Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Giden mi kalan mı yalnızdır bilinmez demiştin, gözlerimi gözlerinden

ayırmak istemediğim o hüzün dolu ayrılık akşamında...

 

 

*

 

 

* Bu ayrılık diğer ayrılıklara benzemiyordu. Sen bunu benden önce fark

ettin.

 

 

*

 

 

* Bense, hissettiğim halde görmezden geldim...

 

 

*

 

 

* Dünyanın neresine, yaşamın hangi ücra köşesine gidersem gideyim, sensizlik

bana en dayanılmaz acıları, en çekilmez hüzünleri yaşatacak ve bunları bile

bile yaşamak zorunda kaldığım için, senden uzak kalmak uğruna yangına

körükle gittiğim için artık alışmıştım bu iç çekişlere, bu sonsuz

yalnızlığa, kabus sensizliğe...

 

 

*

 

 

* Gözlerimin içine bakıyordun, yeni başlayan ve sanki hiç bitmeyecek olan

bir özlemle...

 

 

*

 

 

* İçimdeki fırtınaları dindirmek istiyorum gözlerinde... diye yazmıştın...

 

 

*

 

 

* O akşam kelimeler, içindekiler, kalbine sığdırmaya uğraştığın onca yoğun

duygular, bana söylemek istediğin halde bir türlü söyleyemediğin, gözlerimin

içine bakarak o anlamlı bakışlarınla anlatmaya çalıştığın o kaos içinde

çırpınan tüm kelimeler artık isyan ediyordu...

 

 

*

 

 

* Senin ruhundan benim kalbime doğru hücum ediyordu hepsi, ve ben, ne

yapacağını, ne söyleyeceğini bilmeyen, baskı altında olan insanların yaptığı

gibi kıpırdayamıyor, konuşamıyor, ne olacağını düşünemiyordum...

 

 

*

 

 

* Adeta kilitlenmiştik o anda, ve biliyorum, ikimizde aynı şeyi düşünüyor ve

aklımıza takılan bu zor soruya cevap bulmaya çalışıyorduk...

 

 

*

 

 

* Giden mi yalnızdır kalan mı?

 

 

*

 

 

* Bu sorunun cevabını her gün, her an düşündüm sevdiğim...

 

 

*

 

 

* Senden uzak kaldığım o işkence dolu günlerde, o uykusuz saatlerde, seni

düşündüğüm, yüzünü hayal ettiğim zamanlar hep bu soru hançer gibi

saplanıyordu yüreğime...

 

 

*

 

 

* Senden çok uzaktaydım artık, günlerdir konuşmuyorduk...

 

 

*

 

 

* Seni, benliğini o kadar özlemiştim ki, sanki baktığım her tarafta senin o

vazgeçilmez yüzünü, o benliğinin açıkça yansıdığı o eşsiz yüz ifadeni

görüyordum...

 

 

*

 

 

* Ama içimden gelen alışkın olduğum o his, bana yalnız olduğunu ve bana

sorduğun o sorunu cevabını senin çoktan bulduğunu, kalanın yalnız olduğunu

kabullendiğini ve bedeli ne olursa olsun senin yanında olmamdan başka bir

şey istemediğini söylüyordu... Ama bilirsin, içimden gelen o seslere

inanmayı sevmem ben...

 

 

*

 

 

* O hisleri yaşamımda karşılaştığım yapmacık insanlara benzetirim.

 

 

*

 

 

* Ne olduklarını ve neler yapabileceklerini bilirim, ama asla inanmam ve

güvenmem onlara...güvenmek istemem...

 

 

*

 

 

* Sanki ben istediğim, ben düşündüğüm için iyi görünürler gözüme, ama

gerçekle hiçbir alakaları yoktur...

 

 

*

 

 

* İşte bu yüzden inanmak istemiyordum yalnız kaldığına, acı çektiğine, beni

özlediğine ve ne olursa olsun beni bekleyeceğine...

 

 

*

 

 

* Acı çektirmeyi sevmem ben, bilirsin.

 

 

*

 

 

* Acı çekmek, yalnız kalmak ve o sessiz yalnızlıklarda içimden ismini

sayıklamak, yanımda olman için umutsuzca yalvarmak bana göre...

 

 

*

 

 

* Beni buna sen alıştırdın, ben yıllardır buna alıştım, acı çekmek artık

yandaşım...

 

 

*

 

 

* Ben bunları yaşarken aynılarını senin de yaşamanı kaldıramam.

 

 

*

 

 

* Yalnızlığı ben yaşamalıyım, sensizliğin acılarını, isyanlarını ben

çekmeliyim, tek başıma...

 

 

*

 

 

* Sen ne kadar anlamaya çalışsan da, sensizken yaşadıklarımı asla

yaşayamazsın, hissedemezsin.

 

 

*

 

 

* Kalan değil, gidendir yalnız kalan sevdiğim...

 

 

*

 

 

* Giden yalnızlık için, acı çekmek için, isyan etmek için bırakır gider,

kalan aynılarını yaşamak zorunda kalmasın diye...

 

 

*

 

 

* Yalnızım işte...bunu yaşayacağımı bile bile kalmadım, kalamadım yanında...

 

 

*

 

 

* Yalnız kalmaya, sensiz olmaya, acı çekmeye ve buna ne kadar

dayanabileceğimi görmeye ihtiyacım vardı.

 

 

*

 

 

* Sensiz kalmak bana çok şey öğretti...

 

 

*

 

 

* İlk öğrendiğim, son dakikalarımızda bana sorduğun o sorunun cevabı oldu...

 

 

*

 

 

* Gidendir yalnız kalan sevdiğim...

 

 

*

 

 

* Yalnız değilsin, biliyorum.

 

 

*

 

 

* Yalnızım, görüyorsun...

 

 

*

 

 

* İkinci öğrendiğim şey ise ben burada sensizken, mutsuzken, içimde hayata

karşı hiçbir istek, hiçbir beklenti ve yaşama hırsı yokken, senin orda

yalnız olmadığını ve seni düşündüğüm, seni yaşadığım kadar beni yaşamadığını

çok iyi biliyorum...

 

 

*

 

 

* Senden uzaklaşmak, sensiz yapıp yapamayacağımı görebilmek, bu korkunç

yalnızlığa ne kadar tahammül edebileceğimi görmek içindi seni orda bir

başına bırakıp, bu sürgün yaşamda yalnızlığı, sensizliği seçmem...

 

 

*

 

 

* Bir gün mutlaka döneceğim, biliyorum...

 

 

*

 

 

* Çünkü bu ölümcül yalnızlığa daha fazla dayanamayacağımın farkına vardım.

 

 

*

 

 

* Ben burada yalnız olsam da, senin orda yalnız olmadığının ve sırf tek

başına olmamak için en olmadık, sana ve ruhuna en yabancı ve bilinmez

insanlarla birlikte olduğunun farkındayım.

 

 

*

 

 

* Bütün bunlarla yüz yüze geleceğini bilerek terk ettim seni ve yola çıktım

kendi yalnızlığımla...

 

 

*

 

 

* Yalnızlığımı yaşadıkça, sensiz olduğumu hissettikçe aklıma sorduğun soru

geldi, sorunun cevabını bulmaya çalıştıkça aklıma sen geldin, ve sen aklımda

oldukça bu yaşadığım hayat, bu hissettiğim yalnızlık, durmadan duymazdan

geldiğim o içimdeki sesler ve yalnız olanın ben olduğumu kabullenişim

çığrından çıktı içimdeki fırtınalarda...

 

 

*

 

 

* Seni, bile bile en olmadık zamanda, çok bildik bir mekanda ve ruhuna en

yabancı olan insancıklarla bir başına bırakıp terk ettim...

 

 

*

 

 

* Döneceğim seni bıraktığım o yerlere, giden ve gittiği gibi geri dönen

olacağım, biliyorum...

