Gönderi tarihi: 29 Ocak , 2008 17 yıl İslam dediğimiz zaman ne anlıyoruz? İşte burada çok ciddi bir problemler harmanı çıkıyor karşımıza. İslam dediğimiz zaman şu anda karşımıza çıkan bir ‘ılımlı İslam’ var, bir de ‘muhafazakâr demokrasi’ var. Bu ‘muhafazakâr demokrasi’ tamlamasındaki demokrasi de aslında ‘hurafe İslamı’ anlamında ama orada bir siyasi hareketin ismi gibi algılandığı için İslam denemiyor. Çünkü, anayasal sistem buna aykırı. İzin vermiyor. O yüzden demokrasi denmiş ama orada muhafazakar İslam anlaşılmalı, çünkü kastedilen bir siyasal İslam anlayışının adıdır. Bir yığın sahte İslam üretildi. İslam, tüp bebek üretimine tabii tutuldu. Yani iki ayda, üç ayda bir yeni bir isim bulundu İslam'a. Zaten, demirperde döneminde de birtakım isimler bulunmuştu. İşte, "sosyalist İslam", "İslam sosyalizmi", "Arap İslamı" gibi. Türkçeleştirilmiş şekilleriyle veriyorum. Sonra bu uzadı gitti. "Türk İslamı", "Avrupa İslamı", "Orta Asya İslamı", "Amerikan İslamı" veya “yeşil Kuşak İslamı” ... Şimdi "ılımlı İslam", "muhafazakâr İslam". Başka neler çıkar, belki onu da yakın bir zamanda göreceğiz. İslam, bunların hiçbiri değil. İslam, İslamdır. Bu şekliyle ya benimsersiniz, ya benimsemezsiniz. Sadece İslam dediğimizde, birtakım sıkıntılar çıkıyor ortaya. "Radikal İslam" var, "köktendinci İslam" var var. Bunlar ne olacak? Dendi ki: Öyle bir İslam bulalım ki, bu son saydıklarımızın yarattıkları karanlık imaja ters olsun. Bunun yarattığı rahatsızlığa bulaşmasın. Bundan uzak ve azade olsun. Tabii İslamı, bizatihi İslamı bilmeyenler için, bütün bunlar birer mazerettir. Yani adam, "Ben İslama saygılı olmak istiyorum ama Taliban İslamına ne kadar saygılı olabilirim? Emevi İslamı mesela, bin küsür yıllık tarihi olan bir İslam türüdür. Şimdi tüm bunlar olurken, bir de tarihsel bir realite olarak, Kuran'ın getirildiği ve Hz. Muhammed'in gösterdiği bir İslam var. Son terör olaylarından sonra, Selefi İslam çıktı gündeme. Selefi ne demek? En eski, orijinindeki İslam gibi bir manada algılanır bu. Bu bir kere bilimsel olarak yanlış. "Selefi İslam" tabiri niye bu kadar öne çıktı? Çünkü, Bin Ladin'in bir selefidir. Mezhepler biliyorsunuz iki kategoride müteale ediliyor. Ameli mezhepler var. Bunlar günlük hayatta ibadetlerin nasıl icrâ edileceğini gösteren mezheplerdir. Akide mezhepleri var. Bunlar daha çok İslam dininin felsefi omurgasıyla ilgilenen mezheplerdir. Neden-niçin, ahlak-etik meselesiyle uğraşırlar. İnsan nereden geldi, nereye gidiyor, nasıl yaşamalı. Yani klasik felsefedeki temel soruların cevaplandığı bir alandır. Ayrıca, peygamberlik kurumuyla, ahiret meselesiyle, imanın yapısı ve İslam manifestosu içinde diğer kavramlarla ilişkileri işler. Bin Ladin amelde Hanbeli, akidede selefi. Bunun bu yanıyla hiçbir siyasi anlamı yok. Selefi mezhebi dediğimiz zaman, bunun hiçbir siyasal tarafı yok. Bu tıpkı, Matüridilik, Eş’arilik gibi bir akide mezhebidir. Orayla bağlı olduğu için "İslami terör" dedikleri şeyin bir mezhebini bulmak ihtiyacı zuhur etti. Dediler ki, "Terörü yapan filansa, Müslümansa, o zaman bu bir İslami terör. Onun İslam içinde akide mezhebi Selefilikse, terör de Selefi mezhebine mal edilsin. Böyle şey olur mu? Peki Taliban ne olacak? Taliban akidede Selefi bir mezhep değil. Taliban akidede Matüridi, amelde Hanefi. Saf, katıksız hanefi. Yeni bir yorum da yok. Taliban tam hanefidir. Şimdi Talibanı eleştirdiğiniz zaman Hanefiliği mi eleştirmiş olursunuz? Burada içi çe onlarca denklem var. Bu konu, korkunç paradoksları olan bir denklemdir. Bizim bu meseleyi kendi yapısı içinde ele almamız lazım. Biz bunları klasik tasnifteki mezheplerden hareketle,yerleştirmeye kalkarsak, korkunç yanlışlar yaparız. Bin Ladin'in yaptığı hareketle, Selefiliği mahkum ediyorsunuz. Hiç alakası yok. Peki, İstanbul'da terör yapanları ne yapacaksınız? Onlar selefi değil. Bu yaklaşım, çıkar bir yol değil ama şu çıkar bir yoldur. Nedir o? Ben böyle bir yazı yazdım. Başlığı, "Selefi değil Emevi". Eğer İslam içindeki şiddet hareketlerine tarih içinde bir zemin aramak ve oradan hareketle açıklamalı reçeteler üretmek istiyorsanız, mezhepleri hedefe koymakla bir yere gitmeniz mümkün değil. Kaosu iyice büyütürsünüz. O zaman şunu yaparsınız: Gerçek İslam-Emevi İslamı ayrımı yaparsınız. Hepsinin üstünde bir ayırımdır bu. "Emevi İslamı" dediğiniz zaman iş yerine oturur. Neden oturur? Tarihi bir gerçektir ki, İslam dinini siyasal bir ideolojiye dönüştüren ilk hareket Emevilerin hareketidir. Bir siyasi harekettir. Bugün biz bir siyasal dincilikten söz ediyor, siyaset dinciliği, saltanat dinciliği veya çok daha hafif şekliyle siyasal İslam diye bir tabirden bahsediyorsak, bunun prototipi Emevi'dir. Bunu İslam'a sokan