Φ instantkarma Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2009 KADER VAR MI: DETERMİNİZMA GÖRECELİİR!.. Prof. Dr. Tolga Yarman, BİLTES Temmuz 1992 “Seyretmekte bulunan” bir olayın, “dışarıdan” nasıl bir gelişme göstereceğini “kestirmekle”... Bu olayın, bizzat içinde bulunarak muhtemel gelişmeler karşısında, ona çeşitli derecelerde “yön vermek” arasındaki, “karakter farklılığına”, dikkat etmeliyiz. Aslında “determinizma” başka bir deyişle, “kestirebilirlilik”, şablonun kökeninde, seyir halindeki bir olaya, “bunun dışından bakıyor olma”, kabulü vardır. Belli bir hızda ve belli bir eğimde olarak atılan taşın veya top mermisinin nereye düşeceğini kestirirken, “olaya bunun dışından bir gözlemci olarak bakmakta olduğumuzu”, vurgulamalıyız. Tanrısallık, Evrene Dışarıdan Bakılabilirlikle Eşdeğerdedir !.. “Evrensel nedensellik”, olayların bağlı olduğu yasalarla başlangıç koşullarının bilinmesi halinde, evrenin geleceğinin, herhangi bir anda kestirilebileceğini öngörür. Burada, sanki gerçekten olabilirmiş gibi, tüm evrene bunun dışına çıkarak bakabilecek olduğumuz, varsayımına, yüklenilmesi esastır. Zaten Tanrı kavramı, “evrenin bir parçası” olarak, düşünülemez... “Tanrılık”ta, yaratma görevi bulunacağına göre, “yaratmadan öncesi” de, bulunmak durumundadır. Yaratmadan öncesi ise, evrenin öncesi, yani “evrenin dışında” olmaklıktır. İşte bu nedenle “evrensel nedenselliğe” bağlı determinizma, yani “belirlilik”te, herşeyi dışarıdan seyredebilecek yaratıcı bir özne, yani bir “Tanrı” çıkmaktadır, karşımıza. Eğer ancak böyle ise, yani gerçekten evrendeki olayların tabi olduğu yasalarla başlangıç koşullarını, dışarıdan bilebilecek bir özne mevcutsa, klasik anlayışa göre, gelecek her an kestirilebilecek... Yani “determine” olacaktır. Burada vurgulamaya çalıştığımız ana fikir, “determinizma” yani “kestirilebilirliliğin”; herşeyden önce, olayların dışarıdan ve eksiksiz bir algılamayla izlenebileceğine dair, varsayım üzerine, kurulmak durumunda olduğudur. Ya bu olanaklı değilse?.. Yani bir maçta tribünlerde, herşeyi tahmin edebilecek deneyimli, bilgili, akıllı bir “seyirci” değil de... Sahada “oyuncu” isek, acaba durum, aynı mıdır?.. Seyirci ve Oyuncu Sahadaki oyuncu, tribündeki seyirciden çok farklı olarak, iki şeyi birden yapar... Birincisi, “gelişmeyi takip eder”... İkincisi, “gelişmeye müdahale” eder, ona dahil olur... Adı üzerinde “oyuncu”dur... Topu izler... Topun, ulaşacağını kestirdiği yere koşar... Topu yakalar... Şut çeker... Topa hakimiyette, “belirlemecilik” üstlenir. Oyun içinde, oyunu yalnız takip eden değil... Oyun kuran... Oyun geliştiren... Karşılık veren, bir “müdahildir”, o... Oyunu tribünlerden izleyen “seyirci” ise, tüm oyun ve oyuncularla birlikte oyunun nasıl gelişeceğini, belki kestirebilir... Ama hiç bir şekilde (doğrudan) “müdahil”, değildir. Bu anlamda oyuncu ve oyun, tribündeki seyirciye göre, belki “kestirilebilir”, “belirli” ya da “determine” olabilir... Ancak “oyun içinden” bakıldığında; “oyuncu” bir oyun öznesi, bir müdahil olarak, “kestirebilir” değil... Oynayan, yani “belirleyen”, yani “determinan” veya geleceği bizzat inşa eden, kuran biri olmaktadır. Konuya böyle bir değerlendirmeyle yaklaşınca... Sahadaki oyuna, tribünden seyirci olarak bakılmasıyla... Oyun içinden müdahil olunması arasında, çarpıcı bir karakter farklılığı olduğu, ortaya çıkmaktadır. Yineleyelim... Oyun ve oyuncuların akibeti, tribündeki seyirciye göre “belirlenmiş”, yani “determine” olabilir... Ancak oyuncular açısından bakıldığında, oyun “oynanmak” durumundadır ve oyuncular “determine”, yani “belirlenmiş” değil, “determinan” yani “belirleyici”dirler. O halde “belirli olmaklık”, söz konusu olayın dışında ya da içinde olmakla, değişmektedir. Başka bir deyişle “kestirebilirlilik”, ancak olayın dışında ve onun “müdahili olmamakla” mümkündür. Öteki türlü, “oyun içinde” olunmakta... Bu açıdan bakılınca da, “belirlenebilir” değil, “belirleyen” konumunda bulunulmaktadır. Demek ki “determinizma” yani “belirlilik” görecelidir. “Determinizma”, teknik bir deyişle söyleyecek olursak; olayın dışında, seyirciye- ilişkin-referans-sisteminde geçerli olmakta... Oyun içinde, oyuncuya-ilişkin-referans- sisteminde ise, bu sistemde ”oyuncunun” belirlenmiş değil, “belirleyen” olmaklılığından dolayı, geçerliliğini, yitirmektedir. Bu nedenledir ki “determinizma göreceli” olmaktadır. Böyle bir bağlamda, önceki bir yazımızda dikkate getirdiğimiz “öz mü önce gelir, yoksa varoluş mu?” türünden, bir soruyu sormak, gereksiz olmaktadır 1,2 ... Nihayet, neden “öz” ya da “varoluştan”, birini, ötekinin mutlakta önüne çekmeliyizdir. 1 T. Yarman, “Sartre’ın Varoluşçuluğu ve İrade”, Cumhuriyet Bilim Teknik, Ağustos 1992 2 T. Yarman,”Determiznizma Görecelidir: Evrensel Bilince Karşı Özgür İstenç – Özgür iradeli Kişi ya da Toplumlar, Geleceklerinin Tutsağı Değil, Efendisidirler!”, Rapor, BİLTES, 1989. Öz ve Varoluştan Hiçbiri Dış Gözlemciye Göre Öncelikli Değildir ! Gerçekte, “öz” ve “varoluş” birlikte olmaktadırlar. “Varoluşla” beraber, “özün” mevcut bulunmadığına hükmetmek uygun değildir. “Varoluştan” sonra, onun için “özün”, var olan tarafından doldurulmadığını, iddia etmek de mümkün değildir. Dolayısıyla, sorunumuz “öz” ile “varoluşu”, kronolojik açıdan tasnif etmek, olmamalıdır. “Öz varoluştan önce gelir” diyorsak... Var olana, dışarıdan gizlice, “kestirimi şaşmaz” bir seyirci olarak, bakıyoruzdur. “Önce varoluş, sonra öz” diyorsak... O takdirde... İçinde “müdahil” olarak bulunduğumuz bir olayın - olabilirse- dışımızdan kestirilebilirliğin; olay zarfında, “irademizin hükmünü icra etmesine”, pratikte bir etkisi bulunmayacağını, varsayıyoruzdur. Sorunumuz, o halde “determinizmanın”, yani “iradenin kestirilebilirliliğinin”, hangi referans sisteminde bulunup, hangi referans sisteminde bulunmayacağını, saptamaktır. İşte böyle bir çerçevede: -Determinizma görecelidir, savını geliştirmekteyiz. Karşılıklı İradeler Cuzi (yani küçük) irade hükmünü, icra etmekteyken, külli (yani büyük ya da Tanrısal) iradeden, bahis, o halde abestir. “Büyük” ya da “daha az büyük bir irade” yoktur, demek istiyor değiliz. Onun karşısında, “küçük irade” yenilmez , demek istiyor da değiliz. “Küçük irade” başka bir yandan, hükmünü icra ederken, “daha büyük bir iradenin” etkisi altında bulunduğunu göremez, bilemez, demek istiyor da, değiliz. Nedir ki “küçük irade” açısından söz konusu tüm olumsuzluklar geçerli olsa bile... O “hükmünü” yine, herşeye, büyük iradenin olabilecek “azametine” rağmen, icra etme özelliğine, işlevine ve –ne kadar sınırlı olursa olsun- yetisine sahiptir, demek istiyoruz. Böyle bir bağlamda işte “külli”, yani “Tanrısal iradenin”, hükmünü icra etmekte bulunan, “küçük irade” üzerinde “tam ve kesin hakimiyetinden” bahis de, abes olmaktadır, diyoruz. Ayrıca, oyun dışındaki “mükemmel-bir-kahinin” oyunun seyrini; gerek “modern atom kuramı”, hatta gerekse kesin belirlilik çerçevesinde olmakla beraber kaotik gelişmeler öngören “kaos kuramı” itibariyle, hiç bir zaman “tam” kestiremeyeceği, burada belirtilmelidir. Demek ki, olsa olsa “karşılıklı iradeler” olmaktadır ve herhangi bir “yaptırım doğrultusu”, bunların bileşkesi olarak, meydana gelmektedir. Her irade bir “hüküm” icra edebilme yeteneğindedir. Her irade bir “oyuncu”, bir aktör, bir özne, bu anlamda kudreti az ya da çok sınırlı bir tanrıdır. Bir irade, belki başka bir irade tarafından, bir ölçüde kıstırılabilir... Akibeti itibariyle, bir ölçüde kestirilebilir... Ancak küçük irade açısından bakıldığında, o, hükmünü icra edecek olan... Yazgısını, geleceğini, ne kadar sınırlı ölçekte olursa olsun, belirleyecek olandır. Küçük irade hükmünü, icra etmekteyken... Özellikle de onun açısından bakıldığında “genel bir determinizmadan” söz etmek, anlamsiz olmaktadır. Çünkü kendi konumunda belirleyici yani “determinan” olan, bizatihi odur. “Benim yazgım belli”, deyip hareketini durdurarak duraksamaya koyulan bir öznenin akibetiyle... Koşullar ne kadar olumsuz olursa olsun, “oyununu” kişilikle oynamaya devam eden, öteki aynı yapıdaki bir öznenin akibeti, hiç aynı değildir. Yani hangi olumsuz koşullarda olursa olsun ve “inisiyatif” elden ne kadar kaymış bulunursa bulunsun, “teslim olan” bir özneyle... Teslimiyeti sonuna kadar reddeden, ilkiyle aynı yapıdaki ikinci bir öznenin alacakları sonuç, çok farklı... Bazen de birbirine, taban tabana zıttır. Dışarıdan bakıldığında belli bir öznenin davranışlarının “kestirilebilecek” olmasının, bu öznenin davranış sisteminde hiç bir önemi kalmamaktadır. Özne, dışarıdan bakıldığında “belirlenmiş” olabilir. Ama o, kendi sisteminde oyuncu, müdahil yani (belirlenmiş değil), “belirleyen” olmaktadır. O halde: - Determinizma görecelidir!. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2009 Göreceli olmayan hiç bir şey yoktur. Determinizm çürüdü mü şimdi? Son derece kısır ve dar bir bakış. Görelilik... Determinizm çöpe... Buna gülmekten başka bir yanıt veremem... Yazı determinizmin olmadığı kaygısı ile kıvranıyor ama bunu kanıtlamak için ortaya koyduğu, tam bir HİÇ! Bakın, bilim dünyasında determinizm üzerine kıran kırana adeta bir savaş yaşanıyor. Eğer determinizmin ihlaline dair en küçük bir kanıt bulunsa, yer yerinden oynar, gök yere inerdi, emin olun! Determinizmi çürütmeye ve yeni bir bilim çağı açmaya hevesli öyle bilimciler var ki, bu bilimin zenginliği işte! Kendini çürütmek için savaş veren insanlığın tek dayanağı, tek rehberi bilim bu işte... Devler savaşırken, küçük karıncalar kırıntı topluyor. Bu savaştan dogmalarımız lehine bir kırıntı kapabilir miyiz diye... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2009 Çok da haksızlık etmeyeyim. Yazıda determinizm derken klasik determinizm, yani kader kastedilmiş gibi bir izlenim de aldım. Hatta bir kere daha dikkatle okuyayım. Her konuda yanlış anlamak için en az dokuz neden bulunduğu söylenir... Fakat yani burda kader tartışılmak isteniyorsa, yok öyle bir tartışma... Tarih oldu... Olmayan bir şey tartışılmaz... Alıntı
Φ YARASA Gönderi tarihi: 6 Haziran , 2009 Gönderi tarihi: 6 Haziran , 2009 Evet demirefe, gerekten çok sığ, ama bir o kadar ağdalı yazılmış (sığlığını gizlemek için olsa gerek) bir yazı. isteyen olursa içindeki çelişkileri teker teker ortaya çıkarırım Ama ne olur beni bir daha okumaya mecbur kılmayın bu yazıyı Alıntı
Φ instantkarma Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2009 Arkadaşlar, bu kadar ön yargı ve refleksif davranış neden ? Okuduğunuzu bile anlamaya engel bu şartlanmışlığın kökeni ne ? Okuduğunuz her kitabı böyle anlıyorsanız, okumanın bir anlamı kalır mı ? Tolga Yarman, dünyaca tanınmış bir Fizikçi ve Nükleer mühendisdir. Adamın yazısında, '' Kader vardır '' diye bir ibare var mı ? Tam tersine, Modern bilimin ışığında Kaderin olmadığını, bir üst iradenin kaderi belirlemesinin olanaksızlığını, kaderin tayininde insanın belirleyiciliğini vurgulamış. Bence, tekrar tekrar okunmasında yarar var. Alıntı
Φ YARASA Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2009 Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2009 Yazıda öncelikle dikkat çekilen konu: 1. Dışardan olayı tahmin etmek; ve 2. olaya yön vermek arasındaki farktır. Elbete dikkat edilmesi gereken bir farktır. Örnek 1. Top mermisinin nereye düşeceğini izlemek. Nereye düşeceğini kontrol eden faktörler az sayıda ve kestirilebilirdir, yüksek oranda belirlenebilir. “Tanrısallık, Evrene Dışarıdan Bakılabilirlikle Eşdeğerdedir !..” Bildiğimiz anlamda tanrısallık, evet dışarıdan izleme anlamındadır. Ancak, tanrısallık, olaylar ne kadar karışık olursa olsun sonunu “bilme”yi gerektiren bir kavramdır. Bizim, merminin nereye düşeceğini tahmin etmemizin çok ötesinde, “her şeyi önceden bilmek”tir… Bunun adı da kaderdir. Örnek 2. * Yani bir maçta tribünlerde, herşeyi tahmin edebilecek deneyimli, bilgili, akıllı bir “seyirci” değil de... Sahada “oyuncu” isek, acaba durum, aynı mıdır?.. Seyirci: yalnızca izler deniliyor. Aslında, yalnızca izlemez, öyle olsa seyirci tezahüratının ne anlamı kalırdı? Oyuncu: oyunun kaderinde DOLAYLI DA olsa söz sahibidir. (Aslında sadece çaba gösterir. Ama kazanma işi elinden geleni yapsa bile, imkansız olabilir) Bunu aşağıda açacağız. * Ancak “oyun içinden” bakıldığında; “oyuncu” bir oyun öznesi, bir müdahil olarak, “kestirebilir” değil... Oynayan, yani “belirleyen”, yani “determinan” veya geleceği bizzat inşa eden, kuran biri olmaktadır. Bu böyle değildir. Oyunu kazanmak için çaba göstermek ile oyunun kaderini belirlemek aynı şeyler değildir. Elinden geleni yapar, ancak kazanmak, elinden gelenin dışındaki daha bir çok faktöre bağlıdır. Bir mahalle takımı ile dünya karması bir takımın karşılaştığını düşünelim. Bu durumda, oyunu kimin kazanacağına dair belirleyici faktörler arasındaki farkı abartarak (belirginleştirerek) aslında değişken sayısını da azaltmış ve problemi basitleştirmiş oluruz. Sonuç nedir? Kazanacak takımı çok daha rahat tahmin etmek. Zayıf takımdaki oyuncu ne yaparsa yapsın, sonucu değiştirme olasılığı 0’a çok yakındır. Tabi bu örnekleri hilesiz düşünmeliyiz. Oyuncunun elinden geleni bilerek yapmaması hiledir ve konu dışıdır. Yenilmek için gösterilen bir çabadır. Ama aynı şekilde, oyuncunun yenileceğini bilerek bir şey yapması, birazdan örnek vereceğim şekliyle daha farklıdır. "Konuya böyle bir değerlendirmeyle yaklaşınca... Sahadaki oyuna, tribünden seyirci olarak bakılmasıyla... Oyun içinden müdahil olunması arasında, çarpıcı bir karakter farklılığı olduğu, ortaya çıkmaktadır." Burada ben çarpıcı bir far göremiyorum. Küçük bir fark var, o da oyuncunun çaba gösterme yetisinin var oluşu. "Yineleyelim... Oyun ve oyuncuların akibeti, tribündeki seyirciye göre “belirlenmiş”, yani “determine” olabilir... Ancak oyuncular açısından bakıldığında, oyun “oynanmak” durumundadır ve oyuncular “determine”, yani “belirlenmiş” değil, “determinan” yani “belirleyici”dirler." Ben bu sonuca nasıl geldiğini anlamadım. Oyunun akıbeti nasıl belirlenmiş olabilir? Belirlemek için, yukarıda bahsettiğim faktörlerin bilinmesi gerekmez mi? Ki bu, eşit güçteki takımlar için neredeyse imkansızdır. Aksi taktirde spor loto ve toto oyunlarının anlamı mı kalırdı? Oyuncular -kısmen de olsa- belirleyici iken, seyirci için “oyun ve oyunun akıbeti” nasıl belirlenmiş olabilir? "Başka bir deyişle “kestirebilirlilik”, ancak olayın dışında ve onun “müdahili olmamakla” mümkündür. Öteki türlü, “oyun içinde” olunmakta... Bu açıdan bakılınca da, “belirlenebilir” değil, “belirleyen” konumunda bulunulmaktadır" Yine tekrarlayalım: kestirilebilirlik, olayın dışında olmamakla mümkün değildir. Olayın içinde de mümkündür. Oyuncunun da oyunun sonunu tahmin etme hakkı vardır. Elinden geleni yapsa da sonucunu tahmin etmeye çalışabilir, yanılabilir, ya da tahmin etmiş olabilir. Yine de, tıpkı seyirciler gibi “baştan bilemez”. " Demek ki “determinizma” yani “belirlilik” görecelidir." Peki... So what? "“Determinizma”, teknik bir deyişle söyleyecek olursak; olayın dışında, seyirciye-ilişkin-referans-sisteminde geçerli olmakta... Oyun içinde, oyuncuya-ilişkin-referans- sisteminde ise, bu sistemde ”oyuncunun” belirlenmiş değil, “belirleyen” olmaklılığından dolayı, geçerliliğini, yitirmektedir." Yukarıda yazdığım gibi, oyuncu veya seyreden arasında sadece ve sadece küçücük bir fark vardır: katkı. Onun dışında, asıl belirleyici olan, tek bir birey olarak oyuncunun tahmin veya katkı gücüne değil, aksine