Zıplanacak içerik

İRAN'LI ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISI 'NİDA' YA AĞIT... “Benim sarı gülüm için, gözyaşı dökmeyecek misin?”(*)...

Featured Replies

Gönderi tarihi:

Nida İçin Ağıt!...

 

“Benim sarı gülüm için, gözyaşı dökmeyecek misin?”(*)

 

1989’da Çin’de Tiananmen Meydanı’nda yapılan gösteriler dünyaya çekilen faks mesajlarıyla duyurulmuştu. Yirmi yıl sonra faks cihazları yavaş yavaş tarihe karışırken yerini teknolojinin son harikası internet aldı. İran’da son yapılan seçimler sonucunda ortaya çıkan tablo dünyaya internet üzerinden iletiliyor.

 

İranlı protestocular Twitter üzerinden anlık haberleşme ve organizasyon mesajları gönderiyor. Facebook üzerinden organize oluyorlar. Çekilen fotoğraflar Flickr sitesinde videolarsa Youtube’da yayımlanıyor.

 

Özellikle Twitter üzerinden yapılan haberleşme o denli kritik bir hal aldı ki ABD Dışişleri Bakanlığı bir kaç gün önce firmadan Twitter’ı bakım için birkaç saatliğine hizmet dışı bırakma işlemini Tahran saatine göre gece yarısından sonraya gelecek şekilde organize etmesini talep etti.

 

Siyaset dünyası, konvansiyonel dünyadan öğrenmiş oldukları deneyimi son hızla uygularken (örneğin yabancı medya mensubu kişiler İran’a ancak bir haftalık vize ile girebiliyor ve vizeleri sona erdiğinden ülkeden çıkmaya zorlanıyor) dijital dünyaya karşı aciz kalıyorlar.

 

Aslında şu gerçeği çok iyi biliyorlar; dijital dünyaya sansür uygulanamaz! Dijital dünyaya sansür uygulamak, başını kuma sokmak anlamına gelir. Bakın ülkemizdeki Youtube yasağına. Başbakanımız bile bu tür yasakların aslında kolaylıkla delinebildiğini kendisi beyan etti: “Ben girebiliyorum siz de girin” diye açıklama yaptı. Gerçekten de bugün çok basit bir işlemle her ne kadar fiziksel olarak Türkiye sınırları içinde bulunsanız da, dijital anlamda başka bir toprak üzerinden Youtube’a erişirsiniz.

 

Bu tıpkı, herhangi bir ülkeye gitme yasağına rağmen, o ülkeye gidebilme imkânına benzer. Türkiye’den çıkarken o yasaklı ülkeye değil de başka bir ülkeye gidersiniz. Böylece kapıda sizi kontrol eden görevliler sizin geçmenize izin verir. Sonra gittiğiniz o ülkeden yasaklanmış olan diğer ülkeye geçersiniz. İşiniz bitince de geri dönersiniz. Bugün de youtube’a direkt www.youtube.com adresi yazarak gidemeyen internet kullanıcıları başka bir tampon web sitesine gider, oradan www.youtube.com adresini yazarak siteye ulaşır.

 

Denilecektir ki yasalardaki tanımlar gereği bu tür yasakları koymak ne yazık ki mümkün. Pek de öyle olmadığı geçtiğimiz günlerde çıkan bir haberle doğrulandı. Mart ayında yapılan yerel seçimler öncesinde birileri Facebook sitesinde, CHP’nin İstanbul Belediye Başkan adayının terör örgütünün bir mensubu olduğunu ifade eden bir grup oluşturdu. Buna karşılık adayın avukatı dava açarak, ilgili yasa gereği o grubun ya da Facebook’un kapatılmasını talep etti. Mahkeme bu yönde karar aldı. Ancak Telekomunikasyon İletişim Başkanlığı mahkeme kararını ilgili yasaya göre uygulamayacağını beyan etti.

 

İlginç değil mi? Örneğin birisi Türkiye ile ilgisi dahi olmayan bir web sitesindeki bir habere okur görüşü beyan ediyor. Bu görüşte bir Türk vatandaşının kişilik haklarına saldırı olduğu gerekçesiyle açılan dava sonucu tüm web sitesi topyekûn kapatılıyor. Ancak bir başka örnekte değil siteyi topyekûn kapatmak, ilgili grup bile kapatılamıyor.

