Misafir şevval Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2005 Bitme Bitme, bak, içtim, yürüdüm, kederlendim Denize girdim, üşüdüm, sana geldim. Düş bitmeden sen bitme. Bitmeden sevgi gitme… Bitme! Bak, koştum, savruldum, hep örselendim. Cıgara ziftlendim, ille de seni sevdim. Uzaklarda öyle çok kederlendim. Günler bitmeden bitme. Bitmeden hasret gitme… Bu yangın geceler, bu intihar. Gidersen paramparça yüreğimde ağıtlar! Bu dolunay gecenin göğsünü yarar. Benim göğsümde de sana geniş bir yer var. Düş bitmeden sen bitme. Bitmeden sevgi gitme... Yılmaz Odabaşı Kendine Benim İçin Gül Ver (Sensizlikle flört etmeyi sen değil, sensizlik bilir; sesi ses, sessizliği sensizlik bilir…) Korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin ellerinden tut! Çok ağrımış kendinin, siyah ve ayaz kendinin. Hep avuttuğum düşler için bana bir gül ver... Bak, Palandöken dağlarında karlar erimiş, teknelerle kol kola bir bahar sulara inmiş; dağlar için, sular için bana bir gül ver. Bir gül ver söküldüğüm günler için -ve önce kendinin ellerinden tut.- Kendimin ellerinden tutunca, içimden nehirler gibi akmak geliyor; yollara çıkmak, yolculuklara bakmak geliyor. Geberesiye içip salaş meyhanelerde, buralardan böyle ceketsiz kaçmak geliyor… Tutunca kendimin ellerinden, pusulasız gemilerde yatmak; yaşlı ve şefkatli bir azizenin koynunda sabaha dek kıpırtısız susmak geliyor… Sevgilim, iyi insan, tutunca ellerimden, ömrümün içinden akmak geliyor... (Sessizlik sensizliği ezbere bilir; sensizlik her şeyi bilir...) Korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin ellerinden tut; sonra bana aşkı öğretmeyen kendimin ellerinden... Bak, yıllarım sırılsıklam/ yağmurlar giymiş, günlerin avlusuna yeni yeni çocuklar inmiş; dağlar için, sular için bana bir gül ver. Avuttuğum düşler için bana bir gül. Bir gül pusulasız gemiler, sökülmüş günler için... (Ben bütün yeşillerimi inatçı ayazlara çaldırdım; sen kendinin ellerinden tut ve kendine benim için bir gül ver.) Kendine bir gül(ü) ver Yılmaz Odabaşı Alıntı
Φ şilan Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2005 BİR NEHRİN TÜKENİŞİ hasretin kan çanağı gözlerinde oturuyorsun seni soruyorum hiçbir şey bilmiyorsun hep bir çağlayan gibi senin sevdana aktım sen ise sularını kaçıran bir nehir gibi uzaktın... tükenişi bir aşkın bir nehrin tükenişine benzer ne deniz olabildin ne nehir kalabildin... kendin ol kendin ol sen buysan başkası ol! buysan kederden öleceğim başkası olursan da kimi seveceğim? /ne diyarbakır anladı beni ne de sen oysa ne çok sevdim ikinizi de bir bilsen.../ YILMAZ ODABAŞI GİTTİĞİN YER gittiğin yer bir yağmur damlası kadar yakın gittiğin yer bir uçurum kadar uzak herkes yeniden yazgısına kanacak gittiğin yer kalbimde hep kan kadar sıcak gittiğin yeri anlamak gittiğin yeri ağlamak bir çerçevede yarım bir gülüş ve yalnız bir fotoğraf bırakarak yine bahar açacak, güvercinler uçacak gittiğin yerlerde sana kimler bakacak? gittiğin yer bir yağmur damlası kadar yakın gittiğin yer bir uçurum kadar uzak seni benden zaman, seni ölüm alırdı ancak gittiğin yer hasretimin kavalyesi olacak... YILMAZ ODABAŞI Şevvalim beni mahvettin Yılmaz Odabası offffffffffff ya dılemim Alıntı
