Gönderi tarihi: 7 Şubat , 2008 17 yıl Ricardo Neftali Reyes yada Pablo Neruda, 12 Temmuz 1904'te Şili'de doğdu. Babası Jose del Carmen Reyes Morales bir demiryolu görevlisiydi. Annesi Rosa Neftali Reyes Basoalto Opazo ise ilkokul öğretmeniydi ve evlendikten on bir ay sonra veremden öldü. Babası, ertesi yıl Temuco kentine yerleşip yeniden evlendi. İkinci annesi, Neruda'nın "hiçbir zaman üvey anne demeye dilinin varmadığı" Trinidad Candia Marverde idi. Pablo okula başladı. Çekingen bir öğrenciydi. 1917-20 arasında ilk yazılarını, ilk şiirlerini denedi. Bunlara Ncftali Reyes olarak imza attı. Sonunda, sevdiği bir Çek yazarının soyadını kendi adına ekleyerek Pablo Neru-da imzasını kullanmaya başladı. Ertesi yıl Santiago kentine, Maruri sokağındaki bir öğrenci yurduna yerleşip Fransızca dersleri almaya başladı. O günler açlıklarla geçen günlerdi ama ara vermeden şiirler yazdı ve bunlardan biri, Bayram şarkısı, bir yarışmada birinci seçildi. İLK KİTABINI 19 YAŞINDA KENDİ YAYINLADI 1923'te babasının armağan ettiği saati ve elindeki üç beş parça ev eşyasını satarak, bunların geliriyle ilk şiir kitabı Crepusculario'yu (Akşam Alacası) çıkarttı. Ardından, 1925 yıllarında, kendini büsbütün edebiyata verdi. Üç kitabı, "Sonsuz İnsanın Girişimi", "Anillos" ve "Yerleşik Adam ve Umudu"nu yazdı. 1927'de, Burma'nın başkenti Rangoon'da konsolos oldu. Ünlü şiir kitabı "Yeryüzü Konutu"nu yazdı. Genç bir Burma kızıyla fırtınalı bir aşk yaşadı. Kız İngilizler gibi giyinirdi ve dışarıdaki adı da Josie Bliss'di. Ama evdeyken, o giysileri de, o adı da soyunur, göz kamaştırıcı bir yerli kılığına bürünürdü. 1928'de Kolombo'da, 1930'da Batavia'da konsolos oldu. Java'da genç bir Hollandalı kızla evlendi. İki yıl sonra Şili'ye döndü. "El Hondero Entusiasta" ile "Residencia en la Tierra" yayımlandı. Buenos Aires'de konsolosluk yaptı. Orada, Güney Amerika gezisine çıkan Federico Garcia Lorca ile karşılaştı. Pen Club'de, Nikaragualı ünlü ozan Ruhen Dario ile birlikte bir konuşma yaptı. 1935'de Madrid konsolosu oldu. Rafael Alberti ile dostluk kurdu. "Residencia en la Tierra" Madrid'de yayımlandı. "Caballo Verde Para la Poesia - Şiirin Yeşil Atı" adlı dergiyi kurdu. Delia del Carril ile evlendi. İLK SİYASİ ŞİİRİ İSPANYA İÇ SAVAŞINA TEPKİ 1936 ve İspanya iç savaşı. Lorca Granada yakınındaki Visnar'da kurşunlanınca Neruda ilk büyük siyasi şiirini yazdı: "Ölmüş Savaşçıların Analarına Şarkı". Neru-da'nın konsolosluk görevine son verildi. O da Paris'e yerleşerek "Dünya Ozanları İspanya Halkını Savunuyor" dergisini yayımlamaya başladı. 1940'da Meksiko başkonsolosu oldu. Orada, Meksika ve Amerika sanatının büyük ustaları Orozko, Rivera, Siqueiros ve Meksika kültürünün diğer öncüleriyle, izlerini ve yansımalarını Evrensel Şarkı'da gördüğümüz dostluklar kurdu. 1945'de, Şili'nin Kuzey kesiminden, maden ocaklarının bulunduğu Trapaca ve Antofagasta illerinden senatör seçildi. Seçim kampanyası sırasında, uğradığı her yerde "Kuzeye Merhaba" adlı şiirini okudu. Devrimci Şili Partisi'ne girdi. Yeni Cumhurbaşkanı Gabriel Gonzales'in, kendini iktidara getiren devrimci güçlere cephe alışı Neruda'yı da etkiledi. Neruda, ona karşı, binlerce insanın okuması için mektup yazdı. Vatana ihanetle suçlandı. Kendini senato önünde savundu ve "Suçluyorum" nutkunu okudu. Mahkemeler tutuklanmasına karar verdi. DÜNYA BARIŞSEVERLER KONGRESİ BAŞKANI 1949'da And dağlarını at üstünde aşarak yurdundan ayrıldı. Yanında kitabının taslakları vardı. Başlangıçta "Şili'ye Şarkı" adını taşıyan bu çalışmaya, gitgide genişleyerek evrensel boyutlu bir içerik kazanması üzerine, "Evrensel Şarkı" adını verdi Neruda. Aynı yıl Paris'de toplanan "Dünya Barışseverler Kongresi"ne başkan seçildi. Doğu Avrupa ülkelerine gitti, Rusya, Polonya ve Macaristan'ı gezdi. "Evrensel Şarkı" 1950'de Meksika'da basıldı. Şili'de de kaçak bir baskı yapıldı. Asya ve Avrupa gezilerine çıktı. Picasso'yla birlikte "Dünya Barış Ödülü"nü kazandı. 1952'de Capri'de "Üzümler ve Rüzgâr" adlı yapıtına başladı. "Kaptanın Dizeleri" adlı yapıtı da, Milano'da, imzasız olarak yayımlandı. O yıl, hakkındaki kovuşturma kararının kaldırılması üzerine, anavatanına döndü. 1954'de "Temel Övgüler" yayımlandı. 1956'da yeniden Şili'ye döndü. "Yeni Temel Övgüler"i yazdı. 1958'de "Taşkın Dalga"yı yazdı. 1959'da "Deniz Yolculukları ve Dönüşler"i yazdı. 1964'de zengin bir yaşam öyküsünün şiirlerle anlatıldığı "Kara Ada Defteri" adlı yapıtı yayımlandı. 1965'te, Shakespeare çevirilerinden ötürü, Oxford Üniversitesi Felsefe ve Edebiyat Onur Doktorluğu'nu aldı. 1966'da "Kumda Bir Ev", 1967'de "Barkarol" ve " Murieta'nın Yükselişi ve Ölümü" adlı yapıtları yayımlandı. 1970'de Salvador Allende için seçim kampanyasına katıldı. "Yanan Kılıç" ve "Gök Taşları" adlı yapıtları yayımlandı. 1971’DE NOBEL EDEBIYAT ÖDÜLÜ'NÜ ALDI 1971'de Salvador Allende'nin Cumhurbaşkanlığındaki Şili'nin Paris Büyükelçisi oldu. 21 Ekim'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldı. 1972'de "Verimsiz Coğrafya" adlı yapıtını yazdı. Anılarını yazmaya başladı. Fransa elçiliğinden ayrıldı. Bir hastalık geçirdi ve Şili'ye döndü. Kasım ayında, Santiago Ulus Stadı'nda düzenlenen coşkun "Pablo Neruda'ya Saygı" gösterisi gerçekleştirildi. 1973'de Parlamento seçimleri için kampanyaya katıldı. Şili'deki iç savaşın önlenmesinde çaba göstermeleri için Latin Amerika ve Avrupa aydınlarına çağrıda bulundu. 11-20 Eylül: Şili'de askerî darbe oldu. Salvador Allende öldürüldü. Neruda'nın Valparaiso'daki ve Santiago'daki evleri yağmalandı. 23 Eylül'de: Neruda hayata veda etti. YAŞAMIŞ OLAN EN BÜYÜK DÜNYA OZANLARINDAN Neruda yaşamış olan en büyük dünya ozanlarından birisidir. Onun aşk şiirleri dünyanın neredeyse tüm ülkelerinde okunmakta ve halen çevirileri yayımlanmaktadır. "Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı" isimli kitabı onun adını en çok duyuran kitabıdır ve daha 1961'de bu kitap Buenos Aires'teki Losada yayınevinde milyonuncu baskıyı yapmıştır. Şimdilerde bu sayı iki milyona yakındır. Bir gün genç bir posta dağıtıcısı kapısını çaldığı Pablo Neruda'ya hayranlıkla bakarak "Ah ben de ozan olmak isterdim" der. Ünlü şair mizah dolu bir karşılık verir: "Yavrucuğum Şili'de herkes ozandır zaten. Postacılığı sürdürmen daha ilginç. Hiç değilse çok yol yürür ve şişmanlamazsın. Şili'deki tüm ozanlar davul gibi." Postacı ve şair arasındaki konuşma şöyle gelişir: -Demek istiyorum ki, ozan olsaydım söylemek istediğim her şeyi söyleyebilirdim. -Ne söylemek istiyorsun peki? -İşte asıl sorun bu ya, ozan olmadığım için söyleyemiyorum. Neruda, genç postacıya sahili izleyerek körfeze gitmesini ve yol boyunca denizi gözlemleyerek metaforlar üretmesini önerir. Metaforun ne demek olduğunu soran postacıya örnek olsun diye de, bir şiirini okur: Dizelerden etkilenen postacının "Sizin sözcüklerinizle sallanan bir gemi gibi hissettim kendimi" sözü üzerine gülümser Neruda: "İşte bir metafor yaptın..." Ve böylelikle güzel bir dostluk başlar Şilili şair Pablo Neruda ile postacı Mario Jimenez arasında. AŞK AĞIR HASTALIK SAYILMAZ, ÇARESI VAR Bir gün, Mario, aşık olduğunu açıklar. Neruda, "Ağır hastalık sayılmaz, çaresi var" diyerek kızın adını sorar. Postacı âşık olduğu kızın adını söyleyince İtalyan şair Dante'yi anımsar... Neruda: "Beatrice..." (Dante'nin büyük aşkının adı da Beatrice'dir, Beatrice Portineri.) Postacı Mario, sevgilisini anlatırken Neruda'ya partisi tarafından Şili Cumhurbaşkanlığı'na aday gösterildiği haberi gelir. Cumhurbaşkanlığı'na Allende seçilince kazanmaya niyeti olmayan şair memnunluk içinde yeniden köyüne döner. 1971 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Neruda, daha sonra Paris'e Büyükelçi olarak gönderilir. Şair ile postacı arasındaki dostluk asla kopmaz. Sürekli olarak mektup yazan Neruda, postacı dostuna ses kayıt cihazı göndererek şunları ister: "Denizi özlüyorum. Kuşları özlüyorum. Bana evimin seslerini gönder. Bahçeye gir ve çanları çal. İlk önce rüzgârın hareketiyle sallanan küçük çanların ince seslerini kaydet, sonra büyük çanın ipini beş altı kez çek. Kayalıklarda yürü Mario, dalgaların patlayışını kaydet." Mario Jimenez şair dostunun "metafor"a ihtiyaç duyduğunu çok iyi anlayarak isteğini yerine getirir. Pablo Neruda evine döndüğünde oldukça hastadır. Ama, kısa bir süre sonra çok sevdiği ülkesinde büyük bir düş kırıklığı yaşar. Dikta rejiminin askerleri şairin evini abluka altına alırlar. Ama, Mario, şairin kapısını çalmayı başarır. Neruda, yıllar önce kendisine şair olmak istediğini söyleyen postacı dostunu görünce tutamaz gözyaşlarını. Beatrice ile evlenmiş, bir de oğlan babası olmuştur Mario. Neruda hasta yatağından kalkıp pencereden denizi görmek ister ama Mario, "Serin bir rüzgâr esiyor" diyerek karşı çıkar. Neruda'nın yanıtı muhteşemdir: "Ne gizlemek istiyorsun benden? Belki de pencereyi açtığımda deniz artık orada, aşağıda olmayacak. Onu da mı götürdüler?" Son anlarında hastaneye kaldırılan Neruda'nın Şili'deki tüm ozanlarınkine benzeyen "davul gibi" bedenini uğurlayanlar arasında sadık dostu Mario Jimenez de vardır.