 

Demek ki bazıları daha eşit! Şimdi denilecektir ki temelde “yasaklamanın kendisi yasaklanmalıdır.” Elbette. Ancak iş politika olduğunda mesajların yorumlanması ne yazık ki farklı olabiliyor. Örneğin bir medya kuruluşu bir kişi ya da kurum hakkında bir haber yapıyor. O kişi ya da kurum haberi yalanmazsa bu durum bile kamuoyunun dikkatine sunularak şöyle dolaylı bir mesajın zihinlerde oluşması sağlanıyor: Yalanlamadı; demek ki doğru! Oysa tam tersi olması gerekmez mi? Doğru olduğu ispat edilene dek yalandır! Farkında değiliz ama yargısız infazı her gün hepimiz birbirimize karşı yapıyoruz. Bunu medyadan öğrendik. Belki Roger Waters gibi duyarlı bir başka sanatçı çıkar da onun 1989’da Çin’de öldürülen “sarı gül” için yaktığı ağıt gibi bir ağıtı da İran’da öldürülen Nida için yakar.

 

(*) Roger Waters, “Watching TV” (Amused to Death albümünden)

 

 

_________________________________________

Tanol Türkoğlu

Gönderi tarihi:
  • Yazar

Ahmedinejad’ın Kâbusu Nida...

 

“Salı 23 Haziran, saat 1.37

Sevgili Paulo,

Yarın İran’ı terk etmeye çalışacağım. Öğleden sonra 2’ye dek Londra’ya varmazsam, bana bir şey olduğunu anlarsın. O saate dek bekle. Karım ve oğlum (güvenlik nedeniyle sansürlenen..) yerde. Telefon numaraları (…..). E-posta adresleri (…..). Bana bir şey olursa; eşimle oğlum sana emanet. Dünyada başka kimseleri yok. Tek başlarınalar. Dostluğun benim için büyük şeref. Sevgilerimle. Arash.”

 

Yukardaki satırların muhatabı “Paulo”, “Sarı çizmeli Mehmet ağa”... herhangi bir Paulo değil; Paulo Coelho.

Brezilyalı ünlü yazar Paulo Coelho yani.

Yerküre üzerinde “benim!” diyen tüm dillere çevrilen ve yüz milyon kopya satan “Simyacı”nın yazarı...

Alttaki imza kim peki?

O da “Dr. Arash Hejazi”ye ait...

“Arash Hejazi kim?” derseniz...

“İran’ın Nida”sına son anlarında yardıma koşan bir doktor vardı ya hani? O!..

Nida’nın yanında son nefesinin tanıklığını -hem tıbbi, hem “yurttaş gazeteciliği” anlamında- yapan ve bunu internetten dünyaya yayıp duyuran doktor...

O doktorun da bir adı var artık: Arash Hejazi.

 

Coelho öyküye nasıl dahil oldu?

Hejazi’nin internetteki “tanıklığını”, “Tahran’ da Ölmek” (23 Haziran) başlıklı yazımda birkaç gün önce aktarmıştım:

“Kızın kalbine ateş açan milis, belli ki onu net görüyor, seçiyordu” diye başlayan Hejazi’nin sözleri şöyle devam ediyordu:

“Doktor olduğum için hemen müdahale ettim. Kurşun kızın kalbinde patladığı için tüm göğsüne dağılmıştı. İki dakikada kurban öldü. (Youtoube’daki) bu görüntüleri, yanı başımdaki arkadaşım çekti. Lütfen bunları yayın...”

Dünya; “İran’ın yeşil dalgası”nın bir numaralı simgesi ve “Jeanne D’arq”ı haline gelen Nida’nın trajedisini, işte böyle; “kilit tanık” Arash Hejazi’den öğrendi...

Nida’nın -ölümünden hafta geçmeden- küresel köyün “özgürlük ikonuna” dönüşmesinden birinci derecede sorumlu olan Hejazi; “Yandım Allah!” tabii, bundan sonra İran’ da yaşayamadı ve ülkesini terk etmek zorunda kaldı…

Buraya kadar olanlar şaşırtıcı değil.