takımın bir çok faktörüdür (güç, beslenmişlik, sarhoşluk, yeterli idman, hava şartlarının uygunluğu, deneyim, fiziksel güç, vs.vs.vs.) " Gerçekte, “öz” ve “varoluş” birlikte olmaktadırlar." Eee? So what?? " “Benim yazgım belli”, deyip hareketini durdurarak duraksamaya koyulan bir öznenin akibetiyle... Koşullar ne kadar olumsuz olursa olsun, “oyununu” kişilikle oynamaya devam eden, öteki aynı yapıdaki bir öznenin akibeti, hiç aynı değildir. İşte can alıcı nokta: Elbette ki değildir… Peki bunu kader ile ilişkisi nedir? Ne alakası vardır? Yazının devamında, özetle “siz olanaklarınız ölçüsünde elinizden geleni yapın, kaderim böyleymiş deyip elden bırakmayın” deniliyor. Deniliyor deniliyor da, bunun kader ile ilişkisi nedir? Bakın şimdi öncelikle kader nedir? Bir insanın başına geleceklerin önceden bilinmesi, yani alınyazısıdır. Kaderde varsa bu olay neye yarar onu inkar? da diyebiliriz. Ama sen elinden geleni yap… Sanki kaderi değiştirmek mümkün de? Burada anlaşılamayan, yanlış anlaşılan ve hatta anlaşılmak istenmeyen olay şudur: (1) Bir insan bir olay karşısında “benim akıbetim buymuş” deyip dursun. Başına gelecek olay A olayı.. (2) Bir insan da olay karşısında tüm insiyatifini kullansın. Başına gelecek olay da B olayı olsun. Sorun şu: A ve B olayları, tanrısal anlamda zaten baştan bilinen olaylardır. Eğer ki değişkenleri bilirseniz bu sonuçları siz de tahmin edersiniz. Yukarıdaki örneği hatırlayalım: mahalle takımı ile dünya karması. Takım elinden geleni yapsa da şansı düşüktür, baştan pes etse de şansı düşüktür. Değişkenleri abarttığımız için sonucu tahmin edebilir hale getirdik. Bu örnekte çalışanla çalışmayanın akıbeti birdir. Hatta seyirci için de, oyuncu için de hakem için de sonucu tahmin etmek zor değildir. Bu arada ne oldu görecelilik? Burada kader kavramı şudur: A oyuncusu zayıf takımda oynayacak, elinden geleni yapacak ama takım yenilecektir. Bunu baştan biliyorum, B oyuncusu da yan gelip yatacak ve akıbeti aynı olacaktır. Burada sonuç önemli değildir. Tanrısal anlamda bu sonucun baştan bilinmesidir. Bu nedenle, yazıda kader ve determinizm biraz birbirine karışmış durumda, hatta kader konusu da çok sığ ele alınmış tartışılamamış sadece uzaktan dokundurmalarla yetinilmiştir. Dini anlamda, insanların belirleyiciliği ölümden sonra ödüllendirilir yada cezalandırılır. Ancak bu tanrısal anlamda baştan biliniyorsa, ki öğretiye göre böyle olmalıdır, insanların belirleyiciliği önemini yitirmektedir. Buna inanan ben, (1) yan gelip yatsam da (2) çalışsam da, her iki durumum baştan belirlenmiştir. Bu yönüyle yazı, kaderi aslında hiç tartışmamaktadır. Tanrısal anlamda bir olayın sonucunun baştan biliniyor olması, insanlar tarafından tahmin edilebilir ya da bilinmiyor olması determinizmi göreceli yapmaz. Yapsa de değişen nedir? Şimdi ben soruyorum: Kader var mı? yazgımız baştan belli mi? Alıntı
Φ YARASA Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2009 Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2009 Tolga Yarman, dünyaca tanınmış bir Fizikçi ve Nükleer mühendisdir. Bu arada, belirtmeyi unutmuşum. Çok önemli ve değerli bilim adamları, özellikle kader gibi insanları dini olarak ilgilendiren soyut kavramlarda, kendi inançlarını yorumlarına karşılaştırıyor olabilirler. Tolga Yarman için konuşmuyorum. Bu konuda daha önce bir çok şey tartışmıştık. Ama hangi bilim adamı olursa olsun, bu tür yorumlarını okurken oldukça dikkatli olmak gerektiğine inanıyorum. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2009 Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2009 Alıntıyı eleştiren arkadaşlar haklı. Yazı bir reddiye. Yani bazı görüşlere karşı çıkan bir yazı. Ama neye karşı çıktığı gerçekten de açık değil. Yani kısaca şunu söylese olurdu: "Suç işleyip hapse giren biri, (benim bu suçu işleyeceğim önceden belirlenmişti) mazeretine sığınamaz." Bu yani söylediğinin özeti. Çünkü o suçu işlemesinin "nedenleri" olduğu kadar, o suçtan hapse atılmasının da "nedenleri" vardır. Görecelik determinizmayı çürütmez. Çünkü determinizm göreceliği de kapsar. Çünkü dünyadan bakınca yıldızların, uzaydan bakınca dünyanın, Andromeda'dan bakınca galaksimizin "dönüyor" görünmesinin de, ışık hızına yaklaşan gözlemcinin kütlesinin sonsuza gitmesinin de, mesafeleri kısalmış algılamasının da, zamanının yavaşlamasının da "nedenleri" vardır! Alıntı
Φ instantkarma Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2009 Bu arada, belirtmeyi unutmuşum. Çok önemli ve değerli bilim adamları, özellikle kader gibi insanları dini olarak ilgilendiren soyut kavramlarda, kendi inançlarını yorumlarına karşılaştırıyor olabilirler. Tolga Yarman için konuşmuyorum. Bu konuda daha önce bir çok şey tartışmıştık. Ama hangi bilim adamı olursa olsun, bu tür yorumlarını okurken oldukça dikkatli olmak gerektiğine inanıyorum. Tabii, ben de belirtmeyi unutmuşum. Benim, Tolga Yarmanı referans olarak göstermem, ' Şeyhimiz, Dervişimizdir, biz ondan daha iyi mi bileceğiz, biat edelim ' anlamında değildi tabii... Bu cümlem tamamen, yazdıklarının ' sığ ' olduğu yargısı ile ilgiliydi. Yani, yazdıkları yanlış bile olsa, 'sığ ' demek biraz haksızlık olur. Her neyi savunurlarsa savunsunlar, bilim adamı ve felsefecilere biraz olsun saygı duymak gerekir. Bu saygıyı bilimi önemseyen bizler göstermezsek, sokaktaki adamı suçlamaya da hakkımız olmaz değil mi ? Anlatılmaya çalışılanları anlamaya çalışmak yerine anlamadan reddedip etiketlemek, tartışma etiği açısından da sorun oluşturuyor. Bu konuda, hem fikir olduğumuzu da tahmin ediyorum. 1 Alıntı
Φ instantkarma Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2009 Görecelik determinizmayı çürütmez. Çünkü determinizm göreceliği de kapsar. Çünkü dünyadan bakınca yıldızların, uzaydan bakınca dünyanın, Andromeda'dan bakınca galaksimizin "dönüyor" görünmesinin de, ışık hızına yaklaşan gözlemcinin kütlesinin sonsuza gitmesinin de, mesafeleri kısalmış algılamasının da, zamanının yavaşlamasının da "nedenleri" vardır! Sayın Demirefe, bu yazının, Einstein'ın Görecelik yada Görelik yada Görelilik yada İzafiyet teorisi ile uzaktan yakından ilgisi yok. Bir şeyin, izafi, göreli, göreceli olduğunun söylenmesi, o konunun, Einstein'ın İzafiyet teorisi ile ilişkilendirildiği anlamına gelmez. 1 Alıntı
Φ instantkarma Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2009 Yazıda öncelikle dikkat çekilen konu:1. Dışardan olayı tahmin etmek; ve 2. olaya yön vermek arasındaki farktır. Elbete dikkat edilmesi gereken bir farktır. Örnek 1. Top mermisinin nereye düşeceğini izlemek. Nereye düşeceğini kontrol eden faktörler az sayıda ve kestirilebilirdir, yüksek oranda belirlenebilir. “Tanrısallık, Evrene Dışarıdan Bakılabilirlikle Eşdeğerdedir !..” Bildiğimiz anlamda tanrısallık, evet dışarıdan izleme anlamındadır. Ancak, tanrısallık, olaylar ne kadar karışık olursa olsun sonunu “bilme”yi gerektiren bir kavramdır. Bizim, merminin nereye düşeceğini tahmin etmemizin çok ötesinde, “her şeyi önceden bilmek”tir… Bunun adı da kaderdir. Yazarın burada vurgulamaya çalıştığı, her şeyi değil de, deterministik süreçlerde, bu hesapları yapabilen insanoğlunun bir nevi Tanrısal konumda olduğudur. Bu Spinoza’nın ortaya koyduğu Tanrı kavramı ile aynıdır. Bu durumlarda, Laplace şeytanı her şeyi önceden hesaplayabilir.Kesinlik, çıkan sonucunda, hesaplamaya konu olan sınır ve başlangıç koşullarının da bir epsilon aralığında olması durumdur. Spinoza, başlangıca, bir Tanrı koyar ve her şeyi hesaplayıp, şu Japonların domino taşları ile yaptığı düzenekler gibi, kaderi belirlediğini, ve sonrasında olaylara karışmadığını, çünkü, kendi koyduğu kurallara kendisinin de uymak zorunda olduğunu savlar. Deistler de böyle düşünür. Yazar, öncelikle, bunu