Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

*devrim

 

 

temiz kalan tek yerdir devrim

butun bir yil

kirlenen duvarda

ama gorebilmek icin

asildigi cividen indirilmelidir

yapraklari biten takvim

 

 

zorbalara direnmektir devrim

bir cocugun

annesinin cantasindan aldigi paralari

altina gizledigini soylememistir dovulen hicbir hali

 

 

icinde yasamaktir devrim

dikis kutusunun

ve toplu igneler gibi

bir arada olmayi gerektirir

karsi koyabilmek icin zulmune

makas denilen patronun

 

 

gece isiklar arasinda kosmaktir devrim

atesboceklerini

yakalamak isteyen cocuklarin

pesine takilir gun gelir

yanip sonen mavi isiklari

polis arabalarinin

 

 

kagit bir gemidir devrim

butun gemiler

hurdaya ciksa da sonunda

tasidigi ozgurluk siiriyle

batmadan yuzer nicedir

dunya sularinda

 

 

kim bilir kac yunus gormus

kac deniz gezmis...

 

 

SUNAY AKIN*

  • Cevaplar 1b
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

DİŞİ KUŞ

 

 

Kuru bir ot

gibi yaşıyorum

gözlerden uzak

patika bir yolun

kıyısında

 

 

Tek suçum

sap olamamak

baltanın

kanlı oyunlarına

 

 

Ama yine de

umut dolu kalbim

belki bir dişi kuş

taşır beni diye

daldaki yuvasına

 

 

Sunay Akın

Gönderi tarihi:

içimdeki sen

Yıldızlar şahit düşlerime;içinde sen olan hayallerime,

Yalnızlıklar şahit gecelereime;sensiz geçen zehir gecelere,

Gökyüzündeki ay şahit sevgime;adını koyamadığım sevdama,

Güneş şahit umutlarıma;senin bir tek gülüşüne...

 

Karanlık sokaklar şahitsensizliğime;izini bulamadığım yollar,

Uykusuz geçirdiğim günler şahit umutlarıma;içimde yanan ateşlere,

Adını haykıramadığım evrene şahit ismin;bakmaya doyamadığım yüzüne,

Senin için ağladığım ümitlerim şahit göz yaşlarıma;içimde yanan korlara...

 

Dünya Şahit Taptığım Kişiye;Sana Olan Hasretime...!

Gönderi tarihi:

Hayatın üzüntülerine hep kızarız değil mi? Ama onlar olmadan da bir türlü yaşanmıyor sonraki mutluluklar, sürekli üzülüyor, seviniyor, mutlu oluyor ve büyüyoruz. Mutluluk oranının insan yaşamına oranı her insanda farklı olmasa da bir elma şekeri ile ağlamayı bırakıp gülümseyen çocuklar var, yazdıklarımın okunduğunu bir şekilde bilipte sevinen bir ben var. Bir yeri acımadan büyüyen yok, yere düşüp kalkmadan yürüyen çocuk yok, her ne kadar kendimizi artık büyümüş hissetsek de çocukluktaki sürecimiz değişik zaman aralıklarında devam ediyor. Kendi yaşam kesitime bakıyorum da çokta çabuk yaşıyoruz hayatı, keşke bazı anları, ölümsüzleştirip biriktirebilsek, mutluluğun ve gülümsemenin bir kısmını da sonraya kullanabilsek. Bazılarımıza gülümsemek yakışır bazılarına hüzün, yüzümüzü öyle alıştırırız ki böyle tepkilere, diğer anlarda maske takmak zorunda kalırız. Benim maskem bellidir gülümsemek, ama lütfen sen gönlümün sultanı sakın takma hüzün maskeni, hep doğal halinle kal gülümseyen yüzünle. Tabii ki hayatın da yaşanması gereken acı sürprizleri var, beklenen kelimeler, istenen duygular gecikince beni uçuran kanatlarımdan birinin eksildiğini hissediyorum, o nedendir bu kelimelerimin suratsızlığı, o nedendir aydınlık günlerde gözlerimin karanlığı. Beklide artık seni aramaktan vazgeçip kendimi aramalıyım, ben kendimde olmayınca, harfler ve kelimler doğru şeyi yazamayınca bulamıyorum beklide seni. Yılların içinde kaybettiğim kendimi bulmalıyım, kimbilir hangi okulun köşe başında unuttum kendimi, hangi uçan balon satan dükkânda bıraktım bedenimi, hangi aşk romanını okurken, sayfalar arasına koydum yüreğimi. Kendimi bulursam beklide seni bulacak gücüde bulacağım, önümde duran kalın, kırmızıçizgiyi geçeceğim beklide.

 

alıntı

Gönderi tarihi:

çok güzel paylaşımlar.. :clover:

 

ACIYLA ERİR YÜZÜNE AŞIK ÇOCUK

Ne zaman yüzüne baksam

yalnızlığın o mutlu gerilimi

 

O öksüz göl hızla derinleşir

biliyorum,acılarım hiç bitmeyecek,bu öyle bir

yeşil

 

Ne zaman gözlerinin içine baksam,biliyorum

ikimizi de aşar,o kapının ardındaki masal

bense yüreğimin bu hallerinden korkar,kalırım

bir hız trenine bindirilmiş küçük bir çocuk gibi

geçip giden yüzlerine bakar kalırım

 

Ömrün kısalığı çarpar camlara

ateş hızla yayılır içerilere

 

Akşam olur,evler dolar boşalır

acıyla erir,yüzüne aşık çocuk

 

Ne zaman gözlerinin içine baksam,bliyorum

İkimizi de aşar,o kapının ardındaki masal

 

yanılmıyorsam cezmi ersöz..

Gönderi tarihi:

teşekkürler.

AYNI LAMBALAR

 

Kibritle oynarken yangın çıkaran sarsak yıllar

Bir daha hiç geçit vermeyen veda sözleri

Yılların sıradağlarında uzaklaştı bizden

Yüreğimizden kopup giden ayrılık trenleri

Biliyorum aynı lambaların aydınlattığı yalnızlıkta geçti

Aldatılmış duygulardan ayrı ayrı geçerek vardığımız korunaklı siperler

Senin içini ürperten geceleri ben duymadım mı içimde?

