_asi_ tarafından postalanan herşey
-
Milli Mucadelede Kilis
MİLLİ MÜCADELEDE KİLİS 1516 yılında Merc-i Dabık Zaferinden sonra Osmanlılara geçmiş stratejik konumu önem kazanmıştır. I.Dünya savaşında yurdumuz işgal kuvvetleri tarafından işgal edildiğinde Kilis yakınlarına gelen 6 tabur İngiliz müfrezesi kışı Kilis' te geçireceklerini bildirerek 6 Aralık 1918 günü Kilis' e yerleştiler. 22 Ekim 1919 tarihinde İngilizler Kilis' ten çekilerek yerlerini Fransızlara bıraktılar. Tunus, Cezayir, Siyam Madagaskar ve Ermeni asıllı Fransız işgal kuvvetleri Kilis'i fiilen işgal ettiler. İlk "Kuva-i Milliye" olarak nitelenen çeteler Fransızlarla karşı yıldırma harekatına geçerler. Pek çok şehit vererek boğaz boğaza süngü çarpışmaları olur. Düşmana büyük kayıp verdiler. 20 ay süren mücadele sonunda Fransızlar çekileceklerini bildirdiler. Kuva-i Milliyecilerimiz Albay Polat Bey önderliğinde 7 Aralık 1921 günü Kilis' e girdiler. Hükümet konağındaki Fransız bayrağını indirerek sonsuza kadar dalgalanacak Türk Bayrağını çekerler MİLLİ MÜCADELE KAHRAMANLARI ŞEHİT SAKIP BEY Sakıp Bey, 1889 yılında Kilis'te doğdu. Ruhizade Rahim ağa'nın oğludur. Beyrut ve Halep'te Polis Memurluğu yaptı.Kilis'in işgali ile birlikte memuriyeti terk ederek, Kilis'te Milli Mücadeleye katıldı.Kuvva-i Milliye Başkanı Albay Kamil Bey ile irtibat kurarak önemli görevler üstlendi. Suriye topraklarında kalan Berk Ovasında Fransız birlikleri ile çarpışırken 25 Mart 1920 tarihinde şehit oldu. Şehit Sakıp Bey'in mezarı 1921 yılında imzalanan Ankara itilafnamesi ile Türkiye -Suriye sınırı çizilince Suriye'de kalmıştır. 1935yılında naşı Kilis'e getirilerek, Şehitler Abidesine defnedildi. POLAT BEY Suvari Yüzbaşı Kamil Polat Bey, Sivas Kongresinden sonra direniş güçlerinin başında görev almak için Kilis'e geldi. 28 Mart 1920 tarihinde Kilis - Antep yolu savunmasında, Elmalı Köprüsünde Şahin Bey'in şahadetinden sora, mahiyetindeki birlikler dağılmıştı. Polat bey'in etkili çalışmaları sonucu Kuvva-i Milliye'nin toparlanması sağlandı. Polat bey Kilis'in kurtuluşunda da çok önemli hizmetler yapmıştır. MÜSLÜMAN BEY Asıl adı Tahirzade Mehmet'tir. Müslüman Bey O'nun Kod adıdır. 1919 yılında Fransızlar Güneydoğu Anadolu Bölgesini İngilizlerden devralıp işgal ettiğinde Müslüman Bey, Kuvva-i Milliye birliklerini teşkilatlandırarak, işgallere karşı müfreze kumandanı olarak savaşmıştır. Müslüman Bey; Cercik (Polatbey Köyü) Müfreze Kumandanı olarak Kilis'in kurtuluşunda çok önemli görevler ifa etmiştir. Kilis'te Müslüman Bey adını taşıyan bir Mahalle bulunmaktadır. KARTAL BEY Kartal Bey, 1875 yılında Kilis'te doğdu. Asıl adı Mehmet Zühdü olup, Kartal kod adıdır. 1902 yılında Asteğmen olarak Halep'te görev yapmıştır. I. Dünya Savaşında ise Yüzbaşı olarak savaşa katılmıştır. Kilis işgal edilence; Mustafa Kemal O'nu Kilis, Antep Maraş Urfa, Halep Müfreze Kumandanı olarak görevlendirmiştir. Kilis'te Kuvva-i Milliye'nin örgütlenmesinde büyük katkıları olmuştur. Kartal Bey daha sonra Mustafa Kemal'in emriyle Antep'te işgal birlikleri ile savaşmıştır. Kurtuluş Savaşından sonra Gümrük Güvenlik kuruluşunda çalışmış yakalandığı verem hastalığına yenik düşmüştür. İSLAM BEY İslam Bey, 1885 yılında Kilis'te doğdu. Asıl adı Mehmet'tir. I. Dünya Savaşında askere alınarak, Çanakkale Cephesine gönderilir. Burada büyük başarıları görülür. Mondros Mütarekesi ile Osmanlı Ordusu terhis edilence İslam Bey de memleketi Kilis'e döner. İngilizler ve Fransızlar Kilis ve çevresini işgal edince, Kilis'in ileri gelenleri ile beraber amansız bir mücadele verir. Kilis'in kurutuluşundan sonra İslam Bey, bir süre Belediye Başkanlığı yapmış bundan sonra da İstihbarat Müdürlüğüne atanmıştır. İslam Bey 1970 yılında 73 yaşında iken vefat etti. Adı Kilis'te mahalle, cadde ve parklarda yaşatılmaktadır. ASLAN BEY Aslan Bey, 1884 yılında Kilis'te doğdu. Babası Jandarma Yüzbaşı Ali Bey'dir. Asıl adı Yusuf Ziya olup, Antep ve Kilis cephelerinde gösterdiği kahramanlıkları sebebiyle kendisine Aslan Bey denilmiştir. 1911 yılında Trablusgarp'da İtalyanlara karşı Derne Cephesinde, I. Dünya Savaşında Jandarma çavuşu olarak Kilis ve Antep cephelerinde , büyük başarırları görülmüştür. 17 Şubat 1921'de Antep şehrindeki taarruza katılan Aslan Bey'e başarılarından dolayı İstiklal Madalyası verilmiş ve yüzbaşı olmuştur. 6 Kasım 1942 yılında vefat etmiştir.
