Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Giden mi kalan mı yalnızdır bilinmez demiştin, gözlerimi gözlerinden ayırmak istemediğim o hüzün dolu ayrılık akşamında... * * Bu ayrılık diğer ayrılıklara benzemiyordu. Sen bunu benden önce fark ettin. * * Bense, hissettiğim halde görmezden geldim... * * Dünyanın neresine, yaşamın hangi ücra köşesine gidersem gideyim, sensizlik bana en dayanılmaz acıları, en çekilmez hüzünleri yaşatacak ve bunları bile bile yaşamak zorunda kaldığım için, senden uzak kalmak uğruna yangına körükle gittiğim için artık alışmıştım bu iç çekişlere, bu sonsuz yalnızlığa, kabus sensizliğe... * * Gözlerimin içine bakıyordun, yeni başlayan ve sanki hiç bitmeyecek olan bir özlemle... * * İçimdeki fırtınaları dindirmek istiyorum gözlerinde... diye yazmıştın... * * O akşam kelimeler, içindekiler, kalbine sığdırmaya uğraştığın onca yoğun duygular, bana söylemek istediğin halde bir türlü söyleyemediğin, gözlerimin içine bakarak o anlamlı bakışlarınla anlatmaya çalıştığın o kaos içinde çırpınan tüm kelimeler artık isyan ediyordu... * * Senin ruhundan benim kalbime doğru hücum ediyordu hepsi, ve ben, ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilmeyen, baskı altında olan insanların yaptığı gibi kıpırdayamıyor, konuşamıyor, ne olacağını düşünemiyordum... * * Adeta kilitlenmiştik o anda, ve biliyorum, ikimizde aynı şeyi düşünüyor ve aklımıza takılan bu zor soruya cevap bulmaya çalışıyorduk... * * Giden mi yalnızdır kalan mı? * * Bu sorunun cevabını her gün, her an düşündüm sevdiğim... * * Senden uzak kaldığım o işkence dolu günlerde, o uykusuz saatlerde, seni düşündüğüm, yüzünü hayal ettiğim zamanlar hep bu soru hançer gibi saplanıyordu yüreğime... * * Senden çok uzaktaydım artık, günlerdir konuşmuyorduk... * * Seni, benliğini o kadar özlemiştim ki, sanki baktığım her tarafta senin o vazgeçilmez yüzünü, o benliğinin açıkça yansıdığı o eşsiz yüz ifadeni görüyordum... * * Ama içimden gelen alışkın olduğum o his, bana yalnız olduğunu ve bana sorduğun o sorunu cevabını senin çoktan bulduğunu, kalanın yalnız olduğunu kabullendiğini ve bedeli ne olursa olsun senin yanında olmamdan başka bir şey istemediğini söylüyordu... Ama bilirsin, içimden gelen o seslere inanmayı sevmem ben... * * O hisleri yaşamımda karşılaştığım yapmacık insanlara benzetirim. * * Ne olduklarını ve neler yapabileceklerini bilirim, ama asla inanmam ve güvenmem onlara...güvenmek istemem... * * Sanki ben istediğim, ben düşündüğüm için iyi görünürler gözüme, ama gerçekle hiçbir alakaları yoktur... * * İşte bu yüzden inanmak istemiyordum yalnız kaldığına, acı çektiğine, beni özlediğine ve ne olursa olsun beni bekleyeceğine... * * Acı çektirmeyi sevmem ben, bilirsin. * * Acı çekmek, yalnız kalmak ve o sessiz yalnızlıklarda içimden ismini sayıklamak, yanımda olman için umutsuzca yalvarmak bana göre... * * Beni buna sen alıştırdın, ben yıllardır buna alıştım, acı çekmek artık yandaşım... * * Ben bunları yaşarken aynılarını senin de yaşamanı kaldıramam. * * Yalnızlığı ben yaşamalıyım, sensizliğin acılarını, isyanlarını ben çekmeliyim, tek başıma... * * Sen ne kadar anlamaya çalışsan da, sensizken yaşadıklarımı asla yaşayamazsın, hissedemezsin. * * Kalan değil, gidendir yalnız kalan sevdiğim... * * Giden yalnızlık için, acı çekmek için, isyan etmek için bırakır gider, kalan aynılarını yaşamak zorunda kalmasın diye... * * Yalnızım işte...bunu yaşayacağımı bile bile kalmadım, kalamadım yanında... * * Yalnız kalmaya, sensiz olmaya, acı çekmeye ve buna ne kadar dayanabileceğimi görmeye ihtiyacım vardı. * * Sensiz kalmak bana çok şey öğretti... * * İlk öğrendiğim, son dakikalarımızda bana sorduğun o sorunun cevabı oldu... * * Gidendir yalnız kalan sevdiğim... * * Yalnız değilsin, biliyorum. * * Yalnızım, görüyorsun... * * İkinci öğrendiğim şey ise ben burada sensizken, mutsuzken, içimde hayata karşı hiçbir istek, hiçbir beklenti ve yaşama hırsı yokken, senin orda yalnız olmadığını ve seni düşündüğüm, seni yaşadığım kadar beni yaşamadığını çok iyi biliyorum... * * Senden uzaklaşmak, sensiz yapıp yapamayacağımı görebilmek, bu korkunç yalnızlığa ne kadar tahammül edebileceğimi görmek içindi seni orda bir başına bırakıp, bu sürgün yaşamda yalnızlığı, sensizliği seçmem... * * Bir gün mutlaka döneceğim, biliyorum... * * Çünkü bu ölümcül yalnızlığa daha fazla dayanamayacağımın farkına vardım. * * Ben burada yalnız olsam da, senin orda yalnız olmadığının ve sırf tek başına olmamak için en olmadık, sana ve ruhuna en yabancı ve bilinmez insanlarla birlikte olduğunun farkındayım. * * Bütün bunlarla yüz yüze geleceğini bilerek terk ettim seni ve yola çıktım kendi yalnızlığımla... * * Yalnızlığımı yaşadıkça, sensiz olduğumu hissettikçe aklıma sorduğun soru geldi, sorunun cevabını bulmaya çalıştıkça aklıma sen geldin, ve sen aklımda oldukça bu yaşadığım hayat, bu hissettiğim yalnızlık, durmadan duymazdan geldiğim o içimdeki sesler ve yalnız olanın ben olduğumu kabullenişim çığrından çıktı içimdeki fırtınalarda... * * Seni, bile bile en olmadık zamanda, çok bildik bir mekanda ve ruhuna en yabancı olan insancıklarla bir başına bırakıp terk ettim... * * Döneceğim seni bıraktığım o yerlere, giden ve gittiği gibi geri dönen olacağım, biliyorum... * * Oysa biliyorum, kalan değil, gidendir yalnız olan... * * Oysa özlediğim, biliyorsun, giden değil kalandır terk eden... * * Bir de gör beni, giderken bana yazdığın yazıda, kendi gözünden ve kendi kalbinden: * * "Karanlığıma gömerken seni sessiz çığlıklarım vardı içimde...korkularım, yine bana kalan yalnızlığım vardı. Zormuş; bu kadar yakın olupta uzak durmak,bu kadar uzak olupta seninle dolmak...yazmanın en iyi şey olduğunu söylerdin hep bana inan ki o bile durduramıyor içimde sana doğru akan seli...iki düşünüp bir yazıyorum her zamanki gibi öyle alışmışım ki kendimi sınırlandırmaya. gidiyorsun artık çok uzaklara,.varlığını ilk defa bu kadar derinlerde hissedip,kendimi sana açmışken gidiyorsun işte... içimdeki yerini zor fark etti benliğim, yokluğunla daha da yorulacak, belki de darmadağın olacak... gözlerimdir konuşan sadece. isyanlarımı, korkularımı, daralan zamanımı, yalnızlığımı anlattı herkese hiç kimsenin onları hiç kimsenin anlayamayacağını bildiği halde, belki de buydu onu rahatlatan... inan ki içimdeki dünyam, içinde bulunduğum dünyadan daha büyük... en büyük farkları; içimdeki... benim dünyamda herkes olması gereken yerde, hakkettiği gibi... * * Gidişini düşünmek bile korkutuyor beni... Tarifi olmayan duygularımla sana uyanıyorum her sabah, Varlığınla çoğalıp yokluğunla eksiliyorum..."