Gönderi tarihi: 30 Ocak , 2006 19 yıl ‘İşsizliği nasıl çözecekler’miş! Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kendisine yöneltilen, “Ekonominin en önemli sorunu nedir?” sorusuna; “İşsizliktir” yanıtını vermiş! Hayret nihayet acı gerçeği kabullenebilmiş ! Oysa hazret; yıllardır; işsizlikten, “işsizliğin kronik bir hal aldığı”ndan şikayet edenlere; “Ekonomimiz hızla büyümektedir. Geçen yıl yüzde 5, bu yıl yüzde 9 büyüdük, gelecek yıl yüzde 8 büyüyeceğiz. Büyümede dünya rekoru kıracağız!” diye, önüne konan “ekonomi çorbası”ndan rakamlar sunup; “büyümenin önümüzdeki birkaç ayda (Bu birkaç ay her açıklamada biraz daha geriye itildi ve bu yüzden hiç gelmedi) istihdama yansıyacağı”ndan dem vurdu. Ancak Başbakan; “işsizliğin ekonominin en önemli sorunu” olduğunu kabul ederek; aslında ekonomik büyüme denilen şeyin, işsizlik ve dolayısıyla halka yansıyan bir ekonomik iyileşmeye yol açmadığını da kabul etmiş olmaktadır. Elbette burada ekonomik büyümenin yalan olduğunu, son yıllarda ulusal gelirde önemli bir artış olmadığını söylemek istemiyoruz. Ama, bu büyümenin bir avuç rantçıya, iktidar yandaşı zenginlere, ulusal ve uluslararası büyük firmalara aktarıldığını ve yüzde 8-9’luk rekor büyümelerden bir avuç haramzade yararlanırken, halkın yoksulluğunun arttığını, işsizliğin, özellikle de genç nüfus içinde hızla artarak, son 5 yılda neredeyse yüzde yüze varan bir artış olduğunu söylemek istiyoruz. Bu yüzdendir ki, Başbakan’ın; “En önemli sorun işsizlik; hükümetimiz konuyu ele alacak” demesi; çok bir şey ifade etmemektedir. Çünkü; işsizlik sorunu yeni çıkmış ya da görünmez bir sorun değilidir. Dahası, işsizliğin azaltılmasına yönelik önlemler de bilinmez değildir. Ancak; bu hükümetin, bu ekonomik politikalarla, bu IMF hayranlığı ile işsizliği azaltmasının mümkün olmayacağı, tam tersine bu politikalarla, kapitalistlerin işçileri sokağa atarak kârlılıklarını artıran bir yolda ısrar edeceklerini söylemek gerekir. Nitekim; dün işsizlikle ilgili hükmetin yaklaşımını dile getiren Ekonomiden Sorumlu Bakan Ali Babacan; işsizliği önlemenin tek yolu olarak Türkiye’ye daha çok yabancı sermaye çekilmesini gösterdi. Öyle açık seçik konuştu ki; işsizliği önlemek için başka seçenekler olduğunu söyleyenleri “hayal kurmak”la suçladı. Türkiye’ye yabancı sermaye gelmesini de; “yabancı sermayenin ürkütülmemesi” şartına bağladı. Bu terane, son 25 yılda gelmiş geçmiş bütün hükümetlerin, IMF’cilerin ve büyük patronlar takımının iddiasıdır. Bu, hükümetin en yetkili iki ağzından yapılan açıklamalardan anlıyoruz ki; AKP Hükümeti’nin işsizliği, buna bağlı olarak yoksulluğu azaltacak herhangi bir çalışması yoktur. Ama, yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmesi için teşvikleri artırarak, Türkiye’ye gelecek sermayenin işyerleri açarak yeni işçiler istihdam etmesini işsizliğin de çaresi olarak düşünmektedirler. Nasrettin Hoca’nın etrafını saran alacaklılarına; “Yol kenarına diken ektim, gelecek yıl ordan geçen koyunların yünleri bu dikenlere takılacak, onları toplayıp satıp borçlarımı ödeyeceğim” gibi; bir “ödeme planı” sunması gibi hükümet de; işsizlere; “Yabancı sermayeyi teşvik ediyoruz. Gelip işyerleri açacak siz de çalışacaksınız” diyor. Eğer bu görüşün arkasında; işsizleri yabancı sermayeden medet umar duruma getirmek gibi hainane bir ideolojik tutum yoksa; bu bir aldatmacadır. Ama hükümetin böyle aldatmacalara başvurmak zorunda