Hayat herşeyi alır sanırken

Oyunlarımızı ıslatan yağmurlarda kaldı

Bir bizim icat ettiğimiz saatler

İlk öğrenilen yalnızlık aslında geç keşfedilir

Dalgın resimlerin derinleştirdiği mazi

Gün gelip bütün zamanları ele geçirdiğinde

Anlarsın başkalarına giden bizden çalınmış günler

Ne zamandır buradayım

Gel öp beni

Neredeysen ve nasılsan önemi yok gel öp beni

Suyunu,uykunu,azığını uzun tut gel öp beni

Birbirimizi bağışlayacak,birbirimize yeni sözcükler bulacak,

Ölmeden önce yeniden görüşüp konuşacak yaşa gelmedik mi?

İkinci ufkun saatindeyiz şimdi

Gözlerim trenlerde,gel öp beni.

 

 

 

Murathan Mungan

Gönderi tarihi:

abbas gene 2 veya 3 günlüğüne yolcu

cumaya kadar bu güzel şiirlerden ve sıcak dostluklardan uzak kalacağım

döndüğümde burada olmanız dileğiyle

kendinize iyi bakın ve yüreğinizdeki sıcaklığı kaybetmeyin sevgili dostlar

 

 

VEDA

 

Hoşça kalın

dostlarım benim

hoşça kalın!

Sizi canımda

canımın içinde,

kavgamı kafamda götürüyorum.

Hoşça kalın

dostlarım benim

hoşça kalın...

Resimlerdeki kuşlar gibi

dizilip üstüne kumsalın,

mendil sallamayın bana.

İstemez...

Ben dostların gözünde kendimi

boylu boyumca görüyorum...

 

A dostlar

a kavga dostu

iş kardeşi

a yoldaşlar a..!!.

Tek hecesiz elveda..

 

Geceler sürecek kapımın sürgüsünü,

pencerelerde yıllar örecek örgüsünü.

Ve ben bir kavga şarkısı gibi haykıracağım

mapusane türküsünü.

 

Yine görüşürüz

dostlarım benim

yine görüşürüz...

Beraber güneşe güler,

beraber dövüşürüz...

 

A dostlar

a kavga dostu

iş kardeşi

a yoldaşlar a..!!.

ELVEDA..!!.......

 

 

 

Nâzım HİKMET

Gönderi tarihi:

KLEOPATRA VE ÂŞIKLARI

 

Saray pırıl pırıl. Şarkıcılar hep bir ağızdan

Destan okuyorlardı, filâvta ve rubabın akışıyla.

Melike sesiyle ve bakışıyla

Canlandırıyordu ziyafeti ihtişam içinde.

Gönüller sürükleniyordu onun tahtına doğru

Fakat altın tasın önünde, O, birdenbire daldı derinlere

Mucizeli başını, omuzuna eğip durdu.

 

Ve şimdi muhteşem ziyafet sanki uyukluyordu,

Davetliler susmuştu. Şarkıcılarda ne ses, ne seda vardı!

Ama işte, eğilen başını O kaldırdı yine,

Işıklı bir yüzle başladı sözlerine:

"Mutluluğunuz sizin, benim aşkımdadır,

Dinleyin beni, ben dilersem eğer, siz

Benimle bir olabilirsiniz.

İhtiras alışverişine kim giriyor, kim?

Aşkımı satıyorum ben,

Hayatı pahasına bir gecemi benim

Söyleyin, kim satın alacak içinizden?"

 

Sustu ve korku sardı herkesi,

Yürekler burkuldu şehvetle...

O, yüzünde soğuk bir cüretle

Dinlemektedir şaşkın mırıltıları

Ve küçümseyen bakışlarını ağır ağır

Hayranlarının üstünde dolaştırmaktadır.

Birden bir insanın çıkışıyla yarıldı kalabalık

Onun peşinden geldi iki kişi daha

Duruşları pervazdı, gözbebekleri ışık.

Melike karşılıyor gelenler ve böylece

Alışveriş bitiyor: satın alınıyor üç gece.

Ölüm odasıdır çağıran onları artık.

 

Şimdi kutsal kâhinler

Donakalmış davetliler önünde

Uğursuz kâseden

Sıra kur'asını çekiyor birer birer.

Birinci Flavius, son Roma bölüğünde

En yırtıcı asker.

Çıldırtabilirdi onu

Katlanmak bir kadının azametine,

O kabul etmişti zevkin meydan okuyuşunu,

Kızgın kavga günlerinde koşar gibi

Düşmanın davetine.

İkinci, Kriton, genç hakim,

Epikür bahçelerindendi,

Kharite'lerin, Kıbrıs'ın, Amur'un

Şairi ve hayranlarındandı.

Üçüncü, yeni açmış bir bahar çiçeği gibi

Okşuyordu gözü ve kalbi.

Ünlü değildi, adı asırlarda tutmamıştı yer;

Yavaşça gölgeliyordu

Dudaklarını ilk tüyler;

Genç yüreğinde tecrübesiz gücü

Kaynıyor ihtirasla;

Heyecan ışıldıyor gözlerinde.

Mağrur Melike hüzünlü bakışlarını;

Dondurdu onun üzerinde.

 

"-Ant içerim... Ey zevklerin anası,

Mislini görmediğin gibi hizmet edeceğim sana.

Satılık bir cariye gibi gireceğim,

Kandırıcı ihtirasların odasına.

Dinle beni, gücü büyük Kıbrıslı sen,

Ve siz yer altı hükümdarları,

Ey gazaplı Ayda'nın ilahları,

Yemin ederim ki, sabah şafak sökene kadar

Arzularıma hükmedenleri, ben

Tatlı ihtiraslarla doyuracağım,

Ve bütün esrarlı aşk hünerleriyle

Ve misilsiz bir rehavetle onları yoracağım.

Ama, kızıl sabah ışıklarıyla,

Sökünce ölümsüz şafak,

Yemin ederim ki ölümün baltasıyla

Bu bahtiyar başlar yuvarlanacak."