Şaşırtıcı olan ne?

Dünyanın taa öbür ucundan, karekterini kovalayan roman yazarı hesabına Paulo Coelho’nun bu öyküye dahil olması… İran gösterilerinin şiddet sarmalına girdiği günlerde, “Simyacı”nın yazarı da milyonlarca insan gibi “CNN”de Nida’nın son anlarıyla karşılaşıyor…

A o da ne?

Nida’nın yanı başındaki beyaz gömlekli genç adamı yazar tanıyor. Belleğini yoklayan Coelho, “CNN”de Nida ile gördüğü gencin bir Tahran yolculuğunda tanıştığı İran’daki editörü olduğunu fark ediyor. Bilgisayarının başına oturup derhal “Arash”a; “Yoksa o musun? Gözlerime inanamıyorum?” mealinde bir “mail” atıyor.

Hejazi; Coelho’ya önce; “Ta kendisi!” yanıtıyla dönüyor. Ardından yazının ilk satırlarında aktardığım; “Tahran’dan Londra’ya kaçış planını” iletiyor. Karısı, oğlunun akıbetini; yazara emanet ediyor...

Bu gelişmeyi müteakip 24 Haziran günü, saat 13.55’te; İran olaylarını sanal âlemden takip eden herkes Coelho’nun kişisel blogundan, Arash’ın kazasız belasız, sağ salim Londra’ya vardığını öğreniyor…

 

Şirin Ebadi de sahip çıkıyor

Nida, geçtiğimiz cumartesi, 20 Haziran’da öldürüldü.

Müzik, şan dersleri, felsefe eğitimi alan genç kız; “yeşil isyanı” şiddet kullanmak yoluyla bastıran “Ahmedinejad rejiminin” şimdiden bir numaralı kâbusuna dönüştü.

Asfalt ortasında, belleklerde yer eden çok trajik sahnelerle yaşamı noktalanan “mazlum Nida’nın imajı”; şimdiden Musavi’yi aşan bir sembol niteliği kazanmışken; buna bir de “best-seller” yazarı Coelho’nun yukarda özetlemeye çalıştığım malzemesi eklendi.

Coelho bundan birkaç aya kalmaz bir best-seller çıkarır.

Coelho’nun yanı sıra, İran’ın Nobelli “insan hakları avukatı” Şirin Ebadi de bu arada Nida’nın öyküsüne sahip çıkmakta gecikmedi. Cumhurbaşkanlığı seçimini izleyen günlerde kapağı Brüksel’e atan Ebadi, “genç kızın ailesinin rıza göstermesi halinde”; “Nida’nın haklarını savunacağını” ve Nida adına “İran devletine dava açabileceğini” söyledi.

Kadınların yargıçlık yapmasına olanak vermeyen şeriat yasaları yüzünden “yargıç cüppesini” çıkarıp avukatlık bürosu açmaya mecbur bırakılan Şirin Ebadi ile Nida’nın kaderlerini “yeşil isyanda” buluşturan pek çok neden var. Onlar da yarına...

 

nda.jpg

 

Nilgün Cerrahoğlu / Cumhuriyet…

Gönderi tarihi:
  • Yazar
:clover:

 

Teşekkürler sevgili rua...

Sevgi ve saygılar... :clover::clover:

Gönderi tarihi:
  • Yazar

Otuz yıl sonra yine sokakta...

 

İRAN’da bir kuşak ayağa kalkıyor. Ancak İran’da sokağa dökülmek ne Latin Amerika’ya ne de Avrupa’ya benziyor. Ellerinde ne devrim marşları söyleyecek enstrümanları ne de sembolleştirebilecekleri bir bayrakları var. Karşılarında ise sıra sıra dizilmiş polisler değil, din için kendi halkını gözünü kırpmadan katledecek Besici milisleri var. Yine de İran’da bir kuşak uyanıyor. Sokaklar otuz yıldır ilk kez bu kadar hareketli.

