Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Featured Replies

Gönderi tarihi:

28 Aralık 2011’de yaşanan Roboski Katliamı, son yıllarda devletin sivillere yönelik giriştiği en şiddetli operasyon olarak kayıtlara geçti. Hükümet ve bağlı kurumlar, “Yanlış istihbarat geldi,” “Ölenler arasında teröristler de vardı” gibi bahanelerle katliamı meşrulaştırmaya çalıştı, aradan geçen 400’ü aşkın günde ise ne yargı, ne de Meclis’te kurulan araştırma komisyonu, sorumluların tespiti ve cezalandırılması konusunda somut bir adım atmadı. Katliamda kardeşlerini, akrabalarını ve yakınlarını kaybeden Veli Encü ile Narin Ant, ölen 34 kişiyi, asker ve hükümet baskılarını, basın savaşını ve kayıtsızlığı Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattılar.

Veli Encü: İsmim Veli Encü, 28 Aralık 2011’de Roboski’de devletin katlettiği Serhat Encü’nün ağabeyiyim. Katliamda öz kardeşimi, 11 yakın akrabamı, toplam 34 yakınımı kaybettim. Katliamın üzerinden geçen 426 gün boyunca devlet bizi ********* yalanlarla, bahanelerle yanılttı. Kurdukları komisyon sadece tepkileri azaltmak içinmiş meğer. Ölen yakınlarımızı, kardeşlerimizi suçlayıcı çabalarını gördük. Kendileri ise yağ gibi hep üste çıktılar. Devlet bugüne dek hep olayı kapatmaya, meşrulaştırmaya çalıştı. Sanki 34 insan değil de, 34 tavuk ya da civciv ölmüş gibi davrandılar.

Katliam olduğu günden bu yana sadece devletin tehditleri, baskılar, gözaltılar, para cezaları bitmek bilmedi. Katliamda parmağı olan kişilerin yargılamasını beklerken, devlet bizi yargılıyor. Biz bunları hak edecek hiçbir suç işlemedik. 5 bin nüfuslu Gülyazı ve bin nüfuslu Roboski köylerinde dedelerimizin zamanından beri, belki de 80 yıldır, halk geçimini “o faaliyet”ten kazanmakta. Basın diliyle “kaçakçılık” olarak adlandırılan iş, tamamen askeriyenin bilgisi dahilindedir.

Köyün geçimini sağlayan bu sınır ticareti nasıl gerçekleşiyor? Sizin de kaçağa gittiğiniz oldu mu?

V.E:
2006 yılında okul harçlığımı çıkartmak için gittim. Oradan getirdiğimiz benzin ve mazotu günübirlik ihtiyaçlar için köyümüzde satıyorduk. Hiçbir iş imkanının olmadığı, tarım ve hayvancılığın yapılamadığı köylerde hayatın devamı için yapılan bir faaliyet bu. 2006’da gittiğimde 40 katır yükü mazotla köye dönerken asker bizi dar bir patikada sıkıştırdı. Yolumuzun askerler tarafından tutulduğunu görmemize rağmen farklı bir yöne sapmadık. Askerlerin yanına vardığımız zaman önce bize “Niye gidiyorsunuz, bu işi yapmanızı istemiyorsunuz” türünden telkinlerde bulundular. Sonra 4 katır yükü mazotu verip yolumuza devam ettik. Askerle yapılan pazarlıklar o işi kaçakçılıktan çıkarmıştı. Biz vergimizi veriyorduk; vergi dairesine değil, karakola ödeme yapıyorduk. Aradaki anlaşma gereği operasyon bilgisi geldiği zaman komutanlar muhtarı, korucubaşlarını da haberdar ederlerdi.

28 Aralık 2011’e kadarki operasyonlar askerden alınan bilgi sayesinde mi atlatılıyordu?

V.E:
Elbette. Yolun yarısı gidildikten sonra, “Devam etmeyin, operasyon var” diye bilgi geliyor ve geri dönülüyordu. Asker muhtarı arıyor, kervan geri dönüyordu. Ancak 28 Aralık 2011’de böyle olmadı. Madem bir istihbarat vardı, o insanların orada olduğu bilindiği halde en korkunç bombalarla paramparça edilmesi nasıl açıklanabilir? Kaçakçılığın cezası bu olmamalıydı. Başbakan ve diğer hükümet yetkilileri olayı zaman zaman “istihbarat hatası” olarak değerlendirse de, biz katliamın planlı yapıldığına inanıyoruz. Bir istihbarat alınıyor, o bilginin ayrıntısı öğrenilmeden masum insanlar öldürülüyor. Türkiye’de insan hayatı o kadar ucuz ki… 30 senedir süren savaşta olan hep sivillere oluyor.

Bölgenin geçimini bu yolla kazandığı askerlerce biliniyor. Hatta asker komisyon bile alıyor. Askerle köylünün bu ilişkisine rağmen alınan istihbarat nasıl operasyona dönüştü?
Narin Ant: Katliamda kardeşimi kaybettim. Sağ kurtulanların anlattığına göre, yola çıkan grupların bir kısmı bir şeyler duyup yarı yoldan dönmüşler. Zaten ölen 34 kişi en önde giden grup. MİT’ten yapılan açıklamaya göre, 21 Aralık’ta köyde bir toplantı yapılmış. O toplantıya kimler katıldı bilmiyoruz ancak köyden bazı kişilerin operasyondan haberdar olduğunu düşünüyoruz. İlk bombalar düştüğünde katliamda oğlunu kaybeden Ubeydullah Encü karakol komutanını arayıp, “Oradakiler köyün insanları. Bizim çocuklarımız orada, niye bombalıyorsunuz?”diye soruyor. Komutan da, “Orada kimlerin olduğundan haberimiz var. Operasyon korkutma amaçlı” deyip telefonu kapatıyor. Olaydan iki ay önce OBÜS mermisi attıklarında kardeşim kolundan yaralanmıştı. Bu olay üzerine kendisini gitmemesi için uyardığımda, “Bize bir şey yapmıyorlar, korkutma amaçlı yapıyorlar” cevabını vermişti. Olaydan hemen sonra karakol komutanının Ubeydullah Encü’ye verdiği cevapla, kardeşimin söylediklerinin uyuşması beni düşündürüyor. Demek ki askerlerle, samimi bir ilişkileri vardı, asker oradakinin sivil halk olduğunu biliyordu.

