Zıplanacak içerik

Featured Replies

Gönderi tarihi:

Aslında hemen hepimiz, sorunlarımızın farkındayız; fakat çözümlerde anlaşamıyoruz..

 

Çözümlerde anlaşamadığımız için de sorunlarımızı biraraya gelerek, tek yumruk olarak örgütlü bir mücâdeleye dönüştüremiyoruz, iyi niyetli ama eksik ve bu nedenle faydasız bir yığın serzenişle kendimizi kandırıyoruz..

 

Popüler kültür ve tüketim endüstrisi kendimizi kandırma çabamızın bir aynası..

 

Üzerinde Che’nin resmi bulunan tişört giymekle ya da kafamıza bir kalpak geçirmekle ya da bu tür bir “karşı-duruş”la sorunlarımızın çözüleceğini, gerek ülkemizde gerekse de şu yaşlı dünyâmızda herşeyin yoluna gireceğini sanıyor, kendimizi bu aldatmacanın içine hapsediyoruz..

 

Mâlûm televizyon dizisi nedeniyle, bir dönemin simgesi olan Deniz Gezmiş bile(!) popüler kültüre “genç kızların yeni sevgilisi” olarak eklemlendi..

 

Ne acı..

 

Devrim yapmak “Muro” ve onun şahsında temsil edilen zevata kaldıysa zâten bu bile solun artık bir “çözüm yolu” olmaktan çıkıp tüketim kültüründe bir meta fetişizmine dönüştüğünün kanıtı..

 

Ki bu daha da acı..

 

Sorunlarımız ortada:

 

Her geçen gün vahşîleşen kapitalizmin insanı, toplumu, kültürü ve doğayı kendine ve “öteki”ne yabancılaştırması,

 

Zamânımızın önde gelen putlarından biri olan Hazreti Liberal Demokrasi’nin emperyalistler ve siyonistler tarafından az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde her türlü insanlık suçunu aklaması,

 

“Bilgi çağı”, “bilgi toplumu” vb.. cicili lâflarla görmezden gelinen cinsellik endüstrisinin aile ve toplum değerlerini alaşağı etmesi -ki internetteki tüm sitelerin yaklaşık yüzde 70’i pornografik amaçlı,

 

Bu ülkelerde iktidâra taşınan işbirlikçilerin kendi komprador burjuvalarını kurmaları sonucu daha fazla totaliter bir nitelik kazanmaları ve hemen tüm “demokratik değerler”in hızla değersizleşmesi..

 

Listeyi uzatmak mümkün; ama dediğim gibi, bunlar zâten hemen hepimizin mâlûmu..

 

Fakat bu listede Felsefe’nin yeri -aslında bir felsefeci olduğum için- beni daha da üzüyor ve kimi zaman ümitsizliğe düşürüyor..

 

Günümüzde felsefe tartışmalarının merkezinde yer alan insan hakları kavramı maalesef Soros ve çocukları tarafından sömürülmekte, gerek ülkemizde gerekse de az gelişmiş ve gelişmekte olan diğer ülkelerde insan hakları nosyonu kullanılarak emperyalistlere ve siyonistlere hizmet edilmekte; aslında bir üst-yapı kurumu olmadığı hâlde Felsefe hızla bir üst-yapı kurumu hâline gelmekte..

 

Bu furyanın ülkemizdeki uzantıları daha önce de deyindiğim gibi İ. Kuçuradi ve Hacettepe Felsefe kadrosu..

 

Bu kadro, arkasına saklandığı “hümanizmin” aldatıcılığında geniş halk kitlelerini ve özellikle de üniversite gençliğini Heinrich Böll Vakfı ve Alman Kültür Merkezinin ekonomik ve siyâsî katkılarıyla zehirlemekte, bu faaliyetlerine Felsefe’yi âlet etmekte..

 

Bu kadro, Polise ve Jandarmaya verdikleri insan hakları dersleri, Meclîs’in ilgili komisyonlarında sürdürdükleri maniplasyonlar, İnsan Hakları Kurullarında ve mahâllî idârelerde aldıkları görevler ve Devletin en yüksek kademeleriyle kurdukları bireysel ve kurumsal ilişkiler mârifetiyle güvenlik güçlerimizin iş yapamaz hâle gelmesine, suçla mücâdele ederken sürekli bir zâfiyete mâruz kalmalarına yol açıyor..