 

Ve işte artık gün batıyor,

Altın bir yay gibi doğuyordu ay.

Örtüldü baygın gölgelerle

İskenderiye'de saray.

Fıskiyeler coşuyor, meşaleler tutuştu.

Buhurdanlar tütüyor ağır ağır, yer yer...

Dünya ilâhlarının bekliyor emirlerini

Tatlı, ihtiraslı serinlikler.

Sessiz ve ihtişamlı karanlıkların,

Gönlü çeken mucizeleri arasında,

Ve gölgesinde erguvani perdelerin

Işıldıyordu altın oda...

 

 

1835

 

 

 

Aleksandr Sergeyeviç PUŞKİN

 

Çeviri: Nâzım HİKMET

Gönderi tarihi:

TAHİRLE ZÜHRE MESELESİ

 

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,

bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte

yani yürekte.

 

Meselâ bir barikatta dövüşerek

meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken

meselâ denerken damarlarında bir serumu

ölmek ayıp olur mu?

 

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

 

Seversin dünyayı doludizgin

ama o bunun farkında değildir

ayrılmak istemezsin dünyadan

ama o senden ayrılacak

yani sen elmayı seviyorsun diye

elmanın da seni sevmesi şart mı?

Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık

yahut hiç sevmeseydi

Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

 

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

 

 

N.H.Ran

Gönderi tarihi:

ORADA TANIDIKLARIM

I

Bir kafes.

Bir kanarya kuşu.

Sarı kanatların

tellere vuruşu.

Kitaplar, kitaplar,

Puşkinden Mayakofskiye kadar

şiir kitapları..

Kitaplar, kitaplar,

Felsefe - Diyalektik Materyalizm.

İktisat - Dört cilt Kapital.

Bir keman -

yeni doğmuş bir çocuk gibi yatıyor kutusunda.

Pencere açık.

Dışarda şehir -

ayışıklı uykusunda...

Gözler.

Kocaman, berrak, iri,

iki mavi damla gibi gözleri..

Kumral

kıvırcık

bir sakal.

Yüzü beyaz...

Pencere açık.

Gece.

Yaz....

Odada ikimiz.

Konuşuyor o:

-"İsterdim ki ben,

Şarkılarımı söylesinler benim

el ele tutuşup dönerken

çocuk bahçelerinde çocuklarımız..

Duyduğum seslerin en güzelidir -

bir yaz gecesi -

dizimde yatan bir çocuğun

bana yıldızları soruşu.."

Bir kafes.

Bir kanarya kuşu.

Bir keman -

yeni doğmuş bir çocuk gibi yatıyor kutusunda.

Pencere açık.

Dışarda şehir -

ayışıklı uykusunda.

Odada ikimiz.

Konuşuyor o:

-"İsterdim ki ben,

bir kitap bekçisi olayım

camları güneşli bir kitap evinde.

Duyduğum zevklerin en doyulmazıdır -

yıldızlı cenup denizlerinin alevinde

sabahlar gibi

sevilen bir kitap başında sabahlamak...."

Kitaplar, kitaplar,

Puşkinden Mayakofskiye kadar

şiir kitapları.

Felsefe - Diyalektik Materyalizm.

İktisat - Dört cilt Kapital.

Gözler.

Kocaman, berrak, iri,

iki mavi damla gibi gözleri.

Duvarda bir tabanca -

N A G A N T ..

Pencere açık.

Dışarda yaz.

Gözler.

Yüzü beyaz.

İkimiz.

Konuşuyor o:

-"Öldürüyorum.

Öldürüyorum.

Öldürüyorum.

Boşalan bir çuval gibi devrildiklerini görüyorum.

İş ağır.

Fakat...."

Duvarda bir tabanca -

N A G A N T ..

İkimiz.

Konuşuyor o:

-"Kalbini, kellesini, bağrını

- TEK KELİME -

inkilaba verenler

taşırlar bizde yükün en ağırını.

Öldürüyorum.

Devrildiklerini görüyorum...

Halbuki ben

çocuklarımız el ele tutuşup dönerken

şarkılarımı....

Ben..

Bir kitap evinde...

Yıldızlı cenup denizlerinin alevinde

sabahlar gibi

sevilen bir kitap başında sabahlayım..."

Yüzü beyaz.

Pencere açık.

Gece.

Yaz..

N.Hikmet

Gönderi tarihi:

ORADA TANIDIKLARIM II

 

-"Nazım yoldaş

benim kızım

beş yaşında.

Benim kızımın annesi

1922 senesi.

Benim kızım

dinledi ilk duvarcı türküsünü

kurduğumuz yapının.

Yapı yükseldi

yapı büyüdü.

Yeni yapıda yeni dokumacılar

yeni renklerle yeni kumaşlar dokuyor.

Benim kızım büyüdü,

Benim kızım Alfabe okuyor.

Ben büyüdüm

felsefe okuyorum....."

Bir masa.

Başında masanın

beyaz keten elbiseli

Tavariş Marusa.

Duvarlarda fotoğraflar,

bakıyorlar insana rüya görür gibi.

Duvarlarda fotoğraflar -

bir fabrika avlusunda çekilmiş bazıları,

üzerinde bazısının

Mogol, Uygur, Çin, Latin, Rus, Tatar yazıları....

Bir masa

Üstünde masanın

mavi bir Ukranya kasesi.

Karanfiller.

Marusa'nın sesi:

-"Sene 918.

Zırhlı trenle Kiyefe gitmedeyiz.

Kış.

Gece.

Kar.

Ayın içinden bir manzara gibi

Ukranya stepleri karın altında yatıyorlar.

Havada tek bir insan sesi yok.

Dünyanın üstünde donmuş bir dünya gibi

susan havada

yalnız tekerleklerin şarkısı.

Kış.

Gece.

Kar.

Vagonda bizimkiler uyuyorlar.

Kapı açık.

Yıldızlar düşüyor içeriye.

İpekli bir kumaş yırtar gibi

yürüyor yırtarak geceyi tren.

Uyuyor bizimkiler.