kalması ve kimsenin inanmayacağı yalanları “işsizliğe çözüm olarak sunması” hükümetin çaresizliğinin kanıtıdır. Hangi kafa değişmeli? Yabancı ya da yerli, tekelci sermayenin bütün ekonomik alana hakim olmasının yaratacağı sonuçlar, sosyal depremlerin yaşanması olacaktır. İşbirlikçi zevat bu tehlikeyi perdelemek için, yerli-yabancı sermaye tartışması yaratmaktadır. Oysa yerli ya da yabancı, tekelci sermaye işbirliği halinde ülkeyi işgal etmektedir. Bütün kamu alanlarını “serbest piyasa” denilen kuralsızlığa terk ederek, yaratılacak iktisadi ve sosyal yıkımları görmezden gelen kör gözler bu ülkenin sonunu hazırladıklarının farkında mıdır acaba? Gözleri karartan işbirlikçilikten dolayı göremiyor olabilirler, ancak farkında olmadıkları söylenemez. Stratejik öneme sahip her kuruluşu yağmalamalarının altında kötü kokuların yayılmasına aldırmayan AKP Hükümeti pervasız saldırgan tutumunu sürdürmektedir. Peki bu tutumu sürdürmenin cesaretini kimlerden almaktadır? Herhalde işsizliğe, açlığa, dilenciliğe mahkum ettikleri emekçilerden ve yoksul halktan almamaktadır. Elbetteki arkasındaki bir avuç para babalarından almaktadır. Başefendi’den, Maliye Bakanı’na; Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı’ndan, diğer hükümet üyelerine kadar, açıklama yapan her zat, yaptıklarının doğru olduğunu savunmaktadır. Maliye Bakanı, Galata Port ve Dubai Towers projeleri ile ilgili ortaya çıkan yolsuzluk ve kirli ilişkilere aldırmadan pişkince “bildiğimi okurum” havalarına devam etmektedir. Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ın, bütün bu kirli ilişkilere rağmen, yabancı sermayeye karşı çıkanları, Türkiye’ye kötülük yapmakla suçlaması ilginçtir. Yabancı Sermaye Derneği’nin (YASED) düzenlediği, “Yabancı Yatırımların Yeni Gözdesi: Fırsatlar Ülkesi Türkiye” konulu panelde konuşan Ali Babacan adeta “inciler” döktürmektedir. Galata Port ihalesini armağan olarak alan Ofer ailesinin temsilcisi Sami Ofer’in oğlu Eyal Ofer’in de katıldığı panelde konuşan Babacan; “Yabancı sermayenin gelmesi için her türlü düzenlemeyi yapmakta kararlıyız. Gelenleri ürkütmeyelim. Güven ortamını yaralayacak ve zedeleyecek girişimlerden sakınalım” sözlerine devamla, “Bir yandan işsizlik sorununun çözülmesini isteyeceksiniz, bir yandan Türkiye’nin her köşesinde fabrika bacalarının tütmesini, istikrar, sürdürülebilir büyüme, refah, en önemlisi Türkiye’nin dünyanın güçlü bir ekonomisi olmasını isteyeceksiniz, ama diğer yandan uluslararası sermayeye karşı çıkacaksınız. Yabancı sermayeye bakış konusunda kafaları değiştirin!…” Bu sözleri söyleyen Bakan kendisi inanmış mıdır dersiniz? Bir an için Bakan’ın dediği gibi yabancı veya yerli sermayenin yatırım yaptığını farz edelim. Sermayenin talebi ile düzenlenen yasalarla, esnek çalışma koşullarının yaratılması ile işsiz sayısında azalma söz konusu olmayacaktır. Çünkü bir işçinin 8 saat yerine 12 saat hatta daha fazla çalıştırılarak daha az işçinin istihdam edilmesine olanak sunan yasaları da AKP Hükümeti çıkarmadı mı? İşçilerin hak gasplarına, kötü çalışma koşullarına karşı başvurdukları grevleri en fazla yasaklama AKP Hükümeti döneminde gelmedi mi? Bakın Avrupa ülkelerine, buralarda bile sermayenin saldırıya geçmesi ile işsizlik oranı her geçen gün artmaktadır. Son yirmi yıldır bütün sermaye hükümetleri aynı yalanlarla ülkelerini bu noktaya getirdi. Bu kafayla nereye kadar gideceksiniz Sayın Bakan? Bizim herhangi bir yalanlamada bulunmamıza gerek yok. Bu politikalara hizmet eden Devlet’in kurumları bile bu söylenenleri yalanlamaktadır. Devlet Planlama Teşkilatı’nın ortaya koyduğu rapora göre, işsizlik oranı 1990 yılında yüzde 8 iken, 2004 yılında yüzde 10.3’e çıkmıştır. 