Emevidir. Çünkü Kuran'ı yakından inceleyenler bilir ki, dini ideolojileştirmeden, siyasallaştıramazsınız. O yüzden, şuna dikkat çekmek isterim. Son kitabım "Batı sömürgeciliği ve İslam Dünyası" adını taşıyor. Orada bunları çok ayrıntılı inceledim. Batı, müslümanlara, tabirimi mazur görün, kazık atmak istediğinde, ilk yaptığı budur: İslam’ı ideolojileştirmek. Hiçbir dini ideolojileştirilmeden, siyasete bulaştıramazsınız. Çünkü din, yapısı itibariyle evrenseldir ve yapısı itibariyle bütüncüldür ve tamamına yakını da sevgiye dayalıdır. Bağışlayıcıdır, kucaklayıcıdır, merhamete yer verir, sevgiye yer verir. Çünkü yaratıcı ve yaratılan vardır. Yaratıcıya şiddet izaf etmeniz mümkün değil. Hiçbir din bunu yapmaz. Yani teorik olarak, hiçbir dinin şiddete, kaosa yer vermesi mümkün değil. İslam'ın burada şöyle bir farkı vardır. İslam, savaşa, şartları doğmuşsa onay verir. Savaşa onay vermek, şiddete onay vermek değildir. Savaşa onay vermek, bir hayati realiteyi kabul etmek ve ikiyüzlülüğe karşı çıkmaktır. Savaşa onay vermeyen ve sadece sevgiden bahseden bir dini düşünün. Örneğin Hıristiyanlığı... Bir de insanlığın tarihine bakalım. En yoğun kanların akıtıldığı savaşlar nerede olmuştur ve arkasında kimler vardır? Kilise ve onun ha bire sevgiden söz eden babaları... Kur’an bu ikiyüzlülüğe asla izin vermiyor. Eğer savaş, insan onurunu, insan haklarını ve insanlık değerlerini savunmanın tek aracı haline gelmişse bu savaş meşrudur ve onurdur. Yani Kur’an'ın ve İslam'ın tek farkı budur. Bu şiddete onay vermek değildir. Batı bunu sürekli kullanmaktadır. Bu temelden yanlıştır, haksızlıktır ve hakikaten bir insanlık suçu olarak karşımızda bulunuyor. İslam'ın ideolojileştirilmesinde öncülük eden Emeviler, işe Hz. Peygamber’in ailesini katlederek başladılar. Siyasal İslam’ın kökleri orada. İdeolojileştirilmiş dinin kökleri orada. Kendi peygamberinin ailesini yok ederek işe başlayan bir harekettir bu. Ve din siyasete bulaştırıldığında, nelerle karşılaşmamız muhtemeldirin cevabı burada. Bir tek Harra olayında peygamberin neslinden dokuzbin küsur insan öldürülmüş, bin küsur kız çocuğunun ırzına geçilmiştir. Eğer buradan hareketle birtakım çıkış noktaları tesbit edilmek isteniyorsa, buradan ders almak isteniyorsa, bu, terörü mezheplere mal etmekle olmaz. Emevi'nin dini ideolojileştirdiği zaman, hiçbir mezhep yok İslam'ın içerisinde. Ondan 100-150 yıl sonra mezhep oluşmaya başlamış. Yani mezhepler yüz küsur yıllarında oluşmuş, isimler edinilmiştir. Peki, Emevi'nin İslamı ideolojileştirmesi ne zaman? Peygamber’in hemen ölümünden sonra. Kısacası, İslam'a şiddetin bulaşması mezhepler zamanında değil. Emevi'nin de ilk zamanındadır. İslam'ın siyasallaşması da oradan başlamıştır. Ciddi tesbitler yapılacaksa işe buradan girmek lazım. Yani İslam'ı, mezheplerin herhengi biri ile eşitleyerek, onu da şiddetle eşitleyerek, İslamcı teröre dayanak kurmak, son derece yanlıştır. Ne yazık ki, kendi hesaplarına uyduğu için bunu sürekli söylüyorlar. Bizatihi İslam, yani ideolojileştirilmemiş İslam nedir? Yani, Arap, Emevi, saltanat anlayışının musallat olmadığı İslam nedir? Bu Kur’an'ın getirdiği, Hz Muhammed'in gösterdiği İslamdır. Peygamberler din kurucusu değildir. Onun için peygamberler dini gösterir. Kutsal metin dini getirir ve canlı model olan peygamber gösterir. Yalnız Tanrı’dır ki, din kurar, haram-helal tespiti yapar. Onun dışında hiçbir varlığın din kurma, din adına kural koyma yetkisi yoktur. Peygamberlerin bile. Kur’an, kendisi dışında hiçbir varlığa haram koyma yetkisi vermez. Hz Muhammede bile. Çünkü bir şeyi haram ilan etmek, uluhiyetin yetkilerindendir. Bu bir aşkın varlık (timate reality) yetkisidir. Hiçbir peygamberin haram koyma yetkisi yoktur. Tabii sonraki dönem yozlaştırılmış İslam’ın da Allah'tan çok peygambere bu yetki verilmiş ama sebepsiz değildir. Çünkü peygambere bunu transfer ederek, oradan da peygamber varisi dedikleri başka birtakım insanlara aktarmışlardır. Böylece, Allah’ın yetkilerini kullanan bir yapay sınıf doğmuştur. İşte din meselesinin en kahırlı noktası burasıdır. Bugün İslam dünyasında, Kur’an'ın tek yetkili gösterdiği Allah'ın yetkisi hiçbir zaman %50'nin üzerine çıkmıyor. Bugün bizim camilerde anlatılan dinde de Allah'ın yetkisi %50'nin üzerinde değildir. Kim bu yetkileri kullanıyor? Bu yetkiler, İslam'ı siyasallaştıran ve saltanat aracı yapan Emevi'nin oluşturduğu manifestoyla kimlere bu yetkiler verilmişse, onlar kullanıyor. Bu yapı içinde baktınızmı bir kitaptaki İslam var, bir de halkın yaşadığı bir İslam var. Düşünün, indirilen din-uydurulan din ayrımı bundarn 6 yüz küsur yıl önce yapılmıştır. Çok erken bir dönemde böyle bir ayrımı yaptı İslam düşünürleri. İndirilen