Φ öylesi Gönderi tarihi: 21 Ekim , 2012 Gönderi tarihi: 21 Ekim , 2012 Bana göre de Türkiye'de kız çocuğu olmak hiç de kolay birşey değildir. Başkalarının sana sunduğu kadar özgürsündür .Bunun dışında davranacaksan da bir çok bedel ödemeye hazır olmalısın. Tabi bu bedellerle boğuşacak gücün varsa. Bununla ilgili alıntıladığım kişi görüşlerine bende katılıyorum. Ve sizlere de sormak istiyorum. Sizce ; Türkiye' de kız çocuk olmak ne demektir ? Birlemiş Milletler geçen yılın son günlerinde bir karar aldı: 11 Ekim tüm dünyada Kız Çocuklar Günü olarak ilan edilecekti. Keşke ‘kutlanacaktı’ diyebilsek! Çocuklar için genel olarak hiç de kutlamaya uygun bir hayat değil bu. Kız çocuklar için hiç değil. BM bu ilk 11 Ekim’in temasını ‘çocuk evlilikleri’ olarak belirledi. Bunun elbette sebepleri var. Her gün binlerce kız çocuk evlendiriliyor; çoğu bu evliliği hiç tanımadığı ve yaşça kendisinden çok büyük erkeklerle yapmaya zorlanıyor. Son araştırmalar, devletler önlem almazsa önümüzdeki on yıl içinde 150 milyon kız çocuğun ‘gelin’ olacağını gösteriyor. Uçan Süpürge Yerel Kadın Muhabirler Ağı’nın uzaktan eğitim programında dördüncü haftalarını tamamlayan gönüllü muhabirler de kız çocuk olmanın kendilerine ne ifade ettiğini yazdılar. İşte yanıtlar: Ayça ONURALMIŞ: “Kız çocuğu olmak; doğduğunuz anda kolunuza pembe bilekliğin takılması, size Sevgi, Duygu, Gül, Nergis, Bahar, Saadet gibi duygu yüklü adlar verilmesi, oyuncaklarınızın mutfak/ev eşyaları, altını değiştirip yemek yedirdiğiniz bebekler, bebek arabaları olması, bacaklarınızı kapatarak oturmayı, anneye yardım etmeyi öğrenmek, ayrımcılıkla, eşitsizlikle çok erken yaşta tanışmak, mücadeleye erken başlamak demektir.” Ayda CANBAZ: “Türkiye’de kız çocuk olmak, evcilik oyununun kabusa dönüşmesidir; abi’nin koca, amca’nın kayınpeder olması demektir. Eğitim hakkının elinden alınması, mahalle baskısı, başlık parası, töre kurbanı, berdel demektir. Tecavüze uğrayıp, rızası vardı denilmek yahut devlet koruması istediğin halde öldürülmektir. Koca şiddeti, insan hakları ihlali, cinsel sömürü, duygusal istismar ve ihmal demektir. Türkiye’de kadın olmak zordur: Çoğu zaman hiç çocuk olamamak yahut insanca yaşayamamak demektir.” Bahanur ALİŞOĞLU: “Türkiye'de kadın olmak, siz kim ve ne olursanız olun, yine bacak aranızda aranan ahlak anlayışıyla sorgulanmanız demektir. Erkeklerle yaptığınız mücadele içerisinde her zaman cinsiyetinizden dolayı bir-sıfır mağlup olmanız demektir. Yaşıtınız olan bir erkeğin sırtı yumruklanarak 'koçum, aslanım' nidalarıyla toplumda ilerlemesiyken, sizin yerinizde saydırılıp eteğinizin boyunun olabildiğince aşağı çekilmesi ve başınızın yere eğilmesidir. Türkiye'de kadın olmak, haddinizi bilmektir. Haklı olduğunuz yerde konuştuğunuzda 'dilin çok uzadı senin’ gibi sözlere ve dünyada nadir rastlanan