Bekliyorum ben

Mahnodan esir alınan

iki köylü neferi.

Yıldızlar düşüyor içeriye.

Gözlerime yalvarıyor

esirlerin gözleri:

-"Bırak bizi

bırak bizi

bırak...

Aç gözlerle aç öküzler

bekliyor bizi.

Bekliyor bizi toprak.

Bırak bizi

bırak..."

Kapı açık.

Yıldızlar düşüyor içeriye.

Öldürebilirim,

yalvaran gözlere bakamam.

Başımı çevirdim geriye..

Ve

tekrar baktığım zaman

karın üstünde iki korkuydu kaçan.

Diz büktüm.

Mavzer.

Geçti bir saniye.

"Bırak bizi"

Üç saniye..

"Aç gözlerle aç öküzler"

Dört saniye..

"Bekliyor bizi toprak"

Beş, altı, yedi..

Namluda

arpacık

titredi.

Geçiyor saniyeler.

Mavzer.

Kaçanların peşinden altı fişenk yaktım.

Ve hiçbiri

değmedi

hedefe.

Nasıl oldu bu?

Gökte uçan turnayı gözünden vuran kadın,

vuramadın...

Vurmalıydım ama..

Kavgada düşmanın

aile ismi sorulmaz.

İnkılabın nöbetinde

dolaşık yumak gibi bir yürekle durulmaz..

.......

........

Kış.

Gece.

Kar.

Hatıralar..

Hatıralar..

......

......

Köyden yoldaşlar göndermiş

Ukranya ekmeği yemez misiniz?"

Beyaz keten bir örtü.

Tombul esmer bir Ukranya ekmeği.

Çavdarlı bir yaz kokusu esmer ekmekte..

Masa.

Başında masanın

beyaz keten elbiseli

Tavariş Marusa.....

 

 

Nâzım Hikmet

 

burada tanıdığım güzel dostlara

Gönderi tarihi:

Geceleri yokluğunda şiirler yazıyorum sana,

Bazen sana okuyor ama asla sana yazdığımı soyleyemıyorum,

Mucizelere inanırmısın..!

İşte ben sana olan aşkım için bir mucize bekliyorum,

Fal bakıyorum bazı zamanlar seviyor mu sevmiyor mu diye,

Hep seviyor çıkıyor nedense, zaten sevmiyor çıksada inanmıyorum,

Hep şarkılar dinliyorum,ama oyle sıradan şarkılar değil; aşk şarkıları,

Sevgiliye söylenmek istenen şarkılar bunlar,

Sevdanın ne olduğunu asla anlayamayacağımı düşünürdüm bazı zamanlar,

Sevmek neydi açıklamak isterdim ama yapamazdım,

Yapamadığımda da böyle bir şeyin olmadığına inanırdım,

Ama her aşık oluşumda da şiirler yazardım,

Aşk vardı elbet bunu biliyordum,

Her yerde senin o güzel ve gizemli gözlerini arıyordum,

Sadece sana ait şiirler yazıyordum,

Dedim ya: asla sana yazdığımı söyleyemiyordum,

Biliyormusun, seni sevdiğimden beri herşey gözüme daha güzel, daha hoş geliyor,

Çünkü onlar bana seni hatırlatıyor,

Sana canım demek,sana ömrümün anlamısın,ruhumsun demek,

Ve daha dünyada ne kadar güzel şey varsa söylemek istiyorum,

Fakat boğazıma bir şey düğümleniyor,

Bütün düşündüklerim bir türlü dudaklarımdan sana ulaşamıyor,

Bazen gecenin esrarengiz sessizliği vuruyor içime,

Herşeyimi allaha emanet edip uykuya dalıyorum,

Belkide bir tek sana orda ulaşıyorum,

Bitmesin bu rüya,bitmesin bu mutluluk, gitme yanımdan ne olur,

Biraz daha kal, biraz daha tut ellerimi diyorum usulca sana,

Ama yüreğime hasret diye yazılmış adın,

Yine sevdanla beni bir başıma bırakıp gitmen gerek,

Olsun, ben seni özlemekten de hiç bıkmıyorum

Kaç dolunay geçti geceleri seni beklerken,

Ve kaç kez ağlamaklı oldu gözlerim,

Dedimya yüreğime hasret diye yazılmış adın,

Gönlümde de acısı, yanımda olmayışının,

Son satırlarım bunlar kalem tutan ellerimden sana,

Hasretimsin diyorum,sevdamsın benim,herşeyimsin..

 

alıntı..

Gönderi tarihi:

gelmediniz, ben hep sizi bekledim

eksilen yanlarımla

sizden saklı eskidim

her şeyden önce aşk verilmiş bir sözdü benim için

gün, ay, saat, hafta; takvimişi zaman yani

 

Aldıkça dönemeçleri değişmedi hiçbir şey

yalnızca ufuklar yeniledim

 

Kaç aşktan oluşmuş bir şeydi aşk

her sevgiliyle biraz daha biraz daha

sizden saklı eskidim

 

 

Murathan Mungan

Gönderi tarihi:

Hani Kurşun Sıksan Geçmez Geceden

 

Yiğit harmanları, yığınaklar,

Kurulmuş çetin dağlarında vatanların.

Dize getirilmiş haydutlar,

Hayınlar, amana gelmiş,

Yetim hakkı sorulmuş,

Hesap görülmüş.

Demdir bu...

 

Demdir,

Derya dibinde yangınlar,

Kan kesmiş ovalar üstünde Mayıs...

Uçmuş, bir kuştüyü hafifliğinde,

Çelik kadavrası korugan'ların.

Ölünmüş, canım,ölünmüş

Murad alınmış...

 

Gelgelelim,

Beter, bize kısmetmiş.

Ölüm, böyle altı okka koymaz adama,

Susmak ve beklemek, müthiş

Genciz, namlu gibi,

Ve çatal yürek,

Barışa, bayrama hasret

Uykulara, derin, kaygısız, rahat,

Otuziki dişimizle gülmeğe,

Doyasıya sevişmeğe,yemeğe...

Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri,

Asıl, bizim aramızda güzeldir hasret

Ve asıl biz biliriz kederi.