 

Bu kadro, insan hak ve özgürlüklerinin kaynağını “insânî eylem ve olanaklar”da görüp bunların evrensel geçerliliğine “kanıt”(!?) sunarken(!?) devletin görevinin bu eylem ve olanakları korumak ve genişletmek, kamu düzeni içinde bunları sınırlandıran unsurları kaldırmak olduğu yollu bir görüşe dayanıyor..

 

Oysa ki insan hak ve özgürlüklerinin ne amacı ne hedefi ne de ölçüsü “insânî eylem ve olanaklar” olamaz..

 

Bu görüş ne târihsel ne ontolojik ne de epistemolojik olarak kabûl edilemez; olgu bilgileriyle örtüşmüyor çünkü..

 

Biz felsefeciler, bir fikri sınamada, o fikri en uç noktasına götürmeyi önemli bir yöntem olarak kullanırız.. Bendeniz daha önce Felsefe ve Kapitalizm isimli kitabımda doğuştan kör, sağır ve dilsiz bir insan örneği vermiş ve bu kimsenin nasıl bir “insansal olanağa”(!?) sâhip olabileceğini sorgulamış, buna mâkûl bir cevap veremeyecekleri için bu kimseye örneğin işkence yapılmasına karşı çıkamayacaklarını, karşı çıkılamayacağını(!?) serimlemiştim..

 

Gerçi konu zâten bir felsefe tartışması olmaktan çok siyâsî ve toplumkuramsal bir tartışmaydı; bu şahısların “felsefe yapmak” adı altında yaptıkları tek şey: Soros ve çocuklarına lejyoner yetiştirmekti ki bunun ayrıntılara burada tekrar deyinmeyeceğim..

Fakat benim vurgulamak istediğim: sorunlarımızın çözümünde anlaşamamamızın en önemli nedeninin kullandığımız kavramlar üzerinde anlaşamamamız olduğu ve bu tıkanıklığı aşmaya çalışmanın da öncelikle Felsefe’nin; gerek ülkemizde gerekse dışarıda sürdürülen emperyalist ve siyonist nitelikli tasarrufların farkında olan nitelikli felsefecilerin işi olduğu ve bu çalışmalarda önceliğin insan hakları kavramına verilmesi gerektiğidir..

 

Sözü uzatmadan söyleyeyim: benim düşünceme göre insan hak ve özgürlüklerinin yegâne ve mutlak kaynağı, temeli kişinin kendi bireyselliğini koruma çabasıdır..

 

Ve hattâ Kuçuradi etiğinin temellendiremediği “hayvan hakları”nın kaynağı da yine canlıların kendi varlığını koruma itkisidir; “insansal olanaklar” gibi zırvalıklarla hayvan hakları, genel olarak hak kavramı nasıl ilişkilendirilebilir ki..

 

Hayvan hakları bir tarafa, insan hakları tüm insanların kendi bireyselliğini koruma çabasının evrensel olmasından dolayı tüm insanlar için kuşatıcı bâzı niteliklere sâhip olabileceği gibi, bunlardan farklı olarak toplumsal ve kültürel sınırlamalara da tâbîdir; nitekim bu çaba ancak devlet düzeni içinde sürdürülebilir, devlet düzeninin olmadığı yerde “doğal durum” içinde “insan insanın kurdu” olur ve böyle bir ortamda “güçlü”nün “güçsüz” üzerindeki tasarrufları “güçsüz”ün kendi bireyselliğini koruma çabasının ihlâli anlamına geleceğinden devlet düzeninin tesis edilmesiyle hak ve özgürlükler korunur, gerçekleştirilir; bunların sağlanabilmesi için de güçlü bir devlet düzeninin gereği ortadadır..

 

Güçlü bir devlet düzeni sâdece “güçsüz”ün lehine değildir, aynı zamanda “güçlü” de devlet güvencesinden yararlanır; çünkü “güçsüzler” aralarında örgütlenip “güçlüler”e karşı ayaklanıp örneğin mallarını gasp ettiklerinde bu sefer de “güçlü”nün kendi bireyselliğini koruma çabası ihlâl edilecektir..

 

(Güçlü bir) devlet düzeninin tesîsinde insan hak ve özgürlüklerinin bu düzenin üzerinde olduğunu düşünmek büyük bir yanılgı, büyük bir felsefî taassuptur..

 

Örneğin Filistin..