V.E: Askerlerin bölgede olanlara ne derece hakim olduğunu anlatabilmek için bir örnek vereyim. Korucu olan bir babanın çocuğu 2006 yılında babasından habersiz kaçağa gidiyor. O sırada babası da askerle birlikte başka bir yerde operasyonda. Operasyondaki komutanlardan biri babaya gelip, “Senin çocuğun niye kaçağa gidiyor” diye kızıyor. Baba şaşırıyor tabii, babası bilmiyor ama komutan oğlanın kaçağa gittiğini biliyor. Bölge 24 saat termal kameralarla izleniyor. Operasyonu yönetenler vur emrini vermeden önce Gülyazı Tugay Komutanı’nı arasalardı, hatta bir onbaşıya bile sorsalardı, o akşamki saldırıya hedef olan 38 kişinin kimlik bilgilerini bile alabilirlerdi. Katliamda ölen Salih Ürek’in babası o gece askerle birlikte görevdeydi. Baba devletin askeriyle birlikte operasyondayken, oğlu devlet tarafından katlediliyor. Bu nasıl bir şeydir? O iki köydeki insanların geçim kaynağı koruculuk ve kaçaktı. Askerle iç içe insanlardı.

Askerin veya devletin daha önce kaçağın sonlandırılmasına yönelik talepleri olmuş muydu?

V.E
: 2009’da korucubaşı Mehmet Şerif Encü, Van Kolordu Komutanı tarafından çağrıldı. Askerler, “O iki köydeki kaçakçılığı asker ne yapsa önleyemiyoruz, siz önleyin” diyorlar. Mehmet Şerif Encü de bölgede herhangi bir geçim kaynağı olmadığını, kaçağın sona ermesinin tek yolunun yasal bir sınır kapısı yapılması olduğunu söylüyor. Askerler de bu talebe olumlu baktıklarını söylediler ama hep oyalandık. Türkiye Cumhuriyeti’nin o iki köye yaptığı tek yatırım 34 mezar oldu. Emine Erdoğan’ın Roboski’ye gelişinde muhtarın evine giderken üzerinden geçtiği köprü bile yıkılmak üzere. Bugüne kadar devlet o insanlar için hiçbir şey yapmadı.

Sınır kapısı taleplerinin görmezden gelinip bölgedeki operasyonların artırılmasının amacı ne? Bölge insansızlaştırılmak mı isteniyor?

N.A:
Roboski, Kürt sorunundan bağımsız değil. Bundan üç yıl önce bir minibüs, sigara kaçakçılığı bahane edilerek askerlerce tarandı. Arabada sigara bulunmadığı halde, askerler tugay komutanlığından getirdikleri sigaraları cinayeti meşrulaştırmak için araca yerleştirdiler. O zaman gereken tepki verilmiş olsaydı belki bugün 34 kişi öldürülmemiş olacaktı. Bu coğrafyada devlet ve hükümet, acı ve işkence anlamına gelir. 1980’den sonra kaçağa yönelik baskılar ve işkenceler hep arttı.

Operasyonun yapıldığı ilk andan itibaren, katliamda yaşamını yitirenler PKK ile ilişkilendirilmeye çalışılıyor. Başbakan’ın da ölenler için, “Sürekli sivil denmesini bir beyin yıkama hamlesi olarak görüyorum” diye açıklamaları oldu. Operasyonun yapıldığı yer PKK tarafından kullanılan bir rota mıdır? O bölgedeki sivilleri teröristlerle karıştırmak mümkün müdür?

N.A: PKK o güzergahı kullanmıyor. Kaçakçılığın yapılacağı güzergah karakola çok yakın ve gözle de görülebilen bir uzaklıkta. Katliamdan hemen sonra çekilen görüntülerde de, olay yerinden karakol mevzilerinin görüş mesafesinde olduğu anlaşılıyor zaten. Dolayısıyla PKK’lilerin oradan geçmesi mümkün değil. Bunu ilk anda yalnızca devlet ve biz biliyorduk. Basın ve kamuoyu bundan haberdar değildi. Dolayısıyla, “Ölenler teröristti” açıklamaları ilk anda mantıksız gözükmedi. Halkı yanıltmaya çalıştılar. Başbakan oradakilerin terörist olduğunu iddia ediyor ama ölenlerin üzerinde ne bir mühimmat ne de bir silah bulundu. Bu durum otopsi raporlarıyla da ortaya kondu. Yani yaşamını yitirenlerin sivil oldukları kesinlik kazandı.

V.E: Aslında bu tartışma, katliamdan bu yana devletin pozisyonundaki değişimi de gözler önüne seriyor. Bugün yeniden ölen insanların arasında PKK militanları olduğu söyleniyor. Madem ki ölenler arasında PKK militanları vardı, niye Başbakan eşini, bakanını, bürokratlarını oraya gönderdi? Bu değişim, içinde bulundukları telaşı, suçluluk psikolojisini gösteriyor. Katliamı yapanlar kendilerini aklama çabasındalar.

Katliamı ilk haber alışınız nasıl oldu?

V.E: O sırada Adıyaman Üniversitesi’nde öğrenciydim. Kardeşimle son konuşmamın üzerinden 5 gün geçmişti. Herhangi bir ihtiyacım olup olmadığını sormuştu. Ben de ev kiramdan 100 liranın eksik olduğunu, babamdan istediğimi ama yollayamadığını söyledim. Kardeşim de, “Ben sana gönderirim” dedi. Bu cevabı alınca, “Köyde iş yok güç yok, nasıl gönderecek ki” diye düşündüm, kafama takıldı yani. Son konuşmamız buydu. O sıralarda kaçağa gidildiğini biliyordum ama kardeşimin de gideceğini tahmin etmiyordum. Birkaç gün sonra sabaha karşı 4’te babam telefon açtı. Telefonu açtığımda kardeşlerimin, annemin, akrabalarımın haykırışlarını, ağlama seslerini duydum. Babam, “Öğretmenlerinden izin al. Burada kimseyi bırakmadılar. Herkesi katlettiler” deyince telefonu elimden düşürdüm, inanmak istemedim. Hangi akrabamı aradıysam herkesin bir kaybı, acısı vardı. Şaşırdım, korktum… Zaman kaybetmeden yola çıktım. Köye vardığımda 34 kişinin cenazelerinin halı sahada dizildiğini gördüm. Hiçbir devlet görevlisi yoktu, tüm köy acısıyla baş başa bırakılmıştı. Cesetler katır sırtında taşınırken, devletin helikopterleri tepelerinde tur atıyormuş. Ölenlerin sivil olduğu bilinmesine karşın kimse yardım etmedi. Olayından ancak 10 gün sonra vali, bakanlar gelmeye başladılar.

N.A: Olaydan haberdar olduğumda Mardin’de, okuldaydım. Olayın olduğu gece babam arayıp, “Ertesi sabah eve gel” dedi. Ne olduğunu bile söylemedi. Sabah erkenden gittiğimde cenazelerin otopsi işlemleri gerçekleştiriliyordu. O sırada ulusal basında hala hiçbir şey yoktu. Olaydan ilk söz eden uluslararası basın kuruluşları oldu. Sonrasında da Başbakan ve yetkililerin, “Bir grup terörist etkisiz hale getirildi” açıklamaları başladı.

Köy ilk şoku nasıl yaşadı?