 

 

*

 

 

* Oysa biliyorum, kalan değil, gidendir yalnız olan...

 

 

*

 

 

* Oysa özlediğim, biliyorsun, giden değil kalandır terk eden...

 

 

*

 

 

* Bir de gör beni, giderken bana yazdığın yazıda, kendi gözünden ve kendi

kalbinden:

 

 

*

 

 

* "Karanlığıma gömerken seni sessiz çığlıklarım vardı içimde...korkularım,

yine bana kalan yalnızlığım vardı. Zormuş; bu kadar yakın olupta uzak

durmak,bu kadar uzak olupta seninle dolmak...yazmanın en iyi şey olduğunu

söylerdin hep bana inan ki o bile durduramıyor içimde sana doğru akan

seli...iki düşünüp bir yazıyorum her zamanki gibi öyle alışmışım ki kendimi

sınırlandırmaya. gidiyorsun artık çok uzaklara,.varlığını ilk defa bu kadar

derinlerde hissedip,kendimi sana açmışken gidiyorsun işte... içimdeki yerini

zor fark etti benliğim, yokluğunla daha da yorulacak, belki de darmadağın

olacak... gözlerimdir konuşan sadece. isyanlarımı, korkularımı, daralan

zamanımı, yalnızlığımı anlattı herkese hiç kimsenin onları hiç kimsenin

anlayamayacağını bildiği halde, belki de buydu onu rahatlatan... inan ki

içimdeki dünyam, içinde bulunduğum dünyadan daha büyük... en büyük farkları;

içimdeki... benim dünyamda herkes olması gereken yerde, hakkettiği gibi...

*

 

 

* Gidişini düşünmek bile korkutuyor beni... Tarifi olmayan duygularımla sana

uyanıyorum her sabah, Varlığınla çoğalıp yokluğunla eksiliyorum..."*

ALINTI

  • Cevaplar 1b
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

*Mutluluğun Sirri*

------------------------------

*Ailesi ve kendisini seven hiç kimsesi olmayan bir*

*yetim kızla ilgili çok güzel bir masal vardır. Kendini*

*çok ama çok üzgün ve yalnız hissettiği bir gün,*

*çayırda yürürken, bir çalıya küçük bir kelebeğin*

*takıldığını görür. Kendini kurtarmak için çabaladıkça,*

*dikenler onun narin bedenini daha çok hırpalar. Küçük*

*yetim kız dikkatle kelebeği kurtarır. Uçup gitmek*

*yerine, kelebek güzel bir periye dönüşür. Kız*

*gözlerine inanamaz.*

 

 

*Peri, kıza, "Senin eşsiz iyi kalpli davranışın için,*

*sana bir dilek dileme hakkı veriyorum."der.*

 

 

*Kız bir an düşünür, sonra "Mutlu olmak istiyorum."*

*der.*

 

 

*Peri "Peki" der, ona doğru eğilir ve kulağına*

*fısıldar. Sonra da ortadan kaybolur.*

 

 

*Kız büyüdüğü sürece, ondan daha mutlu kimse yoktur.*

*Herkes ona mutluluğunun sırrını sorar. O ise gülümser*

*ve "Sırrım, küçük bir kızken iyi kalpli bir periyi*

*dinlemiş olmamdır."der.*

 

 

*Yaşlanıp, ölüm döşeğine düştüğünde, komşuları etrafına*

*toplanırlar. Sırrının da onunla birlikte yitip*

*gitmesinden korkmaktadırlar. "Lütfen bize söyle" diye*

*yalvarırlar. "İyi peri sana ne dedi?"*

 

 

*Sevimli yaşlı kadın gülümser ve "Bana şöyle söyledi"*

*der:"ne kadar güvende, ne kadar yaşlı ya da genç,*

*zengin ya da fakir olursa olsun herkesin sana ihtiyacı*

*var"*

????

Gönderi tarihi:

*Yaşamak fırsattır, yaşamayı bil.*

 

 

*Yaşamak güzelliktir, kıymetini bil.*

 

 

*Yaşamak mutluluktur,tatmayı bil.*

 

 

*Yaşamak rüyadır,gerçekleştirmeyi bil.*

 

 

*Yaşamak meydan okunmasıdır sana, karşı çıkmayı bil.*

 

 

*Yaşamak görevdir,tamamlamayı bil.*

 

 

*Yaşamak oyundur oynamasını bil.*

 

 

*Yaşamak aşktır,sevgidir,keyfini çıkarmayı bil.*

 

 

*Yaşamak bilmecedir,çözmeyi bil.*

 

 

*Yaşamak verilmiş bir sözdür,tutmayı bil.*

 

 

*Yaşamak hüzündür aşmayı bil.*

 

 

*Yaşamak şarkıdır söylemeyi bil.*

 

 

*Yaşamak mücadeledir,kabullenmeyi bil.*

 

 

*Yaşamak trajedidir,göğüslenmeyi bil.*

 

 

*Yaşamak maceradır,göze almayı bil.*

 

 

*Yaşamak şanstır,kullanmayı bil.*

 

 

*Yaşamak çok kıymetlidir,mahvetmemeyi bil.*

 

 

*Yaşamak yaşamaktır,uğruna savaşmayı bil*

 

 

*** *

 

 

* Mother Teresa*

Gönderi tarihi:

Hatırlamak unutmamakla eş değer bir duygu..*

 

 

*Unuttuğunu mu hatırlar insan unutamadığını mı bilemedim..*

 

 

*Gördüğün bir şeyi ,yada yediğin yemeği unutmak yada hatırlamaktan başka bir

şey bu..*

 

 

*Yaşanmışlıklarla ve sende kalanlarla ilgili tamamen..*

 

 

*Yersin yemeği iki saat sonra tekrar acıkırsın,bir önceki yediğin yemeği

unutarak hatta..*

 

 

*Yada ne bileyim, çok severek aldığın ayakkabıyı eskidiğinde yıllar sonra

özlemle hatırlayıp,anmazsın..*

 

 

*Ama bir insanı unutmak..yada hatırlamak..*

 

 

*Daha doğrusu unutamamak ve anmak…*

 

 

*Birbirinin tersi gibi duran ama bir o kadar da birbirine yakın durumlar..*

 

 

*Özlemek ve özlenilmek çok sevdiğim duygulardan biridir..*

 

 

*Bilirim ki sevdiğimi özlerim..*

 

 

*Bilirim ki seven özler..*

 

 

*Mevsimler geçer üstünden *

 

 

*Hatta insanlar..*

 

 

*Seviyorum dediğin kişi yanı başındadır hatta*

 

 

*Hayatın onunla yaşanmaktadır*

 

 

*Ama yine de*

 

 

*Kaldığın her yalnızlık da*

 

 

*Düşündüğün başka bir şeydir..*

 

 

*Hep geçmiştir hatırlanan*

 

 

*Yakın geçmiş yanındadır nasılsa diye düşünerek*

 

 

*Es geçer*

 

 

*Çok daha gerilerde ki geçmişe dalarsın*

 

 

*Çayını yudumlarken*

 

 

*Hatta okuduğun kitabın satırlarında gizli gizli dalarsın*

 

 

*Düşüncelere..*

 

 

*Kitap biter sen hala düşüncelerde kalırsın..*

 

 

* *

 

 

*Özlemek sevdiğim bir duygudur benim..*

 

 

*Sahip olmaktan daha çok belki de…*

 

 

ALINTI

Gönderi tarihi:

*denizlerdeki dalga gibisin sen...*

 

 

*hırçın..*

 

 

*soguk..*

 

 

*surukluyorsun ne varsa onunde*

 

 

*tıpkı bana yaptııgn gibi...*

 

 

*senin yerinde olamadım ben hiç *

 

 

*sürükleyemedim alıp goturemedim seni*

 

 

*olabilseydim kıyamazdım sana*

 

 

*kayalara carpamazdım seni*

 

 

*senin yaptıgın gıbı....*

 

 

*olabilseydim uyka akardım*

 

 

*sonsuzluga akardık dıger dalgalara meydan okurmuscasına*

 

 

*ama dedım ya*

 

 

*ne ben dalga olabıldım*

 

 

*ne de sen*

 

 

*sürüklenen...*

ALINTI

Gönderi tarihi:

*Yüzlerce mektup yazdım sana sevgili. Binlerce satır döktüm ayaklarının

altına. Her bir sözcüğünde derdim sana olan sevgimi; her bir satırında

kümeledim sana hasretimi... Yüreğimin en kuytusunda sakladım her birini,

hatıraların kollarında. Bilmedin, duymadın, görmedin.

