Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Dön baba dönelim, hacılara gidelim...


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Mehmet Barlasın güzel bir yazısı var. Dikkatlice okunmasını tavsiye ederim...

 

 

Dön baba dönelim, hacılara gidelim...

 

Güftesi Şahin Çandır'a ait olan Kürdilihicazkâr şarkıda, "Unutmamak"ın sorumluluğu şarkılara yüklenir:

"Öyle dudak büküp hor gözle bakma

Bırak küçük dağlar yerinde dursun

Çoktan unuturdum ben seni, çoktan

Ah bu şarkıların gözü kör olsun" Buna benzer bir şarkı "Bilgi ve iletişim çağı" için yeniden yapılsaydı, herhalde sözleri şöyle olurdu:

"Çoktan unuturduk yaşananları

Ah bu Google'ın gözü kör olsun"

Benim gazeteciliğimin gençlik yılları, arşivlerde ve kitaplıklarda geçti. "Dün"ü ancak oralarda bulabiliyordum. Bugün ise "Google"a, araştırmak istediğim konuyu yazıyorum ve sayfalarca bilgi birkaç saniyede ekrana dökülüyor.

Önce buhar makinesi, sonra içten patlamalı motor, nasıl beden gücünü neredeyse sonsuza kadar büyüten kaldıraçlar olduysa, bilgisayar, internet ve arama motorları da beyin gücünün ve belleğin kaldıraçları şimdi.

 

1967-69 YILLARI

Hukuk ve Adalet Şehidi Danıştay Yargıcı Mustafa Yücel Özbilgin'in cenaze töreninde tanık olunan sahnelere ve bazılarının bu trajik olayı siyasi kamplaşmaya dönüştürme çabalarına bakınca, 1967-69 yıllarına geri dönmeyi denedim. O dönemin iktidarı Adalet Partisi, Başbakanı Süleyman Demirel, Yargıtay Başkanı da İmran Öktem'di.

 

Muhalefet Partisi CHP, Ankara bürokrasisi ve "Aydınlar", Başbakan Demirel'i ülkedeki şeriat heveslilerini teşvik etmekle suçlarlardı. Bu arada MİT ve Siyasi Polis, Türkiye'de bir İslami rejim kurmayı amaçlayan ve "Kurtuluş Partisi" adıyla faaliyete geçen Hizb-üt Tahrir diye bir yeraltı örgütünün üyelerini yakalamıştı.

 

Buna ilişkin haberi, o dönemin ünlü sol kanat dergisi Ant şöyle vermişti:

- Turizm Tanıtma Bakanı Nihat Kürşat'ın turizmi geliştirmek amacıyla, tekke ve mescitlerin açılacağını müjdelediği (!) günlerden birkaç gün sonra harekete geçen Milli İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet gazetelerin manşetlerde verdiği "İslam Devleti Kurmak için teşkilatlananların hazırladığı anayasa posta ile dağıtılıyor" haberinin ışığı altında bir operasyon hazırlanmıştı. (6 Haziran 1967)

Cumhuriyet gazetesinde ise, Hizbüt Tahrir'cilerin Başbakan Demirel'e yazdıkları "Açık Mektup"un haberi vardı:

 

- Muayyen emellerinizi gerçekleştirmek için İslam kisvesine bürünüyorsunuz. Biz biliyoruz ki, siz hiçbir kuvvet sahibi değilsiniz; sadece bir memursunuz, asıl iktidar ordunun elinde olduğu halde, siz halihazırdaki rejimin hizmetinde Müslüman kitleleri aldatmakta büyük rol oynuyorsunuz... Başarınızı türlü vesilelerle İslam kisvesine bürünmenize borçlusunuz. Mesela bazı camilerde sabah namazı kıldınız. Aldatma siyasetine devam ederek İslama bağlı bilinen bazı kişilere devlet dairelerinde vazife verdiniz. Sizin İslamiyete karşı sinsi rolünüzü açıklamayı vazife sayıyoruz ve size oy veren Müslüman kitleler önünde sizin hakiki hüviyetinizi ortaya koymak istiyoruz. (2 Eylül 1967)

 

