Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Yalnız Ağaç


diloş

Önerilen İletiler

Yan yana olmak, yalnız olmamak anlamına gelmez;

 

ama bazı insanların yanları da, uzakları da boştur,yapayalnızdırlar bazı ağaçlar gibi.

 

Öyküler uzağımızdaki ve dibimizdeki iki yalnız ağaçla ilgili.

 

İlk öykü uzağımızdan; Büyük Sahra Çölü'ndeki akasyanın,

 

ikincisi ise dibimizden; Beypazarı yolundaki ahlatın öyküsü.

 

 

 

El Sahra, Arapça'da "boşluk" anlamına gelmektedir. Afrika kıtasının kuzeyinde yer alan ve kıtanın üçte birini oluşturan dünyanın en büyük çölü Sahra da adını bu boşluktan, bu bomboşluktan almaktadır.Gece ile gündüz arasında muazzam sıcaklık farkı olan, kimi yerine on yılda bir yağmur yağan bu dokuz milyon kilometrekarelik kum, kaya ve taş coğrafyasında yaşamaya uygun çok az alan bulunmaktadır.

 

Ténéré bölgesi ise, Büyük Sahra Çölü'nün orta güneyinde yer alan dünyanın en yoksul ülkelerinden Nijer'dedir. Köleliğin ancak 2004'te resmen yasaklandığı Nijer'deki "çöl içinde çöl", ya da "çöllerin çölü"dür. Ténéré'de esen sert rüzgarlar, yükseklikleri dört yüz metreye ulaşan kumullar, kum tepeleri oluşturmaktadır.

 

 

 

İşte ilk öykümüz, Ténéré'de bu çetin şartlarda yüzyıllarca dimdik ayakta durabilmiş; Savaş Manço ağabey sayesinde içine dalıp kaybolduğum Ténéré Ağacı'nın öyküsü.

 

Ténéré Ağacı (L'Arbre du Ténéré), "dünyanın en yalnız ağacı"ydı. Kendisine en yakın ağaç, tam dört yüz kilometre çaplı bir dairenin de dışında kalmaktaydı. Yani 1:4,000,000 ölçekli bir haritada görülebilen tek ağaçtı.Radyoaktif karbonla (karbon-14) tarihleme yapılarak yaşı belirlenmemişti ama belki de artık çöl olmuş, kumlar altında kalmış çok eski bir ormanın son ağacıydı. Acımasız kum fırtınaları arasında tek başına yaşam savaşı vermiş, her gün yeni bir şekil alan kum tepeleri arasında ayakta kalmıştı.Bomboşluk içerisinde çok uzaklardan görülebiliyordu. Yüzyıllar boyu batı- doğu ekseninde, Agadez - Bilma arasında gidip gelen kervanlar için adeta canlı bir deniz feneri olmuştu.

Büyük kervanlar kışın, küçük kervanlar ilkbaharda Ténéré'yi katederlerdi. Bazen büyük kervanlarda deve sayısı on bine kadar çıkardı. Kervanlar bin kilometrelik yollarında Agadez'den darı götürüp, Bilma?dan tuz getirirlerken mutlaka Ténéré Ağacı'nın dibinde konaklarlardı.

 

Ténéré Ağacı; çölün yerlisi, çölün "mavi adamları", göçebe Touaregler için kutsal kabul edilirdi. Dallarına dokunmazlar, kırıp ateş yakmazlar; nedense develeri de tek yaprağını yemezlerdi. Yıllar sonra Touareg dilinde "çöl" anlamına gelen "Ténéré", şehir insanlarına ismini Yamaha'nın bir enduro motosikleti, Touaregler ise Volkswagen'in bir arazi taşıtı olarak duyuracaktı. Paris-Dakar Rallisi'nin güzergahı da bir ara Ténéré'nin kuzey-batısından geçerdi.