Φ karçiçeği_m Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2005 VAR GİT ARTIK buralarda gece uzun gün ışığı yakındır var git artık bakma ardına ölüme fazla sokulma ama düşün ki mevsim rüzgarlarının savurduğu bir orman insan sev onu, sokul, konuştur doludur fazla üstüne varma hep susmak susmak... yetmiyor bazen işte bu yüzden bütün ışıkları yanmalı yeryüzünün ozanlar herşeyi anlatmalı var git artık acıyı aşındırma tut ve at sevdaya uzayan çağlayana HAYAT GÜL KOKULU BİR SAĞANAK YİNE gözlerimin önünde ıslak dağların kabaran yalnızlığı ne varsa uçurumlar eşiğinde hüzünlerle yalpalayan ne varsa gözlerimin önünde ve hayat gül kokulu bir sağanak yine birşeyler anlatmak istiyor hayat ve alıp götürmek bir şeyleri kurt sofralarına gün batıyor gün batıyor bukağısı paslı bir sevinç oluyor yalnızlığım unutuyorum sevgilim suretini durgunluğun “niçin”di unutuyorum gün batıyor ürkek yıldızlar dolanıyor yalnızlığıma umurumda değil ne yağmur ne ayaz ne de kerpiç kokusu havada unutuyorum/sabaha/kadar/ gün batıyor sonra bir akasyayı okşuyor gözlerim geciken sabahlara koşuyor kuşlar gözlerimin önünde ve hayat gül kokulu bir sağanak yine Yılmaz ODABAŞI Alıntı
Φ made in turkey! Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 KONUŞSAM SESSİZLİK SUSSAM AYRILIK resmin rehindir gurbetimde gurbetimde sesleri aşındırmış kimliksiz bir kasaba ve senin kederini ıslatan o yağmurlar rehin alnı özlemle dağınık bir akşam getirdim sana sar, büyüt ellerinle, konuk et sıcaklığına konuk et kanatları kanatılmış kuşlar getirdim sana... ve akşam, bir kez daha saçlarını topla ve dağıt sesini rüzgârlara “bir of çeksen karşıki dağlar yıkılır” çekmiyorsun! akarsuları imrendiren yüzün de sabahçı kahveler de biliyor görüşmeyeli yorgunum yıkık kentler kanadı sevinçlerimle görüşmeyeli ya sen nasılsın adım, adresim durur mu defterinde? şimdi siirt'te koyun kokulu bir gecedeyim beynimde iklimsiz papatyalar ve kuşatılmış bir akşam duruyor penceremde sokakların gün batınca neden boşaldığını ve yüreğimin neden kabardığını bilmiyorum konuşsam: sessizlik/gitsem: ayrılık sonra kıpırtısız yasladım göğsümü boğulmuş güne al bu çağrıları sulara göm, o uzak sulara gurbetini rehnetme özlemimde… YILMAZ ODABAŞI sevgilerimle....... Alıntı
Misafir TheLastofMohicaN Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 SAKLA YAMALARINI KALBİM ne gül ne yarın! gül, küle karılmış günlerin tortusunda yarın, vurulmuş yatıyor bugünün avlusunda sakla yamalarını kalbim... insanlar büyüdükçe günler kısalırlar günlerimiz gibi aşklarımız da yittikleri duraklarda kalırlar sakla yamalarını kalbim... kendini bıçak gibi ışıyan yeni güne bağışla yürü, arkana bakma, ama umursa bazen anılara en çok yakışan elbise birkaç damla gözyaşıdır unutma... YILMAZ ODABAŞI Alıntı
Misafir TheLastofMohicaN Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 YÜZÜNÜ ARADIM, GEÇTİM (yitirdiğin her şeyde kazandığın bir şey var; kazandığın her şeyde biraz yitirdiklerin. bu yüzden birileri hep ısınıp dururken dinmez üşümelerin...) ben de benim olmayan şeylerle varım; benim olan zaten benimse, olmayan şeylerle... varsam, buradaysam belki de onlar için... yüzün için belki de, yüzün nerede? birbirini tekrarlayan günlerin yaslı boğuntusunda nedir aradıkları insanların? bu koşuşturmada, bin telaşla! herkes birileriyle bir mutluluk düşü kuruyor; o düşle ıslanıyor, o düşle uyuyup uyanıyorlar; sonra düşleri de yakıyor günler. bu kez yeni bir düş daha kuruyorlar; sonra bir daha, bir daha! bütün düşleri yakıyor günler. yaşam yanıltmanın, insanlar yanılmanın ustası oldukça yine yeni düşler deniyor ve deneniyorlar... işte her düşün peşine bir şarkıyı takıyorlar. düş gidiyor, peşisıra şarkı da. bir de(n) paramparça oluşunu görüyorlar düşlerin. her düşle bir şarkıyı yakıyorlar... şarkılar yakıyorlar; şarkılar onları yakıyor sonra. /İnsan, insanın diyalektiğine tükürüyor; insanı yakıyorlar!