ÖKTEM VE KONUŞMALARI

Yargıtay Başkanı İmran Öktem'in yeni Adli Yıl'ın açılışı töreninde bir yıl önce laikliği yorumlarken Voltaire'in bir sözünü tekrarlayarak "Tanrı'yı da insan yaratmıştır" demesi belirli çevrelerin tepkisine ve diğerlerinin de desteğine konu olmuştu. Öktem 1967'deki konuşmasında da şöyle konuşmuştu:

 

- Türkiye'de İslam Devleti ve hilafet rejimi kurmak, Türk milletini dini esaslara dayanan bir hukuk düzenine sokmak isteyen ve bunun için gizli ve açık çalışan mistik bir avuç meczub, ruh hastası veya dini kazanç metaı haline getirmiş kimseler, saf ve cahil yurttaşın varlığını, imanını geçim vasıtası yapmış olan bezirgânlar daima hüsrana uğrayacaklardır. (7 Eylül 1967)

 

Bütün bu gelişmelerde Başbakan Demirel'in konumu ise Forum dergisinde şöyle yorumlanmıştı:

- AP iktidarının ilk ayları, Sayın Başbakan'ın Hacıbayram Camisi'nde Cuma namazları kıldığı, evine din adamlarını davet ettiği haberleriyle geçmiştir. Bir dini bayram vesilesiyle, yine Başbakan'ın Bayram Gazetesi'nde yazmış olduğu başyazı henüz hatırlardadır. Bu ve buna benzer açılış törenlerindeki beyanları, din sömürücülüğü yapmayı bir hayat tarzı edinmiş olanlara sadece cesaret ve kuvvet kazandırmıştır. (15 Eylül 1967)

 

ÖKTEM'İN CENAZESİ

İmran Öktem 1 Mayıs 1969'da Ankara'da vefat etti... 3 Mayıs'ta Ankara Maltepe Camisi'nde yapılan cenaze töreninde, çoğunluğunu çember sakallı kişilerin oluşturduğu bir kalabalık cenaze namazının kılınmasını engellemeye çalıştı ve cami görevlileri görevlerini yerine getirmekten kaçındı. Olaylar sırasında camide bulunan ve saldırganlar arasında kalan İsmet İnönü'yü korumak amacıyla Nabi Alpartun adlı bir tuğgeneral tabancasını çekti. İnönü olaylar hakkında, "Her manasıyla kesin ölçüde bir 31 Mart Vakası'dır" derken, Başbakan Süleyman Demirel de "Hadise gayet üzücüdür" biçiminde konuştu. 7 Mayıs'ta, töreni engellemek isteyen kişileri ve onların koruyucularını potesto etmek için Ankara'da, geniş aydın çevrelerinin katıldığı ve Anıtkabir'de sona eren bir yürüyüş yapıldı.

 

Evet... Ah bu Google'ın gözü kör olsun. Aynı filmi farklı aktörlerle tekrar tekrar seyrettiğimizi hatırlattı bize yine.

 

O zaman Adalet Partisi ve Demirel şeriat teşvikçisi diye suçlanıyordu, şimdi de AK Parti ve Erdoğan...

 

 

20/05/2006

Mehmet Barlas

Sabah Gazetesi

Gönderi tarihi:

Aynı filmi defalarca görmek kaderimiz mi?

 

 

Belirli aralarla veya benzer durumlar karşısında hep aynı filmi görmeye başlayınca, Gaziantep'in efsanevi sinemacısı Nakıp Ali'yi hatırlarım.

Nakıp Ali'yi Antepli olmayanlar, Ülkü Tamer'in yazılarından tanır. Onun anlatımıyla Nakıp Ali, Güneydoğu Anadolu'da sinema açan ilk kişiymiş. Ahşap Asri Sinema (sonradan altı beton, üstü beton Nakıp Sineması oldu) açılınca, Antepliler bu yeniliğe büyük ilgi göstermişler.

Gaziantep'in 1940'lı ve 50'li yıllarının bir çeşit "Cinema Paradiso"suydu onun sineması. Nakıp Ali de Philippe Noiret'in canlandırdığı Alfredo gibiydi. Yürekten sinema sever çocuklara, gençlere Alfredo gibi açardı kapılarını.