örneklerden biri olan ayrımcı bir atasözüne maruz kalmaktır: 'kızını dövmeyen dizini döver.' Kadın olmak dayağa maruz kalmak ve susmaktır. Sustuğunuz sürece hanımefendi, hakkınızı aradığınız sürece de çirkef olmaktır. Benim ülkemde kadın olmak zordur. Darısı bu yıl doğacakların başına. Begüm ÇAYIRLI: “Türkiye’de kız çocuk olmak ‘bir var olma’ mücadelesidir. Babanın sevmesi, kabul etmesi için ‘erkek gibi kız’ olmak gerekirken, annenin onayını alabilmek için ‘hanım hanımcık’ olmak gerekir. Tüm bunlar olup biterken kimsenin ‘sen ne olmak istiyordun?’ diye sormamasıdır. Kız çocuk olmak ailenin, mahalle baskısının ve yaşanılan toplumun belirlediği kurallar dizinine uyarak yaşamak demektir. Aksine davranan kız çocukların başına gelenler için ‘kızını dövmeyen dizini döver’ ile vah vah edilmesi, ‘dişi köpek kuyruğunu sallamayınca, erkek köpek ardına düşmez’ diyerek her daim günah keçisi ilan edilmek demektir. Babadan gelen gücü devralan abi ya da erkek kardeşin devam ettirdiği tahakkümün ‘koca’ ile sonlandırıldığı bir hayatı yaşamak zorunda kalmaktır.” Ece TEMİZEL: “Türkiye de kız çocuk olmak doğuştan itibaren var olduğunu ispatlamak için mücadeleye başlamak demektir. Her alanda gücünüzü, yeteneklerinizi, bir erkeğin kocası, bir erkeğin kızı, bir erkeğin kardeşi olmadığınızı, kendiniz olduğunuzu, birey olduğunuzu göstermek zorunda olduğunuz gerçeğiyle yüzleşirsiniz. Çocuk değil yetişkin olgunluğuyla hareket etmeniz gerekir. Tecavüze de tacize de uğrasanız karşınızda savcı ve hakim amcalar size çocuk değil, potansiyel suçlu muamelesi yapar. Evlenmek istemeseniz kararınıza saygı duyulmak yerine ölümle cezalandırılırsınız. Doğumunuz –erkek olmadığınız için- babanıza ceza gibidir. Yaşadığınız coğrafyada yorulmaya, çocuk olarak küsmeye fırsatınız yoktur. Henüz evcilik oynayacak yaştayken tecavüze uğradınız diye töre bahanesiyle ilkelce öldürülebilirsiniz. Ya da evlendirilebilirsiniz dedeniz yaşındaki bir adamla. Babasının kızı, abinin bacısı, ya da bilmem kimin eş adayı diye tanımlanırsınız. Önce babanızın, sonra da evleneceğiniz kişinin soyadına sahip olmanız ve buna karşı çıkmamanız beklenir. Bu şekilde kimliğinize bireyselliğinize karşı her türlü saldırı hamlesi yapılır. Oysa baktığınızda ne baba ne eş ne abi hatta ne de devlet korur sizi. Karşınızda barbarlar sürüsü ve onlara karşı tükenmemesi gereken bir güce sahip olmanız gerektiği gerçeği vardır.” Elif KUTLU: “Türkiye’de kız çocuk olmak, daha küçük yaşta ‘biri sana şeker verirse, sakın alma’ sözleriyle muhatap olmaktır. İnsanların kız çocuklarına sevecen bir şekilde şeker verebileceğini düşünme naifliğine düşmektir. Daha sonra ise bu şekerin son derece acı olduğunu anlamaktır. Türkiye’de kız çocuk olmak çoğu zaman ailenin üyesi değil, ailenin eşyalarından biri yerine konulmaktır. Yeri geldiğinde