Φ frozen Gönderi tarihi: 24 Ocak , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 24 Ocak , 2008 teşekkürler arkadaşım çok güzel bir şiirle gelmişsin bu defa şebnem işigüzelden..çok sevdiğim bir öykünün kısa bir bölümünü yazmak istedim Hep der ki: "Tanrı bana yüzyıllık bir yaşam versin ve ben bütün yeryüzünü mozaiklerle süsleyeyim. Törenleri, aşkları, bayramları, zaferleri, melekleri, bereketli avları, balığı bol nehirleri, yaprağın dalda bittiği, sonra yere düştüğü, sonra savrulup gittiği mevsimleri, güçlü bir erkeğin güzel bir kadının rahmine canlıyı bıraktığı ânı anlatayım." İşte hep söylediği gibi, sanki insanoğlu değilmiş, su içmez, uyumazmış gibi renkli taş parçalarını yan yana getirerek yeni yaşamlar oluşturuyor; hep bir şeyleri kendince ölümsüzleştiriyor. Uzağında durup ona sesleniyorum. İlkinde duymuyor beni. Sonra irkiliyor. "Beni koruduğun için," diyorum ona, "bunca yıl beni koruduğun için sana minnettarım. Çocuklarımın babası olduğun, beni aç bırakmadığın için Tanrı kadar saygım var sana. Ama seni sevmiyorum. Ben senin gibi değilim. Bir tarafım karanlıkta, kör. Kendi topraklarım üzerinde yaşamak istiyorum." Arkamı dönüp koşarcasına uzaklaşıyorum yanından. Gökkubbeyi başımıza yıkarcasına bağırıyor: "Bana bu büyük acıyı verme. Ruhum yeryüzünün hangi köşesine gidersen git bulur seni. Bana verdiğin aşkın ve acının bedelini, Tanrı tanığımdır, ödersin..." Bedenim balmumundanmış gibi, gökyüzü, rüzgâr... ateşmiş gibi. Canım yanarak eriyorum. Canım yanarak eriyorum... "Sakin olun... Yavaş yavaş saymaya başlıyorum. Beşe geldiğimde gözlerinizi açın ve huzurlu olun. Huzurlu olun..." "Sizin yaptığınız gibi açık konuşacağım," diyor doktorum. "Pencerenin kenarında güneşe gömülmüş sıska gövdesinden çıkıyor bu ses. İnsanın çocukluğunda, ergenliğinde takıldığı bir noktayı aramak, toprağın altında gizli, değerli bir heykelciği aramak gibidir. Bu küçük değerli heykelciği bulmak için bazen yanlış bir yeri kazmaya başlarsınız. Tekrar tekrar toprağı eşelemeniz gerekir. İşte, bilinçaltınızda takılı kaldığınız bir noktayı bulmak için de zavallı bilincinizi kazıp dururuz. Bu kez çok derin bir tünel kazmak bilincinizi darmadağın edebilir. Daha önce yaptığımız terapiler bir işe yaramamıştı. Size umut yok demiyorum ama sadece biraz daha çaba göstereceğiz. Bu son hipnoza sizi yatırmayabilirdim, ama geçmişteki hayatınızı arama çabanızdan söz ettiniz. İşte, size biraz daha bilinmeyen..." Doktorum tüm bunları söylerken, geniş koltuğa oturup bedenini lastik parçası gibi uzatıyor. Gözlerini kısıp konuşmasını sürdürüyor: "Belki de tutkunuzun kaynağını benim yardımım olmaksızın siz bulacaksınız." Şimdi omuzlarımı düşürmüş, yürüyorum. Sokak lambalarının, neonların, vitrin ışıklarının oluşturduğu gölgemde fark ediyorum bunu. Bu labirentten nasıl çıkabilirim? Bu soruyu sormasını on yaşındayken öğrenmiştim. Elbette her defasında doğru yanıtları veremedim. Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 26 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 26 Ocak , 2008 Yil Çarpmasi . her ani gün gün yarim yarim aylara bölen bosluk yil oldu yillar oldu ne çektin siirlerimi alacakaranliklardan ne çekildin... her gün bir baska suskunlukla kolladin, susmak vakitlerimi bir basina kutlamalarimin esigine kuruldun hey gidi günler heyyy ne tiyatro bir rastlantiydik biz ama rastlanti degildi ayni gün, ayni yerde sana çarpmasi havai fiseklerin.... biraz sarap, biraz kagit, biraz mermer bugün yasakti dün yasakti saga sola dönmesi hecelerin yasaktiniz iste külliyen atesle oynamanin yasak oldugu kadar kumlara.... hani bilmesem birazdan yan sokaktan çocuklar geçecek karsisindan anneler hani bilmesem ha öldü ha ölecek Ölüm! babalarin yalnizliginda... ne biçim ölürdüm ama, bu safak uyumasinda..... . Reside Sarikavak . . . Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 26 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 26 Ocak , 2008 ...'Es ve La'.... . ebemkusagindan renk çalan ey! bunca kesmekes arasinda visne bahçesini andiriyor nagmelerin igde suskun / deniz yilgin rüzgardan “günlük” agaçlari çagiriyor bak! gidelim “es ve la”…. zincirlenmisiz epeydir yorgunuz agzimizda bakir çaligi kötürüm birakti bir sey : bilmiyoruz nedir karisti siyah-beyaz tuslari hayatin alacakaranlik bir bakis gibi yakiciyiz nicedir visne günleri aski hatirlatir hep yitik zamanlarin harlanisini gecenin vurgun yemis ah’lari sunagini ararken fallar açar ceren gibi bir denizkizi suda “günlük” ormanini anlatir bir baskasi dipsiz bir kuyuya kosuttur içimiz eskitilmemis sarkilar törpülenir kamburunda tasin kan bagimiz dirildikçe ezgilerde yapraga yazilir siir dikenden güller düser de dilimize “evet”le beni! açilsin gönül gözüm pulumun sessizligini kir önce sevdanin sureti yükselir biliyorsun evrenin “la” sesinde birlikte çalalim bir rengi daha sigla* agaçlarindan kalk gidelim “es ve la”..... ……………… (*) Sigla: Günlük agaci; çinara benzer; mistik kokusu ve yaginin renginden ötürü amber agaci (liquidambar) diye de adlandirilir. (4 Temmuz 2005) . Naime Erlaçin . Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 26 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 26 Ocak , 2008 Ne Sah Ne Mat* . _Mehmet Ayhan’a_ …….. onu diyordum erimelisin yildizli bir gecede kare kare bölerek gözlerini söylesene hangi hücrende yasayacaksin bugün kati taraflarini geçiremezsin parmakliklardan yumusak yanlarini koy ocaga öyle dalip gitme uzaklara o kis günü gibi parçalanir sisler umutlarin dogdukça her sabah alti patlar alti köse saçlarinda beyazlar onu diyordum dogmalisin her aksam yeniden yikilan kalelerinin enkazindan buzlu gözlerinle çocuklar gibi sasirarak gördügün zan aynasindaki derin girdapta yaralarini bir bir sararak bir yürekten bir yürege aktarilan bayrak yarisidir yasamak sadece karar ver siyah mi beyaz mi geceni gündüze gündüzünü geceye çeviren nokta bak bir de o zaman gör yüregini agustos mu ayaz mi onu diyordum oynamalisin bir ayagin aksak dert etme terk ettigin birkaç mevziyi ormani yok ankara’nin fillerin asikâr ne çikar külleri bir kere daha yaksan yagiz atlarin özgür kosuyor çayirlarda birkaç piyon nedir ki sen elindekine bak sadece gözlerini sil tanelerin sigmaz son kareye iklimler kurak aldinsa vezirini eline yap hamleni ama unutma bu bir rûyâ günes yeniden dogacak bir kez daha konus korkma ne sah ne mat . Mustafa Kaya . . Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 26 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 26 Ocak , 2008 Üçü bir arada... *- Merkezden atmacaya...* *- Dinliyorum. - N'apıyor şu anda? - Ayran içiyor amirim... - Tost da yiyor mu? - Peynirli. - Susurlukçu demek ki, basın evini! *Ben hayatımda bu kadar dandik derin devlet görmedim arkadaş... Suikast yapacaklar, generalleri var, el bombaları var, tabancaları yok! Glock arıyorlarmış... *- Neyimiz var stokta? - 1 tank, 3 jet, 2 denizaltı. - Tabanca yok mu? - Maalesef... - E olmadı ki. - 2'nci el obüs ayarlayabiliriz belki. * *Maliye Bakanı da, mikrofonu unutup, *"güzel güzel konuşan" *YÖK Başkanı için *"isterse konuşmasın" *demiş... Normali, istifa. Japon olsa, harakiri. Okurlar soruyor haliyle... *"Kukla durumuna düşen YÖK Başkanı hálá oturacak mı orada?" *Oturmasın da n'aapsın şekerim? *"İsterse konuşmasın"*ı olduğu gibi, *"sıkıysa istifa etsin"*i de var bu işin! Otur dediler, oturdu. Kalk demeden, nasıl kalksın? ** *Bu arada... *"Acaba şeriata mı kayıyor"* denilen Türkiye, tam da *"soykırım"*la suçlanırken, Sudan'a *"şeriat"* getiren, *"soykırımcı" *sıfatına sahip misafirini ağırladı. Nefis zamanlama! Tutup, Atatürk'e götürdüler... *"Kalk da gör, bak senin ülkene kimler geliyor artık"* yazsın diye. Ama yazamadı. Parmağı hasta. Yardımcısına yazdırdı. O da kafada kapüşonla yazdı. Sanırım o da hasta. Üşütmüş muhtemelen. Okurlar bu duruma da isyan ediyor tabii, *"böyle rezalet olur mu" *diye... Hakikaten olmaz. Cumhurbaşkanımız, zahmet edip Anıtkabir'e gelmeyen Suudi Kralı'nın oteline kadar gidip, nasıl devlet şeref madalyası taktıysa... Anıtkabir özel defterini de dürüp, koltuğunun altına sıkıştırarak, bunun oteline de götürmeliydi bence... Ayıp oldu adama. azÖzdil(Hürriyet) Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 26 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 26 Ocak , 2008 Yıllar yıllar önceydi diye başlarya masallar. Hayata dair gerçekler değil de hayaller sıralanır ya. İşte öyle masallar topluluğu, hayatın önümüze koyduğu. Önüne sunulan gerçekleri yaşayıp, hayallerden vazgeçmek, hayatın bir parçası. Masaldan uzak masalcı yani. Yıllar yıllar önceydi diyeceğim benimde masallar dinlediğim zamanlar. Büyümeden önce yani. Hayatın tiyatro sahnesinde figüran olduğumu fark etmeden önce, bende masallarla büyüdüm. Keşke hiç büyümeseydim. Üzerime yıkılıp kalmasaydı hayaller. Hayatta da masallardaki gibi güzel onlar olsaydı keşke. Ama nafile… Doğarken neden ağladığımı yaşarken