Misafir orvldf Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2014 Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2014 Ölüm, yaşamın sona ermesidir. Doğumla başlayan yaşamın çocukluk gençlik olgunluk ve yaşlılık dönemlerinden sonra doğal nedenlerle veya başka etkenlerle sona ermesi. Ölümü sınıflandıracak olursak. Hukuki ölüm; Hukukun kabul etmesi gereken ölüm belirtileridir. Solunumun ve kan dolaşımının durması olayıdır. Dolaşımların 45 dakika kadar durması sonucu beyinde geri dönülmesi mümkün olmayan hasarlar oluşur. Bundan dolayı da suni müdahaleye bile gerek duyulmaz. Organlar yaşam fonksiyonlarını yerine getiremez olmuştur. Buna hukuki ölüm denir. Hücresel ölüm ise; En gelişmiş beyin hücreleri nin oksijensizliğe dayanıklılık süreleri 30 dakika en dayanıklı hücrelerin ki birkaç saate kadar uzanmaktadır. Yani hücre ölümü daha uzun zamanlar almaktadır. Organ nakilleri de bu yüzden saatler içinde mümkün olmaktadır. Tıp ilmi her dokunun hücre ölümü ile ilgili süreci bilmektedir. Beyin ölümü; Dolaşım ve solunumun azalması sonucu beyinin çoğunluk aktiviteleri durduracak kadar hasar görmesidir. Hasar sonucu beyin yüksek oranda zarar görmüş fakat solunum ve dolaşım devam etmektedir. Buna da beyin ölümü yada bitkisel hayat denilir. Hücre yaşamı devam ettiğinden organ nakli yapılabilir. Ölümleri bu şekilde sıraladıktan sonra nedenlerini açıklayacak olursak. Hücrelerin yaşlanmasından dolayı organların yorgunlaşması ve sonuçta çalışmasını durdurması. Kan dolaşımı için başta kalbin, oksijen dolaşımı içinde Akciğerin çalışma yeteneğini kaybetmesi sonucudur. Diğer etkenler ise intihar cinayetler ve fiziki darbeler sonucudur. İnançların kabulüne göre, hayati fonksiyonlarını kaybetmemiş bir vücutta birde ruhsal bir eş bulunmaktadır. Ruhun biçimi, şekli, ağırlığı, hangi maddeden yapılmış olduğu da belirtilmemiştir. Yalnızca öyle bir ruh deyimi yakıştıra gelinmiştir. Hukuki yaşam fonksiyonları kaybedilince mi, hücresel ölümle mi yoksa beyinsel ölümle mi vücudu terk edeceği de ayrıca belirtilmemiştir. Yaşam fonksiyonlarını kaybetmiş bir ruh bedenden ayrılıp gitmektedir. Ama nereye gitmektedir. Belirtilmemiştir. Bazı inançlılar bunun diğer bedenlere girdiğine bazıları da büyük ruh’a (Tanrı) kavuştuğunu söylemektedirler. Ruh, mitolojik bilgilerle başlamış, daha sonra ilkel ve çok tanrılı dinlere, sonrada tek tanrılı dinlere evrilerek geçmiştir. İncelenildiğinde her türlü olgularla birleştirilmeye çalışılmış olduğu belirtilmektedir. Yaratıcılar için, iyilikler ve kötülükler için, insanlar için, hayvanlar için, hatta bitkiler için bile. Zamanım olmadığından örneklerini de buraya yazamadım. Meraklılar, mitolojik bilgiler ve dinler tarihi araması yapabilirler. Bir yaratıcı, diğer yaşam, melek, şeytan, cennet cehennem ve ruh olgusu da inanç bilgileri (teoloji) ile bu güne dek biri birinden kopyalanarak günümüze dek gelmiştir. Gerçek bilgiler bilimsel bilgilerdir. Bilim ruh olgusunu kabullenmez. Herkese selamlar. Eğer ruhun varlığı kabul edilmiyor ise kendi varlığınızıda inkar etmiş olursunuz.... Ruhun varlığı, Allah’ın yaratmasından başka hiçbir şey ile izah edilemediğinden dolayıdır ki, ateistler ruhun varlığını inkâra yeltenmişlerdir. Çünkü ruhun varlığı kabul edilirse, onu yaratan Allah da kabul edilmek mecburiyetindedir. Bizler bu makamda ruhun varlığına ait delilleri beyan etmeyi uygun görüyoruz. 