Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

yaralı dizlerim

koşamam ki

kapalı yollarında akamam ki

unutkan nehrinin

yolunu sormadan

bulamam ki

karlı dağlarında doğamam ki

saklı kentinin

"çok üzülme çok susma

çok darılma

çok ağlama

çok da kitap okuma"

dedi annem

 

"çok terleme çok yorulma

girdaplarında

boğulma

yalnızlığına çok da alışma"

güneşim olmadan

göremem ki

ay tutulurken

uyuyamam ki

karanlık olsa da

ben herkesi sevemem ki

sevmeden de

yaşayamam ki

yanlış olsa da

  • Cevaplar 1b
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

SENSİZ SENFONİ

 

Ellerin vardı, sıcak ve masum.

 

 

Ellerin, hayal gibi, düş gibi...

 

 

O zaman talihime yardı ellerin.

 

 

Beyaz bir gecede, iki kuş gibi,

 

 

Omzuma nasıl da konardı ellerin? ..

 

 

 

Hangi rüzgarlarda şimdi kimbilir?

 

 

O değirmen altı, o zümrüt koru,

 

 

İlk dörtlü yoncayı bulduğumuz yer,

 

 

Ya o çapkın çapkın kestanecikler! ...

 

 

Hani bir yerleri cimdiklenir hafifce,

 

 

Kanardi ellerin!

 

 

Mendilimi sarardım üstüne,

 

 

Avcumda sahici bir hasta gibi

 

 

İncecik incecik yanardı ellerin!

 

 

 

Bazan kızar hırçınlaşırdı birden;

 

 

Ruhumu kaldırır, kaldırır boşlukta,

 

 

Oysa bilmez miyim atamazdı!

 

 

Geceler sonsuzdu, geceler derin;

 

 

Bir şeyler düşünür anlatamazdı

 

 

Kahrından kaskatı donardı ellerin!

 

 

 

İnsan, soyununca hissediyor,

 

 

Gittikce katılaştığını yerin! ..

 

 

Tanıdık bir film geçiyordu gözlerimden,

 

 

Gel gör ki, en güzel yerinde,

 

 

Ansızın kopardı ellerin!

 

 

 

Sonra, dort yabancı el,

 

 

Dört yorgun omuz,

 

 

Mezat kapısında bir kuşluk vakti,

 

 

Çekince ipini mesafelerin;

 

 

Ayak uçlarıma yığıldı sonsuz! ..

 

 

Bir tünel gerindi sefil, kapkara!

 

 

Bir yokluk hıçkıra hıçkıra güldü!

 

 

Büyüdü göz çukurları kırık heykellerin!

 

 

Böyle bilmediğim uzak yollara,

 

 

Beni bırakmasa ne vardı ellerin!

 

 

Romanımız, ne kadar güzel başlamıştı,

 

 

Ve işte böyle sonu! ..

 

 

Şimdi, ışıklar sıg,

 

 

Gölgeler derin...

 

 

Mor sarmaşıklarla örtük balkonu,

 

 

Kafur kokusundan, od ağacından,

 

 

Dört arşın geceye sardı ellerin...

 

 

Bekir Sıtkı Erdoğan

Gönderi tarihi:

Nasıl bakabiliyorsun gözlerimin içine,

Seni özüme doğru götüren açık kapılar gibi

Can taşımadan bezdiğim bu yerlerde ruhum soğuklarda uyumaktaydı

Sen onu oralarda bulana kadar,

Yuvasına geri götürüne kadar,

İçimi uyandırana kadar

 

içimi uyandır

Seslen bana ve kurtar beni karanlıklardan

Harekete geçir kanımı, aksın

Yaşamamışlığım belirmeden,

Kurtar beni hiçliğimden

Neyden mahrum kaldığımı şimdi anlıyorum

Beni hemen terk edemezsin

İçime nefesini ver ve gerçek yap beni

Hayata döndür beni

Senin dokunuşların

Senin sevgin olmadan içim buz tutmuş gibi

Tüm bu ölüm arasında, tek sensin, hayat olan.

İnanamıyorum nasıl göremedim bu kadar zaman

Karanlıkta yaşıyordum ama sen orda, önümdeydin.

Bin yıldır uyuyormuşum anlaşılan

 

Her şeye açmalıyım gözlerimi

beni ölüme terk etme

bir tek ses, bir tek düşünce olmayan bu yerde..

Daha fazlası yaşanmalı

Beni hayata döndür

 

Bring me to life by Evanescence

Gönderi tarihi:

Çokluğun yalın halinden uzakta...

Çok değil kalabalığız. Yalın değil çıplağız. Çokluğun yalın halinden epeyce

uzaktayız.

 

 

Ellerimiz kirli. Ellerimizi altına tuttuğumuz sular kirli. Ellerimizi

yıkamak isterken kirletiyoruz en çok.Dışımızın karanlığından içimiz

sıkılıyor. Ama aynı içimiz, hiç sıkılmıyor içimizin

karanlığından.Birşeyleri anlatamıyorsak, bu daha çok, o şeyleri

anlamak istemediğimizden

oluyor.

Anlamlı olana ulaşmak için konuşmuyoruz çoğu zaman. Hayatın ağır katarını

itelemek sadece derdimiz. Aynalara ihtiyacımız kalmadı. Çünkü baktığımız

bütün yüzler, bir anlamda bizim yüzümüz.

 

 

Çocuklarımıza sinirleniyoruz. Çünkü onlar cesaretle konuşmayı sürdürdükçe,

bizim yaşamazlığımız gizlenemez hale geliyor.

 

 

Ölümden neden korktuğumuzu açıklayacak birçok neden bulabiliyoruz. Ama

hayatı neden bu kadar tutkuyla sevdiğimizin bir açıklaması yok.

 

 

Ne zaman bir suç yüksek sesle dile getirilse, bağırarak masum olduğumuzu

söylüyoruz. Oysa masumiyet bir fısıltıdır. Başardığımızı düşündüğümüz

şeylerin çetelesini başkaları ile birlikteyken ayrı, kendi başımızayken ayrı

tutuyoruz. İkinci çetele hep daha uzun oluyor. Kime sorsanız dünyadan umudu

kesmiş durumda. Peki neden kimse aynı kesinlikle kendinden umudu kesmiyor?

Pisliğin giyecek tek bir elbisesi olduğuna inanmak istiyoruz. Çünkü bu

varsayım, pisliğin başka kılıklarda yanımıza yaklaşmasını mümkün kılıyor.

Her şeyi en kısa zamanda unutmak ümidiyle öğreniyoruz. Her şeyi unutulur

ümidiyle söylüyoruz. Seslendirilmemiş bir hafızasızlık andı içmişiz

aramızda. Ortaya bir şey koyamayacağımızı bildiğimizden yarını hiç

konuşmuyoruz. Hem yarını konuşsak, bugünü de konuşmamız gerekecek. En

karmaşık hesapları bile çözebilecek kadar ilerlettik matematik ilmindeki

performansımızı. Ama ruhlarımızdaki hesap ve pazarlıkları göremiyoruz yine

de. Kimse kimseye güvenmiyor aslında. Ve kimsenin kimseye güvenmesi için de

pratik bir neden yok ortada!