daha iyi anlıyorum. Yaşarken her ağladığımda hiç fark etmez, ben doğarken de ağlamıştım diyorum. Ben hayatımda hep kara kışlar gördüm. Kara kışın ortasında doğmak mı sebepti buna bilmiyorum. Yıl bindokuzyüzyetmiş küsürlerin sonları, 'Kalubela'daki sıranın bana geldiğinin ilk belirtisi. Ameliyathane'deki ağlamaklı çığlığım. Hala içimde çınlayıp duruyor sanki. Belkide biteceği son nefese, daha büyük çığlıklar hazırlıyor içten içe kimbilir. Kim bilir ömrün nerede vuku bulacağını. Bildiğim tek şey mazideki anılar çoğaldı. Her suret benden uzak ama bir o kadar da tanıdık sanki. Yıllanmış fotoğraflarda artık anılar. Fotoğraflarla sabitlemeye çalışsamda suretimi, zaman o kadar acımasız davranmış ki, ben bile ben değilim artık. Zamanı kaydırmadan tutabilsem ellerimde, belki o zaman her şey gerçekten masal olacak. İçten içe bir şarkı tutturdu yüreğim. "Bugün benim doğum günüm hem mutluyum hem hüzün." Belki efkarımda bu yüzden. Yıllar bir bir devrilmekte ardıma. Ve her doğum günümde, bu şarkıyı mırıldanmakta yüreğim. Benim doğum günü şarkılarım 'iyiki doğdunlar' olmadı hiç. Çocukken imkansızdı, büyüyünce çocukcaydı herkese göre. Ama benim içimdeki çocuk hala kıpır kıpır kimse fark etmesede. Kara kışın ortasında hayata merhaba dediğim için herhalde, hayatın önüme hep karlar, boranlar, fırtınalar getirmesi. Bebekken bilmediğim, çocukken hissettiğim, büyüyünce fark ettiğim gerçekler. Hayatın önüme koyduğu tek masal, Prensesin Kül Kedisine dönüşmesi. Beklentiler, hayaller ve gerçekler. Yalnızlığımla kolkola girmiş arşınlarken sokakları denizin mavisine inat karamsar, yerin yeşilliğine inat küskün, gökkuşağının şatafatına inat, siyah beyazdı hayallerim. Bu doğum günümde de yalnızlığımla iç içeyim. Teminnilerim kalmadı hayata dair. Masallarsa çoktan çocukluğum tozlu raflarında. Hayattan bana tek kar, yalnızlığım kaldı. Beren 23 Ocak 2008 00:10 Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 26 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 26 Ocak , 2008 -- *Şimdi geride bırakılan melodilerin eşliğinde ve umutsuzca o melodilere iliştirilmiş anıların görünmez bir perdede esriyen gölgelerle defaten canlanmasının katlanılır olamayan hücrelerinde, müebbete kalmışken bir daha bir başka ses duyamayacak olmanın yoksunluğuyla yetinmeye çalışıyorum. Her bir an o kadar taze ki, neredeyse asıllarıyla özdeşik halde... Yani aslında bu sebeple anı olduklarını dile getirirken imtina ediyorum, yine de olmuyor işte bir kez geride kaldıktan sonra bişeyler, öteye ne bırakırsa bıraksın yetişmiyor. Öylesine hayrete düşmüştüm ki sonsuzluğa kadar açılıyordu sanki gözlerim. Ardından öylesine uzak iklimlerin nemlerine bulandım ki ufkum ufuk çizgisine terkip edilmişti sanki. Öyle birşeydi ki aradaki; aynı anda aynı şeyi duymanın, aynı yerde aynı şeye bakmanın, başka biri olup bir başkasına akmanın ılık kaynağından gürül gürül çağlamanın, gözyaşlarını güldürmenin, aklını deliliğe erdirip dağlardan devrilmenin, inlemenin, gürlemenin, öfkeyle pöfürdemenin, uçan böceklere özenmenin, toprağa yüklenmenin, yıldızlara öykünmenin, yerküreye saplanmanın, birbirine bağlanmanın, karadeliklerden bahsederken bir kan pıhtısında boğulmanın, bir yılanın derisi olup çatlamanın, minnetini kendi kanınla akıtmanın, dile gelmeyen yalanların yamacında avlanmanın, sırların soğukluğunda dokularını yakmanın, yani iki insanı aynı payda bulmanın imkansızlığını perçinleyecek tüm paydaları birleştiren bir seste buluşmanın, o sesle tanışmanın şaşkınlığında gözlerini huzura yummanın bizzat kendisi... İlk sesten arta kalanlarda... son ses; hayat!... * ALINTI Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 29 Ocak , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 29 Ocak , 2008 Bazen bir düşüncenin ortasında birden beliriveren bir gerçek taşır bize en derin acıları. Bazen dinlediğimiz bir şarkının, bizi eski zamanlara doğru savurmasıyla hissederiz acıyı. Bazen bir ‘koku’ya tepki verir belleğimiz, özlemle hatırladıklarımız acı verir. Her zaman da, derin ilişkilerin ve büyük trajedilerin yaşanması gerekmez acı duymak için. Acı da tıpkı zevk gibi bir duygu değil midir sadece? Dozunu kontrol edemediğimiz şiddetli bir duygusal sarsıntı.. ama bizi daha da incelten, ‘düşünce’mizi derinleştiren.. bazen bizi daha da yaratıcı kılan bir duygusal sarsıntı... Proust’a göre, bilgeliğe varmak için gerekli iki yöntemden biri; öğretmenlerimiz sayesinde, acı çekmeden varılan bilgelik, diğeri