sorguluyor ve determinizmin evrenden bağımsız bir Tanrı anlayışına götürmesi gerektiğini ortaya koyuyor : Zaten Tanrı kavramı, “evrenin bir parçası” olarak, düşünülemez... “Tanrılık”ta,yaratma görevi bulunacağına göre, “yaratmadan öncesi” de, bulunmak durumundadır. Yaratmadan öncesi ise, evrenin öncesi, yani “evrenin dışında” olmaklıktır. İşte bu nedenle “evrensel nedenselliğe” bağlı determinizma, yani “belirlilik”te, herşeyi dışarıdan seyredebilecek yaratıcı bir özne, yani bir “Tanrı” çıkmaktadır, karşımıza. Eğer ancak böyle ise, yani gerçekten evrendeki olayların tabi olduğu yasalarla başlangıç koşullarını, dışarıdan bilebilecek bir özne mevcutsa, klasik anlayışa göre, gelecek her an kestirilebilecek... Yani “determine” olacaktır. Aslında, çıkış noktası, determinizmin varsaydığı Tanrı anlayışını sorgulamak : “Evrensel nedensellik”, olayların bağlı olduğu yasalarla başlangıç koşullarınınbilinmesi halinde, evrenin geleceğinin, herhangi bir anda kestirilebileceğini öngörür. Burada, sanki gerçekten olabilirmiş gibi, tüm evrene bunun dışına çıkarak bakabilecek olduğumuz, varsayımına, yüklenilmesi esastır. Örnek 2. * Yani bir maçta tribünlerde, herşeyi tahmin edebilecek deneyimli, bilgili, akıllı bir “seyirci” değil de... Sahada “oyuncu” isek, acaba durum, aynı mıdır?.. Seyirci: yalnızca izler deniliyor. Aslında, yalnızca izlemez, öyle olsa seyirci tezahüratının ne anlamı kalırdı? Güzel bir soru! İyi bir noktayı yakalamışsınız. Ben TV’den izlemekle eşdeğer algılamıştım. Onun söylediği ise, Oyunu tribünlerden izleyen “seyirci” ise, tüm oyun ve oyuncularla birlikte oyunun nasılgelişeceğini, belki kestirebilir... Ama hiç bir şekilde (doğrudan) “müdahil”, değildir. Yani, dolaylı yoldan, ( tezahüratla ) müdahil olabilir demek istemiş. Ama, yazarın, üzerinde durduğu konu bu değil. Yazar, ‘ kestirilebilirlik ’ açısından konuya yaklaşmış.Çünkü, determinstik hesaplar hesabı yapanın kendi etkisinden bağımsız olduğu varsayımına göre yapılır. Ama, Kuantum fiziğinde ve Kaost teorisinde bu mümkün değildir. Seyirci, burada, bir Tanrı gibi maçın sonucunu tezahüratla yönlendirip kesin olarak da hesaplayabilir mi ? Sorumuz bu. Oyuncu: oyunun kaderinde DOLAYLI DA olsa söz sahibidir. (Aslında sadece çaba gösterir. Ama kazanma işi elinden geleni yapsa bile, imkansız olabilir)Bunu aşağıda açacağız. * Ancak “oyun içinden” bakıldığında; “oyuncu” bir oyun öznesi, bir müdahil olarak, “kestirebilir” değil... Oynayan, yani “belirleyen”, yani “determinan” veya geleceği bizzat inşa eden, kuran biri olmaktadır. Bu böyle değildir. Oyunu kazanmak için çaba göstermek ile oyunun kaderini belirlemek aynı şeyler değildir. Elinden geleni yapar, ancak kazanmak, elinden gelenin dışındaki daha bir çok faktöre bağlıdır. Bir mahalle takımı ile dünya karması bir takımın karşılaştığını düşünelim. Bu durumda, oyunu kimin kazanacağına dair belirleyici faktörler arasındaki farkı abartarak (belirginleştirerek) aslında değişken sayısını da azaltmış ve problemi basitleştirmiş oluruz. Sonuç nedir? Kazanacak takımı çok daha rahat tahmin etmek. Zayıf takımdaki oyuncu ne yaparsa yapsın, sonucu değiştirme olasılığı 0’a çok yakındır. Tabi bu örnekleri hilesiz düşünmeliyiz. Oyuncunun elinden geleni bilerek yapmaması hiledir ve konu dışıdır. Yenilmek için gösterilen bir çabadır. Ama aynı şekilde, oyuncunun yenileceğini bilerek bir şey yapması, birazdan örnek vereceğim şekliyle daha farklıdır. Yazar, burada, oyuncudan ve onun oyunu yönlendirme şansından ve oyunun sonucunda belirleyen olmasından söz etmesi, elbette, tek bir oyuncuyu kastettiği anlamına gelmez. Tek bir seyirciyi kastetmediği gibi. Burada, benim anladığım, bütün oyuncuların kendi iradeleri ile ortaya çıkan sonucun, tek bir oyuncu tarafından tam olarak belirlenebilirliği değil, ancak, bir katkısı olduğu gerçeğidir. Zaten, bir katkısı varsa, olayın sonucunu belirlemesi olanaksızlaşır. Çünkü, kendisi müdahale ettiği oranda belirleyiciliği azalmaktadır. Zayıf takımın herhangi bir oyuncusu, müdahale etmezse, sonuç güçlü takım lehinedir, fark artar. Hiçbir zayıf takım oyuncusu müdahil olmazsa, sonuç çok belirlidir. ( -bir dakikanın, ortadan kaleye gelme süresi olduğunu varsaysak -dakikada bir gol, 90-0 )Müdahale ettikçe, farkı belirleme şansı azalır. Yani, burada söz konusu olan kimin yeneceği değil, kaç-kaç yeneceği... "Konuya böyle bir değerlendirmeyle yaklaşınca... Sahadaki oyuna, tribünden seyirci olarak bakılmasıyla... Oyun içinden müdahil olunması arasında, çarpıcı bir karakter farklılığı olduğu, ortaya çıkmaktadır." Burada ben çarpıcı bir far göremiyorum. Küçük bir fark var, o da oyuncunun çaba gösterme yetisinin var oluşu. "Yineleyelim... Oyun ve oyuncuların akibeti, tribündeki seyirciye göre “belirlenmiş”, yani “determine” olabilir... Ancak oyuncular açısından bakıldığında, oyun “oynanmak” durumundadır ve oyuncular “determine”, yani “belirlenmiş” değil, “determinan” yani “belirleyici”dirler." Ben bu sonuca nasıl geldiğini anlamadım. Oyunun akıbeti nasıl belirlenmiş olabilir? Belirlemek için, yukarıda bahsettiğim faktörlerin bilinmesi gerekmez mi? Ki bu, eşit güçteki takımlar için neredeyse imkansızdır. Aksi taktirde spor loto ve toto oyunlarının anlamı mı kalırdı? Oyuncular -kısmen de olsa- belirleyici iken, seyirci için “oyun ve oyunun akıbeti” nasıl belirlenmiş olabilir? "Başka bir deyişle “kestirebilirlilik”, ancak olayın dışında ve onun “müdahili olmamakla” mümkündür. Öteki türlü, “oyun içinde” olunmakta... Bu açıdan bakılınca da, “belirlenebilir” değil, “belirleyen” konumunda bulunulmaktadır" Yine tekrarlayalım: kestirilebilirlik, olayın dışında olmamakla mümkün değildir. Olayın içinde de mümkündür. Oyuncunun da oyunun sonunu tahmin etme hakkı vardır. Elinden geleni yapsa da sonucunu tahmin etmeye çalışabilir, yanılabilir, ya da tahmin etmiş olabilir. Yine de, tıpkı seyirciler gibi “baştan bilemez”. Eğer, seyirci, oyuncuların hepsinin hangi durumlarda ne yapacağını, nasıl davranacağını tamamen biliyor ( hile dahil )ve diğer faktörleri ( rüzgar, zeminin etkisi vs. ) tam bir kesinlikle hesaplayabilecek biri ise tabii ki oyunun sonucunu hesaplayabilir ve Lotoda büyük ikramiyeyi kazanabilir.Determinizmin savı buydu ve böyle bir varlık varsa determinizm, ovarlığın refeans çerçevesinde geçerli olacağı doğrudur.Zaten, seyirci açısından bütün bunlar belirlenebilir ve müdahale ile yönlendirilebilir ise, Tanrının belirlediği Kader anlayışı da geçerlidir. Yani, seyirci açısından determinizm, Teist anlamda Tanrı inancının kader anlayışı ile çelişmez. Peki, bu mümkün mü ? Ne demiş üstad : oyun dışındaki “mükemmel-bir-kahinin” oyunun seyrini; gerek “modern atomkuramı”, hatta gerekse kesin belirlilik çerçevesinde olmakla beraber kaotik gelişmeler öngören “kaos kuramı” itibariyle, hiç bir zaman “tam” kestiremeyeceği, burada belirtilmelidir. Öyle ise, Demek ki, olsa olsa “karşılıklı iradeler” olmaktadır ve herhangi bir “yaptırımdoğrultusu”, bunların bileşkesi olarak, meydana gelmektedir. demiş ve açmış : Her irade bir “hüküm” icra edebilme yeteneğindedir. Her irade bir “oyuncu”, bir aktör,bir özne, bu anlamda kudreti az ya da çok sınırlı bir tanrıdır. Bir irade, belki başka bir irade tarafından, bir ölçüde kıstırılabilir... Akibeti itibariyle, bir ölçüde kestirilebilir... Ancak küçük irade açısından bakıldığında, o, hükmünü icra edecek olan... Yazgısını, geleceğini, ne kadar sınırlı ölçekte olursa olsun, belirleyecek olandır. Küçük irade hükmünü, icra etmekteyken... Özellikle de onun açısından bakıldığında “genel bir determinizmadan” söz etmek, anlamsiz olmaktadır. Çünkü kendi konumunda belirleyici yani “determinan” olan, bizatihi odur. “Benim yazgım belli”, deyip hareketini