1- Hukuk, kardeşlik ve aile gibi kavramlar ancak ruhun varlığını kabul ile kaimdir. İsterseniz biraz daha açalım: Bilindiği gibi insan altı ayda bir bedenindeki bütün hücreleri değiştirmekte, âdeta yeni bir insan olmaktadır. Şimdi bir katilin mahkemede hâkimin karşısına çıktığını düşünelim. Hâkim ona ceza olarak yirmi sene hapis vermiş olsun. Bu katil hâkime dönerek şöyle dese: “Siz bana ceza veremezsiniz. Çünkü cinayeti işleyen ben değilim. Hücrelerimin değişmesi ile ben yeni birisi oldum. Şu andaki cismim masumdur.” Bu sözlere karşı hâkim ne diyebilir ki? Hiçbir şey! Çünkü o da eski hâkim değildir. Bir de kardeşlik ve aile mefhumunu düşünün. Beni dünyaya getiren annemin defalarca maddi bedeni değişikliğe uğradı. Beni dünyaya getirdiği andaki vücudundan geriye hiç bir şey kalmadı, tamamen değişti. Benim annem maddi cihetiyle, beni doğurduktan altı ay sonra öldü. Eğer ruhun varlığı kabul edilmezse bu çıkmazdan nasıl çıkılır? 2- İnsan bir boşlukta dünyaya gelse ve göz, kulak, el gibi azaları olmasa; uzunluk, yakınlık, büyüklük, küçüklük gibi mefhumları anlayamamakla birlikte, kendi varlığından asla şüphe etmez. Zira göz, kulak ve el gibi azalar insanın dış âlemi tanıyabilmesi için gereklidir. Kişi, o azalar olmadan dış dünyayı tanıyamaz; ama kendi varlığından da şüphe etmez. İşte bu durumda kendini bilen varlık ruhtur. 3- İnsan bir iş yaptığında “Ben yaptım.” der. Bu “Ben yaptım.” sözüyle, fiillerini azalarına isnat etmez. Yani “Ben yaptım.” derken, “Elim yazdı, ayağım koştu, kulağım işitti…” gibi manaları kastetmez. O hâlde insanın “Ben yaptım.” sözüyle kastettiği “Ben” nedir? İnsan “Ben” demekle nefs-i natıkasını, yani ruhunu kasteder. “Benim kalemim.” dediğinde, o “Ben” ruhtur. 4- Maddenin tabiatında irade ve seçebilme yeteneği yoktur. Hâlbuki insanda nihayetsiz iradi hareketler vardır. Eğer insan sadece maddi bir varlık olsaydı, insanda iradenin olmaması gerekirdi. Çünkü maddede irade yoktur. O hâlde bu iradi hareketlerin sahibi madde olamayacağına göre ruh olmalıdır. Demek insandaki irade, ruhun varlığına açık bir delildir. 5- Maddenin tabiatında irade olmadığı gibi; işitmek, görmek, tatmak, hissetmek gibi diğer sıfatlar da yoktur. Eğer insan, ruhu olmayan maddi bir varlık olsaydı. O hâlde mezkûr sıfatların insanda bulunmaması gerekmekteydi. Madem vardır; o hâlde insan sadece maddeden yapılmış bir varlık değildir. Onun bir ruhu vardır ve bu sıfatlar da ruhun sıfatlarıdır. 6- Beyin açılarak, parmağı oynatmakla görevli sinire tembih yapılsa, parmak hareket eder. Fakat asla bir düğmeyi ilikleyemez. Çünkü düğmeyi iliklemek kompleks bir harekettir ve hiçbir siniri tahrik etmekle bu fiil gerçekleşmez. O hâlde sorumuz şu: Parmağa, düğmeyi iliklettiren beyin değilse, nedir? Elbette ruhtur! 7- Maddenin hareket edebilmesi için ona maddi bir temas gerekmektedir. Maddi bir temas olmaksızın maddenin hareketi mümkün değildir. Hâlbuki televizyon seyreden bir insan; güler, ağlar, korkar, heyecanlanır ve hakeza… Acaba gülen veya ağlayan madde midir? Elbette hayır, çünkü maddi bir temas gerçekleşmedi. Öyleyse bu fiiller kime aittir? Elbette ruha! 8- Bir insanı ölmeden tarttık 70 kg geldi. Öldükten sonra tarttık yine 70 kg . Acaba bu insandan ne çıktı ki; güler, koşar ve konuşur bir hâlde iken birden cansız bir hale geldi? Elbette ruh. Çünkü maddi bir kayıp olmadığı tartı işlemi ile ispat edildi. 