/ bunları düşünüyorum ve akıp gidiyor günler siyah beyaz resimler hırçınlığında. sormuştun ya, işte her şey ortada, her şey! önce kuşları vurdular orada, paramparça parçaları bir yana; bir bir savruldu yangınların ortasına kanatları da! ben soluk soluğa dışarıdayım, seni buldum... seni buldum ya, bu kez seni vurdular orada, seni! her şey sürdü yine, her şey! baktım daha durmuş da uzayın rengini demliyor asalak dünya; baktım ki dağlar ve güller yine akraba; daha bembeyaz uyuyordu kadınlar o esmer uykularda. oysa seni vurmuşlardı, seni, orada! sonra gelip geçen her sabahla öyle susadım ki yüzüne yokluğunda... yüzünü özledim, yüzünü, anlasana! “anlasana” diye yazdım ve üç nokta koydum yanına, ama boşuna, boşuna; “boşuna!” diye yazdım ve kalkıp dışarı çıktım. saat 0.5’i birkaç dakika ve bir miktar saniye geçiyordu; ağaran günün teninden sağanak dökülüyordu. yüzünü aradım... yüzünü aradım: kalan kuşlar sen bu kentteymişsin gibi uçuyorlardı. insanlar kalabalık ve kabarıktı; silahları ellerine, tetikleri parmaklarına göre seçiyorlardı. uçaklar pike yaparken bu kentin göklerinde, bak dedim, bakacak bir göğümüz bile kalmadı işte! yüzünü aradım gökyüzünde... yüzünü aradım: sabahın tenine birer birer dağılırken işçiler; yüzünü aradım rastgele atılırken kahve önlerine iskemleler. günler siyah beyaz resimler hırçınlığında ve ben burada bir eski çağ enkazında! kızlar, boyanıp kuşanıp kız kıza dansederken düğünlerde, yüzünü aradım, kendi olan yüzünü düğünlerde... sonra gelinler korkularını atmışlardı eşiklere; yorgunluktu sonrası işte, yüzünü aradım gelinlerde... yüzünü aradım, geçtim... geçtim: şarkıları paramparça görmekten, bu satırları yazmaktan geçtim! oysa hep kalemimle değil, bir gün kanımla kıpkızıl yazmak istedikleri vardı benim de; onları henüz yazmamış olmaktan geçtim... çalışma masamdan kalkarak elimdeki fincanı duvara çarpıp paramparça etmekten geçtim! geçtim: sabahla birlikte kaynayan çorba kazanlarının kokularından, yol boyu uykularını alamamış köpeklerin korkularından; siyah ışıklardan, çoğalan çocuklardan, azalan ağaçlardan, arabesk feryatlardan ve ucuz umutlardan... “iyiyim, sağol, sen nasılsın”lı merhabalardan; ağır ağır yayılan çöp kokularından, farlarını kapamayı unutmuş taşıtlardan, feodal şatolardan ve yasalara yelkovanlık yapıp, kendinin saniyesi bile olamayanlardan! hızla kirlenen bir dünyadan hızla geçtim... geçtim: sensizliğin tahriş olmuş sızılarından, eksoz homurtularından, cami avlularından, düşleri iğdiş orospulardan, yasadışı iş yapan yasa memrularından... ellerini çaldırmış ellerime bakmaktan geçtim; sensizliğe inanmamaktan... sis kaplamıştı kenti; dağılsa sanki bir ..k varmış gibi! sisleri yarıp geçtim... yoktun, kendimden geçtim; kızdım, dağıttım, sana küfürler ettim... bir bilsen sana ne güzel küfürler ettim; yoksa kederden geberecektim! gökyüzü tümünü de ağır ağız izledi; gökyüzünün renginden geçtim... sonra yeni kuşlar üşüştü gökyüzüne. bir sevindim, bir sevindim; gökyüzü yüzlerce kanattı işte! ama sen, sen orada bir serçe gibi üşüyor muydun yine? üşüyordun ve bunu biliyordum; çünkü her şey ortada, her şey! bak, kimin temiz bir göğü varsa kirletip bırakmışlar avuçlarına... bu yüzden insanlar elleri ceplerde çıkıyorlar sabahlara. coşkular deprem, sevinçler sıtma... söyle senin yüzün nerede, yüzün? nerede başlar bir aşk ve biter, nerede? nerelere gömerim seni ben, nerelerde ölürsün oysa sen! nerede, yüzün nerede? sonra çıkıp bu kentin uğultusuna çarpıyorum; bu kent de uğultusunu bana çarpıyor, çarpışıyoruz, kimseler görmüyor... bir sorudur: “kurtarıcılar işgâlci olabilir mi? ya da işgâlciler kurtarıcı?” sonra oturup yüreklerden damlayan terin hesabını tutuyorum... hesabını kimselerin bilmediği bahçelerin dudağında kanayan uzak güllerin. sevgiye bütün misillemelerin, gecelerin, seslerin, kederlerin... karacadağlı bir çocuğun kan çıbanının, şemdinlili bir ağıdın, kasrik’ten esen poyrazın, peru’da bir balıkçının ve botan’da yakılan köy evlerinin... öyle acı ki her şey unutmak istiyorum! kendimi bir menekşenin rengine, bir gülüşe k(atıp) unutmak! unutma düşüncesini bile unutmak! yitirmiştim o aşkın kimliğini, hükümsüzdü... hükümsüze hükümlü bir aşkı unutmak