durdurarak duraksamaya koyulan bir öznenin akibetiyle... Koşullar ne kadar olumsuz olursa olsun, “oyununu” kişilikle oynamaya devam eden, öteki aynı yapıdaki bir öznenin akibeti, hiç aynı değildir. Yani hangi olumsuz koşullarda olursa olsun ve “inisiyatif” elden ne kadar kaymış bulunursa bulunsun, “teslim olan” bir özneyle... Teslimiyeti sonuna kadar reddeden, ilkiyle aynı yapıdaki ikinci bir öznenin alacakları sonuç, çok farklı... Bazen de birbirine, taban tabana zıttır. Dışarıdan bakıldığında belli bir öznenin davranışlarının “kestirilebilecek” olmasının, bu öznenin davranış sisteminde hiç bir önemi kalmamaktadır. Özne, dışarıdan bakıldığında “belirlenmiş” olabilir. Ama o, kendi sisteminde oyuncu, müdahil yani (belirlenmiş değil), “belirleyen” olmaktadır. “öz mü önce gelir, yoksa varoluş mu?” Sorusu Felsefenin en önemli sorusudur. Bu soruya üstadın verdiği yanıt : Nihayet,neden “öz” ya da “varoluştan”, birini, ötekinin mutlakta önüne çekmeliyizdir. Öz ve Varoluştan Hiçbiri Dış Gözlemciye Göre Öncelikli Değildir ! Gerçekte, “öz” ve “varoluş” birlikte olmaktadırlar. “Varoluşla” beraber, “özün” mevcut bulunmadığına hükmetmek uygun değildir. “Varoluştan” sonra, onun için “özün”, var olan tarafından doldurulmadığını, iddia etmek de mümkün değildir. Dolayısıyla, sorunumuz “öz” ile “varoluşu”, kronolojik açıdan tasnif etmek, olmamalıdır. “Öz varoluştan önce gelir” diyorsak... Var olana, dışarıdan gizlice, “kestirimi şaşmaz” bir seyirci olarak, bakıyoruzdur. “Önce varoluş, sonra öz” diyorsak... O takdirde... İçinde “müdahil” olarak bulunduğumuz bir olayın - olabilirse- dışımızdan kestirilebilirliğin; olay zarfında, “irademizin hükmünü icra etmesine”, pratikte bir etkisi bulunmayacağını, varsayıyoruzdur. Sorunumuz, o halde “determinizmanın”, yani “iradenin kestirilebilirliliğinin”, hangi referans sisteminde bulunup, hangi referans sisteminde bulunmayacağını, saptamaktır. İşte böyle bir çerçevede: -Determinizma görecelidir, savını geliştirmekteyiz. demiş. Öz ve varoluş, kuvvet ve eyleme benzer.Yerçekimi yasasını göz önüne alırsak, yerçekimi kuvvetini neye göre anlarız, yüksek bir yere çıkıp atladığımızda oluşan eyleme göre değil mi ? O halde, önce eylem sonra kuvvet diyebilir miyiz ? Yada, yerçekimi kuvveti olduğu için düşme eylemi var diyebilir miyiz.Eğer, yerçekimi kuvveti olduğu için düşme eylemi var diyorsak, olaya düşen biz değilmişiz gibi bakıyoruz demektir. Tam tersi olarak, bizzat düşme eylemini yapan özne biz iken,düştüğümüz için kuvvet var diyorsak yani kuvveti bizim düşme eylemimiz ortaya çıkarıyor diyorsak, bu durumda dış gözlemcinin kestirebilirliği havada kalır. O halde, Öz ve Varoluştan Hiçbiri Dış Gözlemciye Göre Öncelikli Değildir ! ’ demek daha uygun gibi görünüyor.Yani, benim anladığım, yazar, Tanrı varsa, pratikte bizim irademize etkisi bulunamayacağı ve bizim irademizin de Tanrının iradesine etkisinin olamayacağını söylemiş.Yani, kaderi oluşturanın hepimizin toplam iradesi olduğunu anlatmaya çalışmış.Bu nedenle determinizm görecelidir demiş. Alıntı
Φ YARASA Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2009 Gönderi tarihi: 7 Haziran , 2009 Güzel bir soru! İyi bir noktayı yakalamışsınız. Ben TV’den izlemekle eşdeğer algılamıştım. Onun söylediği ise, Evet TV den izleyen seyirci gibi düşünmek bu yazı için daha mantıklı bir yaklaşım olabilir. Konunun çok dışında kalır seyirci etkisi. Yani, burada söz konusu olan kimin yeneceği değil, kaç-kaç yeneceği... [/color] Kader gibi bir konunun ele alındığı bir yazıda maç sonucu deyince akla kimin yeneceği geliyor, kaç kaç biteceği değil. Elbette ki, kimin yeneceği belli olsa bile kaç farkla yeneceğini hususunda her bir oyuncunun çabası direkt olarak etkilidir. Zaten, seyirci açısından bütün bunlar belirlenebilir ve müdahale ile yönlendirilebilir ise, Tanrının belirlediği Kader anlayışı da geçerlidir. Yani, seyirci açısından determinizm, Teist anlamda Tanrı inancının kader anlayışı ile çelişmez. İşte benim asıl ilgilendiğim konu... Determinist açıdan oyunun sonucunu tahmin etmek, bir anlamda belirlemek ile, tanrısal kavram açısından oyunun sonucunu bilmek aynı şeyler mi acaba? İlk bakışta, evet bir çelişki yok gibi görünüyor. Tanrısal bilgi daha fazla faktörü daha net bilmeyi gerektiriyor. Peki bu durumda, dini kavram açısından maçın sonucunun ne anlamı kalıyor? “öz mü önce gelir,yoksa varoluş mu?” Sorusu Felsefenin en önemli sorusudur. Elbette önemli bir sorudur. Burada bir sorun da yoktur. Eee? diye sormamın sebebi, yazıyla ilintisini kurmaktı. Yani, benim anladığım, yazar, Tanrı varsa, pratikte bizim irademize etkisi bulunamayacağı ve bizim irademizin de Tanrının iradesine etkisinin olamayacağını söylemiş.Yani, kaderi oluşturanın hepimizin toplam iradesi olduğunu anlatmaya çalışmış.Bu nedenle determinizm görecelidir demiş. Vallahi açıkçası, ben bu sonucu bu yazıdan çıkaramadım. Ama yine de üzerinde düşünmeye devam edeceğim. Bu arada, böylesine detay bir yazı hazırladığınız için teşekkür ederim. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 8 Haziran , 2009 Gönderi tarihi: 8 Haziran , 2009 bu yazının, Einstein'ın Görecelik yada Görelik yada Görelilik yada İzafiyet teorisi ile uzaktan yakından ilgisi yok. Olmamasının bir kıymeti harbiyesi yok. Dünyanın neresinde kime görecelilikten bahsetseniz aklına bu kuram gelir. Adı üstünde kuram, tüm göreceli durumları içeriyor. Göreliliği kuramsallaştıran bir söylemi nasıl dışlayabilir, "ben görecelidir dediğimde görelilik mörelilik, aman sakın ha, aklınızın köşesinden bile geçmesin bak haa!" diye bir sözü nasıl söyleyebilirsiniz ki? Görelilik tam tersidir görecelik! Böyle bir şey mi var yahu? Alıntı
Φ instantkarma Gönderi tarihi: 8 Haziran , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 8 Haziran , 2009 Zaten, seyirci açısından bütün bunlar belirlenebilir ve müdahale ile yönlendirilebilir ise, Tanrının belirlediği Kader anlayışı da geçerlidir. Yani, seyirci açısından determinizm, Teist anlamda Tanrı inancının kader anlayışı ile çelişmez. İşte benim asıl ilgilendiğim konu... Determinist açıdan oyunun sonucunu tahmin etmek, bir anlamda belirlemek ile, tanrısal kavram açısından oyunun sonucunu bilmek aynı şeyler mi acaba? İlk bakışta, evet bir çelişki yok gibi görünüyor. Tanrısal bilgi daha fazla faktörü daha net bilmeyi gerektiriyor. Peki bu durumda, dini kavram açısından maçın sonucunun ne anlamı kalıyor? Zaten, determinizmin geçerli olması durumunda böyle bir çelişki mevcut. Yani, gerek bu durumda Dekart’ın Teist düşüncesi ile, gerekse determinizme dayanan Spinozanın Evren ve Tanrı tasvirinde bu çelişki devam ediyor. Ha, sizin söylediğiniz şu ünlü ‘ kaderimiz önceden belirli ise, o zaman cennet ve cehennemle ödüllendirilmenin, sınavın anlamı kalmaz ‘ paradoksu… Seyirci açısından bütün bunlar belirlenebilir ve müdahale ile yönlendirilebilir ise demiştim. Yani, Kaotik ve Kuantik belirsizlikleri belirli yapabilen bir Tanrıyı varsaysak, bu durumda, Tanrının insanın yaptıklarına, dua yada gönlünden geçirdiklerine göre, zaman zaman yaptığı müdahalelerde bulunması yani karşılıklı bir etkileşim mümkün olur. Yalnız, zaten bunlar da kader olarak Tanrı katında yazılmış ise paradoks yine devam eder. Yazıda konusunun geçmemesine rağmen sayın demirefenin yanlış anlamasıyla aklıma getirdiği İzafiyet teorisini de işin içine katarsak, Tanrının eylemsizlik sisteminin hızının değişken hızlarda olabildiğini, dünyaya göre çok büyük hızlara çıkabildiğini öne sürsek-ki bu durumda zaman dünyaya göre yavaşlar-, hatta ışık hızının da üstünde bir hız olduğunu söylersek -ki bu durumda zaman dünyadakinin tersine akar-yaşanacak olayları hesaplayabilmesi de önemsiz hale gelir. Yani, zaten, kendi