Gönderi tarihi: 7 Eylül , 2005 19 yıl Demokrasi ve Cumhuriyet Laikliğin temelinin atılmasından sonra idareciler ile halklar arasında çatışma meydana geldi. Filozoflar ve düşünürler, idare konusunu incelemeye koyuldular ve insanların yönetimi için bir düzen ortaya attılar. Bu ise, demokratik düzendir. Bu düzende, halk otoritelerin kaynağıdır. İdareci, gücü ve otoritesini halktan elde eder ve egemenlik halka ait olur. İradesine sahip olan halktır. İradesini istediği şekilde bizatihi kullanır ve yürütür. Hiçbir kimse için halk üzerine bir sulta (otorite) yoktur. Halk kendi kendisinin efendisidir. Kendisiyle idare edilen ve gereğince yürünülen yasayı çıkartan odur. Yine o (halk), kendisinin çıkarttığı yasayla kendisini kendisine gıyaben (onun vekili olarak) yönetecek idareciyi tayin edendir. Demokrasi Yunanca; "halk" anlamına gelen "demos" ve "yönetim" anlamına gelen "kratos" kelimelerinden türetilmiştir. Batılı bir kelime olduğu gibi batılı bir ıstılahtır (terimdir) ki; ona şu mana verilmiştir: "Halkın yönetimi, halkın yasasıyla, halka aittir." Böylece halk, mutlak şekilde efendidir, egemenliğe sahiptir, kendi emrinin (idaresinin) yuları kendi elindedir, iradesini kullanır ve onu bizzat kendisi yürütür. Kendi otoritesi dışında başka bir otorite önünde sorumlu değildir. Halk, egemenliğe sahip olması itibariyle seçtiği vekilleri vasıtasıyla düzen ve kanunları ortaya çıkartır ve otoritelerin kaynağı olması itibariyle de kendisinden otoritelerini elde eden ve kendi tarafından tayin edilen idareciler ve hakimler vasıtasıyla bu düzen ve kanunları uygular. Devleti meydana getirme, idarecileri tayin etme, düzen ve kanunları ortaya çıkartma hususlarında her fert diğer fertlerin sahip oldukları haklara sahiptir. İşte, demokrasinin manası budur. Demokraside (yani halkın kendi kendisini yönetmesi hususunda) asıl olan; halkın tümünün bir genel yerde toplanıp, kendisini yönetecek düzen ve kanunları çıkarması, işlerini yürütmesi ve bakılacak meseleye bakmasıdır. Bunun ilk uygulayıcıları Atina ve Sparta'daki şehir devletleri ile Grekler olmuştur. O dönemlerde bu iki şehirde de birer devlet vardı. Terim olarak bunlar için "Site Devleti", yani tek başına bir şehirde kurulan devlet anlamına gelen ifade kullanılabilir. Her iki şehirde de halkın bütün erkekleri, şehrin yönetimine katılıyordu. Genel bir toplantı şeklinde bir araya geliyor, yönetimle ilgili her hususta birbirleriyle müşavere ediyor, daha sonra aralarında bir yönetici seçiyor, kanunlar çıkartıyor, bu kanunların uygulanmasını denetliyor, onlara muhalefet edenlere de cezalar koyuyorlardı. Böylelikle "halk yönetimi" (demokrasi) her iki şehirde de dolaysız şekilde uygulanmakta ve bu yönetim şekline bu ismin verilmesi tam anlamıyla uygun düşmekte idi. Fakat bu şekildeki bir demokrasi, pek çok düşüncede olduğu gibi Avrupa'nın hafızasında yerini korumaya devam etmekle birlikte Atina ve Sparta'da site yönetimlerinin son bulmasıyla tarihten silindi. Günümüzde halkın tümünün, yasama heyeti olması için tek bir yerde toplanması mümkün olmadığından kendi yerine yasama heyeti olacak vekiller