Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

teşekkürler arkadaşım çok güzel bir şiirle gelmişsin :clover:

 

bu defa şebnem işigüzelden..çok sevdiğim bir öykünün kısa bir bölümünü yazmak istedim :)

 

Hep der ki: "Tanrı bana yüzyıllık bir yaşam versin ve ben bütün yeryüzünü mozaiklerle süsleyeyim. Törenleri, aşkları, bayramları, zaferleri, melekleri, bereketli avları, balığı bol nehirleri, yaprağın dalda bittiği, sonra yere düştüğü, sonra savrulup gittiği mevsimleri, güçlü bir erkeğin güzel bir kadının rahmine canlıyı bıraktığı ânı anlatayım."

İşte hep söylediği gibi, sanki insanoğlu değilmiş, su içmez, uyumazmış gibi renkli taş parçalarını yan yana getirerek yeni yaşamlar oluşturuyor; hep bir şeyleri kendince ölümsüzleştiriyor. Uzağında durup ona sesleniyorum. İlkinde duymuyor beni. Sonra irkiliyor.

"Beni koruduğun için," diyorum ona, "bunca yıl beni koruduğun için sana minnettarım. Çocuklarımın babası olduğun, beni aç bırakmadığın için Tanrı kadar saygım var sana. Ama seni sevmiyorum. Ben senin gibi değilim. Bir tarafım karanlıkta, kör. Kendi topraklarım üzerinde yaşamak istiyorum."

Arkamı dönüp koşarcasına uzaklaşıyorum yanından. Gökkubbeyi başımıza yıkarcasına bağırıyor:

"Bana bu büyük acıyı verme. Ruhum yeryüzünün hangi köşesine gidersen git bulur seni. Bana verdiğin aşkın ve acının bedelini, Tanrı tanığımdır, ödersin..."

Bedenim balmumundanmış gibi, gökyüzü, rüzgâr... ateşmiş gibi. Canım yanarak eriyorum. Canım yanarak eriyorum...

"Sakin olun... Yavaş yavaş saymaya başlıyorum. Beşe geldiğimde gözlerinizi açın ve huzurlu olun. Huzurlu olun..."

"Sizin yaptığınız gibi açık konuşacağım," diyor doktorum. "Pencerenin kenarında güneşe gömülmüş sıska gövdesinden çıkıyor bu ses. İnsanın çocukluğunda, ergenliğinde takıldığı bir noktayı aramak, toprağın altında gizli, değerli bir heykelciği aramak gibidir. Bu küçük değerli heykelciği bulmak için bazen yanlış bir yeri kazmaya başlarsınız. Tekrar tekrar toprağı eşelemeniz gerekir. İşte, bilinçaltınızda takılı kaldığınız bir noktayı bulmak için de zavallı bilincinizi kazıp dururuz. Bu kez çok derin bir tünel kazmak bilincinizi darmadağın edebilir. Daha önce yaptığımız terapiler bir işe yaramamıştı. Size umut yok demiyorum ama sadece biraz daha çaba göstereceğiz. Bu son hipnoza sizi yatırmayabilirdim, ama geçmişteki hayatınızı arama çabanızdan söz ettiniz. İşte, size biraz daha bilinmeyen..."

Doktorum tüm bunları söylerken, geniş koltuğa oturup bedenini lastik parçası gibi uzatıyor. Gözlerini kısıp konuşmasını sürdürüyor: "Belki de tutkunuzun kaynağını benim yardımım olmaksızın siz bulacaksınız."

Şimdi omuzlarımı düşürmüş, yürüyorum. Sokak lambalarının, neonların, vitrin ışıklarının oluşturduğu gölgemde fark ediyorum bunu. Bu labirentten nasıl çıkabilirim? Bu soruyu sormasını on yaşındayken öğrenmiştim. Elbette her defasında doğru yanıtları veremedim.

  • Cevaplar 1b
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

Yil Çarpmasi

.

her ani gün gün

yarim yarim aylara bölen bosluk

yil oldu yillar oldu

ne çektin siirlerimi alacakaranliklardan

ne çekildin...

 

her gün

bir baska suskunlukla kolladin, susmak vakitlerimi

bir basina kutlamalarimin esigine kuruldun

hey gidi günler heyyy

ne tiyatro bir rastlantiydik biz ama

rastlanti degildi

ayni gün, ayni yerde sana çarpmasi havai fiseklerin....

 

biraz sarap, biraz kagit, biraz mermer

bugün yasakti dün

yasakti saga sola dönmesi hecelerin

yasaktiniz iste külliyen

atesle oynamanin yasak oldugu kadar kumlara....

 

hani bilmesem

birazdan yan sokaktan çocuklar geçecek

karsisindan anneler

hani bilmesem

ha öldü ha ölecek Ölüm!

babalarin yalnizliginda...

 

ne biçim ölürdüm ama,

bu safak uyumasinda.....

.

Reside Sarikavak

.

.

 

.

Gönderi tarihi:

...'Es ve La'....

.

ebemkusagindan renk çalan ey!

bunca kesmekes arasinda

visne bahçesini andiriyor nagmelerin

igde suskun / deniz yilgin rüzgardan

“günlük” agaçlari çagiriyor bak!

gidelim “es ve la”….

 

zincirlenmisiz epeydir

yorgunuz

agzimizda bakir çaligi

kötürüm birakti bir sey

:

bilmiyoruz nedir

karisti siyah-beyaz tuslari hayatin

alacakaranlik bir bakis gibi

yakiciyiz nicedir

 

visne günleri aski hatirlatir hep

yitik zamanlarin harlanisini

gecenin vurgun yemis ah’lari sunagini ararken

fallar açar

ceren gibi bir denizkizi suda

“günlük” ormanini anlatir bir baskasi

 

dipsiz bir kuyuya kosuttur içimiz

eskitilmemis sarkilar törpülenir kamburunda tasin

kan bagimiz dirildikçe ezgilerde

yapraga yazilir siir

dikenden güller düser de dilimize

 

“evet”le beni!

açilsin gönül gözüm

pulumun sessizligini kir önce

sevdanin sureti yükselir biliyorsun

evrenin “la” sesinde

 

birlikte çalalim bir rengi daha sigla* agaçlarindan

kalk gidelim “es ve la”.....