 

 

Ay karanlık bu gece. Soluğu kesilmiş yıldızların, nefesi yok bulutların. Tüm

dünya durmuş, zaman durmuş. Tüm ağaçlar kulak vermiş sevgime. Sokaklar beni

dinliyor sessizlikte... Sensizlikte...

Mısralarım daldı yine hayallere, bir mektup düştü yüreğime.

'Özledim' dedi kalemim, yazdı ellerim.

 

 

'Özledim, sevgili,

Kumral perçemlerini özledim...

Saçlarının alnımı usulca öpüşünü

Derin çizgilerin altında çakan gözlerini

Bakışlarındaki ela gölgeleri özledim;

Hüzünlü ve yorgun...'

 

 

İlkyaz güneşleri savruldu belleğimde. Ada vapurlarının saatleri karıştı

sözlerimde. Son anda yakaladım baharı ela gözlerinde. Tuttum ellerinden

sevginin, sımsıkı tuttum. Bırakmadım, kapsın martılar düşlerimizi.

Bırakmadım, aynalar yok etsin yüzlerimizi.

'Hala dudaklarımın kenarında bir gülümseme yapışıp kalmış bugünden yadigar'

dedi sesin.

'Özledim' dedi kalemim, çırpındı kirpiklerim.

 

 

'Özledim, sigara kokan sesini;

Gönlümü sevgiyle sarmalayan ılık nefesini

Nisan yağmuru gülümsemeni özledim...

Sonbaharda yaşattığın ilkyaz güneşini

Kavuşmalarımızı özledim;

Gecenin sabahla buluşması gibi

Doyumsuz ve dingin...'

 

 

Hasretin yaktı Ada'yı, yaz günlerinde. Bekledi bakışlarım bir nefesini, bir

sesini. Merak etti; neredesin, kiminlesin? Hatırlar mısın seni anan

dizeleri? Hatırlar mısın ellerimin yumuşaklığını, gözlerimin sıcaklığını,

saçlarımın Ada rüzgarında dalgalanışını? Sana bakışımı hatırlar mısın?

Unuttun mu yeminlerimizi? Benliğimizi kül eden o ateşi unuttun mu?

'Özledim' dedi kalemim, kavruldu yüreğim.

 

 

'Özledim, şimşekler yakan temasını

Delidolu sağanaklarda ıslanan arzularını

Aşkını haykırmanı özledim...

Ellerinin yüzümde iç çekişini özledim...

Sevgiye aç ve çılgın... '

 

 

Gün hazana uçtu göçmen kuşun kanadında. Kızardı yapraklar, uçuştu sarı

meltemlerin ardı sıra. Dövdü poyrazlar Ada yamaçlarını. Koptu tufanlar,

sarsıldı kıyılar kızgın dalgalarla. Kestaneler yuvarlandı ayaklar altında;

sıkıldı sokak lambaları derin yalnızlıkla. Duyamadım soluğunu yanaklarımda.

Kırıldım sırça misali, darıldım sana... Yokluğuna... Suskunluğuna.

Hüzünlü perçemlerin geldi aklıma, düştü yüreğime bir mektup daha.

'Özledim' dedi kalemim, eğildi gözlerim.

 

 

'Özledim, avuçlarımdaki yüreğini;

Hazan yaprakları misali boynu bükük...

Anıların kuytusuna saklanan vaatlerini

Gerçekleşmeyecek hayallerini

Hüzün dolu vedalarımızı özledim;

Çaresiz ve dalgın...'

 

 

Sonuncuyu yazdım az önce, kış kapıyı çalınca. Bavullarımı toplar gibi

topladım senli anılarımı kucağımda. Her birini özenle katlayıp sakladım

gönül bohçamda. Bir daha aklıma düşecekleri güne kadar yatırdım hislerimi

uykuya... Anıların kollarında...

'Bitti' dedi kalemim, sustu dillerim...

 

 

'Alıp da gittiğin bir yudum sevgiyi,

Varlığını özledim...' *

--

ALINTI

Gönderi tarihi:

Neden ve nasıl olduğunu bilmeden çekiverir aşk bizi..

Anlayamayız..

Çözemeyiz..

Yemek, içmek gibi bir ihtiyaçtır artık o..

Bulmak isteriz..

Ararız..

Saçma gelir..

Boş iş gibi gelir..

Ama sonra anlarız ki;

Büyük işler büyük aşklarla oluşurmuş..

İçinizde sevgi yoksa..

Sevmiyor;

Sevilmiyorsanız..

Kendi içinizdeki sorunları çözememişseniz..

Nerde kaldı diğerleri..

Aşk denilen 3 harfli gizemli kelime içimize girmemişse..

Hayattan ne keyif alınır ki..

Hayattan tüm umutlarımız kaybolmuşsa..

Aşk elini uzatır bize..

Herşey karşı tarafa endekslidir artık..

Saçının teli için, gözleri için..

Bir ömür vermeye hazırdır bedenler..

 

 

Ya karşılıksız sevenler..

Onun mutluluğu için kendi mutluluklarını hiçe sayanlar..

Kendi istedikleri gibi sevenler..

Onu göründüğünde dizleri titreyen,

İçi kıpır kıpır edenler..

Sevenler..

Karşılıksız sevenler..

Sadece sevenler..

 

 

Sevilmek herkesin kaldırabileceği bir şey değildir aslında..

En kötüsü tüm değerlerinizi verdiğiniz kişinin,

Aslında bir hiç olduğunu anlamaktır..

Ama dedik ya..

Elimizde değil..

Yüzeysel ilişkilerin sonu hep hüsrandır..

Bilemeyiz..

 

 

Küçük bir ışıktır aşk,

İçimizde yanan..

Bizi hayata hazırlayan..

Hayattan tamamiyle soyutlanmak içinse küçük bir aşk kıvılcımı yeterdir..

Dışarda kıyamet kopsa..

Siz evde onu düşünüyor olursunuz..

Mutlusunuzdur..

Çünkü aşıksınızdır..

Seviyor

Seviliyorsunuzdur..

Yoldan geçen kedi havada uçan kuş..

Sokakta oynayan çocuklar..

Daha önce görmediğiniz detaylara takılırsınız..

Anlamazsınız..

 

 

Kendinize daha fazla ilgi gösterirsiniz..

Bilirsiniz onun değeri var artık..

Bilirsiniz ki sizi bekleyen birileri var..

Elinizi uzatabilecek kadar yakın..

Ya da uzaklarda..

Çok uzaklarda..

 

 

Ama içinizdeki sevgi mesafeleri yakın eder..

Bir fotograf..

Bir ses..

Yeter bütün özlemi silmeye..

Ne kadar istenizde yanında olmasını..

alıntı

Gönderi tarihi:

Kugu Ezgisi

.