 

Henüz resmî olarak kurulmuş, “uluslararası toplum” tarafından kabûl görmüş bir Filistin Devleti bile yokken ve şimdi bir de ABD ve İsrâil’in kışkırtmalarıyla ikiye bölünmüş, iç savaşa mahkûm edilmiş bir ülkede kişinin kendi bireyselliğini koruma çabası tam anlamıyla bir “doğal durum” yaratıyor; işbirlikçisinden tutun da kara borsacısına kadar ne ararsanız var..

 

Böyle bir ülkede henüz devlet düzeni tesis edilememiş, kendi yurttaşları arasında bile birbirlerinin hak ve özgürlüklerine saygı duymak düşüncesi yerleştirilememişken “uluslararası toplum”un onların toprak bütünlüklerine ve hattâ yaşama haklarına saygı duymalarını beklemek aşırı bir iyimserlik olmaz mı..

 

“Yaşama hakkı”nı ne için istiyorlar; yeni intihar saldırıları için mi, demezler mi!..

 

Bir-iki tâne İsrâil askerini “yok edeceğim” diye çarşı-pazar ortalık yerde ve küçücük çocukları bilhassa öne sürerek verilen bir “mücâdele”, amacı ne kadar meşru olursa olsun, “uluslararası toplum”un; onu bırakın, sıradan bir insanın bile desteğini alabilir mi!..

 

(Zâten bizim Millî Mücâdelemizin ve Mustafa Kemâl’in eşsiz başarısının hemen tüm dünyâda büyük bir saygı toplamasının nedeni amaçta meşruluk olduğu kadar yöntemde de meşruluk değil mi!..)

 

Dolayısıyla aslolan devlet düzenidir; insan hak ve özgürlükleri değil; devlet düzeninin tesis edilebilmesi ve korunabilmesi için de insan hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılması, gerektiğinde ortadan kaldırılması (örneğin vatana ihânet suçuna îdam cezâsı) kaçınılmazdır..

 

Özellikle de az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bu hak ve özgürlüklerin sınırları millî çıkarlar temelinde ele alınmalıdır; millî çıkarlara zarar veren bir istem ya da talep aslâ ve aslâ insan hak ve özgürlükleri başlığı altında ele alınamaz/alınmamalıdır..

 

Söz gelişi çalışma hakkı ve ekonomik özgürlükler kişinin kendi bireyselliğini koruma çabası olmak bakımından tüm insanlar için geçerlidir; ancak bunların içeriği toplumsal ve kültürel koşullar dikkate alınarak belirlenmelidir; Soros ve çocuklarının dayatmalarıyla değil..

 

Bu bakımdan, insan ömrünün ortalama 50-55 yaşla sınırlı olduğu bir ülkede emeklilik yaşının 65 olması ne akılla ne mantıkla ne insafla vb.. açıklanabilir; oysa ki IMF ve Dünyâ Bankasının güdümünde komprador iktidarlar ve onların “akıl hocalığı”na soyunan şu liboş entel-dantel zevat akıl dışı bir dünyâda akıl dışılığı akılcılaştırmanın peşinde..

 

“Mezarda emeklilik” değildir millî çıkarlarımıza uygun olan; bunun adı: devlet gücü kullanılarak bireylerin sömürülmesi, deyim yerindeyse: posasının çıkartılmasıdır..

 

“Mezarda emeklilik”in ülke ekonomisine katkı sağlayacağını iddiâ eden zevatın “millî çıkarlar” konusunda gösterdikleri bu kaygıyı(!?) yüksek kâr marjına sâhip oldukları hâlde KİT’lerin, özellikle de Telekom’un eşe dosta, Arap sermâyesine ve komprador burjuvaya peşkeş çektirilmesi konusunda göstermemesi, kendileriyle çelişmeleri bir tarafa, apaçık bir samîmiyetsizliğin, apaçık bir ahlâkî çürümenin en somut kanıtı..

 

Benim düşünceme göre insan haklarının sınırlarının millî çıkarlar gözetilerek belirlenmesi ne kadar doğru ise bunlar bahane edilerek bireyin sömürülmesi de o kadar yanlıştır; zâten millî egemenliği gerçekleştirecek sağlıklı bir demokrasiye -çağdaş demokrasiye- bunun için ihtiyaç var; millet neyin kendi çıkarlarına hizmet edip neyin etmeyeceğini kendi belirlemelidir, çağdaş demokrasinin özüne ve örgütlenme biçimine uygun olarak..