 

………………

 

(*) Sigla: Günlük agaci; çinara benzer; mistik kokusu ve yaginin renginden ötürü amber agaci (liquidambar) diye de adlandirilir.

 

(4 Temmuz 2005)

.

Naime Erlaçin

.

Gönderi tarihi:

Ne Sah Ne Mat*

.

_Mehmet Ayhan’a_

 

 

……..

 

onu diyordum

erimelisin yildizli bir gecede

kare kare bölerek gözlerini

 

söylesene hangi hücrende yasayacaksin bugün

kati taraflarini geçiremezsin parmakliklardan

yumusak yanlarini koy ocaga

öyle dalip gitme uzaklara o kis günü gibi

parçalanir sisler umutlarin dogdukça her sabah

alti patlar alti köse saçlarinda beyazlar

 

 

onu diyordum

dogmalisin her aksam yeniden yikilan kalelerinin enkazindan

buzlu gözlerinle çocuklar gibi sasirarak

gördügün zan aynasindaki derin girdapta

yaralarini bir bir sararak

 

bir yürekten bir yürege aktarilan

bayrak yarisidir yasamak

sadece karar ver siyah mi beyaz mi

geceni gündüze gündüzünü geceye çeviren nokta

bak bir de o zaman gör yüregini

agustos mu ayaz mi

 

 

onu diyordum

oynamalisin bir ayagin aksak

dert etme terk ettigin birkaç mevziyi

 

ormani yok ankara’nin fillerin asikâr

ne çikar külleri bir kere daha yaksan

yagiz atlarin özgür kosuyor çayirlarda

birkaç piyon nedir ki sen elindekine bak

sadece gözlerini sil

tanelerin sigmaz son kareye iklimler kurak

aldinsa vezirini eline yap hamleni

ama unutma bu bir rûyâ günes yeniden dogacak

bir kez daha konus korkma

ne sah ne mat

 

 

 

 

.

Mustafa Kaya

.

.

Gönderi tarihi:

Üçü bir arada...

 

 

*- Merkezden atmacaya...*

 

 

*- Dinliyorum.

 

 

- N'apıyor şu anda?

 

 

- Ayran içiyor amirim...

 

 

- Tost da yiyor mu?

 

 

- Peynirli.

 

 

- Susurlukçu demek ki, basın evini!

 

 

*Ben hayatımda bu kadar dandik derin devlet görmedim arkadaş...

 

 

Suikast yapacaklar, generalleri var, el bombaları var, tabancaları yok!

 

 

Glock arıyorlarmış...

 

 

*- Neyimiz var stokta?

 

 

- 1 tank, 3 jet, 2 denizaltı.

 

 

- Tabanca yok mu?

 

 

- Maalesef...

 

 

- E olmadı ki.

 

 

- 2'nci el obüs ayarlayabiliriz belki.

 

 

*

 

 

*Maliye Bakanı da, mikrofonu unutup, *"güzel güzel konuşan" *YÖK Başkanı

için *"isterse konuşmasın" *demiş...

 

 

Normali, istifa.

 

 

Japon olsa, harakiri.

 

 

Okurlar soruyor haliyle...

 

 

*"Kukla durumuna düşen YÖK Başkanı hálá oturacak mı orada?"

 

 

*Oturmasın da n'aapsın şekerim?

 

 

*"İsterse konuşmasın"*ı olduğu gibi, *"sıkıysa istifa etsin"*i de var bu

işin!

 

 

Otur dediler, oturdu.

 

 

Kalk demeden, nasıl kalksın?

 

 

**

 

 

*Bu arada...

 

 

*"Acaba şeriata mı kayıyor"* denilen Türkiye, tam da *"soykırım"*la

suçlanırken, Sudan'a *"şeriat"* getiren, *"soykırımcı" *sıfatına sahip

misafirini ağırladı.

 

 

Nefis zamanlama!

 

 

Tutup, Atatürk'e götürdüler...

 

 

*"Kalk da gör, bak senin ülkene kimler geliyor artık"* yazsın diye.

 

 

Ama yazamadı.

 

 

Parmağı hasta.

 

 

Yardımcısına yazdırdı.

 

 

O da kafada kapüşonla yazdı.

 

 

Sanırım o da hasta.

 

 

Üşütmüş muhtemelen.

 

 

Okurlar bu duruma da isyan ediyor tabii, *"böyle rezalet olur mu" *diye...

 

 

Hakikaten olmaz.

 

 

Cumhurbaşkanımız, zahmet edip Anıtkabir'e gelmeyen Suudi Kralı'nın oteline

kadar gidip, nasıl devlet şeref madalyası taktıysa... Anıtkabir özel

defterini de dürüp, koltuğunun altına sıkıştırarak, bunun oteline de

götürmeliydi bence...

 

 

Ayıp oldu adama.

 

 

azÖzdil(Hürriyet)

Gönderi tarihi:

Yıllar yıllar önceydi diye başlarya masallar. Hayata dair gerçekler değil de

hayaller sıralanır ya. İşte öyle masallar topluluğu, hayatın önümüze

koyduğu. Önüne sunulan gerçekleri yaşayıp, hayallerden vazgeçmek, hayatın

bir parçası. Masaldan uzak masalcı yani.

Yıllar yıllar önceydi diyeceğim benimde masallar dinlediğim zamanlar.