N.A:
Katliamdan sonra Roboski yalnızlaştırıldı, acılar ötekileştirildi. Roboski’ye devletin tek bir temsilcisi gelmezken, Antep’teki patlamadan sonra Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na dek tüm devlet erkanının bölgeye gitmesi bizi psikolojik olarak çökertti. Devlet Roboski’de neredeydi? Olay olduğu günden bu yana hala yas devam ediyor. En çok da çocuklar olumsuz etkilendi; 3-4 yaşındaki çocuklar hala ağabeylerinin, akrabalarının nerede olduklarını soruyorlar. Bir yandan da köylü tehditlerle, baskılarla mücadele ediyor.

V.E: Türkiye’de polisin veya askerin parmağı olan bir suç işlenirse, olay kamuoyundan saklanır. Yaklaşık 12 saat boyunca medyanın olaya hiç yer vermemesi bundan. Ölen kişi Kürtse ve olay Doğu’da olmuşsa, acılar hükümet ve basınca ötekileştiriliyor.
Yaşamını kaybedenler için hükümetin açıkladığı tazminatlar, basında en çok tartışılan konuların başında geliyor. Kimileri tazminat miktarını çok bulurken, hükümet ise tazminat aracılığıyla sorumluluktan kurtulmaya çalışıyor. Roboskililer’in tazminat konusundaki değerlendirmesi nedir?

V.E: O insanların acılarını parayla değil, adalet yoluyla dindirebilirsiniz. Devlet acılı aileleri parayla susturmaya çalışıyor. Bu tip durumlarda önce ölen insanlar için bir şey yapılır, sonra aileler düşünülür. Ama devlet böyle yapmadı; önce 23 bin TL, sonra da 100 bin TL önererek o insanları susturmaya çalıştılar. İki ay önce AKP’li Mahir Ünal’la görüşmemizde, sorumluların cezalandırılmasını istediğimizi söyledik. Ünal’ın, “Bu listedeki 40 kişiye burs veriyorum, siz daha ne konuşuyorsunuz?” cevabı, acımızla alay etmektir.

N.A: Yeni Şafak yazarı Ali Aker, Başbakan’ın “Tazminatsa tazminat, daha ne istiyorsunuz” açıklaması üzerine kaleme aldığı yazı yüzünden işinden oldu. Başbakan’ın o sözlerinden sonra, kardeşlerimizin hayatlarına fiyat biçerek olayın maddileştirilmesini kabul etmedik. Biz tazminatları kabul etmeyince, devlet de farklı yollar denemeye başladı. Öğrencilere, Veli’ye ve bana da, bilgileri dışında burslar bağlandı. Ankara’ya gittiğimizde, “Siz daha ne konuşuyorsunuz, biz öğrencilerinize burs veriyoruz” diyorlar.

Katliamdan sonra giriştiğiniz adalet arayışında ne tip baskılarla karşılaştınız?

V.E:
Ölen kardeşlerimizin hesabını sorarken, karakol komutanının tehditlerini işittik. Ağabeyimi, “Senin de günün gelecek” diye tehdit ederek bizi davamızdan vazgeçirmeye çalıştılar. Eseri için yaptığı araştırma dolayısıyla köye gelen bir edebiyatçı, ailelerle görüştükten sonra katliamın olduğu yeri görmek istedi. Dört akrabamla birlikte kendisini olay yerine götürdük. Dönüş yolundayken üzerimize köpeklerini saldı, bizleri yere yatırarak aradılar. Bir de üzerine “sınır ihlali” yaptığımız gerekçesiyle para cezası aldık. Milliyet Gazetesi muhabiri Namık Durukan da bölgeye geldi, kervanlarda gördükleriyle röportaj yapıp fotoğraflar çekti. Milliyet muhabiri dilediğince geziyor ve ceza almıyor da niçin Roboskililer’e para cezaları kesiliyor?

İki köyde yaşayanlar da, katliamdan önce araya hatırlı kişileri koymalarına rağmen korucu olamıyorlardı. Katliamdan sonra ise akli dengesi yerinde olmayan kişileri bile korucu yapma girişiminde bulundular. Devlet, rüşvetle o insanları adalet aramaktan vazgeçirmeye çalışıyor. Sağ kurtulanlardan Hasan Ürek, lise mezunu bile olmamasına karşı vali tarafından memur kadrosuna alındı. Ürek CNNTürk’e yaptığı açıklamalardan sonra Vali, “Bundan sonra hiçbir kanala çıkma, bütün ihtiyaçlarını karşılayacağım, iş vereceğim” diyor. Katliamdan sağ kurtulan, günlerce hastanede yatan ama bir rapor bile alamayan Ürek, bu teklifi kabul ediyor.

N.A: İnsanların, olayların yıl dönümünde Roboski’de gerçekleştirilecek anmaya katılmasını engellediler. Otobüslerle bölgeye gelenler 6 noktada araçlardan indirildi, aramalar yapıldı, “Roboski’ye gitmeyin” dendi. Anma gününü insansızlaştırmak istediler.

Ailelerin askerlerden işittiği tehditler bitmiyor. Komutanlar, “Farz edin ki biz öldürdük. Devlet biziz, ne yapabilirsiniz?” diyorlar. Roboskili çocuklar için bir fotoğraf sergisi açılacaktı. Ailelerden biri, etkinlik için kendi evini kullanıma sundu. Evin sahibi, mayına bastığı için bir bacağını kaybetmiş, devlet yardımıyla geçinen bir kişi. Komutan evin sahibine, “Evi onlardan almazsan sakat maaşını da keseceğiz” diyor. Ev sahibi korkup geri adım atıyor.

V.E: Bizzat karşılaştığım bir başka olay da, ücretli öğretmen olarak göreve başlamamın ikinci gününde işten çıkartılmam. Roboski ve yakın köylerde kadrolu öğretmen açığı olduğundan, 2 yıllık ve 4 yıllık üniversite mezunları ücretli öğretmen olarak görev yapıyorlar. Eylül 2012’de, amcamın oğluyla birlikte ücretli öğretmen olmak üzere kaymakamlığa başvuruda bulunduk. Roboski’ye 40 kilometre uzaklıktaki Ortaköy’de yeni açılan bir okulda ücretli öğretmen olarak göreve başlamamın ikinci günü okul müdürü tarafından çağrıldım ve işime son verildi. Sebebini sorduğumda müdür, “Böyle olması gerekiyordu” gibisinden üstü kapalı cevaplar verdi. Roboskili olmam, Ferhat Encü’nün kardeşi olmam en büyük sebepti.

Önce ücretli öğretmen olarak başlatıp sonra işten çıkartmalarının sebebi ne?