istiyorum... sonra asker çocukları, mapus çocukları, ayyaş babalara sitemsiz çocukları, yitirilmiş çocukları... uçarı bir çocukluğu yitirmiş benim de yüzüm; yüzüm, zamansız ihtilallerde. ihtilalleri tutun çocuklar erken yaşlanmasınlar! yarayı tutun, yarayı! güçleri öpüştürün, gökyüzünü dönüştürün; yoksa ölünür alnında günün! ölmeleri hani sessiz, hani genç, unutmak istiyorum! eski yoldaşların gözbebeklerinde kaynayan bir düşün düşüşünü unutmak! unutmasam, ben de kalemimi kendim için kıracağım! biz kapkara gecelerin göğünde küçük, ak noktalardık; bir düşünün, ne aklıklar gizler gece; ne aklıklar öyle susar gecede, ama öyle öyle çok gecedir ki gece, aklığımızı büsbütün örtecek kadar... örtülüşünü usulca aklığımızın unutmak istiyorum... işte bundan, coşkuyu sevmiyorum artık öyle kabara köpüre nehirler gibi; siz orada kalabalık ve kabarık kalın, sağolun, yalnızlık iyi, yalnızlık iyi... yalnızdım, üşüyordum ey özlem! beni bir gün belki bu özlem öldürecekti. ölecektim bir gün erken, belki kederden. yakın o gün! beni yakın! savrulup aksın küllerim dicle nehrinden... akıp geçerken günler siyah beyaz resimler hırçınlığında, sormuştum ya, işte her şey ortada, her şey! /ben ölürüm; dağlar ve güller yine akraba.../ artık gün doğunca bütün darağaçlarını kursunlar, kursunlar, kur-sun-laar! her şey bu kadar güzelken, böyle bir yanıyla sığ yaşanana, boğulana, savrulana, kirlenene dalkavukluk, çirkinliğe figüranlık etmekten bık-tıııııııım! ya kuşlar? sahi, ne demek ister kalan kuşlar? YILMAZ ODABAŞI Alıntı
Φ şilan Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 KURTULAMAZSIN önce sesini sonra yankısını çaldırdın şu beton ormanında bu kent de tükürdü aşklarına kal orada! artık hiçbir şeyden kurtulamazsın ıslanmışsın bir kere oğlum yaş gününde kuruyamazsın.. YILMAZ ODABAŞI Alıntı
Misafir şevval Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2005 AŞK BİZE KÜSTÜ biz bu kentlere sığdık da bu kentler bize sığmadı âsiya ve bir çığlık gibi günlerin çarmıhında arttıkça yalnız, sustukça silik... ay ışığı gölgeleri büyüttü son kuşlar da vuruldular dağlarda yakamozları söndü sahillerin, ışıkları evlerin çağın vebalı gövdesinde bir hayalet gibi gölgemizde yalnızlık kaldık... kırık bardaklar gibi içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi... düşler artık ölü çocuklar doğuruyorsa sevgiler boğduruluyorsa kürtajlarda ve daha eskimemiş tüfeklerle ordusu bozguna uğramış askerler gibi kalıp bozuk paralar gibi yuvarlanıyorsak kaldırımlarda bir bedeli vardır elbet cennetini çaldırmanın ömrünü **** bir bebek gibi bırakmanın bulvarlara bozgunlara ve yanlış yalan aşklara; bir bedeli bu kuşatmaların, ilkyazları kurşunlatmaların... biz bu kentlere sığdık aslında bu kentler bize sığmadı âsiya ah son kuşlar da vuruldular dağlarda! ay ışığı gölgeleri büyüttü mutluluk oyununa geç kalan ölü kuşlarla geldim geldim... kırık bardaklar gibi içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi ve ömürlerimizde bin kasvetle upuzun sefalet seferlerinin ayazı belki de yalnız geçireceğiz artık kimbilir batan gemiler gibi yiten aşklardan geride kalan her kışı, güzü ve yazı ay ışığı gölgeleri büyüttü ayrılıklar eskidi... biz eskidik aşk bize küstü âsiya... belki de uzun sürecek bu bozgunun saçağında sen şarkılarını sesine yasla ve bırak beni de usulca bir apansız yalnızlığa! ay ışığı gölgeleri büyüttü büyüdü ölüm ve biz küçüldük âsiya... YILMAZ ODABAŞI Alıntı