 

Ki, bir görüşe göre ırkçılık ya da anti-semitizm de millî çıkarlara hizmet eder..

 

Dolayısıyla çağdaş demokrasinin özüne uygunluklu bir siyâsî yapılanma olmazsa Hitler gibi adamlar iktidâra gelebilir ve bu da diğerleri kadar insan hak ve özgürlüklerine aykırıdır..

 

Çağdaş demokrasilerde yurttaşlık hakları, hukukun üstünlüğü ilkesi, güçler ayrılığı ilkesi vb.. bu tür faaliyetlerin önünü tıkar, bu da millî egemenliğin psikopatolojik plân ve projelere âlet edilmesinin önünde güçlü bir savunma mekanizmasıdır..

 

İnsan hak ve özgürlüklerinin temeli kişinin kendi bireyselliğini koruma çabası olarak ele alındığında ve özellikle de az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde insan haklarının değerlendirilmesine bu temelden yaklaşıldığında emperyalist ve siyonist güç odaklarının bu ülkelere “çağdaşlık”, “modernlik”, “liberal demokrasi” vb.. süslü püslü lâflarla dayattıklarından ve aslında kendi çıkarlarına hizmet eden politikaların büyüsünden kurtulmak imkânsız olmasa gerek..

 

Fakat bu olanağı görmek yerine birileri kalkıp da Hıristiyan cemaati olmayan bir köyde iki, hattâ üç tâne kilise açmaya “din özgürlüğü hakkı”(!?) derse ben de onlara doğal olarak ya câhilsiniz ya da hâinsiniz, derim..

 

Bugün îtîbârîyle şu yaşlı dünyâmız yok “azınlık hakları”, yok “kültürel haklar”, yok “kültüre katılım hakkı” vb.. zırvalıklar uğruna devlet düzeninin hızla zayıflatıldığı, devletin milletiyle olan ekonomik, siyâsî ve kültürel bağlarının hızla eritildiği, bunlar yapılırken “insânî eylem ve olanakların gerçekleştirilmesi” maskesi altında Felsefe’nin kendi târihine ve geniş halk kitlelerine yabancılaştırıldığı bir zaman diliminde çözümü yine Felsefe’den beklemektedir..

 

Felsefe bu boşluğu dolduramadığı içindir ki insanlık târihi içinde ancak Aydınlanma’yla birlikte el üstünde tutulmaya başlanan değerler; eşitlik, özgülük, kardeşlik, demokrasi, hukukun üstünlüğü vb.. araçsal akıl tarafından emperyalist ve siyonist nitelikli tasarruflara bu kadar ucuz bir biçimde harcanabilmektedir..

 

Aydınlanma bu değerleri insan mutluluğunu gerçekleştirmek için vazgeçilemez bir önemde konumlandırmıştı; fakat ne kadar acıdır ki özellikle de İkinci Dünyâ Savaşından sonra ve şu lânet olası Evrensel Bildirgenin hazırlanmasından sonra bu değerler araçsal aklın hizmetine adandı..

 

Özgürlük, demokrasi vb.. değerler adına yapılanlar(!?) araçsal akıl yoluyla meşrulaştırıldı, geniş halk kitleleri popüler kültür ve tüketim endüstrisiyle müthiş bir aptallık hipnozuna mâruz bırakıldı..

 

Artık herşey mekanik..

 

Gizli saklı birşey kalmadı, kişi mahremiyeti bile geniş halk kitleleri önünde ayaklar altına alınabiliyor..

 

İnternetteki paylaşım siteleri insanlığın düştüğü sefâlet düzeyinin ne boyutlara vardığını apaçık gösteriyor..

 

Aile kurumu deseniz, mekanik: bir kısım televizyon programları evlenmek isteyen kimselere fütursuzca “çöpçatanlık” yapabiliyor; hem reytingi de oldukça yüksek..

 

Annelik gibi dünyânın belki de en soylu, en yüce erdemi bile ayaklar altında; on yedi aylık bebeğini sapık cânîlere “kirâlayan”ından mı bahsedeyim, yoksa öz evlâdını üvey babasının koynuna kendi elleriyle sokanından mı..

 

Annesini satırla doğrayan “evlât”lar, kız kardeşlerini birbirlerine sunan komşu çocukları, öz kızına hem de yıllarca ve eşinin bilgisi dâhilinde ve yardımıyla tecâvüz eden sapık babalar..

