyulduklarını

Çünkü sokağı aman nasıl eğilerek geçiyorlar

Hangi tahta kapıdan çıktıklarını

Zenginini ve bulgurla su içenini

Ellerinin çatlaklarını yine krem sürülenini

Göğüslerinin bakımını tahta sütyenlerini

Ocaktaki dumanın yaktığı sapladığı göz sürmelerini

 

Çünkü kara dumanlı ocak

Ve sürmeydi

 

Sürmeyi niye çekmeli

Sürmeyi çekmeli mi

 

-Annen ne söyledi

-(Elmanın yarısını kardeşin yesin)

Kardeşin yesin anne yemesin mi

 

Elmayı yemiyorsun bir

Ve öyle sıkılıyorsun ki elma ölecek

Ne sen yiyeceksin

Ne kardeşin ne annen

 

Bu evde yılanı yine değiştirmemişler

Baba ana ve kardeşler

Aynı odada soluyorlar

Oda şişip iniyor

Dışarıdan bakınca odaya

Duvarları kıvrılan oda

Özel bir korku ve kuşkuyla irkilerek

Tehlikenin hayvanları yönünden

Boğularak

Yılandan gizli işaret alarak

Göz kırpar gibi yapıp uluyor

Oda uluyor

 

Yılan göz kaş işareti

Konuşmayan hiçbir şey yapmayan

 

Başını yılandan çevri yemek taşmasın

Başını yılandan çevri kuyu yakın

Başını yılandan çevir unutma babayı yürekte tut

Baba dağ ve balta

 

Anne

Kolundan koynunda karnında çocuklar

Gitti pazara dolandı çığlık beğendi

 

Anne eve dönünce

Anne eve dönecek

 

Ölün bilinecek küçük ölün

Mahalle daracık bilinecek

 

Alçak duvar ötesinde ölün tahta sıcak su

Ve odun kokusu

Kabre akıtılan sabunlu suyu

(Yolun burasında coşkuyla karşı ko)

Nasıl ki beyninden apartman fışkıran mimarın

Yaşamın öte yarısı

Burçları gezer

Kutup yıldızından söz eder

 

Gök çoğalınca

Göğe açılan göz kapanınca

Beni duyacak anlamayacaksın

 

Bunlar hep senin ölün

Bir yerinde yatağa sığmayan çocukların

Suçları bir atmacayla alınan çobanların

 

Her şey karıştı çünkü öldün

Artık kimse bulamaz kendini

Eller birbirinin içinde

Senin ölmüş elin yapışır

Benim tetiğimin üzerine

*

Silah benim tetik bende koşanadek kurşun benim

Parmak senin et senin güç senin

İrade kimde

Benim elim hangi köpeğin içinde

Dişleri birbirine geçmiş bileğimde

İlk tıraşını olan gencin

Jileti kemiğin iliğinde

-Kan seli

-Tetik kan seli

Hedef nerde kız mı erkek mi

Dünya çekirdeği mi

Yeryüzü ateşi mi

Şehvetin ya da nur içinde birleşmenin

Satan'ın içinde beklerken her şeyi önceden kestirenin

Çünkü şarttı bir kere

Ölümle yan yana şeytanın içinde durmak

 

Karnından geçmek

Bir lambayı bekleyen makkinin

Öpüşünü kanla bekleyen

En küçük kilisede çarmıha çekilen

Dom'un üç asrın

Kana kan koyup

Yücelttiği abesin

Galerisi insan ve heykel ve resim ve kezzap galerisi

 

At gözü oyuk

Heykel atın içinde

Çünkü at büyük heykel

Sürücünün içinde on aziz birkaç isa yezus hiristus

 

Yüz bin haç

Atın ayağında bir nalbant heykeli

Nalın içide bir at benzeri

Karşılıklı uyuşan iki arslan

Biri dişi diğeri dişi

Yuvarlak yalanmış ve parlatılmış derileri

Ki karpuz yenmiş gibi

Goldah karpuz

Kalf karpuz

Anna karpuzun çekirdeki

Frankrayh şu dağın ardındaki dağ

*

Düşmanın kim onu anlat

Mişel'i hatırlat alnımı uğraştır

Kalbine plânlı ve

Avrupa bir duvarın taşları dizilen mişeli

Saçlarına çocuk kuşları konmaz

Çocuk uçmaz dallarından. İçinden yanında

Boy tüfeği patlatsan

Tuzaklı

Hatırlat mişeli mişeli

İçinden hep bir kuşku tankeri

Bir petrol tankeri namıyla yol alır

Pergel petrol

Borusu motorun icadı

Aşkın feda bayramı cenaze şekli

Boyuna hatırlat

Yoksa olur ki unuta kalırım esmerliğimi

 

Telefon

-Görünüşünüz nasıl

-Yorgun uyanırken ve gittikçe diri ve daha esmer

 