Φ karçiçeği_m Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2005 uygarlık ve barbarlık kardeştir.” -Havel- dünya sığmıyor insana havel yüzlerdeki, yüreklerdeki maske parada kir, suda klor, havada nem yüksek borsa, alçak basınç ve kanun hükmünde ihanetler, sahtekâr jestler /insan, sığmıyor insana havel!/ ve her şey: şey! mesela o takvimler, o günler her biri şimdi kim bilir neredeler yalancıdır aynalara gülümseyen o muhteşem gençlikler bir yaz yağmuru gibi çabucak geçecekler bize kalan kurt kapanı sözleşmeler ve iş akdi kıvamında morarmış evlilikler oysa insanı büyüten yalnızlık mıdır havel? biz bu kentlerde bu ömürlerin gecelerinde çürüsek bile şimdi eski dağlarda vakur bir şafak yırtılmaktadır ve dışarıda üşüyen bir haziran kalbimde yılların tufanından artık bir hazan (kalbimde hazan ve şairdir elbet sözcüklere rus ruleti oynatıp yazan!) dışarıda üşüyen bir haziran kanımda nikotin cehennemi kısa kibrit uzun duman yaan! yine yaan! yine yaaaan! yan ki yangınlar bile yansın haklıdır içindeki abdal bırak ağlasın... bırak ağlasın artık gündüzlerin ışığında aşk gecelerin sularında yakamozlar yok ve kuşlar konsun diye gerilmiyor balkonlara çamaşır ipleri duyuyorsun işte şiir de yazıyorlarmış iğfal şebekeleri(!) dışarıda üşüyen bir haziran dışarıda aşksız aşk, aids, hepatit b dışarıda hormonlu sevinçler, kokmayan güller viagra cinsellikler, çıldırtan günler! ve dışarıda dostluğun, puştluğun kolunda gülümsemesi ama öğrendim karanlıklardan ışık destelemeyi ve baka baka irkilmiş gözlerine hayatın inatla! inatla gülümsemeyi öğrendim içimdeki abdalı hünerle gizlemeyi... (herkes fanusuna asmış kendini bu yüzden beklemiyorum farklı kıyametleri...) dışarıda üşüyen bir haziran dışarıda öldü insan öldü insan hiçbir kitaba yakışmadan! ben de yaza yaza çürütüp dünlerimi her gün bu cehennemden çalıyorum kendimi bu yüzden her şey: şey! havada hava, günlerinde gün, evlerde sarmısak soğan; hepsi bu işte basit, olağan her şey şey’dir; inandıklarımızdır belki de yalan abarttığımızdır, kül’dür herkesin payına kalan... YILMAZ ODABAŞI Alıntı
Misafir hakanbaranyildirim Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2005 YILMAZ ODABAŞI'NIN SAYFASINI YAPMIŞSINIZ VE BANA HABER VERMEMİŞSİNİZ.HEPİNİZİ KINIYOR VE ALTTAKİ ŞİİRİ SİZE YOLLUYORUM.EN ÇOK DA SANA KARÇİÇEĞİ_M.... GÖZLERİN GÖKYÜZÜNDE BİR DOLUNAY Diyelim ki sessiz gecede poyraz sis çökmüş o heybetli dağlara yurdun da kar altında, gözlerin gök- yüzünde bir dolunay diyelim ki sınamışsın uzaklığın ihanetini seslere çarpmış sesin ama ulaşmamış nefesin diyelim ki şarabın dökülmüş, suların kesik bu hayat seni bir oyuncak sanıyor diyelim ki sana çıldırmak yasak, sana ağlamak yasak, yarın yasak, düş yasak sana diyelim ki üşüyorsun kısacık bir ömrün sığınağında bir çay bile ısmarlamıyor hayat! diyelim ki lekesiz hiçbir şey kalmamış artık sis çökmüş güvendiğin dağlara... kederli bir süvari ol orda! sen orda bırakma atını mahmuzlamaktan bıkma bu puştlar panayırında berrak nehirler aramaktan! yaslı bir kışa rehin düşse de günler kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt o tomurcuk düşlerin yağmuruyla ıslansın (o tomurcuklar ki bahçedir bir gün insanlığa güllerden hep ilenç mi? sevinçler de devşirmeli bu ayaz mevsimlerden!) çünkü her insan bir limandır baş ucunda tekneler çünkü herkesin hüznü kocaman, aşkları dalgın kimi kesik, kanıyor şah damarından kimi bozgunda yetim dervişan kimi aşklarıyla, düşleriyle perişan (yamalı yerlerinde kanıyor hayat tutunduğun yerlerinden soluyor hayat...) bu yüzden salıver düşlerini kendi uğruna yansın salıver düşlerini ateşlere abansın! tutunduğun yerlerinden solarken hayat bıkma atını mahmuzlamaktan bıkma sendeki insan için derin uçurumlar arşınlamaktan... yaslı bir kışa rehin düşse de günler bir gün rüzgar esecektir suların serinliğinden bir gün kırlangıçlar da geçecektir göğün genişliğinden yaslı bir kışa rehin düşse de günler kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın çünkü senin de bir ütopyan varsa, i n s a n s ı n... yaslı bir kışa rehin düşse de günler kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt. Alıntı
