Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 17 yıl Belki de tek ihtiyâcımız: biraz umut!.. Evet, sâdece biraz umut.. Fakat ne kadar ilginçtir ki sanki tüm toplum kesimleri sözbirliği yapmışçasına sürekli olarak umutsuzluk aşılıyor birbirlerine.. Gazeteler -özellikle de üçüncü sayfaları- sanki sırf bu amaçla çıkıyor, uluslararası toplantılar sanki sırf bu amaçla düzenleniyor; romanlar, hikâyeler, oyunlar sanki sırf bu amaçla yazılıyor, vb.. vb.. vb.. Biraz umut görse; anti-emperyalist ve tam bağımsızlıkçı bir siyâsî parti kurulsa; millî ekonomi, millî kültür ve millî devlet ilkelerine sözde değil özde bağlı bir lîder ortaya çıksa, milyonların biraraya geleceğini ve örgütlü bir mücâdeleye girişeceğini sanırım pek çoğumuz biliyor; ama yine de “böyle gelmiş böyle gider”cilik yapmaktan kendimizi alamıyoruz.. Umutsuzluk ancak umutsuzluk doğurur; umutsuzluğun kendini haklı çıkarır bir doğası vardır; bir kez umutlarını kaybeden bir kimse için camdaki sinek, duvardaki böcek bile yeter: “Tüm olumsuzluklar hep beni bulur zâten..”(!?) Umutlarını yitiren bir millet de böyledir; bırakır yolsuzlukların, rüşvetin, talanın vb.. izini sürmeyi, bunları yapanların yakasına asılmayı; “Bunlar bizim kaderimiz” der, “N’apalım, Üçüncü Dünyâ tipi demokrasinin bedeli de buymuş” der, kendini ve çevresindekileri de buna inandırır.. Umutlarını yitiren bir kimse baktığı her yerde yalnızca ve yalnızca “düşmanlar”ı görür; herkes zararlı(!?), herkes çıkarcı(!?), herkes ikiyüzlü(!?).. Sonunda etrâfında gördüğü olumsuzluklara ses çıkartmamaya; bunları insan doğasının aslî bir özelliği olarak görmeye ve kabûllenmeye başlar ve hattâ bu özellikleri “gözeten”(!?) kişileri alkışlar.. Her toplumsal koşul(landırma), kendi filozofunu yaratır, kendi filozofunda dile gelir. Umutlarını yitiren toplumların da umutlarını yitirmiş filozofları olur; onların eserlerinde bu umutsuzluk en açık biçimde yansır.. (Tabiî bâzen istisnâlar da olabilir; çağına umut vermeyi başarabilen; tüm olumsuzluklara karşın insanlara insanlık değerlerini gösteren, bunlardan yana taraf olan filozoflar da vardır ve aslına bakarsanız “büyük filozoflar” olarak anılagelenler de onlardır; meselâ bir Sokrates, bir Platon..) Bugün pek çok insanın diline pelesenk olmuş bir söz vardır: “Amaca ulaşmak için her yol mubâh.” Bu sözün sâhibi Machiavelli işte böyle bir umutsuzluk çağının, böyle bir umutsuzluk toplumunun bir ürünüdür.. Avrupa kent-devletlerinin ve çeşitli dukalıkların birbirleriyle olan savaşlarına, bir devletin başka bir devlet üzerinde ekonomik ve siyâsî hegemonya kurmak için hangi yöntemlere başvurduğuna birebir tanıklık etmesi ve bunlardan olumsuz etkilenmesi Machiavelli’yi bu sözü söylemeye sürüklemiştir; ancak umutlarını yitiren; hem bireysel olarak hem de âit olduğu toplumsal yapıyla ilgili olarak umutlarını yitiren kimseler içindir; ancak kaybedecek hiçbir şeyi, ama hiçbir şeyi olmayan insanlar ve toplumlar içindir her yolun mubâh olması.. Schopenhauer böyledir, Nietzsche böyledir, Sartre böyledir ve daha bir sürü.. Sartre, Rönesans ve Aydınlanmayı gerçekleştirmiş Avrupa’nın Hitler ve faşizmle birlikte; sırf Yahudi olmaları gerekçesiyle milyonlarca kişiyi ölüme yollamasına tanıklık etmiş; Vatikan’ın bile bu katliamlara seyirci