Gönderi tarihi: 7 Şubat , 2008 17 yıl Yazar 1924: Veinle poemas de amor Neruda'nın ilk şiir derlemesi Crespıısctılario adı altında 1923 yılında çıktı. Bir yıl sonra yayınlanan Veinte poemas de amour y una cancion desesperada (Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı) Latin Amerika'nın en çok satış yapan şiir kitabı oldu. Neruda bir aşk öyküsünü fon alarak aynı anda bir şehvet objesi, sığınılabilecek bir liman ve kozmik bir güç olan kadına bir od yazdı. 1927-36: Diplomat 1927'de diplomatlık kariyerini seçen Neruda, altı yıl boyunca Güneydoğu Asya'da konsolosluk yaptı. Bu bölgedeki toplumsal sorunlar yüzünden ömrünün "en çok acı veren dönemi" olarak nitelendirdiği bu zaman içinde Kesidencia en la tierra (Yeryüzünde Konaklama, 1935) adlı iki ciltlik yapıtını verdi. Eski şiirlerinin melankolisi dünyadaki acıların doğrudan doğruya anlatımına yer verdi burada. Kendine özgü metriği ve dili de ana konusu olan yozlaşmaya uygundu. Neruda, katı mısra ve şiir biçimlerine yer vermeyip her şiiri kendine özgü bir ritimle yazmıştı. 1934'te İspanya'ya giden Neruda, burada sembolizm, sürrealizm ve füturizm etkisinde kalan 1927 Nesli adlı şair topluluğuna katıldı. İç Savaş patlayınca Neruda Franco'ya karşı çıktığı için diplomatik hizmetten çıkarıldı. İç Savaşın üzüntüsü içinde 1937'de Espana en el corazon (İspanya Gönüllerde) adlı şiir kitabını yayınladı. 1950: Canto General 1939'da diplomatlık mesleğine geri dönen Neruda, başkonsolos olarak Meksika'ya gitti ve bu görevini 1943'e kadar sürdürdü. Altı yıl sonra Şili Komünist Partisi'ne girerek senatör oldu. Başkan Gonzalez Videla'yı eleştirmesi üzerine hükümeti tarafından 1948'de devlet düşmanı ilan edildi ve gıyabi bir tutuklama emriyle arandı. Rahip kılığında Arjantin'e kaçmayı başardı. İzleyen yıllarda Batı Avrupa'da, Sovyetler Birliği'nde ve Çin'de yaşamını sürdürdü. 1950'de Canto general (Evrensel Şarkı) adlı şiirler dizisi çıktı. Suçlama ile duygudaşlığın egemen olduğu bu ilahi havalı yapıtıyla Neruda, Latin Amerika'yı mitleri ve tarihiyle, doğası ve politik/sosyal durumlarıyla bir bütün olarak yansıtmaya çalıştı. Tarihe Marksist bir görüş açısı getirerek Stalin'e olan hayranlığını da hiç saklamadı. 5O'li Yıllar: Bilinçli Bir Yalınlık 1952'de Şili'ye dönen Neruda başka bir ad altında Los versos del Capitan'ı (Kaptanın Dizeleri) adlı şiir kitabını yayınladı. Ancak on yıl sonra bu yapıtın yazarı olduğunu açıkladı. Bunun nedeni, 1955 yılında üçüncü evliliğini yaptığı Matilde Urrutia'ya aşkını şiirlerle ilan ederken bir önceki karısını incitmek istememesidir. Neruda yapıtlarında giderek daha önce kullandığı, anlaşılması güç mecazlardan (simgelerden) vazgeçti. Böylelikle insanın var oluşunun bir envanteri olan Odas elementares (Temel Odlar, 1954), Nuevas odas elementares (Yeni Temel Odlar, 1956) ve Tercer libro de las odas (Üçüncü Odlar Kitabı, 1957) adlı yapıtlarındaki dizeler çoğunlukla bir ve iki heceli sözcüklerden oluşmaktadır. Stalin terörünün boyutu açıklanınca Neruda'nın dünya görüşü sarsıldı. Estravaganzio (Acayiplikler, 1958) ve beş ciltlik Memorial de Isla Negra (Karaada Defteri, 1964) adlı otobiyografik yansıtmalarında kuşkularını dile getirdi. 1971: Nobel Edebiyat Ödülü 1969 yılında Komünist Parti tarafından başkan adayı gösterilen Neruda, Salvador Allende'nin ulusal cephesine katılmak üzere 1970'te adaylığını geri aldı. Arkasından Allende tarafından Fransa'ya büyükelçi olarak atandı. Bir yıl sonra Neruda, Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görüldü. "Incitation al nbconcidio y alabanda de la revolution chilena" (Nixon'u Devirmeye Çağrı ve Şili Devrimine Övgü, 1973) adlı şiir kitabında ABD'nin solcu hükümetin dengesini bozmaya yönelik çalışmalarını eleştirdi. 1973'te kansere yakalanan Neruda, Allende'ye karşı düzenlenen askerî darbeden birkaç gün sonra, 23 Eylül 1973'de, 69 yaşında Santiago'da hayata gözlerini kapadı. "Anıları Confieso que ho Livido" (Yaşadığımı İtiraf Ediyorum) adı altında ölümünden sonra yayınlandı.
Gönderi tarihi: 7 Şubat , 2008 17 yıl Yazar Sosyalizmin büyük şairi Pablo Neruda’nın 100. doğum yılı anısına... Gerçek şiir hem isyandır, hem isyankar! Gerçek ozansa militan bir sanatçı! Toplumsal duyarlılığın yetkin bir ifadesi olarak şiir! Aragon bir yerde "gerçek ozan doğuştan partilidir" der ve ozanların örgütlü toplumsal kimliğine vurgu yapar. Çağlar boyunca farklı biçimlerde ortaya çıkan muhalif devrimci kimliğin en önde gelen temsilcilerinin ozanlar olması, uç sayılabilecek bu tespite bir haklılık temeli kazandırıyor hiç kuşkusuz. Ama bu tanımlama yine de eksiktir. Tamamlanması için, şairin bu muhalif kimliğe kattıklarının yanısıra, şiirin kendine özgü dinamizminden de bahsetmek gerekir. Nedir şiirin dinamizmi? Şair, neden diğer sanatçılara göre halkın temsilciliğine daha yatkındır? Bir halkın türkülerini yapan ozanları, yasaları yapanlardan daha güçlü kılan şey nedir? Yeniliğe olan açıklılığı, baskılara karşı gösterdiği direniş ve bizzat ortaya çıktığı andan itibaren taşıdığı ve halen de taşımakta olduğu kolektif kimlikle şiir, devrimci bir dinamizmi bağrında taşımasıyla diğer edebi sanatlardan ve hatta sanatların tümünden farklı bir yerde durmaktadır. Kestirmeden söylersek; şiir hem isyandır, hem de isyankardır. Şiir devrimcidir, çünkü toplumsal duyarlığın sesidir o. Ozanın muhalif kimliğinin doğuştan gelmesinin temel nedenlerinden biri de budur. Roman nasıl burjuva çağın ve burjuva bireyin bir ürünüyse, şiir de başından itibaren kolektif bilincin, kolektif üretimin ve kolektif paylaşımın bir ürünü olageldi. Ola ki kör yalnızlıkları, aşk acılarını da dile getiriyor olsun! Şiir, şarkı ve dansla beraber, üretimle yanyana ve iç içe oldu, toplumsal sorunlardan, toplumsal dertlerden ve insanlığın gelecek kaygılardan hiç kopmadı. Kavganın nabzını en başta şair tuttu, çünkü o nabız en hissedilir biçimde şiirde atıyordu. Çünkü şiir hep kavganın içinde oldu, çoğunlukla kavganın bayraktarlığını yaptı. Şiir hep kavgalı oldu; bütün egemen despotik düzenlerle, gericiliğin bütün biçimleriyle. Şiir hep yeniliğin, ilerleyen ve gelişen hayatın yanında saf tuttu. Yüzü hep ileriye dönük oldu şiirin, ama geçmişten de hiç kopmadı. Ayak bağlarını temizleyerek yürüyüşünü sürdürürken, en değerli mirasın sadık bir taşıyıcısı ve savunucusu olageldi. Şiir kimliğini ve itibarını ezilenlerin safında buldu Hiçbir mekanın ve hiçbir çağın ve hiçbir despotun tutsağı olmadı şiir. Bu yüzden tüm peygamberler şiire ve şaire düşman oldu, krallar, padişahlar, diktatörler halk ozanlarını, şairleri zorbaca yöntemlerle susturmaya çalıştılar. Hatta ezilenleri susturmak için önce onlardan başladılar kıyımlara. Ama şiir hiç mi hiç geri adım atmadı, teslim olmadı, susmadı. Şairlerin direnişi, şiirin gücüne ve etkisine ölümsüz bir güç ve güzellik kattı. Şiir ölümsüzlüğünü ve güzelliğini aynı zamanda kolektif yapısına da borçludur. Yüzlerce yıl ağızdan ağıza taşındı, taşınmakla kalmayıp yeniden ve yeniden üretildi. Binlerce insan dokudu kumaşını şiirin. Taş duvarlara da kazındı, ceylan derilerine, kağıtlara ve mermerlere de. Zırhları delen mızrak ucu sertliğinde sözcüklerle de yazıldı, kalbe işleyen tüyden hafif aşk sözcükleriyle de. Kanla da yazıldı, tebeşirle ve mürekkeple de. Ama nereye ve neyle yazılırsa yazılsın, hep bilinçlere kazındı. Toplumsal yaşamın her alanına ve her mekanına: Mağaralara, evlere, tarlalara, fabrikalara, sokaklara, zindanlara sualsiz girdi şiir. Sınırlar aşmak için pasaporta ihtiyacı olmadı hiç. Hiçbir yasak, hiçbir yasa, hiçbir duvar onu engelleyemedi. Doğanın o eşşiz güzelliğine aşkla bağlı kaldı hep. Barışta da oldu, savaşta da. Yalnızlıklardan, acılardan, hüzünlerden, yıkımlardan da geçti yolu, şenlik ateşlerinden, aşklardan, düğünlerden, bayramlardan ve zaferlerden de. Her yerde varolmasını bildi, ama hiçbir yeri kendine yurt edinmedi. Egemenlerin, tüccarların kayıt defterinde hiç yeri olmadı, devlet katında, saraylarda değil ezilen, sömürülen emekçi halklardan itibar gördü. Şiir de ona en çok ihtiyacı olanların hizmetine sundu kendini. Şiir yaşama hep bağlı kaldı. Hep hayatın önünden koştu. Hep arayış içinde oldu. Arayış içindeki insanın sesi, soluğu oldu. Savaşan militanların onsuz edemediği silahlardan biri oldu şiir. Mataralarındaki su, omuzlarındaki silahla beraber, sırt çantalarında hep bir şiir kitabı bulundurdu gerillalar. Şiir özgürleşmeye çağrıdır! Şiir dünyayı değiştirmenin bir aracıdır! Bu yüzdendir ki modern gelişmeler, ortaya çıkan yeni sanat dalları ve aradan geçen bin yıllar, insanın ve insanlığın şiire olan ihtiyacını, en çarpıcı ve yalın biçimde şiirde dile gelen arayışlarını ortadan kaldırmadı. Pek çok sanat dalı, kolayca paraya-kâra tahvil olma özelliklerinin de etkisiyle, sermayenin ve piyasanın sultası altında metalaşırken, şiir teslim olmadı. Şiir itirazını, reddiyesini ve kavgasını sürdürüyor: Kapitalizmin görsel şatafatına rağmen insanların algı, duygu ve düşüncelerindeki yoksullaşmaya-körelmeye karşı; muazzam ölçüde yaygınlaşan hızlı iletişim ve ulaşım olanaklarına rağmen, insanın itildiği yalnızlığa ve yabancılaşmaya karşı; artan olanaklara rağmen ve buna paralel olarak artan kitlesel