Φ karçiçeği_m Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2005 Bir Aşk Yarası 'beni yalnızlığımda vurdular o gece kalbimi suyla oydular gece vakti öldüğümü bile söylemediler...'-A.Erhan- ben şu kısa boylu hayatta uzun boylu kederlerle acırım yorar şu telaş, şu karmaşa bir sığınak aranırken şu uğultuda bir aşk gelir bir yara bir yara...bir yara daha! eski bir aşk yeni bir ayrılıktır her zaman bunu kuşlar sorar yıldızlar da anlatır kimse bilmez he canım bir yara bir ömrü hergün nasıl kanatır... ben seni hep ayrılıkla anmışım titreyen ellerimle günlerin buğusuna adını...hep adını yazmışım bir aşk gelmiş bir yara bir yara...bir yara daha! eski bir aşk yeni bir ayrılıktır her zaman bunu kuşlar sorar yıldızlar da anlatır kimse bilmez he canım bir yara bir ömrü her gün nasıl kanatır... Yılmaz Odabaşı Alıntı
Φ djakman Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2005 ne kadar çok şair varya Alıntı
Φ made in turkey! Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2005 Yine Dağdır Dağ I "bir ölüm uzaklardan vurur yollara bizi bilge bir yalnızlığa serer hikayemizi kırık bir kırlangıcı dağlara çeker beyaz kapanır bir ustura, dindirir öfkemizi..." -Sefa Kaplan- fırlatmıştım kalbimi uzağa, en uzağa denk gelir de rastlar diye bir yıldıza yanılıp susturdum ağrımın çağrısını çağrımın köhnemiş ağrısını "aldırma!" dedim oğlum: yine dağdır dağ konup göçen kurdun kuşun rağmına ayazda da, güneşte de yine dağ! yazılırken ayrılık kentin küskün ağaçlarına tüllerine, pervazlarına ve varoşlarına yazılırken kederlerin pasına yapayalnız yasına yazılırken bazen şarap tadına aşkların büyülü şarkısına ihanetin hiç dinmeyen yasına ve bir ömür bakılırken üç saniyede çekilen fotoğraplara "aldırma!" dedim yamruğum vurup omzuma yine dağdır dağ! ezberinde kaç defnenin, kaç mavzerin masalı kaç kurşunun, kaç çığlığın hüsranı? Yılmaz Odabaşı dj akman....yavri sen biraz cahalsın herhal.......az buçuk aydınlanda ole gel..... Alıntı
Φ karçiçeği_m Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2005 SENİ BİR TUFAN GİBİ SEVDİM (martılar gelmezdi ki sizin ordan martılar sizindi ey evlerinin önü deniz bizde ölen kartallardan, dağlardan size haber veririz bir bakımlık deniz, bir avuç imbat göndermediniz!) I seni bir çığlık gibi sevdim uzanıp sesimin avlularına sen de her sabah sabah... sevince bir sevgiyle gideriz sonra durur vitrinlerden çiçekleri seyrederiz puştluklar bizi seyreder, biz çiçekleri... II seni bir kar gibi sevdim üşüye üşüye eridim! bak, kentleri de, dağları da bozdular başka rüzgârlar giydirdiler kentlere dağlara başka tüfekler kalk, gidelim buralardan gidelim! III seni bir namlu gibi sevdim sen tetiklerimi ezberliyordun kıyametler koparken alnından bu kentin geceydi... ansızın seni bir tufan gibi sevdim bedenim alabora! YILMAZ ODABAŞI Alıntı
Φ alamet-i farika Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2005 allahın üvey çocukları biz faillerini kalplerinde taşıyanlar biz allahın üvey çocukları,arkasızlar biz hayata tenha bir ırmak gibi katılanlar her yerinden sökülüp her şeye katlananlar biz sökük düğmeliler,şezlongsuzlar,şarapsızlar biz kozalarından kovulmuş ipek böcekleri biz meçhul ve kara kişiler yolcular,mazlumlar,çardaksızlar biz güneşte çekmiş,serin kır kahveleri... biz ışıkla sözün tılsımında ve sabrın yankısında saklananlar biz sesinden başka sokağı düşünden başka vatanı olmayanlar... biz yağmurlarda şemsiyesiz yıkananlar yakılanlar,yakınanlar biz lanetli kişiler,ötekiler; biz türkü söyleyenler! biz sürgünler,kefensizler biz aylak günlerin upuzun şarkıları biz biat etmeyenler! ............ ......... ........ dewamı da var da gece gece bu kadarını hatırlayabildim... Alıntı