 

İçim, bir suskunsa tekin mi ola?

O Malta bıçağı,kınsız,uyanık,

Ve genç bir mısradır

Filinta endam...

Neden, neden alnındaki yıkkınlık,

Bakışlarındaki öldüren buğu?

Kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri...

Nasıl da almış aklımı,

Sürmüş, filiz vermiş içimde sevdan,

Dost, düşman söz eder kendi kavlince,

Kınanmak, yiğit başına.

Bu, ne ayıp, ne de yasak,

Öylece bir gerçek, kendi halinde,

Belki, yaşamama sebep...

 

Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.

Hani, kurşun sıksan geçmez geceden,

Anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...

Ve zehir - zıkkım cıgaram.

Gene bir cehennem var yastığımda,

Gel artık...

Ahmed Arif..

Gönderi tarihi:

Bazen daha fazladır her şey

Bir eşikten atlar insan

Yüzüne bakmak istemez yaşamın

O kadar azalmıştır ki anlam

 

O zaman git hemen radyoyu aç bir şarkı tut

Ya da bir kitap oku mutlaka iyi geliyor

Ya da balkona çık bağır bağırabildiğin kadar

Zehir dışarı akmadan yürek yıkanmıyor

 

Ama fazlada üzülme hayat bitiyor bir gün

Öyle de böyle de ayrılıktan kaçılmıyor

Hem çok zor hem de çok kısa bir macera ömür

Ömür imtihanla geçiyor

 

Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem gitmem

Unutmam acı tatlı ne varsa hazinemdir

Acının insana kattığı değeri bilirim küsemem

Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir

Bi şiirden, bi sözden

Bi melodiden, bi filmden

Geçirip güzelleştirmeden dayanmak zor

Yıldızların o ışıklı fırçası azıcık değmeden

Bu şahane hüzün tablosu tamamlanmıyor

 

Sezen Aksu

Gönderi tarihi:

Adaletin adili susmuş

Cehaletin cahili coşmuş

Kehanetin kahini körmüş

Sadakatin sadığı şaşmış (kaçmış)

Deli ediyor süslü yalanlar

Sabah oluyor bitti masallar

Olan oluyor vay bize, vay bize vay

Yazık oluyor vay bize, vay bize vay

İnanma, sakın inanma,

Her söylenene inanma

İnanma, hemen inanma,

Sen bana bile inanma

 

 

Mete Özgencil

Gönderi tarihi:

Ağır kapı aksak lisan

Kelimeler yetmiyor

Çıplak yara günışığı

Tenimi incitiyor

 

İçeriden yeni çıktım

Dünya almıyor beni

Yüreğimde yatar hala

Ölenlerin yemini

 

Hangi meydan hangi sokak kavuşturur bizi

Hangi yalan hangi yasak karşılar bizi

 

Ne insanlar ne mekanlar

Özlemlere yetmiyor

Başka sözler başka yüzler

Ödeşmeler bitmiyor

 

Aşk uyudu ranzalarda

Düşler eskidi gitti

Islığıma gömüyorum

Kalbimdeki sözleri

 

Hangi meydan hangi sokak kavuşturur bizi

Hangi yalan hangi yasak karşılar bizi

Gönderi tarihi:

Gözlerim kör karanlıkta

Kör kuyunda

Boğulursa,

Tenim benim olmadıysa

Yitirilmiş,

Tutsak olmuş,

Düşman olmuş,

Milyon defa tekrarlanan

Hayatımsa

 

Gizli bağın çözüldüyse

Yollar varsa

Pahalıysa

Uzun, kısa ya da darsa,

Artık hiç farklı omayan,

Sıkıldığın,

Hayatınsa

 

Aslında yollar

Yalanını görmez, yaraları sarmaz

Hiç bitmez

Aslında yollar

Daralıp açılmaz, sonuna da varmaz

Hem varsan da

Farketmez ki.

Gönderi tarihi:

Hergün seni düşünüpte içmiyorsam kahrolayım

Gözyaşımla dolup dolup taşmıyorsam kahrolayım

Değişmem dünyaya seni hem ezeli hem ebedi

Hala seni ilk gün gibi sevmiyorsam kahrolayım

Yine seni ilk aşk gibi sevmiyorsam kahrolayım

 

Geceleri düşlerimde gündüzleri hayalimde

Işık gibi gözlerimde görmüyorsam kahrolayım

Seni bir an unuttuysam başka sevgili bulduysam

Canım çok sevmiyorsam kahrolayım kahrolayım

Kahrolayım kahrolayım

 

Bir ateşsin yüreğimde bir ümitsin gözlerimde

Bir ateşsin yüreğimde bir ümitsin gözlerimde

Sen varsın her özlemimde çekmiyorsam kahrolayım

Sen varsın her özlemimde çekmiyorsam kahrolayım

 

Seni bir an unuttuysam başka sevgili bulduysam

Canımdan çok sevmiyorsam kahrolayım kahrolayım

Kahrolayım kahrolayım

Hala seni ilk aşk gibi sevmiyorsam kahrolayım

Gönderi tarihi:

Nereden Bileceksin

 

 

 

O eski hülyaların sahile vurduğunu

Yakama bir muamma taktığım gün hatırla

Gurbetin mahşerimde bir sıla bulduğunu

Dağlar gibi eriyip aktığım gün hatırla

 

Nereden bileceksin, şehrin sokaklarında

Kaybolan ışıkların gözlerim olduığunu

Her seher yüreğimde açan karanfillerin

Her akşam ellerimde sararıp solduğunu

Nereden bileceksin

 

Kim bilir, belki bir gün kapıma geleceksin

Siyah tüylü martılar yorgun pencerelerde

Benimle ağlayacak benimle güleceksin

Göğsümde ızdırabı Deniz fenerlerinin

Hayatımdan fışkıran hüzne gömüleceksin

 

Her şairin bir gülle bahtiyar olduğunu

Bir sana bir göklere baktığım gün hatırla

Gönlümün kahrın ile ihtiyar olduğunu

Sigaramı sessizce yaktığım gün hatırla

 