cehalete karşı; bir avuç asalağın sebep olduğu yoksulluk ve sefalete karşı; kanlı kıyımlara, katliamlara, canice saldırılara, her türden haksız savaşa ve işgale karşı; doğanın ve insanlık değerlerinin insafsızca tahrip edilmesine karşı; insanın gerçeklikle olan ilişkisinin koparılmasına, sanal ortamlarda insanın böcekleştirilmesine karşı; her türlü köleliğe, her türden gericiliğe ve gerici ayrımcılığa karşı; insanların içinde debelendiği bataklığı, yozlaşmayı, çürümeyi, tatminsizliği, sapkınlıkları özgürlük olarak pazarlayan topyekun bu düzene karşı; şiir, şenlik ateşleri başında okunduğu günden bu yana insanlığa özgürleşme çağrısını yineliyor! Dayanışmaya, paylaşmaya, kardeşliğe, eşitliğe, insanca yaşamaya davet ediyor şiir. Bunları kazanmak için kavgaya, mücadeleye çağırıyor bizi. Bu kavgada şiir hep olacak! Devrimci sanat, kavgamızın bir mevzisidir Devrimci sanat ve devrimci şiir, ezilen ve sömürülenlerin kurtuluş mücadelesinde bir mevzidir. Devrimci ozanlar ise, ezilen ve sömürülenlerin öncü bir müfrezesi. Bu mevzide çarpışmış nice devrimci ozanın kattığı soluk, verdiği emek, yarattığı eserler ve ödediği bedellerle yükselttiği bayrak, yeni nesillerin elinde dalgalanmaya devam edecektir. Dünyanın dört bir yanında 100. doğum yılı kutlanmakta olan Şilili şair Pablo Neruda, bu ozanların önde gelen bir temsilcisidir. Her gerçek ozan gibi çağına tanıklık etmenin ötesinde, onu dönüştürme eyleminin içinde yeraldı Neruda. Yalnızca bize armağan ettiği ölümsüz şiirleriyle değil, yaşamıyla, kavgasıyla, özlemleri ve umutlarıyla 20. yüzyılın önde gelen bir simasıdır o. Söz ile eylem, yaşam ile sanat, sanatçı duyarlılığı ile gerçek hayat kavgası arasında insanal edimler ve toplumsal eylemlerle örülmüş bir serüvendir Neruda'nın hayatı ve şiirleri. Budur bizi onunla, onu çağıyla buluşturan. "Nasıl bir şiir? Saf olmayan bir şiir! Şöyle anlatıyor Neruda bu şiiri: Tere batmış, dumana gömülmüş, zambak ve *********** kokan, ticaretin ezmeye çalıştığı, yasaların içinde, yasaların ötesinde bir şiir; üstümüzdeki giysiler gibi sabun lekeleri taşıyan, gövdelerimiz gibi karışık bir şiir; utanç verici davranışlarımız gibi, gözlerimiz, bilgiçliğimiz gibi, kinimiz, aşkımız, antlarımız gibi, havyanlar gibi, kararlar, vergiler gibi karman çorman, saf olmayan bir şiir; üstünde buz izleri, diş izleri bulunan, terimizle, belki de alışkanlıklarımızla hafifçe ısırılmış, dokunmanın yüce isteğini taşıyan... Onun şiirini anlamak demek, geride bıraktığımız yüzyılın kanlı kıyımlarını ve direnişlerini; İspanya'yı, Alman faşizmine karşı direnişleri, Şili'yi, Küba'yı anlamak demektir. Halkların engin denizinde zorlu yolculuklara çıkan bir gemidir Neruda'nın şiiri. Bu denize yelken açılmadan anlaşılamaz onun şiiri. Aşağıda, bayrağı devralacak genç nesillere yol göstermesi bakımından yararlı olacağını düşündüğümüz bu büyük devrimci ozanın şiir, mücadele, şiirin ve şairin yeri ve bu dünyadaki rolü vb. konularda yazdığı yazılarından ve bazı makalelerinden bir derleme sunuyoruz. Neruda'yı ve Neruda gibi devrimci ozanları anlamak, bize bıraktıkları mirası en iyi biçimde değerlendirmek tüm devrimcilerin omuzlarındaki bir sorumluluktur. Ve bu sorumluluğun bir gereği de onları, eserlerini işçi ve emekçi kitlelere ulaştırmaktır. Bu vesileyle Neruda'yı bir kez daha saygıyla anıyoruz. *** -------------------------------------------------------------------------------- Mücadele, sanat, şiir, politika ve kendi hayatı üzerine... Kendi kaleminden Neruda! "Politik mücadele, şiirin ayrılmaz bir parçasıdır. İnsanoğlunun kurtuluşu sık sık kanla, ama hep şarkılarla dalgalanır. Ve insanlık şarkısı, büyük şehitlik ve bağımsızlık çağımızda her geçen gün biraz daha zenginleşiyor." (Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak, Çev: N. Arman, de yay.1984 s. 144) Şiirinde ve yaşamında iz bırakan olaylar ve anılar İlk acı deneyim! Temuko'dayken öğrenci birliğinin yayın organı olan Claridad dergisine yazılar yazmıştım. Bu dergiyi okuldaki arkadaşlarıma da satardım. 1920 yılında Temuko'ya gelen haberler benim kuşağım için üzücüydü. Oligarşi'nin çocukları sayılan "Altın Gençlik", öğrenci birliği binasını basmış ve tahrip etmişti. Koloniler zamanından günümüze kadar daima zengin sınıfın yanında görünen yasalar da suçluları değil suçsuzları yakalamıştı. Bunlardan genç Şili edebiyatının büyük umutlarından Gomez Rojas, yediği dayaktan çıldırdı ve öldü. Küçük ülkemde bu cinayet, Federico Garcia Lorca'nın Granada'da öldürülüşü kadar büyük tepkiler yarattı. (Yaşadığımı İtiraf Ediyorum, Çev: A. Arpad, Alan yay.,3. Baskı, 1996, s.38) Yolumu seçtim! "Kısacası, kendime bir yol seçecektim. İşte bu yolu, İspanya'nın yaşadığı kötü günlerde seçtim ve hiçbir zaman da pişman olmadım." (age. s129) "Tellerinden şarkılar yerine, kanlar akan İspanya gitarlarına ilk kurşunlar atıldığında, benim şiirim bir hayalet gibi sokaklarda dolaşıyordu. Sonra yavaş yavaş içine kökler sokuldu. Ve damarlarında kan akmaya başladı. İşte o günden sonra herkesin yolu benim de yolum oldu. Yalnızlığın güneyinden kuzeyine göç ettiğimi görüyorum. Orada yaşıyor insanlar, benim alçak gönüllü şiirimi kendilerine kılıç yaparak, büyük ıstırapları arasında terini silecek mendil diye açacak, ya da ekmek savaşında silah olarak kullanacak" (age, s. 140) Ayakkabısız ve okulsuz yoksul halkın, işçilerin şairiyim! "Yıllar sonra benimle röportaj yapmış olan Curzio Malaparte, yazısında çok doğru olarak şunları yazmıştı: "Eğer ben de Şilili bir şair olsaydım, Pablo Neruda gibi yapardım. Bu ülkede şair bir karara varmalıdır. Ya Cadillac'lar ya da ayakkabısız okulsuz insanlar!" İşte ayakkabısız ve okulsuz bu insanlar beni 4 Mart 1945 yılında ülkenin senatörlüğüne seçti. Şili'nin en geri bölgeleri sayılan büyük bakır ve güherçile ocaklarının binlerce insanı bana oy vermiş olduğu için her zaman gurur duyarım. * Şiirim bana onlarla ilişki kurma yollarını açtı: şiirim, halkım ve onların güç yaşantıları arasında dolaşabiliyor ve onlar tarafından ölümsüz bir kardeş olarak kabul ediliyordu"(age. s161) * "Ben ıstırap çektim ve savaştım, ben sevdim ve şarkılar söyledim. Dünya bölünürken ben yendim ve yenildim, ekmeğin ve kanın tadına vardım. Başka ne arzular bir şair? Ağlamaktan öpmeye, yalnızlıktan kalabalığa kadar bütün duygular şiirimde kanat çırpmış, onun içinde yaşamıştır. Ben şiirim için yaşadım, şiirimle savaşlar verdim. Eğer kelebeğin konduğu çiçekteki tozlar kadar armağanlar kazanmışsam, içlerinde biri vardır ki, birçok şair beni kıskanacaktır. Estetiğin güç öğretileri ve yazılı sözlerin labirentinde yaptığım araştırmalardan sonra halkımın şairi olmuştum. Benim kazandığım en büyük ödül işte buydu. Mısralarımla dolu kitaplarım değil. Lota'nın kömüründen, yerin yedi kat dibindeki ocaklardan, toprağın içine giren dimdik galerilerden, sanki cehennemden geliyormuş gibi, yaptığı berbat işten suratı bitkin, tozdan gözleri kıpkırmızı bir adamın yeryüzüne çıkıp da, yarıkları ve nasırları ile kuru bozkır topraklarını andıran o elini uzatarak, sana: "Seni çoktandır tanıyorum ben, kardeş!" dediği ve gülümsediği anda en büyük armağanı almış gibi olursun. Benim şiirimin aldığı defne dalından taçtır bu. O acımasız bozkırlarda, topraktaki delikten çıkan işçinin sözleri. Rüzgarlar, geceler ve Şili'nin yıldızları bu insanlara şöyle seslenmektedir: Sizler yalnız değilsiniz, bir şair acılarınızı biliyor!"(age, s164-165) "Gerçekçi olmayan şair ölür. Fakat yalnız gerçekçi olan şair de ölür. Sadece akla aykırı yazan şair, kendisince ve sevgilisince anlaşılır ancak. Bu da oldukça umut kırıcı. Sadece akılcı olan şairi eşekler bile anlar. Ama bu da epey hüzün verici. Bu gibi karşılaştırmalar için resim tahtasında yazılı sayılar yok. Tanrının, ya da şeytanın hazırladığı aletler de yok. Her ikisi de çok önemli bu kişilikler, şiirde durmamacasına bir savaşa götürür sadece, meydan savaşını kimi zaman biri, kimi zaman öteki kazanır ama, şiirin kendisi yenilgiye düşmemelidir. Şairlik mesleğinin kötüye kullanıldığı da olur elbette. Öylesine çok yeni şair ve yeni yetişen bayan şair ortaya çıkıyor ki, yakında hepimiz şair olacağız ve okur da kalmayacak. Okur aramak için yakında keşif gemileriyle evreni bir baştan bir başa dolaşmak gerekecek. İnsanın en eski eğilimi şiirdir. Din törenleri ve duaları şiirden doğdu. Dinlerin çekirdeğinde de şiir vardır. Şair bunu doğanın belirtileriyle kendini bildi. İlk çağlarda bu Tanrı görevini korunmak için rahip dediler kendilerine. Günümüzün şiiri ise, şiirini haklı göstermek için, sokağın ve insan yığınlarının kendisine uzattığı belgeyi benimsiyor. Günümüz halkçı şairi din adamlarının en eskisidir. Eski zamanlarda karanlıklarla anlaşma yapardı. Günümüzde ise ışığın yerini göstermek zorunda." (age. 249, 250)