Tanımadığım kentin

Ağırlık merkezine alındım

Taşıtlar grevler insan böğürmeleri

Alış verişler

Şapka seçerken birden çocuk doğuruyorlar

Baba oyundan çağrılan çocuklar gibi isteksizdir

Ya da bırakır kürekleri denizin üstüne

Suda kayan cilalı bir taş gibi seğirtir

*

Her doğan çocukla orada

Birlikte. Daha yeryüzüne bakınamadan

Kırbaçlanırız uyumaya. Anakarnı yorgunluğumuz alınmadan

Vurulur kollarımıza ve. Çarpılır dizimiz dizime

 

Her doğan çocuk

Bir ertelenmeydi analarca bağlanarak memelere

(Artık sigara içmeyeceğim artık

Koyun gütmeyeceğim)

Meşgul uğraşır azar altında bile uyurken de

Uykusundan silkelenip irileşmeye hamle elleri ve duramadan

Yan beşiktekinin yüzüne gölgesini indirerek

Bir gün önceki bedenini

Kaybedilmiş bir okul eşyası gibi özleyerek

 

Her doğdu

Bir ölendi

 

Mayland uzun yüzlü bir kız resmi

Hani şu hep

Selamlaşıp geçerdik

Uzun yüzlü kızlar çizen ressamla

Aklımı anlat gönlümü kazandır

Benden beni çıkar bakalım kalacak mıyım

Üstüme beni koy bir de

Gözle dayana bilecek miyim

Yoksa hemen bir kez daha bütünle bende beni

Özümü kullan

Çünkü aşktır

Beyaz bir sanattır

*

Evlerin dışında

Çünkü böyle oldu

 

Pencereden uzanan başın dışında

Günâhın ve sevabın

 

Merkezinde hem tanımadığım

Alışmadığım bir sistem gitgelinde

Boyuna sırtımdan ve kafamın arkasından delindiğimi

Oynuyorum ve rolümü. Oyun çarkının boşuna döndüğünü

Seyircilerden bir kadın olgun ve eteçalan

Çıplak. Eşyadan ve odanın kapamasından

Her an biraz daha soyunarak

Yatağında

Çivilenmeden gerilmiş çarmıha gibi yatan

 

Anlıyorum oyun çarkının kendine döndüğünü

Ölümün

Saklanacağı kalmayan av hayvanı gibi

Avcısına göründüğünü

Ah anlıyorum

Çünkü annanın

Anlaşılmaz bir gözaldanımıyla

İçimde bir gemi batırıp döndüğünü

 

Unutmadı

Yanlışlıkla

Onlara:

Beni unutmayacaksınız

*

Anlat kızın ekmek tutuşunu

İçimdeki soylu kişiden utanışını

Annayı tutarken balık tutuyorum

Ekvator ağzıyla kolumu buzdan denize indirmişim

Kız içimde bir sarmaşık kelimesiyle büyürken

Arada bir kanla uslayıp

Seni anıyorum

-ey eski sevdiklerim-

 

Sizi şaşırtıyorum. Sanatım

Fakat ben korkutuldum

*

Şatoya bağlanan tahta köprüde beynim

Ağırlaşmış dalmışım

Güneş doğmuş işte böyle. Taş ısınmış ısınmış

Nerdeyse belleğinden kan ürperten

Bir sipahi sureti

 

Aşka ne zaman veda

Demiş ki bu topraklar

Boyuna kiliselere taşıyorlar otobüslerle. Isınamıyorum.

VE baden Baden'de kaçtım

Başka bir kiliseye

gittim. Hafifçe.

Çok ve canlı renkli süslemelerden az ürpererek

 

Dost için yani dosto için

Dönerken

Kule yerine

Küreye yakın parlak başlıklarına dönüp baktım

 

Dosto Badende

Ve kumar da oynardı

Bir çocuğun. Hırsla. Bir taşı.

Atışı gibi. Dikine.

 

Kapa perdeyi kapa köprüyü

Ve şatonun ta kendisini

İnce bedenin mühürlenişini

Tüfek mahzenini

Sevginin tiklerini aort deliklerini

Duvarda asırlardır dinlenemeyen

Dört işkence resminin

 

Takip tutuklanma işkence

Ve tahta kurulan işkenceli etin

Bin dokuz yüz 77 yıl

Yenilen içilen kan ve etin

Yarı açılan mor pelerinin

Çizgi - kan

Çizgiler ve kanın

Başta yer yer kemiğe batan tacın

Dört resmin dört korkunç dakikanın

İri jestlerini anlıyorum

 

Makkiyi hayır

Sigridi tren getirdi

Tren götürdü

Yedi

*

Duruşu kımıldanışı

Mağrur tavırları olan

Çünkü o güzel kelimelerle ağırlanan

 

Göllerin beşiği toprak eğrisi

At yiyen ejderdi

Tılsım

Karıncanın kölesi

 

At köpeğin kuruyan ölüsünü

Minderi düzelt

Baklava kırıntılarını

Ana babanın kol gezdiği koruduğu pencere kıyılarını

Mutfak ve yüznumara korolarını

Yatak ameliyatlarını cinsiyet taslarını

An binlerce yıllık olan et kabartmalarını

 

Pervaz ve şimdi

Büyük taraçalarda doğuruyorlar

Kol bakımı bilek ve dizkapağı bakımı

Gebelik ve sancı limonlukları

Sıcağa karşı ay ışığı

Yelpaze atkı palan

Acılar yer delen sinir göğü tırmalayan

Kutlu sevinç giysileri yalayan

Ve yağmur suyunu

Havuza koyan ırgat olarak

 

