Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2007 17 yıl 13 Mayıs sabâhı erkenden uyandım, tıraşımı oldum, kahvaltımı yaptım; sonra mıntıka temizliği, derken içtimâ.. Bugün hepimiz için sıra dışı bir gün olacaktı; AKP (Anti-Kemalist Parti) karşıtı ve Mustafa Kemâl’in ilke ve devrimlerine gönülden bağlı yüzbinler saat on sularında Alsancak’ta toplanacak, on iki sularında Gündoğdu Meydanına doğru yürüyüşe geçecekti.. Tüm güvenlik güçleri olduğu gibi bizim Jandarma Karakolu da tetikteydi; ülke genelinde bombalar patlıyor, Cumhuriyet Mitinglerine katılanlar “demokrasiye müdahâle eden bindirilmiş kıtâlar” denilerek hor görülüyor ve hedef hâline getiriliyor, “laik – anti-laik” kutuplaşması her geçen gün daha fazla hissediliyor; bütün bunlar gerek ülkesini seven ve geleceğinden endişe eden gerekse yurttaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamakla sorumlu bizlere büyük sorumluluklar yüklüyordu.. Karakol Nöbetçisi olduğum için bana dış nöbet yazılmıyordu; fakat arttırılan güvenlik önlemleri nedeniyle o gün Lojmanlara Kontrol Çavuşu olarak gönderildim. Yanımda da iki er vardı.. Dışarıda hava okyanus esintileri kadar ferah, bahârın müjdeleyicisi kır çiçekleri boylu boyunca uzanmış güneşleniyor; bizse askerî bir disiplinle görevimizi îfâ etmeye çalışıyorduk.. Doğrusu, miting saati yaklaşırken bir taraftan göğsüm kabarıyor; Cumhuriyet’in sâhipsiz olmadığını gördükçe Ülkem’le ve insanlarımızla duyduğum gurur en yüksek noktasına erişiyor; fakat öbür taraftan Lojman civârında dört dönüyor, yabancı hiç kimseyi Lojmanlara yaklaştırmamak ve olası bir provokasyona fırsat vermemek için ecel terleri döküyorduk.. İşte o sıralarda başında eski bir kalpak, ayağında dikişleri atmış iskarpinleri ve göğüs dolusu madalyalarıyla bir Kurtuluş Savaşı Gâzîsi sokağın başında belirdi, kısa bir süre sonra aşağıdaki yola inip o kalabalığın arasına karışacaktı.. O an Gâzî Dede’yi o şekilde görünce çok duygulandım; ilerleyen yaşına, topallayan ayağına, bu sıcakta kafasına geçirdiği kalpaktan süzülen boncuk terlere aldırmadan; âdetâ cepheye gider gibi gidiyordu mitinge, yeni yolculuklar için biriktirdiği rüzgarları arkasına alarak ve zembereğinden boşalmış umutlarına tutunarak.. Gâzî Dede’ye saygımızı sunmak artık yurttaşlık borcu olmanın da ötesinde, insanlık borcuydu; tam önümüzden geçerken esas duruşa geçtim, dikkat çektim, selâm verdim, erler de çapraz tutuşa geçti.. O an kendisiyle göz göze geldim; hayat yokuşunda yuvarlanan bu bir çift siyah gözde mutluluğu, yaşama coşkusunu ve Mustafa Kemâl’in Cumhuriyet’inin ne hâle getirilmekte olduğunu görmenin acısını aynı anda yaşadım.. –İyi nöbetler evlâdım, dedi vakur ve heybetli bir sesle.. –Sağol, dedim ve kendisini uğurladım.. İşte, Cumhuriyet’i savunmak, Mustafa Kemâl’in ilke ve devrimlerinden yana tavır koymak, o mahşer yerini andırır meydanlara koşup ortak değerleri paylaştığımız insanlarla saf tutmak böyle bir coşku, böyle bir sorumluluk, böyle bir vicdan, böyle bir yurttaşlık bilincine dayanıyordu.. Başka