Gönderi tarihi: 7 Şubat , 2008 17 yıl Yazar Sadeliğin öğretisi: Alçak gönüllü fakat başeğmez! "Biz bugünün şairleri, seçmek zorundayız. Seçeceğimiz şey gül tarhlarında değil. Korkunç ve haksız savaşların, paranın gittikçe artan baskısını, ilerleyişini ve bütün haksızlıkları avucumun içinde gittikçe daha apaçık görüyorum. Koşullu ‘özgürlük’, seks konuları, zorbalık, aylık taksitlerde kolayca ödenebilecek sevinçler, eskimiş sistemin çekici tuzaklarıdır. Günümüzün şairleri bu çıkmazdan kurtulmak için bir yol aradı. Kimi şairlerimiz mistisizme, ya da sağduyu rüyasına sığındılar. Başkaları gençliğin o kendiliğinden ve yıkıcı gücüyle büyülendiler, onlarla yaşayan insanlar oldular. Günümüzün savaşçı dünyasında böyle bir denemenin hep önleyici ve korkunç acılara götüreceğini bilmeden. Ben partimde, başbuğluktan, maddi çıkarlardan çok uzaklarda kalabilmiş bir grup sıradan insan buldum. Ortaklaşa saygı duygusunun, yani, haktanırlık uğruna savaşan namuslu insanlar tanımış olmaktan pek mutluyum. Şili halkıyla, benim halkım için büyük zaferler kazanmış olan partimle bir çekişmem, bir sorunum olmadı hiçbir zaman. Daha ne söyleyebilirim? O arkadaşlarım kadar sıradan, onlar kadar dirençli ve alt edilmez olayım isterim sadece. Alçakgönüllü olmayı öğrenmenin sınırı yoktur. İnsan acılarını paylaşmamak için kuşkuculuğun arkasına gizlenmiş olan gurur duygusu bana bir şey öğretmiş değildir." (age.s. 298) Gericilerle, gericilikle savaşmaya hazırız! "Önce cehaleti silip yok etmeliyiz! Okuyamayan bir halk için yazmayı sürdürmek istemiyoruz. Durağan ve adileştirilmiş bir geçmişin rezilliğini ve utancını hissetmek istemiyoruz. Daha çok okul, daha çok eğitici, daha çok gazete, daha çok kitap, daha çok dergi, daha çok kültür istiyoruz. Uşaklar ve ukalalarla kuşatılmış bu efendiler rejimi ve yoksulluk devam edemez. Bunalımlar tepemizde; bu yaşam tarzının modası geçmiştir artık dünyada. Eskiyi korumak isteyen partiler olduğunu biliyoruz; onlara alaylı biçimde, muhafazakarlar, ya da aldatıcı biçimde liberaller deniyor. Ama biz geçmişle savaşmaya hazırız temsil etmeyi sürdürdüğümüz aydınlık geçmiş değil, hayır, biz geçmişin en güzel bölümünü koruyacağız, ama geçmişin yozlaştırıcı kalıntılarını yok edeceğiz, ve bunlar da, cehalet, geriye dönüş ve ilgisizliktir. Biz inanıyoruz, biz diye konuştuğum zaman bu, bir umudu destekleyen tüm güçler anlamına geliyor- Şili halkının yaratıcı gücüne büyük bir heyecanla inanıyoruz. Halkın zekasına, yeteneğine, doğruluğuna, cesaretine inanıyoruz. Şili halkı, hız vermemiz gereken bir çiçeklenme ve verimliliğin sınırsız alanını temsil ediyor. (Salvador Allende'nin başkanlık kampanyası için yazdığı yazılardan. Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak, s.126-127) Eserlerimiz yarım kalmayacak! Dökülen kan boşa gitmeyecek! "Anılarım için bu satırları çabuk çabuk yazıyorum. Büyük yol arkadaşım başkan Allende'nin ölümüyle sonuçlanan o çileden çıkarıcı olaylardan üç gün sonra öldürülmesinin nedenini gizlediler. Ölüsünü gizlice gömdüler. O ölümsüz ölünün mezarına kadar yalnızca dul eşine izin verdiler birlikte gitsinler diye. Saldırganların yazdığına göre ölü olarak bulunduğunda, kendi canına kıydığının apaçık belirtileri varmış! Fakat yabancı ülkelerde yazılanlar bambaşkaydı. Hava bombardımanından hemen sonra tanklar saldırıya geçmişti. Tek bir adama karşı savaşabilmek için korkularından pek çok tank kullandılar. Şili Cumhurbaşkanı Allende, onları çalışma odasında bekliyordu. Yüce yüreğinden başka kimse yoktu o anda. Dumanlar ve alevler her yanı sarmıştı. Saldırganlar böylesi bir olanaktan yararlanmalıydı. Saldırganların onu makineli tüfekle biçmesi gerekti. Zira o görevini bırakmamıştı!" (Yaşadığımı İtiraf Ediyorum, s.323) (Not: Ara başlıklar tarafımızdan konulmuştur...) -------------------------------------------------------------------------------- Şiir ve sanat üzerine konuşma ve yazılardan... En iyi şair günlük ekmeğimizi veren adamdır “Şair ‘Küçük Tanrı’ değildir. Hayır, "küçük tanrı" değildir. Farklı görev ve işler yapan insanlardan daha bir gizemli iş için seçilmemiştir. Sıkça söylediğim gibi, en iyi şair günlük ekmeğimizi veren adamdır: Tanrı olduğunu düşünmeyen mahalle fırıncısı. Görkemli ama alçak gönüllü görevini, hamuru yoğurma, fırına sürme, kızartma ve bize ulaştırma işini gerçek bir toplumsal bilinçle yerine getirir. Şair böyle basit bir bilinçle hareket edebilseydi, o basit bilinç ona görkemli bir sanat eserinin parçası olma fırsatını verecekti. Bu eser, bir toplumu kurmak, insanın koşullarını dönüştürmek, onun isteklerini -ekmek, gerçek, şarap, düşler- sağlamak olan basit ya da karmaşık yapıdır. Eğer şair sonsuz mücadelenin parçası olursa, eğer herbirimiz tüm insanların her gün paylaştığı çalışmaya kendi katkısını armağan eder ve şefkatini diğerleri için sunarsa, o zaman şair tüm insanlığın terinin, ekmeğinin, şarabının, düşünün bir parçası olacaktır. Alçakgönüllü partili bir ozanım Şairin görevlerini mantıki sonuçlarına ulaştırarak doğru ya da yanlış, bu karara vardım: Toplumda ve hayatta yükümlülüğüm alçak gönüllü bir partilininki olmalıdır. Bu kararı parlak başarısızlıklara, kimsesiz zaferlere, sersemletici yenilgilere tanık olduğum halde verdim. Kendimi Amerika'nın mücadeleleri içinde bir aktör bularak, anladım ki, insan olarak görevim; yeteneklerimi, birleşen halkların kabaran gücüne katmaktan, onlara maddi ve manevi olarak, tutku ve umutla katılmaktan başka bir şey değildir. Çünkü yalnızca o kabaran selden, yazarlar ve halklar için gerekli ilerlemeler doğabilir. Durumum sert ya da nazik itirazlara yol açtıysa, ya da açsa da, gerçek şu ki, geniş ve acımasız topraklarımızda eğer karanlığın çiçek açmasını istiyorsak, henüz okumayı öğrenmemiş hatta okumayı hiç öğrenmemiş, henüz yazamayan- ya da bize yazamayan, milyonlarca insanın bir onur ortamında yaşamasını istiyorsak ki bu olmadan, tam bir adam olmak mümkün değildir- bundan başka bir yolu kabul edemem. Halkların sefaletini miras aldık Yüzyıllardır bedbahtlıkla damgalanan halkların sefaletini miras aldık en cennetlik, en temiz halkların; taştan ve metalden harikulade kuleleri, göz kamaştıran, parlak hazineleri yaratan hakların; bugüne süregelen korkunç sömürgecilik çağında hayatları ansızın yıkılıp susturulan hakların Bize yol gösteren yıldızlarımız: Mücadele ve umut! Bize yol gösteren yıldızlarımız, mücadele ve umuttur. Ama tek başına mücadele ve umut diye bir şey yoktur. Her insanda, tüm geçmiş çağlarla, zamanımızın adaleti, yanlışlıkları, tutkuları, ivedilikleri, tarihin hızlı akışı birleşmiştir. Tüm insanlara ışık, adalet ve onur saçacak mükemmel şehri kazanacağız! Şiir boşuna yazılmış olmayacak! "Karanlık bir yerden, diğerlerinden sert bir ülkeden geliyorum. Şairerin en terkedilmişiydim ve şiirim yöreseldi, acılıydı ve yağmurlar içine işlemişti. Ama insana daima inadım. Umudu asla yitirmedim. Belki bunun için şiirim ve bayrağımla buradayım. Son olarak, iyi niyetli tüm insanlara, işçilere, şairlere, insanın geleceğinin Rimbaud'un deyişinde ifade bulduğunu söyleyeceğim: Yalnızca ateşli bir sabırla, tüm insanlara ışık, adalet ve onur saçacak mükemmel şehri kazanacağız. Böylece şiir boşuna yazılmış olmayacak! (1971'de Nobel Edebiyat Ödülü aldığında yaptığı konuşmadan bazı pasajlar. Ara başlıklar tarafımızdan konulmuştur. Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak, Çev: Nesrin Arman, de yay. s129-138) Halkın Şairleri* Güney Amerika hep bir çömlekçi diyarı olmuştur. Çamur testilerinden bir kıta. Bu şarkı söyleyen testiler hep halktan geldi. O yaptı onları, taşla ve elleriyle. O yaptı onları, gümüşle ve elleriyle. İnsanların ellerini şiirimde göstermeyi hep istedim. Hep parmak izlerinin yer aldığı bir şiiri yeğledim. Suyun şarkılar söyleyebildiği yerdeki güçlü toprağın şiiri. Herkesin yiyebileceği ekmeğin şiiri. Yalnızca halkın şiiri ellerin anısını koruyabilir. Şairler kendilerini laboratuvarlarına kapatırlarken, halk, çamuruyla toprağıyla, akarsuyuyla, maden cevheriyle, şarkılarını söylemeyi sürdürdü. Olağanüstü çiçekler, gözalıcı destanlar üretti, serüven öyküleri ve felaket masalları anlattı. Kahramanlarını kutladı, haklarını savundu, azizlerini taçlandırdı, ölülerine ağladı. Ve tüm bunları yalnızca elleriyle yaptı. Bu eller, hantaldı ama akıllıydı. Onlar körelmişti ama taşı kırdı. Onlar küçüktü ama denizden balık topladı. Onlar kararmıştı ama ışığı aradı. Bir şair doğal olarak yaratılan her şeyin sihrine sahiptir. Doğaya, yağmura, güneşe, kara ve rüzgara açık her şeyin izini taşır bu halkın şiiri. Elden ele geçirilmelidir şiir. Göklerde bayrak gibi dalgalanmalıdır şiir. Ağır darbeler yemiş, kusursuz yüzlerdeki Grek simetrisine sahip olamayan şiir. Onun mutlu, acılı yüzünde yara izleri vardır. Ben, bu halk şairlerine defneden bir çelenk sunmuyorum. Tüm şiiri canlandırması gereken ışığı ve gücü buna armağan edenler onlardır. Onların içinden geçerek dokunuyorum şiirin soyluluğuna, deriden, yeşil yapraklardan, sevinçten oluşmuş yüzeyine. Onlardır, halkın şairleridir, gösterişsiz şairler, bana ışığı gösteren. *6 Mart 1966'da Santiago'da yayınlanan La lira popular (halkın Şiiri) için önsöz (age s 87-88) Şiir isyandır!* Belki de şairin yükümlülükleri tarihin her döneminde aynıdır. Şiir sokaklara taşmak, çarpışma üstüne çarpışmada yerini almak için saygı gördü. İsyancı diye anıldığında, şairin gözü korkutulamadı. Evet, şiir isyandır. Şair yıkıcı diye çağrılsa bile alınmaz. Yaşam toplumsal yapılardan (yasalardan) daha önemlidir, ve ruh için yeni düzenlemeler vardır. Tohumlar her yana saçılır, tüm fikirler egzotiktir, her gün önemli değişiklikler bekleriz, insana özgü düzendeki bir değişimin heyecanını yaşıyoruz: bahar isyankardır. Biz şairler nefretten nefret ederiz ve savaşa karşı savaşırız. 