-
Kilis Tarihi
TARİHÇE Kilis doğası ve yerleşmeye elverişli coğrafyası nedeniyle tarihsel süreç içerisinde pek çok kavme (Babil, Hitit, Huri-Mitanni, Arami,Asur, Pers, Makedonya, Roma Bizans, Selçuklu, Memluk/ Kölemen,Osmanlı) ev sahipliği yapmıştır. Kent merkezinin 5 km kadar güneydoğusundaki Oylum Höyük’te sürdürülen arkeolojik kazı çalışması sonuçlarına göre, yörenin tarihi Geç Kalkolitik Çağa (M.Ö: 3500-3000) kadar dayanmaktadır. Ele geçen Hitit kaynaklarına göre M.Ö:1460’lı yıllarda Halep Krallığı’na bağlı olan yöre Hitit kralı II.Hattuşaş döneminde (M.Ö:1420-1400) Halep ile birlikte Hitit egemenliğinden çıktıysa da, kral II.Suppililuma’nın (M.Ö:1190-1180) Suriye seferinde tekrar Hitit İmparatorluğu’na bağlandı. M.Ö:1200 tarihinde Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra önce Aramilerin (M.Ö: XIII.Yüzyıl-VI.Yüzyıl), M.Ö:1100’de de kral II.Tiglat-Pileser döneminde Asurların eline geçen yöre, önce Pers kralı Darius’un batıya (M.Ö:521-485), sonraki yıllarda da Makedonya kralı Büyük İskender’in (M.Ö:336-323) doğuya yayılma politikaları çerçevesinde, bu uygarlıkların sınırları içersinde kalmıştır. Büyük İskender’in ölümünden sonra (M.Ö:323) yaklaşık 227 yıl Selevkosların / Selefkiler (M.Ö:281-64) egemenliği altında kalan Kilis ve yöresi M.Ö:64 yılında Roma İmparatorluğu’na bağlandı ve adı Ciliza sive Urmagiganti oldu. Roma İmparatorluğu’nun 395 yılında ikiye ayrılması sonucu Doğu Roma dolayısıyla Bizans toprakları içinde kaldı ve Halep’le birlikte Bizans İmparatorluğu’nun Suriye Theması’na bağlandı Halife Hz.Ömer zamanında 636 yılında Ebu Ubeyde Bin Cerrah (Ebu Ubeydet-ibn-il Cerrah) tarafından İslam topraklarına katılarak sınır bölgesi kentlerinden biri oldu. V.Yüzyıldan sonra eski önemini yitiren Kilis ve yöresi, XI.Yüzyıla kadar Hıristiyan Bizans'la Müslüman Araplar arasında sürekli el değiştirdi. Bu süreçte Müslümanlığı kabul eden kimi Türk kavim ve boyları (özellikle Horasan, Türkistan kökenli Oğuzlar), Abbasiler’in denetimine girerek; “Sügur (sınırlar,düşman ağzı olan yerler)” , “Avasım (sınır kentleri)” ya da “Uç Bölgesi” adı verilen yörelerde, bölgelerde iskan edildiler. “Şam Ucu” adıyla bilinen Kilis ve yöresine (A’zaz/Azez,Kuros,Anazarba,Ravanda) de savaşçı, dizdar (kale,sınır bekçisi), der-bend ağası (sınır, karakol bekçisi), murabıt (ibadetine düşkün kişi,şeyh,derviş), zahid (dindar,sofu) gibi nitelikleri taşıyan Türk boyları yerleştirildi.985 yılında tekrar Bizans egemenliğine giren bölge, XI.Yüzyılda Haçlı Ordularınca istila edildi ve Urfa Haçlı Kontluğu’na bağlandı. 1124 yılında Artuklu (1101-1231) ve Eyyübi (1171-1348) egemenliklerinden sonra bölgeyi eline geçiren Kölemenler (Memluk Devleti,1250-1516); Anazarba, Azez, Kilis ve Ravanda kalelerini onardı; bugünkü Kilis kent merkezinin bulunduğu yeri, alışveriş/ticaret merkezi yaptı. 266 yıl süren bu egemenliğe Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, 24. Ağustos 1516 yılında Mercidabık’ ta (bugünkü Yavuzlu yöresi) Memluk ordusunu yenerek, son verdi ve bölgeyi Osmanlı topraklarına kattı.