Kugularin ölüm öncesi ezgileri siirlerim,

Yalpalayan hayatimin kara çarsafli

_________________________bekçi gizleri.

 

Ne zamandir erteledigim her aci,

Çit çikariyor artik, basliyor yeni bir ezgi,

-bu siir -

Sendelerken yasamim ve bilinmez yönlerim,

Dost kalmak zorunda bana ve

_______________________sizlere!

 

Çünkü saldirgan olandan kopmustur o,

uykusunu bölen derin arzudan.

Büyüsünü bir içtenlikten alirsa

Kendi saf siddetini yasar artik,

_______ -bu siir -

Kuramadigim güzelliklerin sessiz görünümü,

ulasilamayanin boyun egen yansisi,

Sevda ile seslenir sizlere!

 

 

Subat, '82

.

Nilgün Marmara

Gönderi tarihi:

bazı şeyler için susmak zordur..

susmak ve kendi sessizliğine gömülü kalmak..

söylenecek onca şey varken hemde..

birşeyler avaz avaz haykırırken yüreğinde..

birşey deli gibi ağlarken içinde..

sessiz kalmak zordur.

yapacak başka birşey de yoktur aslında..

diyecek başka birşey..

etrafındaki hiçbir şeyi görmeden yürürsün..

hiçbir şeye bakmak istemezsin..

gözünden akan yaşları silmek için bile..

elini kaldırmaya gücün kalmamıştır..

susarsın işte..

susarsın öylece.

 

alıntı.

Gönderi tarihi:

Kiralık /

 

Bu sabah şu denizi kirala, mavi

mavi hatırlayalım birbirimizi,

bu öğlen güneşi kirala da, bir

daha soğukluk girmesin aramıza,

bu ikindi tembelliği kirala, belki

gölgesinde kedin olurum senin,

bu akşam bahçeyi kirala, elimizde

büyüsün gül, menekşe, yasemin,

bu gece uykuyu kiralarsan, rüyama

yalnız senin gözlerini konuk ederim,

bu bahar bu gövdeyi kirala, vücut

kitabında tozlandı kelimelerim,

bu ders coğrafyayı kirala, hadi

teneffüse çıkalım toprağıyla, suyuyla,

bu teneffüs bir yolculuk kirala, hiç

mola vermeden yürüyelim arkadaşlığa,

bu sefer bir yelkenli kirala, rüzgar

nereye götürürse yürak oraya,

bu yaz bu sokağı kirala, kapıları

aç, yalnızlığı yalnız bırak odalarda

 

Kiralama bu şiiri, şairin olurum yoksa!

 

Haydar Ergülen

Gönderi tarihi:

Vakitsiz bir sonbahar akşamındaydım

Candan öte dermansızı

Köşelerdeyim

Yar koynuna yatsam bile

Gurbetlerdeyim

Çok arkadaş kaybetmişim

Dalgınlardayım

Beni yormayın, beni kırmayın

Anlamazsanız kalsın

Hiç dokunmayın

Deniz sakine, dağlar çiçeğe

İçten vermeye

Geçemedik, geçemedik

Koca kışın ayazından vay

Vakitsiz bir sonbahara yakalandık vay

Yaz düşünde çok sarardık

Yaza varmadan

Bir adım bir adım daha

Büyüsün artık

Birçok anı sıcak henüz

Yüreğe kattık

Gözlerimde canlanıyor

Gülüşü içten

Çok arkadaş kaybetmişim

Hiç kararmadık

Beni yormayın, beni kırmayın

Anlamazsanız kalsın

Hiç dokunmayın

Deniz sakine, dağlar çiçeğe

İçten vermeye

Geçeceğiz geçeceğiz

Koca kışın ayazından vay

Vakitsiz bir sonbahara yakalandık vay

Yüz düşünde çok özledik

Yaza varmayı

 

Mustafa Can

Gönderi tarihi:

Sen Beyaz Bir Kadınsın

 

asıl büyük sarhoş benim

uzaktaki

ben ki tek damla şarap içmedim

ekmeğin beyaz zeytinin siyah

olduğunu biliyorum

asıl büyük sarhoş benim

uzaktaki

benim kusturucu sarhoşluğum

yoksulluğum

 

yüzüme bakmasan da

yağmura düşürsen de gözlerini

gözlerime bakmasan da ne kadar

o kadar aydınlığın gökyüzüme uzanıyor

uykularımda nefesinin sıcaklığı

o kadar

hangi akşam kapımı çalan sen değilsin

sen değil misin gizli bir kıvılcım gibi

gözbebeklerimde duran

umutsuzlandığım her akşam

senin rüzgârın almıyor mu

uğultulu yorgunluğumu

yoksulluğun eşiğinde kapaklandığım zaman

ellerimden sımsıkı tutmuyor mu senin

iyimserliğin

 

 

 

ben bu tezgâhı kurdumsa senin için kurdum

senin için dokuduğum basma ve pazen

denizin yeşilinden süzdüğüm balık

göğün mavisinden çaldığım kuş

senin için

felsefe okudumsa

iktisat okudumsa gece yarıları

boğazım kurumuş içim bir kalabalık

sıcacık mısralar okudumsa yunus' dan

senin için okudum

geceyarıları

 

sen beyaz bir kadınsın

uzaktaki

GÖZLERİN AKLIMDAN ÇIKMIYOR

sen beyaz bir kadınsın

karanlıkları dinleyen

uzaktaki

sarmaşıkları duyuyor musun rüzgârda

yorgun başını

üşümüş yastığına koyuyor musun

uyuyor musun

 

Attila İlhan

Gönderi tarihi:

:clover:

 

Çoçuk, çok sevdi ağacı...

Verirdi ona, her kış

Çiçekleri olaydı!

 

Ağaç, çok sevdi çoçuğu...

Öperdi atın saçlarından

Dudakları olaydı!

 

Ve ona öptürmek için,

Eğilirdi yerlere kadar;

Yanakları olaydı'

 

Dökerdi önüne hepsini

Gümüşten, altından, sedeften

Oyuncakları olaydı!

 

Ve çoçuk gittikten sonra,

Böyle kalır mıydı ağaç?

Ne olurdu onunda

Bacakları olaydı,

Ayakları olaydı!

 

arif nihat asya

Gönderi tarihi:

Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine

 

II

 

Gelin gülle başlayalım atalara uyarak

Baharı koklayarak girelim kelimeler ülkesine

Bir anda yükselen bir bülbül sesi

-Erken erken karlar ortasında

Güneş dönmüş ışık saçan bir yumurta-

Bana geri getirir eski günleri

...Paslanmış demir bir kapı açılır

Küf tutmuş kilitler gıcırdarken

Ta karanlıklar içinde birden

Bir türkü gibi yükselirsin sen

Fısıldarım sana yıllarca içimde biriken

Söyleyemediğim ateşten kelimeleri

Şuuraltım patlamış bir bomba gibi

Saçar ortalığa zamanın

Ağaran saçın toz toprağını

Bana ne Paris'ten

Newyork'tan Londra'dan

Moskova'dan Pekin'den

Senin yanında

Bütün türedi uygarlıklar umurumda mı

Sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu

Geceme gündüzüme

Gözlerin

Lale Devrinden bir pencere

Ellerin

Baki'den Nefi'den Şeyh Galib'den

Kucağıma dökülen

Altın leylak

 

 

 

III

 