Ülkü Tamer'in bir anısını, buna örnek olarak aktarayım:

- 12 yaşındaydım. O gece annemle babam sinemaya götürdüler beni. "İki film birden" izledik. Sinemadan çıkarken Nakıp Ali beni gördü. "Nasıl, beğendin mi filmleri?" diye sordu. "Beğendim ama gelecek program çok güzel. Onu kaçıracağım" dedim. "Niye?" dedi Nakıp Ali. "Önümüzdeki hafta oynatacağız." "Ben yarın akşam İstanbul'a gidiyorum" dedim. "Talihine küs" dedi Nakıp Ali. Ertesi sabah dokuzda bizim kapı vuruldu. Açtım. Bir adam. "Nakıp Ali seni istiyor" dedi. Sinemaya gittim hemen. Nakıp Ali kapıdaydı. "Gel otur" dedi. Salonda bir koltuğa oturttu beni. Görmek istediğim filmi 12 yaşındaki o çocuk için, sadece benim için oynattı.

 

O ÇOCUK GİBİ

Bir başka çocuğun hikayesini de şöyle anlatmışlardı bana.

Nakıp Ali, o hafta oynatılacak filmi bir gece önceden o çocukla birlikte seyredermiş. Ertesi gün film oynatılmaya başlayınca, o çocuk arkadaşlarıyla birlikte sinemaya gidermiş. Ama arkadaşlarına o filmi daha önce gördüğünü hiç söylemezmiş.

Film başlarmış. Mesela filmdeki bir erkekle bir kadın karşılıklı konuşurlarken, bizim çocuk "Bu adam bu kadını öpecek" diye bağırırmış. Biraz sonra adam kadını öpünce arkadaşları da, salondakiler de, "Bu çocuk olacakları nasıl bildi" diye şaşırırlarmış. Mesela polis ve gangster araçları arasında kovalamaca başlayınca bizim çocuk yine "Gangsterin arabası devrilecek" diye bağırırmış. Biraz sonra araba devrilince yine herkes "Bu çocuk olacakları nasıl bildi" diye şaşırırlarmış.

Türk siyasetinin son yarım yüzyılını bir gazeteci olarak izlerken, kendimi hep Nakıp Ali ile oynayacak filmi önceden seyreden bir çocuk gibi hissettiğimi söylemeliyim.

Genç Türk toplumunun yazılı hafızası olmadığı için, geniş kitleler uzak geçmişi de yakın dünü de derinine bilmez. Her gelişme sanki ilk kez oluyormuş gibi algılanır. Oysa ben ve benim gibi gözlemciler, daha önce izlediğimiz filmin yeniden, ama değişik oyuncularla çevrildiğini hep görürüz.

Örneğin demokrasi özellikle "Ankara'nın yerleşikleri"nin pek hoşuna gitmez. "Çevre"nin "Merkez"deki iktidara seçmenin oyu ile sahip kılınması, "Rejim"i rahatsız eder. Hele bu iktidar süresi uzamaya başlayınca, rahatsızlık iyice artar. Ondan sonra iktidar partisini bölme girişimleri başlar. Bu arada rejimin sağdan veya soldan tehdit edildiği söylenilmeye başlar. Bu arada bir takım provokasyona açık eylemlere de tanık olunur ülke çapında.

Yarım yüzyıldır aynı senaryonun değişik versiyonlarının sahnelendiğini gördüğüm için, bu sürece girildiği zaman hep "Ben bu filmi daha önce de görmüştüm" diye geçiririm içimden... Ama koca bir ülkenin kaderi bu çeşit bir kısır döngüye kurban edildiği için hem utanır, hem üzülürüm ve "Bu filmin sonunda şöyle olacak" diye bağıramam.

Bir başka gerçeği de hiç unutmam.

Neticede oynatılan film, bir yerli-yabancı ortak yapımdır. Türkiye dünyadan kopuk uzak bir okyanus adası olmadığı için, tüm senaryolarda global konjonktürün katkısı, iç dinamik katkısından daha fazladır.

 

GERÇEK GÜNDEM Mİ?