hangi güç bu Gâzî Dedelerimizi, bu milyonlarca genci, hemen tüm toplum kesimlerinden bu milyonlarca yurttaşımızı biraraya getirebilirdi ki.. Başta Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere ülke çapında Cumhuriyet’in geleceği ve Mustafa Kemâl’in ilke ve devrimleri karşısında duyulan endişeler dile getiriliyor, genci yaşlısı demeden bu endişeleri paylaşan tüm yurttaşlarımız alanlara akıyordu.. Ne kadar acıdır ki bu milyonlarca insan Gül’ün Cumhurbaşkanı olması sonucu büyük bir hayâl kırıklığına uğradı, büyük bir aldatılmışlık duygusunun içine düştü.. Bunun türlü nedenleri var; ama bunlar dönüp dolaşıp aynı yere çıkıyor: Kemalizmin ne bir partisi ne de sağlam bir örgütlenmesi var.. Suya atılan bir taş kendi ağırlığı oranında dalgalar yaratır; eğer bir okyanusun ortasındaysanız ve fırtınaya kapılmışsanız ve yalnızca küçük bir çakıl taşı varsa cebinizde, attığınız taşın dalgasını siz bile göremezsiniz.. Gerek Türkân Hanım gerek Şener Paşa vd.. bu harekete ciddî katkılar sağlamışsalar da mutlak başarı elde edilememiş olması gâyet doğaldır; çünkü Kemalizmin a) siyâsî partisi, Kemalizme sözde değil, özde bağlı bir lîderi, c) millî bir burjuvası ve d) sağlam bir ekonomi-politiği yok.. Konuya bu şekilde bilimsel ve sosyolojik bir çerçevede yaklaşmayıp aymazlık sınırlarını zorlayan bâzı Kemalistler ise (İ)kinci Cumhuriyetçilerin adayı Gül’ün şahsında yükselen bu muhalif hareketi belirli bir siyâsî partinin veya lîderin yönlendirmemesini, bu kitleye önderlik etmemesini takdîre şâyan buluyor.. Bunu böyle bir lîderin çıkmasını istemedikleri için söylüyorlar diyeceğim ama, bunu (İ)kinci Cumhuriyetçilerin yapması/yapıyor olması daha anlaşılabilir; şu hâlde böyle bir lîder bulamadıkları ve bulamayacaklarına inandıkları için böyle yazıp çiziyorlar sanırım; tabiî eğer Baykal’ın böyle bir lîder olabileceğine ve bu kitleye önderlik edebileceğine ihtimâl vermiyorlarsa.. Ne var ki örgütsüz güç, örgütsüz emek, örgütsüz direniş vb.. komprador iktidârın dümenine su taşımaktan başka birşey değildir.. Daha da kötüsü: bu muhalif hareketin içi boşaltılır; içindeki hemen tüm Kemalist unsurlar, anti-emperyalist yönelimler ve Cumhuriyet’in geleceğine yönelik kaygılar bir tarafa itilir; geriye yalnızca şarkılı türkülü şölenler kalır; bir tür bahar bayramı yâni.. Basında çıkan haberlere göre ilgili çevreler hazırlanmakta olan karşı-devrim anayasası aleyhine yine bu insanları sokağa dökmeye hazırlanıyor; fakat ne kadar acıdır ki bu dört unsur; yâni Kemalist bir parti, Kemalizme sözde değil özde bağlı bir lîder, bu partiyi finanse edecek millî bir burjuva ve sağlam bir ekonomi-politik görüş henüz sağlanamadığı için bu mitingler de yaza vedâ veya sonbaharı karşılama kutlamaları olarak kalacak gibi görünüyor.. Ve bu dört unsur sağlanamadığı taktirde sonuç korkarım ki aynı olacak.. Bu ne yaman bir çelişki, öyle değil mi: milyonlarca insanı ortak bir paydada buluşturan Kemalizm bugün âdetâ fetret devrini yaşıyor.. Biliyoruz ki Kemalizm yarım kalmış bir