Anlat insanda ölümsüz olmak yaprağının

Hangi ağacın kıvranışı olduğunu

Güzün hazırladığı insan yavrularını

Kışın insan yeteneklerini

Baharın insan olanaklarını

Anlat durmadan

 

Hurmayı anlat dala uzanan

Tüylü kalın dudağa anlat

Yaban elmayla eriği

Aşıyı

Elmanın gelinliğini geyiğin baskın güveyliğini

Atlı karıncayı

Lunaparkta bir hayvan olan

 

Atlı karınca bir hayvansa

'İsa ağladı'

Kuzeyde ses kalmadı

Alnımız buz dondu gece

Aksın. Gündüz karıştırılmasın

Ah sade bir gün yaşasak

Dal dal - Kitap bil

Lord kimin lordu hangi mabedin

Sinonimi

İkisi duman tütsü su rengi

Perde kıllı el korku

Bölüşmek kekelemek

Donup kal - Aklımı al

 

Durmaz bilmez yaşamakla

Senin yaşamın nereye kadar ne yana böyle benimki

Can kamaram

Yalnız göğsüm değil

Hayat var kaçıp bıraktığım zamanlarda da

Ölmek koşup varmak mıdır oralara

Soluğunu yatıştırarak

Perdeyi aralayıp girmeden çiçekli ovalara

Ah kıra gitmek böyle zor olmasa

Ellerimiz ısınan ocakta - Tabakta ziyafet tasında

Kızartılmış bir keklik

Paslı ve kükürt salyalı bir ağızla

Tatlılıkla ololki

Ölünü gebeliğini morarmışlığını

Etin devinme sanatını

Bilesin yuvarlak akasın akşam olunca

Yuvarlak akşam akşam

Serçenin girdiği dolap

 

Şehri –ey canım- uçtan hayvan kuşları olarak yukarıdan

Devgözüyle - bakışı görüyorsun

Süzül. Kanatlar arasından

Uzanan boynunla evleri ara ikizleri araştır

Ren'in çamurlu suyundan bir gümüş iplik bük

Sür yeryüzü hamuruna

Ki orda

Bir yılan renkli başını onarır

Kuyruğunu ağrı dağında yakala

 

Ekmek paketini çıkar kuşlar çağrılsın

Kirazın yuvarlağı gibi yanağın

Bir güçlü böceğin ki gibi alnın

Otalara yayılmış çıplaklığında bir uçuç böceği

Yanından dikine toprağa iniyor

Ekmeği göğsünden ufala kuşlar çağrıldı

Tutulmuş ve öyle güzelken

Korkarak. Ağaçların arasında dolanan cin

 

Sen misin -Ama içim Eyiçim

 

Kara başımı tutup kara başımı

Şu suyun insanını güttüğüm vakit

Göğsümü asya bir edayla gerdiğim vakit

Hem barışmak ne demek kendimle

'Sen yoksan mekan yok zaman belli değil' dediğim vakit

Sen ölçebilirsin ancak sesimdeki beygirimsiliği

Çün bu çamur

Şu yaşamı bulandıran su

Donyüzlü rahibe şu

Şu ev ki ev

Ve o karanlıkta cin

Ve ormandaki dev

 

Oysa melodim

Ne güzel. sözlerim ne tatlı

 

Kuşkusuz. Yanımda olaydın

Testiyi deler ırmağı temizlerdik

Avucumuzla buz gibi içer

Bileğimizden akan toprağa düşerdi

*

Ve şimdi

Anlat bana ey can tatlısı kız ki

Çünkü ben ödevliyim yinelemeye

Eskiçağ ozanlarının ağız toplantısını

Anlat bana gönüllerindeki bağ bozumunu

Hep şarkı sancıyan dizelerini

Kocamış dumanı ve is yüklü tavan direklerinin

Arasından destanlara sarkan yılanı

Kapıdaki baharı yaprak selini sarı kanaryayı

Ölümsüzlüğün karyığınını - granityığınını - suyığınını

Anlat durmadan

 

Oğlu teketek öldüren babanın

Oğula mızrağın ucuyla

Gürzün kılıcın kıyımıyla ad koyan babanın

Anlat bize içinde koşan atların

Hangi koşudan kaçtıklarını

Yani ilkel

Ya da kültürle deşilmiş olmanın

Anlat durmadan anlat oğulun

Gençliğin

Yarısı akan yarısı mezara konan kanın

Genç ve geniş bir yaradan

Hem babanın elinden mızrakla

Ve baltayla açılmış yara'dan

Şefkat ve müthiş bir dikkatle

Ve müthiş bir hayranlıkla

Şövalyelik adına açılmış yara'dan

/Huysuz kan sonuna dek akar düşünürüz/

 

Anlat ki ey can tatlısı kız

Babanın cesedi bir türlü toprağa atamadığını

Yine de kanın sonuna dek akmadığını

Anlat

Babanın can elmas'ıyla kesilen oğulu

Aydınlığa sun

Toprağa sözü olan kanın

Neden sonuna dek akmadığını

 