V.E:
Katliam olduğundan beri sürekli telefonlarım dinleniyor. İşe başladığım gün, Aksiyon Dergisi’nden iki kişinin Roboski’ye geldiğini öğrendim. Gazeteciler, araştırmacılar ve sanatçılarla köyde belli kişiler ilgilenir. Hepimizin o sırada işi olduğundan, Aksiyon’dan gelen kişilerle görüşebilecek ailelerle telefon görüşmeleri yaptım. Aksiyon Dergisi’nin AKP ve cemaatin çizgisinde yayın yaptığını biliyoruz, dolayısıyla konuştuğum kişilere olanca açıklığıyla olayları anlatmalarını söyledim. İki gün boyunca Roboskili ailelerle uzun uzun telefonda konuştuk. Hepsine, “Devlet bize ne yaşattıysa, baskıları, gözaltıları, katliamın bilinçli yapıldığını anlatın. Hiçbir şeyden korkmayın, açık açık, ayrıntılarıyla anlatın” dedim. Bu konuşmaların işten atılmama sebep olduğunu düşünüyorum.

28 Aralık 2011’deki bombardımanın ardından hükümetin ciddi bir kamuoyu oluşturma kampanyası başladı. Baştaki karartmanın ardından, kamuoyu ölenlerin terörist olduğuna ilişkin demeçler ve “yanlış istihbarat” tartışmalarıyla oyalandı. Oyalama ve yanıltma stratejisi ne kadar sürdü?

V.E: Katliamın olduğu ilk günlerde devlet tarafından yalnız bırakıldık. Otopsiler ölenlerin sivil olduğunu işaret etmesine karşın, “Onlar teröristti” iddiaları hemencecik bitmedi. Uludere Kaymakamı’nın uğradığı saldırı da aslında kamuoyu yaratmak için oluşturulmuş bir oyundu. Devletin savaş uçakları 34 insanı katletmişken, ailelere danışılmadan, tepedekilerin talimatıyla, kaymakam halkın tepkisini ölçmek amacıyla öne sürüldü. Kaymakamın ziyareti sırasında ortaya çıkan görüntüler bizim aleyhimize oldu. Kaymakamı hem piyon olarak kullandılar, hem de sürgüne gönderdiler.

N.A: Bakan Beşir Atalay olaydan üç gün sonra taziye çadırından 5-6 kilometre uzaklıktaki bir eve gelip alakasız kişilere başsağlığı diledi. Toplumu yanıltmak için bir çadır tiyatrosu kurdular. “Biz o insanları yalnız bırakmadık” gibi bir görüntü sundular ve basın da bu kampanyalara alet oldu. Daha hala Roboski konuşulduğuna göre kamuoyunu yanıltma çabalarının başarısız olduğunu görüyoruz. Başbakan hala, “Biz oradakilerin sivil mi terörist mi olduğunu anlayamıyoruz” diye açıklamalar yapıyor. Madem anlayamıyorsun, daha ilk günden niçin tazminat veriyorsun? Terör örgütü mensuplarına da tazminat ödüyor musun? Devamlı kendileriyle çelişiyorlar.

Katliamdan bugüne geçen süreçte basının genel tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

V.E:
Medya bizleri suçlamak ve bu davayı kirletmek için her türlü şeyi yapmakta. Milliyet Gazetesi muhabiri buraya geliyor, kaçaktaki insanların kimler olduğunu, PKK ile ilgisiz kişiler olduklarını görüyor. Bu izlenimlerini yazdığı haber gazetede yayınlanıyor. Bu haberin üzerinden bir ay geçmeden aynı gazetede, “Ölenler arasında 2 PKK’lı vardı” diye haber çıkıyor. Kendi muhabirinin gördükleri, yazdıkları ortadayken bu haberin yapılması nasıl açıklanabilir? Medyanın bu tür savrulmalarına ne diyeceğimizi bilemiyoruz artık. Akşam Gazetesi, olayın yıl dönümü yaklaşırken insanları yıldırmak, mücadeleden vazgeçirmek için, “Roboskililer devletle barıştı” diye tamamen hayal ürünü bir haber yapıyor. Üstelik gazeteden kimse benimle görüşmemişken haberde benim yaptığım iddia edilen açıklamalara yer veriliyor.

N.A: Devlet şu kadar öğrenciye burs verdi, yurda yerleştirdi, şu kadar kişiyi işe aldı, şu kadar kişiyi korucu yaptı diye bir liste çıkartmışlar. Roboski kaç liralık? Tazminatı kabul ettiremedikleri için basın yardımıyla farklı yolları zorluyorlar. Kamuoyuna, “İşin aslı sizin gördüğünüz gibi değil, tazminatı reddediyorlar ama bunları da kabul ediyorlar” mesajı veriyorlar.

Olayın üzerinden 430 güne yakın süre geçmesine rağmen 34 kişinin hesabı hala verilemedi. Faillerin tespitine ve cezalandırılmasına ilişkin hangi adımlar atıldı?

V.E:
Olay olduktan kısa süre sonra Meclis’te bir alt komisyon kuruldu. Köyleri ziyaret edip ailelerle görüştüler. Acılı aileler en gerçek, en yalın halde yaşananları komisyon üyelerine anlattılar. Bize, “Orada sizin çocuklarınız parçalandı ama bizim de yüreklerimiz parçalandı” dediler, sorumluları tespit edeceklerinin sözünü verdiler. Duygu sömürüsü yapıp, timsah gözyaşları döküp bizi aldattılar. Raporun 15 Mart 2012’de açıklanacağı söyleniyordu ama hala ortada rapor yok. Saçma sapan gerekçelerle, yalanlarla raporun açıklanması ertelendi. O komisyon Türkiye toplumunun ve uluslararası kamuoyunun tepkilerini azaltmak için kuruldu. Bu olayın aydınlatılması, çözüme kavuşturulması için adli bir inceleme yapma girişiminde bulunduklarına inanmıyorum. Komisyona hükümet ve genelkurmay tarafından verilen bilgiler, 34 yakınımızı suçlayıcı nitelikte. Hala işin içine PKK’yi katıp olayı meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Roboski katliamının ardından mahkemelerin, hakim ve savcıların hiçbir şey yapmaması, bu ülkedeki adaletin farklı insanlar için farklı işlediğini gösteriyor. Eğer Kürtsen ve devlet tarafından öldürülürsen, devlet kendini haklı çıkartabilmek için her türlü yalanı uydurur.

N.A: Atılan tek somut adım, komutanın görev yerinin değiştirilmesidir. Başka hiçbir yaptırım olmadı. Komisyon da, halkı yanıltma ve zamana yayarak katliamı unutturma çabasının ürünü. Son açıklamaları, istihbaratı ve emri verenleri açıklamayacakları yönündeydi. İyi de, zaten bizim sorguladığımız nokta o ikisi. Onu da açıklamayacaksan ne söyleyeceksin? Raporda ölen çocukların hayatını mı yazacaksın? Diyarbakır Barosu’na başvurduğumuzda bize dosyada gizlilik kararı olduğunu, soruşturmaya ilişkin bilgi alamadıklarını söylediler. Uludere Alt Komisyonu Başkanı AKP’li İhsan Şener’e sorduğumuzda da “Gereken bilgiler Diyarbakır’dan gelmedi, dosyada eksiklikler olduğu için raporu açıklayamıyoruz” yanıtını aldık. Topu herkes başkalarına atıyor.