1868'de Concepcion Üniversitesinde yaptığı konuşmadan (age. s. 99) Şiir insanlığın acılarına uzanan gizli bir köprüdür! "Şiir ölenin yanı başındaydı, ağrılarını keserek; zaferlerin öncüsüydü, yalnızlığa arkadaşlık etti, ateş gibi yandı, kar gibi serin ve aydınlıktı; elleri, parmakları ve yumrukları vardı; bahar gibi tomurcukları vardı; Granada kentine benzeyen gözleri vardı, hedefe atılan mermilerden daha hızlıydı; kalelerden daha sağlamdı. Köklerini insanoğlunun yüreğine daldırdı. Yeni yüzyılın başlangıcında şairlerin, şiiri duyuracak bir devrime öncülük etmeleri olası görünmüyor. Şiir yalnızca insanın ilerlemesinin ve insan soyunun gelişiminin, kitaplara ve kültürlere erişebilirliğin sonucu olarak yaygınlaşacaktır. Şiir insanın acılarına uzanan bir köprüdür. Şaire kulak verilmelidir. Bu tarihten alınan bir derstir. (1968-70 Age, s.111) Şiir şarkı ve berekettir! Şiir tarlaları sulayacak ve açlara ekmek verecektir. O, olgun başaklar boyunca dolanacaktır. Seyyahlar susuzluklarını onda gidereceklerdir. Ve o insanlar ne zaman çalışsalar ve ne zaman dinlenseler şarkısını söyleyecektir. Onları birleştirecek, halklar arasında akacaktır. O, yaşamın üremesini köklere taşıyarak vadiler açacaktır. Şiir, şarkı ve berekettir. (?) Verilen mücadeleye, söylenen şarkılara değer, yaşamış olmaya değer, çünkü onu sevdim.' Şiir her zaman için barışın bir parçası olmuştur. Şair, barıştan doğar. Tıpkı ekmeğin undan doğduğu gibi. Kundakçılar, savaşçılar ve kurtlar, onu yakmak, öldürmek ve parçalamak için şairi arar. Hüzünlü bir parkın ağaçları arasında bir bıçak ustası Puşkin'i yaralayarak ölümüne sebep olmuştu. Çılgın atlılar Petöfi'nin cesedini çiğneyerek geçmişti. İspanya'da faşistler, ülkedeki savaşlarına en ünlü şairlerini öldürerek başlamışlardı. Rafael Alberti, her şeye rağmen yaşamakta olan bir şairdir. Onun için binlerce ölüm planlanmıştı. Fakat kim öldürebilir ki şiiri! Şiir, kedi gibi yedi canlıdır. İşkence ederler, sokaklarda sürüklerler, üstüne tükürürler, alay ederler, etrafını dört duvarla çevirirler, sürgüne yollarlar, fakat o bütün bunları yaşar, sonunda tertemiz bir yüzle ve gülümseyerek yeniden ortaya çıkar. (Yaşadığımı İtiraf Ediyorum, Çev: A.Arpad, Alan yay., s129)
Gönderi tarihi: 7 Şubat , 2008 17 yıl Yazar Neruda'nın Türkçeye Çevrilen Kitapları...... 100 Aşk Sonesi; Pablo Neruda, Gendaş; Şiir; İstanbul Ocak 1998 20 Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı/Şiir Anıtları 3; Pablo Neruda; Şiir, Tercüme: Sait Maden, Çekirdek Yayınlar; İstanbul, Kasım 1996 Aşk Soneleri / Ateşten Kılıç; Pablo Neruda; Tercüme: Metin Cengiz Papirüs Yayınevi; Şiir; İstanbul Temmuz 1995 Gölge Bile Yalnız; Pablo Neruda; Tercüme: Erdal Alova İyi Şeyler Yayıncılık; Edebiyat, Şiir; 1.Hamur; İstanbul Mart 1994 Kaptanın Dizeleri ve Yürekteki İspanya; Pablo Neruda; Tercüme: Erdoğan Alkan Kaynak Yayınları; Edebiyat, Şiir; İstanbul Aralık 2000 Yürekte İspanya; Pablo Neruda, Çev: E.Gökçe; şiir, evresel yay. 2003 Kara Ada Şiirleri / Şiir Anıtları 7; Pablo Neruda; Tercüme: Sait Maden Çekirdek Yayınlar; Şiir ; İstanbul Haziran 1998 Kuruntular Kitabı; Pablo Neruda; Tercüme: Erdal Alova İmge Kitabevi Yayınları; Şiir; İstanbul Aralık 1999 Kuşlar Sanatı; Pablo Neruda; Tercüme: Erdal Alova Milliyet Yayınları; Şiir; İstanbul Eylül 1998 Kültürlerarası Şiir; Johann Wolfgang von Goethe, Octavio Paz, Pablo Neruda, Salah Abdussabur; Sunuş: İbrahim Serhat Canbolat; Türkçeleştiren: İbrahim Serhat Canbolat Alfa Bas.Yay.Dağ.; Şiir; İstanbul, 1997 Makasçı Uyansın; Pablo Neruda; Tercüme: Nice Damar Evrensel Basım Yayın; Edebiyat, Şiir; İstanbul Mayıs 1996 Saf Şiir Yoktur; Bertolt Brecht, Louis Aragon, Pablo Neruda, Paul Eluard, Vladimir Mayakovski Broy Yayınları; Edebiyat, Şiir (Yerli), Edebiyat Bilimi; İstanbul, Ocak 1994, 1. Baskı: Mart 1984, 3. Baskı Sorular Kitabı; Pablo Neruda; Tercüme: Acem Özler, Jörg Spötter, Şahap Eraslan Broy Yayınları; Edebiyat, Şiir; İstanbul 1992 Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak / -Yazı ve Konuşmalar-; Pablo Neruda; Tercüme: Nesrin Arman; Broy Yayınları; Şiir (Yerli), Genel, Anı-Günce-Mektup, İstanbul Mayıs 1997 Şiirler; Pablo Neruda; Tercüme: Hilmi Yavuz Cem Yayınevi; Şiir (Yerli), Edebiyat; İstanbul 1997 Yaşadığımı İtiraf Ediyorum; Pablo Neruda, Anı, günce, mektup; Çev; Ahmet Arpat, Alan yay. 1990 Yüreğim Rüzgarla Özgür; Pablo Neruda Adam Yayınları; Şiir; Yüz Aşk Şiiri; Pablo Neruda; Tercüme: Erdoğan Alkan Kaynak Yayınları; Şiir; İstanbul, 1998 1. Baskı Neruda üzerine kitaplar Pablo Neruda; Volodia Toitelboim; Çev:A. Karaçoban, inceleme; Kavram yay; ekim 1999
Gönderi tarihi: 16 Mayıs , 2008 17 yıl Yazar Sosyalizmin büyük şairi Pablo Neruda'nın anısına... Neruda ve Nazım........... Gerçek şiir hem isyandır, hem isyankar! Gerçek ozansa militan bir sanatçı! (S. Aras) Toplumsal duyarlılığın yetkin bir ifadesi olarak şiir! Aragon bir yerde "gerçek ozan doğuştan partilidir" der ve ozanların örgütlü toplumsal kimliğine vurgu yapar. Çağlar boyunca farklı biçimlerde ortaya çıkan muhalif devrimci kimliğin en önde gelen temsilcilerinin ozanlar olması, uç sayılabilecek bu tespite bir haklılık temeli kazandırıyor hiç kuşkusuz. Ama bu tanımlama yine de eksiktir. Tamamlanması için, şairin bu muhalif kimliğe kattıklarının yanısıra, şiirin kendine özgü dinamizminden de bahsetmek gerekir. Nedir şiirin dinamizmi? Şair, neden diğer sanatçılara göre halkın temsilciliğine daha yatkındır? Bir halkın türkülerini yapan ozanları, yasaları yapanlardan daha güçlü kılan şey nedir? Yeniliğe olan açıklılığı, baskılara karşı gösterdiği direniş ve bizzat ortaya çıktığı andan itibaren taşıdığı ve halen de taşımakta olduğu kolektif kimlikle şiir, devrimci bir dinamizmi bağrında taşımasıyla diğer edebi sanatlardan ve hatta sanatların tümünden farklı bir yerde durmaktadır. Kestirmeden söylersek; şiir hem isyandır, hem de isyankardır. Şiir devrimcidir, çünkü toplumsal duyarlığın sesidir o. Ozanın muhalif kimliğinin doğuştan gelmesinin temel nedenlerinden biri de budur. Roman nasıl burjuva çağın ve burjuva bireyin bir ürünüyse, şiir de başından itibaren kolektif bilincin, kolektif üretimin ve kolektif paylaşımın bir ürünü olageldi. Ola ki kör yalnızlıkları, aşk acılarını da dile getiriyor olsun! Şiir, şarkı ve dansla beraber, üretimle yanyana ve iç içe oldu, toplumsal sorunlardan, toplumsal dertlerden ve insanlığın gelecek kaygılardan hiç kopmadı. Kavganın nabzını en başta şair tuttu, çünkü o nabız en hissedilir biçimde şiirde atıyordu. Çünkü şiir hep kavganın içinde oldu, çoğunlukla kavganın bayraktarlığını yaptı. Şiir hep kavgalı oldu; bütün egemen despotik düzenlerle, gericiliğin bütün biçimleriyle. Şiir hep yeniliğin, ilerleyen ve gelişen hayatın yanında saf tuttu. Yüzü hep ileriye dönük oldu şiirin, ama geçmişten de hiç kopmadı. Ayak bağlarını temizleyerek yürüyüşünü sürdürürken, en değerli mirasın sadık bir taşıyıcısı ve savunucusu olageldi. Şiir kimliğini ve itibarını ezilenlerin safında buldu Hiçbir mekanın ve hiçbir çağın ve hiçbir despotun tutsağı olmadı şiir. Bu yüzden tüm peygamberler şiire ve şaire düşman oldu, krallar, padişahlar, diktatörler halk ozanlarını, şairleri zorbaca yöntemlerle susturmaya çalıştılar. Hatta ezilenleri susturmak için önce onlardan başladılar kıyımlara. Ama şiir hiç mi hiç geri adım atmadı, teslim olmadı, susmadı. Şairlerin direnişi, şiirin gücüne ve etkisine ölümsüz bir güç ve güzellik kattı. Şiir ölümsüzlüğünü ve güzelliğini aynı zamanda kolektif yapısına da borçludur. Yüzlerce yıl ağızdan ağıza taşındı, taşınmakla kalmayıp yeniden ve yeniden üretildi. Binlerce insan dokudu kumaşını şiirin. Taş duvarlara da kazındı, ceylan derilerine, kağıtlara ve mermerlere de. Zırhları delen mızrak ucu sertliğinde sözcüklerle de yazıldı, kalbe işleyen tüyden hafif aşk sözcükleriyle de. Kanla da yazıldı, tebeşirle ve mürekkeple de. Ama nereye ve neyle yazılırsa yazılsın, hep bilinçlere kazındı. Toplumsal yaşamın her alanına ve her mekanına: Mağaralara, evlere, tarlalara, fabrikalara, sokaklara, zindanlara sualsiz girdi şiir. Sınırlar aşmak için pasaporta ihtiyacı olmadı hiç. Hiçbir yasak, hiçbir yasa, hiçbir duvar onu engelleyemedi. Doğanın o eşşiz güzelliğine aşkla bağlı kaldı hep. Barışta da oldu, savaşta da. Yalnızlıklardan, acılardan, hüzünlerden, yıkımlardan da geçti yolu, şenlik ateşlerinden, aşklardan, düğünlerden, bayramlardan ve zaferlerden de. Her yerde varolmasını bildi, ama hiçbir yeri kendine yurt edinmedi. Egemenlerin, tüccarların kayıt defterinde hiç yeri olmadı, devlet katında, saraylarda değil ezilen, sömürülen emekçi halklardan itibar gördü. Şiir de ona en çok ihtiyacı olanların hizmetine sundu kendini. Şiir yaşama hep bağlı kaldı. Hep hayatın önünden koştu. Hep arayış içinde oldu. Arayış içindeki insanın sesi, soluğu oldu. Savaşan militanların onsuz edemediği silahlardan biri oldu şiir. Mataralarındaki su, omuzlarındaki silahla beraber, sırt çantalarında hep bir şiir kitabı bulundurdu gerillalar.