* ALINTI Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 *Mutluluğun Sirri* ------------------------------ *Ailesi ve kendisini seven hiç kimsesi olmayan bir* *yetim kızla ilgili çok güzel bir masal vardır. Kendini* *çok ama çok üzgün ve yalnız hissettiği bir gün,* *çayırda yürürken, bir çalıya küçük bir kelebeğin* *takıldığını görür. Kendini kurtarmak için çabaladıkça,* *dikenler onun narin bedenini daha çok hırpalar. Küçük* *yetim kız dikkatle kelebeği kurtarır. Uçup gitmek* *yerine, kelebek güzel bir periye dönüşür. Kız* *gözlerine inanamaz.* *Peri, kıza, "Senin eşsiz iyi kalpli davranışın için,* *sana bir dilek dileme hakkı veriyorum."der.* *Kız bir an düşünür, sonra "Mutlu olmak istiyorum."* *der.* *Peri "Peki" der, ona doğru eğilir ve kulağına* *fısıldar. Sonra da ortadan kaybolur.* *Kız büyüdüğü sürece, ondan daha mutlu kimse yoktur.* *Herkes ona mutluluğunun sırrını sorar. O ise gülümser* *ve "Sırrım, küçük bir kızken iyi kalpli bir periyi* *dinlemiş olmamdır."der.* *Yaşlanıp, ölüm döşeğine düştüğünde, komşuları etrafına* *toplanırlar. Sırrının da onunla birlikte yitip* *gitmesinden korkmaktadırlar. "Lütfen bize söyle" diye* *yalvarırlar. "İyi peri sana ne dedi?"* *Sevimli yaşlı kadın gülümser ve "Bana şöyle söyledi"* *der:"ne kadar güvende, ne kadar yaşlı ya da genç,* *zengin ya da fakir olursa olsun herkesin sana ihtiyacı* *var"* ???? Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 *Yaşamak fırsattır, yaşamayı bil.* *Yaşamak güzelliktir, kıymetini bil.* *Yaşamak mutluluktur,tatmayı bil.* *Yaşamak rüyadır,gerçekleştirmeyi bil.* *Yaşamak meydan okunmasıdır sana, karşı çıkmayı bil.* *Yaşamak görevdir,tamamlamayı bil.* *Yaşamak oyundur oynamasını bil.* *Yaşamak aşktır,sevgidir,keyfini çıkarmayı bil.* *Yaşamak bilmecedir,çözmeyi bil.* *Yaşamak verilmiş bir sözdür,tutmayı bil.* *Yaşamak hüzündür aşmayı bil.* *Yaşamak şarkıdır söylemeyi bil.* *Yaşamak mücadeledir,kabullenmeyi bil.* *Yaşamak trajedidir,göğüslenmeyi bil.* *Yaşamak maceradır,göze almayı bil.* *Yaşamak şanstır,kullanmayı bil.* *Yaşamak çok kıymetlidir,mahvetmemeyi bil.* *Yaşamak yaşamaktır,uğruna savaşmayı bil* *** * * Mother Teresa* Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Hatırlamak unutmamakla eş değer bir duygu..* *Unuttuğunu mu hatırlar insan unutamadığını mı bilemedim..* *Gördüğün bir şeyi ,yada yediğin yemeği unutmak yada hatırlamaktan başka bir şey bu..* *Yaşanmışlıklarla ve sende kalanlarla ilgili tamamen..* *Yersin yemeği iki saat sonra tekrar acıkırsın,bir önceki yediğin yemeği unutarak hatta..* *Yada ne bileyim, çok severek aldığın ayakkabıyı eskidiğinde yıllar sonra özlemle hatırlayıp,anmazsın..* *Ama bir insanı unutmak..yada hatırlamak..* *Daha doğrusu unutamamak ve anmak…* *Birbirinin tersi gibi duran ama bir o kadar da birbirine yakın durumlar..* *Özlemek ve özlenilmek çok sevdiğim duygulardan biridir..* *Bilirim ki sevdiğimi özlerim..* *Bilirim ki seven özler..* *Mevsimler geçer üstünden * *Hatta insanlar..* *Seviyorum dediğin kişi yanı başındadır hatta* *Hayatın onunla yaşanmaktadır* *Ama yine de* *Kaldığın her yalnızlık da* *Düşündüğün başka bir şeydir..* *Hep geçmiştir hatırlanan* *Yakın geçmiş yanındadır nasılsa diye düşünerek* *Es geçer* *Çok daha gerilerde ki geçmişe dalarsın* *Çayını yudumlarken* *Hatta okuduğun kitabın satırlarında gizli gizli dalarsın* *Düşüncelere..* *Kitap biter sen hala düşüncelerde kalırsın..* * * *Özlemek sevdiğim bir duygudur benim..* *Sahip olmaktan daha çok belki de…* ALINTI Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 *denizlerdeki dalga gibisin sen...* *hırçın..* *soguk..* *surukluyorsun ne varsa onunde* *tıpkı bana yaptııgn gibi...* *senin yerinde olamadım ben hiç * *sürükleyemedim alıp goturemedim seni* *olabilseydim kıyamazdım sana* *kayalara carpamazdım seni* *senin yaptıgın gıbı....* *olabilseydim uyka akardım* *sonsuzluga akardık dıger dalgalara meydan okurmuscasına* *ama dedım ya* *ne ben dalga olabıldım* *ne de sen* *sürüklenen...* ALINTI Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 *Yüzlerce mektup yazdım sana sevgili. Binlerce satır döktüm ayaklarının altına. Her bir sözcüğünde derdim sana olan sevgimi; her bir satırında kümeledim sana hasretimi... Yüreğimin en kuytusunda sakladım her birini, hatıraların kollarında. Bilmedin, duymadın, görmedin. Ay karanlık bu gece. Soluğu kesilmiş yıldızların, nefesi yok bulutların. Tüm dünya durmuş, zaman durmuş. Tüm ağaçlar kulak vermiş sevgime. Sokaklar beni dinliyor sessizlikte... Sensizlikte... Mısralarım daldı yine hayallere, bir mektup düştü yüreğime. 'Özledim' dedi kalemim, yazdı ellerim. 'Özledim, sevgili, Kumral perçemlerini özledim... Saçlarının alnımı usulca öpüşünü Derin çizgilerin altında çakan gözlerini Bakışlarındaki ela gölgeleri özledim; Hüzünlü ve yorgun...' İlkyaz güneşleri savruldu belleğimde. Ada vapurlarının saatleri karıştı sözlerimde. Son anda yakaladım baharı ela gözlerinde. Tuttum ellerinden sevginin, sımsıkı tuttum. Bırakmadım, kapsın martılar düşlerimizi. Bırakmadım, aynalar yok etsin yüzlerimizi. 