9- Herkesin beyni aynı şekilde çalışır; ama buna rağmen fikir farklılıkları vardır. Acaba bu fikir farklılıklarının sebebi nedir? Elbette farklı ruhlarının bulunmasıdır. Eğer fikir sadece beynin bir fonksiyonu olsaydı, herkesin aynı düşünmesi gerekirdi. Zira maddenin sıfatları sabittir ve değişmez. Demek fikirlerin farklılığı, ruhun varlığına bir delildir. 10- Maddi bilimin dahi kabul ettiği telepati, ruhun varlığından başka hiçbir şey ile izah edilemez. Birbirlerinden kilometrelerce uzak olan iki insanın vasıtasız muharebe etmesi, madde ile nasıl izah edilebilir? Demek telepati de ruhun varlığına bir delildir. 11- Telekinezi denilen; maddeye temas etmeden, düşünce ile maddeyi hareket ettirmek ancak ruhun varlığı ile izah edilebilir. Dikkat ve konsantrasyon sonucunda kaşıkları eğenleri, önlerindeki eşyaları harekete geçirenleri görmüşüz veya okumuşuzdur. Acaba bu hadiseyi madde ile izah etmek mümkün müdür? Elbette değildir! O hâlde telekinezi de ruhun varlığına bir delildir. 12- Rüyalar da ruhun varlığına bir delildir. Birçok zaman rüyamızda gördüklerimizin o gün veya daha sonra vukua geldiğini görürüz. Bu, ruhun gayb âlemlerine yakınlaşması sonucunda elde ettiği bir bilgidir. Ruhu inkâr edersek bu hadiseyi ne ile izah edebiliriz? Demek rüyalar ve bilhassa sadık rüyalar ruhun varlığını ispat etmektedir. 13- Şimdi hayalinizi kullanarak vücudunuzdaki bütün etleri bir yerde toplayınız. Şimdi de kemikleri ve sırasıyla kılları, gözleri, tırnakları ve diğer maddi azaları da aynı yerde toplayınız. Şimdi soruyoruz: Duygularınız nerede? Şefkat, muhabbet, aşk, hırs, kin gibi yüzlerce his nerede? Eğer bunlar maddi bedenin malı olsaydı, onları da hayalen bir tarafa ayırmamız ve vücutlarını görmemiz gerekirdi. Demek bu duygular cismin değil, ruhun malıdır. O hâlde insanda bulunan her bir duygu ruhun varlığına bir delildir. 14- İnsanlarda lütuf, cömertlik, cesaret, ilim gibi sıfatlar farklı farklıdır. Birisinde deniz iken, diğerinde damladır. Eğer bunlar maddenin özellikleri olsaydı bütün insanlarda aynı derecede olması gerekirdi. Çünkü maddenin sıfatları sabittir ve değişmez. O hâlde bunlar maddenin sıfatı olmaz; ancak ruhun sıfatlarıdır.Demek insanlarda farklı derecelerde bulunan bütün sıfatlar ruhun varlığını ispat etmektedir. 15- Neşe ve elem iki kaynaktan gelir. Birisi cismanî elemler ve lezzetlerdir. Diğeri ise ruhanî elemler ve lezzetlerdir. Mesela dostuna kavuşan bir kimse lezzet duyar. Bu maddî değil, ruhanî bir lezzettir. Yine denilmiştir ki: “Kılıç yarası iyileşir; ama dil yarası iyileşmez.” Acaba dilin yaraladığı şey, ruhtan başka bir şey midir? Demek insanın aldığı bütün ruhanî lezzetler ve elemler, ruhun varlığını ispat etmektedir. Ruhun varlığı konusunda para psikologlar ve çeşitli bilim adamlarıda ciddi araştırma ve yayınlar yapmışlardır. Biz bunlardan kaçınılmaz bilimsel gerçekleri yansıtan bazı önemli tesbitleri özetleyeceğiz. a. Telepati: Amerika, ilk atom denizaltısını (Natilus'u) denize indirirken, ilk kez askerî bir disiplin altında 13.000 millik mesafe içinde ve deniz altında telepatiyi bilimsel gerçeğiyle ispatlamıştır. Bunun dışında anne ile bebek arasında hatta büyümüş çocuklar arasındaki telepati kesinlikle bilimsel hüviyet kazanmıştır. b. Ruhî telkin : Bunun bir sonucu olan hipnoz, uyutma olayı da en kesin deneylerle ispatlanmıştır. Bir insan, karşısındaki insana madde ötesi etki yaparak onun maddesel biyolojisini etki altına alabilmektedir. c. Telkinle zihin okuma olayı: Einstein ve Freud'un birlikte oldukları, Newyork'taki bir evde; Messing tarafından ispatlanmıştır. Bilimsel bir araştırma amacıyla yapılan deneyde Messing, Freud'un zihninden geçenleri Einstein'in hakemliği ve şahitliği içinde bilmiş ve bu iki ünlü bilim adamını hayretler içinde bırakmıştır. d. Rüyalar: Bazı bilim adamlarının hâlâ beyin işlemi saydıkları rüyaların üç yönü. insandaki ruh varlığı gerçeğini kesinlikle ispatlar: 1. Geleceği açıkça belirten rüyalar. 