Ölüler gelmiş çitlembikler sarmaşıklarla

Tırmanmışlar surlarıma burçlarıma

Kimi ırmaklardan yansıma

Kimi kayalardan kırpılma

Kimi öteki dünyadan bir çarpılma

İçi ölümle dolu

Dönen bir huni

Doğarken güneş

Kesilmiş ölü yüzlerden

Bir mozayik minyatürlerden

Dokunur tenimize

Soğuk bir azrail ürpertisiyle ay

Ve birden senin sesin gelir dört yandan

Menekşe kokulu sütunlardan

Komşu dağlardaki nergislerden leylaklardan

Gözlerine ait belgeler sunulur

Ey aşkın kutlu kitabı

Uçarı hayallere yataklık eden

Peri bacalarının yasağı

Gönlümün celladı acı mezmur

Bana bıraktığın yazıt bu mudur

Ölüm geldi bana düğün armağanın gibi

Senden bir gök

Senden yıldızlar ördüler

Ateş böcekleri

O gece dört yanıma

Ey bitmeyen kalbimin samanyolu destanı

Sen bir anne gibi tuttun ufukları

Ve çocuklar gülle anne arasında

Seninle güller arasında

Tuhaf bir ışık bulup eridiler

Çocuklar dağ hücrelerinde erdiler

Aramızdaki sırra

Bir de ay ışığında büyüyen fısıltılar

Gençlik monologları

Seni alıp kaybolmuş zamanın çağıltısından

Bana getiren

Yasamız vardı

Öfkeyle yazardın sen bir yüzüne

Ölür ölür okurdum öbür yüzünde ben

 

IV

 

Senin kalbinden sürgün oldum ilkin

Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği

Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında

Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layık olmasam da

Uzatma dünya sürgünümü benim

Güneşi bahardan koparıp

Aşkın bu en onulmazından koparıp

Bir tuz bulutu gibi

Savuran yüreğime

Ah uzatma dünya sürgünümü benim

Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil

Ayaklarımdan belli

Lambalar eğri

Aynalar akrep meleği

Zaman çarpılmış atın son hayali

Ev miras değil mirasın hayaleti

Ey gönlümün doğurduğu

Büyüttüğü emzirdiği

Kuş tüyünden

Ve kuş sütünden

Geceler ve gündüzlerde

İnsanlığa anıt gibi yükselttiği

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

 

Bütün şiirlerde söylediğim sensin

Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin

Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın

Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin

Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için

Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini

Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini

Ey gönüllerin en yumuşağı en derini

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

 

Yıllar geçti saban olumsuz iz bıraktı toprakta

Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında

Çatı katlarında bodrum katlarında

Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba

Hep Kanlıca'da Emirgan'da

Kandilli'nin kurşuni şafaklarında

Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında

Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında

Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layık olmasam da

Ey çağdaş Kudüs (Meryem)

Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)

Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

 

Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında

Köle gibi satıldım pazarlar pazarında

Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında

Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında

Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında

Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda

Verilmemiş hesapların korkusuyla

Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layık olmasam da

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

 

Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır

Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır

Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır

Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır

Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır

O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır

Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır

Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır

Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır

Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır

Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır

Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır

Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır

Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

 

Sezai Karakoç

Gönderi tarihi:

Terkeden

 

 

Kimdi kimdi kalan

Giden mi suçludur herzaman?

Ne zaman başlar ayrılıklar

Dostluklar biter ne zaman

 

Her geçen gün bir parça daha

Aldı götürdü bizden

Aynı kalmıyordu hiçbir şey

Değişiyordu herşey

kendiliğinden

 

 

 

Artık çözülmüştü ellerimiz

Artık bölünmüştü yüreğimiz

Birimiz söylemeliydi bunu

Ötekini incitmeden

 

Kimdi giden kimdi kalan

Aslında giden değil

Kalandır terkeden

Giden de

bu yüzden gitmiştir zaten

 

Murathan Mungan

Gönderi tarihi:

Kimsesizdi Asilligin

 

Kimsesizdi asilligin

Soyu tukenmis masal kuslari gibi

beklerdin beni dukkanlarin onunde

sokak koselerinde...

 

Kimse sigamazken kendi gecesine

sen kapilarin onundeki

sahipsiz dalginliga vurulurdun

 

 

 

Cok iyi bildigin bir meyhaneydi dunya

duslere karsi yasanan...

 

Tehlikeliydin, kimsesizdi asilligin

en kirli yerde

arardin sevgiyi...

en dipte...

 

Hayatin en unutulmus yerinde...

 

Cezmi Ersöz

Gönderi tarihi:

Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine işte şiir budur..çok severim..teşekkürler.. :clover:

Bu Aşk Burada Biter

 

Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim

Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver

Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim

Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider

 

Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir

Solarken albümlerde çocuklar ve askerler

Yüzün bir kır çeçeği gibi usulca söner

Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir

 

Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler

Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı!

Bunu anlattılar hep, yani yiten bir aşkı

Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler

 

Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim

Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver

Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim

Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider

 

Ataol Behramoğlu

Gönderi tarihi:

şimdi burda değilsin.!

 

şimdi burda değilsin....

ama beni duyuyosunn...biliyorum...

kapat gözlerini benim için ve dinle n'olur...

bak yoksun...

bunun anlamını biliyomusunn....

yokluğun

yüreğimmdeki bu yıldızsız,

bu dipsiz, karanlık gece...

yokluğun, odamın duvarlarına astığım suretlerine bakarken,

unuttuğum dalgın gözlerim....

yokluğun yastığımda bıraktığın bu kimsesiz saç telleri...

 

 

 

sırf kalemini değdirdiğin için atmaya kıyamadığım bu kağıtlar...

her an gözümün önünde sakladığım mektupların,

peçetelere yazdığın şiirlerin,

hediyelerini sardığın paket kağıtların...

sen gidince,

hala sen kokuyodur, diye üzerime giydiğim

ve derinn derinn

soluduğumm giysilerin....

bu yarı deli...

bu hayattan kopuk ruhum...

kapat gözlerini ve bana baak....

ben ne diye varsa gördüğün, işte o senin yokluğun....

söyle.!

sana neyi anlatayımm...

sabaha karşı çalan telefonumun ucunda,

n'luuur bana hayattan kötü davranma diyen...sayıklayan..

o kırgın, o kendine çarpan sesini mi..! !

 

Cezmi Ersöz

Gönderi tarihi:

şimdi burda değilsin.!

 

şimdi burda değilsin....

ama beni duyuyosunn...biliyorum...

kapat gözlerini benim için ve dinle n'olur...

bak yoksun...

bunun anlamını biliyomusunn....

yokluğun

yüreğimmdeki bu yıldızsız,

bu dipsiz, karanlık gece...

yokluğun, odamın duvarlarına astığım suretlerine bakarken,

unuttuğum dalgın gözlerim....

yokluğun yastığımda bıraktığın bu kimsesiz saç telleri...

 

 

 

sırf kalemini değdirdiğin için atmaya kıyamadığım bu kağıtlar...

her an gözümün önünde sakladığım mektupların,

peçetelere yazdığın şiirlerin,

hediyelerini sardığın paket kağıtların...

sen gidince,

hala sen kokuyodur, diye üzerime giydiğim

ve derinn derinn

soluduğumm giysilerin....

bu yarı deli...

bu hayattan kopuk ruhum...

kapat gözlerini ve bana baak....

ben ne diye varsa gördüğün, işte o senin yokluğun....

söyle.!

sana neyi anlatayımm...

sabaha karşı çalan telefonumun ucunda,

n'luuur bana hayattan kötü davranma diyen...sayıklayan..

o kırgın, o kendine çarpan sesini mi..! !

 

Cezmi Ersöz

Gönderi tarihi:

Anladım

 

Bulutları düşünüyorum kuşları ve aşkı

Tarihleri var da onların hatta anıları

Vatanları olmadı hiç bir zaman ki onlar

Ayışığına karıştılar yeryüzünden göçerek

 

Ve bırakarak metal bir uygarlığı geride

 

 

 

Anladım ayaklarımın altındaki dünya değil

Çocuk sevinçleri ipinden koparılmış uçurtmalar

Bulutu ve suyu izliyor soluk bir sonsuzluk

Anladım yüreğimdeki rüzgarla sürükleniyorum

 

Üşüdüğümü unutuyorum yalnızlığımı da

Yasaksa artık bu ülkeden çıkmamız

Vatansız olduğumuzu bilelim diyedir

Mayınlayarak ömrümüzün kalan kısmını

 

Anladım vatansızlıktır bir şaire yakışan.