projedir; Anadolu Aydınlanmasını gerçekleştirme ve koruma projesidir; ne var ki 1950 karşı-devrim hareketiyle hayat damarları kopartılmış, ilk gençlik yıllarının doyumsuz hayâllerine yelken açmış uçuk Marksistlerin eline bırakılmış, millî demokratik devrim hareketinin 12 Eylül’de aldığı yenilgi sonucu Baykalizmin yanlış ve hastalıklı projelerine, saplantılarına, kişisel hırs ve tutkularına emânet edilmiş; bütün bu süreç içinde güçlenen ve kilit noktaları ele geçiren; benzersiz bir propaganda serbestisini ellerinde bulunduran karşı-devrimciler tarafından gericilikle bir tutulmuştur.. İmdi bu târihsel olgu ve olaylarla bıkmadan, usanmadan ve büyük bir incelikle tekrar tekrar hesaplaşmak tüm Kemalistlerin boyun borcu olsa gerek; nitekim bizler özeleştiri yapmazsak hem Kemalizmin geleceğine yön veremeyiz hem nelerde ve nasıl yanlış yaptığımızı anlayamayız hem de bizi eleştirenlere sağlam argümanlarla karşı çıkamayız.. Ve şunu büyük bir açıklıkla ortaya koymalıyız ki Kemalizme karşı-devrimcilerden sonra ilk büyük kötülüğü uçuk Marksistler yaptı; Kemalizmi tamamlama projesi olan millî demokratik devrim hareketini bu çevreler burjuva karşıtı, Sovyetler’e koşulsuz bağlı bir yöne ve ırkçı emperyalizmle dirsek temâsı içine soktular.. Günâh keçisi olarak birilerini kurban etmek için değil ama, târihsel bir gerçeği dile getirmek için Behîce Boran ve arkadaşlarını anmakta yarar var; nitekim bu sözde Kemalistler millî demokratik devrim hareketini Ortodoks Marksizmin içine çektiler ve saçma sapan bir insan hakları ve demokratik hak ve özgürlükler anlayışı uğruna sırtlarını Kürt hareketine yasladılar; böylelikle Kemalizmden yüz çevirdiler.. Bizim kuşağımız Kemalizmin nasıl olup da ırkçı emperyalizmin emrine girdiğini anlayamaz; bizler ne o dönemleri yaşadık ne o uçuk Marksistler ile onlarla “vatan ve bayrak uğruna” mücâdele ettiğini söyleyen ipsiz sapsız Ülkücüler arasındaki kavgalara tanık olduk; imdi yeni kuşak Kemalistler bu olguyu anlamadan ve tekmil bir analize tâbi tutmadan Kemalizme yaklaşmasın.. Bugün bile ‘ben Kemalistim’ diyen milyonlarca insan aynı partinin çatısı altında birleşemiyorsa bu, Kemalistler arasında geniş bir düşünce ve ifâde özgürlüğü, zengin bir fikir özgürlüğü olmasından değil; bu târihsel hesaplaşmanın bir türlü yapılamamasından kaynaklanmıyor mu.. Kemalizmi nasıl yorumlayacakmışız.. Stalinist bir totalitarizm mi, Maocu bir kalkınma hamlesi mi ya da başka bir model mi.. Oysa bu tartışmaların hiçbiri bu toprakların kavgasını yansıtmıyor. Soğuk Savaş dönemi propagandalarına âit kavramlar, nosyonlar, ilke ve yönelimler Kemalizme hiçbir yarar sağlamayacağı gibi ona büyük zararlar veriyor.. Ancak düşündürücü olan: bu târihsel yanılgı geçmişte kalmıyor, bugün Altı Okun resmî ideolojisi olduğunu söyleyen partinin; yâni CHP (Cumhuriyeti Halktan kopartma Partisi)’nin genel başkanı bile Kemalizm ile ırkçı emperyalizm arasındaki bu yanlış ve hastalıklı ilişkiyi sürdürmekte ayak diriyor.. O zamanki SHP’nin genel sekreteri olan