Büyümeden önce yani. Hayatın tiyatro sahnesinde figüran olduğumu fark

etmeden önce, bende masallarla büyüdüm. Keşke hiç büyümeseydim. Üzerime

yıkılıp kalmasaydı hayaller. Hayatta da masallardaki gibi güzel onlar

olsaydı keşke. Ama nafile…

 

 

Doğarken neden ağladığımı yaşarken daha iyi anlıyorum. Yaşarken her

ağladığımda hiç fark etmez, ben doğarken de ağlamıştım diyorum. Ben

hayatımda hep kara kışlar gördüm. Kara kışın ortasında doğmak mı sebepti

buna bilmiyorum. Yıl bindokuzyüzyetmiş küsürlerin sonları, 'Kalubela'daki

sıranın bana geldiğinin ilk belirtisi. Ameliyathane'deki ağlamaklı çığlığım.

Hala içimde çınlayıp duruyor sanki. Belkide biteceği son nefese, daha büyük

çığlıklar hazırlıyor içten içe kimbilir. Kim bilir ömrün nerede vuku

bulacağını. Bildiğim tek şey mazideki anılar çoğaldı. Her suret benden uzak

ama bir o kadar da tanıdık sanki. Yıllanmış fotoğraflarda artık anılar.

Fotoğraflarla sabitlemeye çalışsamda suretimi, zaman o kadar acımasız

davranmış ki, ben bile ben değilim artık.

 

 

Zamanı kaydırmadan tutabilsem ellerimde, belki o zaman her şey gerçekten

masal olacak.

İçten içe bir şarkı tutturdu yüreğim. "Bugün benim doğum günüm hem mutluyum

hem hüzün." Belki efkarımda bu yüzden. Yıllar bir bir devrilmekte ardıma. Ve

her doğum günümde, bu şarkıyı mırıldanmakta yüreğim. Benim doğum günü

şarkılarım 'iyiki doğdunlar' olmadı hiç. Çocukken imkansızdı, büyüyünce

çocukcaydı herkese göre. Ama benim içimdeki çocuk hala kıpır kıpır kimse

fark etmesede. Kara kışın ortasında hayata merhaba dediğim için herhalde,

hayatın önüme hep karlar, boranlar, fırtınalar getirmesi. Bebekken

bilmediğim, çocukken hissettiğim, büyüyünce fark ettiğim gerçekler. Hayatın

önüme koyduğu tek masal, Prensesin Kül Kedisine dönüşmesi. Beklentiler,

hayaller ve gerçekler.

Yalnızlığımla kolkola girmiş arşınlarken sokakları denizin mavisine inat

karamsar, yerin yeşilliğine inat küskün, gökkuşağının şatafatına inat, siyah

beyazdı hayallerim. Bu doğum günümde de yalnızlığımla iç içeyim.

Teminnilerim kalmadı hayata dair.

 

 

Masallarsa çoktan çocukluğum tozlu raflarında. Hayattan bana tek kar,

yalnızlığım kaldı.

 

 

Beren 23 Ocak 2008 00:10

Gönderi tarihi:

-- *Şimdi geride bırakılan melodilerin eşliğinde ve umutsuzca o melodilere

iliştirilmiş anıların görünmez bir perdede esriyen gölgelerle defaten

canlanmasının katlanılır olamayan hücrelerinde, müebbete kalmışken bir daha

bir başka ses duyamayacak olmanın yoksunluğuyla yetinmeye çalışıyorum.

 

 

Her bir an o kadar taze ki, neredeyse asıllarıyla özdeşik halde... Yani

aslında bu sebeple anı olduklarını dile getirirken imtina ediyorum, yine de

olmuyor işte bir kez geride kaldıktan sonra bişeyler, öteye ne bırakırsa

bıraksın yetişmiyor.

 

 

Öylesine hayrete düşmüştüm ki sonsuzluğa kadar açılıyordu sanki gözlerim.

Ardından öylesine uzak iklimlerin nemlerine bulandım ki ufkum ufuk çizgisine

terkip edilmişti sanki.

 

 

Öyle birşeydi ki aradaki; aynı anda aynı şeyi duymanın, aynı yerde aynı şeye

bakmanın, başka biri olup bir başkasına akmanın ılık kaynağından gürül gürül

çağlamanın, gözyaşlarını güldürmenin, aklını deliliğe erdirip dağlardan

devrilmenin, inlemenin, gürlemenin, öfkeyle pöfürdemenin, uçan böceklere

özenmenin, toprağa yüklenmenin, yıldızlara öykünmenin, yerküreye

saplanmanın, birbirine bağlanmanın, karadeliklerden bahsederken bir kan

pıhtısında boğulmanın, bir yılanın derisi olup çatlamanın, minnetini kendi

kanınla akıtmanın, dile gelmeyen yalanların yamacında avlanmanın, sırların

soğukluğunda dokularını yakmanın, yani iki insanı aynı payda bulmanın

imkansızlığını perçinleyecek tüm paydaları birleştiren bir seste buluşmanın,

o sesle tanışmanın şaşkınlığında gözlerini huzura yummanın bizzat kendisi...

 

 

İlk sesten arta kalanlarda... son ses; hayat!... *

 

 

ALINTI

Gönderi tarihi:

Bazen bir düşüncenin ortasında birden beliriveren bir gerçek taşır bize en derin acıları.

Bazen dinlediğimiz bir şarkının, bizi eski zamanlara doğru savurmasıyla hissederiz acıyı.

Bazen bir ‘koku’ya tepki verir belleğimiz, özlemle hatırladıklarımız acı verir. Her zaman da,

derin ilişkilerin ve büyük trajedilerin yaşanması gerekmez acı duymak için.

Acı da tıpkı zevk gibi bir duygu değil midir sadece? Dozunu kontrol edemediğimiz

şiddetli bir duygusal sarsıntı.. ama bizi daha da incelten, ‘düşünce’mizi derinleştiren..

bazen bizi daha da yaratıcı kılan bir duygusal sarsıntı...

Proust’a göre, bilgeliğe varmak için gerekli iki yöntemden biri; öğretmenlerimiz sayesinde,

acı çekmeden varılan bilgelik, diğeri de acı çekerek varılan bilgeliktir.