 

Ahmet Telli

Gönderi tarihi:

Biliyorum Bu Yara Hiç Kapanmayacak

 

Telefonlarıma cevap vermeyeceksin…Cevap versen bile, öyle yorgun öyle

isteksiz çıkacak ki sesin, bir küfür gibi…

 

Sevmeyeceksin beni…Biliyorum bu şehri bana dar edeceksin…

Çünkü anladın; sevgimden tanıdın beni.O yanık, o hasta bakışımdan…Uçuruma

atlar gibi sevdalanışımdan…

Sevmek deyince, hemen ardından, ölüm, dememden anladın…

Anladın ve kardeşini bir kabustan uyandırır gibi çırılçıplak gerçeğe

uyandırdın beni; uyandırdın ve kaçtın…

Çünkü sen de benim gibiydin; sen de benim gibi seni sevmeyeni sevdin hep.Sana

acı çektireni…Seni aramayanı, telefonlarına çıkmayanı, çıkınca seninle bir küfür

 

 

 

gibi konuşanı sevdin…Sen de benim gibi seni incitip üzeni sevdin hep.

Bakışından hissettim bunu, kokundan, dokunuşundan…

Beni sevmeyecektin biliyorum ama…Ama, öyle susamıştımki kendim gibi birini

sevmeye…Öylesine muhtaçtımki gercekten incitilmeye, gercekten acı

çekmeye, kendim gibi birini özlemeye öylesine muhtaçtım ki, seni tanır tanımaz

çözüldüm…

Sana da olmuştur…Öylesine susamışsındır ki sevilmeye, kendin gibi birini

bulunca tutamaz kendini, herşeyi, belkide söylenmiycek her şeyi o an, garip bir

telaşla söylersin…

Hatta söylerken anlarsın, söylememen gereken şeyleri söylediğini

hissedersin, battığını, giderek çıkmaza girdiğini…Ama yine de engelleyemezsin

kendini tutamazsın.

Aleyhinde olabilecek herşeyi söylersin…Üstelik bunu anladıkca daha da

batırmak istersin kendini…Biraz daha zor duruma düşürmek…

Daha da kaybetmek, daha da dibe batmak istersin…Sanki bile isteye kendi

mutlulugunu kendi elinle bozmak istersin…Kendinden gizli bir öç alır gibi.

Sanki hiç mutlu olmak istemiyormuş gibi…Sanki hiç sevilmek istemiyormuş

gibi…

Bir tür gurur muydu bu?

Birgün nasılsa ve hiç olmadık bir anda alınıp kopartılmadan, kendi

ellerimizle onu yok etmek, bizim gibilerin mutluluğuna tahammül edemeyen bu

hayatta, bu hayatın zorba kurallarına bir tür başkaldırmak mıydı?

Bir şizofren çocuk tanımıştım bir gün.Tam karşımda

oturuyordu.gencecik, yakışıklı bir çocuktu.Şizofren olduğunu

biliyordu.Biliyordu iyileşemiyeceğini…İki de bir, önce kolunu uzatıp, sonra

avucunu açıyor; Mutluluk avuçlarımdaydı, yakalamıştım ama kaçtı

diyor, kaçtı, derken avuçlarını boşluğa kapatıyordu…

Hiç unutmuyorum, bu hareketi defalarca yapmıştı…

Yine hiç unutmuyorum; burjuvalara özenen bir ailede büyüdüm ben.Görgü kitabı

masanın üstünde dururdu hep.

Annem o kitabı defalarca ezberletirdi bize.Yemeğe nasıl oturulacak..çorba

nasıl içilir? Kaşık nerede, çatal nerede durmalı…Balık nasıl yenir? Peçete nasıl

katlanır…Sinemada nasıl oturulur…

Ben de eskiden senin gibi saftım.İnanırdım bu dünyada bile şölenler

olacağına…Bu dünyada anne, baba, kardeşler, bir sofrada lekesiz bir mutluluk

yaşayabilirler diye inanırdım…O kasvetli görgü kuralları kitabına rağmen

inanırdım…

Önce dilediğim gibi başlardı herşey.Herkes bir arada, sonsuz mutlu gibi…Sonra

birden hiç beklenmedik bişey olur, biri ağlayarak odaya kaçardı…İçerden, arka

odadan, ağlamaklı, sonsuz küskün sesler gelirdi; bıktım artık, bıktım, usandım

hepinizden, gideceğim buralardan, yetti artık! …

Ben de senin gibi saftım o zamanlar…Gidilecek neresi var dı ki derdim…İşte

hep birlikteyiz…Alemi var mı bu mutluluğu bozmanın? …

Sonraları çok sonraları anladım.Meğer biz, bizim aile, herkes, tesadüfen bir

araya gelmişiz tesadüften de öte…Biz…bizim aile, herkes, aslında hiç

istemeden, nedeni bilinmeyen bir zorunluluk sonucu bir araya gelmişiz…

Aslında biz bir araya gelmemek için yaratılmışız.

Hayatın en büyük yanlışıymış bizim bir arada olmamız! …

Evet cok geç anladım…

Bıraktım lekesiz mutlulukları; ben kavgasız, üzüntüsüz bir pazar sofrası

özlerken, aslında herkes…annem, babam, kardeşim o evden uzaklara, hiç dönmemek

üzere çok uzaklara gitmek istiyormuş…

Dünyanın en mutsuz otogarı…Dünyanın en imkansız istasyonuydu bizim

evimiz…Yıllarca uzaklara, cok uzaklara gitmek isteyip, bir türlü gidemeyenlerin

sonsuz bekleme durağıydı bizim evimiz…

İşte bu yüzden sevmek benim için bir tutsaklıktı, tuzaktı böylesi sevip

bağlanmak.Uzaklara cok uzaklara gitmek isteyenleri engellemekti.

Sevgi yüzünden bizim ailedeki hiç kimse istediği yere

gidemiyordu…Birbirimize duyduğumuz sevgi, aynı zamanda bizi birbirimize düşman

ediyordu…

Hem biz, bizim aile…Güneşli bir günde ansızın başlayan sağanak yağmurlar

gibiydik…

Bu yüzden hep hırçın, hüzünlü, kırgındık…

Bu yüzdendi, her şeyi, çok iyi gidiyor sanırken, içimizde yükselmesine bir türlü

engel olamadığımız o felaket duygusu…

Anlamıştım senin ailen de böyleydi…

Üstelik öyle severlerdi ki sizi, birgün hiç olmadık bir anda, aslında

istenmeyen çocuklar olduğunuzu söylerlerdi size! …

Sana ya da kardeşine…Tesadüfen dünyaya geldiğinizi…Beklenmedik bir misafir

olduğunuzu! …Aksi gibi, istikbaliniz için hiçbir şeyi esirgemediklerini

söyledikten sonra söylerlerdi böyle sıradan şeyleri! …

Sizin için…Senin için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadıklarını söyledikten

