Gönderi tarihi: 28 Temmuz , 2008 17 yıl Türk-İş araştırmasına göre, dört kişilik bir ailenin “açlık sınırı” olarak kabul edilen asgari aylık mutfak harcaması Temmuz ayında yüzde 1.01 artarak 717 YTL oldu. Diğer gereksinimlerle birlikte bir ay boyunca yapılması gereken ve "yoksulluk sınırı" olarak nitelenen harcamanın asgari tutarı 2 bin 338 YTL'ye ulaştı. Türk-İş Araştırma Merkezi’nin her ay düzenli olarak yaptığı “açlık ve yoksulluk sınırı” çalışmasının Temmuz ayı sonuçları, dört kişilik bir aile için hesaplanan açlık sınırının 717 YTL 99 YKr, yoksulluk sınırının da 2 bin 338 YTL 74 YKr olduğunu gösterdi. Mutfak enflasyonu geçen aya göre yüzde 1.01 oranında artarken, son on iki aylık artış yüzde 15.39 ve ortalama yıllık artış ise yüzde 12.87 oranında gerçekleşti. Yılın ilk yedi ayı itibariyle, ek ödeme ve sosyal yardım zammı dahil olmak üzere, en düşük emekli aylığı; Bağ-Kur’da 467 YTL, SSK’da 598 YTL ve Emekli Sandığı’nda 748 YTL olarak gerçekleşti. Çalışanların en düşük gelirleri ise işçi net asgari ücret olan 503 YTL alırken, memurlarda en düşük maaş tutarı 880 YTL oldu. Dört kişilik ailenin sadece beslenmesi için yılbaşına göre 30 YTL daha fazla harcama yapması gerekirken, kira, ulaşım, elektrik, su, yakıt ve benzeri diğer zorunlu harcamalar da eklendiğinde, yılbaşına göre yapılması gereken ek harcama tutarı 98 YTL oldu. Oysa asgari ücretteki artış söz konusu dönemde sadece 22 YTL olarak gerçekleşti. haber7.com
Gönderi tarihi: 28 Temmuz , 2008 17 yıl Türk-İş araştırmasına göre, dört kişilik bir ailenin “açlık sınırı” olarak kabul edilen asgari aylık mutfak harcaması Temmuz ayında yüzde 1.01 artarak 717 YTL oldu. Diğer gereksinimlerle birlikte bir ay boyunca yapılması gereken ve "yoksulluk sınırı" olarak nitelenen harcamanın asgari tutarı 2 bin 338 YTL'ye ulaştı. Türk-İş Araştırma Merkezi’nin her ay düzenli olarak yaptığı “açlık ve yoksulluk sınırı” çalışmasının Temmuz ayı sonuçları, dört kişilik bir aile için hesaplanan açlık sınırının 717 YTL 99 YKr, yoksulluk sınırının da 2 bin 338 YTL 74 YKr olduğunu gösterdi. Mutfak enflasyonu geçen aya göre yüzde 1.01 oranında artarken, son on iki aylık artış yüzde 15.39 ve ortalama yıllık artış ise yüzde 12.87 oranında gerçekleşti. Yılın ilk yedi ayı itibariyle, ek ödeme ve sosyal yardım zammı dahil olmak üzere, en düşük emekli aylığı; Bağ-Kur’da 467 YTL, SSK’da 598 YTL ve Emekli Sandığı’nda 748 YTL olarak gerçekleşti. Çalışanların en düşük gelirleri ise işçi net asgari ücret olan 503 YTL alırken, memurlarda en düşük maaş tutarı 880 YTL oldu. Dört kişilik ailenin sadece beslenmesi için yılbaşına göre 30 YTL daha fazla harcama yapması gerekirken, kira, ulaşım, elektrik, su, yakıt ve benzeri diğer zorunlu harcamalar da eklendiğinde, yılbaşına göre yapılması gereken ek harcama tutarı 98 YTL oldu. Oysa asgari ücretteki artış söz konusu dönemde sadece 22 YTL olarak gerçekleşti. haber7.com Evet, "Durmak yok, yola devam"
Gönderi tarihi: 28 Temmuz , 2008 17 yıl Ben birşeyi gerçekten öğrenmek için soracağım: Niye Asgari Ücret, Açlık Sınırının yarısı kadar az verilir hep? "**** bunlar nasılsa aç, açlık sınırının yarısın verelimde bari tümden ölüversinler"mi diyorlar? Bunu hiç anlamış değilim. Ekonomiden anlamamak pek iyi birşey değil. Çünkü bazen böyle mantıksızlıkları görüp, akıl erdiremiyorum ve "vardır bir hikmeti, büyüklerimizi en iyisini bilir" diyesim geliyor. Ama vicdanıma sığdıramıyorum. Bana Açlık Sınırı ile Asgari Ücret bağlantısını açıklayacak olan var mı acep?