 

 

Hatır sormalar gündelik olağan tekerlemeler olarak çıkıyor ağızlardan. Biri

sıra dışı bir cevap verdiğinde, herkesin canı sıkılıyor bu cevaba.

Sevgilerin kalıplara dökülmüş o kadar çok hazır cümlesi sürüldü ki piyasaya,

kimse kendi sevgisinin sözcüklerini aramaya ihtiyaç duyamıyor.

 

 

Uzun sürmüş bağlılıkların varlığı, neredeyse sadece seçeneksizliklerle

açıklanabiliyor artık. Oysa asıl seçeneksizlik, hiçbir şeye bağlanamamaktır.

Gerçekte kimsenin günlerini renklendirecek parlaklıkta bir fikri yok. Bu

yüzden sıradan fikirlere parlaklık kılıfı geçiriliyor mecburen. Erdemi,

erdemsiz ortamlara yakıştırarak kaldırdık tedavülden. Şimdi kendimizi

erdemsiz ortamlara yakıştırmakta bir sakınca görmüyoruz bu yüzden. Mağdur

değil mağlubuz. Doğru değil yanlışız.

 

 

Gerçeğin yalın halinden epeyce uzaktayız.*

Gönderi tarihi:

YOKSUN

 

Yoksun... umurumda bile değil

 

 

Dudağımda adın şiir oluyor

 

 

Yoksun... ezberimdeki sevdan hiç okunmadı

 

 

Eşiğimdeki ayak izin, hergün gelişin

 

 

Yüreğime gidişin hiç dokunmadı.

 

 

...

 

 

..

 

 

.

 

 

Varsın böyle geçsin yabancı günler

 

 

Varsın canımı alsın yine yalnızlık

 

 

Kokunu verirken vazomda güller

 

 

Yıkar mı sandın beni bu yalancı ayrılık.

 

 

Seda AKAY

Gönderi tarihi:

ADIN BAHARDI

 

 

Kente yanlizlik gelirdi sen uyuyunca

Yüzümde mevsim degisirdi uyandiginda

Bilmezdin gizliden seni sevdigimi

Askin içimde solardi adin bahardi

 

 

Etegini kostururdun sokagimizda

Sokak sus pus olur sana bakardi

Bilmezdin gizliden izledigimi

Gözlerim gözlerinden korkardi

Hatirliyorum adin bahardi

 

 

Sokakta bir bayramdi durakta bekleyisin

Sanki sonsuz bir ayrilikti okula gidisin

Bilmezdin her sabah seni yolcu ettigimi

Yüregim yol boyu ardindan aglardi

Hatirliyorum adin bahardi

 

 

yılmaz erdoğan

Gönderi tarihi:

Yanlış anlamayın,

Ben bir şair değilim.

Duyguların sarhoşuyum sadece.

Bir an kelimeler

Birikir dudaklarımda

Kâğıdı önüme alır

Mürekkebine karışırım

Kelimelerin.

Kuşları yazar

Dallarına konarım ağaçların.

Rüzgârla at koştururum,

Ve gri bulutlardan düşerim yağmurların.

 

 

Yanlış anlamayın,

Ben bir şair değilim.

Çığlıklarını dinlerim sadece

Martıların.

Denize bakar bakar,

Bir balık solungacında

Nefes alırım.

Bir midye kabuğunda

Vururum sahillere.

Önce kır saçlı bir hayat kurar

Sonra,

Düşlerine karışırım

Çocukların.

Anaların ağıtlarında dolaşırım.

Türküleri olurum

Geçilmez, sarp dağların.

Bu şehri içime çeker çeker

Bitiririm.

Nerde bir sokak varsa,

Cebime atarım.

Param yoktur benim

Ben gariban doğmuşum

Eğer varsa cebinde bir şeyler

Buruşuk kâğıtlara yazılmış

Şiirlerim var.

Her sokak başında

Beni bekleyen bir yalnızlık,

Ve kurulmamış düşlerim…

 

 

Yanlış anlamayın,

Ben bir şair değilim.

Tutkunuyum sadece

Mevsimlerin.

Bir ilkbahar eser

Kırık penceremin deliğinden.

Götürür beni,

Rutubet kokan anılardan,

Kendimi bir kelebek kozasında bulurum

Yeniden doğar,

Yeniden bir hayat kurarım kendime.

Bir bakmışım ki bir kahraman olmuşum;

Tahta kılıcımla,

Tahta atımla,

Savaşlar yaşamış.

Kitaplardan bir ülke kurmuşum kendime.

 

 

Yanlış anlamayın,

Ben bir şair değilim.

Serserisiyim sadece

Bu kentin.

Sigaram yoktur dudaklarımın arasında,

Ama hep bir ıslık vardır.

Bir de,

Bir dilencinin duaları…

 

 

Yanlış anlamayın,

Ben bir şair değilim.

Biraz melankoliyim sadece.

Karanlıkları severim,

Loş ışıklı odalarda

Yalnız kalmaları,

Ve bir de

Tıkırtısına karışmayı severim

Geçilmez zamanların

Malik

Gönderi tarihi:

*Bir Sarki Soylerken Kendin Icin

Hani Olur Ya Gozlerin Daliverir

Yuregin Simsicak ; buz gibi ellerin

 

 

Yururken bir kuytuda bulursun kendini

Once bir sessizlik sarar butun benligini

Alir seni kendinden goturur uzaklara

Bir ezgi kendinden alir seni

 

 

Boyle Gecer Omur Boyle

Kimi Oyle Kimi Boyle

Her Zaman Dinlemek Olmaz

Arada birde sen soyle

 

 

Bir Sarki Soylerken Kendin Icin

Hani Olur Ya Gozlerin Daliverir

Yuregin Simsicak ; buz gibi ellerin

 

 

Yururken bir kuytuda bulursun kendini

Once bir sessizlik sarar butun benligini

Alir seni kendinden goturur uzaklara

Bir ezgi kendinden alir seni

 

 

Boyle Gecer Omur Boyle

Kimi Oyle Kimi Boyle

Her Zaman Dinlemek Olmaz

Arada birde sen soyle

 

 

Boyle Gecer Omur Boyle

*

**

*YAVUZ BİNGÖL

Gönderi tarihi:

Çıplak değil ayakları Kübalı çocukların... *

 

 

*Yüzü gülüyor insanların... Eği­timli, onurlu ve tertemizler... Yine

çılgınca samba yapıyor­lar mitinglerde...*

 

 

*Lakin açlar Comandante!*

 

 

*Sovyetler çöktüğünden be­ridir karnı doymuyor yoldaşla­rının...*

 

 

*Üzerine resminin basıldığı paralar satın alamıyor hiçbir şeyi ve açık

pazarda cebi dolar yüklü kart horozlara pazarlanıyor, körpecik Kübalı

kızlar...*

 

 

*Sırf bu yazgıyı değiştirmek için değil miydi, Batista'yı de­virme savaşı?