dinle gösterilen Kur’an'daki dindir. Kur’an'ın diğer bir adı da indirilen kitaptır. İndirilen din Kur’an'ın içinde olan dindir. Bir de uydurulan din var. O nedir dediğiniz zaman ona da cevap veriyorlar. Birilerinin yorumları ve Kur’an'ın tahrifiyle elde edilen dindir. Bugün, İslam adına demin saydığım isimlerle öne çıkarılan dinden istediğiniz kadar üretirsiniz. Amerika sürekli üretiyor. Ortadoğu'daki hesaplar nasıl bir tüp bebek İslam üretmeyi gerektiriyorsa, ona göre bir İslam üretiyor. Mesela Yeşil Kuşak İslamı. Demirperde döneminde bu üretildi ve kullanıldı. Özellikle Türk insanını demirperdeye karşı kullanmada, bu yeşil kuşak İslamı öne çıkarılmıştır. Şimdi ılımlı İslam. Soğuk savaşlar bitti. Yeni stratejilere göre yeni İslamlar gerekiyor. Şimdi ılımlı İslam vaktidir ABD için. Ilımlı İslam’da son gelişmeler ürperticidir hakikaten, sadece şaşırtıcı değil. Mesela, ılımlı İslam şöyle bir gayretin içindedir. İsa gelecek ve insanlığı kurtaracak. Ilımlı İslam bugün, okyanusun ötesinden Hıristiyanların tekrarlayıp durdukları tekrarlıyor: İsa gelecek ve insanlığı kurtaracak. Peki Muhammed ne olacak? Yani onun devri bittiyse, bütün kabulleri saf dışı edilmiş olur. Yani Kur’an'ın olmazsa olmazlarıyla bu söylenenin bağdaşması mümkün değil. Ama Irak'ın işgalinden sonra, Hristiyan dünya insanlığın bir barış dönemine geçişinin İslam’la mümkün olmadığı yolundaki teze, Müslüman dünyada bir yer bulmak için, İslam inançları içine sokulmuş bazı şeylerin öne çıkarılması gerekiyordu. Çıkarılmıştır bunlar. Kur’an hiçbir şekilde, hiçbir peygamberin geri geleceğine onay vermez. Kuran'da böyle bir kavram yoktur. Bu, İslam akidesinin oluşum döneminden ve manifestosunun tespit edildiği dönemden 100-150 yıl sonra, kilise tarafından İslam'a transfer edilmiş bir anlayıştır. Kur’an bu anlayışa kesinlikle kapalıdır. Efendim hadislerde var diyorlar. Zaten facia da orada ya. Kur’an dininin başına ne getirilmişse, hadislerle tekkelerin uydurmalarıyla getirilmiştir. Oysaki şu ilkeyi kendileri koymuşlardır: Hadisler, inançta kanıt olmaz. İsa'nın geri geleceğine ilişkin söylem, inanç içindedir. Nereye dayanıyorsunuz? Hadislere dayanıyorsunuz. Hadis bilginlerine soruyorsunuz, bunları hadis kritiği açısından ele aldığımızda bunların hepsi, güvene layık olmayan rivayetlerdir diyorlar. Hele, inançta asla kanıt olarak kullanılamazlar. Bir tanesinin muhtevasının Kur’an’a uygun olduğunu söylemek mümkün değil. Halk bunu bilmiyor tabii... Eğer İslam İsa'nın geleceğine onay veriyorsa Pavlus kristolojisinin asırlardır ileri sürdüğü şu iddia geçerli olur: Muhammed bir geçiş döneminin adamıdır. O, Mesih'in gelişine hazırlık döneminde kendisine bir kısmî hizmet imkanı verilen bir adamdır. İşini yaptı ve gitti. Siz neden buna son peygamber diyorsunuz? Sizin akideniz bunun aksini söylüyor, İsa gelecek diyor. Niye gelsin İsa. İsa gelecekse, o zaman Hz. Muhammed niye geldi? Bu akla aykırı. Şimdi onun da yolunu buldular. Diyorlarki, gelecek ama, Hz Muhammed'in ümmeti olma şerefi elde etmek için gelecek. Saçmalığa bakın! Minareyi çalan, kılıfını hazırlar. Sıkıştılar, şimdi bu çıktı ortaya. Peki, Hz. Muhammed'in ümmeti olma şerefi yüzünden mi, Irak'ta her gün 100-150 kişi ölüyor? Bakın bir yıl önce orada kimsenin burnu kanamıyordu. Ve Saddam gibi hepimizin öfkelendiği bir despot vardı orada. Ona rağmen kimsenin burnu kanamıyordu. Güven vardı. Şimdi ne oluyor? Mabetteki insanlar katlediliyor. Demokrasi gelecekmiş!..
Gönderi tarihi: 29 Ocak , 2008 17 yıl Yazar İsa'nın dönüşüne hazırlık hareketiymiş bunlar. İsa Hz. Muhammed'in ümmeti olma şerefini kazanmak için geliyormuş. Bu şerefe nail olmak için mi Hz. Muhammed'in ümmetini, İslam'ın mabedinde katlediyorsunuz? Ve öbür taraftan en yüksek makamlardan açıklama geliyor: "Caniler nereye kaçarsa kaçsın, hepsini öldüreceğiz" Biz eğer İslam dediğimizde şu Ortadoğu'da din diye yaşanan ve bizim camilerimizde din diye anlatılanı kastediyorsak, ben 40 yılımı bu işe vermiş bir insan olarak size söylüyorum bütün haysiyetim ve ciddiyetimle söylüyorum, böyle bir İslam yok. Ne Kur’an böyle bir din getirdi, ne Hz. Muhammed böyle bir din anlattı. Buna başka bir yer bulacaksınız. Ve istediğiniz anda da bulursunuz. Zaten buldular. Bir defa bakın, Kur’an insanoğlunun sütünde kaç gram toz-toprak olduğunu biliyor ki, bir şey üzerinde ısrar etmiştir bu din meselesinde. Dinin adında bile operasyon yapmak yok. Yani bu dinde, din olarak baktığımız zaman ne bir eksik vardır, ne de bir isim sorunu vardır. İsmi de İslam bulmuştur. Yani bunun yanına bir başka kelime eklediğiniz zaman, bu kulların getirdiği ve Hz. Muhammed'in gösterdiği İslam olmaktan çıkar. O zaman şu soru geliyor akla. Böyle baktığımızda