Gönderi tarihi: 28 Temmuz , 2008 17 yıl Türk-İş araştırmasına göre, dört kişilik bir ailenin “açlık sınırı” olarak kabul edilen asgari aylık mutfak harcaması Temmuz ayında yüzde 1.01 artarak 717 YTL oldu. Diğer gereksinimlerle birlikte bir ay boyunca yapılması gereken ve "yoksulluk sınırı" olarak nitelenen harcamanın asgari tutarı 2 bin 338 YTL'ye ulaştı. Türk-İş Araştırma Merkezi’nin her ay düzenli olarak yaptığı “açlık ve yoksulluk sınırı” çalışmasının Temmuz ayı sonuçları, dört kişilik bir aile için hesaplanan açlık sınırının 717 YTL 99 YKr, yoksulluk sınırının da 2 bin 338 YTL 74 YKr olduğunu gösterdi. Mutfak enflasyonu geçen aya göre yüzde 1.01 oranında artarken, son on iki aylık artış yüzde 15.39 ve ortalama yıllık artış ise yüzde 12.87 oranında gerçekleşti. Yılın ilk yedi ayı itibariyle, ek ödeme ve sosyal yardım zammı dahil olmak üzere, en düşük emekli aylığı; Bağ-Kur’da 467 YTL, SSK’da 598 YTL ve Emekli Sandığı’nda 748 YTL olarak gerçekleşti. Çalışanların en düşük gelirleri ise işçi net asgari ücret olan 503 YTL alırken, memurlarda en düşük maaş tutarı 880 YTL oldu. Dört kişilik ailenin sadece beslenmesi için yılbaşına göre 30 YTL daha fazla harcama yapması gerekirken, kira, ulaşım, elektrik, su, yakıt ve benzeri diğer zorunlu harcamalar da eklendiğinde, yılbaşına göre yapılması gereken ek harcama tutarı 98 YTL oldu. Oysa asgari ücretteki artış söz konusu dönemde sadece 22 YTL olarak gerçekleşti. haber7.com Evet Sevgili huseyınn bak ne güzel açıklamış rakamlar bize açlığımızı.Bu bir sitem değildir,sadece hesap;bunun sorumlusu,sorumluları kim?