de acı çekerek varılan bilgeliktir. İkinci yöntemi, her zaman diğerinden daha üstün tutan yazar, bir roman kahramanının, ressam Elstir’in ağzından şöyle der: “ Kişi yaşadıklarından tümüyle pişmanlık duymamalıdır, çünkü bütün o aptalca ve mutluluktan uzak evreler, aslında onu nihai evreye vardırır ve kişi bu evrelerden geçmeden bilgeliğinden emin olamaz, -bizler ne kadar bilge olabilirsek tabii-.Bazı genç insanlar tanıyorum. Öğretmenleri onlara okula başladıkları andan itibaren zihinsel soyluluğu, ahlaki inceliği aşılamış. Belki de onların geriye bakınca pişmanlık duyacakları hiçbir şey yok; eğer isterlerse, o ana kadar söyledikleri ve yaptıkları her şey için imzalı bir ifade verebilirler ama zavallı yaratıklar.. bunlar, öğreti sahiplerinin kötü takipçileri. Bilgelikleri olumsuz, verimsiz. Bilgelik öğretilemez, biz kendimiz keşfetmeliyiz onu. Kimse bizim yerimize o yolculuğa çıkamaz, kimse böyle bir çabayı bizim yerimize harcayamaz.” İnsan acı çekerek, kendini daha fazla tanıyabilir ve daha da derinleşebilir belki ama acı, bazen bütün bu kazançları sarf ederecek güç bırakmayabilir geride. Acı her zaman şaşırtır, hiç kimse acı için hazırlıklı olamaz, ‘mutluluk’ beklenen, ‘acı’ ise beklenmeyendir çünkü. Ama bir yandan da biliriz ki, biz çeşitli nedenlerden o sırada acı çekerken, birileri de aynı anda başka başka nedenlerden mutlu olmaktadır. Acı çekerken; bir yanımız, bizim çok da uzağımızda olmayan bir yerlerde mutluluğun yaşandığını bilir ve bize sıramızı beklememizi fısıldar adeta. Acıya dayanabilmemiz de böylece mümkün olur bir bakıma, sadece durmamız, durabilmeyi başarmamız gerekir... Ve bunu yapabilirsek, durabilirsek şayet, atlatabiliriz. Acı acıtır, ama onun eğitici etkinliği de birçok şeyi birden fark etmemizi , en çok da mutlulukla acı arasındaki akrabalığı anlamamızı sağlamasındadır. İşte bu yüzden de, bu duygudan bütünüyle yoksun kalmaktansa, ara sıra ona yakalanıp, bu yolla mutluluğun var olduğunu hissedebilmek de, bir teselli verebilir belki... alıntı.. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 29 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 29 Ocak , 2008 içimde bir yere dokundu bu yazı bidenem Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Sir Köprüsünde . kör bir dizeye sarki ögretir gibi diziyorum kildan ince sözlerimi hazir ol! duruyorum, tetikte kalbim kalbine diyez seslerle yüzüyorum Adimin sol anahtari yok Yüzümün yelkeni yirtildi çatlak ar damarina giriyorum usulca günaha giriyorum ellerinde gezinmek suç edepsiz notalarin isgalinde nefesim korkuyorum... üflesem düseceksin Aklim düsmemeli bu savasta Hâlâ sicak dönüs yolu kör bir dizeye sarki ögretir gibi tutuyorum kiliçtan keskin sözlerimi sol gögsünün kapisinda nöbette atesten bir nehirle susuyorum Adimin sol anahtari yok Yüzümün yelkeni . Nurduran Duman . . Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Yasamin Tirpanlandigi GECELER... . Isimsiz, sorgusuz bir askin solgun misralari Tümcelerimde bogulan Surlarin ihtilal geceleri Göz kirpiyor Mezopotamya'nin islak günesine Sirtimda yüzyildan kalma yaniklara Anam agitlarla yogurt sürüyor Börtü böcek kaplamis Hevsel bahçelerini Ulu Cami'de erkeksi Tömbeki nargileyi cigerlerime dolduruyorum Marpucumdaki sipside Yalnizligimin dumani var Binlerce yüz maskeli Kimi boyali, kimi yarali Balikçilarbasi'nda emekçilerin ter kokularini Yüksek topuklu Röfleli sari saçli kadinlarin kokulari yirtiyor Asitlesiyor her dem Dicle''min siyah saçli Uçurum gözlü asi kizi Savrulan her dalgali tele Milyon dilek tutuluyor ayisiginda Yakamoz topluyor Tütsülenmis evliyalardaki Yarinsiz adaklarim Kiraç topraklarima Usulca hüznün yagmurlari degiyor Yiyesim geliyor her çeliskiyi Kar etmiyor Takintili bir türkü tuturuyorum kavgalarima Sarmasik misali Dolaniyorum mors alfabesine Ne uzun ne kisa çizgiler Ne de noktalarin yalnizligi Çözmüyor kitlelesmis yaralarimi Hasta bedenim kiriklasiyor Içimde sakladigim yarali senler kirginlasiyor Gövdem yasakli askina kosarken istilaya ugruyorum Tarihteki asilan her takvim yapragina Tütün sariyorum Balyoz vuruyorum artiksi benligime Tuz ekliyorum, kuram biçiyorum * Musa'ya haber salin! Gezegenimde kisalan bedenim Ihtilal esiginde Denizi olmayan bir yelkende fora olup Küllerimi yakmaya gelecegim Nuh'a haber salin! Meral Bozkafa . Meral Bozokalfa . Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Yasam bir istaka; gelir vurur ömrünün coskusuna. Hani tutulur dilin, konusamazsin… Tirmandikça yücelir daglar. Sen maglupsun sen issiz ve kalbinde kuslarin gömütlügü; tutunamazsin! Eloglu sevdalardan dem tutar, ask büyütür yildizlardan; senin ise düslerin yasak, dokunamazsin... Birini sevmissindir geçen yillarda. Açik bir yara gibidir hâlâ. Hâlâ ne çok özlersin onu, aglayamazsin… Yolunda köprüler çürür. Sesin, sessizlik sanki bir ugultuda. Savurur hayat kül eyler seni, dogrulamazsin! Yapayalniz bir ünlemsin dünyayi islatan su yagmurlarda. Her sey çeker ve iter, anlatamazsin... Yasam bir istaka, gelir vurur iste ömrünün coskusuna. Sesinde çigliklar bogulur ama, bagiramazsin… Sonra vakt erisir, toprak gülümser sana; upuzun bir ömrün ortasinda ne hayata ne ölüme yakisamazsin… Yazdirmalisin mezar tasina: Ey hayat, sen savki sularda bir dolunaysin, aslinda hiç olmadim ben bu oyunda ömrüm beni yok saysin… . Yilmaz Odabasi . Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 . *** Nena *** . Bu kentin karanligi Sensizligin bagimliliklarinda Hicran yarasi Nena…. Bir bir gelip gidiyor cümle alem Her enstantane tren oluyor ben istasyon Sen… Zerre kadar çikmiyorsun aklimdan Bana yoklugun kaliyor yok olmayan… Gece çöküyor safaklarima Mikelanj tablosu gibi Bulutlara asili kaliyorsun karsimda Ve ben bulutlaniyorum,telleniyorum Yagmur oluyorum Çisil çisil yagiyorum saçlarina… Her defasinda Patika yollara çikiyor ayaklarim Nedendir bilmiyorum Kismi ölümler yasiyorum Her uyanisim kallavi bir efkar oluyor Yüzümden ölümler düsüyor Ve ben kendimi Yine o gözlerimin sana ilk daldigi yerde buluyorum. Bu kentin aksamlari Sensizligin sessizliginde Hicran yarasi Nena….. Ah Nena…. Sen bu limana hiç gelmedin Bilmem kaç kez oldu kadehimde lal oldugun Kaçtir bu gecelerimin erismemesi sabaha Yildizlari biriktirdim sana kuyruklarindan yakalayarak Yakamozlar çaldim ayisiginda Bak binbir hayale daldi gözlerim yine Vuruluyor düslerim gökkusaginda. Ah Nena…. Sen bu limana hiç gelmedin Sir Thomas More’ un Ütopya’sinda kaldi denizlerimize serdigimiz ipek kilim Oysa nede yakismisti yarinimiza yazilan o sakin ada. Yelkenlerini ufuklarimiza açmis gemiler geçiyordu nadiren Güle Güle diyorduk kadehlerimizi tokusturarak El salliyorduk halimizden memnun olarak.. Ah Nena…. Sen bu limana hiç gelmedin Bu kaçinci Kafka olusum satiraralarinda Bu kaçinci gözyasi dökmesi Monalisa’ nin duvarimda Oysa ne kadar yakisiyordun kollarima Bir ömre bedeldi içmek seni sedef çesmelerinden Rengarenk sözler firliyordu dudaklarimizdan Ne kadar da çoktu yasamadiklarimiz yasadiklarimizdan. Ah Nena…. Sen bu limana hiç gelmedin Sen bu limana hiç gelmedin….. Her yagmur damlasinda bana çarpiyorsun Islaniyorum seninle Nena. Tüm likitlerim efkar kokuyor Bugulu bir gökyüzü oluyorsun Tüm hacminle üstüme çöküyorsun… Ellerini tutamadigimdan beri Cografyalarima adin geçti Firar etti tüm paradigmalarim Sen geçtin bütün sehirlerden Ben geçtim Birde kahrolasi yoklugun geçti…. Sen öldün mü simdi Nena Ates ellerinle yakamayacakmiyim ellerimi Dokunamayacakmi relaks fikirlerim fikirlerine Yani artik simarip ta “Ya sussss” demeyecekmisin bana O parmagindaki garip çikinti degmeyecekmi yanagima Dicle gibi akmayacakmisin artik gözlerimden Toplamayacakmiyim seni Evsel bahçelerinde Gerçekten sen öldün mü simdi Nena Tüm dinlerin sevgilisi Doyamadigim sevda perisi Zifir karanliklarimin ay parçasi Yürek sizisi Biçak yarasi Küp kareler seklinde kiydin yüregimi Biçak gibi,hançer gibi Kursun gibi deldin Keskin materyallere gebe ettin beni Yine eflatuni kederlerim gibi kaldin bana Kemani hüzünlerimsin aglamalarimda Nena Haciyatmaz gibi hareketlisin yatagimin ucunda Hercai bir umutsun içimde kalan Pinarimsin gözlerimde çaglayan Yoklugunda da yaniyorum ama Aylardan Haziran Sen Nena Sen ölmedin bende Ben öldüm ben, sen öldügünde.. . Yildirim Uzun Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Karanfilden Damlayan Aci . “kim bilir biz simdi nelerin neresindeyiz ali neden moru neden kirmiziyi kim bilir neden severiz” Hasan Hüseyin Korkmazgil yalnizlik yakisir bize misrada dolasan hüzün en çok tavan arasina sikistirilmis düsler ilhamini bekleyen kaya dibinde sararan çigdem agaçta yaprak / toprakta bugday kursun sikildi yarinlara ilk basamagindaydik yok olmanin (isyani sallandirmali daragacinda) “kimse görmesin karanfilden damlayan aciyi kapat tüm kapilari” ki sevdik bugdayi öpüp alnimiza sürdügümüz inek memesinde sütü / düvende öküzü ama insani en çok (bir demet sevgi koy vazoya gül koksun oda) sevgi dogurmali tüm kadinlar gebe kalmadan çayirda uçmali taylar / yelesi rüzgar özgürlük diye haykirmali tutsak fikirler bildik moru sevdik biz / ali ama ölümün avuçlarinda barisi en çok “kimse duymasin karanfil acisini kapat tüm kapilari” dizelerinde vurulduk Nazim’in mürekkep kokusu serdik ölülerimize karanlik sokaklarda kovalarken gençligi basimiz dimdik akan kanimiz Kizilirmak’tan da kizildi kirmiziyi da sevdik biz / insani da ama siiri en çok . Sevil Nizamogullari . . Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 . . Yansimalar . Aynada gölge yansimaz saniyor eskiya Bana kalsa arkamda iz birakmam diyor sir Dönüp dolasip mahalle berberi her dem kelaynak kusuna göz kirpiyor Büyük endise yürürken sokakta yaninda kim varsa var kaldirim albenisini sorguluyor harami Hangi gece disari çiksa isyanci sair yildizlar ismar edip ayartiyor sokagi Seviyor ya da sevmiyor beyaz atli sari gelin papatyanin suçu ne avunmaya dünden hazir asigin elinde kanatlarini yalan rüzgarina yolduruyor Hadi düssün yola Ferhat düse yatmadan bütün Sirinler onu ölümsüz saniyor Kim parçalayacak sadakat agini cinayet sebebi malum davadan Mecnun'un akli basinda olmasi zor Merak bu ya suçlar ugruyor kaza yerine Leyla'nin hangi saire göz kirptigini devriyeler soruyor sokak fenerine Sehrin agir sitemini bildiginden parmak uçlarina basarak yürüyor gece Sabahi bekledigi için degil tüm ahali biliyor her daim Günes ayni yerde duruyor ve Dünya onun etrafinda dönüyor bilfiil Zorunluluklar olmasa okkali bir siir dökülecek ilham perisinin eteginden sehrin varos tanrisi vebaya teslim akibetini soruyor kitaptan kovulmus saire Oglunun donunda kan görmüs kadin savasin kendi evinde bitecegine kani benim yildizim sarhos diyor sanki cebinde tapusu var da hani aksam olunca hemen çekiliyor evine yildizim penceremde asili kalsin yatagimi isitsin sevda bir hos diyor Kralin öldügü masali dinlemek zor geliyor Kaf dagi cücesine Kediler çikmazinda serüvenci hayali cihana deger sevda satsa ne yazar nehrin denize döküldügü yerde bir çocugun gözleriyle yalin gerçek kanatiyor kazanilmis güvenci kendi hükmünü götürdügü kadar yere düsüyor gölge Hangi insana sorsan alacakli yillardan Belki de hesap vermekten korktugundan tez gelip geçiyor yillar . Babür Pinar Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Vay Kurban . Daglarinin, daglarinin ardi, Nazlidir. Uçurum kiyisinda incecik bir yol Gider dolana - dolana, Bir hastan vardir, umutsuz, Belki Ayse, belki Elif Endami kuytuda basak, Memesinin, memesinin altinda, Bir sanci, Bir hayin biçak... Ölüm bu, Fikara ölümü Geldim, geliyorum demez. Ya bir kusluk vakti, ya aksam üstü, Ya da seher, mahmurlukta, Bakarsin, olmus olacak. Bir hastan vardi umutsuz, Hasreti uykularda, Hasreti soguk sularda. Gayri, iki korku çiçegidir gözleri, Iki mavi, kocaman korku çiçegi, Açar, derin kuyularda... Daglarinin, daglarinin ardi korkunçtur. Hiç akil edip de düsünen var mi? Gün kimin hesabina tutar aksami, Rahmetinden kim demlenir bulutun, Hayirli evlat makina Nasil canavar kesilir. Kurdun, karincanin rizkini veren Toprak nasil ayartilir, Yüz vermez topal öküze, Ve almaz koynuna kara sabani. Sepetçioglu'm kömür isçisidir, Mavzer degil, kürek tutar Urfali Nazif Mal, haraç - mezattir, Can, pazar - pazar. Kirmizi, ak ve esmer, Yumusak ve sert bugdalari Yaratan ellerin sahibidir bu, Kör bogaz, nafaka ugruna, Haldan düsmüs, tebdil gezer... Daglarinin, daglarinin ardi Nasil anlatsam... Agaçsiz, kussuz, gölgesiz. Çirilçiplak, Vay kurban... 'Kimbu cennet vatanin ugruna olmaz ki feda.' Yigitlik, sen cehennem olsan bile Fedayi kabul etmektir, Cennet yapabilmek için seni, Yoksul ve namuslu halka. Bu'dur ol hikayet, Ol kara sevda. Seni sevmek, Felsefedir kusursuz. Imandir, korkunç sabirli. Ip'in, kursun'un ragmina, Yürür pervasiz ve güzel. Siradaglari devirir, Akan sulari çevirir, Alir yetimin hakkini, Buyurur, kitabinca... Gün ola, devran döne, umut yetise, Daglarinin, daglarinin ardinda, Degil öyle yoksulluklar, hasretler, Bir te basak tanesi bile darginkalmayacaktir, Bir tek zeytin dali bile yalniz... Sikiysa yagmasin yagmur, Sikiysa uykudan uyanmasin dag. Bu yürek, ne güne vurur... Kaçar damarlarindan karanlik, Kaçar, bir daha dönemez, Sunar koynunda yatandan, Hem de mutlulukla sunar Beynimizin isiginda yeralti. Her mevsim daha genç, daha verimli, Sunar, piril - piril, sebil, Ömrünün en güzel ask hasadini, Elimizin hünerinde yeryüzü. Dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar, Bir'e on, bir'e yüz'le aksama gebe Safakla dogan isgücü. Yalanim yok, sözüm erkek sözüdür, Ol kitapta böyle yazilidir, Ol sevda, böyledir çünkü... . Ahmed Arif . Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Gece gibi olmalı Gözü kara, Her sesi Her ışığı gösterecek kadar cesur... Gece gibi olmalı, Hep beklenen bir sabahı olmalı, Gece olmalı Kör ve görene eşit... *Mehmed Edip Balkaya Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Ay Işığında Son Tango* *Gece yine küsmüş rüzgara Zifiri karanlık çökmüş üstüne, Yıldızlar solmuş hazan yaprağı gibi, Ay ise yine kızgın, Karanlığa inat parlıyor, Ayrılık dansının hatrına, Ay ışığının altında, İki yaralı yürek, İki titrek el, Korkuyla birleşirken, Akıp giden zamana inat, Ay ışığında başlar son tango, Kadere inat, sebat duran başlar artık eğilmiş Diğerine bakmaya pervasızlık yapamayan gözlerden, Kalbinde saklı son hazan yaşları dükülür, Ayrılığa inat birbirine vakfeder (sarılan) bedenler, Yaşanmadan Uful edilmiş (gömülmüş) ne varsa, Ay ışığında yaşarlar son tangoda, Artık başlar isyanlar geceye, Yalvarırlar aya, bir bir kayan yıldızlara, Acı acı esen sabaya, Seherde bitecek aşklarının acısına, Ay dayanamaz kaybolur, Acun kapkara bulutlarla zindan olur, Gece kara, acun kara, Yürekler erir sanki yok olur, Son tango bile zehir olur, Ay bulutta saklı ya, Nasıl dayansın bu acıya, Yalvarır buluta son tangonun hatrına, Bulutlar karartı kurmuş ayın ışığına, Başlar ay ağlamaya, Bu sevdanın, son tangonun aşkına, Ne severlerdi yağmuruda ya, Seher vakti gelip çatar, Yüreklerde hicran akar, Takati kalmamış ay yavaş yavaş batar, Yıldızlarsa, geceden yorgun solar, Ayrılık bu varmı başkası, Az sonra gelecek, Ayrılıkkervanı Son veda edilip biter bu, Son ayrılık dansı, Ayrılır önce yürekler, Takip eder beden, Ve en son kopar birbirinden eller, İşte bitti ay ışığının aşkı, Görülmüşmü gecenin böyle yücesi, Gelin olsa değil, Son nefeste unutulurmu o tango gecesi, Ne kadar mutlu olsalarda sabahı ayrılık değilmi... Ama yinede siz Kader deyip boyun eğmeyin, son tango bile olsa,* *asla sevdiğinizin elini bırakmayın.* *İsmail Sünbül* Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Dost dediğin; radikal olmalı, Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile seni sevmeli... Sarılacak biri olmadığın zamanlarda bile sana sarılmalı... Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile Sana Dayanmalı... Dost dediğin ; fanatik olmalı; Bütün dünya seni üzdüğünde sana moral vermeli, Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli, Ve ağladığında seninle ağlamalı... Ama hepsinden daha çok; Dost matematiksel olmalı; Sevinci çarpmalı... Üzüntüyü bölmeli... Geçmişi çıkarmalı... Yarını toplamalı... Kalbinin derinliklerinde ihtiyacı hesaplamalı... Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalı..* *MEVLANA* Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 1 Şubat , 2008 Bulutlar birbiri ardina devriliyordu sanki.Durdu. iki eliyle bastonundan destek alip,basini gokyuzune kaldirdi.Basi dondu.Bubulutlar nereden cikmisti? *** Sabah apaydinlikti halbuki ortalik.Gun gulumsuyordu.Cani disari cikmak istemisti.Bahardi cunku...Civil civildi hersey.Cicekler oyleydi.Kuslarda..."Sahilde soyle bir dolasirim "diye dusunmustu...Ama simdi birden degismisti hava.Ici sikildi...Hemen yanindaki tahta siraya cokuverdi.Gokyuzukararmisti hafiften...Cocuklar geciyordu yoldan...Gencler geciyordu...Ihtiyarlar geciyordu."Ihtiyarlar" deyince ici ciz eti. Sabah haniminin soyledikleri geldi aklina ..."Ne o? Yine bastonsuz cikiyorsun.Bahar geldi geleli cocuklastin..."Aslinda dogru soyluyordu.Bastonsuz yuruyemezdi ki.Genclige donmek mumkun muydu?Ici bir daha "ciz" etti."Ben bir ihtiyarim" diye dusundu... *** Ilik ilik yagmur basladi...O sirada karsi caminin kapisinda insanlar belirdi.Eller ustunde bir tabut agir agir ilerliyordu.Gozleri yasardi.Gunu gelince herkes gidiyordu iste... Gitmek sonsuza dogru...Ici burkuldu.Hemen yanibasindaki rengârenk menekselere bakti."Bu"dedi, "belki de yasadigim baharin sonuncusudur."Agliyordu..."Bu benim sonbaharimdir." *** O tahta sirada kac saattir oturdugunun farkinda degildi.Yagmur dinmisti.Gunes sevimli isiklarini yaymisti yine gokyuzune.Yoldan insanlar geciyordu. Bahar yuzlu insanlar.Gozyasini silip gülümsedi."Kalk be delikanli" dedi kendi kendine..."Yasamasini bilene,olumden sonrasi sonsuz bahar..."Bir