 

Bir arama, sonra bir arama daha; sonuç hep aynı; bir dakikayı bulmayan bir konuşma ardından telefon kesiliyor. Tebriz’deki birine ulaşmaya çalışıyorum. Sık sık kesilen görüşmemiz sırasında o gün şahit olduğu bir olayı aktarıyor. Kentteki Devrim Muhafızları‘nın gün boyu arabalarla devriye gezdiği ve telefon hatlarına 300 metre aralıklarla parazitler yerleştirdiğini görmüş. Nida Sultan’ın 20 Haziran’daki ölümünün görüntüleri Youtube ve Twitter aracılığıyla tüm dünyanın gözleri önüne serilince internet erişimi zaten neredeyse imkânsız hale getirildi. Fakat görüntüler bununla sınırlı değil. Amatör kameralar büyük baskı altında olan yabancı basın kuruluşlarının yerini aldı, gösteriler ve hükümet güçlerinin silahlarını kendi halkına doğrultması büyük haber ajansları tarafından değil, çatılardan çekilen görüntülerle internet üzerinden izlendi.

 

Tebriz’de bağlantı kurduğum kişi kentte ilk günlerdeki hareketliliğin yerini sessizliğe bıraktığını söylüyor. Tahran’da konuştuğu kişilere göreyse başkentte sokaklar pek durulacak gibi değil.

 

d010600.jpg

 

İran’da bir kuşak uyanıyor...

 

Tahran sokaklarını işgal eden göstericiler “İslam Rejimi”ni mi yıkmak istiyor, yoksa sadece baskıların azalmasını mı? Biri İran’dan, ikisi Türkiye’den konuştuğumuz İranlılar net bir amaçtan bahsedemiyor. Çünkü kalabalığın içinde sadece seçim sonuçlarını protesto edenler de, Komünist Parti’yi İran’a getirmek isteyenler de var. Açık olan şu; İran’da bir kuşak değişim istiyor.

 

Yine de bir sorun var; Tahran dışından göstericilere aktif destek neredeyse yok denecek kadar azalmış. Karşımıza gelen bu bilgilerden sonra akla gelen soru şu: Göstericiler geri adım mı atacak? Tebriz’den bu soruya gelen yanıt olumsuz. Devam eden direniş akla başka soruları da getiriyor. İslam Rejimi’ni yıkıp yeni bir rejim mi yaratmak istiyorlar? Bu soruya cevap vermek o kadar da kolay değil. Tahran’a en büyük desteği veren yurtdışındaki İranlılar için bu ihtimalden kolaylıkla söz edilebilir. Göstericiler içinde anarşistler ve komünist partiyi İran’a getirmek isteyenlerin olduğunu da Tebriz’deki arkadaşımız onaylıyor. Sokaklardaki kalabalığı ortak noktada buluşturan asıl güç seçimi hileli şekilde kaybettiğini iddia eden Mir Hüseyin Musavi’ye olan destekleri.

 

İran’da iki haftadır yaşanan olayların ortasında yer alan Mir Hüseyin Musavi’nin İran siyasi tarihindeki yeri çok daha eskilere dayanıyor. 1979’daki İslam Devrimi sırasında sokaklardaki göstericileri o organize etti. Şah devrildikten sonra kurulan İslam Cumhuriyeti’nde başkanlık sistemine geçilmeden önceki son başbakandı. Ülkenin şimdiki dini lideri Ali Hamaney’le çekişmeleri de daha o günlerde başladı. Ancak Musavi 1988’de Irak’la olan savaş sona erince görevinden ayrıldı ve İran Sanat Akademisi’nin başına geçti. Sosyal hayatta neredeyse hiç yer almamasının sebebi olarak çoğu kişi rejime olan karşıtlığını gösteriyordu. 9 Mart’ta yirmi yıllık politik sessizliğini bozup seçim kampanyasını başlattığında vaatleri arasında sosyal eşitlik, ifade özgürlüğü ve televizyon kanallarını özelleştirme sürecini hızlandırma konularında iyileştirmeler yer alıyordu. Ayrıca göreve gelirse Ahlak Polisi’nin özellikle kadınlar üzerindeki baskısının son bulacağını da müjdeliyordu. Musavi’nin seçim kampanyasının başladığı gün eski reformist başkanlardan Muhammed Hatemi adaylıktan çekildiğini açıkladı. Bazı iddialara göre Dini Lider Ali Hameney çok daha radikal olan Hatemi’yi durdurmak için Musevi’den aday olmasını rica etti.