Gönderi tarihi: 28 Temmuz , 2008 17 yıl Cari Açık Büyüyor, Türkiye Küçülüyor! Kozmik Bilinç AKP hükümeti, üniversiteleri kara çarşaflarla, ülke gündemini de beyaz çarşaflarla örtmeye, ülkenin gerçek çözüm bekleyen sorunlarının üzerini bir şekilde kapatmaya devam ederken, ülkemiz ekonomisinin en ciddi sorunlarından biri olan cari açık her yıl büyümeye devam ediyor. Türkiye'nin cari işlemler açığı %18 artış göstererek 38 milyar dolara ulaştı sevgili okurlar. Bu rakamla birlikte Türkiye, cari açıkta yeni bir rekora daha imza atmış oldu. Gelin önce ntvmsnbc'nin konuyla ilgili haberine bir göz atalım: Ekonominin en önemli sorunlarından biri olarak gösterilen cari işlemler açığı 2007’de yükselişini sürdürdü ve yeni bir rekor düzeye çıktı. Merkez Bankası verilerine göre, cari açık geçen yıl yüzde 18 artışla 38 milyar dolara yükseldi. Cari açık Aralık ayında ise hızlı bir yükseliş kaydetti. Aralık’ta açık yüzde 71.7 artarak 5.1 milyar dolara çıktı. Beklenti açığın 4.3 milyar dolar düzeyinde olması yönündeydi. 2007 yılında ödemeler dengesi tablosundaki dış ticaret dengesi, bir önceki yılın aynı dönemine oranla yüzde 14.9 artarak 47.5 milyar dolar açık verdi. Reuters’a konuşan Finansbank ekonomisti İnan Demir, cari açığın aylık bazda ilk kez 5 milyar doların üzerine çıktığını belirterek, “İleriye baktığımızda önemli bir dış şok olmadığı takdirde cari işlemler açığının değerli lira, toparlanan iç talep ve artan emtia fiyatları nedeniyle daha da artmasını bekliyoruz. Bu yıl sonunda cari açığın 45 milyar doların biraz üzerinde olmasını bekliyoruz” dedi. kaynak:ntvmsnbc.com Görüldüğü gibi ülkemiz ekonomisi günden güne yara almaya devam ediyor. AKP'nin günübirlik üretilen ve uygulanan ekonomi politikaları, bırakın cari açığın önüne geçmeyi daha da büyümesine neden oluyor. Cari açıktaki bu artış ülkemizi yabancı sermayeye daha fazla muhtaç ediyor. Bir başka değişle, dışa bağımlılığımız artıyor. Toplum olarak üretimi bir kenara ittikçe ve sürekli tüketmeye devam ettikçe, gelecek nesillere miras olarak sadece sonu gelmeyen dış borçlar bırakacağımızın altını çizmek istiyorum. Konu ekonomi olduğu için ve doğal olarak tüm sektörleri ilgilendirdiği için ufak ufak ayrıntılara girmek istemiyorum. Ancak son dönemde farklı sektörlere mensup uzmanlar, meslek odaları, dernekler, ve diğer sivil toplum örgütleri, kendi sektörlerine ilişkin sıkıntılarını yüksek sesle dile getirmeye başladılar. Hükümetimiz üretime yatırım yapmak yerine sürekli tüketimi teşvik eden politikalara çanak tutuyor adeta. Üretemediğimiz için sürekli dışarıdan almak zorunda kalıyoruz ve bunun sonucu olarak ekonomimiz sürekli açık veriyor. Bu açık da ya dış borçlarla ya da bilinçsiz özelleştirme politikalarıyla kapatılmaya çalışılıyor. Özelleştirme ile devlete ait Türk Telekom gibi çok önemli ve konum itibariyle kritik kurumların yönetimi yabancıların eline geçiyor. Hem mecliste oturan insanlar hem de toplum olarak bizler, bu kafayla gittiğimiz sürece ülkemiz ekonomisini çıkmaz bir batağa doğru sürüklüyoruz. Biran evvel durumun farkına varmalı ve herşeyden önce kendi çocuklarımızın menfaati için üretime yönelik çalışmalar yapmalı ve dışa bağımlılığımızı azaltacak oranda üretmeye başlamalıyız. ********* Babalar gibi satan adamlara sormak lazım