-
Kilis Genel Bilgi
GENEL BİLGİLER Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin güneybatı bölümünde yer alan Kilis’in doğu, batı ve kuzeyinde Gaziantep, güneyinde de Suriye bulunmaktadır. Hatay-Maraş oluğu ile Fırat ırmağı arasında uzanan Gaziantep Platosu’nun güneybatı kısmında, Türkiye-Suriye sınırında bulunan il toprakları Akdeniz ve Güneydoğu bölgeleri arasındaki geçiş kuşağı üzerindedir. Tilbaşar Ovası’nın doğusunda Suriye topraklarına doğru alçalan dalgalı düzlük bir arazide yer almaktadır. İlin en önemli yükseltisi Acar Dağı’nın Gülbahar Tepesi (1.021 m.)’dir. İlin kuzeyinde yer alan ve doğudan batıya doğru uzanan dağlar arasında kuru dereler ve birkaç küçük akarsu bulunmaktadır. Genellikle kıraç arazilerin yer aldığı bu dağların etekleri ve üst kısımlarında tarıma elverişli araziler bulunmaktadır. İlçe topraklarını Balıksuyu, Sunnep Çayı, Afrin Çayı ve Sabun Suyu sulamaktadır. Gaziantep’e 58 km uzaklıkta olan Kilis Suriye sınırına ise 10 km uzaklıktadır. Yüzölçümü 1.428 km2 olup, toplam nüfusu 130.198’dir. Kilis ilinin iklimi genel karakterleri itibariyle Akdeniz iklimi içerisinde kalır. Bu özelliği ile Kilis, etrafındaki il ve ilçelerden farklı bir iklime sahiptir. Kilis´in batısından, Torosların arasından geçerken serinlesen Akdeniz rüzgarı Yaz aylarında çok sıcak olan şehir havasını serinletir. Kilis, bir yayla iklimine sahiptir de denebilir. İlin ekonomisi tarım, hayvancılık, ticaret ve küçük sanayie dayalıdır. Kilis’in tarım alanındaki pazarları Osmanlı dönemine kadar inmektedir. Osmanlı döneminde Halep’in meyve ve sebze ihtiyacı buradan karşılanıyordu. İlde yetiştirilen başlıca tarımsal ürünler; arpa, buğday, mercimek, nohut, soğan, sarımsak, zerdali Antapfıstığı ve az miktarda pamuk ve mısırdır. Ayrıca meyve sebze üretimi ileri düzeydedir. Özellikle bağcılık ve zeytincilik ön plandadır. Meraların bitkisel üretim alanlarına ayrılmasından ötürü, hayvancılık eski önemini yitirmiştir. Bununla birlikte, sığır besiciliği, Kilis keçisi ve koyun yetiştirilmektedir. Suriye’ye yakınlığından dolayı, Öncüpınar (Tibil) sınır kapısı nedeniyle Suriye ile ticari bağlantısı vardır. İlde bitkisel yağ, şarap üreten, dokumacılığın ağırlık kazandığı iş yerleri bulunmaktadır. İl topraklarında manganez ve fosfat maden yatakları vardır. İlk kez bir Asur tabletinde, Ki-li-zi adında bir yerden söz edilmesinden ötürü, Kilis’ in Asurlular döneminde bir yerleşim yeri olduğu anlaşılmaktadır. Kilis antik kentinin bugünkü yerinden 12 km batıda Suriye sınırları içerisindeki Ürya Nebi denilen yerde olduğu ve Chrrhus ismi verildiği sanılmaktadır. Bu kenti Büyük İskender’in kurduğu konusunda bazı iddialar bulunmaktadır. Buna göre, Kilis İskenderun Körfezi’nden Fırat Nehri’ne kadar uzanan Christik eyaletinin merkezi idi. Bizans’ın doğu sınırını gösteren bazı haritalarda ve bugünkü Kilis’in bulunduğu yere Ciliza deniliyordu. Ayrıca Roma metinlerinde de buradan Ciliza siv ürmanijijant olarak söz edilmektedir. M.Ö. 1700 yıllarında Kilis, Hitit Devletinin önemli kentlerinden biriydi. Kilis’ in kuzeybatısında Gaziantep’teki Yesemek, Hititlerin Heykel atölyesinin bulunduğu önemli bir merkez idi. Kilis yöresi M.Ö. 700 ile 550 yılları arasında Asur, Medlerin ve Perslerin egemenliğinde kalmıştır. Büyük İskender’ in Pers Devletini yıkmasından sonra, Makedonyalıların hakimiyeti altına girmiştir. M.Ö. 323 yılında İskender’in ölümünden sonra Makedonya İmparatorluğu İskender’in üç generali arasında paylaşılmıştır. Kilis ve çevresi Seleukosların egemenliğine girmiş ve bu durum 227 yıl sürmüştür. Bunun ardından da Roma İmparatorluğu’na bağlanmıştır. Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasından sonra Kilis, M.S. 636 yılına kadar Bizans İmparatorluğu’nun bir kenti olmuştur. VIII.yüzyılda Kilis’e Harun Reşit, El-Mehdi döneminde Abbasilerin akınları başlamıştır. El-Mehdi zamanında Horasanlı Oğuz boyları Abbasilerin hizmetine girdikten sonra buraya Uç Beylikleri olarak yerleştirilmişlerdir. XI.yüzyılda Türk boylarının Atabek ismi altında burada küçük devletler kurmuşlardır. Bu devletlere aynı zamanda da Suriye Selçukluları ismi verilmiştir. Haçlıları 1151’de buradaki Atabek Nurettin Mahmut’dan Kiris, Azez, Telbaşar, Ayıntab, Telhalit, Ravanda, Dülük, Maraş ve Besni’yi zaptetmişlerdir. Ancak kısa bir süre sonra Türkmenler bu yerleri Haçlılardan geri almışlardır. Yaklaşık bir yüzyıl Kiris Atabeklerin yönetiminde kalmıştır. 