eylemsizlik dizgesinin hızını istediği gibi ayarlayarak, yaşanacakların tümünü öğrenebilir. Yani, ‘ bilme ’ ve ‘ belirleme ’ yi ayırırsak paradoks ortadan kalkar. Bahsettiğim budur. Burada sorulacak soru, ‘seyirci açısından bütün bunlar belirlenebilir ve müdahale ile yönlendirilebilir mi ? ’sorusu olmalıdır. Ancak, e, pi, gibi transandan ve köklü sayılar gibi bir irrasyonel, hiçbir zaman sabitlenemeyen değerlerden oluşan başlangıç koşullarının geçerli olduğu bir kaotik sürecin sonucunu Tanrı bile belirleyemez. Bu matematiksel bir gerçek. O halde, Tanrının belirsizlikleri belirleyerek bir müdahalede bulunma şansı da olmaz. Yani, paradoks çözülmez. Yani, seyirci açısından, determinizm mümkünse, kader anlayışı ile çelişmez. Zaten geçerli olmadığı için, modern fizik verileriyle, kader anlayışı arasında çelişki vardır. Yani, benim anladığım, yazar, Tanrı varsa, pratikte bizim irademize etkisi bulunamayacağı ve bizim irademizin de Tanrının iradesine etkisinin olamayacağını söylemiş.Yani, kaderi oluşturanın hepimizin toplam iradesi olduğunu anlatmaya çalışmış.Bu nedenle determinizm görecelidir demiş. Vallahi açıkçası, ben bu sonucu bu yazıdan çıkaramadım. Ama yine de üzerinde düşünmeye devam edeceğim. Yerçekimi kuvvetine Öz, düşme eylemine Varoluş dersek, Eğer, yerçekimi kuvveti olduğu için düşme eylemi var diyorsak, olaya düşen biz değilmişiz gibi bakıyoruz demektir. Tam tersi olarak, bizzat düşme eylemini yapan özne biz iken,düştüğümüz için kuvvet var diyorsak yani kuvveti bizim düşme eylemimiz ortaya çıkarıyor diyorsak, bu durumda dış gözlemcinin kestirebilirliği havada kalır. Yani, Öz ve Varoluşun, dış gözlemciye göre, birbirine göre önceliği yoktur. Şimdi, kalınlaştırdığım ifadeyle, yani, ‘biz değilmişiz gibi ’ bakmak demek Tanrı dizgesinde olmak yani Seyirci olmak demektir. Tanrı yada Seyirci dizgesinde ise,Öz ve Varoluş’un birbirine göre bir önceliği olmadığına göre, ancak ve ancak, insanın eylemde bulunmaması yani oyuncuların oynamaması halinde determinizm ( belirlenim ) geçerli olabilmektedir. Oyuncuların oynaması oranında , belirlenim azalacağından, oyuncu dizgesinde determinizm geçerliliğini yitirecektir. Bu nedenle, determinizm görecelidir. Bu arada, böylesine detay bir yazı hazırladığınız için teşekkür ederim. Rica ederim, dikkate alıp, mantıklı sorularınızla bana açıklayabilme fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ederim. Saygılar. Alıntı
Φ Dayı Gönderi tarihi: 8 Haziran , 2009 Gönderi tarihi: 8 Haziran , 2009 Yarasa.. Seni yeniden aramızda görmek..yada okumak büyük keyf dayı için..Hoş geldin.. KADER..KADAR..Miktar..ölçü.. (kutsal metinlerde başka Kader yoktur..en azından Mushafta..) Kaderi İnsan deneyimleyerek yazmıştır ve KADER,i yazmaya devam ediyor..yalova izmit arasında bazı virajlar vardır..sürrat belirten tabelalar LEVHA,lar vardır.. belirtilen hız miktarı KADER,dir..ölçüdür..bunun dışına çıktığınızda belirlenmiş Kaderin dışına çıkarsınız..tek parça iken çok parçalı hale gelirsiniz..der..o Levhalar.. 90 km normal hızdır mesela..120 olursa hız..ister belirleyici olun ister seyirci..Kader değişmez.. Allah,ın bu gezegendeki adı İNSAN deyip yola çıkanların KADER ile,o klasik KADER ile işi olmaz.. dayı bi ufak rakıya KADAR içer..KADERİ,ni belirlemiştir..ikide bira cilaladımı virajı alamaz.. deneyimlediği kesin ve doğru sonuca vardığıdır dayının Kaderi.. (aman haaa..dayı asla içipte virajlarda denemeler yapmaz..sadece bir örneklemeydi..) Allahı anlamaya çalışmak yada KENDİNİ tanımaya çalışmak..hiç fark etmez..ikiside AYNI şey.. her şey,bilinmesi gereken her şey KENDİN,de İnsanın..EVREN,de değil..evrenin dürülmüş prototipi olan İNSAN,da..işlerim yoğun..yazlığımda internet yok..biraz uzak kalacağım..bir iş için geldim..sabah döneceğim..buda benim KADERİM.. 1 Alıntı
Φ YARASA Gönderi tarihi: 8 Haziran , 2009 Gönderi tarihi: 8 Haziran , 2009 Yarasa.. Seni yeniden aramızda görmek..yada okumak büyük keyf dayı için..Hoş geldin.. Merhabalar, sevgiler, saygılar dayı... Arada bir bakma fırsatım oluyordu. Ne zamandır bir şeyler yazamadım. Ama emin olun, elimden geldiğince buradayım, dayım benim esprilerinle süslediğin, okunmasını zevkli hale getirdiğin ve ne olursa olsun okurken insanın suratında bir tebessüm, bir gülüş yaratan ve bir de o kadar dolu olan o güzel yazılarını okumak benim için de çok güzel... Hele o yazılarının arasında gizli kalan o muhteşem çıkarımların yok mu... Bundan bizi mahrum etme Teşekkürler... Alıntı
Φ YARASA Gönderi tarihi: 8 Haziran , 2009 Gönderi tarihi: 8 Haziran , 2009 Ha, sizin söylediğiniz şu ünlü ‘ kaderimiz önceden belirli ise, o zaman cennet ve cehennemle ödüllendirilmenin, sınavın anlamı kalmaz ‘ paradoksu… Seyirci açısından bütün bunlar belirlenebilir ve müdahale ile yönlendirilebilir ise demiştim. Yani, Kaotik ve Kuantik belirsizlikleri belirli yapabilen bir Tanrıyı varsaysak, bu durumda, Tanrının insanın yaptıklarına, dua yada gönlünden geçirdiklerine göre, zaman zaman yaptığı müdahalelerde bulunması yani karşılıklı bir etkileşim mümkün olur. Yalnız, zaten bunlar da kader olarak Tanrı katında yazılmış ise paradoks yine devam eder. Tam bu noktada, aslında bunun bir paradoks olmadığını, çözümünün çok basit olduğunu söyleyecektim ki siz de aşağı da buna benzer ifadeyi vermişsiniz. Kader var ise, insanın belirleyiciliği önemini yitirir, insanın belirleyiciliği var ise kaderini kendi yazar, baştan bilinemez... Ben bu şekilde düşünüyorum. İzafiyet ile birlikte bunu ele alabiliriz. Aynen sizin de dediğiniz gibi; .... İzafiyet teorisini de işin içine katarsak, Tanrının eylemsizlik sisteminin hızının değişken hızlarda olabildiğini, dünyaya göre çok büyük hızlara çıkabildiğini öne sürsek-ki bu durumda zaman dünyaya göre yavaşlar-, hatta ışık hızının da üstünde bir hız olduğunu söylersek -ki bu durumda zaman dünyadakinin tersine akar-yaşanacak olayları hesaplayabilmesi de önemsiz hale gelir. Yani, zaten, kendi eylemsizlik dizgesinin hızını istediği gibi ayarlayarak, yaşanacakların tümünü öğrenebilir. Yani, ‘ bilme ’ ve ‘ belirleme ’ yi ayırırsak paradoks ortadan kalkar. Bahsettiğim budur. Evet konu çok mükemmel bir hal alıyor. Bu paradoksun, ya da paradoks benzeri ikilemin, nasıl ortadan kalkacağı... Konusu açılmışken, izafiyet ile ilgili öncelikle kafamı karıştıran bir soruyu gündeme getireyim. Zamanda ileriye yada geriye giderek değişik anlara müdahale edebilmek... Bu ne kadar mümkündür? İzafiyet kuramına çok iyi hakim olmamakla birlikte, ben bu konuda şuna inanırım: zamanın yavaşlaması veya hızlanması durumunda bizim tıpkı bir zaman makinasındaymış gibi görüp göremeyeceğimiz tek şey yaşanmışlıklardır. yani sadece bir ışık oyunu. Biz, zamanda geri gittiğimizde, olan bir olayın yalnızca ışık anlamında yansımasını görebiliriz ki bu da sadece ışıktan hızlı hareket sonucunda mümkündür. Buna rağmen, olmamış bir olayı görmemiz, yani zamanda ileri gidebilmemiz bana pek mantıklı gelmiyor. Bu durumda, tanrısal bir kudret bile olsa, zaman tersine aktığında görülecek şey "geçmiş", yani zaten olmuş olandır, olmuş olanın yansımasıdır. Burada sorulacak soru, ‘seyirci açısından bütün bunlar belirlenebilir ve müdahale ile yönlendirilebilir mi ? ’sorusu olmalıdır. Bu noktadan ilerisi üzerinde biraz düşünüp yazacağım. Rica ederim, dikkate alıp, mantıklı sorularınızla bana açıklayabilme fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ederim. Saygılar.[/color] Teşekkürler bizden efendim Yazılarınız hem sorgulatıcı hem de bilgi yüklü... Alıntı