sattıklarının parasını ne yaptılar? Dış borç neden azalmadı? Yeni yatırımlar neden yapılmadı? Satılanların yerine ne konuldu? Akp hükümeti göreve başladığında cari açık neydi şimdi ne oldu? Neden oldu, nasıl oldu? Çirkin Batı’nın kendi dışındaki, sömürmek istediği ülkelere karşı kullandığı altı silahı olduğunu biliyoruz: Serbest ticaret, borçlandırma, özelleştirme, yabancı sermaye, toprak sattırma, azınlık sorunu yaratma... Bunlardan biri görüldüğü gibi hedef ülkeyi borçlandırmaktır. Pek çok sakıncasına rağmen, “Ak” Parti Hükümeti de bu tuzağın içinde ve dış borçlanmayı sürdürmekte de kararlı… Türkiye’nin toplam dış borç stoku AKP’nin iktidara getirildiği 2002 sonunda 130 milyar Dolardı. Dış borçlar bu partinin iktidar döneminde yüzde 70’ten fazla artarak, 2006’da 208 milyar Dolara; 2007 ikinci çeyreğinde ise, 226 milyar Dolara tırmanmış bulunuyordu. Bu, tam bir dış borç patlaması! Böylece AKP yoksulluktan soluğu kesilmiş Türk halkının sırtına fazladan 96 milyar Dolar daha dış borç yüklemiş oluyordu. AKP ve yandaşları bu tespite hemen itiraz ediyor: “Efendim, dış borç artışının büyük kısmı özel sektöre ait”. Nitekim Bakan Ali Babacan da “Özel sektörün dış borcu kamunun borcu değildir. Türkiye'nin esas borcu, kamu net borç stokudur” demiş. Eğer Türkiye’nin iç borçlanması, dış borçlanmaya bağlı olarak artmasaydı, Babacan’ın dediği kabul edilebilirdi. Oysa -aşağıda göreceğiz- artmıştır, öyleyse dediği doğru değildir. Kaldı ki, doğru kabul edilse bile itirazım var: Özel sektöre bu tehlikeli yolu açık tutan, hattâ onu teşvik eden AKP’dir. Bu paraları yüksek faiz ödeyerek borçlanıp bu sefer de iç borçları kabartan da AKP’dir; sonuçta yoksul Türk halkını -yabancılara soydurduğu yetmezmiş gibi- “dahilî bedhahlar”a soyduran da AKP’dir. Ben bu savlarımı elbette havada bırakacak değilim, aşağıda kanıtlar sunacağım. Gerekli istatistik verileri, çoğunlukla T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’nın WEB sayfasından aldım. I) ÖZEL DIŞ BORÇLAR Özel dış borçlardaki görülmemiş artış, “Ak” Parti iktidarının (2002-2007) yarattığı en dikkat çekici eğilimlerden biri… Kimilerine göre özel sektör borçları, “ekonominin yeni yumuşak karnı haline gelmiş” bulunuyor. Özel kesimin dış borçları AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılı sonunda sadece 43 milyar Dolardı (Bkz: Tablo 1). Sonraki beş yılda ise âdeta patladı: Kamu ve TCMB borçları aşağı yukarı yerinde sayarken, özel sektörünki muazzam bir sıçrama yaptı: 2006’da 121 milyar Dolara, 2007 ikinci çeyreğinde 139 milyar Dolara fırladı; artış 96 milyar Dolar, yüzde 200’den fazla! Doğal olarak özel sektörün, toplam dış borç stokundaki payı da yüzde 34’ten yüzde 60’a tırmandı. 139 milyar Dolarlık borç stokunun 50 milyar Doları finans kesimine, 89 milyar Doları diğer şirketlere ait bulunuyor. Tablo 1: Dış Borçların Sektörel Dağılımı (Milyar Dolar olarak) 1999 2002 2007 Q2 Kamu 42 65 72 TCMB 11 22 15 Özel 50 43 139 Toplam 103 130 227 Q2 : İkinci üç aylık veri Peki neden? Özel dış borç stoku neden “Ak” Parti döneminde böylesine coştu? Ne oldu, ne değişti de böylesine keskin bir rota değişikliğine sahne oldu Türkiye ekonomisi? Bu olayın en yaygın ve makul görünen açıklaması şöyle: Türkiye’de bir kısım özel girişimci, sözde “iş adamı” kolay ve havadan