Baykal, DEP’lilerin Meclîs’e sokulmasında ve o mâlûm gövde gösterisi sonucu polis zoruyla yaka paça Meclîs’ten kovulmalarında olduğu kadar bugün de kurmaylarına sipâriş ettiği mâlûm Kürt Raporuyla aynı târihsel yanılgıyı sürdürüyor.. Her fırsatta Gâzî’nin koltuğunda oturuyor olmaktan gurur duyduğunu belirten Baykal görünen o ki Gâzî’nin hiçbir politikasını anlayamadığı gibi Kürt politikasını da anlayamamış ve hattâ yanlış anlamış.. Oysa Gâzî, 1925 Kürt İsyânı sonrasında tavrını açık ve net bir biçimde koymuş, Kürtçü hareketin tüm siyâsî organlarını lâğvettirmiş, tüm gazetelerini kapattırmış ve tüm ağababalarını İstiklâl Mahkemelerine yollatmıştır.. Gâzî, Kürt hareketiyle “uzlaşmak” bir tarafa, onlara karşı topyekûn harekete geçmişken bugün onun koltuğunda yer işgâl eden sözde Kemalistler DTP’lilerin ağzından çıkacak bir tek ‘terörist’ kelimesine kilitlenmiş durumda.. Ne yâni, DTP terörü ve teröristleri lânetleyince iş bitecek mi.. O zaman Şeyh Sait de ayaklanmalara katılanları lânetleyip “demokratik ve meşru” mekanizmalarla Meclîs’e girseydi.. Ama ne kadar acıdır ki o zamanlar dedesine göz açtırmayan Kemalizm bugün torunlarını Meclîs’e sokan veya Devletin önemli kademelerine gelmesini sağlayanlara destek veren sözde Kemalistlere emânet.. Fakat sanılmasın ki bu böyle daha fazla gider; geçmişte Kürt Teâli Cemiyetini, Kürt İstiklâl Komitesini vb.. oluşumları kapatan/kapattıran gerçek Kemalizm er ya da geç DTP’lilerin de yargı önüne çıkmasını sağlayacak mekanizmalara nüfûz edecek ve işte o zaman bu vekiller tıpkı daha önce olduğu gibi polis zoruyla Meclîs’ten defedilecektir.. Ne kadar acıdır ki en güç koşullar altında canlarını ortaya koyarak teröristlere karşı en zorlu mücâdeleleri verip şehit edilen güvenlik güçlerimiz terör saldırılarının artık vâkâ-yı âdiyeden sayılması nedeniyle iki gün konuşulup üçüncü gün unutuluyor, ateş yalnızca düştüğü yeri yakıyor.. Geçen akşam yine Şırnak’ta şehit edilen askerlerimizin haberini hangi televizyon kanalı yayınını keserek duyurdu.. Boğazına kadar eğlence batağına düşmüş medyamız vatandaşlık görevleri söz konusu olduğunda bu millete mi hizmet ediyor yoksa başka güç odaklarına mı? Yoksa bu eğlence programları teröristleri “kardeşlerimiz” olarak nitelendiren çevreleri eğlendirmek için mi yayınlarına ara vermediler.. Elbette ki Türkler ile Kürtler kardeştir; ama hukuk böyle işlemez; suçlu olan her kim olursa olsun bu suçun karşılığı olan cezâyı çekecektir; fakat ne kadar acıdır ki Türkiye’de en ağır cezâyı hep şehit aileleri çekmiştir.. Pekî siz hiç AB’li bir parlamenterin bir şehit ailesini ziyâret ettiğini, onunla ilgilendiğini veya ilgili fonlar mârifetiyle şehit ailelerine yardım edildiğini görüp duydunuz mu? Ben duymadım.. Ama tâ öteden beri hemen tüm AB ülkeleri nerede bir Türkiye Cumhuriyeti düşmanı varsa ona kol kanat germekten sakınmıyor.. Kendi anayasalarında ve kânunlarında komünizme ve dînî esaslara dayalı oluşumlara karşı mücâdele etmek yönünde açık ve güçlü bir irâde ortaya koymuş olan