 

Aslında seçimlerin yapıldığı 12 Haziran günü sırf Musavi değil, diğer adaylar Ahmedinejad ve Muhsin Rızai de sonuçların manipule edildiğini söylüyordu. Daha, resmi sonuçlar açıklanmadan söylentilerin başlamasının bir sebebi de tüm anketlerin farklı rakamlar vermesiydi. Reform yanlısı İran halkı ertesi sabah birden Ahmedinejad politikalarını destekleyerek uyandı! Sonuçlar beklenmedik derecede hızlı açıklandığında ve Ahmedinejad’ın açık farkla rakiplerini geride bıraktığı öğrenildiğinde sokaklar zaten kalabalıklaşmaya başlamıştı. Göstericiler, “Oylarımız nerede” diye soruyordu. Seçim sonrasında sonuçlara saygı ve birlik çağrısında yapan Hamaney de pek ciddiye alınmadığını görünce soruşturma başlatılması isteğinde bulundu.

 

DEMOKRASİ ŞÖLENİ

Tebriz’deki arkadaşımızın dediğine göre ilk günlerde sokaklara çıkan Besici gerillaları polisi kendilerine karşı halkı korurken buldular. Ancak seçim sonuçlarında bir değişiklik olmadığı açıklanınca polis de taraf değiştirdi. Zaten daha ilk günden şiddet vardı. Musavi 13 Haziran’da yandaşlarına şiddet eylemlerinden kaçınma çağrısı yaptı. Ancak “diktatörü devireceğiz” sloganları Tahran sokaklarında giderek daha fazla yankı buluyordu. Ertesi gün tansiyonu daha da yükselen olaylar hakkında El Cezire Televizyonu “1979 devriminden beri ülkede görülen en büyük rahatsızlık” yorumunu yaptı. Olaylar üniversitelere ve diğer kentlere de sıçradı. Belki de bir şeyleri değiştirmenin tam zamanıydı.

 

Birkaç gün içinde ülkedeki yabancı basın için çalışma yapmak neredeyse imkansız hale geldi. Bir RAI, birkaç BBC muhabiri dövüldü, elde ettikleri görüntülere el konuldu. Birçok basın çalışanı merkeze gönderdikleri haberlerin manşet ve içeriğini değiştirmeleri yönünde tavsiye(!) aldıklarını iddia ediyordu. BBC World Service de İranlı yetkilileri, yayınlarını bozmakla suçluyordu. Oyların bir kısmının yeniden sayılacağı 16 Haziran’da tüm yabancı basın çalışanlarına ofislerinden çıkma yasağı getirildi. O güne kadar hükümetin açıkladığına göre 20 gösterici hayatını kaybetmişti. Kesin sonuçlar açıklandıktan sonra büyük bir gösteri düzenlendi, aynı gün Güney Kore’yle karşılaşacak İran Ulusal Futbol Takımı oyuncuları da kollarına taktıkları yeşil bantlarla Musavi’ye desteklerini gösterdi. Ayın 18’inde neredeyse yüz bin kişi hayatını kaybedenler için ellerinde mumlarla bir kez daha Tahran sokaklarındaydı. Hamaney artık göstericilere tolerans gösterilmeyeceğini açıkladığında eylemcilerin sayısı önceki günler kadar fazla değildi. Şiddet ise tam tersine artıyordu. Sonuç mu? 150’den fazla olduğu tahmin edilen ölü; tutuklanan onlarca politikacı, basın mensubu, insan hakları savunucusu, öğrenci... Yine de olumlu bir şeyden söz edebiliriz. Tebriz’deki arkadaşımız yedi yıl sonra ilk kez İran’a dönmüş ve kendini bu ortamda bulmuştu. Peki İran halkında yedi yıl öncesine göre değişen neydi? “Aslında istekleri açısından yıllardır değişen hiçbir şey yok. Sadece ayağa kalkacak cesareti kendilerinde buldular ve bir şeyleri değiştirebileceklerini gördüler.” l

 

d030100.jpg

DENİZ ÜLKÜTEKİN

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.