 

 

arbretenereilkyr7.jpg

 

Fransız etyolojist ve kaşif Henri Lhote bu izole ağacı ilk kez 1934'de, çölün Gadoufaoua gibi, Nigersaurus gibi dinozor kemiklerinin bulunduğu bölgenin yakınlarında, Djanet ve Agadez arasındaki ilk otomobil seferi için Ténéré'ye gittiğinde görmüştü.

 

Dünyanın en yalnız ağacı bir akasyaydı.treeoftenereji0.jpg

 

Uçsuz bucaksız bir çölün tam ortasındaydı. Üç metre boyunda, iki gövdesi, çok güzel yeşil yaprakları ve sarı çiçekleri vardı. 1938-39 kışında yanıbaşına Sgt. Lamotte tarafından bir kuyu açıldığında köklerinin toprağın otuz üç ile otuz altı metre aşağılara kadar ulaştığına tanık olunacaktı.

 

 

 

Henri Lhote, Ténéré Ağacı'nı yirmi beş sene sonra Berliet-Ténéré misyonunda yeniden gördüğünde ağacı tanımakta zorlanacaktı. Ağaç sağdı ama çırılçıplaktı. Ağacın iki ana gövdesinden teki yerden bir metre yükseklikten sonra yoktu çünkü Bilma'ya giden bir kamyon, büyük çölün tek ağacına çarpmış; kutsal bilinip hiçbir insan elinin sürülmediği gövdelerinden tekini kırmış, daha da eskilerde üç gövdesi olduğu söylenen bu yapayalnız ağacın mutsuzluğuna mutsuzluk katmıştı.

 

 

 

Derken 1973 yılında bu sefer de Libyalı bir kamyon sürücüsü koca çölde Ténéré Ağacı'na çarpacak ve dibinden kırıp dünyanın en yalnız ağacını öldürecekti.

 

Yüzyılların rüzgarlarına direnmiş akasyanın gövdesi bir vefa olarak 8 Kasım 1973'te Ténéré'nin üzgün kumların arasından alınıp başkent Niamey'deki Nijer Ulusal Müzesi'ne konacaktı.

 

 

Daha sonra 1974'te yerine Ténéré Ağacı?nı sembolize eden "Yeni Ténéré Ağacı" adıyla abuk bir metal ağaç dikilecekti. Bu heykelin tepesine spot lambalar konacak, dinamoya bağlı bir yel değirmeninin sağladığı enerji ile de ortalığı aydınlatacaktı..

 

ilkiz3.jpg

 

1998'e gelindiğinde Japon heykeltraş Katsuyuki Shinohara tarafından Yeni Ténéré Ağacı'nın az ötesine "Rüzgarın Ağacı" adıyla bir heykel yapılacaktı.

 

Bu yalnız ağacın öyküsünü ülkemize, 7'den 77'ye programında sevgili Barış Manço armağan edecekti; ancak ne yazık ki Rıza Amca'nın Dut Ağacı'na yeten ömrü akasyanınkine yetemeyecek ve ağabeyinin dağarcığında bir başka milenyumu bekleyecekti.

 

 

** ** **

 

 

İkinci yalnız ağaç öyküsü ise dibimizden; Beypazarı - Ayaş yolundaki yalnız ahlatın öyküsü..

 

 

kapak2sf3.jpg

 

Kirmir Çayı'ndan Gömleksiz Köprüsü'ne yaklaşırken görmüştüm onu. Uzakta, konik bir tepede yapayalnızdı.

 

Belki dört yüz kilometre içinde değil ama gözle görebildiğim başka bir ağaç yoktu etrafta. Gidilmeyen, yapayalnız bir insan gibiydi.. zaten neden gidilsindi ki? Kimbilir, belki tek ziyaretçisi Ténéré ile Kirmir arasında gidip gelen, göçmen Afrika Kara Leylekleri'ydi.