 

“Annemi nasıl öldüreyim?” diye internette anket düzenleyen ruh hastaları..

 

Bunlar aile kurumundan değerlerin tasfiye edilmesinin, ilişkilerin mekanikleşmesinin sonuçlarından yalnızca birkaçı..

Eğitim kurumu deseniz, o da mekanik: okullarımız, özellikle de üniversitelerimiz kişilerin toplumsal ve ahlâkî sorumluluklar taşıyan bireyler hâline gelmelerini amaçlamıyor, temel hedef: “piyasaya ara eleman yetiştirmek”..

 

Ve dolayısıyla herşey başarı endeksli, başarının da tek ve yegâne ölçüsü: yüksek not..

 

Kampüslerimiz ise -çok affedersiniz- açık hava genelevinden farksız..

 

Yanlış anlaşılmasın, ben kimsenin özel hayâtında değilim; fakat işin “özel hayatlık” bir kısmı yok ki..

 

Din kurumu deseniz, o da mekanik: bu güzel dînimizin içeriği, özü konuşulmuyor, varsa yoksa bir metre karelik bir bez parçası..

 

Şu “türban” denilen şey nasıl bir şeyse artık, hani Şeytan’a da taksanız o da Cennetlik!..

 

Bakınız bayanlar, baylar;

 

Her geçen gün şu yaşlı dünyâmız sona biraz daha yaklaşıyor; Şeytan bile artık tâtile çıkabilir..

 

Binlerce yıldır uğraş didin, senin yapamadığını elli yılda birkaç yüz kişi yapsın..

 

Oh ne âlâ!..

 

Bu kez Ajan Fukuyama’nın söylediği türden de değil; gerçekten târihin, insanlık târihinin sonu gelecek; sırf küresel ısınma sorunu bile yolun sonuna gelindiğinin habercisi..

 

O hâlde ya insan hakları kavramı başta olmak üzere ülkemizde ve “küresel düzlem”de sorunlarımızın çözümünün önünü tıkayan kavram belirsizliklerini samîmi ve üst düzey bir felsefî bilinçle ele alıp çözmeye ve şu yaşlı dünyâmızı hiç değilse bizden sonrakiler için daha yaşanılabilir bir yer hâline getirmeye çalışacağız ya da Soros ve çocuklarının projelerine şu ya da bu şekilde katılıp dünyânın sonunun gelmesini hızlandıracağız..

 

Yâni sorun: Türk Felsefesi’nin; daha doğrusu anti-emperyalist Türk felsefecilerinin ve “küresel düzlem”de anti-emperyalist felsefecilerin bu bilinç düzeyine erişip erişemeyeceği, erişecekse şâyet ne zaman erişeceği sorunudur..

 

Bizler geniş halk kitlelerinin önüne doğru içeriklendirilmiş, amacı ve özü îtîbârîyle meşru ilkelere dayalı, kendi içinde ve dış dünyadaki olgularla tutarlı ve öncü kavramlar, ilkeler ve değerlendirme ölçütleri koymalıyız ki bu kitleleri ortak hedefler doğrultusunda ve örgütlü bir mücâdelenin içinde birleştirebilelim..

 

Yanlış mı düşünüyorum!?

 

30.05.08

 

Alkım Saygın

Gönderi tarihi:

''Yanlış mı düşünüyorum?'' diye sormuşsunuz, düşünüp düşünmediğinizi bilemem, ama yanlış ya da doğru düşündüğünüzü de yargılamak istemem, nihayetinde düşünebiliyorsanız, yanlış yahut da doğru düşünmeniz birer ihtimaldir ve bir ihtimalin mümkin olduğu her satıhta diğer ihtimalin de mümkin olması kabildir. Bu vaziyete göre şahsi hüküm ve kanaatim şudur ki sizinle kati surette aynı efkarı paylaşmıyorum, paylaşamam.

 

 

b.

Gönderi tarihi:

İnsan hakları, şu an kullandığım gibi saf olarak belki de hoş geliyor ama kendisine yüklenen anlamla fazla yapay kalmakta zaten...

 

Bahsedilen sorunsalın kaynakları da sanırım insan haklarının neye dayanacağı(kaynağı, sebebi vb. diyebiliriz) ve nasıl somut olarak anlam kazanacağı...

