Gönderi tarihi: 3 Şubat , 2006 19 yıl Siyasetin başlı başına bir bilim olduğu, ekonomik ve sosyal düşünce sistemlerinin(ideolojiler) yaşama uyarlanış sistematiği olduğu gerçeğinden hareket edersek, din ve milliyetçilik üzerinden yapılan yada yapıldığı sanılan şeyin, gerçekte asla siyaset olmayacağı, bu kavramların sadece birer istismar aracına dönüştürüldükleri açık bir gerçektir. Oysa siyaset biliminin temelinde yatan ekonomik ve sosyal düşünce sistemlerinin(ideolojilerin) birer felsefik kökene dayandığı gerçeği yadsınarak, bugünlerde TAYYİP ERDOĞAN ve Deniz BAYKAL arasında olduğu gibi siyaset adeta kısır çekişmelerin ve ucuz günlük polemiklerin bir aracı haline dönüştürülmüştür. Eğer politikayı ele alarak, üzerinde fikir yürütüp tartışmak istiyorsak, öncelikle politik düşünce sistemlerinin(ideolojilerin) temel belirleyicileri ve esas felsefik kökenleri hakkında bilgi sahibi olmalıyız. Şimdi biz bu niteliksiz, bilimdışı, ucuz ve kirli siyaset anlayışını bir kenara bırakıp, politik düşünce sistemlerinin(ideolojilerin) felsefik kökenlerini oluşturan teorilere ve kuramlara bir göz atalım. Tüm bilimlerin esas temeli ve anası olan Felsefede temel iki kuram-akım vardır. 1-İdealizm 2- Materyalizm BİLİMLERİN TEMELİ (ESASİ İLİM) FELSEFE NEDİR ? Felsefe; İlmi hikmet, Fenni hikmet, Hubbu hikmet, İlmi Akli, İlim; Yun. Filosofia, Fr. Philosophie, Al. Philosophie, İng. Philosophy, İt. Filosofia) Evrensel bilginin bilimi. 1. Etimoloji : Felsefe deyimi, sevgi anlamına gelen Yun. philia deyimiyle bilgi anlamına gelen Yun. sophia deyiminden meydana gelmiştir ve bilgi sevgisi demektir. Bütün dillere Latince aracılığıyla geçmiştir. Herakleides Pontikos deyimi ilk kullanana Pythagoras olduğunu söyler. Pyhtagoras kendisi için "ben bir philosophos'um" dermiş, bununla da bilginin ve bilgeliğin tutkunu olduğunu anlatmak istermiş. Ne var ki son araştırmalar bu deyimin ilkin Herakleitos tarafından kullanıldığını saptamıştır. Böylece Herakleitos, bugünkü anlamındaki felsefenin babası olduğu gibi onun adının da babası oluyor. 2. İlkçağ : İlkçağda felsefe, insanın, içinde yaşadığı dünya üstüne edindiği bütünsel bilgiyi dile getiriyordu. Bugün de, çok daha geniş kapsamlı olarak, aynı anlamı dilegetiriyor. Ne var ki arada geçen uzun yüzyıllar boyunca birçok serüvenler geçirmiş, kimi yerde törebilim ve kimi yerde tanrıbilim kılığına bürünmüştür. Antikçağ Yunanlılarından çok önce eski Mısır, Mezopotamya, Çin ve Hint uygarlıklarında felsefesel düşünceler ileri sürülmüştür. Ama bütün bunların içinde antikçağ Yunan felsefesinin kendine özgü bir yapısı vardır. Bu yapı, onun, ilk fizikçi-düşünürlerinin elinde biçimlenişinden gelir. Bu fizikçi düşünürler, düşünsel çalışmalarını doğadan yansıyan nesnel gerçekliğe dayamışlar ve düşünceyi dizgeli olarak masallardan arıtmaya çalışmışlardır. Felsefenin temel sorunları antikçağ Yunan düşünürlerince ortaya atılmıştır. Bu yüzdendir ki antikçağ Yunan felsefesi, kendisinden sonraki bütün felsefe akımlarının tohumlarini içerir. Antikçağ Yunanlılarında felsefenin amacı bilgiyi sevmek ve aramaktır. Ne var ki sofia kökünün aynı zamanda içerdiği usa uygun davranma anlamı felsefenin eski Yunan'daki eylemsel yönünü de dilegetirir. Bu yüzden antıkçağ Yunan felsefecileri bilgiyi, eylemsel işe yararlılık için aramışlardır. Yaşamın anlamı, bu anlama uygun olarak yaşamak için aranmıştır. Görüldüğü gibi felsefe terimine Yunanlı kurucularının verdikleri ilk anlam, an açık ifadeyle diyalektik bir anlamdır. Yüzyıllarca sonra Alman düşünürü Karl Marx "Artık dünyayı açıklamak değil, değiştirmek sözkonusudur" demekle bu diyalektik anlamı dilegetirecektir. İnsanlar ilkin din kurumunu meydana getirmişlerdi, ama bunu neden meydana getirdiklerini ve bunun ne demek olduğunu düşünmeye başlayınca felsefe'ye yükselmiş oldular. Kaldı ki ilk insanlar bıkıp usanmadan araştırma içgüdülerini, daha ilk günlerinden, korunma içgüdüsünün eylemsel çabalarından edinmiş bulunuyorlardı. Felsefe tarihçileri ilk filozof olarak, dünyanın sudan yapılmış olduğu varsayımını ilerisüren Thales'i gösterirler. Aristoteles, Thales'ten çok önce "Okeanos (Yu. deniz demektir)'dur tanrıların babası ve anası" diyen Homeros'a dikkati çeker. Delaporte, 1923 