Havana barla­rında peşkeş çekilen 10 bin Kübalı kadının isyanı yok muydu

devrimin ardında?*

 

 

*Batista'yı çökerten, gerilla­ların askeri zaferinden çok, Havana'nın fuhuş

ve kumarla beslenen çürümüşlüğü değil miydi?*

 

 

*Artık Küba'nın Devrim Meydanı'nda 1 milyonluk mi­tingler yok Comandante...

So­kaklarda afişlerin, duvarlarda devrim sloganları yok... Re­simlerin

turistik mağazalarda satılan ucuz tişörtleri süslüyor daha çok...*

 

 

*Bilboard'larda devrim postelerinin yerini rom, cep tele­fonu ve tatil köyü

reklamları almış. Kübalıların girmeyi ha­yal bile edemediği turistik

te­sisler adaya yayılırken, "Dev­rim" adı en çok müze duvarla­rında çınlıyor

bugünlerde...*

 

 

*Eski Amerikan elçiliğine bakan panodaki "Emperyalist Beyler! Sizden hiç mi

hiç korkmuyoruz" yazısı önünde resim çektiriyor turistler...*

 

 

*Sovyetler çöktüğünden be­ridir ayda 180 gram et ve üç yumurta yazıyor

karnesinde Kübalıların... İlaç ve süt bu­lunmuyor. Devlet yardıma

ge­lemiyor. Havana, sabun ve bir pizza parası için dilenenlerle tanışıyor

belki de ilk kez...*

 

 

*Amerika, küçücük çaresiz bir adayı tehdit sayıp, her ge­çen gün ambargonun

zincirini biraz daha sıkıştırarak çirkin yüzünü sergiliyor utanma­dan...

Fidel'in kellesini istiyor, çocukların ilacına karşılık... *

 

 

*Ve dün Sovyetler'den sonra ne olacağını kimse göremediği gibi, bugün de

Fidel'den son­rasını hiç kimse öngöremiyor. Batista'ya, Washington'a kafa

tutan Havana, para karşısında geriliyor.*

 

 

*Küba değişiyor Coman­dante!*

 

 

*Devrim sustu. Efsaneler çağı kapanıyor...*

 

 

*Bir nisan sabahı ansızın bı­rakıp gittiğin o devrim adasını zor günler

bekliyor.*

 

 

*"Seni hayal meyal hatırla­yan çocuklar" şimdilerde re­simlerini sokak

duvarlarında görmeseler de, "seni oğlu gibi benimsemiş" Kübalılar sana her

geçen gün biraz daha hak veriyorlar.*

 

 

*Ve her turist kafilesine, unutulmuş bir vaadi aynı bu­ruk şarkıda

yineliyorlar: "Ebe­diyen beraberiz kumandan Che Guevara! / Ebediyen

pe­şindeyiz."*

 

 

*Adios Comandante!*

Gönderi tarihi:

yaklaştırsana yavaş yavaş kendini bana.

al içine tekrar derinine sakla,

kat kasırgana.

yalan söyleme

bak gözlerime

bitmiş olamaz.

yokla ceplerini

aşk kırıntıları kalmış olmalı biraz.

yürürüm ipte,ağım yokken hem de,

kopkoyu içim inan çok çalıştım

bu kalpsiz dünyayı sevebilmek için .

neyim var ki sanki senden başka

hadi son bir kez yokla ceplerini

aşk kırıntıları kalmış olmalı biraz.

 

aşk kırıntılarıyla doymaktansa

tek başıma aç kalırım bu hayatta.

paylaşacak bir şey artık yoksa

bir erkekle bir kadın arasında

Gönderi tarihi:

MUTLU AŞK YOKTUR

 

İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman

Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini

Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi

Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi

Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an

Mutlu aşk yoktur

Hayatı Bu silahsız askerlere benzer

Bir başka kader için giyinip kuşanan

Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan

Onlar ki akşamları aylak kararsız insan

Söyle bunları Hayatım Ve bunca gözyaşı yeter

Mutlu aşk yoktur

Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim

İçimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi

Ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri

Ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri

Ve hemen can verdiler iri gözlerin için

Mutlu aşk yoktur

Vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye

Yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek

En küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek

Bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek

Nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine

Mutlu aşk yoktur

Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin

Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara

Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda

Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da

Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin

Mutlu aşk yoktur ama

Böyledir ikimizin aşkı da

 

Louis ARAGON

Gönderi tarihi:

Özlem

 

O denli o denli çok beklettin

Alıştırdın bekletmeye kendini

Çok zamanlar geçti de geldin

Senden çok seviyorum senin özlemini

 

Aziz Nesin

Gönderi tarihi:

sevgili marcus hoşgeldin..ve ne güzel bir şiirle geldin.. :clover:

Sağlamasını yapın istediğiniz kadar sözlerimin,

duruşumun, bakışımın, sevgimin çıkarsızlığına şaşırın, deneyin.

Ne çok büyük bir acı, ne devasa bir sevinç içimdeki olmayan gerçeği ortaya çıkarabilir,

Mezarlarımdaki ölülerime dua etmiyorum artık,

Mezarlarımda ölüler biriktirmiyorum…

 

İnanmayalı çok oldu, imkansızlık mertebesine yükseltebileceğim birine…

Çünkü ben ölülerimi yaşatma telaşına aşinayken, varlığımda bin kez yitiyorum

Derinlerimde ölüyorum; soğuk, ıssız, çaresiz

Seçimlerim karanlık gölgeler gibi dikiliyor önüme…

 

Her yara aynı yerden kanar biliyorum!

Akacak kanım kalmasa da sevgimin mateminden…

 

Yaramı kanatacak biri daha olmayacak

Bu bir intikamdır; kendimden, parça parça söküp alıyorum

Issızlığın yankısına karışıyor sesim,

içime gömülüyor çığlığım, duyuramıyorum.

 

Ünlemler, soru işaretleri, anlamsızlıklar birikiyor beynimde;

ağırlığı altında eziliyorum…

Yorgun düşüyorum düşüncemden

Geçin benden… Gidin… !

 

Geceye yazdım kırıklarımı, emanettir, saklıyorum.

Ellerimde ufalanıyor yıldızlar

Işığımı kaybettim, bulamıyorum…

 

Katrem derya içredir; gözlerimin deryasından damla damla düşüyorum toprağa.

Ağlasam anlar mı beni?

Ölü toprağını yeşertecek gözyaşım kalmadı.

Ağlar mı beni, benim ağladığım gibi?

 

Simsiyah bir boşlukta, el yordamıyla arıyorum yaşamı.

Uzakta bir yerde koşacağım bir ışık huzmesi yok…

Işığa koşan karanlık, ateşin etrafında dönen pervane değilim ki,

Benim içimde ölen bu duyguya yer yok.

 

Amaçsız karanlıkların ürperten korkusu tenimde,

elleri boynuma dolanıyor çaresizliğin… Üşüyorum!

Korkuyorum!

Boğacak yine anlıyorum.