Gönderi tarihi: 16 Mayıs , 2008 17 yıl Yazar Şiir özgürleşmeye çağrıdır! Şiir dünyayı değiştirmenin bir aracıdır! Bu yüzdendir ki modern gelişmeler, ortaya çıkan yeni sanat dalları ve aradan geçen bin yıllar, insanın ve insanlığın şiire olan ihtiyacını, en çarpıcı ve yalın biçimde şiirde dile gelen arayışlarını ortadan kaldırmadı. Pek çok sanat dalı, kolayca paraya-kâra tahvil olma özelliklerinin de etkisiyle, sermayenin ve piyasanın sultası altında metalaşırken, şiir teslim olmadı. Şiir itirazını, reddiyesini ve kavgasını sürdürüyor: Kapitalizmin görsel şatafatına rağmen insanların algı, duygu ve düşüncelerindeki yoksullaşmaya-körelmeye karşı; muazzam ölçüde yaygınlaşan hızlı iletişim ve ulaşım olanaklarına rağmen, insanın itildiği yalnızlığa ve yabancılaşmaya karşı; artan olanaklara rağmen ve buna paralel olarak artan kitlesel cehalete karşı; bir avuç asalağın sebep olduğu yoksulluk ve sefalete karşı; kanlı kıyımlara, katliamlara, canice saldırılara, her türden haksız savaşa ve işgale karşı; doğanın ve insanlık değerlerinin insafsızca tahrip edilmesine karşı; insanın gerçeklikle olan ilişkisinin koparılmasına, sanal ortamlarda insanın böcekleştirilmesine karşı; her türlü köleliğe, her türden gericiliğe ve gerici ayrımcılığa karşı; insanların içinde debelendiği bataklığı, yozlaşmayı, çürümeyi, tatminsizliği, sapkınlıkları özgürlük olarak pazarlayan topyekun bu düzene karşı; şiir, şenlik ateşleri başında okunduğu günden bu yana insanlığa özgürleşme çağrısını yineliyor! Dayanışmaya, paylaşmaya, kardeşliğe, eşitliğe, insanca yaşamaya davet ediyor şiir. Bunları kazanmak için kavgaya, mücadeleye çağırıyor bizi. Bu kavgada şiir hep olacak! Devrimci sanat, kavgamızın bir mevzisidir Devrimci sanat ve devrimci şiir, ezilen ve sömürülenlerin kurtuluş mücadelesinde bir mevzidir. Devrimci ozanlar ise, ezilen ve sömürülenlerin öncü bir müfrezesi. Bu mevzide çarpışmış nice devrimci ozanın kattığı soluk, verdiği emek, yarattığı eserler ve ödediği bedellerle yükselttiği bayrak, yeni nesillerin elinde dalgalanmaya devam edecektir. Dünyanın dört bir yanında 100. doğum yılı kutlanmakta olan Şilili şair Pablo Neruda, bu ozanların önde gelen bir temsilcisidir. Her gerçek ozan gibi çağına tanıklık etmenin ötesinde, onu dönüştürme eyleminin içinde yeraldı Neruda. Yalnızca bize armağan ettiği ölümsüz şiirleriyle değil, yaşamıyla, kavgasıyla, özlemleri ve umutlarıyla 20. yüzyılın önde gelen bir simasıdır o. Söz ile eylem, yaşam ile sanat, sanatçı duyarlılığı ile gerçek hayat kavgası arasında insanal edimler ve toplumsal eylemlerle örülmüş bir serüvendir Neruda'nın hayatı ve şiirleri. Budur bizi onunla, onu çağıyla buluşturan. "Nasıl bir şiir? Saf olmayan bir şiir! Şöyle anlatıyor Neruda bu şiiri: Tere batmış, dumana gömülmüş, zambak ve *********** kokan, ticaretin ezmeye çalıştığı, yasaların içinde, yasaların ötesinde bir şiir; üstümüzdeki giysiler gibi sabun lekeleri taşıyan, gövdelerimiz gibi karışık bir şiir; utanç verici davranışlarımız gibi, gözlerimiz, bilgiçliğimiz gibi, kinimiz, aşkımız, antlarımız gibi, havyanlar gibi, kararlar, vergiler gibi karman çorman, saf olmayan bir şiir; üstünde buz izleri, diş izleri bulunan, terimizle, belki de alışkanlıklarımızla hafifçe ısırılmış, dokunmanın yüce isteğini taşıyan... Onun şiirini anlamak demek, geride bıraktığımız yüzyılın kanlı kıyımlarını ve direnişlerini; İspanya'yı, Alman faşizmine karşı direnişleri, Şili'yi, Küba'yı anlamak demektir. Halkların engin denizinde zorlu yolculuklara çıkan bir gemidir Neruda'nın şiiri. Bu denize yelken açılmadan anlaşılamaz onun şiiri. Aşağıda, bayrağı devralacak genç nesillere yol göstermesi bakımından yararlı olacağını düşündüğümüz bu büyük devrimci ozanın şiir, mücadele, şiirin ve şairin yeri ve bu dünyadaki rolü vb. konularda yazdığı yazılarından ve bazı makalelerinden bir derleme sunuyoruz. Neruda'yı ve Neruda gibi devrimci ozanları anlamak, bize bıraktıkları mirası en iyi biçimde değerlendirmek tüm devrimcilerin omuzlarındaki bir sorumluluktur. Ve bu sorumluluğun bir gereği de onları, eserlerini işçi ve emekçi kitlelere ulaştırmaktır. Bu vesileyle Neruda'yı bir kez daha saygıyla anıyoruz.