sonra…

Senin de ailen benimki gibiydi…Güneşli bir günde ansızın başlayan sağanak

yağmurlar gibiydi…Bu yüzden sen de benim gibi böyle hırçın, hüzünlü, kırgınsın

her şeye…

Yıllar önce tanıdığım o şizofren çocuk gibi; tam mutluluğu yakalamışken

kaybetmiş gibisin hep…

Ben beni istediğim gibi sevmemiş olan annemin hayaletini arıyorum imkansız

kadınlarda…

Sen, seni istediğin gibi sevmemiş olan babanın hayaletini arıyorsun imkansız

erkeklerde…

Biliyorum ne ben o kadını bulacağım ne de sen o erkeği bulacaksın…

Ve ne acı ki, hep bizi sevmemiş olanları seveceğiz ikimizde…Ne acıki, hep bizi

incitip üzenlere bağlanacağız…Telefonlarımıza çıkmayanlara… Çıksa bile küfür

gibi konuşanlara sevdalanacağız…

Bizden bir çift güzel laf esirgeyenleri özleyecegiz…

Ölesiye, amansız seveceğiz onları…

Biliyorum, bu yüzden odan böyle…Güncelerin ortalık yerde…Kitapların

orada, burada…Anıların saçılmış ortalık yere…Her şeyin darmadağın…

Biliyorum bu yüzden düzenden, adı düzen olan her şeyden nefret ediyorsun…Sen

de benim gibi; toparlayıp da ne yapacağım, düzenli olunca ne olacak; sonunda bir

gün biri gelip her şeyi, biriktirdiğim, düzenlediğim, üzerine özenle titrediğim

her şeyi daha önce hep olduğu gibi hiç beklemediğim bir anda savurup, bozup

gitmeyecek mi, diye düşünüyorsun…

Biliyorum, sen benim için hiç bir zaman ulaşamayacağım annemin

hayaletisin…Ailemdeki insanlar gibisin çok duygusal çok güçlü, çok yaralı…

Onlar da senin gibi seninkiler gibiydi…Aklı başında, mazbut insan rolünü

oynamaktan ve ertelenmiş düşleri yüzünden yorgun düşmüş, yarı çılgınlardı…Hepsi

yanlış evde ve yanlış bir yerde yaşadıklarını söylerlerdi…Düşleri çok

garipti…En kısa yolculuk bile onları yorduğu halde; okyanusları aşmayı ve başka

kıtalara gitmeyi düşlerlerdi…

Yine aradım seni, yoksun…bulsam, benimle küfür gibi konuşacaksın…

Bir kere çözüldüm sana…Bir kere sana senin gibi olduğumu hissettirdim…

Oysa baştan beri biliyordum; sen.seni sevmeyenleri seversin.Tıpkı benim

gibi…

Ama öyle özledim ki benim gibi birini sevmeyi…Öyle özledimki kendim gibi

biri tarafından incitilmeyi, üzülmeyi…

Yine aradım seni yoksun…Beni de birileri arıyor…Beni de kendi gibi birini

sevmeyi özleyenler arıyor…Kendi gibi biri tarafından incitilmeyi, üzülmeyi

özleyen birileri arıyor.

Hiç cevap vermiyorum…BEN SENİ İSTİYORUM, SENİ ARIYORUM…

Kayıtsızlığınla beni yok ediyorsun, geride sen kalıyorsun.Ama seni de biri

yok ediyor…

Aslında bu oyunda herkes birbirini yok ediyor…

Ben birilerini, o birileri başkalarını.Sen beni…Seni bir başkası…

Hem çok iyi biliyorum; beni sevsen bile hiç kapanmayacak bu yaram…Seni biri

sevse de hiç kapanmayacak bu yaran…

Hiç kapanmayacak! …Avuçların hep boşluğa kapanacak.Tıpkı o şizofren genç

gibi…

 

Cezmi Ersöz

Gönderi tarihi:

Soluk Soluğa 1

 

Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı

Ama atıldı yine de serüvenlere

Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya

Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı.

 

Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı

- ki onlar daima birer yalnızdılar

 

 

 

Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup

Gitmişti o kentten anımsamıyor artık

Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala

Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği

Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine

Korkular geçiren o kız nerededir şimdi

Sensiz olursam yaşayamam diyen

O liseli kız hangi kentte kaldı

Ve o sarışın

O afeti devran bekler mi hala

Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını

 

Üşüten bir acıydı belki her ayrılık

Her yolculuk yangınların başladığı yereydi

Ama vakti olmadı hesabını tutmaya

Aşkların, ayrılıkların ve acıların

 

İstese de kalamazdı vakti gelince

Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda

Yürek burkulması ve hüzün ve keder

Aralıksız doldururdu acıların bohçasını

Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği

İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi

Ay bile soğuktur o zaman

Bir buz parçasıdır

Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara

Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler

 

Biraz da serüvendi yaşamak

Belki yatkındı büyük yolculuklara

Ki serüvenler daima büyük aşklar

Ve büyük yolculuklarla başlar

 

Anıları aşkları ve bir kenti

Bırakıp gidebilirdi apansız

Apansız başlardı yolculuklar

Hangi saatinde olursa günün

Ve hep kar yağardı nedense

Durmadan kar yağardı yol boyunca

Ve nasılsa yok olup giderdi hüzün

Kent görünmez olunca arkada

Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından

Ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun

 

 

Ne zaman yollara düşse biterdi acılar

Gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından

Kavaklarsa oynak bir çingene kızı

Her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları

 

Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta

Güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz

Ölümdür biraz hep aynı yatakta

Aynı kadınla sevişerek sabaha varmak

Kitapları hep aynı raflara sıralamak

Aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz

Soluk soluğa yaşamalı insan

Her sabah yeni bir şeyler görebilmeli

Ve cehenneme dönse de bir ömür

Mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün

 

Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı

Okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre

Ölüme ve aşka durmadan kement atan

Serüvenlerle geçsin yaşamak

 

Buz tutmuş bir dünya ortasında

Yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla

Önünde dağlar, uçurumlar

Sarsılan gök, yarılan toprak

Çelik uğultularla burgaçlanırken

Yaşamak işte öylesine kucaklardı onu

Ve her nasılsa keklik sekişli

Bir aşkın sevinci dolardı yüreğine

Çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa

Ne kalmışsa bir önceki serüvenden

 

Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları

Bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde

Pervasız bir acemi, bir çılgın

Soyu tükenen bir bilgeydi belki de...

 

O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe

Avucundan dökülen kum taneleriydi her şey

Ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı

Ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında

Ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki

Sevince deli gibi severdi

Pervasız severdi sevince

Dövüşmek ancak ona yakışırdı

Ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar

Yoktu bağlandığı herhangi bir şey

Bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından

 

Ne bilir ömrün değerini bir çılgın

Yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir

Ve başarısız eylemler çağında o

Kaçabilir mi binlerce kez ölmekten

 

Yerleşik yargıları olmadı hiç

Kurmadı güzel gelecek düşleri

Nerede bir yangın, nerede tehlike

O mutlaka oradaydı birdenbire

Dinsizdi, özgür sayılırdı belki

Ama bağlanmazdı özgürlüğe de

Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı

Beklemedi anılar sarnıcının dolmasını

Şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü

Yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi

 

Ayrıntıların izi kalmamış artık

Üst üste yaşanmakta ayrılıklar

Ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir

Dağların, denizlerin üzerinden

 

Geride kalan ne varsa soluktur şimdi

Titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir

O eski konaklar gibidir anılar

Gül bahçeleri, sessiz koru ve orman

Belki sağanak boşanır apansız

Yüzyıllık bir yağmur başlar

Ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar

Yok olup gider her şey, belki kül olur

 

Hırçın bir okyanustur yürek

Dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni

Anılarsa birer çıban izidir

Yaşanmaz onların ölgün gölgesinde

 

Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak

Ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi

Anısız kalınmıyor artık ne yapılsa

Kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü

Bekleyişleri kemiren çakal sesleri

Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılık vakti

Ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın

Yollara düşülmeli habersiz ve sessiz

Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri

Dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı

 

 

Bir ömrün olgunlaştıramayacağı

acemilikler toplamı ve bir çılgın

boyun eğmedi kendine bile

seçme zorunda kalmadı yaşamayı

 

nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana

bağlanmadı kendine de ömür boyu

dağlara tırmana atlar gibi

soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı

bir şahin gibi bulutlara kurdu

dumanlı sevdaların yörük çadırını

sıradan bir gezgin değildi hiç

dövüşür gibi yaşadı yolculukları

belki korkusuz sayılmazdı büsbütün

korkardı korkulara düşmekten zaman zaman

 

ve bütün gemileri yakıp

yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla

mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri

umutlardansa nefret etti daima

 

 

hep yanıldı ve yenilgilere uğradı

ama atıldı yine de serüvenlere

 

pervasız bir acemi

soyu tükenen bir bilgeydi belki de

 

Ama bir şey vardı yine de

Başarısız ihtilallerden kendine kalan

 

Ahmet Telli

Gönderi tarihi:

haziranda ölen ustaların anısına

 

 

 

 

Haziranda Ölmek Zor

 

...orhan kemal'in güzel anısına...