para kazanma peşinde… Üretmiyor, rantiyecilik yapıyor, oturduğu yerde cebini doldurmaya bakıyor. Nasıl? Yaptığı şu: Dışardan düşük faizle kaynak sağlıyor. Yabancıdan borçlandığı dövizleri YTL’ye çevirip, devlete yüksek faizle borç veriyor. Dış krediye ödediği faizle, Türk halkının sırtından aldığı faiz arasındaki farkı cebine indiriyor. Görüyor musun sevgili okur, “aklık” iddiasında olan “Ak” Parti kimleri zengin ediyor, kimlere para cennetlerinin kapılarını açıyor? Sömürüp semirmekten başka bir kaygısı olmayan TÜSİAD ve onun gibiler böyle bir iktidarın gitmesini ister mi hiç? Bu takımdan bazıları boşuna mı dünyanın Dolar milyarderleri arasına katıldı? II) KAMU İÇ BORÇ STOKU A) Eğer yukarıda açıkladığım tertip gerçek ise, kamunun dış borçları bir yandan yavaşlarken -ki yavaşladığını yukarda gördük- bir yandan da kamunun iç borçlanmasının ve iç borç faiz ödemelerinin artması gerekir. Acaba öyle mi oldu? Araştıralım: 1 ) Önce, kamunun iç borçlanması arttı mı? Yanıt için yeniden reel verilere, istatistiklere dönüyoruz: Türkiye’nin kamu toplam iç borç stoku AKP’nin iktidar koltuğuna oturtulduğu 2002 sonunda 150 milyar YTL düzeyinde idi. Geçen 5 yıl içinde borçlanma tam 103 milyar YTL, yani yüzde 70 oranında artıyor ve 2007 ikinci çeyreğinde 253 milyar YTL’ye yükseliyor. Nedir bunun anlamı? Elbette, reel verilerin savımızı doğrulamış olması: AKP dış borçlanmayı yavaşlatmış, buna karşılık iç borçlanmaya ağırlık vermiş! 2 ) İç borç faiz ödemelerine gelince, bu akımla ilgili istatistikler de savımızı destekler nitelikte. Şöyle ki, faiz ödemelerinin AKP döneminde yüksek düzeyini muhafaza ettiğini, hattâ 2 milyar YTL (2 katrilyon TL) arttığını görüyoruz: Faiz ödemeleri 2002’de 44 milyar YTL, 2005’de 39 milyar YTL, 2006’da ise 46 milyar YTL... Yükseliş daha önce başlamış, AKP hükümeti zamanında ivme kazanmıştır. AKP’nin yaptığı iç borçlanma, gelecek yıllardaki faiz ödemelerini, yani iç soygunu çok daha yüksek düzeylere taşıyacaktır. B ) Şimdi şu soruyu yanıtlayabiliriz: İç borçlarımız neden arttı? Sorunun yanıtı doğal olarak özel sektörün “dış borçlanma coşkusu”yla bağlantılı olmak zorunda: “AKP kendini iktidara getiren ve orada tutan güçlü kesimlere Türkiye’nin fonlarını hortumlatıyor”. Türkiye’nin yıllardır kanını emen bu kesimlere, oturdukları yerde milyarlarca YTL havadan ödeme yaptırtıyor. Hükümet nispeten düşük faizli dış borçlanmadan elini çekerek, pahalı iç borca yönelmiş bulunuyor, bir bakıma dış borçlanmayı da özelleştirmiş oluyor. E. Cemil Tarhan bu “soygun”uşöyle formüle etmiş: · Dışardan %2,5 faizle para al. · Bunu 7 katına %17,6 faizle devlete sat. · Aradaki farkı cebe indir. Net kâr yıllık %15, kemiksiz, kılçıksız. · Dört yılda 60 milyar $ cepte. Teorik olarak bu -kolayca kabul edileceği gibi- yanlış bir borç yönetimidir. Nitekim bir kaynağa göre hükümet 2006 yılında 174 milyar Dolarlık iç borçlanmaya 30 milyar Dolar faiz ödedi; buna karşılık 191 milyar Dolarlık dış borçlanmaya ödenen faiz sadece 5 milyar Dolardı. Bir kez daha sormadan edemiyorum, sevgili okur: Halkımızın, AKP ile yerli rantiyeler tarafından soyulmasının eriştiği korkunç boyutu görüyor musun? Bir kısım özel sektör -USİAD ve benzerlerini tenzih ederim- aldığı dış kredileri Türkiye’nin kalkınmasında, tarımın, sanayi ve