Gönderi tarihi: 16 Mayıs , 2008 17 yıl Yazar Mücadele, sanat, şiir, politika ve kendi hayatı üzerine... Kendi kaleminden Neruda! "Politik mücadele, şiirin ayrılmaz bir parçasıdır. İnsanoğlunun kurtuluşu sık sık kanla, ama hep şarkılarla dalgalanır. Ve insanlık şarkısı, büyük şehitlik ve bağımsızlık çağımızda her geçen gün biraz daha zenginleşiyor." (Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak, Çev: N. Arman, de yay.1984 s. 144) Şiirinde ve yaşamında iz bırakan olaylar ve anılar İlk acı deneyim! Temuko'dayken öğrenci birliğinin yayın organı olan Claridad dergisine yazılar yazmıştım. Bu dergiyi okuldaki arkadaşlarıma da satardım. 1920 yılında Temuko'ya gelen haberler benim kuşağım için üzücüydü. Oligarşi'nin çocukları sayılan "Altın Gençlik", öğrenci birliği binasını basmış ve tahrip etmişti. Koloniler zamanından günümüze kadar daima zengin sınıfın yanında görünen yasalar da suçluları değil suçsuzları yakalamıştı. Bunlardan genç Şili edebiyatının büyük umutlarından Gomez Rojas, yediği dayaktan çıldırdı ve öldü. Küçük ülkemde bu cinayet, Federico Garcia Lorca'nın Granada'da öldürülüşü kadar büyük tepkiler yarattı. (Yaşadığımı İtiraf Ediyorum, Çev: A. Arpad, Alan yay.,3. Baskı, 1996, s.38) Yolumu seçtim! "Kısacası, kendime bir yol seçecektim. İşte bu yolu, İspanya'nın yaşadığı kötü günlerde seçtim ve hiçbir zaman da pişman olmadım." (age. s129) "Tellerinden şarkılar yerine, kanlar akan İspanya gitarlarına ilk kurşunlar atıldığında, benim şiirim bir hayalet gibi sokaklarda dolaşıyordu. Sonra yavaş yavaş içine kökler sokuldu. Ve damarlarında kan akmaya başladı. İşte o günden sonra herkesin yolu benim de yolum oldu. Yalnızlığın güneyinden kuzeyine göç ettiğimi görüyorum. Orada yaşıyor insanlar, benim alçak gönüllü şiirimi kendilerine kılıç yaparak, büyük ıstırapları arasında terini silecek mendil diye açacak, ya da ekmek savaşında silah olarak kullanacak" (age, s. 140) Ayakkabısız ve okulsuz yoksul halkın, işçilerin şairiyim! "Yıllar sonra benimle röportaj yapmış olan Curzio Malaparte, yazısında çok doğru olarak şunları yazmıştı: "Eğer ben de Şilili bir şair olsaydım, Pablo Neruda gibi yapardım. Bu ülkede şair bir karara varmalıdır. Ya Cadillac'lar ya da ayakkabısız okulsuz insanlar!" İşte ayakkabısız ve okulsuz bu insanlar beni 4 Mart 1945 yılında ülkenin senatörlüğüne seçti. Şili'nin en geri bölgeleri sayılan büyük bakır ve güherçile ocaklarının binlerce insanı bana oy vermiş olduğu için her zaman gurur duyarım. * Şiirim bana onlarla ilişki kurma yollarını açtı: şiirim, halkım ve onların güç yaşantıları arasında dolaşabiliyor ve onlar tarafından ölümsüz bir kardeş olarak kabul ediliyordu"(age. s161) * "Ben ıstırap çektim ve savaştım, ben sevdim ve şarkılar söyledim. Dünya bölünürken ben yendim ve yenildim, ekmeğin ve kanın tadına vardım. Başka ne arzular bir şair? Ağlamaktan öpmeye, yalnızlıktan kalabalığa kadar bütün duygular şiirimde kanat çırpmış, onun içinde yaşamıştır. Ben şiirim için yaşadım, şiirimle savaşlar verdim. Eğer kelebeğin konduğu çiçekteki tozlar kadar armağanlar kazanmışsam, içlerinde biri vardır ki, birçok şair beni kıskanacaktır. Estetiğin güç öğretileri ve yazılı sözlerin labirentinde yaptığım araştırmalardan sonra halkımın şairi olmuştum. Benim kazandığım en büyük ödül işte buydu. Mısralarımla dolu kitaplarım değil. Lota'nın kömüründen, yerin yedi kat dibindeki ocaklardan, toprağın içine giren dimdik galerilerden, sanki cehennemden geliyormuş gibi, yaptığı berbat işten suratı bitkin, tozdan gözleri kıpkırmızı bir adamın yeryüzüne çıkıp da, yarıkları ve nasırları ile kuru bozkır topraklarını andıran o elini uzatarak, sana: "Seni çoktandır tanıyorum ben, kardeş!" dediği ve gülümsediği anda en büyük armağanı almış gibi olursun. Benim şiirimin aldığı defne dalından taçtır bu. O acımasız bozkırlarda, topraktaki delikten çıkan işçinin sözleri. Rüzgarlar, geceler ve Şili'nin yıldızları bu insanlara şöyle seslenmektedir: Sizler yalnız değilsiniz, bir şair acılarınızı biliyor!"(age, s164-165) Gerçekçi olmayan şair ölür. Fakat yalnız gerçekçi olan şair de ölür. Sadece akla aykırı yazan şair, kendisince ve sevgilisince anlaşılır ancak. Bu da oldukça umut kırıcı. Sadece akılcı olan şairi eşekler bile anlar. Ama bu da epey hüzün verici. Bu gibi karşılaştırmalar için resim tahtasında yazılı sayılar yok. Tanrının, ya da şeytanın hazırladığı aletler de yok. Her ikisi de çok önemli bu kişilikler, şiirde durmamacasına bir savaşa götürür sadece, meydan savaşını kimi zaman biri, kimi zaman öteki kazanır ama, şiirin kendisi yenilgiye düşmemelidir. Şairlik mesleğinin kötüye kullanıldığı da olur elbette. Öylesine çok yeni şair ve yeni yetişen bayan şair ortaya çıkıyor ki, yakında hepimiz şair olacağız ve okur da kalmayacak. Okur aramak için yakında keşif gemileriyle evreni bir baştan bir başa dolaşmak gerekecek. İnsanın en eski eğilimi şiirdir. Din törenleri ve duaları şiirden doğdu. Dinlerin çekirdeğinde de şiir vardır. Şair bunu doğanın belirtileriyle kendini bildi. İlk çağlarda bu Tanrı görevini korunmak için rahip dediler kendilerine. Günümüzün şiiri ise, şiirini haklı göstermek için, sokağın ve insan yığınlarının kendisine uzattığı belgeyi benimsiyor. Günümüz halkçı şairi din adamlarının en eskisidir. Eski zamanlarda karanlıklarla anlaşma yapardı. Günümüzde ise ışığın yerini göstermek zorunda." (age. 249, 250)
Gönderi tarihi: 16 Mayıs , 2008 17 yıl Yazar Sadeliğin öğretisi: Alçak gönüllü fakat başeğmez! "Biz bugünün şairleri, seçmek zorundayız. Seçeceğimiz şey gül tarhlarında değil. Korkunç ve haksız savaşların, paranın gittikçe artan baskısını, ilerleyişini ve bütün haksızlıkları avucumun içinde gittikçe daha apaçık görüyorum. Koşullu ‘özgürlük’, seks konuları, zorbalık, aylık taksitlerde kolayca ödenebilecek sevinçler, eskimiş sistemin çekici tuzaklarıdır. Günümüzün şairleri bu çıkmazdan kurtulmak için bir yol aradı. Kimi şairlerimiz mistisizme, ya da sağduyu rüyasına sığındılar. Başkaları gençliğin o kendiliğinden ve yıkıcı gücüyle büyülendiler, onlarla yaşayan insanlar oldular. Günümüzün savaşçı dünyasında böyle bir denemenin hep önleyici ve korkunç acılara götüreceğini bilmeden. Ben partimde, başbuğluktan, maddi çıkarlardan çok uzaklarda kalabilmiş bir grup sıradan insan buldum. Ortaklaşa saygı duygusunun, yani, haktanırlık uğruna savaşan namuslu insanlar tanımış olmaktan pek mutluyum. Şili halkıyla, benim halkım için büyük zaferler kazanmış olan partimle bir çekişmem, bir sorunum olmadı hiçbir zaman. Daha ne söyleyebilirim? O arkadaşlarım kadar sıradan, onlar kadar dirençli ve alt edilmez olayım isterim sadece. Alçakgönüllü olmayı öğrenmenin sınırı yoktur. İnsan acılarını paylaşmamak için kuşkuculuğun arkasına gizlenmiş olan gurur duygusu bana bir şey öğretmiş değildir." (age.s. 298) Gericilerle, gericilikle savaşmaya hazırız! "Önce cehaleti silip yok etmeliyiz! Okuyamayan bir halk için yazmayı sürdürmek istemiyoruz. Durağan ve adileştirilmiş bir geçmişin rezilliğini ve utancını hissetmek istemiyoruz. Daha çok okul, daha çok eğitici, daha çok gazete, daha çok kitap, daha çok dergi, daha çok kültür istiyoruz. Uşaklar ve ukalalarla kuşatılmış bu efendiler rejimi ve yoksulluk devam edemez. Bunalımlar tepemizde; bu yaşam tarzının modası geçmiştir artık dünyada. Eskiyi korumak isteyen partiler olduğunu biliyoruz; onlara alaylı biçimde, muhafazakarlar, ya da aldatıcı biçimde liberaller deniyor. Ama biz geçmişle savaşmaya hazırız temsil etmeyi sürdürdüğümüz aydınlık geçmiş değil, hayır, biz geçmişin en güzel bölümünü koruyacağız, ama geçmişin yozlaştırıcı kalıntılarını yok edeceğiz, ve bunlar da, cehalet, geriye dönüş ve ilgisizliktir. Biz inanıyoruz, biz diye konuştuğum zaman bu, bir umudu destekleyen tüm güçler anlamına geliyor- Şili halkının yaratıcı gücüne büyük bir heyecanla inanıyoruz. Halkın zekasına, yeteneğine, doğruluğuna, cesaretine inanıyoruz. Şili halkı, hız vermemiz gereken bir çiçeklenme ve verimliliğin sınırsız alanını temsil ediyor. (Salvador Allende'nin başkanlık kampanyası için yazdığı yazılardan... Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak, s.126-127) Eserlerimiz yarım kalmayacak! Dökülen kan boşa gitmeyecek! "Anılarım için bu satırları çabuk çabuk yazıyorum. Büyük yol arkadaşım başkan Allende'nin ölümüyle sonuçlanan o çileden çıkarıcı olaylardan üç gün sonra öldürülmesinin nedenini gizlediler. Ölüsünü gizlice gömdüler. O ölümsüz ölünün mezarına kadar yalnızca dul eşine izin verdiler birlikte gitsinler diye. Saldırganların yazdığına göre ölü olarak bulunduğunda, kendi canına kıydığının apaçık belirtileri varmış! Fakat yabancı ülkelerde yazılanlar bambaşkaydı. Hava bombardımanından hemen sonra tanklar saldırıya geçmişti. Tek bir adama karşı savaşabilmek için korkularından pek çok tank kullandılar. Şili Cumhurbaşkanı Allende, onları çalışma odasında bekliyordu. Yüce yüreğinden başka kimse yoktu o anda. Dumanlar ve alevler her yanı sarmıştı. Saldırganlar böylesi bir olanaktan yararlanmalıydı. Saldırganların onu makineli tüfekle biçmesi gerekti. Zira o görevini bırakmamıştı!" (Yaşadığımı İtiraf Ediyorum, s.323)