Φ made in turkey! Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2005 YENİK SERÇE I yaban ve asi dağlara dağılan taylar gibi ve yangın gençliğinin alazında ışıltılı bıçaklar gibi adana’da yollara dizilmiş garlarda çığlık çığlığa peronlarda çocuklar gibiydi gözleri /adı nevin şarap içer, rüzgâr giyerdi geceleyin.../ II o, kanadı kırık bir kuştu beyaza vurulmuştu kimseler görmnedi bir başka renk sevdiğini kimseler görmedi kimseler kirlendiğini... /adı nevin hüzün kokar ve korkardı geceleyin.../ III “kendini martılarla bir tutma” derdim; “senin kanatların yok. düşersin, yorulursun, beni koyup koyup gitme ne olursun!”* o, kanadı kırık bir kuştu gülümserken vurulmuştu kimseler görmedi uçtuğunu kimseler görmedi kimseler öpüştüğünü... /adı nevin özlem tüter ve ç(ağlardı) geceleyin./ IV “ışığın” diyordu: kırılıp düştüğü yerlerden geliyorum; karanlık kördü ve acımasız... ellerimle kırdım ben de kalan kanatlarımı; kanatlarımı kanatmaktan geliyorum... V o bir yenik serçeydi sıkılınca ağlamaya çıkardı. sonra da çift çıkardık; kar yağardı, biz dinlemez, çıkardık! o kentte bütün sokaklar biz yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı, insanlar dar yapılmıştı, çıkardık! kar durmazdı, üşüşürdü saçlarına ve hep bir şeylere ağlardı o karlı havalarda... avurtlarına çarpan kar taneleri, gözyaşlarının sıcaklığına çarpıp erirdi... erirdi... biz yan yana, yana yana... yana yana! /o bir yenik serçeydi sıkılınca ağlamaya çıkardı ben yürüsem bütün yollar ona çıkardı.../ VI gitti... kanatları yüreğimdeydi kalan, elimde minyatür bir kuş şimdi yitirdim o aşkın kimliğini hükümsüzdür... /adı nevin, ihaneti tutuşturduk bir sabahleyin!/ YILMAZ ODABAŞI Alıntı
Misafir şevval Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2005 İYİ Kİ BU DÜŞTESİN nehirler yarışır, çağıldar gözlerinde o nehirler benim nehirlerimdir aşk ki azar azar benim yerimdir üşüyorsam, sokaktaysam, yalnızsam gözlerin ey yâr benim evimdir vurulup düştükçe, düştükçe seni sevmekten caymayacağım gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım! iyi ki bu sestesin dünyayı ısıtan nefestesin bir haydut gibi gezinirim kapında kalbimde tutuşan ateştesin… rüzgârlar savrulur, uğuldar gözlerinde o rüzgârlar benim rüzgârlarımdır aşk ki azar azar benim yerimdir suskunsam, bozgunsam, bulutsuzsam gözlerin ey yâr benim evimdir iyi ki bu düştesin her sabah ışıyan güneştesin iyi ki yoksuluz bulutlar gibi soğuyan dünyada sımsıcak fırınlar gibi vurulup düştükçe, düştükçe sana koşmaktan caymayacağım gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım! Yılmaz ODABAŞI Alıntı
Misafir şevval Gönderi tarihi: 23 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 23 Kasım , 2005 VAR GİT ARTIK buralarda gece uzun gün ışığı yakındır var git artık bakma ardına ölüme fazla sokulma ama düşün ki mevsim rüzgarlarının savurduğu bir orman insan sev onu, sokul, konuştur doludur fazla üstüne varma hep susmak susmak... yetmiyor bazen işte bu yüzden bütün ışıkları yanmalı yeryüzünün ozanlar her şeyi anlatmalı var git artık acıyı aşındırma tut ve at sevdaya uzayan çağlayana YILMAZ ODABAŞI SINIRA VURUYORUM SINIRSIZ VURUYORUM kendi katline ilişmiş şu benim sürgün ömrüm sonrası intihar kokan bir sevda uçurumlarda uçurumlar kendi diliyle anlatılır… düşecektim ya, sanki sen atıldın birden boynuma göğe yaz… göğe yaz uçurumlar da aldatılır kanıyorsa kan revan, ömrün uçurumlarda yaslı ülkeler ağlatılır… bir gül'dür benim ülkem uslanmaz ve sulayan kendi gövdesini yollarını süngülerin rahmetini buzulların kestiği… daha sınıra vuruyorum/sınırsız vuruyorum ey ülke, rahmine al ve yeniden doğur beni ben de o şarkının girişindeki sözlere vuruyorum/apansız vuruyorum bu yüzden sesim, şimdi yakılmış defterlerdeki… tartılsam ağırlığımca hüzün gelirdim artarken gecelerde siren sesleri ben de o cinayetlere sınamıştım gövdemi kapımda kül ve yaftalı cinayet bekçileri sesim, bu yüzden o eski ölümlerde kan lekeleri sesim, ağırlığımca zincirlerdeki… daha ölüme vuruyorum / ölerek vuruyorum! sesim, fırtına sonrası karaya vuran cesetlerdeki sesim, o kanlı gömleklerdeki bu yüzden ben de faili meçhûl bir cinayetim bulun benim katilimi! YILMAZ ODABAŞI Alıntı