hizmetlerin geliştirilmesinde kullanmıyor. Rahat, aşağılık ve onursuz bir yolu seçiyor: Tefecilik yapıyor, kredileri hoyratça yönetilen devletimize borç vermekte kullanıyor. Oysa devlet demek, millet demektir. Demek ki aslında kendi halkına borç para veriyor; kendi halkından, parmağını kıpırdatmadan, oturduğu yerden yüksek faiz gelirleri koparmak için. Bütün bu haksız ödemeler bilindiği gibi halkımızdan toplanan vergilerden yapılıyor. Ne Merkez Bankası’nın, ne Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun uyarıları fayda ediyor: Paraya, dünya malına doymuyor bu şahıslar. Bir kaynağa göre Devlet’in, yani Türk Milleti’nin, bu hamiyetsiz kişiler yüzünden, sadece faiz yüzünden uğradığı zarar 4 yılda 60 milyar Doları buluyor. Kısacası, AKP refah artışını yoksul halktan esirgeyip rantçı milliyetsizlere aktarıyor. Ve aynı halkımız, uğradığı bu korkunç haksızlığın, bu korkunç ihanetin farkında bile değil. Yoksa böyle bir iktidara %47 gibi bir destekle bir 4 yıl için daha iktidar yolunu açar mıydı? Kimdir peki bunun sorumlusu? Elbette halk değil! Bunun sorumlusu halkın parasıyla adam olup, acı gerçekleri halka götürmeyen, halkı aydınlatmayan, uyarmayan vefasız aydınlardır. SONUÇ Ulaştığım başlıca sonuçları aşağıda sıralıyorum: 1 ) Birinci olarak, en başta sorduğumuz soruyu yanıtlamış, özel sektörün dış borçlanma coşkusunun sır perdesini aralamış bulunuyoruz. Bir kısım özel sektör -USİAD ve benzerlerini tenzih ederim- “carry trade” yaparak kendi yoksul halkını soymaya bakıyor. AKP yabancı rantçıların yanı sıra yerli rantçıları da paraya boğuyor. 2 ) İkinci olarak özel dış borçların aşırı ölçüde artmasının bir diğer olumsuz yönünü vurgulamalıyız. Bu sakınca sektörün ciddi boyutta kur riski altına girmiş olmasıdır. İSO Başkanı Tanıl Küçük’ün ifadesiyle özel sektör “dünya piyasalarındaki hareketlerin keskin bir hal alması, sürekli dalgalanmaya dönüşmesi ve kurlarda büyük sıçramalar olması halinde büyük sıkıntı yaşayabilecektir.” 3 ) Üçüncü sonuç devletin, özel dış borçlardan sorumlu olup olmadığı hususuyla ilgilidir. 2001 krizinde yaşandı: Olası bir ekonomik kriz durumunda özel dış borç ödemeleri aksayınca devlet “bu beni ilgilendirmez, bu borç benim değil” diyemeyecektir. Özel sektör aldığı dış kredilere devlet kâğıtlarını teminat olarak veriyor. Kur riski dışında, ödemeler hazine garantili. Son tahlilde ise özel sektörün borcunu -geçmiş krizlerde olduğu gibi- yine yoksul halkımız ödeyecektir. 4 ) Dördüncüsü, incelememin en dramatik sonucudur: Halkımızın bu acı gerçeklerden habersiz olması! Son seçimde AKP’ye %47 gibi çok yüksek bir oy desteği sağlaması bunu gösteriyor. Bu noktadan hareketle de demokrasi rejimine ilişkin bir değerlendirme yapabiliyoruz: Türkiye’deki uygulamasıyla demokrasi halkın lehine sonuçlar vermemekte, hattâ onun son derecede aleyhine eylemlere imkân tanımaktadır. Dolayısıyla bugünkü rejimimizi gerçek bir demokrasi uygulaması olarak göremeyiz. Bir şahsiyetin haklı olarak dediği gibi, halkın iradesini saptıran demokrasi, demokrasi değildir. Bir halk kendisini fakirleştiren böyle gelir transferlerine evet diyebilir mi? 5 ) En şaşırtıcı sonucu ise sona sakladım: AKP ve onun özelleştirme hastası Maliye Bakanı dış borçlanmayı da el altından çoktan özelleştirmiş de haberimiz yokmuş.