Karşılık verir

Can tatlısı kızlar korosu:

 

OĞUL MIZRAK KESKİN GENÇ

Oğul genç mızrak keskin

BABA DİNÇ YAŞLI MIZRAK AKILSIZ

Oğul baba

MIZRAK BABA

ÖLÜM baba

Ölüm Oğul Mızrak

Ölüm Baba Mızrak

OĞUL MIZRAK baba ÖLÜM

 

Kan ŞAŞIRDI KAN Şaşırdı

 

Genç cesedin

Ölüm gölünün başında

Diz çökmüş olan baba

Hınç ayırdı

Hayret ve üzgünlük şerbeti

Ve abes ayırdı

Çok yıl sonraki tanrıtanımaz savaşlara

Ve yenilip ve yenip dönerken ordu

Neyi algılarsa çiftleşip çoğalmaktan

 

Babanın yüreği ordu yüreği

/Zırhını kırdı/

Narası göğe vurdu

Daha gür bir ses duyuldu

Belki bir melek gülümsedi

Çünkü sıyrıldı gergefi dizinden

Belki ayağının dibine vuran sesten

 

Ey baba

Kılıcını toprağa gizle

Gizledi

Kendini kınamak için çıkardı gerektikçe

Yüzünü sarartıp karartmak için

Ve düşüncenin kavurması geldikçe

 

Çünkü bir serçenin diliyle gelmiyordu düşünce

Beyaz güvercinin

Bir ilkbahar gencinin güz güneşinin

Taşı heykelleştiren eğilimin

Su taşıyan kedi seven uykunun altına geçen döşeğin

Erkeği kadında koşturan geleneğin

Kızlıkta açan çiçeklerin

Sevişen fillerin

Uyuyan çocuk ellerin

Karaya vuran geminin

Yemeğe hazır eden annenin

... Yalvaran dilin diliyle

Gelmiyordu düşünce

Geliyordu düşünce

Ateş kuşunun gagasında

 

Çünkü soyluluğun ağırlaştı baba

Bir'din ordu oldun

Zamanın bir gerisine bir ilerisine

Son dünya savaşının eşiğine serildin

Çocuğu vururken çekilen işkencenin

Beşiğine

Baba Çocuk

Azap Sancak

 

Baba genişledi nalbandı bildi

Toprağın içinde oğulun ölümü

Arttıkça ve gezdikçe denizlerin dibini

Çünkü ölüm artık canlı oldu

Nasıl kuduran boğa canlıysa

Ve bir şeye koşarsa

 

Baba açığa çıkan kandan yedi

Gezdi yeryüzünü

Hayvan alım satım yerlerini

Anneyi annenin ayak diplerini

Karıncanın ölmez gelenekçiliğini

Hayvanları şartlayıp

Şatoları kefenleyip

Ahırları koyunları

Gördü baba gezdi baba

Oğulun taş benzerlerini

Nasıl ki oğulun ölümü

/Eli babanın derisinde/

bir gerisinde bir ilerisinde

arttıkça ve gezdikçe suların dibini

 

Baba devşirdi bir ana

Ki yüreğinin altında

Bir et kordonla tutan

Oğulu delmeyecek olan babayı

 

Cahit Zarifoğlu

Gönderi tarihi:

Umutları yarınlara taşıyorum

 

Umutları yarınlara taşıyorum

Bu gece mutsuzluğun son gecesi.

Menekşeler,laleler,karanfiller

Sevginin tüm çiçeklerini ekiyorum bahçeme.

Yapraklarını okşuyorum

Kadife yumuşaklığındaki ellerimle.

Hiç kırmadan,koparmadan

Bir vazoya koymadan

Dalında kokluyorum,sevginin sıcaklığıyla.

Umutları yarınlara taşıyorum bu gecedan

Gecenin o karanlık yüzüne aldırmadan.

Uykuya dalıp

Kabusunu yaşasamda yaşadıklarımın

Umudun güneşini,sabah olmadan da göreceğim.

Ne yaşlandığıma ağlayacağım,

Nede ağaran saçlarıma yanacağım.

Umutları yarınlara taşıyorum

Geçmişin kaybolmuşlarına kahrolmayacağım.

Mutluluğun,sevginin adını yarınlar koydum

Nefes aldığım her yarının sabahında

Bir başka güzel

Bir başka mutlu uyanacağım.

Umutları yarınlara taşıyorum bu geceden

Sevgilerin yarınlara

Sevgilere merhaba dediğim bu yürekten.

19/02/2003.

 

Erdal Ay

Gönderi tarihi:

HASRET

Denize dönmek istiyorum!

Mavi aynasında suların:

boy verip görünmek istiyorum!

Denize dönmek istiyorum!

 

Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider!

Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.

Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.

Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;

Ben sularda batan bir ışık gibi

sularda sönmek istiyorum!

Denize dönmek istiyorum!

Denize dönmek istiyorum!

 

 

Nazım Hikmet

Gönderi tarihi:

BİR ALIP BİR SATICI GÖNÜL

Düştüm bir öylesi çekilmez derde,

Ne ölümü düşünürdüm, ne yaşamak korkusu,

Ne sır aradım herşeyde, ne gariplik var serde,

Ne kara sevda, ne sevmek ne sevilmek arzusu

Artık her şarkı dokunur bana bu şehirde.