 

 

 

  • 9 ay sonra...
Gönderi tarihi:

page_roboskili-anne-biz-katili-biliyoruz

Pakize Kaplan: Cehennem gibi bir hayat. Biz de ölseydik diyorum bazen. Ama mücadele etmemiz lazım. Katilleri bulmamız lazım

T24

 

Şırnak’ın Uludere ilçesinde 2 yıl önce bugün gerçekleştirilen Roboski katliamında hayatını kaybeden 19’u çocuk 34 sivilden, 21 yaşındaki Hamza Encü’nün annesi Kadriye Encü, “Tayyip Erdoğan, bugün var yarın yok. Kürtler binlerce yıldır bu topraklardadır. Erdoğan bizim canımızı vermemiş. Canımızı aldı ama bu da onun yanına kalmaz. Bir gün mutlaka ama mutlaka herkes öğrenecek ki bizim çocuklarımızı Başbakan öldürmüş. Biz zaten biliyoruz kimin öldürdüğünü. Biz katili tanıyoruz. Ama bütün dünya duyacak. Biz ancak o zaman biraz olsun rahatlarız. Biz Kürt olduğumuz için öldürüldük. Bunu herkes bilsin. Yoksulluk her yerde var, kaçakçılık her yerde var. Ama biz hem Kürdüz, hem yoksuluz, hem de kaçakçıyız. Yani ölümü hakketmişiz” dedi.

Gazeteci Jinda Zekioğlu, Roboski katilamının yıldönümünde hayatını kaybeden 34 kişinin ailelerine konuk oldu.

ANF’de yayınlanan söyleşide, katliamda hayatını kaybeden 34 sivilin ailelerinin söyledikleri şöyle:

 

‘Bir oğlum daha var o da kaçağa gidecek’

 

(16 yaşındaki Şivan Encü'nün annesi Hediye Encü)

“2 yıldır bu olayın üstünü örtmüşler. Bir tek kişiyi bile yargılamamışlar. Çocuklarımızı katlettiler, bize cehennemi reva gördüler. Biz tüm baskılara rağmen onların oyununa gelmeyeceğiz. Kanımızın son damlasına kadar katilin yargılanması için mücadele edeceğiz. Oğlum 16 yaşındaydı ama bizim ailemizi o geçindiriyordu. Onu öldürdüler şimdi geçinebileceğimiz tek kuruş yok. Küçük oğlum 11 yaşında, o da okulu bıraktı. Şimdi kaçağa gitmesin de ne yapsın? Biz ne yapalım?”

 

‘Biz katili biliyoruz bütün dünya da duyacak’

 

(21 yaşındaki Hamza Encü'nün annesi Kadriye Encü)

“Tayyip Erdoğan, bugün var yarın yok. Kürtler binlerce yıldır bu topraklardadır. Erdoğan bizim canımızı vermemiş. Canımızı aldı ama bu da onun yanına kalmaz. Bir gün mutlaka ama mutlaka herkes öğrenecek ki bizim çocuklarımızı Başbakan öldürmüş. Biz zaten biliyoruz kimin öldürdüğünü. Biz katili tanıyoruz. Ama bütün dünya duyacak. Biz ancak o zaman biraz olsun rahatlarız. Biz Kürt olduğumuz için öldürüldük. Bunu herkes bilsin. Yoksulluk her yerde var, kaçakçılık her yerde var. Ama biz hem Kürdüz, hem yoksuluz, hem de kaçakçıyız. Yani ölümü haketmişiz!”

 

‘Tayyip Erdoğan'ın kaderi Roboski'den geçer’

 

(17 yaşındaki Celal Encü'nün kız kardeşi Şükran Encü)

“Eskiden bu köy bana öyle ferah gelirdi ki... Düğünlerimiz olurdu, halaylar çekerdik, gülerdik. Baharda koşar oynardık. Mutluyduk. Başımıza yıktılar. Şimdi bu dağlar üstüme üstüme geliyor. Psikolojik tedavi görüyorum. Her sabah okula gitmeden önce mezarlığa gidiyorum. Bütün mezarlara uğruyorum. Her birinin hayallerini, geleceklerini konuşuyorduk. Bir gecede yok oldu! Adalet denilen kelime o kadar basit, o kadar saçma geliyor ki bana. Gerçek değil. Bu katliamı Başbakan yapmıştır. Biz bunu biliyoruz. Şimdi barış süreci diyorlar, bu sürecin çözümü Roboski'den geçer. Tayyip Erdoğan'ın kaderi Roboski'den geçer. Bu kadar annenin ahı yerde kalmaz.”

 

‘Asıl terörist Ankara'dadır’

 

(13 yaşındaki Yüksel Ürek'in annesi Emine Ürek)

“Kocam korucudur. Katliamdan sonra üç kez istifa etti. Kabul etmediler. Göreve de göndermiyorlar. Öyle duruyoruz. İçime sinmiyor.  Oğlum daha önce kömür ocağında çalışıyordu. Ocak kapandı. Boşta kalınca kaçağa gitti. 6 kez gitti kaçağa. 7'ncisinde geri gelemedi! Ben Tayyip Erdoğan'ın yargılandığını görmek istiyorum. Gözlerimle görmek istiyorum o hale gelişini. O kadar bedduamız büyüktür ki, onun yanına kalmaz. Yüzüne de söyledim. Oğlumla yeğenimin fotoğrafını koydum masasına, ‘İyi bak dedim, bunlar Fehman Hüseyin midir? Teröristmiş. Asıl terörist Ankara'dadır. Sizlersiniz terörist. Gelmişsiniz bizim malımıza mülkümüze toprağımıza el koymuşsunuz.’ Bunları da yüzüne söyledim. ‘Ben değilim, emri ben vermedim’ dedi. Öyle deyince ben anladım ki, sahiden odur. Ben anneyim, yalan söyleyeni gözlerini tanırım. Erdoğan'dır. Katil odur.”

 

‘Biz mezarlıkta yaşıyoruz’

 

(14 yaşındaki Salih Ürek'in annesi Medeni Ürek)

“Katliamın üzerinden 2 yıl geçmiş ama sanki 2 gün geçmiş gibi. Sanki biz evde yaşamıyoruz, biz mezarlıkta yaşıyoruz. Hayatımız cehennem olmuş. Onlar bir kere öldü ama biz 2 yıldır her gün ölüyoruz. Bu alçaklığı asker, sivil, Ankara hepsi gerçeği biliyor. Herkes biliyor ki emri Tayyip Erdoğan vermiş. Hiç bir ümidim yok. Erdoğan o koltukta oturmaya devam ettiği sürece gerçekler açığa çıkmayacak. Ama o koltuktan iner inmez herkes öğrenecek ki katil odur.”