seçer. İşte bunlar parlamentoyu oluştururlar. Demokratik düzende parlamento, genel iradeyi temsil eder. O, toplulukların genel iradesi için siyasî temsili gösterir. Hükümeti ve devlet başkanını da seçer ki, bu idareciler genel iradeyi yürürlüğe koyacak birer vekiller ve hakimler olsunlar. Bu parlamento, otoritesini kendisini seçen halktan elde eder ki halkın çıkarttığı düzen ve kanunlarla halkı idare etsin. İşte bu şekilde bu düzende halk, kendisinin efendisi olur. Kanunları çıkartır, bu kanunları yürürlüğe koyacak idarecileri seçer. Halkın kendi kendisinin efendisi olabilmesi, egemenliğini kullanabilmesi, herhangi bir baskı bulunmadan ve herhangi bir zorlama olmadan, hayatının nizamını ve kanunlarını koyma ve idarecilerini seçme hususlarında kendi zatıyla tam şekilde iradesini kullanabilmesi için genel hürriyetler esastır ki onları halkın her ferdine bol bol vermeyi, demokrasi gerekli kıldı. Ta ki halk, herhangi bir baskı veya zorlama olmadan ve tam hürriyetle egemenliğini gerçekleştirmeye ve onu kendi zatıyla kullanmaya imkân elde edebilsin. Bu genel hürriyetler şu dört husus çerçevesinde temsil edildi: 1. İnanç Hürriyeti, 2. Fikir Hürriyeti, 3. Mülk Edinme Hürriyeti, 4. Şahsî Hürriyet. Demokrasi, dini hayattan ayırma akidesinden (inancından) fışkırdı. Bu akide üzerine kapitalizm ideolojisi kuruldu. Bu akide, gerçekte bir orta çözüm akidesidir. Zira bu akide; Avrupa ve Rusya'daki krallar ve çarlar ile filozoflar ve düşünürler arasında meydana çıkan çatışmanın neticesi idi. Krallar ve çarlar, halkı sömürmek, zulmetmek ve kanlarını emmek için dini bir vesile olarak kullanıyorlardı. Bunu gerçekleştirmek için yeryüzünde kendilerinin Allah'ın vekilleri olduklarını iddia ediyorlardı. Din adamlarını bu hususta boyun eğmiş binek olarak kullanıyorlardı. Böylece bu idareciler ile halkları arasında korkunç çatışma çıktı. Bu esnada, Filozoflar ve düşünürlerin bir kısmı dini tamamen inkâr etti. Bir kısmı da, dini tanıdı fakat, dini hayattan ayırmaya ve daha sonra devletten ve idareden ayırmaya davet etti. Böylece bu çatışma, "orta çözüm" ile yani "dini hayattan ayırma" düşüncesiyle sonuçlandı. Ve tabii olarak bundan, "dini devletten ayırma" düşüncesi de doğdu. Bu düşünce, kapitalist sistemin üzerine kurulduğu akide (inanç) ve aynı anda üzerine bütün fikirlerini tesis ettiği fikrî kaide oldu. Kapitalizm sistemine ait fikrî yön ve hayata bakış açısı işte bu esasa göre tayin edildi. Bu esasa göre hayattaki bütün problemleri çözmeye gidildi. Böylece bu görüş, Batının taşıdığı ve dünyayı kendisine davet ettiği fikrî liderlik oldu. Bu akide, dini ve kiliseyi hayattan ve devletten, daha sonra da nizam ve kanunları çıkartma işinden, idarecilerin tayini ve onlara otorite verme işinden uzaklaştırınca halkın kendi zatıyla kendi nizamını seçmesi, nizam ve kanunlarını koyması, bu nizam ve kanunlarla kendisini idare edecek ve otoritesini halk topluluklarına ait genel iradeden elde edecek idarecilerini tayin etmesi kaçınılmaz oldu. Buradan demokratik düzen meydana geldi. Böylece "dini hayattan ayırma" düşüncesi, onun akidesi oldu ki kendisi ondan