Hasret nedir bilmezken o kadar

Şimdi, her an, her yerde gurbetteyim.

Çünkü daha görmediğim güzellikler var,

Öyle bir yürek koymuşlarki içime neyleyim,

Her yere gönlümü vermeden geçemem dostlar!

Ben deli miyim bilmem mi neler ettigimi.

Bir han köşesinde yatmayınan Kerem diyorlar,

Ne tuhaf bu insanlar derdini dökmeyinen

Çaresiz derde bulunmaz merhem diyorlar,

 

Ah.. bir alıp satıcı gönlüm var gezer çarşı çarşı,

Başım güneşe düşmüş yanmayı öğrenir.

Nolur böyle duradursun cama güneşe karşı,

Gönül heryerde bir kardeşim güzel heryerde bir..

 

 

Enver Gökçe

Gönderi tarihi:

BEKLE BENİ

Kış kıyamet bir gün

bakarsın çıkıp gelmişim

varsın azgınlaşsın tipi

ve uğuldayadursun

dışardaki rüzgâr

Sakın şaşırma küçüğüm

üşümüş bir serçe gibi

titremesin ellerin

apansız çıkıp geleceğim

kış kıyamet de olsa bir gün

Uğuldayan bu rüzgâr

bu delice yağan kar

ürkütmesin seni

direnmektir artık

bekleyişin öbür adı

Sen türküler söyle

ve gülümse küçüğüm

çünkü sesinin

ırmağıyla yeşerecek

hasretin bozkırları

Bekle beni küçüğüm

umudu karartmadan

sevinci yitirmeden bekle

döneceğim bir gün elbet

bekle beni küçüğüm

 

Ahmet Telli

Gönderi tarihi:
Ve Çocuğun Uyanışı böyle Başlamış

 

Ki yüreğinin altında

Bir et kordonla tutan

Oğulu delmeyecek olan babayı

 

Cahit Zarifoğlu

 

:crying: çok güzelmiş..teşekkür ederim.. :clover:

ıslığımızı bırakıyoruz

boğazlı kazaklarımızı

okuduğumuz kitapları

başka gizlere,başka kalplere

başka zamanlar onarsın diye

zamanın bizden kemirdiklerini

tanıdık dünyanın derinliklerine

benzeyen gözlerimizde

tek yaş kaldı : yaşlılık

bundan böyle

 

murathan mungan

Gönderi tarihi:

Gözlerinle açılırsın dünyaya

Gözlerinle kapanırsın

Güzelliğin yarısı enerjidir

Sen kendinle sınırlısın

 

Görüntüler ülkesinde

bir sürü insan

Hep miş gibi, hep mış gibi

Bakınıyorlar, konuşuyorlar

Hep miş gibi...

 

Değişimler ortasında

Kendini bir yere koyamazsın

Tanıdık bir şey sıcacık bir şey

Ararsın bulamazsın

 

Görüntüler ülkesinde

Acımıyorlar acıtıyorlar

Hep miş gibi hep mış gibi

Bakınıyorlar konuşuyorlar

Hep miş gibi...

 

Sadece bir asır önce gibi

Sokaklar caddeler aynı değil sanki

Sen uyumsuz yabancı

Dört duvar arasında ürkek endişeli

 

Murat Köseoğlu

Gönderi tarihi:
:crying: çok güzelmiş..teşekkür ederim.. :clover:

ıslığımızı bırakıyoruz

boğazlı kazaklarımızı

okuduğumuz kitapları

başka gizlere,başka kalplere

başka zamanlar onarsın diye

zamanın bizden kemirdiklerini

tanıdık dünyanın derinliklerine

benzeyen gözlerimizde

tek yaş kaldı : yaşlılık

bundan böyle

 

murathan mungan

 

 

sizin yüreğiniz güzel

 

GÜL'E YEL DEĞDİ

Gül'e yel değdi

Güneş olursa

Can'a ten değdi

Ateş olursa

 

Oy beni kanlar otağı

Oy beni dertler ortağı toprak

 

Bir bak şu göğe

Umut doludur

Bulandı kana

Zulüm yoludur

 

Hasret gültekin

Gönderi tarihi:

İNSAN ÖMRÜNÜ

 

Bir insan ömrünü neye vermeli

Harcanıp gidiyor ömür dediğin

Yolda kalan da bir yürüyen de bir

Harcanıp gidiyor ömür dediğin

 

Yüreğin ürperir kapı çalınsa

Esmeyen yelinden hile sezerler

Künyeler kazınır demir sandıkta

Tükenip gidiyor ömür dediğin

 

Dışı eli yakar içi de seni

Sona eklenmeli sözün öncesi

Ayrılık gününün kör dereleri

Bölünüp gidiyor nehir dediğin

 

Bir insan ömrünü neye vermeli

Para mı onur mu taş diken bir yol

Ağacın köküne inmek mi yoksa

Savrulup gidiyor yaprak dediğin

 

 