 

Bu son olsun kalbimi acıtan, düşüncemi azarlayan

Sevgimi sınayan… Bu son olsun…

 

Benim mezarlarımda ölülerden yer yok

Ölülerin duası yok…

Gidin benden! Mezarımda bir ölü daha istemiyorum…

 

alıntı

Gönderi tarihi:

 

Yanıma aldım kendimi ve yürüdüm ince çizgisinde yolumun

Ortalıkta görünen herkesin adı yabancı, herkes kendi

Maskesiyle dolaşır oldu yanıbaşımda, tanımaz oldum yüzleri

Ve keşkelerle avunur oldum. düşlerimde gördüğüm yüzün

Birinde düşünür oldum, onca maske gözümün içine bakıyor

Sorgularcasına, ve burası hep yabancı, hep yalancı doldu

Çıkmak istiyorum artık dışarı, bırakın gideyim kendimi

Alıp

 

Yaratan beni dünya arenasına soktuğunda tektim, her nefesi

Soluduğumda yektim bu ücralarda ben beni mi kaybettim, ve

Düşman kelimesinin anlamını arkadaş sıfatını taşıyanlardan

Öğrendim. insan, insanlığın hocası durumunda eli maşalı

Hergün başka derslerde karşımda bambaşka bir hoca abide

Her sınavda farklı notlar almanın piskolojisine Adım

Attığımda sanırım ilk okuldaydım, yani çocuktum, yola

Çıkmış yeni yolcuydum, ben bu yolda çok mola verdim

Muhabbete daldım, yolumu uzattım. çok sima tanıdım, ima

Aldım yüzleri aklıma kazıdım, adı anıldığında işte dostum

Dedim, Adım anıldığında tanımam dedi taktı maskesini yüzünü

Çevirdi ve sildi kalıcı tüm izleri, geri getiremediği zaman

Eskide kalan anı defterini, her sayfada düştü maskesi

Şimdilerde gözümün içine bakan herkes çıkar peşinde takma

İfadeler ardına gizlenmiş tüm fesatlar, hesaplar egoist

Sevgilerinde saklı rüyalarının sayılarını maskelerinde

Gizlenmiş tüm yüz hatları. bir zaman selamladı bu adamı ve

Adamını bulamadı

 

Yanıma aldım kendimi ve yürüdüm ince çizgisinde yolumun

Ortalıkta görünen herkesin adı yabancı, herkes kendi

Maskesiyle dolaşır oldu yanıbaşımda, tanımaz oldum yüzleri

Ve keşkelerle avunur oldum. düşlerimde gördüğüm yüzüm benim

Mi? düşünür oldum, onca maske gözümün içine bakıyor

Sorgularcasına, ve burası hep yabancı, hep yalancı doldu

Çıkmak istiyorum artık dışarı, bırakın gideyim kendimi alıp

 

SAGOPA KAJMER

 

Gönderi tarihi:

Bir Nevi Otuzüç Yaş şiiri

 

Artık kısa pantolonlu çocukları

Gençlik parkına götürmüyorlar

Ve anneler trafik lambalarında köylü değiller o kadar

Locadaki farelerden bile kemirgen

Gişeci kadın nur sinemasında

En sevdiğim karate filmi

Tek kollu kahramanımızdı vang yu

Ve ondan çok kollu doğmuştu bruce lee

Ki genç yaşta kaybettik kendisini

 

Ulan falkonetti seni bir elime geçireceğim var ya

Elektrikler kesilir zengin ve yoksul’un tam ortasında

Ve’nin tam üstünde yani

Hassiktir dense de derinden yurttaşın

Elektrik idaresindeki yurttaşa ne o yurttaş

Zırpa pırta elektrik kesiliyor

Diyebilesi yoktur ki

 

 

 

BİRTEK KOKUDUR GEÇMEYEN ZAMANLA

HER DUYULDUĞUNDA

BİRAZ DAHA KESKİNLEŞEN

 

O zaman amerikan arabaları bizim evin önünde

Dolmuş eylerken caddeyi

Ümit besen de film yapar niye yapmasın ki furyadır bu

Ama seyretmek suça giriyor canım annem

Zaten bu yumurtalı sandöviçlerle

Kesin kovarlar bizi ki

Korkarım her şiire konuk olacak

Mahur bir otlupeynir kokusu süreyya sinemasında

Mübarekler pikniğe gelmişler

Hayır benim kokoş teyzem

Mübarekler hakkari’ den gelmişler

 

Okul bitimlerinde çamsakızı ağlamalar yok artık

Filiz beni unutma ki hakkari

Unutulmaya müsait bir yerdir

Mektup yaz yoksa çok kurak geçecek bu yaz

Hep saklayacağım hatıra defterime yazdığın

Yazının yanındaki kan damlayan kalbi

Seni seviyorum filiz

Yemin et! bak vallahi!

 

Yok artık bu kendini şaşırmış

Kendi edasını kendisi bozan cümleler

 

Niyazi’nin kısalığı uzunların problemi

Aynı zekanın sırasında oturuyoruz

Bozkırımın çilli çocuğuyla avukat oldu sonra

Kimin neresine değer bu nostaljik kırıntılar

Herkesin sandık odası kendine gizemli

Ama kolejli çocuklar nasıl sevişiyor

Ve kızlar yine kolejli onlarda ve taş gibi

Bu kız varya insanın sevgilisi olsa

Uyku tutmaz adamı

Ama rüyasında başka bir lavuğa vermesin hesabı

Yükseliş’in tuvaletinde kız resmen düşük yapmış

Tabii fevzi de yok

Hepimizin bayıla bayıla yuttuğu

Kolejli çocuk yalanlarını söylesin

Ona kalsa artık sevişmese de olur

Bütün okulu getirip götürmüşlüğü var

Düzliseliliğimize cintonik içiyoruz

Paralı palavralarıyla fevzi’nin

Kolejliden darbe yeme işi ilerideymiş

O zaman bilmiyoruz tabii

 

Haluk o zaman araba sahibi

Ki biz bisiklet kavgası yapmaktayız daha

Ağbim mustafa’yla

E tabi mobilya dükkanı beş katlı olunca

Olsu yakışır kardeşime ki bazı tandır ısmarlıyor

Siteler dükkana gidince

Nerden baksan kolası ayranı filan

Epey para tutuyor konyalı’dan et yiyorsun kolay değil

 

Ah pınar! diye girmeli o sokağa

Ey kalçası kendinden güzel kendinden bağımsız insan

O kotu giyiyorsun ya senin değil

Bizim üstümüze

Yapışıyor

Ki levis o zamanherkeste yok

Biz yerli malı dandik kotu

Çamaşır suyuyla amerikanlaştırıyoruz o devir ve

Bir konvers almışım elden düşme ağlaya sızlaya

Babaannem hiçbir marka bilmiyor

Bu pırtıkları mı aldın diyebiliyor konversim hakkında

Ve bir de filiz vermiş pınar’ın annesi bak sen

Ve kader ve songül ve nazire

Ve şu anda adını sayamadığımız

Diyarbakır mantalitesinin kız çocukları

Yakantop en erotik eğlencedir bize

 

Ah be melike geçme burdan çekirdek çitleye çitleye

Biliyorsun fena oluyor yakan topun

Ateşli kısmı sen gelince

Annesi kuaför ya deli ediyor melike mahalleninistediği zaman fön çekemeyen kızlarını