fışkırdı. Aynı anda bu akide, üzerine bütün demokratik fikirlerini tesis ettiği fikrî kaide oldu. Demokrasi şu iki fikir üzerine kuruludur: 1. Egemenlik (hakimiyet) halkındır, 2. Otoritenin kaynağı halktır. Bu iki düşünceyi filozof ve düşünürler Avrupa’da kral ve imparatorlarla yaptıkları çatışma esnasında ortaya attılar. O zamanlar Avrupa’da "ilâhî hak" düşüncesi hakimdi. Krallar bu düşünceye göre kendilerini halk üzerinde bir ilâhî hakka sahip sayıyorlardı. Yasa çıkartma, hükmetme, yargılama işlerinin yalnız kendilerine ait olduğunu sayıyorlardı. Yalnız kendilerini devlet, halkı da kendilerinin tebaası sayıyorlardı. Halkın yasamada, otoritede, yürütmede ve hiçbir şeyde hakkının olmadığına itibar ediyorlardı. Böylece onlara göre halk herhangi bir görüş hakkı, iradesi olmayan ve kendisine ancak itaat ve uygulamanın düştüğü bir köle mertebesindeydi. İşte filozoflar ve düşünürler, bu "ilâhî hak" düşüncesini ortadan kaldırmak için krallar ve imparatorlar ile yaptıkları çatışma esnasında bu iki fikri ortaya atmış oldular. İşte böylece o iki düşünce, krallara ve imparatorlara ait "ilâhî hak" düşüncesini tamamen kaldırmak, yasama hakkı ve otoriteyi halka ait kılmak için ortaya atıldı. Şöyle ki; halk bir efendiye ait köle değil kendisi efendidir. O, kendisinin efendisidir. Onun üzerinde hiçbir kimsenin egemenliği yoktur. Böylece onun kendi iradesine malik olması gerekir. Kendi iradesini yürütmelidir. Böyle olmazsa o, köle olurdu. Çünkü, kölelik başkasının iradesiyle yürümek demektir. Böylece o, kendi iradesiyle bizzat yürümezse köle olarak kalır. Öyleyse; halkı kölelikten kurtarmak için onun iradesini yürütme hakkının kendisine ait olması kaçınılmazdı. Böylece, halk istediği yasa ve kanunu çıkartma, istemediği yasayı da iptal etme ve kaldırma hakkına sahip olur. Zira halk mutlak hakimiyete sahiptir ki, koyduğu kanunları uygulama hakkı ona aittir. Böylece istediği idareciyi seçer, istediği kanunu uygulamak için istediği yargıcı da seçebilirdi. Başka ifadeyle halk bütün otoritelerin kaynağıdır ve idareciler kendi otoritelerini ondan elde ederler. Böylece imparatorlar ve krallara karşı devrimlerin başarısı ve "ilâhî hak" düşüncesinin yok olmasıyla beraber "hakimiyet (egemenlik) halkındır" ve "halk otoritelerin kaynağıdır" düşünceleri yürürlüğe konuldu. Bu iki düşünce, demokratik düzenin üzerine kurulduğu temeli oldular. Böylece halk, hakimiyet sahibi olması bakımından teşrî edici (kanun koyucu) ve otoritelerin kaynağı olması bakımından da uygulayıcı oldu. Demokrasi, çoğunluğun hükmüdür (yönetimidir). Zira teşrî (yasama) komisyonlarının üyeleri halkın seçmen oylarının çoğunluğu ile seçilir. Yine parlamentolarda nizam ve kanunları çıkartma, hükümetlere güven oyu verme ve onlardan güveni çekme işleri, çoğunluğa dayanır. Parlamentolarda, bakanlar kurulunda diğer meclis, kuruluş ve komisyonlarda kararlar hep çoğunlukla alınır. Halk tarafından direk veya meclisin üyeleri vasıtasıyla idarecileri seçmek halkın seçmenlerinin çoğunluğu ile gerçekleşir. Bu nedenle, çoğunluk demokratik düzende bariz görünüştür. Çoğunluğun görüşü, demokratik