İkinci yöntemi, her zaman diğerinden daha üstün tutan yazar,

bir roman kahramanının, ressam Elstir’in ağzından şöyle

der: “ Kişi yaşadıklarından tümüyle pişmanlık duymamalıdır, çünkü bütün o aptalca ve

mutluluktan uzak evreler, aslında onu nihai evreye vardırır ve kişi bu evrelerden geçmeden

bilgeliğinden emin olamaz, -bizler ne kadar bilge olabilirsek tabii-.Bazı genç insanlar tanıyorum. Öğretmenleri onlara okula başladıkları andan itibaren zihinsel

soyluluğu, ahlaki inceliği aşılamış. Belki de onların geriye bakınca pişmanlık

duyacakları hiçbir şey yok; eğer isterlerse, o ana kadar söyledikleri ve

yaptıkları her şey için imzalı bir ifade verebilirler ama zavallı yaratıklar.. bunlar,

öğreti sahiplerinin kötü takipçileri. Bilgelikleri olumsuz, verimsiz. Bilgelik öğretilemez,

biz kendimiz keşfetmeliyiz onu. Kimse bizim yerimize o yolculuğa çıkamaz,

kimse böyle bir çabayı bizim yerimize harcayamaz.” İnsan acı çekerek, kendini daha fazla tanıyabilir ve daha da derinleşebilir belki ama acı,

bazen bütün bu kazançları sarf ederecek güç bırakmayabilir geride.

Acı her zaman şaşırtır, hiç kimse acı için hazırlıklı olamaz,

‘mutluluk’ beklenen, ‘acı’ ise beklenmeyendir çünkü. Ama bir yandan da biliriz ki,

biz çeşitli nedenlerden o sırada acı çekerken, birileri de aynı anda başka başka

nedenlerden mutlu olmaktadır. Acı çekerken; bir yanımız, bizim çok da uzağımızda olmayan bir

yerlerde mutluluğun yaşandığını bilir ve bize sıramızı beklememizi fısıldar adeta.

Acıya dayanabilmemiz de böylece mümkün olur bir bakıma, sadece durmamız,

durabilmeyi başarmamız gerekir... Ve bunu yapabilirsek, durabilirsek şayet, atlatabiliriz.

Acı acıtır, ama onun eğitici etkinliği de birçok şeyi birden fark etmemizi ,

en çok da mutlulukla acı arasındaki akrabalığı anlamamızı sağlamasındadır. İşte bu yüzden de, bu duygudan bütünüyle yoksun kalmaktansa, ara sıra ona yakalanıp,

bu yolla mutluluğun var olduğunu hissedebilmek de, bir teselli verebilir belki...

alıntı..

Gönderi tarihi:

Sir Köprüsünde

.

kör bir dizeye sarki ögretir gibi

diziyorum kildan ince sözlerimi

hazir ol! duruyorum, tetikte kalbim

kalbine diyez seslerle yüzüyorum

 

Adimin sol anahtari yok

Yüzümün yelkeni yirtildi

 

çatlak ar damarina giriyorum usulca

günaha giriyorum ellerinde gezinmek suç

edepsiz notalarin isgalinde nefesim

korkuyorum... üflesem düseceksin

 

Aklim düsmemeli bu savasta

Hâlâ sicak dönüs yolu

 

kör bir dizeye sarki ögretir gibi

tutuyorum kiliçtan keskin sözlerimi

sol gögsünün kapisinda nöbette

atesten bir nehirle susuyorum

 

Adimin sol anahtari yok

Yüzümün yelkeni

.

Nurduran Duman

.

.

Gönderi tarihi:

Yasamin Tirpanlandigi GECELER...

.

Isimsiz, sorgusuz bir askin solgun misralari

Tümcelerimde bogulan

 

Surlarin ihtilal geceleri

Göz kirpiyor Mezopotamya'nin islak günesine

Sirtimda yüzyildan kalma yaniklara

Anam agitlarla yogurt sürüyor

 

Börtü böcek kaplamis Hevsel bahçelerini

Ulu Cami'de erkeksi

Tömbeki nargileyi cigerlerime dolduruyorum

Marpucumdaki sipside

Yalnizligimin dumani var

 

Binlerce yüz maskeli

Kimi boyali, kimi yarali

 

Balikçilarbasi'nda emekçilerin ter kokularini

Yüksek topuklu

Röfleli sari saçli kadinlarin kokulari yirtiyor

 

Asitlesiyor her dem

Dicle''min siyah saçli

Uçurum gözlü asi kizi

Savrulan her dalgali tele

Milyon dilek tutuluyor ayisiginda

 

Yakamoz topluyor

Tütsülenmis evliyalardaki

Yarinsiz adaklarim

 

Kiraç topraklarima

Usulca hüznün yagmurlari degiyor

Yiyesim geliyor her çeliskiyi

Kar etmiyor

Takintili bir türkü tuturuyorum kavgalarima

 

Sarmasik misali

Dolaniyorum mors alfabesine

Ne uzun ne kisa çizgiler

Ne de noktalarin yalnizligi

Çözmüyor kitlelesmis yaralarimi

 

Hasta bedenim kiriklasiyor

Içimde sakladigim yarali senler kirginlasiyor

Gövdem yasakli askina kosarken istilaya ugruyorum

Tarihteki asilan her takvim yapragina

Tütün sariyorum

Balyoz vuruyorum artiksi benligime

Tuz ekliyorum, kuram biçiyorum

*

Musa'ya haber salin!

Gezegenimde kisalan bedenim

Ihtilal esiginde

Denizi olmayan bir yelkende fora olup

Küllerimi yakmaya gelecegim

Nuh'a haber salin!

 

Meral Bozkafa

.

Meral Bozokalfa

.

Gönderi tarihi:

Yasam bir istaka;

gelir vurur ömrünün coskusuna.

Hani tutulur dilin,

konusamazsin…

 

Tirmandikça yücelir daglar.