Bunu mesela "Güneydoğu Sorunu"nun dış kaynaklı bir bölücü terör hareketine dönüşmesinde de görürüz. Veya içerideki demokrasinin oluşturduğu iktidarın dış konjonktüre ters düşmesi durumunda, oynatılan filmin bir "Korku Sineması" örneğine dönüşmesine de tanık olursunuz.

Veya Türkiye'de iktidar olduklarını zannedenler, dış konjonktürden bağımsız oldukları hayaline kapılıp, Kıbrıs'ı fethederler. Ve sonra Türkiye iç ve dış politikasını kuşaklar boyu ipotek altına alan "Kıbrıs Sorunu" ile yaşamak durumuna düşülür.

Şu anda hepimiz Türkiye'nin gerçek gündeminin "Türban" merkezli bir "Rejim Krizi" olmaması gerektiğini biliyoruz. Ama filmdeki senaryoyu yazanlar belli ki bunu böyle oluşturmaya karar vermiş neticede. Ve bu filmin daha ilerideki planlarında bir cumhurbaşkanlığı seçimi ve bir genel seçim olması gerekiyor.

Güneydoğu'daki bölücü terör de, Avrupa Birliği yolculuğu da, ekonominin istikrarı da, yapılması gereken reformlar da, şimdi filmin karelerinde yok. İzleyen 70 milyon insan, kendilerine sunulan filmin sahnelerine odaklanmış durumda.

Bakarsınız ilerideki kuşaklar, Cinema Paradiso'daki sinema makinisti Alfredo'nun, o dönemde bir çocuk olan Salvatore'nin büyüdüğü zaman seyretmesi için hazırladığı ve sansür edilip kesilmiş filmlerden oluşturduğu mutluluk sahneleriyle dolu film benzeri bir farklı filmi seyrederler.

Ama bizim kuşak Nakıp Ali'nin yanındaki çocuk gibi, hep "Biz bu filmi kaç kez gördük" diye iç geçirmeye mahkûmuz.

 

19/05/2006

Mehmet Barlas

Sabah Gazetesi

Gönderi tarihi:

2006-1969=37 aynı şarkıyı ve aynı senaryoyu izleyerek geçmiş.

Ne laiklik elden gitmiş neden irtica yönetime el koymuş oyuncular değişmiş ama roller ve replikler hep aynı

Bizim burda bir laf var insan çok bunaldığı zaman söyler...DARLANDUUUMMM

Gönderi tarihi:

İrtica denilen şey nedir ki?

 

Sözlük anlamı bile sadece "gericilik" ten ibaret. gerici olan herkes irtica anlamına geliyor demekki...

 

Peki gerici ne demek? Hangi geri? Dünde geridir, o halde bir """zamanı""" kastetmiyor bu gerici sözü...

 

Peki neden irtica kelimesi İslama yada müslümanlara yakıştırılıyor? Neden birisi başörtüsü kişisel bir haktır dediği zaman hemen irticacı oluyor?

 

Neden başörtüsü yasaktır diyen kişi iriticacı olmuyor?

 

Neden İslam inancını yada herhangi bir inancı, yaratılış inancını yok etmek için çaba sarfeden kişi irticacı olarak algılanmıyor?

 

Neden evrim teorisini (saplantı olduğu bütün çevreler tarafından kanıtlanmış olduğu halde) müfredatlara sokmak isteyen kişiler irtica olmuyor?

 

Bu kavramlara dikkat edilmesi gerekiyor demekki...

 

Bu ülke bu rejim kolay kolay değişmez, hatta hiç değişmez...

 

Bu yaygarayı koparanlar halkın birliğini bütünlüğünü, farklı inançlarda, milletlerde, düşüncelerde olan insanların yanyana ve kolkola dolaşmasını içine sindiremeyen kişiler...

 

Onlarda çok iyi biliyorlarki ülke rejimi asla değişmeyecek,

 

bu ülkenin 70 milyon sahibi var kim neyi değiştiriyormuş akıl alır iş değil...

Gönderi tarihi:
Neden Kadınlarımızı erkeğe köle yapalım (Din böyle istiyor diye)...

 

 

Demek sizin savaştığınız din böyle istiyor o halde tepkiniz o dine olsa gerek... Ve haklısınız...

 

Bizim cevap vermemize gerek yok... Biz o dine mensup değiliz...