kalmasını aslâ “içine sindirememiştir”; hâl böyle olunca Felsefe’nin geniş halk kitlelerine öncülük etme rolünü, filozofların toplumsal yaşam üzerindeki olumlu katkılarını yadsımış, yazdığı romanlarda sürekli olarak “yalnızlık”, “fırlatılıp atılmışlık”, “yaşamın boşluğu ve saçmalığı” vb.. konular işlemiş, arkasında ölümsüz “umutsuzluk âbideleri” bırakmıştır.. Fukuyama, Huntington, Brzezinski de zamânımızın şişirme şöhretleridir; hiçbir insanlık ideâlini gözetmeyen, CIA destekli umutsuzluk mühendisleridir bunlar; “târihin sonu”, “ideolojik çatışmaların bitmesi”, “Büyük Ortadoğu’da ABD egemenliğinin kurulması” (başka deyişle Kudüs Krallığı; yâni Büyük İsrâil) vb.. vb.. vb.. psikopatolojik plân ve projelere hizmet ederler; özellikle de (k)akademileri kullanarak kendilerine lejyoner satın alırlar; Soros’un tüm hayat damarlarıdır bu devşirme gençlik, bu devşirme (k)akademisyenler.. Şu hâlde daha güzel bir ülke ve dünyâda yaşamak istiyorsak şâyet, öncelikle ihtiyaç duyduğumuz şey: umuttur.. Umut; olmayacak, olamayacak şeylerin peşinden koşmak değil; olanaklı olduğu hâlde olmayacakmış gibi görünen şeyleri olur hâle getirmektir.. Yâni umut, bir çabadır, emektir.. Yâni koltuğa uzanıp güzel şeyler düşünmek değil; bunun adı: hayâl kurmaktır.. Ve umuttan emek doğar; vârolmak ise umut ve emeğin sentezi; yâni umut-emek-vârolmak; işte yaşamak; hayâtın dialektiği.. Bir de “varkalmak” vardır; bu ise ilk ayağı eksik bir dialektik.. Yâni nefes alıp veren, günlük işlerini yerine getirmenin ötesinde hiçbir hedefi olmayan; daha çok post-kapitalist toplumlarda kültür endüstrisinin aptallık hipnozuna uğramış geniş halk kitlelerinin özelliğidir: varkalmak.. Varkalmak: etrâfını çepeçevre sarmış “düşmanlar”dan sakınmak, zarârı olabildiğince minimalize etmek, “eldekiyle yetinmek”(!?), “sınırlarını bilmek”(!?), “ideâller peşinden koşmak”(!?) yerine cüzdanıyla ilgilenmektir.. Umutlarını kaybeden bir insan için, iktidârda A partisinin mi yoksa B partisinin mi olduğunun bir önemi yoktur; önemli olan A partisi mi yoksa B partisi mi mevcut düzeni daha iyi devâm ettirebilir, buna bakar; düzeni değiştirme iddiâsında olan bir parti ise olsa olsa “devrimcilerin eski bir saplantısı”dır(!?).. Doğrusu, gelecek hakkında umutları olan kimseler için de iktidâr partisi işbirlikçilik yapıyorsa şâyet bunun hangisi olduğunun/olacağının bir önemi yoktur ama, bu başka; böyle kimseler bir C partisinin de en kısa zamanda kurulacağına ve düzeni değiştireceğine inanır; bendeniz buna Millî Demokratik Devrim diyorum; MDD’nin şu an için bir partisinin olmayışı bundan sonra da olmayacağı ve iktidâra gelemeyeceği anlamına gelmez.. İmdi bendeniz gerek ülkemizin gerekse şu yaşlı dünyâmızın içinde bulunduğu tüm olumsuzluklar karşısında en büyük umudu güneş teknolojisinde görüyorum.. Bundan bir süre önce bir başka yazımda şunları söylemiştim: “Bugün îtîbârîyle insanlık doğal kaynakları en verimli şekilde kullanabilecek ve tüm dünyâ halklarının refah içinde yaşamalarını sağlayabilecek alt-yapıya (üretim araçları ve üretim teknolojileri) ve kültür düzeyine sâhip durumda; ancak ne kadar üzücüdür ki bu yönde atılan ne samîmi bir adım var ne de böyle bir düşünce.. Dünyâ târihine baktığımızda gerçekten de toplumları ve kültürleri etkileyen