1250’den sonra bu yöre Mısır-Türk Kölemen Devleti’nin egemenliğine, XII.yüzyılda da Ravanda Eyyübi Devleti’nin egemenliği altına girmiştir. 1393’te Timur bütün Kuzey Irak’ı, Bağdat’ı ve bugünkü Kilis’i de ele geçirmiştir. Yavuz Sultan Selim 23 Ağustos 1516’da Mercidabık Savaşı’ndan sonra Osmanlı topraklarına katılmıştır. Halep eyaletine bağlı bir sancak konumuna getirilen Kilis, 400 yıl sürecek Osmanlı egemenliği altında kalmıştır. Bu dönemde Kilis köy olmaktan çıkmış hızla genişlemiş ve yeni eserlerle bezenmiştir. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde; “Kilis Halep’ in batısındadır, bir kalesi vardır. Kilis ve Azez sancak olup, Valide Sultanın hasıdır. Şehrin dört tarafı kale şeklinde yüksek duvarlarla çevrili, bu duvarlar ker****ten yapılmıştır. Şehre sekiz kapıdan girilir. Bu kapılar demirli değildir. Kalenin önünde hendekler yoktur. Şehir beş mahalle, dört bin altı yüz altmış evden ibaret olup, nüfusu da 24.000’dir”. Bu arada Evliya Çelebi Canbolatoğlu Camisi’nden övgü ile söz ederek bunun güzellik ve ihtişamda Arabistan’daki benzerliklerinden geri kalmadığını yazar. Sonra da kentteki diğer camilerden övgü ile söz ederek han ve hamamların özelliklerini belirtir. Kilis 1818 yılında büyük bir kuraklık, 1820’lerde bir deprem, 1826’da veba salgını geçirmiş, 1831’de Mısırlı İbrahim Paşa Kilis’i işgal etmiştir. Bunun üzerine Kilis’te derebeylik yapan ve Osmanlı devletine başkaldıran Kilisli Veli Ağa Gavur Dağı’na çekilmiş ve dağlarda işgalcilerle gerilla savaşı sürdürmüştür. Bundan sonra Mısır ordusu geri çekilmiştir. Veli Ağa’nın Mısırlılara karşı koymasından ötürü Osmanlı Hükümetince affedilmiş ve Osmanlılar yeniden yöreye hakim olmuşlardır. Bu arda kıtlık, bulaşıcı hastalıklar, çekirge saldırısı gibi afetlerden son derece etkilenmiştir. I.Dünya savaşından sonra Kilis yakınlarına gelen 6 tabur İngiliz müfrezesi 6 Aralık 1918 günü Kilis’e gelerek Kışı geçirmek üzere yerleşmişlerdir. İngilizler 22 Ekim 1919 tarihinde Kilis’ten çekilerek yerlerini, Tunus, Cezayir, Siyam Madagaskar ve Ermeni asıllı Fransız işgal kuvvetlerine bırakmışlardır. Bunun üzerine Kilis’te kurulan “Kuva-i Milliye” grupları Fransızlarla sürekli savaşmışlar, 20 ay süren bu mücadele sonunda Fransızlar Kilis’ten çekilmiş ve Albay Polat Bey önderliğinde Kuvay-i Milliye 7 Aralık 1921’de Kilis’e girmiştir. Kilisliler ayrıca Gaziantep’i işgal eden Fransızlara karşı Gaziantep milislerine katılmışlardır. Gaziantep’in il olması ile 1927 yılında Gaziantep’e bağlı bir ilçe olan Kilis, 1995’de il konumuna getirilmiştir. Kilis’te günümüze gelebilen tarihi eserler arasında; Oylum Höyük, Çatal Höyük, Kulsurun Höyük, Eğlit Höyük, Yavuzlu Höyük, Sinnap Höyük, Karamelik Höyük, Kumludere Höyük, Çörten Höyük, Keferdeşir Höyük, Tilel Höyük, Çınadır Höyük, Ravanda Kalesi kalıntıları, Resul Osman Kalesi, Tiyatro Kalıntısı, Kilise kalıntısı, Tekye Cami, Ulu Cami (1334), Akçurun camisi (1515), Canbolat Paşa Külliyesi (1553), Şeyh Camisi (1569), Şeyhler Camisi (1655), Hindioğlu Camisi (1664), Çalık Camisi (1683), Cuneyne Camisi (XVII.yüzyıl), Şeyh Süvendan Camisi (1748), Kadı Camisi (XVII.yüzyıl), Çekmeceli Cami, Cuneyne Camisi, Kör İmam Camisi, Hacı Derviş Camisi (1551), Muallak (Hasan Bey )Camisi (1599), Pirlioğlu Camisi (XVII.yüzyıl), Hasan Attar Camisi (1802), Tek Minare Camisi, Alacacı Cami (1460), Bayraklı Cami (1598), Kesik Minare Camisi (1778), Kilis Mevlevihanesi (1525), Şurahbil Zaviyesi (1773), Şeyh Efendi Tekkesi, Şeyh Abdullah Efendi Türbesi, Kadızade medresesi (1627), Şeyh Şemun Medresesi (1747), Baytazzade Hanı (1879), Calkanlı Lilli hanı (XIX.yüzyıl), Hoca Hamamı (1545), Eski Hamam (1562), Paşa Hamamı (1567), Hasan Bey Hamamı (Çukur hamam) (1599), Tuğlu Hamam (1785), Kurtağa Çeşmesi (1635), İpşirpaşa Çeşmesi (1654), Fellah Çeşmesi (1623), Kavaf Çeşmesi (1844), Küçük Çarşı Çeşmesi bulunmaktadır. Kilis Şehirler Anıtı da yakın tarihlerde yapılmıştır. Kilis’te ayrıca Türk sivil mimari örneklerinden evler olup, Akıncı Konağı, Kaymakam İbrahim Bey Konağı bunların başında gelmektedir. Karataş Mesire yeri, Akpınar Mesiresi ilin doğal güzellikleri arasındadır.