Gönderi tarihi: 31 Temmuz , 2008 17 yıl Bana Açlık Sınırı ile Asgari Ücret bağlantısını açıklayacak olan var mı acep? Sayın Boşig, sorunuzun cevabı topicimizin başındaki araştırmayı yapanların (Türk-iş araştırma grubu) açlık sınırı belirlemeleriyle asgari ücreti belirleyen komisyonun geçim sınırı belirlemeleri arasındaki farktır. Açlık sınırı asgari gıda harcamalarının toplamıdır. Türk-İş’in bu hesabı nasıl yaptığını ww.turkis.org.tr/source.cms.docs/turkis.org.tr.ce/docs/file/aclikveyoksulluktemmuz2008.pdf linkinde bulabilirsiniz. Peki asgari ücret nedir? Asgari ücret: İşçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücrete asgari ücret denilmektedir. Dikkat ederseniz asgari ücretin tanımında sadece gıda değil diğer harcama kolları da mevcut. Bu ücreti kim belirliyor? Asgari Ücret Tespit Komisyonu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın tespit edeceği üyelerden birisinin başkanlığında; * Bakanlık Çalışma Genel Müdürü veya yardımcısı, * Bakanlık İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü veya yardımcısı, * Devlet İstatistik Enstitüsü Ekonomik İstatistikler Dairesi Başkanı veya yardımcısı, (İşgücü, Hizmetler, Fiyat İstatistikleri ve İndeksler Dairesi Başkanlığı) * Hazine Müsteşarlığı temsilcisi, * Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı'ndan konu ile ilgili dairenin başkanı veya yetki vereceği bir görevli, * Bünyesinde en çok işçiyi bulunduran en üst işçi kuruluşunun değişik iş kolları için seçeceği beş temsilci, * Bünyesinde en çok işvereni bulunduran işveren kuruluşunun değişik işkolları için seçeceği beş temsilciden, kurulmaktadır. Nelere dikkat ediyor? Asgari Ücret Tespit Komisyonu, asgari ücretin belirlenmesinde; * Ülkenin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik durumu, * Ücretliler geçinme indekslerini, bu indeksler yoksa geçinme indekslerini, * Fiilen ödenmekte olan ücretlerin genel durumunu ve, * Geçim şartlarını Göz önünde bulundurmaktadır. Ama sendikaların açıkladıkları açlık sınırıyla asgari ücret arasında bir bağ değil bağlantısızlık var. Bunun sebebi de asgari ücretin belirlemesinin ne kadar kurala uygun yapıldığıyla ilgilidir.