belli başlı olayların ardında büyük savaşların olduğunu ve bu savaşların temel nedeninin de doğal kaynakları ele geçirmek olduğunu görüyoruz.. Demek ki insanoğlu bu kaynakları kendine daha yaşanılabilir bir dünyâ yaratmak için kullanmamış/kullanamamış, dünyâyı yaşanılamaz bir hâle getirmek için sömürmüş.. Biliyoruz ki insan ikili bir varlık yapısına sâhip: bir tarafıyla arzularının, isteklerinin, beklentilerinin vb.. belirleyiciliği altında ve bu yönüyle insan güçlü bir bencillik duygusuyla hareket edebiliyor.. Fakat öbür tarafı insanda yüksek değerlerin belirleyiciliğiyle eyleme olanağını gösteriyor ve maalesef insanda bu yönün baskın olabilmesi her zaman mümkün olamıyor.. Ne kadar üzücüdür ki insan doğasındaki bencillik duygusu kapitalist toplumlarda büyük bir erdem olarak pazarlanıyor; bu duygudan sıyrılmak, bunu asgarî düzeye çekmek düşüncesi geleneksel toplumlara özgü ve aşılması gereken boş bir sayıltı olarak görülüyor.. Kapitalist toplumlarda geliştirilen şu “büyük projeler ve stratejiler”e bir bakınız hele.. İşi o kadar ilerlettiler ki artık ‘kendine yabancılaşan insan’ denildiğinde dahi ‘özünde bulunan bencillik duygusu zayıflamış, istek ve beklentilerinden vazgeçmek zorunda kalmış bir varlık’ anlaşılıyor.. Oysa ki başka türlü bir dünyâ mümkün ve kanımca bu istikâmete doğru hızlı bir ilerleyiş var.. Ancak henüz yolumuz uzun ve epeyce karmaşık.. Efendim siz hiç güneş teknolojisiyle ilgili haberleri tâkip ediyor musunuz? Ben ediyorum ve okuduğum her haber karşısında insanlığa duyduğum güven bir parça daha artıyor.. Nasıl mı? Îzâh edeyim: Bundan yirmi ile yirmi beş yıl kadar sonra bugünkü petrol ve doğalgaz rezervleri dünyâ ekonomisinin talep ve beklentilerini karşılayamaz bir hâle gelmiş olacak.. Bunun çok önceden farkına varan bilimadamları özellikle de geçen on yıl zarfında ciddî arayışlar içine girmişlerdi.. Şükürler olsun ki yeni üretim araçları ve teknolojileri üzerinde sürdürdükleri çalışmalar olumlu sonuçlar doğurdu.. Ortaya koydukları başarıların hepsine birden güneş teknolojisi adını veriyorlar.. Temelde güneş enerjisini diğer enerji türlerine dönüştürerek düşük mâliyetli enerji kullanımını mümkün kılan bu teknolojinin ekosistem üzerinde şimdiye kadar saptanabilmiş hiçbir yan etkisinin olmaması da sevindirici bir durum, umarım bundan sonra da böyle birşeyle karşılaşmayız.. Şimdi hep birlikte düşünelim: Başta Batı olmak üzere bütün büyük güçler bu teknolojiye geçecek olsa.. Ortadoğu ve Latin Amerika’da ABD’nin, Orta Asya ve Doğu Balkanlar’da Rusya’nın, Güneydoğu Asya ve Doğu Afrika’da Çin’in emperyalist nitelikli politikalar sürdürmesini beklemek çok da mâkûl olmaz herhâlde.. Hiç kimsenin topraklarının altında zengin petrol ve doğalgaz rezervleri olduğu için ülkesinde iç karışıklığa mâruz kalmadığı, topraklarını terk etmek zorunda bırakılmadığı, hattâ kendi topraklarında mülteci konumuna düşürülmediği bir dünyâ.. Bu size biraz fazla ütopik gelebilir; ama bana gelmiyor.. Ancak şüphesiz ki bugünkü büyük güçler bu aslî refah ortamının oluşmasını engelleme yoluna gidecektir; nitekim büyük petrol ve silâh şirketlerinden elde ettikleri haksız kazançlar boğazlarında düğümlenmedikçe onlardan başka türlü davranmalarını beklemek pek yersiz olur.. Fakat yine de