2005 yılında ise bu oranın daha da yükseleceği tahmin edilmektedir. Ülkeyi tekelci sermayeye peşkeş çekmeyi savunan Bakan işsizliğin azalacağını iddia etmektedir. Oysa kamuya ait dev işletmeler satıldıkça işsizlik artmaktadır. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, ülkeyi pazarlamakla övünen sermaye temsilcileri, bu sürece karşı çıkanlara “kafaları değiştirin” uyarısında bulunma hakkını kendilerinde görmektedirler. Gerçekten de kafaların değişmesi gerekiyor. Ama hangi kafalar ? Tabii ki, elinde çanta kapı kapı dolaşarak ülkeyi kirli ilişkilerle sermayenin sofrasına sunan, IMF-DB patentli iktisadi politikalar yürüterek halkı dilenmeye mahkum eden, her geçen gün yüzlerce kişinin işsizler ordusuna katılmasına neden olan politikalar yürüten, tarımı çökerten, zorunlu kamu hizmeti olan eğitimi ve sağlığı paralı hale getiren bu “nato mermer- nato kafalar” değişmelidir.
Gönderi tarihi: 9 Mart , 2006 19 yıl Yazar Uzunca bir süredir uygulanan yeni sermaye stratejileri, işçi sınıfını geleneksel bağlarından koparmakta, "sosyal refah devleti" döneminde göreli olarak istikrar kazanan emek ilişkilerini (istihdam yapısı, endüstriyel ilişkiler, haklar vb.) darmadağın etmekte; öte yandan göç ve mülksüzleşme temelinde yoğun bir işçileşme dalgasına neden olmaktadır. Yeni işçileşme ile yoksullaşma iç içedir; yeni işçiler "çalışan yoksullar"dır. Bu gelişmeyi doğrulayan çok sayıda olgu sıralamak mümkündür. Bugün özellikle "yeni sanayileşen" (bağımlı, azgelişmiş vb.) ülkelerde ücretli çalışanların yarısından fazlası kayıt dışı istihdam edilmektedir. Türkiye'de de 10 milyonu aşkın ücretlinin yarısı sigortasızdır. Bu da milyonlarca emekçinin sosyal güvenceden yoksun olarak asgari ücretin de altında çalıştırılması demektir. Düzensiz istihdam olağanüstü ölçüde yaygınlaşmaktadır. Gerek istihdam türleri (kısmi süreli çalışma, geçici veya mevsimlik çalışma, belirli süreli çalışma vb.) gerekse çalışma saatleri (günde 8 haftada 48 saati çok aşan çalışmalar) açısından düzensizleşme (atipik hale gelme, standart dışı çalışma) istisnai değil temel kural haline gelmektedir. Üniversiteli gençler, arkadaşlar olan ve uzun zamandır iş bulamadığı için, psikolojik bunalım geçirip intihar eden üniversite mezunu Utku Uzunay 'ın katilinin ''diplomalı işsizlik'' sorunu olduğunu belirterek herkese iş ve çalışma hakkı istedi. Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) Kimya Mühendisliği Bölümü mezunu Uzunay'ın 22 Şubat'ta intiharı nedeniyle Taksim Galatasaray Meydanı'nda bir araya geldi. Ellerinde Uzunay'ın fotoğraflarını taşıyan ve ''Satılık değil yaşamlarımız! Paralı eğitim ve diplomalı işsizliğe karşı birleşiyoruz'' yazılı pankart açan grup, ''Utku'nun katili kapitalizm'' ve ''Diplomalı işsiz olmayacağız'' sloganlarını attı. Grup adına yapılan basın açıklamasında ciddi bir sorunu bulunmayan, sosyal çevreye sahip biri olan Uzunay'ın, işsizlik nedeniyle intihar ettiği dile getirildi. Açıklamada, ''Artık başka arkadaşlarımızın ölmesine izin vermeyeceğiz. Sorunların çözümü intiharlar değildir'' denildi. (kaynak:cumhuriyet)
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.