AB, Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimine yönelik ne kadar bölücü ve yıkıcı oluşum varsa doğrudan veya dolaylı olarak onları himâye altına almış ve almaktadır ve hattâ siyâsî mülteci statüsünde onlara belirli bâzı ekonomik, siyâsî ve sosyâl haklar tanımış ve tanımaktadır.. Ne DHKP-C’si kaldı ne TİKKO’su kaldı ne PKK’sı ne Fethullahçıları ne Kaplancıları.. İmdi ortada samîmiyetsizliği aşan ciddî sorunlar var ve her vatandaşımızın; ama özellikle de gerçek Kemalistlerin; Kemalizme sözde değil, özde bağlı yurttaşlarımızın bütün bunları çok iyi anlaması gerek.. Aslâ unutulmamalıdır ki Gâzî, Altı Okun içine demokrasiyi koymamıştır ve bunun sembolik önemli kuşkusuz büyüktür. Nitekim bu Altı Ok bir devletin varlığını sürdürebilmesi ve dolayısıyla yurttaşlarının tüm hak ve özgürlüklerini koruyabilmesi, gerçekleştirebilmesi ve geliştirebilmesi için gerekli temel ilke ve esasları ihtivâ eder ve bunlar aslâ vazgeçilemeyecek unsurlardır; ama demokrasi böyle değildir.. Kemalizm gerektiğinde demokrasiyi askıya almakta hiçbir sakınca görmeyen bir ideolojidir; ama bunu gerçekte ve yine bizzat demokrasi için yapar; zâten Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devletçilik ve Devrimcilik ilkeleri sağlam bir demokrasinin önkoşullarıdır; bu ilkeler tesis edilmeden demokrasi olmaz.. Pekî bir de bugünkü duruma bakalım: Demokratik mekanizmalar üzerinde karşı-devrimciler, (İ)kinci Cumhuriyetçiler; bu numaracı Cumhuriyetçiler, Soros ve işbirlikçilerinin emriyle ve desteğiyle tahakküm kurmuş durumda; şu hâlde Türk milletinin bizzat Türk milleti tarafından yönetildiğini söyleyebilir misiniz? Hani Cumhuriyetçilik? Bu çevreler Türk milletinin çıkarları için mi hareket ediyor yoksa Anglo-Sakson-Siyonist ittifâkının çıkarları için mi? Hani Milliyetçilik? Bu çevreler gerek kânun önünde gerekse ekonomik özgürlükler îtîbârîyle kendilerine özgü bir zümre hâline gelmiş ve sürekli olarak kayırılmaktaysa; sâdece bir örnek vereyim: eşi türbanlı olmayan bir işadamının en kıytırık devlet ihâlesini bile kazanması artık neredeyse imkânsız; İstanbul Büyükşehir Belediyesindeki yolsuzluklarla ilgili olarak AKP’liler hakkında soruşturma başlatan savcıların şuan nerede görev yapmakta oldukları meselesine ise hiç girmeyeyim; şu hâlde hani Halkçılık? Seçimler öncesinde ‘Müslüman Cumhurbaşkanı’ deyip durdular.. Hani Laiklik? Esnafı, çiftçiyi, köylüyü kendi kaderlerine terk ettiler; stratejik önemi tartışılamaz kamu kurum ve kuruluşlarımızı emperyalist ve siyonist güç odaklarına peşkeş çektirdiler, yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizi onlara tahsis ettiler vb.. vb.. vb.. Hani Devletçilik? Yalpıkları tek şey: devrimcilik; ama karşı-devrimcilik.. Şu hâlde kimse bu ülkede demokrasi var deyip kendini kandırmasın.. Ve hiç kimse bu ülkede demokrasinin tesis edilememiş olmasını askere bağlamasın; bunun nedeni demokrasinin güvencesini sağlayacak Kemalizmin bizzat karşı-devrimciler mârifetiyle bir tarafa itilmesidir, asker ise bu boşluğu demokratik iktidarların