 

‘Ancak failler açıklanırsa barış olur’

 

(22 yaşındaki Selam Encü'nün annesi Semire Encü)

“En büyük çocuğumdu. 4-5 senedir gitmiyordu kaçağa. Tekrar gitmeye başlamıştı. Bu başbakan iki yüzlüdür. İstese iki saatte bütün sorumluları toplar. Ama yapmıyor. Çünkü kendisi de suçludur. O eğer suçlu olmasa çoktan açıklamıştı. Onun da işine gelirdi. Ama kendisi olduğu için açıklayamıyor. Şimdi benim diğer oğlumu da askere çağırıyorlar. Ben oğlumu asla askere yollamam. Buraya bir dolu insan geldi. Acımızı paylaştı. Türk, Kürt diye değil, vicdanlı vicdansız diye ayırıyoruz insanları. Barış süreci Roboski'den geçer. Failleri açıklarsa, barış da olur. Açıklamazsa savaşa devam.”

 

‘Bu şekilde ölmeyi gerilla da hak etmiyor’

 

(19 yaşındaki Fadıl Encü'nün annesi Azime Encü)

Benim dedem de, onun dedesi de, babam da bu işi yaptı. Kardeşim mayında bir kolunu kaybetti. Kocam korucu. Katliamdan sonra istifa etti, kabul etmediler. Göreve de göndermiyorlar. Evde oturuyor. Bu iki yılda her gün, her dakika acı yaşıyoruz. Önceden fakirdik ama mutluyduk. Dünyamızı başımıza yıktılar. Bu emir Tayyip Erdoğan'ın emridir. Onun sorumluluğundadır. Onun askeri, onun uçağı, onun heronudur. Suçludur, o yüzden susuyor. Biz bomba seslerini duyup da gittiğimizde, asker ‘Evinize dönün çocuklarınız gelecek’ dedi. Biz geri dönsek, onların üzerlerine silahlar yerleştirip ‘Terörist’ diyeceklerdi. Gerçi zaten dediler de... Ne gerilla, ne sivil kimse bu şekilde ölmeyi hak etmez. Ama bu şekilde öldüren kişi, hak ediyor!”

 

‘Erdoğan'a dedim, Bak bakalım bu çocuk Fehman Hüseyin mi?'

 

(19 yaşındaki Hüseyin Encü'nün annesi Fatma Encü)

“Kocam da korucudur. İstifası kabul edilmedi. Evde oturuyor. Silahı bırakmış. Her gün mezarlığa gidiyorum. Dertleşiyorum. Sorular soruyorum. Cevapları yok ama soruyorum yine de. Oğlumu askere çağırıyorlardı. Gidecekti de. Ama onlar oğlumu öldürdü. Şimdi çocuklarımı asla askere göndermem. Erdoğan'ın karısı buraya geldi. ‘Ben gideceğim Başbakan'a diyeceğim, eğer o faili açıklamazsa sorumlu odur’ dedi. Başbakan açıklamadı. Sorumlu oysa, katil de o. Ne Emine Erdoğan, ne Tayyip Erdoğan bu devlet yalandır. Herkesi kandırabilirler. Ama bizi asla. Biz gerçeği biliyoruz. Ben Emine Hanım'a dedim ‘Bu kızını ver bize bütün 34'lerin karşılığında’ olur mu? Hiçbir şey diyemedi. Ne para ne pul. Hayatımız bitmiş artık. Dilerim yanlarına kalmasın.”

 

‘Erdoğan’ın kaderi Kürtlerin elindedir’

 

(12 yaşındaki Bedran Encü'nün annesi Sabriye Encü)

“Bizim çocuklarımızı öldürüp üzerine yılbaşı kutladılar. Bizimle alay ettiler. Böyle bir şey olabilir mi? İnsan nasıl kutlama yapar. Demek ki biz farklı bir ülkenin insanıyız. Demek ki öyleyiz ki, onlar biz taziyedeyken gülebildiler. Erdoğan'ın hanımı bize söz verdi. "Eşime söylerim" dedi. Verdiğimiz mektupları çöpe attılar. Ama Erdoğan şunu bilsin ki, onun da kaderi biz Kürtlerin elindedir. Hesabını er ya da geç verecek.”

 

‘Bir ayakkabı parası için katlettiler, şimdi ayakkabı kutularında para kaçırıyorlar’

 

(17 yaşındaki Cemal Encü'nün annesi Hazal Encü)

“Hayatımız bu 2 yılda tamamen değişti. Ne güzelmiş o zamanlar, düğünler, eğlenceler... Artık düğün yok. Evime gelin geldi. Ama gülmedik bile. Burada artık sesli gülmek ayıp, yasak. Çocuklar mutsuz. Benim oğlumun ikinci gidişiydi kaçağa. Gitme diye yalvardım. Okul kantinine borcum var dedi. Onu ödeyeceğim dedi. 40 lira için öldü. Bizim çocuklarımızı ayakkabı parası için katledildiler. Ama katil Erdoğan'ın, onun yandaşlarının oğulları ayakkabı kutularında paralar kaçırıyormuş. Onlar için bir sürü polisi görevden aldı. 34 kişiyi öldürdüğü için karakol komutanını bile değiştirmedi. Genelkurmay başkanını korudu. Ona ödül verdi. Demek ki, bu katliamı sahipleniyor. Bir sürü insan geldi her yerden. Çok vicdanlı insanlar. Buraya gelince anlıyorlar Kürt olmayı. Uzaktan terörist diyorlar. Medya bunu özellikle yapıyor. Gezi Parkı'nda bizim yaşadığımızın bir damlasını hissettiler. Peki biz nasıl duruyoruz 30 yıldır? Biraz da bunu düşünsünler. Biz Kürt olduğumuz için öldürülüyoruz. Bunun hesabını verecekler.”

 

‘Katiller derdimize çare olamaz’

 

(Hüsnü Barış'ın eşi ve Savaş Encü'nün yengesi Semire Encü)

“8 yıldır çocuğumuz olmuyordu. Çok tedavi gördüm. En sonunda hamile kaldığımı öğrendim, 2 aylıktı. 10 gün sonra kocam bu katliamda öldü.  Cenazelerin kaldığı Uludere'deki hastanede doğum yapamadım. Ben çocuğumu doğurduğum sırada hastane odasındayken, başbakan televizyonda "Her kürtaj bir Uludere'dir" diyordu. Tiksiniyorum o adamdan. Biz kürtajla değil, normal doğum yapıyoruz ama onlar öldürüyorlar. Kürtajımızı onlar yaptı. Oğlumun adını Hüsnü Barış koydum. Biz hala 'barış' diyoruz. Neye yarar bilmiyorum. Artık ağlayacak gözyaşım kalmadı. Tayyip Erdoğan'dan bir beklentim yok. Katiller derdimize çare olamaz. Kaynımı ve kocamı bu katliamda kaybettim. Kaynanam ve ben acılıyız. Acımız sadece katiller yargılanırsa hafifler.”