-
Yeni Turizm ve Gezi Moderatörümüz _asi_ hoş geldin diyoruz
Teşekkür ederim arkadaşlar hb burda olmaktan bende fazlasıyla keyif alıyorum tekrar teşekkür ederim
-
Mardin Taş İşleme Örnekleri
- Mardin Resimleri
- Mardin'de Telkari Sanatı
TELKARİ Kısaca gümüş tel işleme sanatı anlamına gelen “telkari”, ince tel haline dökülen gümüşün bükülmesiyle oluşturulan küçük motiflerin bir araya getirilmesi olarak tanınır. Tümüyle el işçiliğine dayalı bir sanattır. Telkari sanatı ile yaygın olarak tütün kutusu, sigara ağızlıkları, aynalar, tepsiler, kemerler, küpeler, kolyeler, düğmeler ve yüzükler yapılabiliyor. Altın ve gümüşün yüzyıllardır dantel işlendiği Telkari sanatı, her el sanatı gibi ayakta kalmaya çalışıyor. Kuyumculuk sektöründeki endüstrileşmeyle yaşam alanı daralan sanatın ustaları, telkari işlemeciliğini bugüne kadar taşımayı başardı. Mardin Midyat, Ankara Beypazarı ve Trabzon Telkari sanatının yaşatıldığı merkezlerden sayılıyor. "Kumaşın ve altının sihirbazı derler Süryaniler için. Oysaki ben Mardin'de telkariyim. En eski kelebek kanadı, yiğitlerin asası... Benim göz zevkim, el emeğim, maharetle nakış olur gümüş üzerinde dansla. Ben Mardin"im. En güzel gümüş işlemeciliğin yurdu yani. Mezopotamya ilhamım, medeniyetler benim desen kaynağım. Ben, tel halindeki gümüşü diriltir, altını şahlandırırım. Basit bir el çekiciyle ve ayak körüğüyle sevda yakısını gümüşe yansıtırım. Ben en güzel kol düğmesiyim. Taşlara nakşetmiş atalarımla, gümüşü yonttum. Ben bir zevk tüneliyim. Bir çocuğun gelecek düşü, Mardin"de bir sevgi motifiyim. Ben telkariyim, dünden bugüne incecik zevkleri bulutlara işleyen, çiçeklere kazıyan..." Mardinli telkari ustaları böyle tanımlıyorlar köklü sanatlarını, biraz da Mardin'e mal ederek. Geçmişi 5 bin yıl öncesine kadar dayanan altının gizemli yolculuğu, kuyum ustalarının hünerli ellerinde şekil bulan el sanatlarıyla hayat buluyor. Bu kuyumculuk sanatlarından biri de Telkari. Deyim yerindeyse saç teli inceliğindeki altın ve gümüş tellerle yapılan el dokumasına telkari sanatı deniyor. Ustaların ellerinde şekilden şekile giren takılar, insanı adeta 1001 gece masalarına alıp götürür. Telkari tekniğinin işlendiği ürünlerde göze çarpan sanat inceliği, insanı tarihin karanlıklarından günümüze bir sanat yolculuğuna çıkarıyor. Sanat işlemeciliğinde tel, ne kadar ince olursa takının değeri de o kadar artar. İncecik, dantelvari işlemecilik sanatı olan telkarinin tarihi geçmişi de oldukça eskiye dayanıyor. Melleart'ın bilimsel araştırmalarının bulguları referans alınarak geliştirilen tezlere göre, maden sanatının ilk adresi Anadolu'dur. 8000 yıldan uzun bir tarihe sahip olan Çatalhöyük'te yapılan arkeolojik kazılarda çıkarılan bakır ve kurşundan yapılmış süs eşyaları da bu tezi kuvvetlendirmektedir. Geleneksel Türk maden sanatına ait altın, gümüş, bakır, pirinç ve tunç objeler Selçuklu ve Osmanlı ustaların eserleridir. Malzeme olarak daha ziyade altın ve gümüşün kullanıldığı kuyum sanatı, Türk maden işçiliğinde ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Arkeolojik kazılardan elde edilen bulgulara göre, telkâri tekniğinin M.Ö. 3000 yılından beri Mezopotamya'da M.Ö. 2500'den bu yana da Anadolu'da kullanıldığı anlaşılmaktadır. Telkâri'nin asıl merkezinin 12. yüzyılda Musul olduğu, bu sanatın Musul'dan Suriye'ye, oradan da Anadolu'ya geçtiği ileri sürülmektedir. Telkâri yapımının 15. yüzyıldan bu yana ise Türkler arasında da yaygın olduğu, özellikle de Güneydoğu Anadolu'da çok geliştiği bilinmektedir. Mardin'de Telkari Özellikle Mardin ve Midyat ilçesinde telkari sanatı oldukça gelişmiştir. Hatta Mardin ve Midyat ilçesi, telkarinin doğup büyüdüğü yer olarak hafızalarda yerini çoktan kazımış durumda. Sayıları bugün bir elin parmakları kadar azalan ustalar, sanatı yaşatmak ve geleceğe taşımak için çalışmalarını sürdürüyor. Her elsanatı gibi gün geçtikçe kan kaybeden Telkari Sanatı'na Mardin Valiliği destek veriyor. Sanatın sürekliliğinin sağlanması için ilde genç ustalar tarafından işlenen telkariler, Avrupa'daki moda evlerine kadar götürülecek. Böylece geleneksel el sanatı, broşür dağıtımından uluslararası fuarlara