ihtiyar, bastonu koltugunun altinda cocuklar gibi kosuyordu..." Alıntı Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 2 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 2 Şubat , 2008 *Vazgeç yüreğim hayallerin öylece kalsın* *Sessiz sedasız kenarda öyle bir başına* *Gerçi ne sana nede üstüne pek uymaz* * Serseri olmayı zaten hiç beceremedin * *Sen her zamanki âşıklığın efendiliğiyle * *Yaprak misali düşüyorsun baş aşağıya* *Elsiz tutunduğun hayallerindeki bu dünyada* *Ve tutunamıyorsun farkındasın değilmi* *Gücün yettiğince bir hevesle başını kaldırıyorsun* *Ama bitkinsin yığılıyorsun olduğun yere* *Son bir seslenişiyle nefesinin* *Hayatının son perdesinin * *Kapanışını izliyorsun* *Farkında mısın bilmem yüreğim* *Şiirler sıkıldı artık telaffuzundan* *Tekrar tekrar başa sarıyorsun* *Bakıyorsun tüm dizeler harap darmadağın* *Daha bir dayanılmaz artık onu onsuz sevmek* *Ve daha bir imkânsız cebinde kalan son SEN' i bozdurmak* *Hele ismini tekrar tekrar susmak * *Hani o sarıldığında kokusu sinmişti ya kanına* *Şimdi kokusunu her duyduğun gibi olduğunda * *Uyanmak ve o kokuyu aramak* *Sessiz sedasız hiçbir şey istemeden* *Verilenlerle yetinmek* *Vazgeç yüreğim vazgeç hayallerin öylece kalsın* *Hayatının son perdesinde* *Ve perde demeden önce...* *Sadece yalnızlığına ve hayal ettiğine gülümse* alıntı Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 2 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 2 Şubat , 2008 Masallar Daha uyanmamalıydık masallardan.Ne zaman bitti o eşsiz ormanlar, yollar? ne zaman ayrıldı yolları şehzade ile ipek kızın? ve ne zaman vazgeçti yakışıklı prens yüzyıl uyuyan güzeli uyandırmaktan? Ne zaman yoruldu aladdin lambasını ovmaktan? iyilik perileri, sevimli cinler şimdi neredeler? Daha uyanmamalıydık...Masallar hep o renkte ve aynı inandırıcılıkta kalmalıydı kalbimizde.Bir şey oldu, bir yerlerde.Büyüdük mü küstük mü birşeylere ne; inanmaz olduk masallara.Dinlemez olduk ve anlatmadık bir daha.Belkianlatılacak masalımız kalmadı, çabuk yordu hayat bizi.Oysa ne güzeldi küllerinden yeniden doğan Anka kuşu, Kaf dağının ardındaki o gizemli ülke, lal bir oba uşağı ile güzeller güzeli bey kızının başkaldıran sevdası.Nasıl özlüyoruz geçmişi...Neden özler ki insan? Hele birde mutsuz bir çocuksanız...Çocuktuk çünkü.İnanıyorduk.Köprüler geçmemiş, aldatmamış, aldatılmamış, bedeller ödememiş, ayrılık ve hasret mektupları okumamıştık.Ve dizlerimizi kanatmamıştı henüz hayat.İnanıyorduk, duruyduk, saftık, çocuktuk.Şimdi anlatacak bir masalımız bile yok, bir köşesine sığınacak... İclal Aydın Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 2 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 2 Şubat , 2008 Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl? avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya, çıldırasıya... Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl? kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz yüzde hudutsuz kere yüz...Kadın erkeğe dedi ki: -Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana... Ve artık biliyorum: Toprağın Yüzü güneşli bir ana gibi En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini... Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olanın parmaklarına başımı kurtarmam kâbil değil! Sen yürümelisin, yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak... Sen yürümelisin, beni bırakarak... Kadın sustu. SARILDILAR Bir kitap düştü yere... Kapandı bir pencere... AYRILDILAR... Nazım HİKMET Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 3 Şubat , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 3 Şubat , 2008 harika şiirler dostum..çok teşekkürler ve en sevdiğim şiirlerden biridir bu dilimde sürekli..ama sonunu hiç okumam sonu yoktur benim hafızamda..sonunu atalım gitsin dostum..böylesi daha güzel.. Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl? avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya, çıldırasıya... Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl? kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz yüzde hudutsuz kere yüz...Kadın erkeğe dedi ki: -Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana... Nazım HİKMET Alıntı
Φ sedelina Gönderi tarihi: 5 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 5 Şubat , 2008 Yine gece, yine hüzün Ve yine içimde sen Ve yine biliyor musun? İçimde sen olunca hüzün de güzel... Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.