'Hala dudaklarımın kenarında bir gülümseme yapışıp kalmış bugünden yadigar' dedi sesin. 'Özledim' dedi kalemim, çırpındı kirpiklerim. 'Özledim, sigara kokan sesini; Gönlümü sevgiyle sarmalayan ılık nefesini Nisan yağmuru gülümsemeni özledim... Sonbaharda yaşattığın ilkyaz güneşini Kavuşmalarımızı özledim; Gecenin sabahla buluşması gibi Doyumsuz ve dingin...' Hasretin yaktı Ada'yı, yaz günlerinde. Bekledi bakışlarım bir nefesini, bir sesini. Merak etti; neredesin, kiminlesin? Hatırlar mısın seni anan dizeleri? Hatırlar mısın ellerimin yumuşaklığını, gözlerimin sıcaklığını, saçlarımın Ada rüzgarında dalgalanışını? Sana bakışımı hatırlar mısın? Unuttun mu yeminlerimizi? Benliğimizi kül eden o ateşi unuttun mu? 'Özledim' dedi kalemim, kavruldu yüreğim. 'Özledim, şimşekler yakan temasını Delidolu sağanaklarda ıslanan arzularını Aşkını haykırmanı özledim... Ellerinin yüzümde iç çekişini özledim... Sevgiye aç ve çılgın... ' Gün hazana uçtu göçmen kuşun kanadında. Kızardı yapraklar, uçuştu sarı meltemlerin ardı sıra. Dövdü poyrazlar Ada yamaçlarını. Koptu tufanlar, sarsıldı kıyılar kızgın dalgalarla. Kestaneler yuvarlandı ayaklar altında; sıkıldı sokak lambaları derin yalnızlıkla. Duyamadım soluğunu yanaklarımda. Kırıldım sırça misali, darıldım sana... Yokluğuna... Suskunluğuna. Hüzünlü perçemlerin geldi aklıma, düştü yüreğime bir mektup daha. 'Özledim' dedi kalemim, eğildi gözlerim. 'Özledim, avuçlarımdaki yüreğini; Hazan yaprakları misali boynu bükük... Anıların kuytusuna saklanan vaatlerini Gerçekleşmeyecek hayallerini Hüzün dolu vedalarımızı özledim; Çaresiz ve dalgın...' Sonuncuyu yazdım az önce, kış kapıyı çalınca. Bavullarımı toplar gibi topladım senli anılarımı kucağımda. Her birini özenle katlayıp sakladım gönül bohçamda. Bir daha aklıma düşecekleri güne kadar yatırdım hislerimi uykuya... Anıların kollarında... 'Bitti' dedi kalemim, sustu dillerim... 'Alıp da gittiğin bir yudum sevgiyi, Varlığını özledim...' * -- ALINTI Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Neden ve nasıl olduğunu bilmeden çekiverir aşk bizi.. Anlayamayız.. Çözemeyiz.. Yemek, içmek gibi bir ihtiyaçtır artık o.. Bulmak isteriz.. Ararız.. Saçma gelir.. Boş iş gibi gelir.. Ama sonra anlarız ki; Büyük işler büyük aşklarla oluşurmuş.. İçinizde sevgi yoksa.. Sevmiyor; Sevilmiyorsanız.. Kendi içinizdeki sorunları çözememişseniz.. Nerde kaldı diğerleri.. Aşk denilen 3 harfli gizemli kelime içimize girmemişse.. Hayattan ne keyif alınır ki.. Hayattan tüm umutlarımız kaybolmuşsa.. Aşk elini uzatır bize.. Herşey karşı tarafa endekslidir artık.. Saçının teli için, gözleri için.. Bir ömür vermeye hazırdır bedenler.. Ya karşılıksız sevenler.. Onun mutluluğu için kendi mutluluklarını hiçe sayanlar.. Kendi istedikleri gibi sevenler.. Onu göründüğünde dizleri titreyen, İçi kıpır kıpır edenler.. Sevenler.. Karşılıksız sevenler.. Sadece sevenler.. Sevilmek herkesin kaldırabileceği bir şey değildir aslında.. En kötüsü tüm değerlerinizi verdiğiniz kişinin, Aslında bir hiç olduğunu anlamaktır.. Ama dedik ya.. Elimizde değil.. Yüzeysel ilişkilerin sonu hep hüsrandır.. Bilemeyiz.. Küçük bir ışıktır aşk, İçimizde yanan.. Bizi hayata hazırlayan.. Hayattan tamamiyle soyutlanmak içinse küçük bir aşk kıvılcımı yeterdir.. Dışarda kıyamet kopsa.. Siz evde onu düşünüyor olursunuz.. Mutlusunuzdur.. Çünkü aşıksınızdır.. Seviyor Seviliyorsunuzdur.. Yoldan geçen kedi havada uçan kuş.. Sokakta oynayan çocuklar.. Daha önce görmediğiniz detaylara takılırsınız.. Anlamazsınız.. Kendinize daha fazla ilgi gösterirsiniz.. Bilirsiniz onun değeri var artık.. Bilirsiniz ki sizi bekleyen birileri var.. Elinizi uzatabilecek kadar yakın.. Ya da uzaklarda.. Çok uzaklarda.. Ama içinizdeki sevgi mesafeleri yakın eder.. Bir fotograf.. Bir ses.. Yeter bütün özlemi silmeye.. Ne kadar istenizde yanında olmasını.. alıntı Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Kugu Ezgisi . Kugularin ölüm öncesi ezgileri siirlerim, Yalpalayan hayatimin kara çarsafli _________________________bekçi gizleri. Ne zamandir erteledigim her aci, Çit çikariyor artik, basliyor yeni bir ezgi, -bu siir - Sendelerken yasamim ve bilinmez yönlerim, Dost kalmak zorunda bana ve _______________________sizlere! Çünkü saldirgan olandan kopmustur o, uykusunu bölen derin arzudan. Büyüsünü bir içtenlikten alirsa Kendi saf siddetini yasar artik, _______ -bu siir - Kuramadigim güzelliklerin sessiz görünümü, ulasilamayanin boyun egen yansisi, Sevda ile seslenir sizlere! Subat, '82 . Nilgün Marmara Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 bazı şeyler için susmak zordur.. susmak ve kendi sessizliğine gömülü kalmak.. söylenecek onca şey varken hemde.. birşeyler avaz avaz haykırırken yüreğinde.. birşey deli gibi ağlarken içinde.. sessiz kalmak zordur. yapacak başka birşey de yoktur aslında.. diyecek başka birşey.. etrafındaki hiçbir şeyi görmeden yürürsün.. hiçbir şeye bakmak istemezsin.. gözünden akan yaşları silmek için bile.. elini kaldırmaya gücün kalmamıştır.. susarsın işte.. susarsın öylece. alıntı. Alıntı