düzenin bakış açısına göre halkın görüşünü açıklayan hakiki ölçüdür. Cumhuriyet ise; demokrasinin uygulama keyfiyetidir. Yani demokrasi sistem, cumhuriyet ise onun uygulayıcısı rejimdir. Sistem olarak demokrasinin kabul gördüğü ülkelerde genel olarak Cumhuriyet rejim olarak kabul görür. Ancak bu ekseriyet olmasına rağmen İngiltere'deki gibi meşruti krallık da demokrasinin uygulayıcısı rejim olarak kabul edilir. Bu aynen İslâm'ın sistem, Hilâfet'in de rejim olması gibidir.
Gönderi tarihi: 13 Ağustos , 2007 17 yıl Batı Avrupa’da feodal düzen sürerken bazı bölgelerde krallıklar güçlenip otoriteyi ele aldılar.Ekonomik ilişkilerin oluşturduğu sosyal kurumlar ve yönetim tarzı feodal karakterini uzun süre devam ettirmiştir.Zamanla güçlenen burjuva sınıfının egemenliği eline almak için yürüttüğü mücadele toprak sahiplerini temsil eden krallıklara karşı olmuştur.İngiltere’nin coğrafi ve sosyal dokusu biraz değişik özellikler taşıdığı için feodalite,Batı Avrupa’da olduğu gibi sağlam köklere dayanmıyordu.Dolayısı ile krallık,güçlü konumunu daha kolay koruyabiliyordu.Burjuva sınıfının ülke otoritesini temsil eden krallığa karşı olan mücadelesinin Batı Avrupa’ya oranla daha erken başlamasının sebeplerinden en önemlisi bu durumdur.Fransa’da feodalite daha kuvvetli,krallığın bu düzen üzerindeki otoritesi sağlam olduğu için sınıflar arasındaki çatışma daha geç başlamış ve kanlı bir devrimle bitmiştir. * Günümüzdeki demokrasi kavramı ve onu algılama tarzımız ile geçmişteki anlamını karıştırmamak için yirminci yüzyıldan önceki dönemlerdekilere ‘Klasik Demokrasi’ denir.Klasik demokrasi bugünkü niteliklerine doğru gelişim gösterirken,parlamenter sistemin de gelişmesini ele alma zorunluğu vardır.Belki de parlamento kurumunun gelişmesini incelemeyi ön planda tutmalıyız.Zira parlamenter sistemin kapsamı büyüdükçe halkın daha geniş şekilde temsil edilmesi mümkün olmuştu.Uzun bir zaman sürecini göz önünde tutarsak kral ile parlamento arasında karşılıklı yetki ve sorumluluk ilişkisini daha kolay anlayabiliriz. * İngiltere’nin Batı Roma İmparatorluğunun egemenliğinden kurtulması hemen hemen beşinci yüzyılda gerçekleşti.Her türlü ekonomik ve sosyal mücadele 600 yıl kadar sürdükten sonra siyasi birlik ancak onbirinci yüzyılda sağlanabildi.1066 yılında gerçekleşen Norman saldırılarından önce kurulmuş olan krallıklarda danışma meclisleri diyebileceğimiz kurumlar vardı.’Vitan’ adı verilen bu meclislerde kralın danışmanları,kontlar,baronlar ve yüksek rütbeli subaylar biraraya geliyorlardı.Kralların sadece fikir almak için oluşturdukları bu müesseselerin hiçbir yasama yetkisi yoktu. * Normandiya dükü Guillaume İngiltere tahtı üzerinde hak sahibi olduğunu ileri sürerek 1066 yılında Britanya adasına saldırdı.Tarihte Hastings Savaşı adı verilen son bir çarpışmadan sonra ülkenin tümünü eline geçirdi. Guillaume toprakları kendi adamları arasında paylaştırdı.Böylece toprak sahibi olan yeni soylu sınıfın merkezi otoriteye karşı başkaldırması önlenmiş oluyordu.O dönemlerin ekonomik yapısından dolayı devlet feodal özelliktedir,ülkedeki siyasi birliği mutlak monarşi olarak kral sağlamaktadır.