Gönderi tarihi: 31 Temmuz , 2008 17 yıl İbrahim Kahveci [email protected] 30 Temmuz 2008 Çarşamba "Ekonomi çok iyiymiş" bizi kim kandırıyor? Ekonomi gündemini ekonomiden sorumlu bakanların açıklamalarına bakarak yorumlarsak işler gayet iyi. Mesela Maliye Bakanımız "kriz miriz yok" derken Başbakan da "ne krizi?" diye sormakta hayli haklı idi. Hazineden sorumlu Bakan Mehmet Şimşek de ekonomiye ilişkin çok büyük gelişmeleri kamuoyu ile paylaşıyor. Zaten makro veri olarak gayrı safi hâsıla, yılın ilk çeyreğinde yüzde 6,6 artışla herkesi şaşırtmadı mı? Tablo güzel de neden şikâyetler bitmiyor? Bir örnek verelim: Bankalarımızın sermaye yeterlilik oranı asgari oranın oldukça yukarısında ve Türk bankacılık sistemi çok sağlam, diyoruz. Ama bugün İMKB'de bankaların bedelli sermaye artırımları ile para topladıklarını ve bankaların kasasına ek sermaye koyduklarını görüyoruz. Bir söylem ile bir gerçek çelişiyor mu? İlk bakışta evet… Türkiye Ekonomisi hakkında ilgili bakanlarımızın açıklamaları kadar iyi durumda isek neden kredi notumuz artmıyor? Biliyoruz ki kredi notumuz artmadığı gibi görünümümüz dahi düşürülmüştür. Bir tarafta çok iyiyiz, diyoruz, ama diğer tarafta, karnemize yansımıyor. Sorun varsa nerede…. Şimdi bunlara bakarak Türkiye kötü yolda diye sakın ahkâm kesmeyelim. Hele bir de "bunlar ekonomiyi mahvetti" havasına sakın girmeyelim. Bugünün ekonomik tablosunu dünle kıyasladığımızda aslında kıyas bile yapılamıyor. Türkiye bize gösterilemeyecek kadar büyük bir büyüme ve değişim yaşadı ve yaşıyor. Ama sorun bitti mi?.. Bir gerçeği görelim: Türkiye makro ekonomik dengeler açısından büyüyor, ama, bazı alt sorunları da artıyor. Cari açık sorunu çok dile getirilmesine rağmen sorun aslında faiz politikası. Ben "kriz miriz yok" "ne krizi?" "biz çok iyiyiz" açıklamalarına karşılık tek bir soru soracağım: Ekonomi bu kadar iyi ise Türkiye neden bu kadar yüksek reel faiz veriyor? Biri bizi kandırıyor ama kim? Cevaba giden anahtarı biraz açalım. Türkiye'nin cari açık kaynaklı risk algılamasının kaynağını nedir? Dış ticarette "kur etkisi" ile dış borçlanmada "kur etkisi" çalışması yapıldı mı? Bir soru daha ekleyelim: "Faiz maliyeti mi daha yüksek yoksa faizin enflasyon düşüşündeki etkisi mi daha yüksek?" Şimdi olaya tersten bakalım: Yüksek faiz ile kur düzeyi bastırılıyor, kur baskısı ise dış ticaret dengesini açık yönünde geliştiriyor, özel sektör yatırımlarını ve kur baskısından doğan dış ticaret zararını yabancı kredi kullanarak kapatıyor, dış borçlanma ise kurları baskı altına alıyor. Tam bir fasit daire içinde batış öyküsüne dönüştü değil mi? Yanlış mı diyorsunuz? Kriz yok mu diyorsunuz? O zaman neden bu kadar yüksek faiz ödüyoruz? O zaman neden kredi notumuz artmıyor? O zaman neden görünümümüz düşürüldü? O zaman bakanların açıkladığı başarı tablosu ne zaman gelecek? ____________________________________ "Ekonomi çok iyiymiş" bizi kim kandırıyor? İbrahim Kahveci ikahveci@yenisafak. ister kandirsinlar ister kandirmasinlar... BIR GEMIDE BEN ISTERIM
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.