sıkıntılar olabiliyor mu? Ilımlı İslam ne demek bu? Kendisi böyle değil de biz bunu bu hale getirelim; omurgasında operasyon yapalım diyorsanız bunun sonu gelmez. Hayır o zaman bunu bırakmak lazım. Nereye gidiyorsa gitsin. Biz başımızın çaresine bakarız. Başka ilkelerin, başka sistemlerin, başka anlayışların hedeflerine bakarız. Niçin bununla uğraşalım? İslam konusunda yedek isimlere gerek yok. Yedek isimlere neden ihtiyaç duyuluyor? Yedek isimlere ihtiyaç duyuluyorsa, bundan hayır gelmez. Yedek isimleri vermeden bunu olumlu buluyorsak ne ala! Yedek isim verme ihtiyacı duyuyorsak, bundan hayır gelmez. Kur’an, bir tek yerde etimolojiyle uğraşmıştır. O da dinin ismi meselesidir. Kur’an hiç etimolojiyle uğraşmaz. Ama bu İslam kelimesinin etimolojisiyle uğraşıyor. Çok dikkat çekicidir. İslam sözcüğünün, bizzat Kur’an'ın ifadesiyle, iki tane kökü var. Birisi silm, barış bugünkü Arpçada da aynen kullanılıyor. İkincisi selam. Esenlik demek. İslam, bu iki kökten gelen bir kelimedir. İslam, esenlik ve barış için yaratıcıya teslim olmak anlamını taşıyor. Yani bizatihi Kur’an dininin adında barış var. İçine baktığınız zaman neler var? Tabii burada ben bunları bütünüyle anlatacak değilim. Ben size bir ömür denecek uzunlukta bu işle uğraşan bir insan olarak şunu söyleyeyim; içinde de bütün insanlığı kucaklayan bir barış mesajı var, paylaşım var, insana saygı var. İnsanın ürettiği bütün evrensel değerler kucaklanıyor. Hiçbir ayırıma gidilmeden. Şimdi İslam dediğimiz zaman bir grubun veya sistemin adı gibi algılanıyor. Hayır, Kur’an, İslam kelimesini böyle kullanmıyor. İslam bir ad değil, bir tavır ifade eder. Bir kampın değil, algılayış ve yaşayış biçiminin adıdır. Kur’an, insanlığın bütün mirasını, bütün medeniyetleri değerlendiriyor. Çok geniş bir yelpaze. İnsan için kalıcı, mutluluk getirici bütün değerleri İslam kavramı içinde ve şemsiyesi altında ele alıyor. Bütün peygamberlerin ortak mesajlarının adı İslam. Ne demek bu? Barış ve esenlik için değer üreten ve yaratıcıya teslim olan, yaratıcı dışında hiçbir şeye teslim olmayan tüm anlayışlar İslam... Kur’an nüfus kağıdıyla asla uğraşmamıştır. O, daima niyete ve eyleme bakmıştır. Onun açık ifadesiyle, Yahudilerden, Hristiyanlardan, Sabiilerden ve Kuran müminlerinden şu üç şeyi yapanlar, cennete gider. Nedir o üç şey? Birincisi, Allah'a iman, ikincisi, ahirete iman, yani hayatın ölüm dediğimiz dönüşümle bitmediğini kabul. Üçüncüsü nedir? Üçüncüsü de "barış ve esenlik için değer üretmek, insanlığa hizmet vermek" Kur’an bu noktada ameli salih deyimini kullanıyor. Amel eylem demektir. Salih de sulh kökünden gelmektedir. Tam karşılığı, barışçıl eylem demek. Ameli salihi Kur’an terminolojisi içinde düşündüğünüz zaman, Kur’an bununla hayra, güzelliğe, mutluluğa, esenliğe, insanın hayrına yönelik her türlü eylemi kasteder. Bu üç şeyi yapan kimlerse, kurtulan onlardır. Yani insan olmanın onur burcu onlarındır. Nüfus kağıdının burada hiçbir anlamı yoktur. Ben, zaman zaman Kuran'dan hareketle yeni bir İslam dünyası tarifi yapmak istiyorum. Ben o tarifi bazı kitaplarımda yaptım. O tarifi yaptığım zaman, o listenin içine, bizim İslam dünyası dediklerimiz ya hiç girmiyor yahut da listenin sonunda yer alıyorlar. Çünkü Kur’an'ın muhatabı insan ve Kur’an, insan hayatına sormak istediği değerlerin listesini veriyor. O listedeki değerler açısından insanlığı bir değerlendirmeye, tabii tuttuğunuz zaman, bakıyorsunuz bizim İslam dünyası dediklerimizin puanı, 10 üzerinden 2-3 ü geçmiyor. 7-8-9 falan alanlar hep başkaları... İslam deyince, ne anlamamız gerektiği bana göre müslüman dünyada hatta İslam'la bir biçimde ilgilenen bütün coğrafyalarda en ciddi meseledir. Çünkü anlaşılmıştır ki, bu İslam meselesi insanlığı bugün birinci derecede meşgul eden temel kavramdır. Ve hatta temel problemdir. Huntington, özellikle 11 Eylül'den sonra hep gündemde. Huntington'ı birçok kereler gündeme getirenlerden biri de benim. Huntington o ünlü eseri “Medeniyetler Çatışması”nda, 1900 ile 2000 yılı arasını bir tahlile tabii tutmuştur. İnançlar bakımından. Kabile dinlerinden, ateist sistemlerden, büyük monoteist dinlere kadar hepsinin, 1900 ile 2000 yılları arasındaki seyrini tahlil ediyor Huntington. Bu işin piri. İki şey dikkat çekiyor:1.İslam'la ateizm dışında bütün inançlar düşüş sergilemiş. Her şeye rağmen, hiç kırılmadan sürekli yükselme gösteren tek inanç İslam. Huntington bundan sonuçlar çıkaracak ve bugünkü ABD politikalarını ve daha genelde Batı'nın politikalarını yönlendirecektir. Yükselen bir çizgi de ateizmde var. Korkunç bir yükselme. Bu da gösteriyor ki, ne kilise görevini layikiyle yapmış ne de cami.