DAĞLAR ATAMADIM SEVDAMI

Ne güneş yüzü gördüm

Ne de gökyüzü gördüm

Derde düştüm

Heder oldum beter oldum ben

 

Laf anlamaz söz dinlemez oldu gönlüm

Dağlar sevdamı söküp atamadım ben

 

 

Hasret gültekin

Gönderi tarihi:

iyi geceler arkadaşım... :gul:

 

Yüreğe Uygun Acılar

 

bir sağ omzum vardı

bir de sol omzum

bir kez bile koymadın başını

 

insan yüreğine uygun acılar yaşamalı

adı kötüye çıkmış bir iklimde fazla kalmamalı

yüzü yeşile dönük de olsa

her mevsimce benimsenen bir ağacı sevmemeli

ve uykuları göçebeleşiyorsa

bedeninde birer sığıntı gibi duruyorsa rüyaları

oturup yatağını kollamalı

 

kışlara koşar adım giden güneş

bahçelerin dışında büyümeyi

aklına koyan ahlat ağacı

ve terli avuçlarımdan

tekin olmayan sulara inen geyik sürüleri

beni yalnız bırakıp gitmeyin

gitmeyin anlayın işte

ben onu çok özledim

 

yüzüne bakılmaz bir yalandı beni sevdiğin

yüreğimin akıl sır erdiremediği bir yalan

bir türlü yüreklenip resmine bakamıyorum

kalbimin rutubetinde

şimdi yüzüne kirli bir esmerlik çöreklenmiştir

saçların ve aseton kokan tırnakların uzamıştır

ve yıldız yüklü gecene

becerikli bir ay bile konmamıştır

 

dolunay tozlu köy yolunda

beni bekliyordur şimdi

elbet aklımı alacak bir öpücüğü daha vardır

babamın

ve annemin kötü günler için sakladığı

saçlarımı okşayacak ellerinden kalmıştır

 

iklimlerin silkelediği bir bahçede

ağaçlarda aldatıcı bir kahkaha gibi

patlayınca kuş kanatları

yüzümü güneşe çevirip terli avuçlarımı

kurutacağım

uzayan tırnaklarımı ve saçlarımı seveceğim

 

yüreğim

sen beni anlarsın

ya omuzlarım

onun bir kez bile başını koymadığı omuzlarım

asıl onları nasıl avutmalı

 

 

Yasin EROL

Gönderi tarihi:

Karagül (Ben Sende)

 

 

Ben sende ülkemi sevdim

Hüzün dolu yağmurları

Mor kanatlı turnaları yar

Ben sende rüzgarı sevdim

Alıp götüren yılları

Saklı kalan umutları

 

Ne yeminler bozdum

Geceler büyürken sensiz

Ne yeminler bozdum

Yıllar geçerken sitemsiz

Ne yeminler bozdum

Tarifi bile imkansız

Senin için ey karagül

 

Ben sende yolları sevdim

Yüreğimden gelip geçen

Sevda yüklü katarları yar

Ben sende sevdim

Avuçlarken yüzümü

Yahut dokunurken sessiz yar

 

 

 

 

nurettin rencber

Gönderi tarihi:

Hayata hiç isyan etmeyin. Öncelikle şunu kabul edin, hayat adil değil.

Hiçbirimiz, hiçbir canlı eşit yaratılmadı. Başımıza gelenler de eşit değil.

Önce hayatın adil olmadığını kabul etmelisiniz. İşine akıl erdirebildiğiniz

bir Tanrı, Tanrı değildir. "Guguk Kuşu" filminde Jack Nicholson akıl

hastanesinde çok ağır bir mermer havuzu kaldırabileceğine dair diğer

hastalarla iddiaya girer. Yüklenir havuzu kaldırmaya çalışır, kaldıramaz.

Diğer hastalar onunla alay ederken bir şey söyler:

 

 

>> >>"Ben en azından denedim".

 

 

*Siz gerçekten denediniz mi? Yoksa pencereden hayatı mı seyrediyorsunuz?

Hayata Windows 98'den, Sony 72 ekrandan mı bakıyorsunuz? Oysa hayat

hepimizin avuçlarının içinde, *

 

* ***Kiminin nasır tutmuş parmaklarında

***Kiminin boyalanmış ellerinde,

***Kiminin gömleğinde ki ter kokusunda ,*

 

 

*Ama hayat her zaman avuçlarımızın içinde. Nasıl istersek, neye karar

verirsek hayat orada var.

Güneş, her sabah yeniden doğuyor, Gün, her şafakta nice umutlara gebe

şekilde ağarıyor ve siz,

Eğer isterseniz hayatı bir ucundan yakalama şansına sahipsiniz. Yeter ki

gülümseyin Yeter ki bu gün benim günüm diyerek kalkın yatağınızdan...