Sen maglupsun sen issiz

ve kalbinde kuslarin gömütlügü;

tutunamazsin!

 

Eloglu sevdalardan dem tutar,

ask büyütür yildizlardan;

senin ise düslerin yasak,

dokunamazsin...

 

Birini sevmissindir geçen yillarda.

Açik bir yara gibidir hâlâ.

Hâlâ ne çok özlersin onu,

aglayamazsin…

 

Yolunda köprüler çürür.

Sesin, sessizlik sanki bir ugultuda.

Savurur hayat kül eyler seni,

dogrulamazsin!

 

Yapayalniz bir ünlemsin

dünyayi islatan su yagmurlarda.

Her sey çeker ve iter,

anlatamazsin...

 

Yasam bir istaka,

gelir vurur iste ömrünün coskusuna.

Sesinde çigliklar bogulur ama,

bagiramazsin…

 

Sonra vakt erisir, toprak gülümser sana;

upuzun bir ömrün ortasinda

ne hayata ne ölüme

yakisamazsin…

 

Yazdirmalisin mezar tasina:

Ey hayat, sen savki sularda bir dolunaysin,

aslinda hiç olmadim ben bu oyunda

ömrüm beni yok saysin…

.

Yilmaz Odabasi

.

Gönderi tarihi:

.

*** Nena ***

.

Bu kentin karanligi

Sensizligin bagimliliklarinda

Hicran yarasi Nena….

 

Bir bir gelip gidiyor cümle alem

Her enstantane tren oluyor ben istasyon

Sen…

Zerre kadar çikmiyorsun aklimdan

Bana yoklugun kaliyor yok olmayan…

 

Gece çöküyor safaklarima

Mikelanj tablosu gibi

Bulutlara asili kaliyorsun karsimda

Ve ben bulutlaniyorum,telleniyorum

Yagmur oluyorum

Çisil çisil yagiyorum saçlarina…

 

Her defasinda

Patika yollara çikiyor ayaklarim

Nedendir bilmiyorum

Kismi ölümler yasiyorum

Her uyanisim kallavi bir efkar oluyor

Yüzümden ölümler düsüyor

Ve ben kendimi

Yine o gözlerimin sana ilk daldigi yerde buluyorum.

 

Bu kentin aksamlari

Sensizligin sessizliginde

Hicran yarasi Nena…..

 

Ah Nena….

Sen bu limana hiç gelmedin

Bilmem kaç kez oldu kadehimde lal oldugun

Kaçtir bu gecelerimin erismemesi sabaha

Yildizlari biriktirdim sana kuyruklarindan yakalayarak

Yakamozlar çaldim ayisiginda

Bak binbir hayale daldi gözlerim yine

Vuruluyor düslerim gökkusaginda.

 

Ah Nena….

Sen bu limana hiç gelmedin

Sir Thomas More’ un Ütopya’sinda kaldi

denizlerimize serdigimiz ipek kilim

Oysa nede yakismisti yarinimiza yazilan o sakin ada.

Yelkenlerini ufuklarimiza açmis gemiler geçiyordu nadiren

Güle Güle diyorduk kadehlerimizi tokusturarak

El salliyorduk halimizden memnun olarak..

 

 

Ah Nena….

Sen bu limana hiç gelmedin

Bu kaçinci Kafka olusum satiraralarinda

Bu kaçinci gözyasi dökmesi Monalisa’ nin duvarimda

Oysa ne kadar yakisiyordun kollarima

Bir ömre bedeldi içmek seni sedef çesmelerinden

Rengarenk sözler firliyordu dudaklarimizdan

Ne kadar da çoktu yasamadiklarimiz yasadiklarimizdan.

 

 

Ah Nena….

Sen bu limana hiç gelmedin

Sen bu limana hiç gelmedin…..

 

Her yagmur damlasinda bana çarpiyorsun

Islaniyorum seninle Nena.

Tüm likitlerim efkar kokuyor

Bugulu bir gökyüzü oluyorsun

Tüm hacminle üstüme çöküyorsun…

 

Ellerini tutamadigimdan beri

Cografyalarima adin geçti

Firar etti tüm paradigmalarim

Sen geçtin bütün sehirlerden

Ben geçtim

Birde kahrolasi yoklugun geçti….

 

Sen öldün mü simdi Nena

Ates ellerinle yakamayacakmiyim ellerimi

Dokunamayacakmi relaks fikirlerim fikirlerine

Yani artik simarip ta “Ya sussss” demeyecekmisin bana

O parmagindaki garip çikinti degmeyecekmi yanagima

Dicle gibi akmayacakmisin artik gözlerimden

Toplamayacakmiyim seni Evsel bahçelerinde

 

Gerçekten sen öldün mü simdi Nena

Tüm dinlerin sevgilisi

Doyamadigim sevda perisi

Zifir karanliklarimin ay parçasi

Yürek sizisi

Biçak yarasi

 

Küp kareler seklinde kiydin yüregimi

Biçak gibi,hançer gibi

Kursun gibi deldin

Keskin materyallere gebe ettin beni

 

Yine eflatuni kederlerim gibi kaldin bana

Kemani hüzünlerimsin aglamalarimda Nena

Haciyatmaz gibi hareketlisin yatagimin ucunda

Hercai bir umutsun içimde kalan

Pinarimsin gözlerimde çaglayan

Yoklugunda da yaniyorum ama

Aylardan Haziran

 

Sen Nena

Sen ölmedin bende

Ben öldüm ben, sen öldügünde..

.

Yildirim Uzun

Gönderi tarihi:

Karanfilden Damlayan Aci

.