dolduramaması nedeniyle sisteme müdahâle etme ihtiyâcı duyuyor.. Doğan Avcıoğlu karşı-devrimcilerin elinde şekillenen bu sistemi ‘cici demokrasi’ olarak nitelendiriyor ve Türkiye’nin düzeninin buna dayalı olduğunu savunuyordu. Bence Doğan Hoca çok iyimsermiş, ben bu sisteme demokratizm adını vermekten yanayım: demokrasiyi fetiş hâline getirmek, onu bir tramvaya benzetmek, sözüm ona demokratik ve meşru yollarla demokrasinin altını oymak bu şekilde daha doğru adlandırılabilir sanırım.. Nasıl ki özüne uygunluklu bir demokrasinin alt yapısı Kemalizm ise özüne uygunluklu olmayan bir demokrasinin alt yapısı da demokratizmdir.. Demokratizm kâh Fethullahçılarla kâh PKK kuyrukçularıyla kol kola olmaktır; “halkın değerlerine saygı” nâmına millî ve mânevî değerleri sömürmek, oy avcılığı yapmak, seçim zamânı mercimek pirinç dağıtarak oylarını satın almaktır.. Koşulsuz bir demokrasi olmaz, dünyânın hiçbir yerinde de olmamıştır, bundan sonra da olamaz; çünkü bu eşyânın tabiâtına terstir. Ve Türk demokrasinin koşulu da Altı Oktur ve Altı Okun aynı zamanda da belirli bir siyâsî partinin programının temelini oluşturması bu ilkelerin siyâset üstü olduğu gerçeğini değiştirmez; gerektiğinde bu ilkelerin sağlanması için demokrasiden vazgeçilebileceği gerçeğini ötelemez.. Şüphesiz ki Takrîr-i Sûkun Kânunu belirli bir dönem içinde ortaya çıkmış, belirli bir dönemin özelliklerini yansıtır; ama bunun da temelinde Cumhuriyet’i ve demokrasiyi korumaya dönük temel bir yönelim vardır ve gerçek Kemalistler bu yönelimi yeri geldiğinde ‘faşist’ yeri geldiğinde ‘anti-demokrat’ vb.. damgalar yeme pahasına sâhiplemeli ve korumalıdır.. İmdi bugün îtîbârîyle Kemalistler ivedilikle birleşmeli ve demokratizmin kuyusunu kazmak için harekete geçmelidir.. Ve bunların sağlanabilmesi için de başta belirttiğim dört unsur karşılanmalı; ama öncelikle biz Kemalistler sağlam bir özeleştiri yapmalıyız.. Haksız mıyım.. *** Ek: Üstat bir şiirinde kendisini güzel havaların mahvettiğini, hep bu havalarda şiir yazma hastalığının nüksettiğini söyler.. Türkiye’nin siyâsî atmosferi de maalesef bendenizde şiir yazma hastalığımı nüksettiriyor.. Geçen akşam öğrendiğim şehit haberleri birkez daha kâğıda kaleme sarılmama neden oldu, aşağıya bu şiirimi ekliyorum ve bu vesileyle Şırnak’ta şehit düşen askerlerimizin şahsında tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet; ailelerine, yakınlarına ve TSK’ya başsağlığı diliyorum.. Kıyâmet Senfonisi o an ki vâkî oldu, İsrâfil’e üfle dendi.. bakındı etrâfına İsrâfil, lâkin boruyu çoktan kaptırmış.. emperyalistler ile siyonistler borusunu öttürüyor da öttürüyor: demokrasi, demokrasi, demokrasi.. 07.10.07 Alkım Saygın