babasının ‘bir mendil verir gibi’ onu başkasına ‘vermesi’dir. Türkiye’de kız çocuk olmak, ne kadar büyürsen büyü ailenin sana her konuda müdahale edebileceğini zannetmesidir. Hayata bir sıfır yenik başlamak demektir. Türkiye’de kız çocuk olmak zorluklarla yaşamanın a priori varsayımıdır. Mücadele ederek ve direnerek yaşamanın ön koşuludur.” Gökçenur YEŞİLYURT: “Kız çocuk olmak, kardeşin doğana kadar az da olsa özgürce oynayabilmektir, çocukluğun tadını çıkarabilmektir. Kardeşin olduktan sonra hele bir de oğlansa, ne kadar da ‘yok, biz öyle kız erkek çocuk ayırmayız’ diyen büyüklerin (ki aslında bal gibi de cinsiyetçi yaklaşım içerisinde yer alırlar çoğu zaman) arasında büyümeye çalışmaktır. Başarılı olsan da, uslu olsan da senden beklenen zaten bu vasıflar olduğu için, takdir görmemektir kız çocuk olmak. Bir yere tek başına gidebilecekken, aslında yaşça hayli küçük olan erkek kardeşinin de seninle birlikte olması şartına maruz kalmaktır. Bayramlarda tatlının balsız tarafını, böreğin yanık kısmını yemektir. Hatta bazen yememektir, sadece sofra kurmaktır. Dayılar, amcalar, babalar, erkek kardeşler- kuzenleri rahat ettirmektir, onlara hizmet etmektir.” Gökçe ATEŞ: “Dünyaya gözlerimizi açmamızın ardından büyük bir sessizliğe neden olan cinsiyetteniz biz. Hala bir dakikadan fazla sessizliğin olduğu sohbet ortamlarında ‘kız doğdu’ cümlesi ile anılan kızlarız. Kız çocuk doğurduğu için suçlanılan anaların kızlarıyız biz. Sokağa çıkarılmayan, ev hapislerine, dayaklara maruz kalan, okutulmayıp çocuk yaşımızda ‘sistematik tecavüz’ olarak adlandırılabilecek çocuk gelin olmaya mecbur bırakılan insanlarız. Namusumuzu ve iffetimizi bizden daha çok düşünen yasa koyucuların, kamu görevlilerinin, ailelerin olduğu bir ülkenin kızlarıyız. Ne şanslıyız ki leke sürülürse namuslarımıza, bunu temizlemek için elinde silahıyla üzerimize koşan, koruyucu erkeklerimizin başımızdan eksik olmadığı bedenleriz! Ailemizin, kocamızın onur ve gurur duyduğu bedenleriz biz; eğer evlendiğimiz ilk gece bedenimizden bir kaç damla kan aktıysa, yani beden ve ruh sağlığımızın, bir zar parçasından daha değersiz görüldüğü cinsiyete mensubuz biz. Din, ahlak, gelenek, göreneklerle demir perdeler arkasında yetiştirilen, kendi ülkemizde ikinci plana itilen kız çocuklarıyız.” Hülya ANBARLI: “Pek çok kız çocuk gibi ‘erkeğin kadından üstün olduğu’ algısıyla büyüdüm ben de. Baba ‘evin reisi’ydi. Çünkü dışarıda ‘ekmek parası’ kazanırdı o. Annenin yeri ise eviydi. O,evini her daim temiz tutmak, yemek yapmak, bulaşık yıkamak ve çocuklarına bakmakla yükümlüydü. Ama bunlar işten sayılmazdı; onun emeği önemsenmez, hatta görünmezdi. Baba ebe hep yorgun gelirdi. Anne ise her zaman güzel, sakin ve mutlu görünmeliydi. İtiraz mı, sözü bile edilmezdi. Yalnız evde mi? Hayır dış dünyada da böyleydi bu. Kadının ne istediği çok önemli değildi. Onun kim olduğuna, ne düşüneceğine hatta ne hissedeceğine hep ‘başkaları’ karar verirdi. O susmalı ve yazgısına boyun eğmeliydi. İşte, Türkiye'de kız çocuk olmak önce birisinin kızı, sonra bir başkasının karısı, ardından başka kız ve oğlanların annesi olmaktı. Daha beşikteyken 'çeyizi sandıkta olmaktı'. 