“kim bilir biz simdi nelerin neresindeyiz

ali neden moru neden kirmiziyi kim bilir neden severiz”

Hasan Hüseyin Korkmazgil

 

 

 

yalnizlik yakisir bize

misrada dolasan hüzün en çok

 

tavan arasina sikistirilmis düsler

ilhamini bekleyen

kaya dibinde sararan çigdem

agaçta yaprak / toprakta bugday

 

kursun sikildi yarinlara

ilk basamagindaydik yok olmanin

(isyani sallandirmali daragacinda)

 

“kimse görmesin karanfilden damlayan aciyi

kapat tüm kapilari”

 

ki sevdik bugdayi

öpüp alnimiza sürdügümüz

inek memesinde sütü / düvende öküzü

ama insani en çok

 

(bir demet sevgi koy vazoya

gül koksun oda)

 

sevgi dogurmali tüm kadinlar gebe kalmadan

çayirda uçmali taylar / yelesi rüzgar

özgürlük diye haykirmali tutsak fikirler

bildik

 

moru sevdik biz / ali

ama ölümün avuçlarinda barisi en çok

 

“kimse duymasin karanfil acisini

kapat tüm kapilari”

 

dizelerinde vurulduk Nazim’in

mürekkep kokusu serdik ölülerimize

karanlik sokaklarda kovalarken gençligi

basimiz dimdik

akan kanimiz Kizilirmak’tan da kizildi

 

kirmiziyi da sevdik biz / insani da

ama siiri en çok

.

Sevil Nizamogullari

.

.

Gönderi tarihi:

.

.

Yansimalar

.

Aynada gölge yansimaz saniyor eskiya

Bana kalsa arkamda iz birakmam diyor sir

Dönüp dolasip mahalle berberi

her dem kelaynak kusuna göz kirpiyor

Büyük endise yürürken sokakta

yaninda kim varsa var

kaldirim albenisini sorguluyor harami

 

Hangi gece disari çiksa isyanci sair

yildizlar ismar edip ayartiyor sokagi

Seviyor ya da sevmiyor beyaz atli

sari gelin papatyanin suçu ne

avunmaya dünden hazir asigin elinde

kanatlarini yalan rüzgarina yolduruyor

 

Hadi düssün yola Ferhat düse yatmadan

bütün Sirinler onu ölümsüz saniyor

Kim parçalayacak sadakat agini

cinayet sebebi malum davadan

Mecnun'un akli basinda olmasi zor

Merak bu ya suçlar ugruyor kaza yerine

Leyla'nin hangi saire göz kirptigini

devriyeler soruyor sokak fenerine

 

Sehrin agir sitemini bildiginden

parmak uçlarina basarak yürüyor gece

Sabahi bekledigi için degil

tüm ahali biliyor her daim

Günes ayni yerde duruyor

ve Dünya onun etrafinda dönüyor bilfiil

Zorunluluklar olmasa okkali bir siir

dökülecek ilham perisinin eteginden

sehrin varos tanrisi vebaya teslim

akibetini soruyor kitaptan kovulmus saire

 

Oglunun donunda kan görmüs kadin

savasin kendi evinde bitecegine kani

benim yildizim sarhos diyor

sanki cebinde tapusu var da hani

aksam olunca hemen çekiliyor evine

yildizim penceremde asili kalsin

yatagimi isitsin sevda bir hos diyor

 

Kralin öldügü masali dinlemek

zor geliyor Kaf dagi cücesine

Kediler çikmazinda serüvenci

hayali cihana deger sevda satsa ne yazar

nehrin denize döküldügü yerde

bir çocugun gözleriyle yalin gerçek

kanatiyor kazanilmis güvenci

kendi hükmünü götürdügü kadar

yere düsüyor gölge

 

Hangi insana sorsan alacakli yillardan

Belki de hesap vermekten korktugundan

tez gelip geçiyor yillar

.

Babür Pinar

Gönderi tarihi:

Vay Kurban

.

Daglarinin, daglarinin ardi,

Nazlidir.

Uçurum kiyisinda incecik bir yol

Gider dolana - dolana,

Bir hastan vardir, umutsuz,

Belki Ayse, belki Elif

Endami kuytuda basak,

Memesinin, memesinin altinda,

Bir sanci,

Bir hayin biçak...

 

Ölüm bu,

Fikara ölümü

Geldim, geliyorum demez.

Ya bir kusluk vakti, ya aksam üstü,

Ya da seher, mahmurlukta,

Bakarsin, olmus olacak.

Bir hastan vardi umutsuz,

Hasreti uykularda,

Hasreti soguk sularda.

Gayri, iki korku çiçegidir gözleri,

Iki mavi, kocaman korku çiçegi,

Açar, derin kuyularda...

 

Daglarinin, daglarinin ardi korkunçtur.

Hiç akil edip de düsünen var mi?

Gün kimin hesabina tutar aksami,

Rahmetinden kim demlenir bulutun,

Hayirli evlat makina

Nasil canavar kesilir.

Kurdun, karincanin rizkini veren

Toprak nasil ayartilir,

Yüz vermez topal öküze,

Ve almaz koynuna kara sabani.

 

Sepetçioglu'm kömür isçisidir,

Mavzer degil, kürek tutar Urfali Nazif

Mal, haraç - mezattir,

Can, pazar - pazar.

Kirmizi, ak ve esmer,

Yumusak ve sert bugdalari

Yaratan ellerin sahibidir bu,

Kör bogaz, nafaka ugruna,

Haldan düsmüs, tebdil gezer...

 

Daglarinin, daglarinin ardi

Nasil anlatsam...

Agaçsiz, kussuz, gölgesiz.

Çirilçiplak,

Vay kurban...

'Kimbu cennet vatanin ugruna olmaz ki feda.'

Yigitlik, sen cehennem olsan bile

Fedayi kabul etmektir,

Cennet yapabilmek için seni,

Yoksul ve namuslu halka.

Bu'dur ol hikayet,

Ol kara sevda.

 

Seni sevmek,

Felsefedir kusursuz.

Imandir, korkunç sabirli.

Ip'in, kursun'un ragmina,

Yürür pervasiz ve güzel.