Gönderi tarihi: 11 Ekim , 2007 17 yıl Sayin Alkım Saygın yazilarin okunakli güzel gercekleri cok güzel vurguluyor fakat bu gercekler zaten bu halkin yüzde 80.lerin icinde onlari zaten tek parti haline getirmeye calismak ,kemalizmmin dogasina aykiri.. bizler laikligi bu ülkeyi savunuyoruz tek partiyi yaratip onun pesinde kosma diye bir idaelimiz yok.. İmdi bu târihsel olgu ve olaylarla bıkmadan, usanmadan ve büyük bir incelikle tekrar tekrar hesaplaşmak tüm Kemalistlerin boyun borcu olsa gerek; nitekim bizler özeleştiri yapmazsak hem Kemalizmin geleceğine yön veremeyiz hem nelerde ve nasıl yanlış yaptığımızı anlayamayız hem de bizi eleştirenlere sağlam argümanlarla karşı çıkamayız.. Böyle bir tek catı örgütü, birlikteligi yok ki bunu sen de söylüyorsun öyleyse kim özelestiri yapacak bosluga konusuyorsun. Söyledigin dogru da muhatabı yok... bilmem anlatabildimmi.. yani bu ülkede karsi ciihat.mi acacagiz kemalizmle.! Ve şunu büyük bir açıklıkla ortaya koymalıyız ki Kemalizme karşı-devrimcilerden sonra ilk büyük kötülüğü uçuk Marksistler yaptı; Kemalizmi tamamlama projesi olan millî demokratik devrim hareketini bu çevreler burjuva karşıtı, Sovyetler’e koşulsuz bağlı bir yöne ve ırkçı emperyalizmle dirsek temâsı içine soktular.. Sovyetciler SDciydi yani Dogrudan sosyalist devrim tezini savunuyorlardı. Dolayısıyla MDDcilerle kavgalıydılar. Bu konuları cok iyi bilmiyorsun.! Irkçı emperyalizmle dirsek temasına kim kimi soktu anlasılmıyor. Günâh keçisi olarak birilerini kurban etmek için degil ama, tarihsel bir gerçeği dile getirmek için Behîce Boran ve arkadaşlarını anmakta yarar var; nitekim bu sözde Kemalistler millî demokratik devrim hareketini Ortodoks Marksizmin içine çektiler ve saçma sapan bir insan hakları ve demokratik hak ve özgürlükler anlayışı uğruna sırtlarını Kürt hareketine yasladılar; böylelikle Kemalizmden yüz çevirdiler.. Behice Boran ve arkadaşları MDD,ci degildi. Nitekim dönüp dolasıp gitti. TKP ile birlesti. Yani Moskovacıların yanında öldü. Sapı samanı birbirine karıstırmıssın... Bizim kuşağımız Kemalizmin nasıl olup da ırkçı emperyalizmin emrine girdiğini anlayamaz Kemalizm ırkcı emperyalizmin emrine girmedi. İktidarı ele geciren isbirlikçi burjuvazi iktidarı bir daha halka ve Kemalistlere kaptırmamak için emperyalizmin kosulsuz boyundurlugu altina girdi. Kemalistlerin suçu Atatürk'ü anlayamayıp iktidarı bu her dönemde onlarin yönetmesine engel olamamak ,, 27 Mayıs'ta cekingen bir hamle yapıp gerisini getirememektir... iste bu dönem kosulsuz verilen ödünlerin yüzünden önümüz mayinlardan temizlenemiyor.... yani bu kara mayinlar ülkemizi kaplamistir, bunu temizlemekte bu yazdiginiz ici doldurulmus güzel sade yazilarla olmuyor,, ne o uçuk Marksistler ile onlarla “vatan ve bayrak uğruna” mücâdele ettiğini söyleyen ipsiz sapsız Ülkücüler arasındaki kavgalara tanık olduk; imdi yeni kuşak Kemalistler bu olguyu anlamadan ve tekmil bir analize tâbi tutmadan Kemalizme yaklaşmasın.. Kemalizmden bu kadar kacarak nasıl anlayacaksın? demokrasiyi askıya almakta bizim egomuzda bu olguda olmamali bütün müadelemizde onun icin degilmi.? yeni iletinde bahsettigin.. Bursa Nutkunu istersen bir daha iyi oku.. yoksa seriat kayalarini destek olmaktan baska bir alarnatife dönüsmeyecegiz. saygilarimla yamyam frankfurt
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.