 

Tepenin yeşil bantlı ve açık bantlı görüntüsü de enterasandı- sonradan sevgili Taner İrkeç'ten öğrendim ki, o konik istifte aşırı sodyum ve CaSO4'e bağlı sülfat çözünmesi nedeniyle bitki yetişmesi mümkün değildi. Tepenin altı tarıma uygun olduğu halde, o tepede islah edilse bile bir şey yetişemezdi.

 

Ve orada, uzakta, korkunç yalnızlığında kimbilir kaç yıldır bir canlı deniz feneri gibi tek başına duruyordu.

 

O, bir ahlat (ayıboğan) ağacıydı.

 

Fotoğrafını çekip uzuuun uzun bakmıştım bir gece yarısı. Yeni kitabım çıkıyordu; adı sadece Düş Hekimi -5 değil,

 

"Yalnız Ağaç " Düş Hekimi -5 olmalı,kapağında da fotoğrafı durmalıydı.

 

Yetmedi, yetemezdi; artık Ténéré'nin öyküsünü de biliyordum ve bizim "yaşaması imkansız" yalnız ağacın altmış kilometre ötesinde sakin sakin dolaşamazdım.

 

Yanına gitmeli, elimi gövdesine değmeli, dibine su dökmeliydim.

 

Çantamda suyum dünyanın en güzel havucunun yetiştiği kumlu tarlalarda bata çıka ilerliyor, o garip konik istife, güzelim yalnız ağacıma yaklaşıyordum. Bir yandan fotoğraflarını çekerken acı gerçekle karşılaşıyordum: Fotoğraf makinamın pili bitmişti.

 

Dönüp Beypazarı'na gitmiş, yana yakıla Nikon kameranın özel pilini arıyordum. Bulabilmek için ekmekçiye, eczacıya, fotoğrafçıya yalvarıyor ve çaresiz olduğumu anlıyordum. O an kendimi aya kadar gidip, tam ayak basarken geri dönmüş gibi hissetmiştim.

 

 

 

Bir yazı gördüm rafta:

 

Şipşak alın, şipşak çekin,

 

pilleri takın, filmi yuvasına yerleştirin,

 

keyifle fotoğraf çekin...

 

Kodak EC100 fotoğraf makinası alkaline pilleri ve iki Kodak Gold 200 ASA'lık filmiyle sadece 25 YTL'na satılıyordu. Bir zamanlar Simon & Garfunkel'ın Kodachrome diye bir şarkısı vardı. Şarkıdaki çocuğun bir Nikon kamerası, içinde de Kodakchrome filmi vardı ve parlak renkleri, yazın yeşillerini veren, dünyayı hep güneşli zannettiren bu makinayı elinden almaması için annesine yalvarıyordu.

 

Az sonra oyuncak gibi bir kamerayla ağacıma tırmanıyordum. Dik tırmanışta tutunacak bir dal parçası olmadığından kaygan zeminde çok zorlanıyordum. Azıcık acele etmem, tepetaklak aşağıdaki tarlalara yuvarlanmama neden olabilirdi. Bu arada taş örnekleri toplamak için yanıma aldığım küçük kazmamı da sırt çantamdan düşürüp kaybetmiştim.

 

Tepenin eteğindeki tarlada sıcaktan kavrulurken, tırmandıkça, Yalnız Ağaç'a yaklaştıkça rüzgar sertleşiyor, sertleşiyor, ayakta zor durabileceğim kadar kuvvetli esmeye başlıyordu.

 

Bu arada basıyordum oyuncak gibi kameranın deklanşörüne, çektiğim kareyi sarıyor, yine tırmanıyordum yukarılara.

 

Ve varıyordum yalnız ağacıma.

 

ya1lf8.jpg

 

Ağacı da beni de uçurmaya yeminli kara yele inat,durup uzun uzun bakıyordum dallarına, yapraklarına

ve sarılıyordum ona.