Misafir RA_dya Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Kiralık / Bu sabah şu denizi kirala, mavi mavi hatırlayalım birbirimizi, bu öğlen güneşi kirala da, bir daha soğukluk girmesin aramıza, bu ikindi tembelliği kirala, belki gölgesinde kedin olurum senin, bu akşam bahçeyi kirala, elimizde büyüsün gül, menekşe, yasemin, bu gece uykuyu kiralarsan, rüyama yalnız senin gözlerini konuk ederim, bu bahar bu gövdeyi kirala, vücut kitabında tozlandı kelimelerim, bu ders coğrafyayı kirala, hadi teneffüse çıkalım toprağıyla, suyuyla, bu teneffüs bir yolculuk kirala, hiç mola vermeden yürüyelim arkadaşlığa, bu sefer bir yelkenli kirala, rüzgar nereye götürürse yürak oraya, bu yaz bu sokağı kirala, kapıları aç, yalnızlığı yalnız bırak odalarda Kiralama bu şiiri, şairin olurum yoksa! Haydar Ergülen Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Vakitsiz bir sonbahar akşamındaydım Candan öte dermansızı Köşelerdeyim Yar koynuna yatsam bile Gurbetlerdeyim Çok arkadaş kaybetmişim Dalgınlardayım Beni yormayın, beni kırmayın Anlamazsanız kalsın Hiç dokunmayın Deniz sakine, dağlar çiçeğe İçten vermeye Geçemedik, geçemedik Koca kışın ayazından vay Vakitsiz bir sonbahara yakalandık vay Yaz düşünde çok sarardık Yaza varmadan Bir adım bir adım daha Büyüsün artık Birçok anı sıcak henüz Yüreğe kattık Gözlerimde canlanıyor Gülüşü içten Çok arkadaş kaybetmişim Hiç kararmadık Beni yormayın, beni kırmayın Anlamazsanız kalsın Hiç dokunmayın Deniz sakine, dağlar çiçeğe İçten vermeye Geçeceğiz geçeceğiz Koca kışın ayazından vay Vakitsiz bir sonbahara yakalandık vay Yüz düşünde çok özledik Yaza varmayı Mustafa Can Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Sen Beyaz Bir Kadınsın asıl büyük sarhoş benim uzaktaki ben ki tek damla şarap içmedim ekmeğin beyaz zeytinin siyah olduğunu biliyorum asıl büyük sarhoş benim uzaktaki benim kusturucu sarhoşluğum yoksulluğum yüzüme bakmasan da yağmura düşürsen de gözlerini gözlerime bakmasan da ne kadar o kadar aydınlığın gökyüzüme uzanıyor uykularımda nefesinin sıcaklığı o kadar hangi akşam kapımı çalan sen değilsin sen değil misin gizli bir kıvılcım gibi gözbebeklerimde duran umutsuzlandığım her akşam senin rüzgârın almıyor mu uğultulu yorgunluğumu yoksulluğun eşiğinde kapaklandığım zaman ellerimden sımsıkı tutmuyor mu senin iyimserliğin ben bu tezgâhı kurdumsa senin için kurdum senin için dokuduğum basma ve pazen denizin yeşilinden süzdüğüm balık göğün mavisinden çaldığım kuş senin için felsefe okudumsa iktisat okudumsa gece yarıları boğazım kurumuş içim bir kalabalık sıcacık mısralar okudumsa yunus' dan senin için okudum geceyarıları sen beyaz bir kadınsın uzaktaki GÖZLERİN AKLIMDAN ÇIKMIYOR sen beyaz bir kadınsın karanlıkları dinleyen uzaktaki sarmaşıkları duyuyor musun rüzgârda yorgun başını üşümüş yastığına koyuyor musun uyuyor musun Attila İlhan Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Çoçuk, çok sevdi ağacı... Verirdi ona, her kış Çiçekleri olaydı! Ağaç, çok sevdi çoçuğu... Öperdi atın saçlarından Dudakları olaydı! Ve ona öptürmek için, Eğilirdi yerlere kadar; Yanakları olaydı' Dökerdi önüne hepsini Gümüşten, altından, sedeften Oyuncakları olaydı! Ve çoçuk gittikten sonra, Böyle kalır mıydı ağaç? Ne olurdu onunda Bacakları olaydı, Ayakları olaydı! arif nihat asya Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine II Gelin gülle başlayalım atalara uyarak Baharı koklayarak girelim kelimeler ülkesine Bir anda yükselen bir bülbül sesi -Erken erken karlar ortasında Güneş dönmüş ışık saçan bir yumurta- Bana geri getirir eski günleri ...Paslanmış demir bir kapı açılır Küf tutmuş kilitler gıcırdarken Ta karanlıklar içinde birden Bir türkü gibi yükselirsin sen Fısıldarım sana yıllarca içimde biriken Söyleyemediğim ateşten kelimeleri Şuuraltım patlamış bir bomba gibi Saçar ortalığa zamanın Ağaran saçın toz toprağını Bana ne Paris'ten Newyork'tan Londra'dan Moskova'dan Pekin'den Senin yanında Bütün türedi uygarlıklar umurumda mı Sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu Geceme gündüzüme Gözlerin Lale Devrinden bir pencere Ellerin Baki'den Nefi'den Şeyh Galib'den Kucağıma dökülen Altın leylak III Ölüler gelmiş çitlembikler sarmaşıklarla Tırmanmışlar surlarıma burçlarıma Kimi ırmaklardan yansıma Kimi kayalardan kırpılma Kimi öteki dünyadan bir çarpılma İçi ölümle dolu Dönen bir huni Doğarken güneş Kesilmiş ölü yüzlerden Bir mozayik minyatürlerden Dokunur tenimize Soğuk bir azrail ürpertisiyle ay Ve birden senin sesin gelir dört yandan Menekşe kokulu sütunlardan Komşu dağlardaki nergislerden leylaklardan Gözlerine ait belgeler sunulur Ey aşkın kutlu kitabı Uçarı hayallere yataklık eden Peri bacalarının yasağı Gönlümün celladı acı mezmur Bana bıraktığın yazıt bu mudur Ölüm geldi bana düğün armağanın gibi Senden bir gök Senden yıldızlar ördüler Ateş böcekleri O gece dört yanıma Ey bitmeyen kalbimin samanyolu destanı Sen bir anne gibi tuttun ufukları Ve çocuklar gülle anne arasında Seninle güller arasında Tuhaf bir ışık bulup eridiler Çocuklar dağ hücrelerinde erdiler Aramızdaki sırra Bir de ay ışığında büyüyen fısıltılar Gençlik monologları Seni alıp kaybolmuş zamanın çağıltısından Bana getiren Yasamız vardı Öfkeyle yazardın sen bir yüzüne Ölür ölür okurdum öbür yüzünde ben IV Senin kalbinden sürgün oldum ilkin Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Uzatma dünya sürgünümü benim Güneşi bahardan koparıp Aşkın bu en onulmazından koparıp Bir tuz bulutu gibi Savuran yüreğime Ah uzatma dünya sürgünümü benim Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil Ayaklarımdan belli Lambalar eğri Aynalar akrep meleği Zaman çarpılmış atın son hayali Ev miras değil mirasın hayaleti Ey gönlümün doğurduğu Büyüttüğü emzirdiği Kuş tüyünden Ve kuş sütünden Geceler ve gündüzlerde İnsanlığa anıt gibi yükselttiği Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Bütün şiirlerde söylediğim sensin Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini Ey gönüllerin en yumuşağı en derini Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Yıllar geçti saban olumsuz iz bıraktı toprakta Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında Çatı katlarında bodrum katlarında Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba Hep Kanlıca'da Emirgan'da Kandilli'nin kurşuni şafaklarında Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Ey çağdaş Kudüs (Meryem) Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha) Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında Köle gibi satıldım pazarlar pazarında Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda Verilmemiş hesapların korkusuyla Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır Sevgili En sevgili Ey sevgili Sezai Karakoç Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Terkeden Kimdi kimdi kalan Giden mi suçludur herzaman? Ne zaman başlar ayrılıklar Dostluklar biter ne zaman Her geçen gün bir parça daha Aldı götürdü bizden Aynı kalmıyordu hiçbir şey Değişiyordu herşey kendiliğinden Artık çözülmüştü ellerimiz Artık bölünmüştü yüreğimiz Birimiz söylemeliydi bunu Ötekini incitmeden Kimdi giden kimdi kalan Aslında giden değil Kalandır terkeden Giden de bu yüzden gitmiştir zaten Murathan Mungan Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Kimsesizdi Asilligin Kimsesizdi asilligin Soyu tukenmis masal kuslari gibi beklerdin beni dukkanlarin onunde sokak koselerinde... Kimse sigamazken kendi gecesine sen kapilarin onundeki sahipsiz dalginliga vurulurdun Cok iyi bildigin bir meyhaneydi dunya duslere karsi yasanan... Tehlikeliydin, kimsesizdi asilligin en kirli yerde arardin sevgiyi... en dipte... Hayatin en unutulmus yerinde... Cezmi Ersöz Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine işte şiir budur..çok severim..teşekkürler.. Bu Aşk Burada Biter Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir Solarken albümlerde çocuklar ve askerler Yüzün bir kır çeçeği gibi usulca söner Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı! Bunu anlattılar hep, yani yiten bir aşkı Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider Ataol Behramoğlu Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 şimdi burda değilsin.! şimdi burda değilsin.... ama beni duyuyosunn...biliyorum... kapat gözlerini benim için ve dinle n'olur... bak yoksun... bunun anlamını biliyomusunn.... yokluğun yüreğimmdeki bu yıldızsız, bu dipsiz, karanlık gece... yokluğun, odamın duvarlarına astığım suretlerine bakarken, unuttuğum dalgın gözlerim.... yokluğun yastığımda bıraktığın bu kimsesiz saç telleri... sırf kalemini değdirdiğin için atmaya kıyamadığım bu kağıtlar... her an gözümün önünde sakladığım mektupların, peçetelere yazdığın şiirlerin, hediyelerini sardığın paket kağıtların... sen gidince, hala sen kokuyodur, diye üzerime giydiğim ve derinn derinn soluduğumm giysilerin.... bu yarı deli... bu hayattan kopuk ruhum... kapat gözlerini ve bana baak.... ben ne diye varsa gördüğün, işte o senin yokluğun.... söyle.! sana neyi anlatayımm... sabaha karşı çalan telefonumun ucunda, n'luuur bana hayattan kötü davranma diyen...sayıklayan.. o kırgın, o kendine çarpan sesini mi..! ! Cezmi Ersöz Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 şimdi burda değilsin.! şimdi burda değilsin.... ama beni duyuyosunn...biliyorum... kapat gözlerini benim için ve dinle n'olur... bak yoksun... bunun anlamını biliyomusunn.... yokluğun yüreğimmdeki bu yıldızsız, bu dipsiz, karanlık gece... yokluğun, odamın duvarlarına astığım suretlerine bakarken, unuttuğum dalgın gözlerim.... yokluğun yastığımda bıraktığın bu kimsesiz saç telleri... sırf kalemini değdirdiğin için atmaya kıyamadığım bu kağıtlar... her an gözümün önünde sakladığım mektupların, peçetelere yazdığın şiirlerin, hediyelerini sardığın paket kağıtların... sen gidince, hala sen kokuyodur, diye üzerime giydiğim ve derinn derinn soluduğumm giysilerin.... bu yarı deli... bu hayattan kopuk ruhum... kapat gözlerini ve bana baak.... ben ne diye varsa gördüğün, işte o senin yokluğun.... söyle.! sana neyi anlatayımm... sabaha karşı çalan telefonumun ucunda, n'luuur bana hayattan kötü davranma diyen...sayıklayan.. o kırgın, o kendine çarpan sesini mi..! ! Cezmi Ersöz Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Anladım Bulutları düşünüyorum kuşları ve aşkı Tarihleri var da onların hatta anıları Vatanları olmadı hiç bir zaman ki onlar Ayışığına karıştılar yeryüzünden göçerek Ve bırakarak metal bir uygarlığı geride Anladım ayaklarımın altındaki dünya değil Çocuk sevinçleri ipinden koparılmış uçurtmalar Bulutu ve suyu izliyor soluk bir sonsuzluk Anladım yüreğimdeki rüzgarla sürükleniyorum Üşüdüğümü unutuyorum yalnızlığımı da Yasaksa artık bu ülkeden çıkmamız Vatansız olduğumuzu bilelim diyedir Mayınlayarak ömrümüzün kalan kısmını Anladım vatansızlıktır bir şaire yakışan. Ahmet Telli Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Biliyorum Bu Yara Hiç Kapanmayacak Telefonlarıma cevap vermeyeceksin…Cevap versen bile, öyle yorgun öyle isteksiz çıkacak ki sesin, bir küfür gibi… Sevmeyeceksin beni…Biliyorum bu şehri bana dar edeceksin… Çünkü anladın; sevgimden tanıdın beni.O yanık, o hasta bakışımdan…Uçuruma atlar gibi sevdalanışımdan… Sevmek deyince, hemen ardından, ölüm, dememden anladın… Anladın ve kardeşini bir kabustan uyandırır gibi çırılçıplak gerçeğe uyandırdın beni; uyandırdın ve kaçtın… Çünkü sen de benim gibiydin; sen de benim gibi seni sevmeyeni sevdin hep.Sana acı çektireni…Seni aramayanı, telefonlarına çıkmayanı, çıkınca seninle bir küfür gibi konuşanı sevdin…Sen de benim gibi seni incitip üzeni sevdin hep. Bakışından hissettim bunu, kokundan, dokunuşundan… Beni sevmeyecektin biliyorum ama…Ama, öyle susamıştımki kendim gibi birini sevmeye…Öylesine muhtaçtımki gercekten incitilmeye, gercekten acı çekmeye, kendim gibi birini özlemeye öylesine muhtaçtım ki, seni tanır tanımaz çözüldüm… Sana da olmuştur…Öylesine susamışsındır ki sevilmeye, kendin gibi birini bulunca tutamaz kendini, herşeyi, belkide söylenmiycek her şeyi o an, garip bir telaşla söylersin… Hatta söylerken anlarsın, söylememen gereken şeyleri söylediğini hissedersin, battığını, giderek çıkmaza girdiğini…Ama yine de engelleyemezsin kendini tutamazsın. Aleyhinde olabilecek herşeyi söylersin…Üstelik bunu anladıkca daha da batırmak istersin kendini…Biraz daha zor duruma düşürmek… Daha da kaybetmek, daha da dibe batmak istersin…Sanki bile isteye kendi mutlulugunu kendi elinle bozmak istersin…Kendinden gizli bir öç alır gibi. Sanki hiç mutlu olmak istemiyormuş gibi…Sanki hiç sevilmek istemiyormuş gibi… Bir tür gurur muydu bu? Birgün nasılsa ve hiç olmadık bir anda alınıp kopartılmadan, kendi ellerimizle onu yok etmek, bizim gibilerin mutluluğuna tahammül edemeyen bu hayatta, bu hayatın zorba kurallarına bir tür başkaldırmak mıydı? Bir şizofren çocuk tanımıştım bir gün.Tam karşımda oturuyordu.gencecik, yakışıklı bir çocuktu.