Bilemezsin içimde bir denizdir yaşamak

Sen denizin en uzak noktasında şen şakrak

Ben kırgın dalgalarla avunurum derinde

Gemilere yosunlu mendiller bağlayarak

 

Nereden bileceksin fesleğen köklerinin

Hercai bulutlardan bıkıp usandığını

Ansızın kayıveren yıldızların ardında

Vuslatı bekleyen bir kalbin yandığını

Nerden bileceksin

 

Yağmura boyun büken susuz topraklar gibi

Kim bilir belki bir gün kapıma geleceksin

Sinesinde bi-vefa bir sırrı saklar gibi

İnfazına yürüyen ölü tutsaklar gibi

Gözlerinin hicranlı yaşını sileceksin

 

Tatlı bir rayihanın göklere dolduğunu

Irmaklara karışıp aktığım gün hatırla

Gölgelerin ruhumu görüp kaybolduğunu

Mavi bir şimşek gibi çaktığım gün hatırla

 

Gülümse ve uzaklaş çünkü anlayamazsın

Bu kopan fırtınayı Yusuf'un yüreğinde

Koyu bir çaresizlik ayinidir yalnızlık

Züleyha'nın menekşe büyüyen gözlerinde

 

Nereden bileceksin kayalara tutunan

Devlerin birer birer vurulup öldüğünü

Rüyaları süsleyen eşsiz mücevherlerin

Bir dervişi görünce yere döküldüğünü

Nereden bileceksin

 

Kim bilir belki bir gün kapıma geleceksin

Kollarında rüzgarlı bir deprem karanlığı

Kapı aralığında sessizce gireceksin

Işıldayan bu gönül şahikası önünde

El pençe divan durup sen de eğileceksin

 

Bülbülün lalezardan neden kovulduğunu

Bu hayal zindanını yıktığım gün hatırla

Balığın susuz kalıp suda boğulduğunu

Acılar evreninden çıktığım gün hatırla

 

Nurullah Genç

Gönderi tarihi:

sevgili egzo teşekkürler :clover:

 

ve sevgili erbay..şiir bir harika.. teşekkür ederim :clover: bu şiir aklıma sevdiğim şu sözü getirdi..'' Sen acımıydın..ben aşk sandım..''

 

Sen Söylemeden de Biliyorum

 

Seziyorum ki kaçacaksın..

Yalvaramam koşamam

Ama sesini bırak bende..

 

Biliyorum ki kopacaksın

Tutamam saçlarından

Ama kokunu bırak bende..

 

Anlıyorum ki ayrılacaksın

Çok yıkkınım yıkılamam

Ama rengini bırak bende..

 

Duyumsuyorum ki yiteceksin

En büyük acım olacak

Ama ısını bırak bende..

 

Ayrımsıyorum ki unutacaksın

Acı kurşun bir okyanus

Ama tadını bırak bende..

 

Nasıl olsa gideceksin

Hakkım yok durdurmaya

Ama kendini bırak bende..

Gönderi tarihi:

Düşüme Düştün... /... Canın Acımadı Ya

 

ne zaman düştün sol yanıma da, vuruldum sözlerimden

benim yazım değilsin, korkarım kışım da

tenimde çıldırmış bir dilek tutuşturur iliklerimi

sen ateşsin

saat 17:28

kimbilir, şimdi neredesin

 

yoruldum korktuğum yangınlara yakalanmaktan

suya düştü intihar, boğuldu son bakış

kimi istesem uzaktır kıyı boyları

vedalar alnıma işlenmiş, nakış nakış

 

aşk! Sevdiğim ama dokunamadığım çiçek

kulaç attığım dalgalara sıkıştı haykırışım

gitmeyi öğrettiler bana, kalmak nasıldır..?

nasıldır bir göğüste endişesiz uyumak..?

yırttığım takvim yapraklarında ağlıyor çocukluğum

söylesene, nasıldır dudaklarını bir dudakta uyutmak..?

 

ne zaman girdin aklıma da, karıştım gecelerde

benim sevdam değilsin, korkarım sevenim de

yürekte şaha kalkmış bir arzu ıslatır dilimi

sen havasın

saat 22:16

kimbilir, şimdi hangi kuytudasın

 

arındım ve çözüldüm geçmişin kirli nefesinden

geceye düştü uyku, titredi acı soluk

kimi çağırdıysam, kapalıdır seslerinin yolu

üşümeler içimden akıyor, oluk oluk

 

tutku! Bildiğim ama gösteremediğim resim

akıttığım renklere takıldı gül yüzlü uçurtmam

susmayı öğrettiler bana, konuşmak nasıldır..?

nasıldır, bir sesin içinde bağdaş kurup dinlenmek..?

yitirdiğim öpüşlerde yanıyor sevgilerim

söylesene, nasıldır bir yüreğin içinde demlenmek..?

 

ne zaman geldin yanıma da, dağıldı hüznüm

kaçarım değilsin, korkarım tutanım da

sen topraksın

saat 22:39

kimbilir, şimdi hangi duygunun uykusundasın

 

06.04.'05 /..izmir havası Pelin ONAY

Gönderi tarihi:

Yar gidiyor (fevli i agapi mu) (1)

 

 

yâr gidiyor

antik bir aşkın katıntıları kalıyor sular altında

“yasu!” (2) diye bağırıyor bir balıkçı

eyvallah çekiyor yan masadakiler

bir kadın derinden “samyotisa’yı” (3) söylüyor,

“sagapo me agapi” (4) diyor

bütün meyhane başını önüne eğiyor

kadın şarkı söylüyor

kadın ağlıyor

yâr gidiyor

 

ertelenmiş

ve söylenebilecek bütün sözler adına,

derin bir sessizlik birikiyor yüzlerde

şehvetli melodilerin titreyişi bedenlere dokunuyor

sevişmek nasıl da özlem yüklü

sevişmek nasıl da zor özlerken

celladını bekleyen

ama korkularına rağmen tahtını bırakamayan bir kral gibi,

tedirgin bütün duygular

kadın biliyor

herkes susuyor

yâr gidiyor

 