 

Köküne su vermiştim. Sanki susuzluktan kavrulmuş bir büyüğüme bir bardak su vermiştim. Ne tırmanış yolunda, ne de yanıbaşında insana ait tek bir iz yoktu. (Yani medeni! insana ait ne bir pet şişe, ne bir izmarit, ne bir teneke kutu, ne mangal kömürü, ne de bir kurşun kovanı).

Olamazdı da; çünkü oraya varmak emek isterdi, yürek isterdi,mangalda değil, yürekte ateş isterdi.

Ağacın az ötesinde , şu anda masamda duran bir şahin tüyü duruyordu. Bütün çevresindeki toprak, kırık cam parçaları gibi pırıl pırıl parlayan alçı taşlarıyla doluydu.

Ağaca sırtımı yaslayıp batıya baktığımda ise karşımda sanki Red Kit'in Apaçi Kanyonu'nun kapağı; kayayı yuvarlamaya hazırlanan Kızılderilileri görünüyordu.

 

Umurumda bile değildi rüzgar; o kadar huzurluydum ki, dünyanın tepesinde ağacımlaydım.

O da mutluydu, ben de mutluydum; dibine uzanıyordum.

Belki yüzyıllardır yanına ilk gelen, elini değen sarılan, hatırını soran, bir matara su sunandım.

Sonra sarılıyor;vedalaşıyorduk.

aklımda Nezihe Araz'ın Yalnız Ağaç kitabındaki

...

 

Kiminle konuşuyorsun

 

Gün boyu?

 

Kime ilk aşkını anlatıyorsun

 

Kim yalnızlığına

 

Yoldaş oluyor

 

Kim sana bir tas su veriyor?

 

Bana, birini anımsatıyorsun...

 

dizeleri;

 

uğultulu tepelerden aşağıdaki tarlaya,nokta gibi duran motosikletimin yanına iniyordum.

 

ai2yf4.jpg

 

 

Tepedeki amansız rüzgardan eser yoktu tarlada; sıcak kavuruyordu

ve kumlu tarlaların, - buzdan kaygan - biçilmiş ekinlerin üzerinden, İpek Yolu?ndan dönüşümdeki

gibi gömüle, çıka dönmeye başlıyordum. Bu yolculuğu buraların da pîri Bilge Mehmet Ertüzün'e mutlaka anlatmalıydım.

25 YTL'lik makina görevini mükemmel yapmıştı,.

bir gizemli yalnızlık onunla fotoğraflanmıştı.

Nasıl olsa hiçbir kamyon şoförü o tepeye çıkamayacak,

çarpıp bu mucize ahlatı yıkamayacaktı.

 

Ve bir düş hekimi küçük hesaplardan, amansız hesaplaşmalardan bunaldıkça uğultulu tepelere çıkacak, bir yalnız ağacın dibine yatacak;

 

ağzından yel alırken sözlerini,

 

onunla konuşacaktı...

 

 

Düş hekimi Yalçın Ergir

 

** ** **

 

Yalnız ağacın öyküsünü bir solukta okudum..Tenere için artık çok geçti..ama Beypazarı-Ayaş bana çokta uzak değildi..içimden bir ses kalk git o yalnız ağacın yanına birde sen sarıl..kurumuş ve belkide çatlamış dudaklarına bir damlacık olsun su da sen ver dedi..ve sarılmışken ona birde koca çınar için yazılmış ama yalnız ağaçlara da uyarlanabilecek-ki ben öyle yaptım- şu şarkıyı mırıldan..

 

bir dokun bin ah işit derdim çok yalnız ağaç

sana yalnızlığımı anlatsam dinler misin?

rüzgar poyrazdan eser benim yüreğim yanar

bir sır söylesem sana ömrünce gizler misin?

 

bir yol eğ de başını dinle arkadaşını

kulun kölen olayım sil gözümün yaşını

 

serde delikanlılık, gençlik var yalnız ağaç

sevda var.. sen sevdanı çiğneyip geçer misin?

öte yanda gurur var, ölesiye gurur var

seni unutanları sen olsan sever misin?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.