Siradaglari devirir,

Akan sulari çevirir,

Alir yetimin hakkini,

Buyurur, kitabinca...

 

Gün ola, devran döne, umut yetise,

Daglarinin, daglarinin ardinda,

Degil öyle yoksulluklar, hasretler,

Bir te basak tanesi bile darginkalmayacaktir,

Bir tek zeytin dali bile yalniz...

Sikiysa yagmasin yagmur,

Sikiysa uykudan uyanmasin dag.

Bu yürek, ne güne vurur...

Kaçar damarlarindan karanlik,

Kaçar, bir daha dönemez,

Sunar koynunda yatandan,

Hem de mutlulukla sunar

Beynimizin isiginda yeralti.

 

Her mevsim daha genç, daha verimli,

Sunar, piril - piril, sebil,

Ömrünün en güzel ask hasadini,

Elimizin hünerinde yeryüzü.

Dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar,

Bir'e on, bir'e yüz'le aksama gebe

Safakla dogan isgücü.

Yalanim yok, sözüm erkek sözüdür,

Ol kitapta böyle yazilidir,

Ol sevda, böyledir çünkü...

.

Ahmed Arif

.

Gönderi tarihi:

Gece gibi olmalı

Gözü kara,

Her sesi

Her ışığı gösterecek kadar cesur...

Gece gibi olmalı,

Hep beklenen bir sabahı olmalı,

Gece olmalı

Kör ve görene eşit...

 

 

*Mehmed Edip Balkaya

Gönderi tarihi:

Ay Işığında Son Tango*

 

 

*Gece yine küsmüş rüzgara

Zifiri karanlık çökmüş üstüne,

Yıldızlar solmuş hazan yaprağı gibi,

Ay ise yine kızgın,

Karanlığa inat parlıyor,

Ayrılık dansının hatrına,

 

 

Ay ışığının altında,

İki yaralı yürek,

İki titrek el,

Korkuyla birleşirken,

Akıp giden zamana inat,

Ay ışığında başlar son tango,

 

 

Kadere inat, sebat duran başlar artık eğilmiş

Diğerine bakmaya pervasızlık yapamayan gözlerden,

Kalbinde saklı son hazan yaşları dükülür,

Ayrılığa inat birbirine vakfeder (sarılan) bedenler,

Yaşanmadan Uful edilmiş (gömülmüş) ne varsa,

Ay ışığında yaşarlar son tangoda,

 

 

Artık başlar isyanlar geceye,

Yalvarırlar aya, bir bir kayan yıldızlara,

Acı acı esen sabaya,

Seherde bitecek aşklarının acısına,

 

 

Ay dayanamaz kaybolur,

Acun kapkara bulutlarla zindan olur,

Gece kara, acun kara,

Yürekler erir sanki yok olur,

Son tango bile zehir olur,

 

 

Ay bulutta saklı ya,

Nasıl dayansın bu acıya,

Yalvarır buluta son tangonun hatrına,

Bulutlar karartı kurmuş ayın ışığına,

Başlar ay ağlamaya,

Bu sevdanın, son tangonun aşkına,

Ne severlerdi yağmuruda ya,

 

 

Seher vakti gelip çatar,

Yüreklerde hicran akar,

Takati kalmamış ay yavaş yavaş batar,

Yıldızlarsa, geceden yorgun solar,

 

 

Ayrılık bu varmı başkası,

Az sonra gelecek,

Ayrılıkkervanı

Son veda edilip biter bu,

Son ayrılık dansı,

 

 

Ayrılır önce yürekler,

Takip eder beden,

Ve en son kopar birbirinden eller,

İşte bitti ay ışığının aşkı,

 

 

Görülmüşmü gecenin böyle yücesi,

Gelin olsa değil,

Son nefeste unutulurmu o tango gecesi,

Ne kadar mutlu olsalarda sabahı ayrılık değilmi...

 

 

Ama yinede siz Kader deyip boyun eğmeyin, son tango bile olsa,*

*asla sevdiğinizin elini bırakmayın.*

 

 

*İsmail Sünbül*

Gönderi tarihi:

Dost dediğin; radikal olmalı,

Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile seni sevmeli...

Sarılacak biri olmadığın zamanlarda bile sana sarılmalı...

Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile Sana Dayanmalı...

Dost dediğin ; fanatik olmalı;

Bütün dünya seni üzdüğünde sana moral vermeli,

Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli,

Ve ağladığında seninle ağlamalı...

Ama hepsinden daha çok; Dost matematiksel olmalı;

Sevinci çarpmalı...

Üzüntüyü bölmeli...

Geçmişi çıkarmalı...

Yarını toplamalı...

Kalbinin derinliklerinde ihtiyacı hesaplamalı...

Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalı..*

 

 

*MEVLANA*

Gönderi tarihi:

Bulutlar birbiri ardina devriliyordu sanki.Durdu.

 

 

iki eliyle bastonundan destek alip,basini gokyuzune kaldirdi.Basi

dondu.Bubulutlar nereden cikmisti?

 

 

***

 

 

Sabah apaydinlikti halbuki ortalik.Gun gulumsuyordu.Cani disari cikmak

istemisti.Bahardi cunku...Civil civildi hersey.Cicekler

oyleydi.Kuslarda..."Sahilde soyle bir dolasirim "diye dusunmustu...Ama

simdi birden

degismisti hava.Ici sikildi...Hemen yanindaki tahta siraya

cokuverdi.Gokyuzukararmisti hafiften...Cocuklar geciyordu

yoldan...Gencler

geciyordu...Ihtiyarlar geciyordu."Ihtiyarlar" deyince ici ciz eti.

 

 

Sabah haniminin soyledikleri geldi aklina ..."Ne o? Yine bastonsuz

cikiyorsun.Bahar geldi geleli cocuklastin..."Aslinda dogru

soyluyordu.Bastonsuz yuruyemezdi ki.Genclige donmek mumkun muydu?Ici bir

daha "ciz" etti."Ben bir ihtiyarim" diye dusundu... *** Ilik ilik yagmur

basladi...O sirada karsi caminin kapisinda insanlar belirdi.Eller ustunde

bir tabut agir agir ilerliyordu.Gozleri yasardi.Gunu gelince herkes

gidiyordu iste...