Nikolas’ın sesi yıkıyor ortalığı,

hala bırakamadığı rum şivesiyle

“canlanin bre yavrularim../ sevdadir bu../..yine gelir..”

kadın ve Niko göz göze geliyor

Niko anlıyor

kadın konuşamıyor

yâr gidiyor

 

masada kalan bir kaç meze

ve yarım bardak tutarında nefes alan,

bir kadeh rakı geceye kalkıyor

dalgalar yüreklere vuruyor,

yürekler ıslanıyor

balıkçı ağlarına takılıyor bütün hüzünler

“denizden babam çıksa yerim” diyen Manos

ah! Manos

Manos bile konuşamıyor

kadın kadehini dolduruyor

sigarası intihar ediyor

yâr gidiyor

 

giderek derinleşen bakışlar,

Madam Sophia’nın sesine takılıyor

“hadi ama../..çalsin sazlar../..geldik biz ağlamaya..?”

kör Maryo lyra’sını çalmaya başlıyor

vurulan kadehlerin yankısı duvarlardan dönüyor

herkes müziğe eşlik ediyor

kadının yüreği yanıyor

kadının yüreği kanıyor

yâr gidiyor.. Pelin ONAY

 

 

(1)rumca’da, yâr gidiyor, demek

(2)rumca’da “şerefe” demek

(3)rumca bir şarkı

(4)rumca’da “seni sevgiyle seviyorum, demek

Gönderi tarihi:

sevgili radya..çok güzelmiş bu şiir..düşüme düştün..canın acımadıya :crying: teşekkür ederim.. :clover:

________________________________________

Telefonlarıma cevap vermeyeceksin…Cevap versen bile, öyle yorgun öyle

isteksiz çıkacak ki sesin, bir küfür gibi…

 

Sevmeyeceksin beni…Biliyorum bu şehri bana dar edeceksin…

Çünkü anladın; sevgimden tanıdın beni.O yanık, o hasta bakışımdan…Uçuruma

atlar gibi sevdalanışımdan…

Sevmek deyince, hemen ardından, ölüm, dememden anladın…

Anladın ve kardeşini bir kabustan uyandırır gibi çırılçıplak gerçeğe

uyandırdın beni; uyandırdın ve kaçtın…

Çünkü sen de benim gibiydin; sen de benim gibi seni sevmeyeni sevdin hep.Sana

acı çektireni…Seni aramayanı, telefonlarına çıkmayanı, çıkınca seninle bir küfür

gibi konuşanı sevdin…Sen de benim gibi seni incitip üzeni sevdin hep.

Bakışından hissettim bunu, kokundan, dokunuşundan…

Beni sevmeyecektin biliyorum ama…Ama, öyle susamıştımki kendim gibi birini

sevmeye…Öylesine muhtaçtımki gercekten incitilmeye, gercekten acı

çekmeye, kendim gibi birini özlemeye öylesine muhtaçtım ki, seni tanır tanımaz

çözüldüm…

Sana da olmuştur…Öylesine susamışsındır ki sevilmeye, kendin gibi birini

bulunca tutamaz kendini, herşeyi, belkide söylenmiycek her şeyi o an, garip bir

telaşla söylersin…

Hatta söylerken anlarsın, söylememen gereken şeyleri söylediğini

hissedersin, battığını, giderek çıkmaza girdiğini…Ama yine de engelleyemezsin

kendini tutamazsın.

Aleyhinde olabilecek herşeyi söylersin…Üstelik bunu anladıkca daha da

batırmak istersin kendini…Biraz daha zor duruma düşürmek…

Daha da kaybetmek, daha da dibe batmak istersin…Sanki bile isteye kendi

mutlulugunu kendi elinle bozmak istersin…Kendinden gizli bir öç alır gibi.

Sanki hiç mutlu olmak istemiyormuş gibi…Sanki hiç sevilmek istemiyormuş

gibi…

Bir tür gurur muydu bu?

Birgün nasılsa ve hiç olmadık bir anda alınıp kopartılmadan, kendi

ellerimizle onu yok etmek, bizim gibilerin mutluluğuna tahammül edemeyen bu

hayatta, bu hayatın zorba kurallarına bir tür başkaldırmak mıydı?

Bir şizofren çocuk tanımıştım bir gün.Tam karşımda

oturuyordu.gencecik, yakışıklı bir çocuktu.Şizofren olduğunu

biliyordu.Biliyordu iyileşemiyeceğini…İki de bir, önce kolunu uzatıp, sonra

avucunu açıyor; Mutluluk avuçlarımdaydı, yakalamıştım ama kaçtı

diyor, kaçtı, derken avuçlarını boşluğa kapatıyordu…

Hiç unutmuyorum, bu hareketi defalarca yapmıştı…

Yine hiç unutmuyorum; burjuvalara özenen bir ailede büyüdüm ben.Görgü kitabı

masanın üstünde dururdu hep.

Annem o kitabı defalarca ezberletirdi bize.Yemeğe nasıl oturulacak..çorba

nasıl içilir? Kaşık nerede, çatal nerede durmalı…Balık nasıl yenir? Peçete nasıl

katlanır…Sinemada nasıl oturulur…

Ben de eskiden senin gibi saftım.İnanırdım bu dünyada bile şölenler

olacağına…Bu dünyada anne, baba, kardeşler, bir sofrada lekesiz bir mutluluk

yaşayabilirler diye inanırdım…O kasvetli görgü kuralları kitabına rağmen

inanırdım…

Önce dilediğim gibi başlardı herşey.Herkes bir arada, sonsuz mutlu gibi…Sonra

birden hiç beklenmedik bişey olur, biri ağlayarak odaya kaçardı…İçerden, arka

odadan, ağlamaklı, sonsuz küskün sesler gelirdi; bıktım artık, bıktım, usandım

hepinizden, gideceğim buralardan, yetti artık! …

Ben de senin gibi saftım o zamanlar…Gidilecek neresi var dı ki derdim…İşte

hep birlikteyiz…Alemi var mı bu mutluluğu bozmanın? …

Sonraları çok sonraları anladım.Meğer biz, bizim aile, herkes, tesadüfen bir

araya gelmişiz tesadüften de öte…Biz…bizim aile, herkes, aslında hiç

istemeden, nedeni bilinmeyen bir zorunluluk sonucu bir araya gelmişiz…

Aslında biz bir araya gelmemek için yaratılmışız.