Gönderi tarihi: 29 Ocak , 2008 17 yıl Yazar İslam da hiç kırılmadan, habire yukarı gitmiş. Şimdi buradan sonuçlar çıkarıyor Huntington. 2020, 2050'de ne olacak? 2050'de olacak olan, İslam'ın din olarak dünyada bir numaraya oturması, Amerika'da da bir numaraya oturması. 1940'larda Huntington'ın fikir babası olan Toynbee'nin İngiltere'de sorduğu soruyu Huntington şimdi soruyor. Huntington Toynbee'nin çömezi. 1940'larda Toynbee Batı'ya diyodu ki, ideolojileri çöküyor, büyük dinlerin bünyesinden insanlık yenide reçeteler arayacaktır. İkinci bir şey daha söylüyor: Dinler yeniden gelecek ve İslam sahnede baş köşeye oturacaktır. Parsayı toplayacaktır. Çünkü, diyor, Toynbee, "Hristiyanlık ve İncil'den hoyratça koparılmış bir yaprak olan komünizm" insanlığın beklentilerine cevap getirememiştir. İslam bu yüzden öne çıkacaktır...” Eğer kilisenin insanlığa çektirdikleri olmasaydı komünizm çıkmazdı. İkisi de insanlığın acılarına bir çare getiremedi. İslam bu sorulara cevap getirecek. Şunu da net olarak söylüyor: Eğer insanlık önümüzdeki yıllarda, alkolizmle, ırkçılık belasıyla, cinsel sapıklıklara çözüm bulmak niyetini ciddi olarak taşırsa, İslam'ı sahneye çağırmak zorunda kalacaktır. Çünkü bu reçete onda var. 1940'larda söylüyor bunu...Huntington aldı hocasının bu tezini. Yeni gelişmeleri de dikkatle değerlendirerek ortaya bir strateji koydu. Batıyı şekillendirecek strateji ustalarına döndü dedi ki, İslam sahneye oturuyor. Teslim mi olacaksınız yoksa sahneden gitmesi için bir şey mi yapacaksınız? Batının İslam ve Müslümanlarla ilgili politikaları bu soruların sorulmasından hemen sonra oluşturulmuştur. Ve müslümanlığa, Müslümanlara yönelik yeni bir strateji belirlemiştir Batı. Burada Avrupa ile Amerika'nın bir farkı yok. Onun içindir ki, Blair ile Bush bu politikaları birlikte yürütüyorlar. İngiltere ile Amerika birlikte yürütüyorlar. Bazı maddi çıkarlar söz konusu olmasa da birlikte yürütecekler. Batı şu karara varmıştır: Biz büyük dinlerin sahneye gelip, İslam'ın da parsayı toplama noktasında olduğu bir dünyada buna seyirci kalamayız. O halde, İslam'ı sahneden uzaklaştırmak lazım. Nasıl olacak bu? Yumruk sallayarak olmaz. Öyle bir çare bulmalıyız ki, sonuç alalım. Strateji şudur: İslam’ı çağın gözünde nefret unsuru haline getireceğiz. Komünizmden deneyleri var. Komünizmi, felsefedeki tarihi materyalizm yıkmadı. Marks'ın felsefe kitaplarındaki düşünceleri de yıkmadı. Tarihi materyalizm ve marksist felsefe ne zamanki komünizm adıyla ideolojiye dönüştü, kana ve şiddete bulaştı işte o zaman çöktü. Yoksa, tarihi materyalizm öyle felsefede çökecek bir anlayış değildir. Marksizm de değildir. Marks'ı sırf felsefe tarihi açısından tahlil ettiğiniz zaman, düşünceleri 70 yılda çökecek düşünceler midir? Orada birçok evrensel ve hümanist unsur var. Komünizm, Marksizmin ve tarihi materyalizmin ideolojileşmesinin ifadesidir. Sonra da şiddete ve kana bulaştı. 70 yılda bitti. Bu deneyim var. Onun için, İslam'ı da ideolojileştirmek ve kana, şiddete bulaştırmak lazım. Zaten Emevi bunun zeminini atmış, dini saltanata alet ederek ve ilk defa peygamberin ailesini katlederek onu yapmış, o zemin var. Geleneksel fıkıh şiddet üretir. Çünkü Emevi'nin temellerini attığı bir fıkıhtır. Bunu alın, temellerini Kur’an'a dayandırdığınız yeni bir fıkıh oluşturun. Eski Marksist, yeni Müslüman Fransız düşünür Garaudy söylüyor: "Müslümanlar, eğer tarihin önünde ayakta kalacaklarsa, çöl fıkhından, uzay fıkhına geçmek zorundalar" Çöl fıkhı benim anlattığım Emevi fıkhıdır. Uzay fıkhına nasıl geçeceksiniz? Emevi'nin buyruklarından sıyrılıp, Kur’an'ın evrensel değerlerinden hareketle yeni bir fıkıh oluşturacaksınız. Bunu söylüyor adam. Bunu yapmadınızmı şiddet üretimini durduramazsınız. İster Selefi mezhebinden gelin, ister Hanefilikten gelin, nereden gelirseniz gelin. Başlık selefi diye atılırsa sonuç hüsran. Başlık Emevi diye atılacak. O zaman geleneksel fıkhın şiddet üreten unsurları silinir. Şiddeti Kuran yazmıyor, geleneksel Emevi fıkhı üretiyor. Ve İslam dünyasını da bu fıkıh kotarıyor. Siyasal İslam bu geleneksel fıkhı destekliyor, yaşatıyor, din diye dayatıyor. Dünyanın önünde kadınların başları sarmalanacak diye dayatmasının sebebi ne? Bir de bunu çözün diyor. Niye çözmüyorsun? İktidar sensin, çözsene! Çözmez. Çünkü çözerse istismar edeceği bir şey kalmaz. İktidardan düşünce sokaklarda başörtüsü kavgasını başlatıyor; iktidara geçince ortalık süt liman. Neden? Siz iktidar olunca dinin hükümleri mi değişiyor, Allah tatile mi çıkıyor? Siyasal İslam ne mesele çözer, ne de şiddet üreten fıkhı düzeltir. Çünkü kendisinin yaşaması için, bu dini ideolojileştirilen fıkha ihtiyaç vardır. Şunu demek istiyorum: Geleneksel fıkıh Kur’an kaynaklı bir fıkıh değil. Bu zarureti herkes