Gönderi tarihi:

Mehmet Barlasın güzel bir yazısı var. Dikkatlice okunmasını tavsiye ederim...

Dön baba dönelim, hacılara gidelim...

 

Güftesi Şahin Çandır'a ait olan Kürdilihicazkâr şarkıda, "Unutmamak"ın sorumluluğu şarkılara yüklenir:

"Öyle dudak büküp hor gözle bakma

Bırak küçük dağlar yerinde dursun

Çoktan unuturdum ben seni, çoktan

Ah bu şarkıların gözü kör olsun" Buna benzer bir şarkı "Bilgi ve iletişim çağı" için yeniden yapılsaydı, herhalde sözleri şöyle olurdu:

"Çoktan unuturduk yaşananları

Ah bu Google'ın gözü kör olsun"

Benim gazeteciliğimin gençlik yılları, arşivlerde ve kitaplıklarda geçti. "Dün"ü ancak oralarda bulabiliyordum. Bugün ise "Google"a, araştırmak istediğim konuyu yazıyorum ve sayfalarca bilgi birkaç saniyede ekrana dökülüyor.

Önce buhar makinesi, sonra içten patlamalı motor, nasıl beden gücünü neredeyse sonsuza kadar büyüten kaldıraçlar olduysa, bilgisayar, internet ve arama motorları da beyin gücünün ve belleğin kaldıraçları şimdi.

 

1967-69 YILLARI

Hukuk ve Adalet Şehidi Danıştay Yargıcı Mustafa Yücel Özbilgin'in cenaze töreninde tanık olunan sahnelere ve bazılarının bu trajik olayı siyasi kamplaşmaya dönüştürme çabalarına bakınca, 1967-69 yıllarına geri dönmeyi denedim. O dönemin iktidarı Adalet Partisi, Başbakanı Süleyman Demirel, Yargıtay Başkanı da İmran Öktem'di.

 

Muhalefet Partisi CHP, Ankara bürokrasisi ve "Aydınlar", Başbakan Demirel'i ülkedeki şeriat heveslilerini teşvik etmekle suçlarlardı. Bu arada MİT ve Siyasi Polis, Türkiye'de bir İslami rejim kurmayı amaçlayan ve "Kurtuluş Partisi" adıyla faaliyete geçen Hizb-üt Tahrir diye bir yeraltı örgütünün üyelerini yakalamıştı.

 

Buna ilişkin haberi, o dönemin ünlü sol kanat dergisi Ant şöyle vermişti:

- Turizm Tanıtma Bakanı Nihat Kürşat'ın turizmi geliştirmek amacıyla, tekke ve mescitlerin açılacağını müjdelediği (!) günlerden birkaç gün sonra harekete geçen Milli İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet gazetelerin manşetlerde verdiği "İslam Devleti Kurmak için teşkilatlananların hazırladığı anayasa posta ile dağıtılıyor" haberinin ışığı altında bir operasyon hazırlanmıştı. (6 Haziran 1967)

Cumhuriyet gazetesinde ise, Hizbüt Tahrir'cilerin Başbakan Demirel'e yazdıkları "Açık Mektup"un haberi vardı:

 

- Muayyen emellerinizi gerçekleştirmek için İslam kisvesine bürünüyorsunuz. Biz biliyoruz ki, siz hiçbir kuvvet sahibi değilsiniz; sadece bir memursunuz, asıl iktidar ordunun elinde olduğu halde, siz halihazırdaki rejimin hizmetinde Müslüman kitleleri aldatmakta büyük rol oynuyorsunuz... Başarınızı türlü vesilelerle İslam kisvesine bürünmenize borçlusunuz. Mesela bazı camilerde sabah namazı kıldınız. Aldatma siyasetine devam ederek İslama bağlı bilinen bazı kişilere devlet dairelerinde vazife verdiniz. Sizin İslamiyete karşı sinsi rolünüzü açıklamayı vazife sayıyoruz ve size oy veren Müslüman kitleler önünde sizin hakiki hüviyetinizi ortaya koymak istiyoruz. (2 Eylül 1967)

 