Şizofren olduğunu biliyordu.Biliyordu iyileşemiyeceğini…İki de bir, önce kolunu uzatıp, sonra avucunu açıyor; Mutluluk avuçlarımdaydı, yakalamıştım ama kaçtı diyor, kaçtı, derken avuçlarını boşluğa kapatıyordu… Hiç unutmuyorum, bu hareketi defalarca yapmıştı… Yine hiç unutmuyorum; burjuvalara özenen bir ailede büyüdüm ben.Görgü kitabı masanın üstünde dururdu hep. Annem o kitabı defalarca ezberletirdi bize.Yemeğe nasıl oturulacak..çorba nasıl içilir? Kaşık nerede, çatal nerede durmalı…Balık nasıl yenir? Peçete nasıl katlanır…Sinemada nasıl oturulur… Ben de eskiden senin gibi saftım.İnanırdım bu dünyada bile şölenler olacağına…Bu dünyada anne, baba, kardeşler, bir sofrada lekesiz bir mutluluk yaşayabilirler diye inanırdım…O kasvetli görgü kuralları kitabına rağmen inanırdım… Önce dilediğim gibi başlardı herşey.Herkes bir arada, sonsuz mutlu gibi…Sonra birden hiç beklenmedik bişey olur, biri ağlayarak odaya kaçardı…İçerden, arka odadan, ağlamaklı, sonsuz küskün sesler gelirdi; bıktım artık, bıktım, usandım hepinizden, gideceğim buralardan, yetti artık! … Ben de senin gibi saftım o zamanlar…Gidilecek neresi var dı ki derdim…İşte hep birlikteyiz…Alemi var mı bu mutluluğu bozmanın? … Sonraları çok sonraları anladım.Meğer biz, bizim aile, herkes, tesadüfen bir araya gelmişiz tesadüften de öte…Biz…bizim aile, herkes, aslında hiç istemeden, nedeni bilinmeyen bir zorunluluk sonucu bir araya gelmişiz… Aslında biz bir araya gelmemek için yaratılmışız. Hayatın en büyük yanlışıymış bizim bir arada olmamız! … Evet cok geç anladım… Bıraktım lekesiz mutlulukları; ben kavgasız, üzüntüsüz bir pazar sofrası özlerken, aslında herkes…annem, babam, kardeşim o evden uzaklara, hiç dönmemek üzere çok uzaklara gitmek istiyormuş… Dünyanın en mutsuz otogarı…Dünyanın en imkansız istasyonuydu bizim evimiz…Yıllarca uzaklara, cok uzaklara gitmek isteyip, bir türlü gidemeyenlerin sonsuz bekleme durağıydı bizim evimiz… İşte bu yüzden sevmek benim için bir tutsaklıktı, tuzaktı böylesi sevip bağlanmak.Uzaklara cok uzaklara gitmek isteyenleri engellemekti. Sevgi yüzünden bizim ailedeki hiç kimse istediği yere gidemiyordu…Birbirimize duyduğumuz sevgi, aynı zamanda bizi birbirimize düşman ediyordu… Hem biz, bizim aile…Güneşli bir günde ansızın başlayan sağanak yağmurlar gibiydik… Bu yüzden hep hırçın, hüzünlü, kırgındık… Bu yüzdendi, her şeyi, çok iyi gidiyor sanırken, içimizde yükselmesine bir türlü engel olamadığımız o felaket duygusu… Anlamıştım senin ailen de böyleydi… Üstelik öyle severlerdi ki sizi, birgün hiç olmadık bir anda, aslında istenmeyen çocuklar olduğunuzu söylerlerdi size! … Sana ya da kardeşine…Tesadüfen dünyaya geldiğinizi…Beklenmedik bir misafir olduğunuzu! …Aksi gibi, istikbaliniz için hiçbir şeyi esirgemediklerini söyledikten sonra söylerlerdi böyle sıradan şeyleri! … Sizin için…Senin için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadıklarını söyledikten sonra… Senin de ailen benimki gibiydi…Güneşli bir günde ansızın başlayan sağanak yağmurlar gibiydi…Bu yüzden sen de benim gibi böyle hırçın, hüzünlü, kırgınsın her şeye… Yıllar önce tanıdığım o şizofren çocuk gibi; tam mutluluğu yakalamışken kaybetmiş gibisin hep… Ben beni istediğim gibi sevmemiş olan annemin hayaletini arıyorum imkansız kadınlarda… Sen, seni istediğin gibi sevmemiş olan babanın hayaletini arıyorsun imkansız erkeklerde… Biliyorum ne ben o kadını bulacağım ne de sen o erkeği bulacaksın… Ve ne acı ki, hep bizi sevmemiş olanları seveceğiz ikimizde…Ne acıki, hep bizi incitip üzenlere bağlanacağız…Telefonlarımıza çıkmayanlara… Çıksa bile küfür gibi konuşanlara sevdalanacağız… Bizden bir çift güzel laf esirgeyenleri özleyecegiz… Ölesiye, amansız seveceğiz onları… Biliyorum, bu yüzden odan böyle…Güncelerin ortalık yerde…Kitapların orada, burada…Anıların saçılmış ortalık yere…Her şeyin darmadağın… Biliyorum bu yüzden düzenden, adı düzen olan her şeyden nefret ediyorsun…Sen de benim gibi; toparlayıp da ne yapacağım, düzenli olunca ne olacak; sonunda bir gün biri gelip her şeyi, biriktirdiğim, düzenlediğim, üzerine özenle titrediğim her şeyi daha önce hep olduğu gibi hiç beklemediğim bir anda savurup, bozup gitmeyecek mi, diye düşünüyorsun… Biliyorum, sen benim için hiç bir zaman ulaşamayacağım annemin hayaletisin…Ailemdeki insanlar gibisin çok duygusal çok güçlü, çok yaralı… Onlar da senin gibi seninkiler gibiydi…Aklı başında, mazbut insan rolünü oynamaktan ve ertelenmiş düşleri yüzünden yorgun düşmüş, yarı çılgınlardı…Hepsi yanlış evde ve yanlış bir yerde yaşadıklarını söylerlerdi…Düşleri çok garipti…En kısa yolculuk bile onları yorduğu halde; okyanusları aşmayı ve başka kıtalara gitmeyi düşlerlerdi… Yine aradım seni, yoksun…bulsam, benimle küfür gibi konuşacaksın… Bir kere çözüldüm sana…Bir kere sana senin gibi olduğumu hissettirdim… Oysa baştan beri biliyordum; sen.seni sevmeyenleri seversin.Tıpkı benim gibi… Ama öyle özledim ki benim gibi birini sevmeyi…Öyle özledimki kendim gibi biri tarafından incitilmeyi, üzülmeyi… Yine aradım seni yoksun…Beni de birileri arıyor…Beni de kendi gibi birini sevmeyi özleyenler arıyor…Kendi gibi biri tarafından incitilmeyi, üzülmeyi özleyen birileri arıyor. Hiç cevap vermiyorum…BEN SENİ İSTİYORUM, SENİ ARIYORUM… Kayıtsızlığınla beni yok ediyorsun, geride sen kalıyorsun.Ama seni de biri yok ediyor… Aslında bu oyunda herkes birbirini yok ediyor… Ben birilerini, o birileri başkalarını.Sen beni…Seni bir başkası… Hem çok iyi biliyorum; beni sevsen bile hiç kapanmayacak bu yaram…Seni biri sevse de hiç kapanmayacak bu yaran… Hiç kapanmayacak! …Avuçların hep boşluğa kapanacak.Tıpkı o şizofren genç gibi… Cezmi Ersöz Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Soluk Soluğa 1 Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı Ama atıldı yine de serüvenlere Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı. Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı - ki onlar daima birer yalnızdılar Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup Gitmişti o kentten anımsamıyor artık Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine Korkular geçiren o kız nerededir şimdi Sensiz olursam yaşayamam diyen O liseli kız hangi kentte kaldı Ve o sarışın O afeti devran bekler mi hala Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını Üşüten bir acıydı belki her ayrılık Her yolculuk yangınların başladığı yereydi Ama vakti olmadı hesabını tutmaya Aşkların, ayrılıkların ve acıların İstese de kalamazdı vakti gelince Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda Yürek burkulması ve hüzün ve keder Aralıksız doldururdu acıların bohçasını Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi Ay bile soğuktur o zaman Bir buz parçasıdır Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler Biraz da serüvendi yaşamak Belki yatkındı büyük yolculuklara Ki serüvenler daima büyük aşklar Ve büyük yolculuklarla başlar Anıları aşkları ve bir kenti Bırakıp gidebilirdi apansız Apansız başlardı yolculuklar Hangi saatinde olursa günün Ve hep kar yağardı nedense Durmadan kar yağardı yol boyunca Ve nasılsa yok olup giderdi hüzün Kent görünmez olunca arkada Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından Ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun Ne zaman yollara düşse biterdi acılar Gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından Kavaklarsa oynak bir çingene kızı Her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta Güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz Ölümdür biraz hep aynı yatakta Aynı kadınla sevişerek sabaha varmak Kitapları hep aynı raflara sıralamak Aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz Soluk soluğa yaşamalı insan Her sabah yeni bir şeyler görebilmeli Ve cehenneme dönse de bir ömür Mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı Okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre Ölüme ve aşka durmadan kement atan Serüvenlerle geçsin yaşamak Buz tutmuş bir dünya ortasında Yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla Önünde dağlar, uçurumlar Sarsılan gök, yarılan toprak Çelik uğultularla burgaçlanırken Yaşamak işte öylesine kucaklardı onu Ve her nasılsa keklik sekişli Bir aşkın sevinci dolardı yüreğine Çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa Ne kalmışsa bir önceki serüvenden Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları Bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde Pervasız bir acemi, bir çılgın Soyu tükenen bir bilgeydi belki de... O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe Avucundan dökülen kum taneleriydi her şey Ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı Ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında Ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki Sevince deli gibi severdi Pervasız severdi sevince Dövüşmek ancak ona yakışırdı Ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar Yoktu bağlandığı herhangi bir şey Bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından Ne bilir ömrün değerini bir çılgın Yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir Ve başarısız eylemler çağında o Kaçabilir mi binlerce kez ölmekten Yerleşik yargıları olmadı hiç Kurmadı güzel gelecek düşleri Nerede bir yangın, nerede tehlike O mutlaka oradaydı birdenbire Dinsizdi, özgür sayılırdı belki Ama bağlanmazdı özgürlüğe de Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı Beklemedi anılar sarnıcının dolmasını Şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü Yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi Ayrıntıların izi kalmamış artık Üst üste yaşanmakta ayrılıklar Ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir Dağların, denizlerin üzerinden Geride kalan ne varsa soluktur şimdi Titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir O eski konaklar gibidir anılar Gül bahçeleri, sessiz koru ve orman Belki sağanak boşanır apansız Yüzyıllık bir yağmur başlar Ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar Yok olup gider her şey, belki kül olur Hırçın bir okyanustur yürek Dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni Anılarsa birer çıban izidir Yaşanmaz onların ölgün gölgesinde Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak Ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi Anısız kalınmıyor artık ne yapılsa Kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü Bekleyişleri kemiren çakal sesleri Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılık vakti Ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın Yollara düşülmeli habersiz ve sessiz Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri Dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı Bir ömrün olgunlaştıramayacağı acemilikler toplamı ve bir çılgın boyun eğmedi kendine bile seçme zorunda kalmadı yaşamayı nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana bağlanmadı kendine de ömür boyu dağlara tırmana atlar gibi soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı bir şahin gibi bulutlara kurdu dumanlı sevdaların yörük çadırını sıradan bir gezgin değildi hiç dövüşür gibi yaşadı yolculukları belki korkusuz sayılmazdı