Φ instantkarma Gönderi tarihi: 9 Haziran , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 9 Haziran , 2009 Konusu açılmışken, izafiyet ile ilgili öncelikle kafamı karıştıran bir soruyu gündeme getireyim. Zamanda ileriye yada geriye giderek değişik anlara müdahale edebilmek... Bu ne kadar mümkündür? İzafiyet kuramına çok iyi hakim olmamakla birlikte, ben bu konuda şuna inanırım: zamanın yavaşlaması veya hızlanması durumunda bizim tıpkı bir zaman makinasındaymış gibi görüp göremeyeceğimiz tek şey yaşanmışlıklardır. yani sadece bir ışık oyunu.Biz, zamanda geri gittiğimizde, olan bir olayın yalnızca ışık anlamında yansımasını görebiliriz ki bu da sadece ışıktan hızlı hareket sonucunda mümkündür. Buna rağmen, olmamış bir olayı görmemiz, yani zamanda ileri gidebilmemiz bana pek mantıklı gelmiyor. İkizler paradoksunu ( düşünce deneyi ) bilirsiniz, işte dünyadan kalkıp ışık hızına yakın yüksek hızlarda dünya nın samanyolundaki yörüngesine paralel, -atıyorum sayının önemi yok- 5 sene yolculuk yapan bir uzay gemisindeki astronot, dünyaya geri döndüğünde ikiz kardeşinin kendisinden -yine atıyorum-10 yaş fazla yaşlandığını, dünyadaki olayların da 10 sene ötesindeki halinin geliştiği zamana geldiğini anlar, falan… Yani, dünyanın geleceğine gitmiş olur. Bu gözlem ve deneylere dayanan ispatlanmış bir olgu. Öte yandan, zamanda geriye gitmek, bizim açımızdan deneylenemez bir şey. Nedeni ise, ünlü E=mc2 denkleminde cismin hızının ışık hızından büyük olması varsayımı ile matematiksel olarak bulunmuş olan kütlenin sanal olması gerektiği. Yani, karmaşık ( Kompleks ) sayı içeren sanal bir kütle olan ve Takyon diye adlandırılan bir parçacık… Bu gözlenmesi imkansız olan tamamen teorik bir çıkarım. Çünkü, gözlemlemeye kalktığımızda, kütlesi sanal olmamalıdır. Bu ise, hızının ışık hızının altına düşmesini gerektirir. O zaman da Takyon özelliği kaybolur. Bu teorik varsayımı denklemde ilerletirsek, gerek E=mc2 denkleminden elde edilmiş Lorentz denklemlerinden, gerekse Lorentz denklemlerinden ulaşılan uzay-zaman grafiğinde ( Minkowski uzayı ) ters uzay -zaman konisi olan anti evrende zamanın geriye döndüğünü görebiliriz. ( Teorik olarak ) Bu durumda, tanrısal bir kudret bile olsa, zaman tersine aktığında görülecek şey "geçmiş", yani zaten olmuş olandır, olmuş olanın yansımasıdır. Bu biraz da, Newton fiziğinde yaşamamızdan dolayı, mutlak zaman yanılsamamızdan kaynaklanan bir sezgi. Yani, Tanrısal boyutun sanal kütleye sahip olmadığını iddia etmek için elimizde dayanak yok. Bu da olası bir durum olduğuna göre, anti evrende zamanın tersine yaşanmasını izleyebilen birileri de olabilir ( Teoride tabii ) Alıntı
Φ YARASA Gönderi tarihi: 9 Haziran , 2009 Gönderi tarihi: 9 Haziran , 2009 Anlaşılan bu konuda, öncelikle çok daha fazla şey okumak öğrenmek gerekiyor. Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim sayın instantkarma... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 9 Haziran , 2009 Gönderi tarihi: 9 Haziran , 2009 determinizme dayanan Spinozanın Evren ve Tanrı tasviri Spinoza deyince akla panteizm gelir. Nedensellik hakkındaki görüşü; ereksel nedenselliği reddetmiştir. Yani bence de deterministtir, tanrıdan bahsetse de tanrısal determinizm anlamında değil... Mükemmel bir determinist olabilirdi, ama metafizik savları ve tanrı hakkındaki önesürümleri ile geçmişin kültüründen kurtulamazdı, o yaşadığı yıllarda... En az birkaç yüzyıl sonra yaşamalıydı ki tam bir determinist olsun. Determinizm dediğimde tanrısal bir determinizmden bahsettiğimin sanılmasından ben daha 21. yüzyılda kurtulamamışım, değil ki Spinoza... Alıntı
Φ biolog2021 Gönderi tarihi: 10 Haziran , 2009 Gönderi tarihi: 10 Haziran , 2009 Zamansızlık ve Kader Gerçeği Genel Görecelik Kuramı'na göre "zamanın da, onu ölçtüğümüz olaylar dizisinden ayrı, bağımsız bir varlığı yoktur." Zaman bir algıdan ibaret olduğuna göre de, tümüyle algılayana bağlı, yani göreceli bir kavramdır. Zaman, beyinde saklanan birtakım hayaller arasında kıyas yapılmasıyla var olmaktadır. Eğer bir insanın hafızası olmasa, beyni bu tür yorumlar yapmaz ve dolayısıyla zaman algısı da oluşmaz. Bir insanın "ben otuz yaşındayım" demesinin nedeni, beyninde söz konusu otuz yıla ait bazı bilgilerin biriktirilmiş olmasıdır. Eğer hafızası olmasa, ardında böyle bir zaman dilimi olduğunu düşünmeyecek, sadece yaşadığı tek bir "an" ile muhatap olacaktır. Zaman dediğimiz algı, aslında bir anı bir başka anla kıyaslama yöntemidir. Bunu bir örnekle açıklayabiliriz. Bir cisme vurduğumuzda bundan belirli bir ses çıkar. Aynı cisme beş dakika sonra vurduğumuzda yine bir ses çıkar. Kişi, birinci ses ile ikinci ses arasında bir süre olduğunu düşünür ve bu süreye "zaman" der. Oysa ikinci sesi duyduğu anda, birinci ses sadece zihnindeki bir hayalden ibarettir. Sadece hafızasında var olan bir bilgidir. Kişi, hafızasında olanı, yaşamakta olduğu anla kıyaslayarak zaman algısını elde eder. Eğer bu kıyas olmasa, zaman algısı da olmayacaktır. Eğer bir insanın hafızası olmasa, beyni bu tür kıyaslar yapmaz ve dolayısıyla zaman algısı da oluşmaz. Bir insanın "ben otuz yaşındayım" demesinin nedeni, beyninde söz konusu otuz yıla ait bazı bilgilerin biriktirilmiş olmasıdır. Eğer hafızası olmasa, ardında böyle bir zaman dilimi olduğunu düşünmeyecek, sadece yaşadığı tek bir "an" ile muhatap olacaktır. Beynimiz belirli bir sıralama yöntemine alıştığı için şu anda dünya üstte anlatıldığı gibi işlememekte ve zamanın hep ileri aktığını düşünmekteyiz. Oysa bu, beynimizin içinde verilen bir karardır ve dolayısıyla tamamen izafidir. Gerçekte zamanın nasıl aktığını, ya da akıp akmadığını asla bilemeyiz. Bu da zamanın mutlak bir gerçek olmadığını, sadece bir algı biçimi olduğunu gösterir. Zamanın Göreceliği Bilimsel Bir Gerçek Zamanın göreceliği, bilimsel yöntemle de ortaya konmuş somut bir gerçektir. Einstein'ın Genel Görecelik Kuramı ortaya koymaktadır ki zamanın hızı, bir cismin hızına ve çekim merkezine uzaklığına göre değişmektedir. Hız arttıkça zaman kısalmakta, sıkışmakta; daha ağır daha yavaş işleyerek sanki "durma" noktasına yaklaşmaktadır. Bunu Einstein'ın bir örneği ile açıklayalım. Bu örneğe göre aynı yaştaki ikizlerden biri Dünya'da kalırken, diğeri ışık hızına yakın bir hızda uzay yolcuğuna çıkar. Uzaya çıkan kişi, geri döndüğünde ikiz kardeşini kendisinden çok daha yaşlı bulacaktır. Bunun nedeni uzayda seyahat eden kardeş için zamanın daha yavaş akmasıdır. Aynı örnek bir baba ve oğul için de düşünülebilir; "eğer babanın yaşı 27, oğlunun yaşı 3 olsa, 30 dünya senesi sonra baba dünyaya döndüğünde oğul 33 yaşında, baba ise 30 yaşında olacaktır." Zamanın izafi oluşu, saatlerin yavaşlaması veya hızlanmasından değil; tüm maddesel sistemin atom altı seviyesindeki parçacıklara kadar farklı hızlarda çalışmasından ileri gelir. Zamanın kısaldığı böyle bir ortamda insan vücudundaki kalp atışları, hücre bölünmesi, beyin faaliyetleri gibi işlemler daha ağır işlemektedir. Kişi zamanın yavaşlamasını hiç fark etmeden günlük yaşamını sürdürür. (www.fikiryazilari.net) Kader, Allah’ın Geçmiş ve Gelecek Tüm Olayları Bilmesidir Zamanın izafi oluşu, bize çok önemli bir gerçeği göstermektedir: Bu izafiyet o kadar değişkendir ki, bizim için milyarlarca yıl süren bir zaman dilimi, bir başka boyutta sadece tek bir saniye bile sürebilir. Hatta, evrenin başından sonuna kadar geçen çok büyük bir zaman dilimi, bir başka boyutta, bir saniye bile değil, ancak bir "an" sürüyor olabilir. İşte çoğu insanın tam olarak anlayamadığı, materyalistlerin ise anlayamayarak tümden reddettikleri kader gerçeğinin özü buradadır. Kader, Allah'ın geçmiş ve gelecek tüm olayları bilmesidir. İnsanların önemli bir bölümü ise, Allah'ın henüz yaşanmamış olayları önceden nasıl bildiğini sorarlar ve kaderin gerçekliğini anlayamazlar. Oysa "yaşanmamış olaylar", bizim için yaşanmamış olaylardır. Allah ise zamana ve mekana bağlı değildir, zaten bunları