2. Hiç gitmediğimiz yerleri önceden rüyada görme ve rüyadaki iç spikerin bize verdiği izahlar. 3. Bir günlük bebeğin uyurken gülmesi: Bu olay; rüyaların gündüz yaptıklarımızın tekrarıdır tezini tamamen yok etmektedir. Bebekler gündüz ancak 25 - 40 günlükken gülerler. Halbuki doğduğu günden itibaren rüyasında gülmeye başlar. e. Ölüm anı yaklaşınca ortaya çıkan zihnî zindelik: En ağır hastalıklara yakalananlar bile günden güne eriyerek ve ızdırap çekerek son saatlerine geldiklerinde; ani bir zihnî zindeliğe kavuşur. Hafıza berraklasır. Acılar diner, adeta tükenen madde üzerinde, ruh kendi zindeliğini aşikar bir şekilde beyan eder. Ölüm; adi maddesel bir o!ay olsaydı; duygular ve zihin yavaş yavaş sönüp bir perde gibi kapanırdı. Ölüm sırasında göz bebeklerinin genişlemesi adi bir felç olayı değildir. Norovejetalif sinir dengesi sıradan bir felç yapsaydı göz bebekleri daralırdı. Bu genişleme göremediklerinin özlemiyle birlikte- oluşur. f. Ani yeteneklerin belirmesi: Ruh konusunda başka bir gerçek de, birçok insanlarda beyin gelişmesi ve eğitimiyle izah edilemeyen ani yeteneklerin belirmesi (resim ve şiir gibi) ve bilmediği dilleri, görmediği ailelerin öykülerini hatırlamasıdır. Parapsikologlar bu olaylara Reenkarnasyon (ruhun beden değişmesi) derler, ancak bu yorum yanlıştır. Ruhun bir bedenden diğerine intikale ihtiyacı yoktur. Bu olaylar ruhun bir başka ruhla kısa devre alış verişi anlamına gelmektedir. Ruhun varlığı konusunda pek çok ilginç müşâhadeler olmuştur. Biomanyetik alan, telekinezi (uzaktan bir cisme etki yapma)... Ölümden dönenlerin ölüm anını anlatma öyküleri hep ruh konusunda net olaylardır. Ancak unutmamak gerekir ki; insanların tüm zihinsel yeteneklerini ve duygusal ilgilerini hâlâ insan beynine mal edenler vardır. Bir çok ruhsal olayları esrarengiz beyin dalgaları ile izah etme çabaları sürüp gitmektedir. Bunlar için verilecek cevap beyin ameliyatları sonucu ortaya çıkan gerçeklerdir. Bazı büyük beyin tümörlerinde, beyindeki hareket merkezi dışında büyük bir bölüm (beynin üçte birine yakını) alınmaktadır. Bu durumda insanın zihnî yeteneklerinde kayda değer önemli değişme olmamaktadır. Eğer beyin tümüyle zihni koordine etse, yönetse idi; bu ameliyatlardan sonra ruhsal yeteneklerimizin büyük ölçüde yok olması gerekirdi. Beynin ön ve yan ön lobları zekâ merkezi diye tanımlanmış, bu ameliyatlardan sonra bu lobların tamamen alınması halinde ciddi bir zekâ problemi ortaya çıkmamıştır. Yeni araştırmalar bu bölgelerin kompitür görevi yapan uyum merkezleri olduğunu ispatlamıştır. Ameliyatlarından sonra bu görevi diğer bölgelerin ele aldığı anlaşılmıştır. Şu halde bilimsel olarak şu yargılara varmak yerinde olacaktır: a) İnsanda madde ötesi yetenekler vardır. Bunları vücudun maddesel yanı ile izah mümkün değildir. İnsanın, insanlığını ispatlayan; sevgi, san'at, telkin, önsezi, telepati yönleri onda madde ötesi bir yanın olduğu gerçeğini doğrular. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.