büsbütün korkardı korkulara düşmekten zaman zaman ve bütün gemileri yakıp yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri umutlardansa nefret etti daima hep yanıldı ve yenilgilere uğradı ama atıldı yine de serüvenlere pervasız bir acemi soyu tükenen bir bilgeydi belki de Ama bir şey vardı yine de Başarısız ihtilallerden kendine kalan Ahmet Telli Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 haziranda ölen ustaların anısına Haziranda Ölmek Zor ...orhan kemal'in güzel anısına... işten çıktım sokaktayım elim yüzüm üstümbaşım gazete sokakta tank paleti sokakta düdük sesi sokakta tomson sokağa çıkmak yasak sokaktayım gece leylâk ve tomurcuk kokuyor yaralı bir şahin olmuş yüreğim uy anam anam haziranda ölmek zor! havada tüy havada kuş havada kuş soluğu kokusu hava leylâk ve tomurcuk kokuyor ne anlar acılardan/güzel haziran ne anlar güzel bahar! kopuk bir kol sokakta çırpınıp durur çalışmışım onbeş saat tükenmişim onbeş saat acıkmışım yorulmuşum uykusamışım anama sövmüş patron ter döktüğüm gazetede sıkmışım dişlerimi ıslıkla söylemişim umutlarımı susarak söylemişim sıcak bir ev özlemişim sıcak bir yemek ve sıcacık bir yatakta unutturan öpücükler çıkmışım bir kavgadan vurmuşum sokaklara sokakta tank paleti sokakta düdük sesi sarı sarı yapraklarla birlikte sanki dallarda insan iskeletleri asacaklar aydemir'i asacaklar gürcan'ı belki başkalarını pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim dökülüyor etlerim sarı yapraklar gibi asmak neyi kurtarır sarı sarı yaprakları kuru dallara? yolunmuş yaprakları kırılmış dallarıyla ne anlatır bir ağaç hani rüzgâr hani kuş hani nerde rüzgârlı kuş sesleri? asılmak sorun değil asılmamak da değil kimin kimi astığı kimin kimi neden niçin astığı budur işte asıl sorun! sevdim gelin morunu sevdim şiir morunu moru sevdim tomurcukta moru sevdim memede ve öptüğüm dudakta ama sevmedim, hayır iğrendim insanoğlunun yağlı ipte sallanan morluğundan! neden böyle acılıyım neden böyle ağrılı neden niçin bu sokaklar böyle boş niçin neden bu evler böyle dolu? sokaklarla solur evler sokaklarla atar nabzı kentlerin sokaksız kent kentsiz ülke kahkahanın yanıbaşı gözyaşı işten çıktım elim yüzüm üstümbaşım gazete karanlıkta akan bir su gibi vurdum kendimi caddelere hava leylâk ve tomurcuk kokusu havada köryoluna havada suçsuz günahsız gitme korkusu ah desem eriyecek demirleri bu korkuluğun oh desem tutuşacak soluğum asmak neyi kurtarır öldürmek neyi yaşatmaktır önemlisi güzel yaşatmak abeceden geçirmek kıracın çekirgesini ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak ah yavrum ah güzelim canım benim / sevdiceğim bitanem kısa sürdü bu yolculuk n'eylersin ki sonu yok! gece leylâk ve tomurcuk kokuyor uy anam anam haziranda ölmek zor! nerdeyim ben nerdeyim ben nerdeyim? kimsiniz siz kimsiniz siz kimsiniz? ne söyler bu radyolar gazeteler ne yazar kim ölmüş uzaklarda göçen kim dünyamızdan? asmak neyi kurtarır öldürmek neyi? yolunmuş yaprakları ve kırılmış dallarıyla bir ağaç söyler hangi güzelliği? kökü burda yüreğimde yaprakları uzaklarda bir çınar ıslık çala çala göçtü bir çınar göçtü memet diye diye şafak vakti bir çınar silkeledi kuşlarını güneşlerini: «oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet, memet! » gece leylâk ve tomurcuk kokuyor üstümbaşım elim yüzüm gazete vurmuşum sokaklara vurmuşum karanlığa uy anam anam haziranda ölmek zor! bu acılar bu ağrılar bu yürek neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar bu ağaçlar niçin böyle yapraksız bu geceler niçin böyle insansız bu insanlar niçin böyle yarınsız bu niçinler niçin böyle yanıtsız? kim bu korku kim bu umut ne adına kim için? «uyarına gelirse tepemde bir de çınar» demişti on yıl önce demek ki on yıl sonra demek ki sabah sabah demek ki «manda gönü» demek ki «şile bezi» demek ki «yeşil biber» bir de memet'in yüzü bir de güzel istanbul bir de «saman sarısı» bir de özlem kırmızısı demek ki göçtü usta kaldı yürek sızısı geride kalanlara nerdeyim ben nerdeyim? kimsiniz siz kimsiniz? yıllar var ki ter içinde taşıdım ben bu yükü bıraktım acının alkışlarına 3 haziran '63'ü bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta bir kırmızı gül dalı iğilmiş üzerine yatıyor oralarda bir eski gömütlükte yatıyor usta bir kırmızı gül dalı iğilmiş üzerine okşar yanan alnını bir kırmızı gül dalı nâzım ustanın gece leylâk ve tomurcuk kokuyor bir basın işçisiyim elim yüzüm üstümbaşım gazete geçsem de gölgesinden tankların tomsonların şuramda bir çalıkuşu ötüyor uy anam anam haziranda ölmek zor! Hasan Hüseyin Korkmazgil Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Sus Söyleme Sus söyleme Bir şey söyleme artık Sus söyleme Her şey gereksiz artık Bana düşen dönüp de gitmek Sonunda elimde kalan Bir avuç hüzün ve keder Yeter yeter söyleme artık Kelimeler kanatır yarayı Gözlerin anlatıyor Mutlu aşk yoktur Oysa ben sana neler adamıştım İçli şarkılar, kırık ezgiler Yüreğimden süzülüp gelen Bırakıp gittin beni Bir gün yollarda Yeter yeter söyleme artık Kelimeler kanatır yarayı Gözlerin anlatıyor Mutlu aşk yoktur Sus söyleme her şey ortada artık Zülfü Livaneli Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2007 Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da.. Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. Bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte Yani yürekte. Mesela bir barikatta dövüşerek mesela kuzey kutbunu keşfe giderken mesela denerken damarlarımda bir serumu ölmek ayıp olur mu? Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir ayrılmak istemezsin dünyadan ama o senden ayrılacak yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı? Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden? Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. Nazım Hikmet Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.