 

SENİN GİBİ GÜZELİNİ BİR DAHA

GÖREMEYECEĞİMİ BİLSEM

NE ARTİSTİ BE

KAPINA MENTEŞE OLURUM

 

Biliyorum aradan yirmi yıl geçti

Bilmiyorum hangi manasız adamlarla seviştin

Biliyorum çok geç oldu kalkacağız bu dünyadan

Ama seni seviyorum melike

Bu şiire biryerde rastlarsan mutlaka beni ara

 

Başak dediğin dünyanın en genç orospusu

Sokaktan geçen saçının arkası uzun çocuğu kesiyor

Benim elimi tutarken ki orta ikide henüz

Ben lise birdeyim ki saçlarımı ortadan ayırmaya

Cesaretim yok daha

Seni seviyorum diyor yalandan

Vallahi bak diye and veriyor sahtekar

Ve sahtekarlık benim küçük aşüfteme o kadar yakışıyor

Ve ben kadınların sahtekarlıklarına inanmaya

Öyle erken bir yaşta başlıyorum ki

Biliyorum gülücüğünde tüm erkeklere yer var

Başak’ın

 

Ama gel gör ki ben o zaman

Böyle entelektüel bakmıyorum hadiseye

Tabii diyorum oğlu sende

Bu burun olduğu müddetçe

Ve skoda bacak durumun düzelmedikçe ki

Herşeyin ameliyatı var bunun yok

Hiçbir kızı tümüyle çıplak göremeyeceksin

Peki saçlarımı ortadan ayırsam?

Gitmez olum manyaklaşma senin kafan üçgen

O vakit doğumgünü partisi yapmaktır tek çare ki

Bu sene benim üçüncü doğuşum olacak bu

Ota boka parti veriyoruz dans ederken ilhan

Bir bacağını sabit tutacaksın akabinde tak

Bacağın kızın iki bacağı arasına sızıyor iyi mi

Önce müzük eye of the tiger yeni çıkmış

Ve bittabii sade kola içiliyor o zaman kızlarla

Ortamda içki varsa zaten büyük hadise

Daha kabız zamanlarımız o zaman, o da şundan

Hani pederden gizli tuvalette sigara içmeler sırasında

E malum tuvaleti frost oluyor

Sigara zayi olmasın sebebi o soğukta

Uzayan tuvalet seansları kabız etti netice

Peki hep mi tuvalet ihtiyacı

İclal yengenin yemekli gecelerinde

Az ye hayvan gören de

Seni evde aç bırakıyoruz zanneder

Ama bu börek değil be kardeşim başka bir şey

Ecevit diyor naif amcam bu işi götürür kadrosu var

Demirel’in yok mu

Koskoca demokrat parti tecrübesi var

Ecevit erbakan’la işe girerse sonu olur bence

Ben onu demiyorum kardeşim diyor necdet amcam ki

O ağbeysine kardeşim dediğine göre kesin hır çıkacak

 

Allahım ne çok aktif siyaset bu

Pasif insanların hayatında

Kaç hükümet düşürdü kaç devrim yaptılar

Tavuk etli rakı sofralarında küçüklüğümün

Bu kadar sever misin memleketi?

Al! Şımardı işte!

Hadi gel dee hala mı demirel geyiğine girme

O zaman demirel başbakan olarak var ve

Spor yaptığına dair hiçbir emare yok

 

Yok artık o rakı sofralarındaki

Umutlu umutsuzluk

Hep parayı buldun bulamadın muhabbeti şimdiki

 

Sülün abla senin kıymetini o astsubay bimez

Perdenin aralığında görmedi ki seni

Evlendiniz sen de lök diye soyundun

Kostüm zorlama ışık berbat

Hiçbirşey sahiden olmuyor

Ama bizim filmimiz öylemiydi seninle

Yatardık sotaya pencerenin önüne

Ürpertir soğuk gece şehvet neyse işte

Senin odanın ışığı yanar

Nasıl çapkın yüzlük bir ampul

İlk gülme efekti belirir gecede

Hemen susturulur kıkırdayan bizzat gece tarafından

Bir an kaybolur odanın kırsalında

Oyalanırsın on saniye kadar

Derken bir dönersin ki bizim perde aralığına

Allahım sutyen katına!

Ve sülün bir beyaz sutyendirergenlik çağımın adı

Hani senin assubayın görmediği bile

Hani o gerdek karanlığında alelacele çıkarıp

Yastığın altına tıkıştırdığın

Ben sende kadın meselesini sevdim biliyor musun

Şimdi bırak bu ayakları diyeceksin

Ama samimi söylüyorum

Senden öğrendim tenimde kadın ne iş yaparmış

Eyvah dedim ben şimdi hep bundan isterim

Eteği de mi çıkardın

Yokcanım bu kadarına dayanmaz

Uzayan sokağın abazanları

İşte düşleri de gerçeği de öldürecek kadar soluk

Ve bir son yazısı kadar sevimsiz gecelik

Örttü meselenin üstünü.

Yani demem o ki sülün ablam

Biz bilirdik kıymetini

Assubaya verdiler o başka

 

Bir fiyakayla geldiler seni istemeye

O zaman sıteyşın reno yeni çıkmış

Bagaj kısmında çocuk taşımak marifet o zaman

İşte besili papyonlu bir yeğeni oraya çıkarmışlar

Sen de bizim arabanın kafa sallayan köpeği ol misali

 

Gittin netice

Sıteyşın bir kederle

Bir daha ne senin kıymetin bilinir

Ne de biz yatabiliriz herhangibir kimseyle

Senin beyaz sutyenin olmadan...

 

Yok artık kaldırımlarda çekirdek çitleyip

Ayıp şeyler konuşan mahalle çocukları

Teknoloji diyorlar bilgisayar internet şu bu

Eğer geçmemişsen

İnteraktif bir kahve muhabbetinin eleğinden

Senden bibok olmaz açık söyleyeyim

Yalanı yüzde görmek gözde tanımak dolanı

Diye bir şey vardı ki çetleşmelerde bulunmaz

Yok artı subayevlerinin

Salkım tadında dizilmiş bahçelerinden

Gül çalan varoş romantikleri

Kurutup karşılıksız aşklarına vandallayan

Çağla çalmaya gider mi insan babasıyla

Tam dallas’ın oynadığı saatte ki o saatte

Apartmanı götürsen kimsenin ruhu duymuyor

Eee kolay mı olum lusi’ye rey amcası kaymış

Gerçi o sıra amcası olduğunu bilmiyor muş

Ama olsun netice değişmez

Islak çağlalar cepleri nemlendiriyor ya

Nasıl bahar oluyor anlatamam

Veya kırmızıyla daha dün tanışmış bir kiraz tanesinin

Ki cennetin afişi bir gün yapılacaksa

Mutlaka bu kiraz tanesi de bulunmalıdır

Ağza getirdiği bayram sabahı ekşiliği

Ben seni denedim demiştin ya yeter mi sana

Hala utanırım hatırladıkça

Hani kendi kirazlarım dururken

Senden istemiştim de hani....neyse utandım yine.