 

işten çıktım

sokaktayım

elim yüzüm üstümbaşım gazete

 

 

sokakta tank paleti

sokakta düdük sesi

sokakta tomson

sokağa çıkmak yasak

 

 

 

 

sokaktayım

gece leylâk

ve tomurcuk kokuyor

yaralı bir şahin olmuş yüreğim

uy anam anam

haziranda ölmek zor!

 

 

havada tüy

havada kuş

havada kuş soluğu kokusu

hava leylâk

ve tomurcuk kokuyor

ne anlar acılardan/güzel haziran

ne anlar güzel bahar!

kopuk bir kol sokakta

çırpınıp durur

 

 

çalışmışım onbeş saat

tükenmişim onbeş saat

acıkmışım yorulmuşum uykusamışım

anama sövmüş patron

ter döktüğüm gazetede

sıkmışım dişlerimi

ıslıkla söylemişim umutlarımı

susarak söylemişim

sıcak bir ev özlemişim

sıcak bir yemek

ve sıcacık bir yatakta

unutturan öpücükler

çıkmışım bir kavgadan

vurmuşum sokaklara

 

 

sokakta tank paleti

sokakta düdük sesi

sarı sarı yapraklarla birlikte sanki

dallarda insan iskeletleri

 

 

asacaklar aydemir'i

asacaklar gürcan'ı

belki başkalarını

pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim

dökülüyor etlerim

sarı yapraklar gibi

 

 

asmak neyi kurtarır

sarı sarı yaprakları kuru dallara?

yolunmuş yaprakları

kırılmış dallarıyla

ne anlatır bir ağaç

hani rüzgâr

hani kuş

hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?

 

asılmak sorun değil

asılmamak da değil

kimin kimi astığı

kimin kimi neden niçin astığı

budur işte asıl sorun!

 

 

sevdim gelin morunu

sevdim şiir morunu

moru sevdim tomurcukta

moru sevdim memede

ve öptüğüm dudakta

ama sevmedim, hayır

iğrendim insanoğlunun

yağlı ipte sallanan morluğundan!

 

neden böyle acılıyım

neden böyle ağrılı

neden niçin bu sokaklar böyle boş

niçin neden bu evler böyle dolu?

sokaklarla solur evler

sokaklarla atar nabzı

kentlerin

sokaksız kent

kentsiz ülke

kahkahanın yanıbaşı gözyaşı

 

 

işten çıktım

elim yüzüm üstümbaşım gazete

karanlıkta akan bir su

gibi vurdum kendimi caddelere

hava leylâk

ve tomurcuk kokusu

havada köryoluna

havada suçsuz günahsız

gitme korkusu

ah desem

eriyecek demirleri bu korkuluğun

oh desem

tutuşacak soluğum

 

asmak neyi kurtarır

öldürmek neyi

yaşatmaktır önemlisi

güzel yaşatmak

abeceden geçirmek kıracın çekirgesini

ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak

 

 

ah yavrum

ah güzelim

canım benim / sevdiceğim

bitanem

kısa sürdü bu yolculuk

n'eylersin ki sonu yok!

gece leylâk

ve tomurcuk kokuyor

uy anam anam

haziranda ölmek zor!

 

nerdeyim ben

nerdeyim ben

nerdeyim?

kimsiniz siz

kimsiniz siz

kimsiniz?

ne söyler bu radyolar

gazeteler ne yazar

kim ölmüş uzaklarda

göçen kim dünyamızdan?

 

 

asmak neyi kurtarır

öldürmek neyi?

yolunmuş yaprakları

ve kırılmış dallarıyla bir ağaç

söyler hangi güzelliği?

 

kökü burda

yüreğimde

yaprakları uzaklarda bir çınar

ıslık çala çala göçtü bir çınar

göçtü memet diye diye

şafak vakti bir çınar

silkeledi kuşlarını

güneşlerini:

«oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,

memet! »

 

gece leylâk

ve tomurcuk kokuyor

üstümbaşım elim yüzüm gazete

vurmuşum sokaklara

vurmuşum karanlığa

uy anam anam

haziranda ölmek zor!

 

 

bu acılar

bu ağrılar

bu yürek

neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar

bu ağaçlar niçin böyle yapraksız

bu geceler niçin böyle insansız

bu insanlar niçin böyle yarınsız

bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

 

kim bu korku

kim bu umut

ne adına

kim için?

 

 

«uyarına gelirse

tepemde bir de çınar»

demişti on yıl önce

demek ki on yıl sonra

demek ki sabah sabah

demek ki «manda gönü»

demek ki «şile bezi»

demek ki «yeşil biber»

bir de memet'in yüzü

bir de güzel istanbul

bir de «saman sarısı»

bir de özlem kırmızısı

demek ki göçtü usta

kaldı yürek sızısı

geride kalanlara

 

 

nerdeyim ben

nerdeyim?

kimsiniz siz

kimsiniz?

 

 

yıllar var ki ter içinde

taşıdım ben bu yükü

bıraktım acının alkışlarına

3 haziran '63'ü

 

bir kırmızı gül dalı

şimdi uzakta

bir kırmızı gül dalı

iğilmiş üzerine

yatıyor oralarda

bir eski gömütlükte

yatıyor usta

bir kırmızı gül dalı

iğilmiş üzerine

okşar yanan alnını

bir kırmızı gül dalı

nâzım ustanın

 

 

gece leylâk

ve tomurcuk kokuyor

bir basın işçisiyim

elim yüzüm üstümbaşım gazete

geçsem de gölgesinden tankların tomsonların

şuramda bir çalıkuşu ötüyor

uy anam anam

haziranda ölmek zor!

 

Hasan Hüseyin Korkmazgil

Gönderi tarihi:

Sus Söyleme

 

Sus söyleme

Bir şey söyleme artık

Sus söyleme

Her şey gereksiz artık

Bana düşen dönüp de gitmek

Sonunda elimde kalan

Bir avuç hüzün ve keder

 

Yeter yeter söyleme artık

Kelimeler kanatır yarayı

Gözlerin anlatıyor

Mutlu aşk yoktur

 

 

 

Oysa ben sana neler adamıştım

İçli şarkılar, kırık ezgiler

Yüreğimden süzülüp gelen

Bırakıp gittin beni

Bir gün yollarda

 

Yeter yeter söyleme artık

Kelimeler kanatır yarayı

Gözlerin anlatıyor

Mutlu aşk yoktur

Sus söyleme her şey ortada artık

 

Zülfü Livaneli

Gönderi tarihi:

Tahir olmak da ayıp değil

Zühre olmak da..

Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte

Yani yürekte.

 

Mesela bir barikatta dövüşerek

mesela kuzey kutbunu keşfe giderken

mesela denerken damarlarımda bir serumu

ölmek ayıp olur mu?

 

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

 

Seversin dünyayı doludizgin

ama o bunun farkında değildir

ayrılmak istemezsin dünyadan

ama o senden ayrılacak

yani sen elmayı seviyorsun diye

elmanın da seni sevmesi şart mı?

Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık

yahut hiç sevmeseydi

Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

 

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

 

Nazım Hikmet

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.