karamsar olmamak lâzım.. Güneş yaşam demektir, yeni dünyânın mîmârı da güneş teknolojisi olacaktır..” [1] Basında çıkan haberlere bakılırsa her geçen gün bu güneş teknolojisi konusunda yeni bir adım atılıyor, önemli mesâfeler kat ediliyor; fakat işin düşündürücü kısmı: özellikle de gelişmekte olan ülkeler bu teknolojiye oldukça soğuk bakıyor; mâliyet bedeli îtîbârîyle bu teknolojinin astarının yüzünden pahalı olacağı yönünde bir inanç var.. Pekî asıl yapılmak istenen ne? Gelişmiş ülkeler; özellikle de küresel sermâye kendi çıkarları doğrultusunda güneş teknolojisini yeni bir dünyâ egemenliği kurmak yönünde ucuz ve daha etkili bir silâha dönüştürmeye çalışırken geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeleri eski teknolojiye mahkûm etmek, ellerindeki teknolojik birikimi onlara satmak sûretiyle yeni teknolojiyi finânse etmek, böylelikle bu refâh ortamını baltalamak derdindeler.. Yâni büyük güçler açısından Çin’in enerji yatırımlarını petrol ve kömür üzerine yapıp bu piyasada talebi arttırması, petrol fiyatlarının yükselmesi, eski teknolojik alt-yapısıyla daha fazla karbondioksit salınımı yaparak ozon tabakasına zarar vermesi, küresel ısınmayı arttırması değildir kaygı verici olan [2] ; bu onların arzu ve beklentileriyle birebir örtüşür: Bu büyük güçlerin arkasındaki Yahudi ve Evanjelist çevreler Mesih’in gelmesi için sürekli olarak “şartları olgunlaştırmak” hevesindeler; ‘dünyâ ne kadar “yaşanılamaz bir hâle” gelirse Kudüs Krallığının başına geçecek Îsâ Mesih’in gelişi de o kadar erken olacak’mış.. Dolayısıyla; aslına bakarsanız güneş teknolojisi konusunda araştırma yapanların ezici bir bölümü de doğrudan ya da dolaylı olarak bu psikopatolojik tarikatvârî yapılanmanın emrinde; onların çıkarlarına dönük söylemler geliştiriyorlar.. Yâni şu denmiyor: bugün îtîbârîyle güneş teknolojisinin mâliyet bedeli yüksek ama, çalışmalarımız sürüyor; gelecekten umutluyuz.. Bunun yerine denen şu: bu mâliyet bedellerini ancak gelişmiş ülkeler karşılayabilir, bunun için geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler mevcut teknolojiye mahkûm.. E tabiî, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde millî çıkarlara hizmet eden bir “ulusal basın” diye birşey bırakmadılar ki, artık neredeyse tüm haberler aynı ekip tarafından kaleme alınıyor ve tüm dünyâya servis ediliyor; bu da büyük güçlerin lehine olacak şekilde olgu ve olayların çarpıtılması amacına hizmet ediyor ve bu “yorumlanmış bilgi”lerin(!?) geniş halk kitlelerine pazarlanmasına “basın özgürlüğü” diyorlar.. Şu CNN’nin gâvurca versiyonuna bir bakın; ertesi gün hemen tüm “ulusal kanallar”ımız(!?) aynı görüntüleri aynı cümlelerin Türkçesiyle bize taşıyor; pekî CNN’yi oluşturan gûruhun hiç millî ekonomi, millî kültür, millî devlet ilkeleri çerçevesinde “yorum”(!?) yapabilmesi mümkün mü.. Hem birileri çıkıp da böyle bir “câhillik”(!?) yapacak olsa yafta da hazır: vay “ulusalcı”(!?), vay “Üçüncü Dünyâcı”(!?), vay “Kemalist”(!?), vay “Ergenekoncu”(!?), vay “darbeci”(!?), falan filân.. Ne var ki tüm bu sermâye ilişkilerine rağmen umudumuzu kaybetmememiz lâzım; ama sırf bunu söylemekle umut korunmuyor; umut ancak bu umutlar çerçevesinde emek göstermeyle korunabilir.. Ben umutluyum; güneş teknolojisinin emperyalizmi