yaratan Kendisidir. Bu nedenle Allah için geçmiş, gelecek ve şu an hepsi birdir ve hepsi olup, bitmiştir. Lincoln Barnett, Genel Görecelik Kuramı'nın bu gerçeğe nasıl işaret ettiğinden, Evren ve Einstein isimli kitabında bahsetmektedir. Barnett'e göre, bütün anlamında varlıkları ancak "bütün yüceliğiyle kozmik bir zihin" kavrayabilir. Barnett'in "kozmik zihin" dediği İrade, tüm evrene hakim olan Allah'ın ilmi ve aklıdır. Bizim bir cetvelin başını, ortasını, sonunu ve aralarındaki tüm birimleri bir bütün olarak tek bir anda kolayca görebilmemiz gibi, Allah da bizim bağlı olduğumuz zamanı başından sonuna kadar tek bir an olarak bilir. İnsanlar ise sadece zamanı gelince bu olayları yaşayıp, Allah'ın onlar için yarattığı kadere tanık olurlar. Einstein'in Genel Görecelik Kuramı Zamanın bir algı olduğu, 20. yüzyılın en büyük fizikçisi sayılan Einstein'ın ortaya koyduğu Genel Görecelik Kuramı ile de doğrulanmıştır. Lincoln Barnett, Evren ve Einstein adlı kitabında bu konuda şunları yazar: "Salt uzayla birlikte Einstein, sonsuz geçmişten sonsuz geleceğe akan şaşmaz ve değişmez bir evrensel zaman kavramını da bir yana bıraktı. Görecelik Kuramı'nı çevreleyen anlaşılmazlığın büyük bölümü, insanların zaman duygusunun da renk duygusu gibi bir algı biçimi olduğunu kabul etmek istemeyişinden doğuyor... Nasıl uzay maddi varlıkların olasılı bir sırası ise, zaman da olayların olasılı bir sırasıdır." (Lincoln Barnett, Evren ve Einstein, Varlık Yayınları, 1980, ss. 52-53.) Einstein, Barnett'in ifadeleriyle, "uzay ve zamanın da sezgi biçimleri olduğunu, renk, biçim ve büyüklük kavramları gibi bunların da bilinçten ayrılamayacağını göstermiş"tir. Genel Görecelik Kuramı'na göre "zamanın da, onu ölçtüğümüz olaylar dizisinden ayrı, bağımsız bir varlığı yoktur." Zaman bir algıdan ibaret olduğuna göre de, tümüyle algılayana bağlı, yani göreceli bir kavramdır. Zamanın göreceliği, rüyada açık bir biçimde yaşanır. Rüyada gördüklerimizi saatler sürmüş gibi hissetsek de, gerçekte herşey birkaç dakika hatta saniye sürmüştür. Alıntı
Φ instantkarma Gönderi tarihi: 10 Haziran , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 10 Haziran , 2009 Zaman, beyinde saklanan birtakım hayaller arasında kıyas yapılmasıyla var olmaktadır. Zamanı tanımlarken yalnızca algılarımızla sınırlı tutmak yanlış olur. Çünkü, bu nesnel bir bakış olmaz. Zamanı maddenin veya enerjinin ( aslında ikisi öz itibariyle aynıdır ) bir fonksiyonu dersek daha nesnel bir tanım yapmış oluruz. "Salt uzayla birlikte Einstein, sonsuz geçmişten sonsuz geleceğe akan şaşmaz ve değişmez bir evrensel zaman kavramını da bir yana bıraktı. Görecelik Kuramı'nı çevreleyen anlaşılmazlığın büyük bölümü, insanların zaman duygusunun da renk duygusu gibi bir algı biçimi olduğunu kabul etmek istemeyişinden doğuyor... Nasıl uzay maddi varlıkların olasılı bir sırası ise, zaman da olayların olasılı bir sırasıdır." (Lincoln Barnett, Evren ve Einstein, Varlık Yayınları, 1980, ss. 52-53.) HY ağabeyimiz aradaki bölümü atlamış : ...Rengi ayırt edecek bir göz yoksa, renk diye bir şey olmadığı gibi, zamanı gösterecek bir olay olmadıkça, bir an, bir saat ya da bir gün hiçbir şey değildir...(Lincoln Barnett, Evren ve Einstein, Varlık Yayınları, 1980, ss. 52-53.) Kader, Allah’ın Geçmiş ve Gelecek Tüm Olayları Bilmesidir. . Allah da bizim bağlı olduğumuz zamanı başından sonuna kadar tek bir an olarak bilir. İnsanlar ise sadece zamanı gelince bu olayları yaşayıp, Allah'ın onlar için yarattığı kadere tanık olurlar. Buna daha önceki iletimde cevabını vermiştim : Tanrının eylemsizlik sisteminin hızının değişken hızlarda olabildiğini, dünyaya göre çok büyük hızlara çıkabildiğini öne sürsek-ki bu durumda zaman dünyaya göre yavaşlar-, hatta ışık hızının da üstünde bir hız olduğunu söylersek -ki bu durumda zaman dünyadakinin tersine akar-yaşanacak olayları hesaplayabilmesi de önemsiz hale gelir. Yani, zaten, kendi eylemsizlik dizgesinin hızını istediği gibi ayarlayarak, yaşanacakların tümünü öğrenebilir. Yani, ‘ bilme ’ ve ‘ belirleme ’ yi ayırırsak paradoks ortadan kalkar. Bahsettiğim budur. Burada sorulacak soru, ‘seyirci açısından bütün bunlar belirlenebilir ve müdahale ile yönlendirilebilir mi ? ’sorusu olmalıdır. Ancak, e, pi, gibi transandan ve köklü sayılar gibi bir irrasyonel, hiçbir zaman sabitlenemeyen değerlerden oluşan başlangıç koşullarının geçerli olduğu bir kaotik sürecin sonucunu Tanrı bile belirleyemez. Bu matematiksel bir gerçek. O halde, Tanrının belirsizlikleri belirleyerek bir müdahalede bulunma şansı da olmaz. Yani, paradoks çözülmez. Yani, seyirci açısından, determinizm mümkünse, kader anlayışı ile çelişmez. Zaten geçerli olmadığı için, modern fizik verileriyle, kader anlayışı arasında çelişki vardır. Alıntı
Φ instantkarma Gönderi tarihi: 10 Haziran , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 10 Haziran , 2009 Spinoza deyince akla panteizm gelir. Nedensellik hakkındaki görüşü; ereksel nedenselliği reddetmiştir. Yani bence de deterministtir, tanrıdan bahsetse de tanrısal determinizm anlamında değil... Mükemmel bir determinist olabilirdi, ama metafizik savları ve tanrı hakkındaki önesürümleri ile geçmişin kültüründen kurtulamazdı, o yaşadığı yıllarda... En az birkaç yüzyıl sonra yaşamalıydı ki tam bir determinist olsun. Tam Determinist olmanın yolu Tanrı tanımaz olmaktan mı geçer ? Spinozaya gelirsek : Spinoza'nın panteist bir düşünce yönünde uçlara vardığı ve monist bir tanrı-doğa düşüncesine ulaştığı ilk olarak belirtilmesi gereken noktadır.Bununla birlikte Spinoza'nın felsefi sisteminde Tanrı kavramının merkezi bir yeri olduğunu söylemek gerekir. Tanrı, bu felsefi sistemin hem başlangıç noktası hem de son noktasıdır: "Var olan her şey Tanrı içinde vardır ve Tanrı olmaksızın hiçbir şey ne varolabilir ne de kavranabilir". Panteizm ya da Tümtanrıcılık (Doğatanrıcılık, Kamutanrıcılık) Evrenin bütününü Tanrı olarak kabul eden felsefi görüştür. Panteizm'de, pan-enteizm'den (kamusaltanrıcılık) farklı olarak her şey Tanrı'nın bir parçası olarak kabul edilir, Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı'dır. Tanrı'nın evrenden ayrı ve bağımsız bir varlığı yoktur. Tanrı doğada, nesnelerde, insan dünyasında vardır. Pandeizm: Panteizmin deistik formudur. Spinoza ağırlıklı Panteizm algılayışına göre, Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı'dır. Tanrı-evren-insan ayırımı yoktur, böyle bir ayrım aklın yanılsamasıdır. Tanrıbilimsel olarak; Tanrı, evren ve insan; birdir, aynıdır. Aşkın bir Tanrı var olmadığı gibi, herhangi bir yaratmadan da söz edilemez. Spinoza'nın bu görüşü, ailesinin göç ederek ayrıldığı Endülüs İspanya'sındaki ünlü mutasavvıf Muhiddin-i Arabî'nin etkisiyle oluşmuştur. Bilindiği gibi, Arabî'nin görüşü "Vahdet-i Vücut" olarak ileri sürülmüştü. Ancak birçoklarının sandığının aksine, Spinoza'nın Panteizmi ile Arabî'nin Vahdet-i Vücut anlayışı birbirinin aynı değildir. Spinoza'da, Tanrı evrendedir ve evren kadardır. Arabî'de ise Evren, Tanrı'dadır ve bu durum Tanrı 'yı sınırlamamaktadır.( Vikipedi ) Determinizm dediğimde tanrısal bir determinizmden bahsettiğimin sanılmasından ben daha 21. yüzyılda kurtulamamışım, değil ki Spinoza... (IMG:http://www.turkish-media.com/forum/style_emoticons/default/smile.gif) Tam tersi, başka bir başlıkta pozitivizme yakın olduğunuzu belirtmiştim. Spinoza için söylediğiniz de tam öyle değil : Zamanında anlaşılmayan pek çok filozof gibi Spinoza da yanlış anlaşılmanın ve anlaşılmamanın muhatabı olmuş, tuhaf bir çelişkiyle hem en büyük din düşmanlarından biri sayılmış, hem de eserinin temel kaynağının Tanrı sevgisi olduğu söylenmiştir.( Vikipedi ) Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.