 

Yok artık golf sahası ki

Kalın duvar dikenli tel ardından izliyoruz

Elin amerikalısının bizim mahalledeki golf maçını

Tam yirmi yıl golf sahasının kıyısında oturdu ama

Golfün nasıl oynandığını hala bilmez mahalleli

Bazan aralardan kaçak sızmalar yapardık

Hani gelincik toplama hesabına

 

VE ANCAK BENİM ÜLKEMDE

KOVALAR ÇOCUKLARI BEKÇİLER

ÇİÇEK TOPLUYORLAR DİYE...

 

hele bir de golf topu bulduk mu tamamdır

lan oğlum bu topla ne oynuyor bu kerizler

 

sonra kaldırdılar dikenli telleri

açıldı halkımın parkı halkıma

ama bir daha

asla

gelincik bitmedi orada

bu da kıssamızın acıklı hissesi

bizde faiz yok

hata payı veriyoruz...

 

ve sevmeyi ne çok severdik

kızları, memleketi

ve faşistlerden ne çok nefret ederdik

faşist dediğin de kurtlu murtlu

elmanın öbür yarısı işte

daha sümüğümüz pantolonumuzda kurumamış

elimizde leo huberman sosyalizmin alfabesi

çeviriyoruz geleni geçeni

hoop nereden geliyorsun bilader

sağcı mısın solcu mu

ben hiçbirşeye karışmıyorum ağbi

yıkın bu ipneyi ot bu!

 

romantik şiddet diye bir şey verdı yok artık

şiddet öküzleme bir şiddet işte

 

HERKES KATİL OLDU SONUNDA

OYSA BİR ARA

BAZILARI KAHRAMANDI.

 

Kim sallar bu kağıt yokluğunda

Çok bölümü tuvalet kağıdına yazılmış şeyleri

Çünkü akasyalar da yok artık

Nasıl açardı bir orospunun

Orasını burasını açması gibi

Bahardan önce gelip baharı çekiştirir gibi

 

Akasyalar

Yazlık sinemasında ömrümün

Afişi olmalıdır çocukluk bölümünün

Zaten iyi insan bir sevdiği artisti unutmaz

Bir de akasyaları

Eğer ki çocukluğuna açmışsa

Yenir de o biliyorsun

Ondan sonra ne zaman bir kız elini tutsa

Hatırlarsın tadını

 

Neyse geç oldu ağbiyciğim

Şimdilik bırakalım

İstersen bırakma kağıt bitti zaten

Ama ömür bu hep yazmaya sebep

Nasılsa devam edeceğiz

Yazmaya.

Yaşamaya.

 

3-4aralık'99, nürnberg-berlin

 

Yılmaz Erdoğan

Gönderi tarihi:

Ayağa Kalkın Efendiler

 

Behey! kaburgalarında ateş bir yürek yerine

idare lambası yanan adam!

Behey armut satar gibi

san'atı okkayla satan san'atkar!

Ettiğin kâr

kalmayacak yanına!

soksan da kafanı dükkanına,

dükkanına yedi kat yerin dibine soksan;

yine ateşimiz seni

yağlı saçlarından tutuşturarak

bir türbe mumu gibi damla damla eritecek!

çek elini sanatın yakasından

çek!

Çekiniz!

 

Bıyıkları Pomatlı ahenginiz

süzüyor gözlerini hala

<> karşı!

Fakat bugün

ağzımızdaki ateş borularla

çalınıyor yeni sanatın marşı!

Yeter artık Yenicimi tıraşı,

yeter!

Ayağa kalkın efendiler...

 

 

 

(1925)

 

Nazım Hikmet Ran

Gönderi tarihi:

Bu Yangın Yerinde

 

Yaşamak bu yangın yerinde

Her gün yeniden ölerek

 

Zalimin elinde tutsak

Cahile kurban olarak

 

 

 

Yalanla kirli havada

Güçlükle soluk alarak

 

Savunmak gerçeği, çoğu kez

Yalnızlığını bilerek

 

Korkağı, döneği, suskunu

Görüp de öfkeyle dolarak

 

Toplanıyor ölü arkadaşlar

Her biri bir yerden gelerek

 

Kiminin boynunda ilmeği

Kimi kanını silerek

 

Kucaklıyor beni Metin Altıok

'Aldırma' diyor gülerek

 

'Yaşamak görevdir bu yangın yerinde

Yaşamak, insan kalarak'

 

Ataol Behramoğlu

Gönderi tarihi:

Öfkenin Adını Koy

 

 

Devrilen bir çınar

nasıl uzanırsa boylu boyunca

öylece düştü kollarına

kan-revan içinde dostun

donup kaldı soluk bir gülümseyiş

çocuksu kıvrımında dudaklarının

 

Kaşın seyirmeye başladı birden

yüreğin körüğü üflüyor

içindeki cehennemi

ve bir boşluğa nasıl çarparsa deli su

öyle uğuldamakta kulakların

bir bora patlıyor göğsünün okyanusunda

 

Ne ki, tutulmuş nalçalı seslerle

umudun köşebaşları

korsanlar dalgalandırıyor

senin deli rüzgarlarınla bayraklarını

ve yitiriyorsun yolunu

balta kesmez ormanında öfkenin

 

Bil ki, dostuna değil çekilen tetik

senin umuduna, unutma bunu

kör bir öfke delirtmesin

yıkmasın yaşamın direncini

unutma ki her köşebaşında

bunca dostun kurumadı hâlâ kanları

 

Hele dik tut başını önce

haykır yıkılmadığını, tükenmediğini

yüreğindeki yalım nasıl olsa

korlaştırır zamanın çeliğini

sen önce öfkenin adını koy

yanıltmasın yüreğini

Ahmet Telli

Gönderi tarihi:

Son damla deli

 

Hayat önümüzden akıp geçmekte olan bir tren değil, ama hala ısrarla inek gibi bakmayı sürdürenler var.

 

I

 

Kör karanlığı ay yerine şimşeklerin aydınlattığı bir gecede simsiyah ıslak asfalt ta yürümenin bu kadar zevkli olabileceğini ve bunu daha önce neden fark edemediğimi düşünürken nereye gittiğini bilemeden yürümek gerçekten garip, ama asıl garip olan belirsiz bir sona doğru yürürken, yeni bir başlangıç yapacakmış gibi heyecan ve heves duymaktı. Buraya nasıl geldiğimi, daha doğrusu beni nelerin bu noktaya sürüklediğini düşünmek yerine sadece güdülenmiş bir halde kurulu oyuncaklar gibi belki de bir daha asla ıslaklığıyla ürperemeyeceğim yağmurda o eski köprüye doğru yürüyordum. Sebebini hala anlamasam da o köprüyü hep sevdim. Tüm yenilmişliğine rağmen ayakta kalması, bana unutulmuşluğun ve yitirilmiş güzelliklerin hüznünün ve acısının üstesinden nasıl gelineceğini gösterir gibi olmasını yada bu tür hisler uyandırmasını seviyordum. Bu yıllara yenilmemiş ama unutulmaktan kurtulamamış taştan, kemerli, muhteşem köprü beni hep yenilemiş, her dibe vuruşumda beni yüzeye çekmiş, her defasında gözlerimi hayata açmamı sağlamıştı. Herhalde bu yüzden benim için hep özel olmuştu.