Gönderi tarihi: 16 Mayıs , 2008 17 yıl Yazar Şiir ve sanat üzerine konuşma ve yazılardan... En iyi şair günlük ekmeğimizi veren adamdır...... “Şair ‘Küçük Tanrı’ değildir. Hayır, "küçük tanrı" değildir. Farklı görev ve işler yapan insanlardan daha bir gizemli iş için seçilmemiştir. Sıkça söylediğim gibi, en iyi şair günlük ekmeğimizi veren adamdır: Tanrı olduğunu düşünmeyen mahalle fırıncısı. Görkemli ama alçak gönüllü görevini, hamuru yoğurma, fırına sürme, kızartma ve bize ulaştırma işini gerçek bir toplumsal bilinçle yerine getirir. Şair böyle basit bir bilinçle hareket edebilseydi, o basit bilinç ona görkemli bir sanat eserinin parçası olma fırsatını verecekti. Bu eser, bir toplumu kurmak, insanın koşullarını dönüştürmek, onun isteklerini -ekmek, gerçek, şarap, düşler- sağlamak olan basit ya da karmaşık yapıdır. Eğer şair sonsuz mücadelenin parçası olursa, eğer herbirimiz tüm insanların her gün paylaştığı çalışmaya kendi katkısını armağan eder ve şefkatini diğerleri için sunarsa, o zaman şair tüm insanlığın terinin, ekmeğinin, şarabının, düşünün bir parçası olacaktır. Alçakgönüllü partili bir ozanım Şairin görevlerini mantıki sonuçlarına ulaştırarak doğru ya da yanlış, bu karara vardım: Toplumda ve hayatta yükümlülüğüm alçak gönüllü bir partilininki olmalıdır. Bu kararı parlak başarısızlıklara, kimsesiz zaferlere, sersemletici yenilgilere tanık olduğum halde verdim. Kendimi Amerika'nın mücadeleleri içinde bir aktör bularak, anladım ki, insan olarak görevim; yeteneklerimi, birleşen halkların kabaran gücüne katmaktan, onlara maddi ve manevi olarak, tutku ve umutla katılmaktan başka bir şey değildir. Çünkü yalnızca o kabaran selden, yazarlar ve halklar için gerekli ilerlemeler doğabilir. Durumum sert ya da nazik itirazlara yol açtıysa, ya da açsa da, gerçek şu ki, geniş ve acımasız topraklarımızda eğer karanlığın çiçek açmasını istiyorsak, henüz okumayı öğrenmemiş hatta okumayı hiç öğrenmemiş, henüz yazamayan- ya da bize yazamayan, milyonlarca insanın bir onur ortamında yaşamasını istiyorsak ki bu olmadan, tam bir adam olmak mümkün değildir- bundan başka bir yolu kabul edemem. Halkların sefaletini miras aldık Yüzyıllardır bedbahtlıkla damgalanan halkların sefaletini miras aldık en cennetlik, en temiz halkların; taştan ve metalden harikulade kuleleri, göz kamaştıran, parlak hazineleri yaratan hakların; bugüne süregelen korkunç sömürgecilik çağında hayatları ansızın yıkılıp susturulan hakların Bize yol gösteren yıldızlarımız: Mücadele ve umut! Bize yol gösteren yıldızlarımız, mücadele ve umuttur. Ama tek başına mücadele ve umut diye bir şey yoktur. Her insanda, tüm geçmiş çağlarla, zamanımızın adaleti, yanlışlıkları, tutkuları, ivedilikleri, tarihin hızlı akışı birleşmiştir. Tüm insanlara ışık, adalet ve onur saçacak mükemmel şehri kazanacağız! Şiir boşuna yazılmış olmayacak! "Karanlık bir yerden, diğerlerinden sert bir ülkeden geliyorum. Şairerin en terkedilmişiydim ve şiirim yöreseldi, acılıydı ve yağmurlar içine işlemişti. Ama insana daima inadım. Umudu asla yitirmedim. Belki bunun için şiirim ve bayrağımla buradayım. Son olarak, iyi niyetli tüm insanlara, işçilere, şairlere, insanın geleceğinin Rimbaud'un deyişinde ifade bulduğunu söyleyeceğim: Yalnızca ateşli bir sabırla, tüm insanlara ışık, adalet ve onur saçacak mükemmel şehri kazanacağız. Böylece şiir boşuna yazılmış olmayacak! (1971'de Nobel Edebiyat Ödülü aldığında yaptığı konuşmadan bazı pasajlar. Ara başlıklar tarafımızdan konulmuştur. Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak, Çev: Nesrin Arman, de yay. s129-138) Halkın Şairleri* Güney Amerika hep bir çömlekçi diyarı olmuştur. Çamur testilerinden bir kıta. Bu şarkı söyleyen testiler hep halktan geldi. O yaptı onları, taşla ve elleriyle. O yaptı onları, gümüşle ve elleriyle. İnsanların ellerini şiirimde göstermeyi hep istedim. Hep parmak izlerinin yer aldığı bir şiiri yeğledim. Suyun şarkılar söyleyebildiği yerdeki güçlü toprağın şiiri. Herkesin yiyebileceği ekmeğin şiiri. Yalnızca halkın şiiri ellerin anısını koruyabilir. Şairler kendilerini laboratuvarlarına kapatırlarken, halk, çamuruyla toprağıyla, akarsuyuyla, maden cevheriyle, şarkılarını söylemeyi sürdürdü. Olağanüstü çiçekler, gözalıcı destanlar üretti, serüven öyküleri ve felaket masalları anlattı. Kahramanlarını kutladı, haklarını savundu, azizlerini taçlandırdı, ölülerine ağladı. Ve tüm bunları yalnızca elleriyle yaptı. Bu eller, hantaldı ama akıllıydı. Onlar körelmişti ama taşı kırdı. Onlar küçüktü ama denizden balık topladı. Onlar kararmıştı ama ışığı aradı. Bir şair doğal olarak yaratılan her şeyin sihrine sahiptir. Doğaya, yağmura, güneşe, kara ve rüzgara açık her şeyin izini taşır bu halkın şiiri. Elden ele geçirilmelidir şiir. Göklerde bayrak gibi dalgalanmalıdır şiir. Ağır darbeler yemiş, kusursuz yüzlerdeki Grek simetrisine sahip olamayan şiir. Onun mutlu, acılı yüzünde yara izleri vardır. Ben, bu halk şairlerine defneden bir çelenk sunmuyorum. Tüm şiiri canlandırması gereken ışığı ve gücü buna armağan edenler onlardır. Onların içinden geçerek dokunuyorum şiirin soyluluğuna, deriden, yeşil yapraklardan, sevinçten oluşmuş yüzeyine. Onlardır, halkın şairleridir, gösterişsiz şairler, bana ışığı gösteren. *6 Mart 1966'da Santiago'da yayınlanan La lira popular (Halkın Şiiri) için önsöz (age s 87-88) Şiir isyandır!* Belki de şairin yükümlülükleri tarihin her döneminde aynıdır. Şiir sokaklara taşmak, çarpışma üstüne çarpışmada yerini almak için saygı gördü. İsyancı diye anıldığında, şairin gözü korkutulamadı. Evet, şiir isyandır. Şair yıkıcı diye çağrılsa bile alınmaz. Yaşam toplumsal yapılardan (yasalardan) daha önemlidir, ve ruh için yeni düzenlemeler vardır. Tohumlar her yana saçılır, tüm fikirler egzotiktir, her gün önemli değişiklikler bekleriz, insana özgü düzendeki bir değişimin heyecanını yaşıyoruz: bahar isyankardır. Biz şairler nefretten nefret ederiz ve savaşa karşı savaşırız. *1868'de Concepcion Üniversitesinde yaptığı konuşmadan... (age. s. 99) Şiir insanlığın acılarına uzanan gizli bir köprüdür! "Şiir ölenin yanı başındaydı, ağrılarını keserek; zaferlerin öncüsüydü, yalnızlığa arkadaşlık etti, ateş gibi yandı, kar gibi serin ve aydınlıktı; elleri, parmakları ve yumrukları vardı; bahar gibi tomurcukları vardı; Granada kentine benzeyen gözleri vardı, hedefe atılan mermilerden daha hızlıydı; kalelerden daha sağlamdı. Köklerini insanoğlunun yüreğine daldırdı. Yeni yüzyılın başlangıcında şairlerin, şiiri duyuracak bir devrime öncülük etmeleri olası görünmüyor. Şiir yalnızca insanın ilerlemesinin ve insan soyunun gelişiminin, kitaplara ve kültürlere erişebilirliğin sonucu olarak yaygınlaşacaktır. Şiir insanın acılarına uzanan bir köprüdür. Şaire kulak verilmelidir. Bu tarihten alınan bir derstir. (1968-70 Age, s.111) Şiir şarkı ve berekettir! Şiir tarlaları sulayacak ve açlara ekmek verecektir. O, olgun başaklar boyunca dolanacaktır. Seyyahlar susuzluklarını onda gidereceklerdir. Ve o insanlar ne zaman çalışsalar ve ne zaman dinlenseler şarkısını söyleyecektir. Onları birleştirecek, halklar arasında akacaktır. O, yaşamın üremesini köklere taşı*********** vadiler açacaktır. Şiir, şarkı ve berekettir. (...) Verilen mücadeleye, söylenen şarkılara değer, yaşamış olmaya değer, çünkü onu sevdim.' Şiir her zaman için barışın bir parçası olmuştur. Şair, barıştan doğar. Tıpkı ekmeğin undan doğduğu gibi. Kundakçılar, savaşçılar ve kurtlar, onu yakmak, öldürmek ve parçalamak için şairi arar. Hüzünlü bir parkın ağaçları arasında bir bıçak ustası Puşkin'i yaralayarak ölümüne sebep olmuştu. Çılgın atlılar Petöfi'nin cesedini çiğneyerek geçmişti. İspanya'da faşistler, ülkedeki savaşlarına en ünlü şairlerini öldürerek başlamışlardı. Rafael Alberti, her şeye rağmen yaşamakta olan bir şairdir. Onun için binlerce ölüm planlanmıştı. Fakat kim öldürebilir ki şiiri! Şiir, kedi gibi yedi canlıdır. İşkence ederler, sokaklarda sürüklerler, üstüne tükürürler, alay ederler, etrafını dört duvarla çevirirler, sürgüne yollarlar, fakat o bütün bunları yaşar, sonunda tertemiz bir yüzle ve gülümseyerek yeniden ortaya çıkar. (Yaşadığımı İtiraf Ediyorum, Çev: A.Arpad, Alan yay., s129)
Gönderi tarihi: 16 Mayıs , 2008 17 yıl Yazar Neruda: Kavganın militan ozanı! Pablo Neruda, toplumsal ve siyasal şiirleriyle Latin Amerika’nın şiirsel sesi oldu. Neftali Ricardo Reyes Basoalto adıyla 12 Temmuz 1904’de Güney Şili’de doğdu. Babası lokomotifçi, doğumundan hemen sonra ölen annesi ise öğretmendi. Neruda henüz 15 yaşındayken yerel bir gazetede görev aldı. Çekoslovakyalı şair Jan Neruda’ya olan hayranlığından dolayı Pablo Neruda takma adını aldı. 20 yaşında ilk şiirleriyle bir yarışmaya katıldı. Daha sonra gazeteci olarak çalışmaya başladı. Neruda’nın ilk şiir derlemesi 1923’de çıktı. Bir yıl sonra yayınlanan Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı Latin Amerika’nın en çok satış yapan şiir kitabı oldu. Neruda 6 yıl boyunca Güneydoğu Asya’da konsolosluk yaptı. Bu bölgedeki toplumsal sorunlar yüzünden ömrünü “en çok acı veren dönemi” olarak nitelendirdiği bu süreçte Yeryüzünde Konaklama adlı iki ciltlik yapıtını verdi. Neruda, katı mısra ve şiir biçimlerine yer vermeyip, her şiiri kendine özgü bir ritimle yazmıştı. 1934’de İspanya’ya giden Neruda, burada sembolizm, sürrealizm ve fütürizmin etkisinde kalan 1927 Nesli adlı şiir topluluğuna katıldı. Şili Konsolosluğu görevi için Arjantin’de bulunduğu dönem devrimci şair Federico Garcia Lorca’yı tanıdı ve ondan etkilendi. “Şiirimi değiştiren bu İspanya İç Savaşı, benim için bir şairin ölümü ile başlar ” der Pablo Neruda ve Lorca için şu dizeleri yazar. “Lorca’da İspanya’nın bir çağını yaşamak mümkündü. Halkçı gelişme çağını. Gelip geçmiş o İspanya’yı aydınlatan biri.” Neruda 1949’da Şili Komünist Partisi’ne girerek senatör oldu. Başkan Gonzalez Videla’yı eleştirmesi üzerine hükümet tarafından devlet düşmanlığıyla suçlandı ve tutuklama emriyle arandı. Arjantin’e kaçmayı başardı. Daha sonra Sovyetler Birliği’nde ve Çin’de yaşamını sürdürdü. Şiirlerinde, Latin Amerika’yı tarihiyle, doğasıyla ve politik–sosyal durumuyla ele alarak yansıtmaya çalıştı. 1969 yılında Komünist Parti tarafından başkan adayı gösterilen Neruda, Salvador Allende’nin ulusal cephesine katılmak üzere 1970’te adaylığını geri aldı. Arkasından Allende tarafından Fransa’ya Büyükelçi olarak atandı. Bir yıl sonra Neruda’ya Nobel Edebiyat Ödülü verildi. Kansere yakalanan Neruda, Allende’ye karşı düzenlenen askeri darbeden birkaç gün sonra, 24 Eylül 1973’de, 69 yaşında hayata gözlerini kapadı. Anıları Yaşadığımı İtiraf Ediyorum adı altında ölümünden sonra yayınlandı.
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.