 

 

Bu iletiyi içinizdeki çocuktan uzak tutunuz. Zira, iletiyi okuduktan sonra

içinizdeki çocuk, özgürlügüne kavusmak isteyip basiniza dert açabilir. Bu

dünyadaki varliginizin, dostlarinizin var olmasina bagli oldugunu, bazen bir

çiçek yada küçük bir tatli sözle bile kirik bir kalp tamirinin mümkün

oldugunu,( tabi bunu yapıncaya kadar ecel terleri döküldüğünü unutma ) Özür

dilemenin, tesekkür etmenin ve sükretmenin "ERDEM" oldugunu *

*ve Her sabah uyandiginizda "BUGÜN YINE ÇOK GÜZELSIN HAYAT HERSEYE

RAGMEN..." demeyi ihmal etmeyiniz...

Alıntı

Gönderi tarihi:

Koskoca bir bahçede

Demetler içinde bir papatya.

Aşık olmuş, yanmış, tutuşmuş

Aksakallı bahçıvana…

 

 

Bir ümit bekliyormuş.

Yüzlerce çiçeğin arasından

Onunla, sadece onunla

Saatlerce ilgilenmesini.

Buz gibi suyunu

Sadece ona döksün istiyormuş…

Sadece ona değsin makası,

Sadece ona gülsün dudakları.

Kıskanıyormuş bahçıvanı

Kırmızı güllerden,

Sarı lalelerden,

Mor menekşelerden.

Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş,

Bembeyaz yapraklarını…

Bir gün,

Aşkı öyle büyümüş ki,

Papatya yapraklarını taşıyamaz olmuş.

Eğilivermiş boynu.

Toprağa bakıyormuş artık.

Bahçıvanın sadece sesini duyuyormuş

Ayaklarını görüyormuş.

Buna da şükür diyormuş.

Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek.

Zaman akıp gidiyormuş.

Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş.

Ne var sanki boynumu kaldırsa

Bir kerecik daha görsem yüzünü diyormuş.

Yanıp tutuşuyormuş…

Ve işte bir gün..

Bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış.

İncecik bedenini ellerinin arasına almış.

Elindeki sopayı, köklerinin yanına, toprağa sokmuş

Bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya.

Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı.

Hâlâ göremiyormuş onu,

Ama bedeni kurtulmuş.

Uzun bir müddet sonra,

Bahçıvan uğramaz olmuş bahçeye.

Gelen giden yokmuş…

Kahrından ölecekmiş papatya.

Ama işte bir sabah,

Hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış.

Derin bir oh çekmiş.

Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş.

Birden, kendisine doğru gelen iki ayak görmüş.

Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş.

Başka birisiymiş.

Adamın elinde bir de makas varmış.

Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru

Ne güzel açmışsın sen öyle demiş.

Bu gencecik, yakışıklı bir delikanlıymış.

Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış…

Ama gövden seni taşımıyor demiş.

Elindeki makası papatyanın boynuna doğru uzatmış

Ve bir hamlede başını gövdesinden ayırmış.

Papatya yere düşerken hatırlamış sevdiğini,

O ak saçlı, aksakallı, yaşlımı yaşlı bahçıvanı hatırlamış.

Bir de o gencecik, yakışıklı delikanlıyı düşünmüş,

Ve o an anlamış, neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini.

O, her şeye rağmen, papatyaya emek vermiş.

Belki, ona hiç bir zaman güzel olduğunu söylememiş,

Ama onu aslında hep sevmiş.

Papatya anlamış artık.

Sevgi; emek istermiş…

Yere düştüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini,

Teşekkür etmiş ona içinden..

Son yaprağı da kuruduğunda,

Biliyormuş artık…

Gerçek sevginin, söylemeden,

Yaşamadan ve asla kavuşmadan

Var olabileceğini...

 

 

Yazarı Bilinmiyor

Gönderi tarihi:

Kimi kuş olmak

Kanat kanat uçup

Diyar diyar gezmek ister

Kimi kurt olmak

Gücün kuvvetin

Timsali görünmek ister

Kimi aslana kaplana heveslenir

Dağ bayır dolaşıp

Özgürlüğü yaşamak ister

Kimi fırtına olup esmek

Kimi dalga olup köpürmek

Kimi şimşek olup çakmak ister

Kimilerinin gönlünden

Kimbilir neler geçer

Ben SU olmak isterdim

Hiç durmadan yorulmadan

Gürül gürül akmak isterdim

Bazen çukurlar doldurup taşan

Bazen sabırla yükselip

Dağlar tepeler aşan

Su olmak isterdim

Canlara can katardım

Hayata yaşamaya yol açardım

Bazen boğazlardan akardım

Bazen köklerden çıkardım

Bazen bir yoksulun

Ekmeğine eş olurdum

Bazen bir dertlinin

Gözünde yaş olurdum

Bütün yıldızlara arkadaş

Yalnızlığında kayıp giden Ay'a

Yoldaş olurdum

Bazen emeğin alnından

Ter olur akardım

Bazen haksızlıklara hatalara

Ayna olur bakardım

Bazen bir güzelin

Kadife teninde dolaşırdım

Bazen sırtımda

Hasretleri sevdaları taşırdım

Bütün yaşayanların

Vazgeçilemez ihtiyacı olurdum

Taşıdığı canı olurdum

Ara sıra araya

Hoşa gitmeyenler karışsa da

Daha neler neler yapardım

Dur durak tanımazdım

Akardım akardım akardım

 

 

www.necdetyagan.com

 

 

Necdet Yağan

Gönderi tarihi:

Bu gemi nereye gidiyor usta?

içim boş gemiler boş!