 

Nihayet eski dostumun kıyısına varmıştım işte. Bana yine neyin var, neden buradasın dercesine bakıyor. Nedense bu defa garip bir şekilde utanç içerisindeyim bu şey gibi?...hani hep sana umut bağlamış olan bir dostuna artık yapamayacağını söyleyip umutlarını yıktığını, onun da senden vazgeçmesi, seni unutması gerektiğini söylemek kadar zordu. Yağmur ahmak ıslatacak kıvamda yağmaya devam ederken baş ahmak, yani ben ve yaşlı, mağrur, eski dost son kez bir araya gelmiştik. İçimden ondan özür dilemek geliyordu ama bırak özrü konuşmaya dahi çekiniyordum. Ne saçma değil mi? Islanmış bir ahmak, gecenin bir yarısı eski taş bir köprünün başında durmuş ve eğer üzerinde yürürse kızacak olduğuna inandığı bir köprüye ilk adımını atmaya korkuyor. İnsanlarla konuşmak daha kolay. Onlar içini okuyamazlar, senin söylediğin kadarını bilir, anlattığın kadarını anlar yada anlıyormuş gibi yapar ve sen perdeyi aralamadığın sürece müsaade ettiğin kadarını görürler.

 

Peki ya telepatik olarak konuştuğunu sandığın bir şeye karşı nasıl perde koyabilirsin ki, daha beni ilk görüşünde tamamıyla tüm beynimi, ruhumu, içimi okuduğunu biliyordum hatta tüm karanlıklarım bile onun için aydınlanmış bir bola salonu kadar açık ve göz önündeydi. Gizlide kuytuda kalabilecek hiçbir şey yoktu ve lanet olası tüm bunları benden duymak istiyordu.

 

En kötüsü de ruhunla beynin arasında kurduğun köprünün konuştuğunu sandığın yıllanmış bu viran köprüden daha yıkık ,daha unutulmuş ve daha hazin durumda olduğunu kabullenmekti. Söze nasıl başlayacağımı bilemeden sana ne! Dedim. Ve kesik de olsa devam ettim.

-ne olduğunu biliyorsun

-beni anlamanı beklemiyorum sadece....

sanki kendi kendime günah çıkarıyordum. Zor olanda bu ya zaten kendinize her zaman her şeyi açıkça itiraf edemiyorsunuz. Hele ki yenildiğini kabul etmek , vazgeçtiğini söylemek çok zor. İçimde çoğu zaman hain olduğuna inandığım diğer yanım hep bir alternatif daha olduğunu fısıldar durur veya hiç bir şey yapamasa da boş vermemi söyler.

 

Ama ne o salak beni, nede bir başkasını dinleyecek sabrım kalmamıştı. Zaten bu saçma benliksel tartışmaya girecek, kendimi muhakeme edecek, sorgulayacak gücüm de kalmamıştı. Bunların hepsini belki hayatım boyunca milyonlarca kez yapmıştım ama artık yeter! buraya kadar. Üzgünüm eski dostum bu defa seni de dinlemeyeceğim. Haklısın yine dibe vurdum. Hem de bu defa çakılıp kaldım. Beni artık sen bile kurtaramazsın. Hem zaten bunu da istemiyorum. Buraya sadece seni son bir kez görmeye geldim. Varsayalım çok mutluyum ve buralardan dönmemecesine ayrılıyorum. Veda gecesi içinde talihsel bir uygunlukla bu çıldırmış geceyi seçmiş bulundum. Bu defa sus! yüreğime hiç bir şey fısıldama duymak istemiyorum. Bu defa olduğun gibi ol, taş gibi sessiz ve durağan ol.

 

Bu aldı verdi muhabbet devam ederken eski dostumun, bu eski köprünün üzerinde yolu yarıladığımı fark ettim. Artık garip bir huzur duygusuyla beni anladığını ve hiçbir şey yapmayacağını, bu son buluşmayı sessizce benimle paylaşacağını anlamıştım.

 

Şiimşeklerin aydınlattığı köprünün taş duvarı üzerinde elimle silerek kendime oturmak için bir yer açtım. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum. Herhalde içgüdüsel davranıyordum. Yoksa zaten iliklerime kadar ıslanmışken ve bu son anda, kıçımın kirlenip kirlenmemesi neden umurumda olsundu ki? Buraya daha önceleri de çok gelmiştim her defasında bu duvara oturmuş, metrelerce aşağıya çakılmaktan korkmadan, köprünün yosun tutmuş asırlık ayaklarının suyla buluştuğu, sudaki taşların arsızca, çirkin, hoyrat gülüşlerine saatlerce bakmış ve eski dostumum uzayıp giden kolonlarına yaslanarak yılların yüküne katılmış, uzun saatler dertleşip hep bir çıkış yolu bulmuştum. Ama bu kez yaslanmadım, aslında yaslanamadım. Çünkü beni vazgeçireceğini biliyordum. Yo! hayır bu kez gerçekten yalnızdım ve öyle kalmak zorundaydım. Belki de hayatımda ilk kez kararlılık konusunda kendimden bu kadar emindim yada öyle olmak zorunda olduğumu biliyordum. Aksi takdirde yine o içimdeki hainin eski dostumla işbirliği yaparak beni bir kez daha kandıracaklarını ve yine bir çuval dolusu yeni umudu sırtıma yükleyip evime göndereceklerini biliyordum. Sonrası mı ? sil baştan.

 

Gök yüzü çıldırmış gibi değil bayağı, bayağı deli olmuştu. Aslında hep böyle olağan üstü doğa olaylarını sevmişimdir. Bana ne kadar aciz olduğumuzu göstermesinin yanı sıra sorunlarımızın da ne kadar küçüldüğünü hissettirir. Aksine biz kadar büyük olduğuna inansak da. Çoğu zaman böyle gecelerde gökyüzünde, mitoloji de olduğu gibi tanrıların savaştıklarını düşünürüm. Anlaşılan yine yukarılarda bir yerlerde sıkı bir tartışma başlamış ve hepsi doğru olduğuna inandıkları hamleyi gerçekleştiriyordu. Herhalde? Birden içimden kahkahalarla gülmek geldi. Hatta buna bu trajik durumum dahi engel olamadı ve güldüm. Sanki sesim gök yüzüne doğru bir cevap gibi yitip gitti. Ve kendi kendime; yukarıda sanıyorum atlayıp atlayamayacağım konusunda iddialı bir bahis dönüyor dedim.

 

-üzgünüm baylar bayanlar bu defa son ana kadar bunu bilemeyeceksiniz. Ancak bahisleriniz konusunda elinizi çabuk tutsanız iyi olacak çünkü üşümeye başladım.