hissetmiş olacak ki, siyasal İslam'da dahil herkes bu ihtiyacı duymuş olacak ki, dinin adını son senelerde değiştirdiler. Dinin bir tane adı var o da İslam. Yanına bir kelime bile koymanıza izin vermez. Ne yaptılar onun adını? Şeriat. Şeriat değil Şeriat, Kur’an dininden bir takım insanların belli devirlerde birbirlerine anlattıklarıdır. Ve Kur’an, gayet matemetik bir ifadeyle diyor ki, şeriat toplumdan topluma değişir. Ama İslam, evrensel-kozmik ilkelere oturur ve asla değişmez. Şeriat değişebilir.Her mezhep başka bir şey anlatır. Yüzlerce şeriat var. İslam şeriatle eşittir dediğiniz zaman, işte bu dine yapılacak en büyük kötülüktür. Bu kötülük bu ülkede de yapıldı. Kur’an'da bir şey daha dikkat çekiyor: Kur’an, dinler tarihini hiçbir yerde bulamayacağınız biçimde eleştiren bir kitaptır. Kur’an'ın temel özelliklerinden biri de budur. Kur’an, aynı zamanda bir dinler tarihi eleştiricisidir. Ve din adamlarına eleştiri getirir. Ağır biçimde, sarsıcı biçimde. Geleneksel din, Kur’an’a gidilerek sorgulanmadıkça, İslam diye anlatılan din, insanlığın ve müslümanların başına bela olmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Sürekli bela olacaktır. Yani siz cami sayısını arttırdıkça, başınızın belası da artar. Türkiye'de olduğu gibi. Çünkü, omurga, dinin kitabında belirlenen omurga değil. Bu omurga üzerinde oturtulan din, Kur’an'daki vaatleri insanlığa vermez ve vermiyor. Hep bunu söylüyorum: Kur’an bir adresler kitabıdır. Hakikaten, Kur’an bir adresler kitabıdır. Kur’an, size en büyük yardımını, bizi bazı adreslere göndererek yapar. "Kuran'da her şey var" tırnak içinde bir tabirdir. Biraz sloganvari bir tabirdir. Ama bence hakikate aykırı değildir. Kur’an’ın sizi gönderdiği adreslere giderseniz Kur’an size her şeyi verir. “Kur’an’da her şey var”ın anlamı bu... Kur’an'ın insanlığı gönderdiği 4 temel adres var.Bu adreslere giderseniz modern hayatla Kur’an asla çelişmez. Hep bunu söyledim. Nedir bu adresler? Kur’an sizi alıp, kendi kulvarları içinde, burada her şey var, al, götür demiyor. Kur’an sizi bazı adreslere gönderiyor. Gönderdiği dört temel adres var. Birinci adres akıldır. Kur’an en büyük peygamberin akıl olduğunu söylüyor. Bunu bilir misiniz? Bizim dincilerimiz bunu bilir mi? Bilenlerimiz bunu itiraf eder mi? Esas peygamber, ilk ve içsel peygamberi akıldır" Diğer peygamberler onun görün temsilcileridir. Esas peygamber olan akıldan nasibi olmayanların öteki peygamberlerden hiçbir hayır görmeleri mümkün değildir. Hayatın ve insanın komutanı da akıldır. Gazali gibi, aklı mahkum eden ve rasyonalite devrini İslam'da kapatan bir zat bile diyor ki, "Akıl ile nakil yani kutsal metinler çeliştiği zaman, aklın söylediğini öne alacaksınız." İman asla nötr olmaz. Mutlaka aktiftir. Bizim aydınlarımızın hataları bu gerçekleri bilmemekten kaynaklanıyor. İman mutlaka hareket halindedir ve sürekli bir şeyler üretir. Ama ışık, ama karanlık, ama diken, ama gül. O sizin yönlendirmenize bağlı. Kur’an, kötülüğü, olumsuzluğu imana izafe ediyor, ama bilimi asla etmiyor. Niçin? Çünkü bilimde subjektivite yoktur. İmanda vardır. Onun için iman sapıklığa araç yapılabilir, bilimde yapılmaz. Bizatihi bilim yapılmaz. Bilim adamı sapık olabilir ama bilim olmaz. Bizatihi bilim, yaratıcı kaynaktan gelen bir ışıktır ki, asla yanlış yapmaz. O yüzdendir ki, Kur’an, kendisini bilimin denetimine verir, bilimi kendisinin denetimine vermez. Bu, kilise öğretisinin 180 derece tersi bir anlayıştır. Öte yandan, Kur’an fonksiyonel akıl istediği için, taakkul (aklı işletmek) tabirini kullanır. İstenen, işlevsel akıldır. Ve bir yere geliyor, aynen şöyle diyor, "Allah aklını işletmeyenler üzerine pislik atar" (Yunus Suresi, 100) Kur’an'dan çıkan bir şey daha vardır ki, en tutucu fıkıhlar dahil hepsi telaffuz eder bunu. Şudur o da: "Dine, imana, peygambere, kitaba inanmayan ama zulume bulaşmayan bir toplum ilerler, mutlu olur. Dine, imana, peygambere, kitaba inanan ama zulme bulaşan bir toplum mutlu olamaz" Ne demek zulüm, insan haklarının çiğnenmesi, insana kötülük edilmesi kısacası hakkın çiğnenmesi. Zulüm budur. Bu varsa eğer, din, iman hibir işe yaramaz. Eğer zulüm yoksa, din, iman olmasa da mutluluk gelir. Kur’an bunu açıkça söylüyor. Müslümanlar bunu hayata geçirebiliyorlar mı? Bundan ders alabiliyorlar mı? Bu gerçek İslam ülkelerinde insanlara söylenebiliyor mu, söylemek mümkün mü? İslam dünyasında, akıllı çok adam var. Yalnız aklın mülkiyeti bu adamlarda, intifa hakkı başkalarında. İslam dünyasındaki akıl budur. Bunu istemiyor Kur’an, işlevsel akıl istiyor. O nerede? İkinci adres bilim. Bilim, dini de denetler, Allah'ı da denetler. Bu zor geliyor. Hele dincilere çok zor geliyor. Eğer siz Müslümansanız ve