Bu gemi nereye gidiyor usta?

Bir kız vardı! saçlarini ruzgara Satan Kız

Bir nehir kiyisindaydi bir gece karsiya gecmek istedi

Göz kapaklarındaki kan çanaklarındaki sunulmuştu hayat

hayat ağır geliyordu göz kapaklarına

Çekik gözlerinde yüklü sevdalar yaşıyordu

Nehrin karşısına geçmekti sadece niyeti

birşeyler geri çekiyordu

önce sustu! dinledi..

Nehri rüzgarı..

Yüzünü keşişlemeye döndü ve sattı saçlarını!

kısınca gözlerini hayat akar giderdi kenarlarından

karşısındaki nehir içinden geçerdi

ve o hiç içinden nehir geçen şarkıları bilmezdi

Susardı! Dinlerdi Sesleri..

Bir adam vardı karşıda susan bir adam!

Konuşsa bilecekti gitse, gelicekti.

Konuşmadı, gitmedi..

Öylece durdu!

Nehir saçlarını rüzgara satan kızın içinden geçiyordu!

Gerisi yokluk, gerisi hiçlikti!

Bu gemi nereye gidiyor usta dedi!

Biliyordu! köprü az ötedeydi..

içinden nehirler geçen şarkılar duydu! Keşişleme bir rüzgar vardı!

Ve hala saçlarını rüzgara satıyordu

Bitip yitip başlamanın hüzünlü bekleyişindeydi

Ne kalabiliyordu ne gidebiliyordu

Şimdi öyle bir yerdeyim ki diyordu

Aşağı dökülsem aşk

Yukarı aksam ben

Bir su olduğunu anladı

Sen istediğin kadar yarımla beni ben seni tamamlarım!

Adam nehrin karşısında bekliyordu..

Gözlerinde Yılların birikimi çizgiler

Ellerinde şiir kokulu bir akşam!

Şiirler okununca unutulmalı dedi!

Hasret dokununca uyutulmalı..

Adam Sakindi.. Adam Suskun!

saçlarını Rüzgara Satan kız.. Bir şiirdi ellerinde

Hiç bitmeyen!

Beni tut! içine ser..

Çekilmemiş fotoğrafların banyosuna sakladım gözlerimi

Beni Gör!Sesime gel..

Öyle inandır ki beni!

güneşi Arkama alayım..

Ve kulağına içinden nehirler geçen şarkılar söyleyeyim..

Şarkıların bittiği yerde!

Gözlerinde öleyim..

Oraya yatır beni! Gözlerine, Aşka!

Bu gemi nereye gidiyor usta?!

içim boş gemiler boş..

Bu gemi nereye gidiyor usta!

Elimi uzatmaya kaç sebebim var..

Ve tutmamaya kaç bahanem..

Elini uzatsan nehirlerden de geçer misin?

Köprü olur mu onlar? sana ve bana..

ve rüzgar saçlarınla oynaşan keşişlemeler..

zamanı uzatsam? İçinde ölebileceğimsin..

Sana dokunmaya öyle birikmişim ki

Parmak uçlarım kanıyor..

Senelerdir su yüzü görmemiş topraklar gibisin!

Sana aktıkça yutuyorsun beni..

Aktıkça içine çekiyorsun..

Bitmem ki çağlıyorum! çoğalıyorum..

Çünkü kaçmadım! kalmayı seçtim..

Bir uçuruma yuvarlanıyorum bilerek ve isteyerek..

Al sesimi susumu us'umu..

Ama Sen'ime dokunma!

Saçlarını Yüzgara sat!

Beni kendine kaç..

Otoğanı kır yüreğime..

Gecenin kırmızısında kaybol..

Az ötende köprüler.. Az kaldı!

Geç.. Senden başka sevmeye beni..

Öleceksen! benden başla ölmeye..

Bu gemi nereye gidiyor usta!

Biz aynı yöne gidildikçe aynı yere gelinir yazalım mı denizlere?

Gözlerin kalsın!

Nehirler ve şarkılar kurusun! önemi yok..

Sadece gözlerin..

Bu adam Dokunmadan gitmeyecek..

Gömüleceği yer orası!

Gidersen! Sözün ayaklarına geçerse..

Geri de bıraktıklarını düşün!

Gidemezsen belli sebebi..

Bazen kalmaktır,zor olan..

Gitmek ile kaçmak aynı şeydir bazen..

Ve o uçurumdan beraber yuvarlanır insan!

bilerek ve isteyerek..

Gözlerindeki kan çanaklarına sunuyorum, Kendimi..

Burada kimim var ki?

içimde benden başka,içimde bir dışım var!

içimde yer yok başka.. Dışında kimin var senin..

içindeki yoktan başka? biliyorum.. Dışında bir yerdeyim

İçimde heryer aşkın.. orada kimin var ki? içinde Senden başka..

içimde bin yerin var! Dışında herkes başka..

Ve sen şimdi yatağında o nehir, Kulaklarında..

Bu Gemi nereye gidiyor usta?!*

 

 

 

 

Alıntı

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.