Üstelik Guillaume Normandiya’da uyguladığı feodal düzeni şimdi İngiltere’de yerleştirmişti.Artık ülkede zayıf değil sağlam bir feodalite uygulaması vardı.Ancak istila öncesi Vitan’ın etkileri tümüyle ortadan kalkmış değildi.Feodalitenin kendine özgü olan hukuk kurallarına göre vasallar,senyörlerini askeri güç ve mali olarak destekledikleri gibi kurmuş oldukları birtakım örgütlerle de katkıda bulunurlardı.Buna karşılık krallar da uygun dönemlerde vasalları ile toplanır,onlara danışırdı.Ama en önemli olay, vergi konusunda vasalların rıza göstermesidir.İngiltere’de bu olay biraz farklılık göstermiştir. * Magnum Concilium danışma meclisi ,bir diğer latince deyim olan Curia Regis ise kral meclisi anlamına gelirler.1066 yılından önce mevcut olan Vitan’ların etkisi bu meclislerde kendisini göstermişti.Soylu sınıflar ile din adamlarının üst kademelerdeki temsilcilerinin oluşturduğu bu meclisler,kralın fikir danıştığı sosyal kurumlardır.Başlangıçta kurumsal olarak sürekli bir fonksiyonları yoktu.Dolayısı ile toplantıları da belirli zamanları kapsamıyordu.Daha çok yargı alanında faaliyet gösteriyordu.O zamanlar kralın bizzat kendisinin baktığı davalara bakıyorlar veya diğer yargı kararları için bir çeşit yargıtay görevi yürütüyorlardı.Diğer taraftan idari işlerde yaptıkları önerilere uyup uymamak kralın takdirine kalmış bir olaydı. * Feodal düzen iyice yerleştikten sonra toprak sahiplerinin gücü iyice pekişti.Soylu sınıf olarak üretim araçlarının sahibi oldukları için toplumun üstyapısını oluşturan sosyal olgularda daha fazla sözsahibi olmaya başladılar.Onikinci yüzyıla gelindiğinde krallar,kendi kişiliklerinde toplamış oldukları birçok yetkiyi soylu sınıflara mensup kişilerle paylaşmak zorunda kalmışlardı.Olayların gelişim sürecinde yetki paylaşması feodal soyluların lehinine doğru sapmasına devam etti.Nihayet 1215 yılında kral Yurtsuz John imzaladığı Magna Carta Libertatum,yani Büyük Özgürlük Fermanı ile egemenliğinin soylular adına kısıtlanmasını kabul etti. * Magna Carta Libertatum’un imzalanması için mücadele eden feodal beylerin en büyük destekçisi orta sınıf halktı.Artık kral ile soylu sınıfın görev ve yetkileri karşılıklı olarak belirlenmişti.Kral eskisi gibi başına buyruk davranamayacak,yürürlüğe konan yasalara uymak zorunda kalacak ve kişilere tanıdığı hakları koruyacaktı.Batı Avrupa’da feodal ilişkilerin en koyu olduğu bir dönemde İngiltere’de gelinen bu aşama her yönüyle ilginçti.Sözkonusu fermanda kişi dokunulmazlığı ile kişi güvenliği ön planda tutulmuştu.Bir yargı organı tarafından karar verilmemişse kişiler tutuklanamıyordu.Kralın halktan keyfine göre vergi toplaması artık sözkonusu bile değildir.Ayrıca kralın kendisi olsun,veya kendisinin görevlendirdiği kişiler olsun devlet adına görev yapan herkes denetlenebilecekti. * Magnum Concilium’un danışma kurulu olmaktan çıkıp denetleme fonksiyonunu kazanma süreci ileriki yıllarda daha da kapsamlı olacak ve parlamenter sisteme kadar gidecektir. Kaynak: Devrimler Ans./Burjuva devrimleri
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.