 

Misal: Bir zamanlar devrim yapanlar kullandıkları değerlerle ters düşüp bu sefer devrilmemek için onlara karşı savunma mekanizmaları üretebilmektedirler...

 

Halbuki bu değer neye dayanıyordu ve nasıl yaşadığımız gerçekliğe o metinlerden, zihinlerden inebilirdi???

 

Gerçekle örtüşemeyecek ideallere dayanan ve ideallerde kişi keyfiyetiyle değişenin ömrü pek uzun olacak değildir; öyle ki o ölümlünün ölümlülük özelliğini de barındırır halbuki gerçeğe bağlı kalınarak peşine düşülen gerçeğin yolu yine insanı gerçek mutluluğa, gerçek güzel sonuca ulaştıracaktır...

 

Nihayetinde mistikleştirilmiş laflar ve hukuki,siyasi, felsefi değerler yerine gerçek yüksek değerlere bağlı sağlam laflar, hukuki,siyasi,felsefi değerler tercihimdir...

 

:zorro:

  • 1 ay sonra...
Gönderi tarihi:

......

 

Madde 6

 

1. Her insanın niteliğinden gelen yaşama hakkı vardır. Bu hak, yasayla korunur. Kimse keyfi olarak yaşamından yoksun bırakılamaz.

 

2. Ölüm cezasını kaldırmamış olan ülkelerde, bu ceza, suçun işlendiği tarihte yürürlükte olan ve bu Sözleşmeyle Soykırım Suçunun önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin hükümlerine aykırı olmayan yasalar uyarınca en ağır suçlar için konabilir. Bu ceza, ancak yetkili bir mahkeme tarafindan verilmiş bir kesin hüküm üzerine yerine getirilebilir.

 

3. Yaşamdan yoksun bırakma bir soykırım suçu oluşturduğunda, bu maddenin hiçbir hükmü bu Sözleşmeye Taraf herhangi bir Devlete, Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin hükümlerine göre üstlenilen yükümlülüklere herhangi bir biçimde aykırı davranma yetkisi verdiği biçimde anlaşılamaz.

 

4. Ölüm cezasına hüküm giyen bir kimse bu cezanın bağışlanmasını ya da hükmün değiştirilerek hafifletilmesini isteme hakkına sahiptir. Ölüm cezasının affı, bağışlanması ya da hafifletilmesi kararı her durumda verilebilir.

 

5. Ölüm cezası, onsekiz yaşın altındaki kimseler tarafından işlenen suçlar için verilemez ve gebe kadınlar için yerine getirilemez.

 

6. Bu maddenin hiçbir hükmü, bu Sözleşmeye Taraf herhangi bir Devlet tarafından ölüm cezasının kaldırılmasını geciktirmek ya da engellemek amacıyla dayanak olarak kullanılamaz.

 

diye başlayıp;

 

Madde 9

 

1. Herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır. Hiçkimse keyfi olarak yakalanamaz ya da tutuklanamaz. Kimse, yasayla konulmuş gerekçeler ve işlemlere uygun durumlar dışında özgürlüğünden yoksun bırakılamaz.

 

2. Tutuklanan bir kimseye, tutuklama sırasında, tutuklanma nedenleri ve neyle suçlandığı hemen bildirilir.

 

3. Bir suç işlediği savıyla yakalanan ya da tutuklanan bir kimse, hemen bir yargıç ya da yargı gücünü kullanmaya yetkili bir başka resmi görevli önüne çıkanlır ve makul bir süre içinde yargılanmasını ya da salıverilmesini isteme hakkı vardır. Yargılanmayı bekleyen kişinin gözaltında tutulması genel kural değildir, ancak salıverilme, sanığın yargılama sürecinin herhangi bir aşamasında duruşmada ve -gereğinde- hükmün yerine getirilmesinde hazır bulunması güvencesine bağlanabilir.

 

4. Yakalanarak ya da tutuklanarak özgürlüğünden yoksun bırakılmış olan bir kimsenin tutuklanmasının yasallığı konusunda gecikmeksizin karar verilmesini ya da yasal değilse salıverilmesi için mahkeme önüne çıkarılmasını isteme hakkı vardır.

 

5. Yasadışı yakalanan ya da tutuklanan kimse, tazminat isteme hakkına sahiptir.(kişiel ve siyasal haklar uluslar arası sözleşmesi.... )

 

diye devam edelim!

 

İnsan hakkı herşeyden önce yaşama hakkıdır!