kadar birçok hizmetten faydalanmış olacak. Bugün el kalemi ile parlatma işlemi Mardinli ustaların bir geleneği olarak devam etmektedir. Beypazarı Telkâri İşçiliği Telkari sanatı, Beypazarı'na Ahilik yoluyla kazandırılmıştır. Beypazarlılar bu sanatı kabul etmişler ve zaman içinde geliştirmişlerdir. Daha çok süs eşyaları ve takılar yapılmaktadır. Kemer, kolye, bilezik, küpe, iğne, başlık ve tılsım başlıca takı çeşitleridir. Telkarideki motifler tabiatın Türk-İslam düşüncesi ile yorumlanışı ve Türk zevkini yansıtır. Beypazarı ilçesi, telkâri sanatı, giyimi kuşamı, yemekleri, evleri ve el sanatları açısından incelenmeye ve araştırılmaya değer özellikler gösterir. İlçede gümüş işleri yapımının tarihi çok eskilere dayanır. Eski ustalar döküm gümüş ve altın işleri yaparken son 40 -50 yıldan bu yana telkâri ile uğraşmaya başlamışlardır. Bu eski ustaların yetiştirdiği ve onların bıraktığı yerden başlayan yeni ustalar ise 20. yy'ın son çeyreğinde telkâriyi Beypazarı'nda geliştirerek adını yurtdışına kadar duyurmuşlardır. Beypazarı'nda üretim geleneksel tekniğinden sapmadan küçük işletmelerde yapılmaktadır. İlçede 40 kadar işyerinde 30'a yakın usta ve kalfa ile 400'e yakın çırak ve işçi telkâri alanında çalışmaktadır. Telkari Yapım Tekniği Tel Çekme Külçe halindeki gümüş veya hurda gümüşler potada eritilerek ince çubuklar halinde dökülür.Daha sonra bu çubuklar silindirlerden ve haddelerden geçirilerek istenilen inceliğe getirilir. Model Hazırlama Yapılacak ürün önce ana hatlarıyla 1 / 1 ölçekte bir kağıt üzerine çizilir. Ürünün ana iskeletini oluşturacak parça esas alınarak hangi kısımlarında kaç mikron kalınlığında tel kullanılacağı, iç kısmının ne şekilde, hangi desenlerle doldurulacağı belirlenir ve taslak üzerine yazılır. Tavlama Haddelerden çekilen ve bükülen gümüş süratle sertleşir ve işlemede büyük kolaylık sağlayan yumuşaklığını kaybeder. Bu tellerin yumuşaklıklarını tekrar kazanmaları için asbest bir tabaka üzerinde ısıtılarak tavlanmaları gerekir. Tellerin çekilmeleri ve ürüne işlenmeleri sırasında tavlama işlemi sık sık yapılır. Kesim Herhangi bir ürün yapılacağı zaman gerekli bütün teller taslak üzerinde belirlenen kalınlık ve uzunluklara göre kesilerek hazırlanır. Şekil Verme Ürünü oluşturan ana iskeletin kesilmiş ve yassılaştırılmış parçaları çizilmiş olan taslak üzerine konularak şekillendirilir ve belirli yerlerinden kaynakla birleştirilir. Sonra ince teller yerleştirilerek iskelet tamamlanır. İskeletin içerisindeki boşluklar işin tekniğine göre daha ince tellerle doldurulur ve sıkıştırılır , gerekli yerlerden kaynakla birleştirilir. Bu şekilde içleri doldurularak hazırlanmış parçaların her birine bükülerek yada çukurlaştırılarak son şekil verilir ve parçalar ara bağlantılarla birleştirilerek bir araya getirilir. Ayrıntıların Yapımı Telkâride bir ürünü oluştururken ana parçaların dışında bu ana parçaları birleştirmede ve süslemede çeşitli parçacıklar kullanılır. Örneğin "geverse" adı verilen minik küreler yapılırken matkap yardımı ile bir çivi üzerine sarılan ince teller makasla kesilir ve küçük halkalar elde edilir. Bu halkalar bir kömür parçası üzerinde ısıtılıp eritilerek minik toplar haline getirildikten sonra iki ağaç blok arasında sıkıştırılıp döndürülerek yuvarlaklaştırılır. Böylece 1-2mm çapında içi dolu kürecikler elde edilir. Daha büyük küre ve topları yaparken gümüş plaka önce presle değişik çaplarda daireler halinde kesilir. Birleştirme ve Kaynak Telkâri tekniği ile yapılan her ürünün tamamı telden yapılır. Bunun için bir ürün binlerce parçadan bükülerek ve birleştirilerek oluşturulur. Bu yüzden bu teknikte kaynak önemli bir yer tutar. Kaynak materyali olarak gümüş - pirinç karışımı bir alaşım kullanılır. Ağartma Bütün parçaları birleştirilmiş bir ürün son şeklini aldığı zaman ısıtma, kaynak ve diğer işlemler nedeniyle kirlenmiş, kararmış ve oksitlenmiş durumdadır. Ürünün doğal parlak rengini alabilmesi için ağartma işlemi uygulanmaktadır. Bu uygulamada bütün ürünler bir bakır kap içine konulur ve üzerlerine nitrik asitli su ilave edilir. Ürünler doğal renklerini alıncaya kadar birkaç dakika süreyle