Hayatın en büyük yanlışıymış bizim bir arada olmamız! …

Evet cok geç anladım…

Bıraktım lekesiz mutlulukları; ben kavgasız, üzüntüsüz bir pazar sofrası

özlerken, aslında herkes…annem, babam, kardeşim o evden uzaklara, hiç dönmemek

üzere çok uzaklara gitmek istiyormuş…

Dünyanın en mutsuz otogarı…Dünyanın en imkansız istasyonuydu bizim

evimiz…Yıllarca uzaklara, cok uzaklara gitmek isteyip, bir türlü gidemeyenlerin

sonsuz bekleme durağıydı bizim evimiz…

İşte bu yüzden sevmek benim için bir tutsaklıktı, tuzaktı böylesi sevip

bağlanmak.Uzaklara cok uzaklara gitmek isteyenleri engellemekti.

Sevgi yüzünden bizim ailedeki hiç kimse istediği yere

gidemiyordu…Birbirimize duyduğumuz sevgi, aynı zamanda bizi birbirimize düşman

ediyordu…

Hem biz, bizim aile…Güneşli bir günde ansızın başlayan sağanak yağmurlar

gibiydik…

Bu yüzden hep hırçın, hüzünlü, kırgındık…

Bu yüzdendi, her şeyi, çok iyi gidiyor sanırken, içimizde yükselmesine bir türlü

engel olamadığımız o felaket duygusu…

Anlamıştım senin ailen de böyleydi…

Üstelik öyle severlerdi ki sizi, birgün hiç olmadık bir anda, aslında

istenmeyen çocuklar olduğunuzu söylerlerdi size! …

Sana ya da kardeşine…Tesadüfen dünyaya geldiğinizi…Beklenmedik bir misafir

olduğunuzu! …Aksi gibi, istikbaliniz için hiçbir şeyi esirgemediklerini

söyledikten sonra söylerlerdi böyle sıradan şeyleri! …

Sizin için…Senin için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadıklarını söyledikten

sonra…

Senin de ailen benimki gibiydi…Güneşli bir günde ansızın başlayan sağanak

yağmurlar gibiydi…Bu yüzden sen de benim gibi böyle hırçın, hüzünlü, kırgınsın

her şeye…

Yıllar önce tanıdığım o şizofren çocuk gibi; tam mutluluğu yakalamışken

kaybetmiş gibisin hep…

Ben beni istediğim gibi sevmemiş olan annemin hayaletini arıyorum imkansız

kadınlarda…

Sen, seni istediğin gibi sevmemiş olan babanın hayaletini arıyorsun imkansız

erkeklerde…

Biliyorum ne ben o kadını bulacağım ne de sen o erkeği bulacaksın…

Ve ne acı ki, hep bizi sevmemiş olanları seveceğiz ikimizde…Ne acıki, hep bizi

incitip üzenlere bağlanacağız…Telefonlarımıza çıkmayanlara… Çıksa bile küfür

gibi konuşanlara sevdalanacağız…

Bizden bir çift güzel laf esirgeyenleri özleyecegiz…

Ölesiye, amansız seveceğiz onları…

Biliyorum, bu yüzden odan böyle…Güncelerin ortalık yerde…Kitapların

orada, burada…Anıların saçılmış ortalık yere…Her şeyin darmadağın…

Biliyorum bu yüzden düzenden, adı düzen olan her şeyden nefret ediyorsun…Sen

de benim gibi; toparlayıp da ne yapacağım, düzenli olunca ne olacak; sonunda bir

gün biri gelip her şeyi, biriktirdiğim, düzenlediğim, üzerine özenle titrediğim

her şeyi daha önce hep olduğu gibi hiç beklemediğim bir anda savurup, bozup

gitmeyecek mi, diye düşünüyorsun…

Biliyorum, sen benim için hiç bir zaman ulaşamayacağım annemin

hayaletisin…Ailemdeki insanlar gibisin çok duygusal çok güçlü, çok yaralı…

Onlar da senin gibi seninkiler gibiydi…Aklı başında, mazbut insan rolünü

oynamaktan ve ertelenmiş düşleri yüzünden yorgun düşmüş, yarı çılgınlardı…Hepsi

yanlış evde ve yanlış bir yerde yaşadıklarını söylerlerdi…Düşleri çok

garipti…En kısa yolculuk bile onları yorduğu halde; okyanusları aşmayı ve başka

kıtalara gitmeyi düşlerlerdi…

Yine aradım seni, yoksun…bulsam, benimle küfür gibi konuşacaksın…

Bir kere çözüldüm sana…Bir kere sana senin gibi olduğumu hissettirdim…

Oysa baştan beri biliyordum; sen.seni sevmeyenleri seversin.Tıpkı benim

gibi…

Ama öyle özledim ki benim gibi birini sevmeyi…Öyle özledimki kendim gibi

biri tarafından incitilmeyi, üzülmeyi…

Yine aradım seni yoksun…Beni de birileri arıyor…Beni de kendi gibi birini

sevmeyi özleyenler arıyor…Kendi gibi biri tarafından incitilmeyi, üzülmeyi

özleyen birileri arıyor.

Hiç cevap vermiyorum…BEN SENİ İSTİYORUM, SENİ ARIYORUM…

Kayıtsızlığınla beni yok ediyorsun, geride sen kalıyorsun.Ama seni de biri

yok ediyor…

Aslında bu oyunda herkes birbirini yok ediyor…

Ben birilerini, o birileri başkalarını.Sen beni…Seni bir başkası…

Hem çok iyi biliyorum; beni sevsen bile hiç kapanmayacak bu yaram…Seni biri

sevse de hiç kapanmayacak bu yaran…

Hiç kapanmayacak! …Avuçların hep boşluğa kapanacak.Tıpkı o şizofren genç

gibi…

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.