  • 4 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

--------------------------------------------------------------------------------

 

1995 YILI İNSAN HAKLARI İHLALLERİ BİLANÇOSU

 

 

Faili Meçhul Cinayetler-Saldırılar 321

Yargısız Đnfaz, Đskence Sonucu ve Gözaltında Ölümler 122

Çatısmalarda Ölenler 3894

Sivillere Yönelik Eylemler 230

Kayıp Savı 220

Đskence Görenler ve Đskence Savı 1412

Gözaltına Alınanlar 14.473

Tutuklamalar 2101

Yakılan-Bosaltılan Köy ve Mezra 243

Çalısma Yasamına Yönelik Đhlaller 5326 kisi isten çıkarıldı

Bombalanan Yer 184

Kapatılan Dernek, Sendika, Yayın Organı 100

Basılan Dernek, Sendika, Yayın Organı ve Parti 173

Toplatılan Yayın 304

Đstenen Hapis ve Para Cezaları

1712 yıl 7 ay 4 milyar 813

milyon TL. para cezası

Verilen Hapis ve Para Cezaları

172 yıl 8 ay hapis 17 milyon

688 bin TL. para cezası

Cezaevlerinde Bulunan "Düsünce Suçluları" 121

 

 

Bu rapor, iHD Genel Merkezi Basın-Yayın Dokümantasyon Birimi'nce, günlük ve haftalık basın,

iHD sube raporları ve derneğe yapılan yazılı ve sözlü basvuru ve bilgilerden yararlanılarak

hazırlanmıstır.

Gönderi tarihi:

1996 YILI İNSAN HAKLARI İHLALLERİ BİLANÇOSU

 

 

Faili Meçhul Cinayetler-Saldırılar 78 ölü/46 yaralı

Yargısız Đnfaz, iskence Sonucu ve Gözaltında Ölümler 190

Çatısmalarda Ölenler 2859

Sivillere Yönelik Eylemler 119 ölü-133 yaralı

Kayıp Savı 194

iskence Görenler ve iskence Savı 346

Gözaltına Alınanlar 20.434

Tutuklamalar 2071

Bosaltılan köy ve mezra 68

Çalısma Yasamına Yönelik ihlaller 9166 kisi isten çıkarıldı

Bombalanan Yer 109

Kapatılan Dernek, Sendika, Yayın Organı 132

Basılan Dernek, Sendika, Yayın Organı ve Parti 134

Gözaltına Alınan Basın Emekçileri 421

Toplatılan Yayın 195

Đstenen Hapis ve Para Cezaları

1856 yıl 4 ay hapis, 4 milyar

125 milyon TL. para cezası

Verilen Hapis ve Para Cezaları

173 yıl 10 ay hapis, 9 milyar

974 milyon 600 bin TL. para

cezası

Cezaevlerinde Bulunan "Düsünce Suçluları" 140

 

Bu rapor, iHD Genel Merkezi Basın-Yayın Dokümantasyon Birimi'nce, günlük ve haftalık basın,

iHD sube raporları ve derneğe yapılan yazılı ve sözlü basvuru ve bilgilerden yararlanılarak

hazırlanmıstır.

Gönderi tarihi:

İNSAN HAKLARI VE TEMEL ÖZGÜRLÜKLERİ

KORUMAYA DAİR AVRUPA SÖZLEŞMESİ

 

(11 nolu Protokol ile Değiştirilmiş Metin)

 

 

Madde 1 - İnsan haklarına saygı yükümlülüğü

 

Madde 2 - Yaşam hakkı

 

Madde 3 - İşkence yasağı

 

Madde 4 - Kölelik ve zorla çalıştırma yasağı

 

Madde 5 - Özgürlük ve güvenlik hakkı1. Herkesin kişi özgürlüğüne ve güvenliğine hakkı vardır.

 

Madde 6 - Adil yargılanma hakkı

 

Madde 7 - Cezaların yasallığı

 

Madde 8 - Özel hayatın ve aile hayatının korunması

 

Madde 9 - Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü

 

Madde 10 - İfade özgürlüğü

 

Madde 11 - Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü

 

Madde 12 - Evlenme hakkı

 

Madde 13 - Etkili başvuru hakkı

 

Madde 14 - Ayırımcılık yasağı

 

..............

 

şimdilik bunları doğru okuyalım...bunları doğru okumadan diğer hakları sıralamanın hiçbir anlamı yok!

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.