'Elinin hamuruyla erkek işine karışmamak'tı. Çünkü 'erkek sel, kadın göl'dü. 'Eksik etek'ti, 'yarım akıllı'ydı. Türkiye'de kız çocuk olmak 'hanım' olmak, 'ağır başlı' olmak,'namusuna sahip çıkmak', her zaman utanç duygusuyla beraber yaşamak, kendisini en yakınındaki erkekle tanımlamak ve başkalarının ona çizdiği hayatın kendi hayatı olduğuna inanmaktı.” Nihan YAZGAN: “Türkiye’de kız çocuk olmak, yalnız ve bir o kadar kalabalık olmaktır. Çocuk olmadan büyümektir ve bunu anlatmaya korkmaktır, yüzleşememektir kendinle. Kız çocuk olmak, hevesle okuduğu hikaye kitabının sonunu öğrenemeden, bilmediği bir dildeki hikayenin içinde kendini bulmaktır ve sonunu öğrenemeyeceği hikayesine sessizce bir son bulmaya çalışmaktır. Bir son bulmaya çalışırken aslında bu hikayenin hiç var olmadığının farkına varmak ve bunu kabul edebilmek demektir. Yani Türkiye’de kız çocuk olmak suya yazı yazmaktır bir anlamda.” Özlem AVCI: Kız çocuk olarak doğmak, “sessizlik”tir. Kız çocuk olmak, “eğretilik”tir. Kız çocuk olmak, “pembeler giymek”tir. Kız çocuk olmak, “kısacık saçlara sahip olamamak”tır. Kız çocuk olmak, “hep pantolon giyememek”tir. Kız çocuk olmak, büyüdüğünde “başkasına varacak olmak”tır belki de “başkasına verilecek olmak”tır ve hatta daha büyümeden bunları maruz kalmaktır. Kız çocuk olmak, “az harçlık almak”tır veya “hiç harçlık alamamak”tır. Kız çocuk olmak, “küçük anne olmak”tır. Kız çocuk olmak, “abiye su getir”mektir, “ona yemek hazırla”maktır. Kız çocuk olmak, “okula gönderilmemek”tir. Kız çocuk olmak, “etek giymek”tir. Kız çocuk olmak, “eksik etek olmak”tır. Kız çocuk olmak, “futbol oynayamamak, ona seyirci kalmak”tır; zaman zaman “seyirci bile kalamamak”tır, “’erkek Fatma’ diye etiketlenmek”tir. Kız çocuk olmak, “atari oynayamamak”tır. Kız çocuk olmak, “pazarlanmak”tır. Kız çocuk olmak, “tacize uğramak”tır, belki de “tecavüze uğramak”tır. Kız çocuk olmak, “boncuk(!) yutmak”tır. Kız çocuk olmak, erkek arkadaş olmadan “evcilik oynamak”tır; bazen de “evlilikle evciliğin gerçekten de birbirine karışması”dır. Kız çocuk olmak, “ayakta çiş yapabilmenin marifet olduğuna inandırılmak”tır. Kız çocuk olmak, “sünnet çocuğunun yanında gelin olmak, güzel ama ayrıcalıksız olmak”tır. Kız çocuk olmak, “regl olduğunu saklamak”tır. Kız çocuk olmak, “büyümeye direnmek”tir, “memelerini saklamak ihtiyacı duymak”tır. Kız çocuk olmak, “kötü kader”dir. Kız çocuk olmak, “kötü kader” değil KADIN olmaktır. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.