sizin imanınızın manifestosu Kur’an'sa, Kur’an böyle diyor. Bilim, Allah'ı da denetler. Niçin? Çünkü, Allah soyut bir varlıktır. Siz eğer bilimle Allah inancınızı kucaklaştırmazsanız, Allah diye diye kim bilir hangi saçmalıklara teslim olursunuz? Onun için bilim Allah'ı denetler. Allah da bilimi denetler diye ısrar ederseniz, onun izahı şudur: Denetlemiş işte, akıl göndermiş. Bunun yolunu, sistemini koymuş. Üçüncü adres, tabiat kanunları. Sünnetullah. Bunlar asla değişmez. Sünnetullahta, asla bozulma, değişme, yozlaşma bulamazsın. Kader, bizim fiillerimizle ilgili bir kavram değildir. Kur’an'ın anlattığı kadar, tabiat kanunları anlamındadır. Bizim fiillerimizin determine edilmesi, bizim özgürlüklerimizin kısılması gibi bir kader yoktur Kur’an'da. Bunu sonradan soktular kader anlayışının içine. Kader, tabiat kanunları demektir ve Kur’an'da aynen bu manada kullanılır. Tabiat kanunlarıyla, varlığın değişmezleriyle kavga ederek bir yere varamazsınız. Tabiat kanunları değişmez diyor, öbür taraftan dinci ekipler İsa geri gelecek diyor. Tabiat kanunlarında gitmiş bir adam bilmem kaç sene sonra geri gelecek var mı? Şam'da bir minareye gelecekmiş. Bunun tutmayacağını biliyor. Diyor ki, Şamdaki beyaz minarenin anlamı Amerika’daki Beyaz Saray olabilir. Bugünkü ABD kurmayları da aynı şeyi söylüyor. Onların da başka bir şey dedikleri yok. Sadece Hıristiyan ifadelerde ya da politik ifadelerle söylüyorlar. Bizimkiler onu İslamlaştırıyor. Müslümanları kazıklamakta, Haçlılara yardım etsin diye. Beyaz minareden maksat Beyaz Saray’mış. İsa'nın inişi de oradaki büyük ruhların dünyadaki özgürlük ve barışı kurmadaki gayretlerini sembolize edermiş. Gördün mü? Maşallah bunlara. Hıristiyan kurmaylar bu kafadakileri ödüllendirmesin de ne yapsın? Dördüncü adrese “maruf” diyor Kur’an. Yine onlarca ayette bunun altını çizmiş. Ne demek maruf? Örf kökünden bir kelime. Ortak, evrensel insanlık geleneği, insanlık değerleri. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi bir maruf örneğidir. Tipik. Hz. Peygamber, "Benim ümmetim şerle ittifak etmez" demiştir diye bir rivayet var. Ümmet kavramını iyi bilmek lazım. Ümmet derken Hz. Peygamber, bütün insanlığı kasteder. Hatta “benim ümmetimin Hristiyanları, Yahudileri” diye ifadeleri vardır. Biz ümmeti kim yaptık? Sadece kelimei şehadet getirenler. Yanlış! Arap lügatlerine bakın, ümmeti tarif ederken “bir peygamberin hitap ettiği insanlık camiasıdır” denir. Hz. Muhammed'den sonra peygamber gelecek mi? Hayır! Peki, o zaman orada hitap ettiği kimdir? Bütün insanlık. Ancak, ümmetin itaat edeni var, isyan edeni var. O ayrı bir meseledir. Kimisi kabul eder, kimisi kabul etmez. O ayrı bir mesele. Benim ümmetim dalalette ittifak etmez, benim ümmetim karanlık ve kötülük üzerinde konsensus sağlamaz derken, bütün insanlığı kastediyor. İnsanlık, teoride hiçbir zaman karanlıkta oybirliği yapmaz. Birleşmiş Milletler, ABD tarafından dışlandı. Tamam. Pratikte dışlandı ama Birleşmiş Milletlerin, karanlıkta, şerde, kan dökücülükte ittifak ifade eden bir ilkesi var mı? Yok. Birleşmiş Milletlerin değerlendirilmesi bir etik meseledir. Amerika, yeniden hukuksuzluğu getirdi egemen kıldı. O ayrı bir iştir. Ama teoride insanlık, şerde ittifak etmez. Kur’an ne diyor? İnsanlığın ittifaklarını takip edin, bunları dışlamayın. Bunları, ciddiyetle takip edin ve onları öne alın. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi bir mâruf örneğidir.1948'de imzalanmış. Altına bakın. Bir tane Müslüman ülkenin imzası var. O da Atatürk'ün Türkiyesi. Başka var mı? Atabilir mi imza, Orta Doğu'daki despot, çağ dışı ülkeler. Attımı kendini inkar edecek, bindiği dalı kesecek. Atamaz. Atatürk Türkiyesi bunun altını imzalamıştır. Çünkü kaygısı yok. Şimdi bakın Batı ne diyor bize? Kendimizi monte etmek istediğimiz Batı. Avrupa parlamentosu söylüyor bunu. Raporlara dönüştürerek. Öneri değil, bir teklif değil. Avrupa parlamentosu üyelerinden birinin, bir yerde verdiği konferansta söylediği bir şey değil. Avrupa parlamentosunun raportörlük görevi verdiği Oostlander’ın iki raporunda da altını çizdiği şey, Atatürk’ten vazgeçmemizdir. Ne diyor birinci raporunda? "Atatürk'ten vazgeçin, sizi içimize alalım." Çok düşündürücü. İslam dünyası Atatürk'e sataşırken hep şunu söylemiştir, "Müslümanları batıya monte etti, İslam'ı batıya monte etti, müslümanları batılılaştırdı" Ben, Atattürk'ün "batılılaşacağız" diye bir tane sözünü görmedim. Tam tersi. Her yerde emperyalizme bindirmiş, kapitalizme bindirmiş, sömürgeciliğe bindirmiş, Batı'nın ruhsuzluğunu, melunluğunu, ikiyüzlülüğünü en ağır ifadelerle göstermiş. Doğru dürüst okuyun. Oturup böyle satır satır ilk cümleden itibaren okuyacaksın Atatürk neymiş