ÖKTEM VE KONUŞMALARI

Yargıtay Başkanı İmran Öktem'in yeni Adli Yıl'ın açılışı töreninde bir yıl önce laikliği yorumlarken Voltaire'in bir sözünü tekrarlayarak "Tanrı'yı da insan yaratmıştır" demesi belirli çevrelerin tepkisine ve diğerlerinin de desteğine konu olmuştu. Öktem 1967'deki konuşmasında da şöyle konuşmuştu:

 

- Türkiye'de İslam Devleti ve hilafet rejimi kurmak, Türk milletini dini esaslara dayanan bir hukuk düzenine sokmak isteyen ve bunun için gizli ve açık çalışan mistik bir avuç meczub, ruh hastası veya dini kazanç metaı haline getirmiş kimseler, saf ve cahil yurttaşın varlığını, imanını geçim vasıtası yapmış olan bezirgânlar daima hüsrana uğrayacaklardır. (7 Eylül 1967)

 

Bütün bu gelişmelerde Başbakan Demirel'in konumu ise Forum dergisinde şöyle yorumlanmıştı:

- AP iktidarının ilk ayları, Sayın Başbakan'ın Hacıbayram Camisi'nde Cuma namazları kıldığı, evine din adamlarını davet ettiği haberleriyle geçmiştir. Bir dini bayram vesilesiyle, yine Başbakan'ın Bayram Gazetesi'nde yazmış olduğu başyazı henüz hatırlardadır. Bu ve buna benzer açılış törenlerindeki beyanları, din sömürücülüğü yapmayı bir hayat tarzı edinmiş olanlara sadece cesaret ve kuvvet kazandırmıştır. (15 Eylül 1967)

 

ÖKTEM'İN CENAZESİ

İmran Öktem 1 Mayıs 1969'da Ankara'da vefat etti... 3 Mayıs'ta Ankara Maltepe Camisi'nde yapılan cenaze töreninde, çoğunluğunu çember sakallı kişilerin oluşturduğu bir kalabalık cenaze namazının kılınmasını engellemeye çalıştı ve cami görevlileri görevlerini yerine getirmekten kaçındı. Olaylar sırasında camide bulunan ve saldırganlar arasında kalan İsmet İnönü'yü korumak amacıyla Nabi Alpartun adlı bir tuğgeneral tabancasını çekti. İnönü olaylar hakkında, "Her manasıyla kesin ölçüde bir 31 Mart Vakası'dır" derken, Başbakan Süleyman Demirel de "Hadise gayet üzücüdür" biçiminde konuştu. 7 Mayıs'ta, töreni engellemek isteyen kişileri ve onların koruyucularını potesto etmek için Ankara'da, geniş aydın çevrelerinin katıldığı ve Anıtkabir'de sona eren bir yürüyüş yapıldı.

 

Evet... Ah bu Google'ın gözü kör olsun. Aynı filmi farklı aktörlerle tekrar tekrar seyrettiğimizi hatırlattı bize yine.

 

O zaman Adalet Partisi ve Demirel şeriat teşvikçisi diye suçlanıyordu, şimdi de AK Parti ve Erdoğan...

20/05/2006

Mehmet Barlas

Sabah Gazetesi

 