Φ CILGIN Gönderi tarihi: 24 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 24 Kasım , 2005 oyyoyyoyyyyyyyy yüreginizee saglıkk canlarımmm Alıntı
Φ ERBAY Gönderi tarihi: 25 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 25 Kasım , 2005 Teğet Herkes kırılamaz; bazen ipince bir dal olmak gerekir kırılmak için: Ama dünya kütüklerin… Ağlayamaz herkes; ağlayabilecek kadar büyümek gerekir: Dünya ise küçüklerin… Sevemez herkes; bir orman olmak gerekir sevmek için: Bak ki dünya çöllerin… Ve vâkur bir damla olmak dalga için. Katılmak okyanusa aşk için, isyan için! Yılmaz Odabaşı Alıntı
Misafir şevval Gönderi tarihi: 28 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 28 Kasım , 2005 BU SENSİN Bu sensin Ve sesin Bu terin ve tenin haklı ıslaklığı Kal öyle Isıt gözlerimi gülüşlerinle Birazdan kapılar kırılacak belki de Birazdan kapkara bir örtü olabilir gözlerimizde Biz diz kırarken sinesinde sancının Yolunur papatya Deşilir ten Ve yara da ! Çünkü ölmek günleri biraz da Gülmek günleri(de), inadına Gün gülümsemeleri ardında Gün gülümsemeleri ardında Dağlandıkça Dağlaşmak Ve dağları sevmeye yaraşmak Yaraşmaya Yanaşmak günleri Sen de yanaş kıyılarıma bir vapur gibi Çarpıp durayım güvertelerde gözlerine YILMAZ ODABAŞI Alıntı
Misafir şevval Gönderi tarihi: 4 Aralık , 2005 Gönderi tarihi: 4 Aralık , 2005 SAVRULAN SOKAKLARINA ÖMRÜMÜN güldükçe gün devrilir gözlerinin akşamına gecedir, bir rüzgâr getirir ellerini öperim... kimseler görmez dallar ıslaktır ay ışığında adın sonbahar yüzlü bir çocuk ömrümün esrikliğine dolanır gelir bu kentli akşamlar sanıktır, kanatır yokluğunu sesin sessizliğimde çoğalır gelir dallar ıslaktır ay ışığında gitmen bildiği gibi konuşuyordu bensiz... belki bir kış güneşiydin kim bilir belki kimselerin uğramadığı bir güz çınarı kalakaldın tenhalığa gölgesiz... /ve şarkın kanayan bir gül gibi iner savrulan sokaklarına ömrümün…/ Yılmaz ODABAŞI SEVİNCİ SAVRULMUŞ HALDAŞ GÖZLERİN gece eksilebilir, eksilmez tanıdık yüzüne susuzluğum doğrul sorgusuz, korkusuz gözlerinle konuş gel ben gözlerini tanırım senin… bu gece oturup seni özledim ay doğruldu su duruldu örttün mü perdesini penceremizin? şimdi yüreğime su taşıyan sesini sessizlik çaldı yüzünde gölgelenmiş bayat bir hüzünle senin sesin, hasretin ve gözlerin bana emanet kaldı… gözlerin… yıllanmış şarkılar kadar yalnız terli ve suskun akşamlar gibi yorgun gibi ürkekti senin. /şimdi parmaklıkların perdesi ışık sevgilim sevgilim sevinci savrulmuş haldaş gözlerin Yılmaz ODABAŞI Alıntı
Misafir şevval Gönderi tarihi: 25 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 25 Şubat , 2006 SAVRUL GEL “eksikliğim çoktur ben de bilirim “eksiklikle kabul eyle gel beni” -Pir Sultan- ılıklığımı seriyorum gökyüzü çıplaklığına bölüş gel dola gel saçlarını sabahlarıma iner yol, sokulur gece uykularına bozkırların yolları ve uykuları tüket gel a gülüm savrul gel soluğuna sarıl rüzgârlarımın beni böyle darmadağın uykularda buluyorsun üşüyorum sarıyor, seviyorum gülüyorsun beni böyle temmuz sabahlarına dolayıp gülüşünle gölgelere gölgelere koyverip gidiyorsun dön de gel a gülüm sırılsıklam sevdalara dol da gel! şu benim yosunsuz, kumsalsız kıyısızlığım ak da gel ak da gel! darmadağın akşamlarda umutlar bulacaksın sırılsıklam hüzünlerde öksüz sevinçler karanlığı tüket a gülüm umutları topla gel… YILMAZ ODABAŞI Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.