 

Birden yukarıya doğru bağırmak geldi içimden ve karanlığa doğru haykırmaya başladım. Sanıyorum anlamını çokta fazla düşünmediğim birkaç küfür savurduktan sonra boşluğa boş, boş bakarak yine kendimle baş başa kaldım. Kendi kendime o en bildik soruyu sorma cesaretini göstererek neden ? diye mırıldandım. Sanki sesim boğuklaşmıştı ama bu boğukluk içinde bulunduğum depresif durumun filimsel trajedisinden değil de yağmurda yeterinden fazla kalmış olma ahmaklığından kaynaklanıyordu. Üşütüp hasta olacağımı düşünmekten kendimi alamadım. Keşke her şey bu kadar basit olsaydı. Ama değildi. Kabul etmek istemesem de kulağıma gelen hıçkırık sesleri üşütmek üzere olan bir adamın değil, çaresizlik içinde zırlayan bir çocuğun yakarışları gibiydi. Garip ama çoğu zaman katıla, katıla ağlamak istememe rağmen, mantığım diye kabul ettiğim o sert kütle göğsümü tıkar ve bende her zaman olduğu gibi yine kendimi suçlu bulur, kurban ederdim.

 

M. Alp Turan

 

Gönderi tarihi:

Bazen bütün şarkılar bana söylenir

Bazen hayatın kendisi bir şarkı olur

An gelir susar tüm sazlar

Kaybolur tüm sözler

Yine içimde kimsesizler

Yine komik beklentiler

Bazen kabarır yüreğim denizler gibi

Ezer beni o tanımaz gözler

An olur çekilir dalgalar

Kaybolur köpükler

Yine içimde kimsesizler

Yine komik beklentiler

Bazen kaybolur ay gibi yüzler bulutların ardında.

Bazen gökkuşağını yakalarım

Yağmurun terkedilmiş ıslaklığında

An gelir takılırım suya düşmüş gölgelere

Yürürüm ardı sıra sonsuz ufuklara

Derken gözümü bir ışık alır

Kurulur yine o neşeli panayır

Bilirim sondaki kimsesizliği

Tanırım o dostane sessizliği

Yine yaşarım o komik beklentileri

Kaçıncı bilmem

Sadece çıkarım aynı umutla her gün evden.

M. Alp Turan

Gönderi tarihi:

yasaklı kapılarımı açıyorum bu gece...

birikmiş cümlelerimi özgürlüğüne kavuşturacağım...

ne sırrım, ne efsunum, ne farklılığım....

sıradanlığımın içinden

öylece geçip gidiyorum...

umursamazlığı takıp gölgeme,

beslediğim kargaları salıyorum göğüme...

sitemden sanar duyan,

değil oysa...

sitemkarlığıma yer yok hayatta...

korkularımı evcilleştirdiğim mağaralarda,

karanlığı yorgan yaptım yıpranmışlığıma...

her gün dudağıma yerleşen ibare,

günü takvimlerimden tırnakladığımın resmidir...

yoksa kim nereye koysun,

rengini düşürmüş zamanlarımı...

eskiciler, hurdacılar bile burun kıvırıyor...

Gönderi tarihi:

Kelile ve Dimne

.

Ellerimde “gerdanlikli güvercin”

Meleklerin kentine; ah

O mahcup gülümseyisin

Düstü…çiplak camlar

Ve lavantalar

Bir jilet gibi

Degmeden derime

Geleni ve gideni yazdi içime

.

Serkan Tasçi

.

.

Gönderi tarihi:

Eksilemedim

.

eksiltesim var bugün gökyüzünü,

yirtilmis bulutlara inat aglayasim.

-uzaklastikça küçülüyor güvercin-

 

topal bir toprak kokusuyum simdi,

nefesine yetismeye yetmiyor rüzgarim.

-intiharda akrep, yelkovan kirgin-

 

ilk defa degil aslinda dünden umutsuzlugum,

daha önce de öldüm ben, vakitsiz gömüldüm.

-bulutlarla yikanir yitik kuslarin ruhlari-

 

“bir camin bugusuna çiziyorum serçe parmagimla gülüsünü”

baska dilde nasil söylenir, bunu yalniz sen bilirsin.

-rüzgara sarilmak nasilsa, iste öyle uyudum dün gece-

 

özenip saire, soyadimin bir harfini satasim var bugün,

kiyamadim “d” ye, sondaki “a”yi attim babam gibi;

kala kala yine bana “ad”im kaldi, silemedim.

anlayacagin bu sefer de sana benzeyip,

büyüdüm, yine eksilemedim…

.

Iskender Ada

.

Gönderi tarihi:

.

.

Har

.

ASK

 

dökülmem lazim küf kokulu rüzgarin omzuna

eylüle hazani içiren sairin koynuna

topragin alnina

 

BÜLBÜL

 

süzülmem lazim ilmiklerimden

sarkilarim akmali göge

dilimdeki kelepçeden aymali canan

bir hal var bende

 

ÇINAR

 

sökülmem lazim

nasil çikarim topragin anaç damarlarindan

yanina varmanin tek yolu ihanetse yazgima

sökülmem lazim bagrina basan topragin kollarindan

bedeli ebedi yalnizlik olsa da

 

ASK

 

kuruya-yazmissin koca çinar

heybetini gölgende asar

aglar yazina yillar azar azar

sirrini ele verir uçup giden yapraklar

dallarinda beyazi ala çalmis kar var

 

gölgeni teyellemisler sirtina

onun da gidesi var

yildizlar sirtina küskün

gölgende uzaklarin sancisi

sirtinda hisirtilar

 

SERÇE

 

asilmam lazim dallarina

ne olur en karanlik gecenden

bana da bir an sar

gözlerime karayi tembihledim

sen gelene kadar

 

ASK

 

düste gör

nasil bir yildiz vurur kanadindan serçeyi

gözünden düsen elif ve ye'dir artik

nasil uzattigin eller

gökyüzünde yazili bir mektup gibi

yalnizca topragindir

düste gör

 

KÜME

 

dilimden isirdi bülbülün çilesi

kirk kanat çirpintisi serçenin çinara ermek gailesi

 

ikindi vakitleri rakip alaca yalnizligina çinarin

gece ve ikindide yalnizlik alir basini gelir pencere pervazima

balkonum ölü yapraklar mezari, pencerem o türkünün bestekari

yarimda azmis bir diken var dilimde çiçeklenen

sari

 

bülbüldü agzindan öptügüm

serçeydi gözyasini gördügüm

çinardi heybetine küstügüm

askti öldügüm

sari güldü taptigim

 

ÇOCUK

 

anne

.

Dilek Isik

.

Gönderi tarihi:

.

.

Korkunun Gözbebekleri

.

korkunun gözbebekleri

puslu aynalarda sarhostur

tenesirde sirtüstü yatan ceset

kanli karanliklardan hatira

long-playlarda uluyan sesler

karli hülyalari yirtar tren çigliklarinca

 

gelmiyorsa güvercin kanadinda kutsal buyruklar

hûnkârlik neye yarar

 

ve enerjinin yokolus sirri

erimeli ki kâfir düsünceler lav lav

biline

biline bir defadan sonra ölümün olmadigi

.

Tahir Yüksel

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.