yeneceğine inanıyorum; emperyalizmin günümüzde temel nedeni olan enerji ihtiyâcı tüm dünyâda en doygun şekilde; hem gelişmiş ülkeler hem de geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler bakımından er ya da geç sağlanacak; bütün mesele: bu geçiş “kanlı mı olacak yoksa kansız mı”.. Yahudi ve Evanjelist psikopatlar; bilhassa bunların güdümündeki silâh tüccarları böyle bir dünyâda savaşların hiç değilse azalacak olması nedeniyle böyle bir geçişi engellemek için ellerinden geleni yapacaktır; ama umudunu kaybeden insanlar, özellikle de gençlik, onların doğal müttefikliğini yapmaktan vazgeçerse ne yapsalar boş.. Güneş teknolojisiyle birlikte hemen tüm dünyâda petrol, doğalgaz, kömür tüketimi minimâl düzeye çekilecek, özellikle de Ortadoğu ve Hazar enerji kaynakları üzerinde hâkimiyet kurma stratejileri iflâs edecektir; dolayısıyla çevre felâketleri önlenecek, iklim değişiklikleri kontrol altına alınacak, doğal hayat korunacaktır.. Bu ne zaman olur, onu bilemem; ama bunun bizim elimizde olduğu, bu süreci olabildiğince erkene çekmenin bize bağlı olduğu şüphesiz; bizler umut sâhibi ve bu umutla hareket eden bireyler olarak siyâsîlerimizi güneş teknolojisi konusunda harekete geçmeye zorlarsak; siyâset kurumunu 12 Eylül zihniyetinin yaptığının aksine; sorunların kaynağı olarak değil, çözüm yeri olarak görmeye başlarsak; Millî Demokratik Devrimi gerçekleştirirsek bu dediğim hiç de imkânsız değil.. Ve aslına bakarsanız buna bugün îtîbârîyle her zamankinden daha yakınız: “Üçüncü Dünyâcılık”ın mânevî önderi şüphe yoktur ki Che’dir; 1965 yılında gerek AB+D emperyalizmine gerekse Sovyet yayılmacılığına karşı göstermiş olduğu direniş, Afrika’da giriştiği anti-emperyalist hareket onu tüm Üçüncü Dünyâcıların mânevî önderi hâline getirmiştir [3] ki bana sorarsanız Che’nin hunharca katledilmesi Amerikan derin-devleti ile Sovyet derin-devletinin ortak bir tezgâhıdır.. Neyse, bunlar bir tarafa, o vakit Che’nin en büyük “hatâsı”; belki daha düzgün bir ifâdeyle: tâlihsizliği, anti-emperyalist ve tam bağımsızlıkçı bir mücâdeleyi emperyalizmin mevcut üretim teknolojisi içinde kalarak sürdürmeye çalışmasıydı.. İmdi elinizde istediğiniz kadar petrol olsun; eğer bir Üçüncü Dünyâ ülkesiyseniz: 1) Bunu kime satacaksınız; yâni piyasayı kim belirliyor? Büyük güçler; yâni onlara bağımlısınız.. 2) Bunu işleyecek alt-yapı tesisleriniz kimin elinde? Büyük güçlerin; yâni onlara bağımlısınız.. 3) Bunu ihrâç edeceğiniz vakit hangi ulaşım ağını kullanacaksınız, bu ulaşım ağı kimin elinde? Büyük güçlerin; yâni onlara bağımlısınız.. [4] Arapların hâli ortada; topraklarının altında petrol denizi var da ne oluyor; AB+D karşısında yedi kocalı Hürmüz’ü oynuyorlar!.. Dolayısıyla, bugün îtîbârîyle biz Üçüncü Dünyâcılar hiç olmadığımız kadar şanslıyız; çünkü güneş teknolojisi bize anti-emperyalist ve tam bağımsızlıkçı bir ekonomi ve siyâset izlemek için ideâl bir zemin sağlıyor.. Hiç kimsenin topraklarının altında zengin petrol ve doğalgaz rezervleri olduğu için ülkesinde iç karışıklığa mâruz kalmadığı, topraklarını terk etmek zorunda bırakılmadığı, hattâ kendi topraklarında mülteci konumuna düşürülmediği bir dünyâ niçin hayâl olsun ki.. Ama bunları görmek lâzım.. Görmek yetmez; anlamak lâzım.. Anlamak yetmez: “Hepimiz Üçüncü Dünyâcıyız!..”, diyebilmek ve bizimle birlikte hareket edecek geniş halk kitlelerini örgütlemek, Millî Demokratik Devrimi gerçekleştirmek lâzım.. Değil mi!? Ahmed Ârif Ustamız bu şiirleri bundan başka ne için, kimin için yazdı!? “Öyle yıkma kendini, Öyle mahzûn, öyle garip.. Nerede olursan ol, İçerde, dışarda, derste, sırada, Yürü üstüne – üstüne, Tükür yüzüne cellâdın, Fırsatçının, fesatçının, hâyının.. Dayan kitap ile, Dayan iş ile. Tırnak ile, diş ile, Umut ile, sevdâ ile, düş ile. Dayan, rüsvâ etme beni. Gör, nasıl yeniden yaratılırım, Nâmuslu, genç ellerinle. Kızlarım, Oğullarım var gelecekte, Herbiri vazgeçilmez cihan parçası. Kaç bin yıllık hasretimin koncası, Gözlerinden, Gözlerinden öperim. Bir umudum sende, Anlıyor musun?” Alkım Saygın 25.07.08 Dipnotlar: [1] Başka Türlü Bir Dünyâ; Alkım Saygın, www.kahvemolasi.com/sayilar/20070606.asp#alkimsaygin [2] Kapitalizmin hedefi: çevre soygunu; Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, www.turksolu.org/195/ataov195.htm [3] Devrimcinin görevi devrim yapmaktır; Che Guevara, www.turksolu.org/157/guevara.157.htm [4] İran operasyonu, petrol krizi ve anti-emperyalizm; Ali Özsoy, www.turksolu.org/194/ozsoy194.htm Bu konularla ilgili olarak şu siteleri ziyâret edebilirsiniz: www.alternaturk.org/gunes.php www.bloomberg.com www.fsec.ucf.edu/en www.seia.org www.solimpeks.com Ve Cumhuriyet Strateji arşivimden küçük bir kaynakça: Enerjide Bağımlılık ve Türkiye; Hikmet Uluğbay, Cumhuriyet Strateji, 16 Ocak 2006, Yıl: 2, Sayı: 81, syf: 10-1 Enerji Stratejimiz Yok; Gürol Kıraç, Cumhuriyet Strateji, 16 Ocak 2006, Yıl: 2, Sayı: 81, syf: 17 AB Enerjide ‘Birlik’ Arıyor; Cemile Akça Ataç, Cumhuriyet Strateji, 27 Şubat 2006, Yıl: 2, Sayı: 87, syf: 8 Avrasya Enerji Hatları; Ali Külebi, Cumhuriyet Strateji, 6 Mart 2006, Yıl: 2, Sayı: 88, syf: 16-7 Avrasya Enerji Kaynaklarının Egemenliği Mücâdelesi; Gürol Kıraç, Cumhuriyet Strateji, 13 Mart 2006, Yıl: 2, Sayı: 89, syf: 21 Yeni Enerji Haritası Çiziliyor; Anar Somuncuoğlu, Cumhuriyet Strateji, 3 Nisan 2006, Yıl: 2, Sayı: 92, syf: 9-10 Astana’nın Petrol Atağı; Gürol Kıraç, Cumhuriyet Strateji, 6 Haziran 2006, Yıl: 2, Sayı: 101, syf: 18 Pasifik’te Dengeler Yeniden Sarsıldı; Barış Adıbelli, Cumhuriyet Strateji, 16 Ekim 2006, Yıl: 3, Sayı: 120, syf: 18-9 Ulusal Enerji Politikası Oluşturulmalı; Ali Külebi, Cumhuriyet Strateji, 6 Kasım 2006, Yıl: 3, Sayı: 123, syf: 6-8 Çin ile ABD’nin Enerji Savaşı; Sezgi Cemiloğlu, Cumhuriyet Strateji, 21 Mayıs 2007, Yıl: 3, Sayı: 151, syf: 15 Hazar’da Petrol Dansı; Ainur Nogayeva, Cumhuriyet Strateji, 18 Haziran 2007, Yıl: 3, Sayı: 155, syf: 20 Petrol Paraları Silâha; Ali Külebi, Cumhuriyet Strateji, 12 Mayıs 2008, Yıl: 4, Sayı: 202, syf: 10-1 Petrolün Domino Taşları; Mustafa Kemâl Şen, Cumhuriyet Strateji, 9 Haziran 2008, Yıl: 4, Sayı: 206, syf: 22-3 Azerbaycan Enerji Gözdesi; Cavid Veliev, Cumhuriyet Strateji, 16 Haziran 2008, Yıl: 4, Sayı: 207, syf: 22
Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 17 yıl Bu uyuşturucu varken zor yener! ( güneş bir acti Afganistana dünya uyuşmasi iki katina cikti) Efendi Türkler Birileri her daim ABD yi biraz daha umutlandiriyor..Efendi Türkler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.