 

 

Gitmek sonsuza dogru...Ici burkuldu.Hemen yanibasindaki rengârenk

menekselere bakti."Bu"dedi, "belki de yasadigim baharin

sonuncusudur."Agliyordu..."Bu benim sonbaharimdir." *** O tahta sirada kac

saattir oturdugunun farkinda degildi.Yagmur dinmisti.Gunes sevimli

isiklarini yaymisti yine gokyuzune.Yoldan insanlar geciyordu.

 

 

Bahar yuzlu insanlar.Gozyasini silip gülümsedi."Kalk be delikanli" dedi

kendi kendine..."Yasamasini bilene,olumden sonrasi sonsuz bahar..."Bir

ihtiyar, bastonu koltugunun altinda cocuklar gibi kosuyordu..."

Alıntı

Gönderi tarihi:

*Vazgeç yüreğim hayallerin öylece kalsın*

 

 

*Sessiz sedasız kenarda öyle bir başına*

 

 

*Gerçi ne sana nede üstüne pek uymaz*

*

 

 

Serseri olmayı zaten hiç beceremedin

*

 

 

*Sen her zamanki âşıklığın efendiliğiyle *

 

 

*Yaprak misali düşüyorsun baş aşağıya*

 

 

*Elsiz tutunduğun hayallerindeki bu dünyada*

 

 

*Ve tutunamıyorsun farkındasın değilmi*

 

 

*Gücün yettiğince bir hevesle başını kaldırıyorsun*

 

 

*Ama bitkinsin yığılıyorsun olduğun yere*

 

 

*Son bir seslenişiyle nefesinin*

 

 

*Hayatının son perdesinin *

 

 

*Kapanışını izliyorsun*

 

 

*Farkında mısın bilmem yüreğim*

 

 

*Şiirler sıkıldı artık telaffuzundan*

 

 

*Tekrar tekrar başa sarıyorsun*

 

 

*Bakıyorsun tüm dizeler harap darmadağın*

 

 

*Daha bir dayanılmaz artık onu onsuz sevmek*

 

 

*Ve daha bir imkânsız cebinde kalan son SEN' i bozdurmak*

 

 

*Hele ismini tekrar tekrar susmak *

 

 

*Hani o sarıldığında kokusu sinmişti ya kanına*

 

 

*Şimdi kokusunu her duyduğun gibi olduğunda *

 

 

*Uyanmak ve o kokuyu aramak*

 

 

*Sessiz sedasız hiçbir şey istemeden*

 

 

*Verilenlerle yetinmek*

 

 

*Vazgeç yüreğim vazgeç hayallerin öylece kalsın*

 

 

*Hayatının son perdesinde*

 

 

*Ve perde demeden önce...*

 

 

*Sadece yalnızlığına ve hayal ettiğine gülümse*

 

alıntı

Gönderi tarihi:

Masallar

Daha uyanmamalıydık masallardan.Ne zaman bitti o eşsiz ormanlar, yollar? ne

zaman ayrıldı yolları şehzade ile ipek kızın? ve ne zaman vazgeçti yakışıklı

prens yüzyıl uyuyan güzeli uyandırmaktan? Ne zaman yoruldu aladdin lambasını

ovmaktan? iyilik perileri, sevimli cinler şimdi neredeler? Daha

uyanmamalıydık...Masallar hep o renkte ve aynı inandırıcılıkta kalmalıydı

kalbimizde.Bir şey oldu, bir yerlerde.Büyüdük mü küstük mü birşeylere ne;

inanmaz olduk masallara.Dinlemez olduk ve anlatmadık bir

daha.Belkianlatılacak masalımız kalmadı, çabuk yordu hayat

bizi.Oysa ne güzeldi küllerinden yeniden doğan Anka kuşu, Kaf dağının

ardındaki o gizemli ülke, lal bir oba uşağı ile güzeller güzeli bey kızının

başkaldıran sevdası.Nasıl özlüyoruz geçmişi...Neden özler ki insan? Hele

birde mutsuz bir çocuksanız...Çocuktuk çünkü.İnanıyorduk.Köprüler geçmemiş,

aldatmamış, aldatılmamış, bedeller ödememiş, ayrılık ve hasret mektupları

okumamıştık.Ve dizlerimizi kanatmamıştı henüz hayat.İnanıyorduk, duruyduk,

saftık, çocuktuk.Şimdi anlatacak bir masalımız bile yok, bir köşesine

sığınacak...

 

 

İclal Aydın

Gönderi tarihi:

Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl? avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya, çıldırasıya... Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl? kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz yüzde hudutsuz kere yüz...Kadın erkeğe dedi ki: -Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana... Ve artık biliyorum: Toprağın Yüzü güneşli bir ana gibi En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini... Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olanın parmaklarına başımı kurtarmam kâbil değil! Sen yürümelisin, yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak... Sen yürümelisin, beni bırakarak... Kadın sustu. SARILDILAR Bir kitap düştü yere... Kapandı bir pencere... AYRILDILAR...

 

Nazım HİKMET

Gönderi tarihi:

harika şiirler dostum..çok teşekkürler :clover:

ve en sevdiğim şiirlerden biridir bu dilimde sürekli..ama sonunu hiç okumam sonu yoktur benim hafızamda..sonunu atalım gitsin dostum..böylesi daha güzel.. :)

 

 

Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl? avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya, çıldırasıya... Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl? kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz yüzde hudutsuz kere yüz...Kadın erkeğe dedi ki: -Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana...

Nazım HİKMET

Gönderi tarihi:

Yine gece, yine hüzün

Ve yine içimde sen

Ve yine biliyor musun?

İçimde sen olunca hüzün de güzel...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.