diye. İslam ülkelerindeki bütün siyaset dincileri hep Atatürk'ü İslam'ı ve Müslümanları batıya teslim etmekle suçladılar. Şimdi ne biçim iştir ki, bu 2000'li yıllarda Avrupa parlementosu, "Ben sizden olmak istiyorum" diyen bir Müslüman ülkeye, "Atatürk'ten vazgeçersen, biz seni alırız" diyor. Tersini söylemesi gerekmez mi? Dönüyor, birkaç ay sonra şunu iddia ediyor: Laiklik, Türkiye'de din özgürlüklerini rahatsız edecek biçimde uygulanıyor. Ne demek bu? Patrikhaneye destek sağlamak için yapıyor bunu. Patrikhaneye tam manada din özgürlüğü verilmediğini ima ediyor. O bunu söylüyor, öbür taraftan patrikhane bütün mevzuatımıza, anayasaya aykırı olarak 6 tane adamı getiriyor, metropol olarak atıyor. Bunların arkası gelecek. Kıbrıs meselesi bitince, Ege sorunu, Patrikhane, Ruhban okulu sırayla gündeme alınacak... Kur’an'a gittiğiniz zaman uğrayacağınız adresler bunlar. Kur’an'da başka gideceğiniz bir yer yok. Şimdi bu hurafeciler ve siyasal İslamcılar Kur’an diyor, arkadan sizi Taliban fıkhına gönderiyor. Bundan 600 küsur sene önce, Tûfî diye muhteşem bir fıkıh dehası, bir hukuk dehası çıkıyor şunu ilan ediyor: "Kuran'daki amaç değerler, zaman üstü değerler, temel ilkeler dışındaki bütün hükümler tarihseldir. Maslahat ilkesi yani kamu yararı ilkesi öne çıkarılarak, yeni hukuki düzenlemeler buna göre yapılmalıdır.” Kur’an'ın araç hükümlerdeki bütün tespitleri tarihseldir. Bugün, insanlığın geldiği yere bakıp, o temel dört adrese giderek, oradan üretimde bulunacaksınız. Laiklik, bunun yolunu açıyor. Laiklik ne yapıyor? Laikliğin yaptığı ne? Laikliğin sonuç olarak yaptığı şu: Kur’an'daki adreslere gitmeyi din adına söylem haline getirmek ve Kuran'daki tarihsel hükümleri, kendi tarihsellikleri içinde tutup, amaç hükümlerinden hareketle yeni normatif değerler tespit etmek. Yani, yönetimi halkın vereceği vekalete dayandırmak ve çıkarılacak kanunları, o vekaleti veren halk adına çıkartmak. İşte laikliğin esası bu. Dünya işleri ile din işleri ayrılacak falan şeklindeki tespit anlamsız bir laftır. Böyle bir tespit olabilir mi? Hukukçu olarak bakıyorsunuz rezalet, felsefeden bakıyorsunuz kepazelik, dinden bakıyorsunuz maskaralık. Kim din ile dünyasını ayırmış? Böyle diyorsunuz, öbür taraftan T.B.M.M tarikatlar konfedarasyonunu dönüşmüş. Ben bütün bunlara bir cevap getirmek için, kalktım "Kur’an Verileri Açısından Laiklik" kitabını yazdım. Dinci ve dinsiz yobazlar rahatsız oldular. Ama en çok da inkarcı yobazlar rahatsız oldu. İlginç bir şey. "Sen nasıl Kur’an'dan yola çıkarak laikliği savunursun?" diye üstüme geldiler. Bu kafa Türkiye'de siyaset yapacak da bundan bu halk hayır görecek, öyle mi? Böylelerinin yapacağı siyasetin getireceği ne biliyor musunuz? Parti genel merkezinde oturup iskambil oynamak. Başka yapacağı bir şey yok. Onu bile oynayamıyorlar. Kahveye gidiyorlar. Kavga asla bitmiyor, kol, bacak kopuyor. Bunlar siyaset gibi görünüyor ama bunlar siyaset değil, bunlar Türkiye'nin hayati meseleleridir. Siyaset üstü meseleleridir. Türkiye ayağına bir çalı gibi dolanmış bu çarpık laiklik anlayışı ile Allah ile aldatma zulmünden kurtulup yeni siyaset projeleri ile çağı yakalamak zorundadır. Türkiye, Allah ile aldatma kıskıcıyla dini hor gören inkar kıskacından kurtulmak zorundadır. Allah diyeni laiklik düşmanı ve laiklik diyeni din düşmanı ilan eden bu iki şuursuz ve insafsız kıskaçtan Türk insanının kurtarılması lazımdır. Bu da, felsefi omurgası olan yepyeni bir siyaset projesi ve bu proje etrafında kümelenmiş yeni bir kadroyla mümkün. Türkiye'nin hava ve su kadar muhtaç olduğu temel değer budur. Türkiye bunu süratle gerçekleştirmelidir aksi takdirde önündeki zaman çok ıstıraplı bir zaman olacaktır. Batı'nın buradaki tavrı son derece tahlikelidir. Batı, Türkiye'de kitlenin kendine ve geleceğine sahip çıkmasını asla istemiyor, buna müsaade etmeyecektir. Sürekli bir biçimde Atatürk'e vurmaları bu yüzdendir. Batı’nın, Türkiye ile ilgili olarak geliştirdiği politikalar, laikliğin dibini oyma politikalarıdır. Anlatacak çok şey var. Özetleyelim: Gerçek İslam'ın modern hayatla hiçbir düşmanlığı ve problemi olamaz. Bu mümkün değil. Yalnız, İslam dedikleri şu sokaklarda dolaştırılan ve bizim camilerimizden bize anlatılan ise, onun değil modern hayatla, insanı insan yapan hiçbir değerle bağdaşması mümkün değildir. O bir kamburdur, bir ıstıraptır. Din diye bize sırtımızda taşıtıyorlar. Onu sırtımızdan atıp din olarak Kur’an’ın aydınlık dünyasıyla tanıştığımızda Tanrı ile de, doğa ile de kendi benliğimizle de barışma imkanını elde edeceğiz. Ümit edelim ve gayret gösterelim! Bilkent Üniversitesi Yaşar Nuri Öztürk (Diyede yorumlar var.....)
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.