yılında yayımlanan Mezopotamya adlı yapıtında, Mezopotamyalıların yaratılış şarkısı'ndan şu örneği verir: "Ne göğün ne de yerin adı varken, bunların babası Apsu'yla anası Tiamat'tan çıkan sular tek olarak karmakarışık bulunuyordu" (ibid, s. 1520). Görülüyor ki ilk Yunan düşünürlerinin geliştirdikleri kavramlar, çok eski toplumlardan geçen halk düşünceleridir. Antik çağda pratik bilimler pek yavaş gelişmekte olduklarından gerçeği seven ve arayan insan düşüncesi pratikten kopmuş ve bilimin denetinden yoksun kalan felsefe bu yüzden uzun yüzyıllar boyunca düşünsel (Fr. Spéculatif) alanda gelişmiştir. Düşüncecilik (Fr. Idéalisme) böylesine başıboş bir düşünce gelişmesinin zorunlu sonucudur. İnsanlar düşüncelerini soyutlayıp kavramlaştırmışlar ve sürekli olarak değişen fiziğin ötesinde (Fr. Métaphysique) sonsuzca geçerli saydıkları tanımlarla saptamışlardır. Fizik yapının sürekli olarak değişmesi ve dönüşmesi sonucu olarak pratik bilgi bu kuramsal kavramlarla çatışmaya başlamış, insansal düşünceciliğin karşısına doğasal özdekçiIik (Fr. Matérialisrne) dikilmiştir. Her iki aşırı uçta da yanılgılara düşen bu iki sistem, sonunda, eytişimsel özdekçilik —diyalektik materyalizm— (Fr. Matérialisme dialectique)'le aşılmıştır. Kaynak; FELSEFE VE İNSAN
Gönderi tarihi: 7 Şubat , 2006 19 yıl Yazar 1-İDEALİZM Yunanlılardan ta bugüne kadar tüm felsefe tarihi iki zıt düşünce okulu arasındaki bir mücadeleden ibarettir: materyalizm ve idealizm. Burada, felsefede kullanılan kavramların gündelik dilden nasıl temelli biçimde farklılaştığının mükemmel bir örneği ile karşılaşıyoruz. Birisini “idealist” olarak andığımızda normalde aklımızda yüksek idealleri ve kusursuz ahlâkı olan bir insan vardır. Materyalist ise tersine, yiyeceğe ve diğer şeylere karşı azgın bir iştah duyan, ilkesiz, para düşkünü, bencil bir birey olarak –kısacası tamamen sevimsiz bir karakter olarak– görülür. Bunun felsefi materyalizm ve idealizmle hiç ilgisi yoktur. Felsefi anlamda idealizm dünyanın yalnızca düşüncelerin, zihnin, ruhun, ya da daha doğrusu, fiziksel dünya varolmadan önce varolan İdeanın bir yansıması olduğu görüşünden hareket eder. Duyularımızla bildiğimiz kaba maddi şeyler, bu okula göre, kusursuz İdeanın kusurlu kopyalarıdır. Antik dönemde bu felsefenin en tutarlı savunucusu Platon’du. Gelgelelim, idealizmi o icat etmedi, onun bir evveliyatı vardı. Pisagorcular her şeyin özünün Sayı olduğuna inanıyorlardı (bazı modern matematikçiler tarafından alenen paylaşılan bir görüş). Pisagorcular genelde maddi dünyaya, özelde de, ruhu esir eden bir hapishane olarak gördükleri insan bedenine karşı bir horgörü beslediler. Bu, çarpıcı biçimde ortaçağın keşişlerinin dünyaya bakışını hatırlatıyor. Gerçekte Kilisenin, düşüncelerinin birçoğunu Pisagorculardan, Platonculardan ve yeni-Platonculardan almış olması pek muhtemeldir. Bu şaşırtıcı değil. Tüm dinler zorunlu olarak idealist bir dünya görüşünden hareket ederler. Fark şuradadır ki, din duygulara hitap eder ve dünyanın mistik, sezgisel bir tasarımını (“Vahiy”) sunduğunu iddia ederken, idealist filozofların çoğu kendi teorileri için mantıksal argümanlar sunmaya çalışırlar. Ama dibine inildiğinde, idealizmin tüm biçimlerinin kökleri dinsel ve mistiktir. “Kaba maddi dünyayı” hor görme ve “İdeali” yüceltme, doğrudan doğruya, az önce din bakımından üzerinde durduğumuz olgulardan doğar. Platoncu idealizmin, köleci sistemin doruğuna ulaştığı dönemde Atina’da gelişmiş olması bir tesadüf değildir. O günlerde el emeği, kelimenin tam anlamıyla köleliğin damgası olarak görülüyordu. Takdire layık tek emek zihinsel emekti. Esasen felsefi idealizm, yazılı tarihin şafağından günümüze kadar süregelen kafa ve kol emeğinin aşırı bölünmesinin bir ürünüdür. Ne var ki, Batı felsefesi tarihi idealizmle değil, tam aksini ileri süren materyalizmle başlar: bildiğimiz ve bilimle keşfettiğimiz maddi dünya gerçektir; tek gerçek dünya maddi olandır; düşünceler, fikirler ve duyular belirli bir tarzda örgütlenmiş maddenin (bir sinir sistemi ve bir beyin) ürünüdürler; düşünce kendi kategorilerini kendi içinden değil, kendisini bize duyularımız aracılığıyla bildiren nesnel dünyadan çıkarır.
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.