kaynatılır. Daha sonra bol su ile durulanır ve kurutulur. Son İşlemler Ağartılan ürünler deterjanlı (eskiden deterjan yerine çöven kullanılırdı) su ile tekrar yıkanır ve ince telli bir fırça ile iyice fırçalanır. Yüzeydeki fazlalıklar ve kaynak artıkları temizlenir; ürünlerin yüzeyi düz bir çelik parçası ile parlatılır. Telkari çeşitleri Hasır Telkari "Örgü işi" veya "Trabzon işi" olarak da bilinen bu teknikte, ürün tellerin örülmesi ile ortaya çıkarılmaktadır. Daha çok Trabzon yöresinde uygulanan bu teknikte altın ve gümüş teller sekiz santimetreye kadar ende örülerek şeritler haline getirilmektedir. Daha sonra silindirler arasından geçirilen bu örgüler ezilerek tam bir örgü şerit haline getirilir. Bu şeritler uygun uzunlukta kesilerek bilezik ve kolye yapılır. Kakma Telkari Bu teknikte bir taş, maden veya ağaç yüzey üzerine kazınan şekil ya da oyukların içine tel yerleştirilir. Tel kakma yapılacak yüzey üzerine çizilen şekil, kazıma veya asitle oyma tekniği ile yüzey üzerinde çukurlaştırılır. Bu çukura yerleştirilen çoğunlukla köşeli tel çekiçle vurularak sıkıştırılır ve şekil içerisine gömülür. Yüzeyden taşan kısımlar alınır, eğelenir, perdahlanıp parlatılır. Bu teknikle silah kabzaları, bıçak sapları, şemsiye sapları, zarf açacakları, yazı takımları, kaşık sapları, tespihler, nalınlar, ağızlıklar, baston sapları, şamdanlar, vb. eşya süslenir. Kafes Telkari Bu teknikte tellere şekil verildikten sonra kaynakla birleştirilerek bir ana iskelet oluşturulur. Bu iskeletin içi daha ince tellerle doldurulduktan sonra yine kaynak yapılır ve gerekirse ürün minik kürelerle ve toplarla süslenir.Bu teknikle kül tablaları, çakmak kılıfları, sigara ve mücevher kutuları, şamdanlar, tepsiler, şekerlikler, vazolar, ağızlıklar, nargile uçları, çiçekler, sigara tabakaları, fincan, bardak, sürahi vb. eşya kılıfları, abajurlar, çeşitli tabaklar, düğmeler, kol düğmeleri, küpeler, tepelikler, kolyeler, broşlar, bilezikler, kemerler ve yüzükler üretilir. Beypazarı'nda telkâride bu teknik kullanılır. Mardinli bir usta; Suphi Hindiyerli Yüreklerden akıp gelen bu sanatın yaşatılması için çaba gösterenlerden biri de Mardinli telkari ustası Suphi Hindiyerli. Uzun yıllar mesleğini İstanbul'da yaptıktan sonra fabrikalaşma süreciyle birlikte telkarinin artık İstanbul'da yapılamayacağını anlayarak, Mardin'e gitmiş. Hindiyerli, Telkari'yi tarihin derinliklerinden gelen ve mitolojik güzelliği yüreklere nakşeden estetik bir bütünlük olarak tanımlıyor. Telkari ustası Hindiyerli, "Telkari, hayal güzelliğinin el dokusuyla sanata dönüşmesidir. İnsanların göz zevkini doruklara çıkaran kuyumculuğun mahir elleri ile tel halinde gümüşü diriltir, altını şahlandırarak mütevazi tahta çekiçle ayak körükleri ve sevda yakısını sunan alevle telkariyi yaratır" diyor. Hindiyerli, el sanatlarının Türkiye için bir sembol haline getirilmesi için değişik yerlerde kurslar açılması gerektiğini söylüyor.- Mardin Müzesi
MARDİN MÜZESİ Mardin Merkez 1. Cadde Cumhuriyet Alanı Atatürk heykeli yanındadır. Binanın doğu tarafına bitişik olan Meryem Ana Kilisesi'nin müzeye bakan kapalı portalındaki kitabeye göre bina, 1895 yılında Antakya Patriği İgnatios Behnam Banni tarafından Süryani katolik patrikhanesi olarak yaptırılmıştır. Daha sonraları askeri garnizon, M.S.P. İl teşkilatı, kooperatif binası, sağlık ocağı ve polis karakolu olarak kullanılmıştır. Binayı Süryani Katolik Vakfı'ndan satın alan Kültür Bakanlığı 1988 yılında bunu restore etmeye karar vermiş ve 1995 yılında da bina müze olarak hizmete açılmıştır. Bu ana kadar eski müze Artuklu sultanlarından Sultan İsa tarafından, 14. yüzyıl başlarında yaptırılan Zinciriye Medresesinde faaliyet gösteriyordu. Yeni müze binası tamamen kesme kalker taşından yapılmıştır. İç ve dıştaki tonoz, kemer, korkuluk ve sütun başlıklarında eşsiz süslemeler mevcuttur. Müze üç katlıdır: Birinci katta; danışma yeri, konferans, sergi ve dinlenme salonları, İkinci katta; etnografya sergi salonu, kütüphane ve eser depoları; Üçüncü katta ise Girnevas Höyük kazısında çıkarılan kimi eserlerle, satın alınarak müzeye kazandırılan arkeolojik eserlerin sergilendiği salonlar ve idari bölümler yer almaktadır. Müzedeki eserler; M.