 

‘Çocuklarım büyüyünce kaçağa gidecek’

 

(32 yaşındaki Selman Encü'nün karısı Fatma Encü)

“Kocam korucuydu. Hiçbir gelirimiz yoktu. Yapmak zorunda kaldı bu işi. Ama her gün de lanet ediyordu. Bu katliamda öldüğünde hamileydim. Şimdi 5 çocukla kimsesiz kaldık. Maaşımız kesildi. Kayınpederim bize bakıyor. Çocuklarım büyüdüğünde onlar da kaçağa gidecek, ne yapacak? Bizim için başka bir iş var mı?“

 

‘Başaramayacaklar, umudumu kaybetmeyeceğim’

 

(18 yaşındaki Şerafettin Encü'nün kardeşi Zilan Encü)

“Annem biz küçükken vefat etti. Yokluğu zordu. Abimle düğünlere birlikte giderdik. Birlikte halay çekerdik. Beni koruyordu, destek oluyordu. O gece yaşanan katliamın ardından dünyamız karardı. Okulu bırakmak zorunda kaldım. Nenem bu acıya dayanamadı daha fazla, o da vefat etti. Psikolojik destek görüyorum. Bir faydası var mı bilmiyorum ama çabalıyorum. Abimin hayalleri vardı. O hayaller onunla birlikte öldü. Ama ben umudumu kaybetmeyeceğim. Başaramayacaklar. Bizi yolumuzdan döndüremeyecekler.’

 

‘Kürtlerin hayatı hep Roboski’ydi’

 

(17 yaşındaki Salih Ürek'in annesi Emine Ürek)

“Bizde bir deyiş vardır; Koyunum kayboldu, bir derisini bile bulamadım. Yani bizim koyunumuzu değil, çocuğumuzu katlettiler, ama bir failini bile bulamadık. Bu ilk değildir. Kürtlerin hayatı hep böyle geçti. Benim babama 80'li yıllarda asker tarafından dişleri sökülerek işkence edildi, çukura atıldı. Kocam mayına bastı bacağını kaybetti. İki amcam yine mayında kolunu bacağını kaybetti.  Yetmedi bu devlete. Yetmemiş ki 34 insanımızı da yok ettiler. Daha da bitmedi biz özgürlüğümüzü kazanıncaya dek, bizi öldürmeye devam edecekler. Biz bu duyguyla yaşıyoruz.”

 

‘Bizi oyalamayın yeter’

 

(19 yaşındaki Şervan Encü'nün annesi Leyla Encü)

“Cehennem yaşıyoruz iki yıldır haberi var mı acaba batıdakilerin? Oğlum iki kuruş para için üstü başı mazot kokarak gidiyordu o yollara. Ben kıyamıyordum o yollara göndermeye o katiller çocuğumun parçalarını saçtılar etrafa. Onlarca insanımızı öldürdüler. Ne diyelim, hepimizin dilinde aynı şey. Bize faili verin. Biz bunu istiyoruz. Bizi başka laflarla oyalamayın. Yeter artık, yeter.”

 

‘Ölümle mücadele ediyoruz’

 

(20 yaşındaki Nevzat Encü'nün annesi Nahide Encü)

“Sıcak yuvamızdaki huzurumuz bitti. Ateş düştü içimize. 2 yıl geçmemiş sanki o gün gibi, ilk gün gibi kanıyor yüreğimiz. Vicdanı olan biraz insan varsa, o da bizim yanımızda olur. Bize destek vermeyenlerin, bize "terörist" deyip bize ölümü layık görenlerin kalbi yok. Gerillası, siyasetçisi, kadını, çoluğu, çocuğu öldürmedik kimseyi bırakmadılar. Biz ölümle mücadele ediyoruz.”

 

‘Sağırlar bizi duymaz’

 

(21 yaşındaki Seyithan Encü'nün ablası Hatun Encü)

“Bu 2 yılımız tıpkı kıyafetlerimiz gibi kapkaranlık geçti. Gitmediğimiz yer kalmadı. Şehir şehir dolaştık. 7 kez meclise gittik. Sesimizi duyurduk. Ama sağır olan kulaklar duymazlar. Duymadılar. Bizim tek bir talebimiz var failler. Devlet ise tek bir şey diyor: tazminat. Dünyaları da verseler biz talebimizden vazgeçmeyeceğiz.”

 

‘Katliamdan sonra hafızamı kaybettim, 5 ay sonra geri geldi’

 

(21 yaşındaki Mehmet Ali Tosun'un annesi Fadile Tosun)

“Katliamdan sonra hafızamı kaybettim. 5 ay sonra hafızam geri geldi. Şokta gibi bir dönem yaşadım. Hala inanamıyorum. Anlamıyorum. Yalın ayak o dağlara koştuk. Ateş düştü çocuklarımızın üstüne. Erdoğan tek bir şey diyor; tek bayrak, tek millet. Kabul etmiyoruz o bayrağı. Bizim bayrağımız da var, dilimiz de, milletimiz de. Biz hep öldük. Ama bitiremezler bizi. Bu halkı susturamazlar.”

 

‘Ahımız yerde kalmaz’

 

(18 yaşındaki Özcan Uysal'ın annesi Türkan Uysal)

“Kahırla, üzüntüyle, her doğan gün ağlayarak, mezarlıkta bir 2 yıl geçti bizim için. Katiller bulunmayana kadar da aynı geçer. Haftada 100 lira ile 12 kişiye bakıyordu. Kocam sakattır, mayına bastı. Korucuydu, katliamdan sonra istifa etti. Bu bize reva görülen kader için biz nasıl bir günah işlemiş olabiliriz. Bizim suçumuz Kürt olmaktır. Ateş yağdırdılar üstümüze. Ahımız yerde kalmaz.”

 

‘Davayı zaman aşımına uğratacaklar’

 

(19 yaşındaki Cihan Encü'nün ablası Bahar Encü)

“2 yıl oldu, hiçbir adım atılmadı. Roboski'yi unutturmamak için bütün Kürt halkı sabah akşam her yerde bu katliamı konuşuyor. Barış süreci diyorlar. Barışmak istiyorlarsa, devletin hatasını kabul etmesi gerekir. Kendilerini aklamaya çalışıyorlar. Onlar davanın zaman aşımına uğramasını istiyorlar. Ama burada biterse AİHM'e gideceğiz. Yanlarına bırakmayacağız.”