Mehmet Barlas!!bu isim bana hicte yabanci gelmiyor,hatirladigim kadariyla Özal'in da bir numarali gazeteci adamiydi.Birde Nzli Ilicak vardir meshurlardan,Kemal Ilick'a verilen fakat geri alinamayan krediler.Okuyuculari TVvercez diye dolandiran Aksam gazetisinin sahibi konu Ilicak degildi sadece bi hatirlatma yaptim.Hangi gazetecilerin buralarda örnek olarak verildini.Surasi bir gercekki ülkede dini kendilerine paravan olarak kullanip her dönemde bir takim rejim karsiti karisikliklar cikartanlar her defasinda ya CHPden sikayetci olmuslardir veya Ordudan.DP nin devrilmesinde Ismet Inönüyü suclayanlar bugünde ayni taktigi uygulamaktadirlar.Arkadasin dedigi gibi Türkiyenin bugünkü konusu Türban olmamaliydi.Ama maalesef bugün yapilanlara komplo gözüyle bakanlardir Türban olayini temcit pilavi gibi isitip isitip halka sunanlar.Bizler unutmadik daha yakin tarihimizde yasandi bunlar,binlerce yesil bayrakli cember sakalli Seriat isteriz diyenler Sultanahmet meydaninda toplanmislardi.Erbakan di partinin baskani ve bugün biz döndük diye takiyye yapan AKP yöneticileride o partinin üyesi idiler ve kabara kabara o kadar insanin toplanmasini bir basari olarak satmaya calisiyordular.Tbiki 1967 den bahseden Barlas bu konuya nedense hic deginmez.Ne mutlu Türküm Diyene sözünü Bingölde elestiren Erbakandan kimse bahsetmez.Bunlarin hepsi fasa fisoydu o günkü yönetim icin bugünkü yönetim icinde ayni sey gecerlidir.Türkiyede rejim degisir veya degismez olay bu degildir.Olay oturup kalkip birilerinin veya bazi cevrelerin dini bahane ederek Laik cumhuriyete dil uzatmalaridir.Eger yanlisliklar var ise bunlar küfürle degil-bildigim kadariyla müslüman olan küfretmez-ülkenin yöneticileri Bilim adamlari ve Anayasada adi gecen bütün demokratik kuruluslar ve sivil toplum kuruluslarinin müstereken yapacaklari calismalarla düzeltilir.

Avupa birligi arefesinde birileri komplolar düzenliyor,veya buna benzer hezeyanlarla kimse kimseyi kandirmaya calismasin.Kibris bizim icin bir ipotek degildir Kibris bizim icin bir hayati damardir.Bunun aksini iddia edenler gercekleri gömek yerine bastaki yönetime destek verme cabasindadirlar.Bizim Avrupa birligine girme olasiligimiz cok düsük bir ihtimal olmasina bu düsük ihtimalin bile ufukta görünmeyen bir tarihe kaydirilmasina ragmen zafer kazanmis gladyatör gibi havalara giriliyor.Türkiye kendi politkasini yapmaktan aciz bir hale getirilmisken hükümetimiz hertarafa göz kirpma gayreti icersindedir.3 sene icersinde Türkiye hicbir sey almadan gelecekte bircok seyi verebilecek bir Avrupa birligi politikasi izlemektedir.Umariz tamamen aksi olur.

Saygilarla

Gönderi tarihi:
Dedim ya işiniz gücünüz polemik oluşturmak...

 

Bilim Din Dil Irk Cinsiyet ayrımı yapmaz...

 

Bilimin önünde insanlar eşittir...

 

Demokrasi ve Laiklik özgür düşünce için olmazsa olmaz bir ögedir.

 

Anlayacağın ya sen savunduğun şeyleri bilmiyorsun yada takiye yapmaya devam edeceksin...

 

Öyle anlaşılıyor...

 

 

Tabi ben takiye yapacağım siz gerçekleri sunacaksınız... :D

 

Bende sana din önünde bütün insanların eşit olduğunu, bilim ve dinin karşılaştırılmasının da son derece mantıksız olduğunu hatırlatmıştım zannedersem...

 

Unutmaki laikliğin belli bir yapısı yoktur, bütün dünya ülkelerinde farklı uygulanır. Her ideoloji kendine yontmuştur bu anlayışı, ne yazıkki bizim ülkemizdede "laiklik" öne sürülerek başörtülü genç kızlar okullara sokulmamaktadır.

 

Dolayısı ile "bizim ülkemizde uygulanan" Laiklik kavramı senin bahsettiğin gibi özgürlüğün anahtarı değil, esaretin sebebidir.

 

Suç laikliğin değil, laikliği kendi menfaatleri doğrultusunda biçimlendiren ağalarındır.

 

İşte bunun için, laikliğin esaret sebebi olmasından çıkıp özü itibarı ile özgürlüğün sebebi haline gelebilmesi için tanımının doğru yapılması gereklidir.

Gönderi tarihi:

Eyvahlar olsun erdoğan gelmiş.... :o:o:o

 

Yine yakalandım... :unsure:

 

Erdoğan ne olur bu seferlik beni affet bir dahaki sefere irticacılık yapmıyacağıma söz veriyorum. Nasılda anladın yine? Ulvi kişi, ileri görüşlü şahsiyet...

 

Affet beni erdoğan ne olur affet...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.