 

‘Acımız ilk günkü gibi’

 

(17 yaşındaki Karker Encü'nün ablası Nazlı Encü)

“Acımız ilk günkü gibi. Faillere hesap sormadan bu işin peşini bırakmayacağız. Bunu herkes böyle bilsin. Bizim için hiçbir şey değişmedi, değişmeyecek. Barış sürecine ben şahsen inanmıyorum. Neyine inanayım. Bir şey mi yapmışlar. “

 

‘Tek bir rengimiz var; siyah’

 

(20 yaşındaki Adem Ant'ın ablası Narin Ant)

“Katliamın gerçekleştiği günden bu yana hükümetin Roboski'ye karşı tutumu hiç değişmedi. Zalimlerin yerine mazlumların yargılandığı bir ülkede 729 gündür adale talep ediyoruz. Biz faillerin yargılanmasını beklerken hükümet, aileleri her gün başka sebeplerle yargılamaktadır. Ekmek parası için sınır ticareti yapan kardeşlerimiz kendi topraklarında katledildiler ama ülkeyi soyanlar hala dışarıda. İki yıl geçti acımız hala ilk günkü gibi. Bizim artık tek bir rengimiz var siyah. Failler yargılanana dek de, öyle olacak.”

 

‘Kabus gibi bir hayat’

 

(17 yaşındaki Aslan Encü'nün annesi Naime Encü)

“Canımızı yaktılar ya, biz daha unutmayız bunu. 2 yıldır gidip gelip çocuğumun mezarına bakıyorum. Rüyalarıma giriyor. Katilini bulmayana kadar da kabus göreceğiz. Yıllar sonra değil katili şimdi istiyoruz. Vazgeçmeyeceğiz.”

 

‘Tek bir talebimiz var’

 

(19 yaşındaki Bilal Encü'nün babası Abdurrahman Encü)

“Sesimiz 34 ailenin ortak sesidir. Bütün dünyaya sesleniyoruz. Tek bir talebimiz var, Kürt halkının mücdelesini yükseltmek. Katillerimizi yargılamak. Acılarımızı, devletin yanına bırakmayacağız. Gerçekler açığa çıkana dek, mücadelemize devam edeceğiz.”

 

‘Barış isteyen Roboski'nin failini sorar’

 

(17 yaşındaki Serhad Encü'nün ablası Hanım Encü)

“2 yıl önce bizim için Roboski güzel bir yerdi. O zaman hayatımız güzel değil diye biliyorduk. Ama ne kadar güzelmiş. 2 yıldır kapkaranlık bir hayat var. Bize artık ne düğün var, ne bayram, ne aydınlık var. 2 yılda barışacak hiçbir şey olmadı. Ama inanmak istiyoruz. İnşallah bir daha hiç kimse ölmez. Bizler, barışın gelmesi için çabalıyoruz. Barış isteyen herkes Roboski'nin faillerini sorsun.”

 

‘Kardeşi yastayken eğlenene kardeş denmez’

 

(16 yaşındaki Vedat Encü'nün abisi Fikret Encü)

“Tarif edemiyorum bu acıyı. Keşke o gitmeseydi de ben gitseydim. Başbakana, bakanlarına, müdürlerine hiç kimseye güvenmiyorum. Kürt halkı yalnız değildir ama biz burada yastayken batıda yılbaşı kutlayanlar oldu. Sonra da biz kardeşiz diyorlar, sizi anlıyoruz diyorlar. Kardeşi yastayken eğlenen insana kardeş denir mi? Barış gelsin istiyoruz ama bu şekilde barış gelmez.”

 

‘Toprağın altını hak ediyor mu bu insanlar?’

 

(17 yaşındaki Mehmet Encü'nün annesi Heybet Encü)

“İlle dedi gideceğim. Gitme dedim. O yola, o karda kışta gitsin istemiyordum. Oğlumun ölüsü geldi. Böyle mi olacaktı? Evlenecekti, çocukları olacaktı. Hiç tahmin etmiyordum. Canımız yanıyor. İşte mezarı. Bu soğuk toprağın altını hak ediyor mu bu gençler?”

 

‘Kürt olduğumuz için öldürüldük’

 

(17 yaşındaki Mahsun Encü'nün babası Mesut Encü)

“Hiçbir adım atılmadı. Herkes koltuğunu koruyor. Kendilerinin başına gelince istifaları, görevden almayı biliyorlar. Ama bizim çocuklarımız için tek bir kişi görevden alınmadı. Cezalandırılmadı. Barış bu değil. Bu katliamın tek sebebi var, Kürt olmamız.”

 

‘Karanlığa boğulduk’

 

(25 yaşındaki Nadir Alma'nın kardeşi Semire Alma)

“Gülyazı eskiden rengarenkti. Karanlığa boğdular. Bu iş bizim atalarımızın işi. Neyi inkar ediyorlar. Bizi kandıramazlar. 2 yıldır çektiğimiz acıyı biz biliyoruz. Barış süreci buradan geçer bunu bilsinler. Umudumuzu yitirmiyoruz. Ama böyle gitmez. Bütün Roboski halkı, bu davanın takipçisiyiz.”

 

‘Psikolojik tedavi gördük ama iyileşmedik’

 

(20 yaşındaki Zeydan ve 22 yaşındaki Orhan Encü'nün kardeşi Selcan Encü)

“İki abimi kaybettim. Ailemiz bitti. Bir tane de değil, iki tane. Nasıl dayanalım bu acıya? Bu toprağa bakıp diyorum bu gerçek mi? Hayal gibi. İnanamıyorum. Psikolojik tedavi gördük. İyileşmedik ama umudumuzu yitirmemeye çalışıyoruz.”

 

‘Başbakan'a, Sen yaptın söyle, dedim’

 

(13 yaşındaki Erkan Encü'nün annesi Felek Encü)

“Bu katliam benim oğlumu aldı. Ama oğlumla birlikte bu ülkeye olan iki damla inancımı da yok etti. Başbakanla da karısıyla da görüştüm. Yüzüne de söyledim. ‘Sen yaptın söyle, itiraf et’ dedim. ‘Yapmadım’ dedi. Öyle ki yüzünü görseniz, yüzünden belli oluyordu ki katil odur. O katil olmadığına kendi çevresindekileri inandırsın. Biz inanmayız.”

 

‘Çocuklarım katillerini tanısın istiyorum’

 

(30 yaşındaki Osman Kaplan'ın eşi Pakize Kaplan)

“Kocam öldü. 5 çocukla kimsesiz kaldım. Her gün kalkıp mezarına gidiyorum. Yüzümüz gülmüyor. Çocuklarım psikolojik sorun yaşıyor. Cehennem gibi bir hayat. Biz de ölseydik diyorum bazen. Ama mücadele etmemiz lazım. Katilleri bulmamız lazım. Bunun için çocuklarıma katillerini tanımalarını söylüyorum.”

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.