Ö. 4000'den, M.Ö. 7. yüzyıla kadar olan döneme ait eserlerdir. Arkeolojik salonlarda Eski Tunç, Asur, Urartu, Grek, Pers, Hellenistik, Roma, Bizans, Büyük Selçuklu, Artuklular ve Osmanlı devirlerine ait tabletler, silindir ve damga mühürler, kült kapları, figürinler, takılar, keramikler, altın, gümüş ve bakır sikkeler, gözyaşı şişeleri ve kandiller sergilenmektedir. Etnografya salonunda ise Mardin ve çevresine, bilhassa Midyat İlçesi'ne özgü gümüş işlemeciliğinin seçkin örnekleri olan kolyeler, küpe, bilezik, halhal, alınlık, saçlığın yanı sıra, eski giysiler, kılıçlar, kahve (mırra) takımları, hamam eşyaları, tespihler, ısınma araçları ve bakır eşyalar da sergilenmektedir.- Mardin Dara Örenyeri
DARA ÖREN YERİ Mardin’in Güneydoğusunda 30 km.uzaklıkta Oğuz Köyü’ndedir. Burası eski Mezopotamya bölgesinin en ünlü kenti iken bugün küçük bir köy yerleşmesi haline gelmiştir. Yerleşme Büyük İskender’le Dara’nın savaşına da sahne olmuştur. Kent İran Hükümdarı ünlü Darayuvaşi tarafından kurulmuş, çeşitli dönemlerde İranlılarla Romalılar arasında el değiştirmiştir. VII yy.sonlarına doğru Emevilerin daha sonra Abbasilerin XV yy.da Türklerin eline geçmiştir. Kalıntılar arasındaki büyük kesme taşlar ve arasıra bulunan paralara bakılacak olursa Dara’nın geçmişte büyük ve görkemli yapılara ve zengin hazinelere sahip olduğu söylenebilir. Dara Kent Kalıntıları Mardin yönünden gelirken solda kayalar içinde oyulmuş çevresi 8-10 km.yi bulan geniş bir alana yayılmış mağara evler vardır. Buradan çıkan taşları kentin diğer bölümünde kullanıldığı görülmektedir. Mağaraların doğusunda yeralan kaya mezarları Kuruçayla sınırlanmaktadır. Asıl kent çevresi 4 km.surla korunmuştur. Güney ve Kuzeye açılan iki kapısı vardır. İçkale kentin kuzeyinde ve 50 metre yüksekliğindeki tepenin üst düzlüğüne kurulmuştur. Bugün tepe üzerinde evler yapılmış olup, kalenin temel izlerinden başka bir şeyi kalmamıştır. Kent kalıntıları içinde kilise, saray, çarşı ve depoları, zindan, tophane ve su bendi halen görülebilmektedir. Köyün kuzeyinde, güneye doğru inen kayalar oyularak, görkemli birsu bendi yapılmıştır. Bugün de bentten su akmaktadır. Yörede pek çok tarihi eşya, para ve heykeller çıkmaktadır. Ayrıca köyün etrafında kayalara oyulmuş 6-7 kadar mağara eve rastlanır. Geç Roma(Erken Bizans) (6 yy.) TARİHÇE Dara Harabeleri, Tarihimize Dara kalesi olarak geçmiştir. Mezopotamya'nın Efes'i kabul edilen bu kent, M.Ö.530-M.Ö.570'te İran hükümdarı ünlü Darayuvaşi (Darxis) tarafından (parsedia / dinlence olarak) kurulmuş, çeşitli dönemlerde (miladın ilk asırlarına kadar) İranlılarla Romalılar arasında el değiştirmiştir. VII yy. sonlarına doğru Emeviler'in daha sonra Abbasilerin eline geçen şehir , daha sonraki Yüzyıllarda yerel beylikler tarafından yönetilmiş ve 15-16.y.y da Osmanlıların eline geçmiştir. Harabelere ve kalıntılar arasında ara sıra bulunan paralara(daryaka) bakılacak olursa zengin bir şehir olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır. Şehrin kurucusu Daraxis tarafından yaptırılan muhteşem yeraltı yerleşim birimi sonradan zindan olarak kullanılmış, bugünde bütün heybeti ile ayakta durmaktadır.Konuşma dili olarak (Hz.İsa'nın ana dili olan) Aramice kullanılmış,İnanç olarak da adına ateş kuleleri yapılan Ahura Mazda'ya inanırlardı.Şehir oyulmuş kent kalıntıları,su sarnıçları,su kanalları, mahsarası hala çok iyi görülmektedir. Şehrin surları ve burçlarını anlatacak olursak: 1- Asıl Şehir: Çevresi 4 kilometrelik surlarla çevrilmiştir. Biri kuzeye diğeri güneye açılan iki tane kapısı vardır. Şehri çevreleyen sur, kuzey kapısının doğu ucundan başlayarak Zellace mevkiini takiben çayın üstünden hendek yerini mağaraları içine alarak tophaneye iner, buradan Bertevil Sarayı'nın yanında güneye açılan kapı ile birleşir. Güney kapısının batı ucundan başlayan sur, Mahsara'yı (Eski Mezarlık) içine alarak kesik kayanın üzerinden Hakni mevkiine çıkar. Su sarnıçlarının yanından Yunus ziyaretini ve İç Kale'yi de içine alıp Kale Camisi'nin doğusunda birleşerek şehri çevreleyen suru oluşturur. Şehir harabeleri içindeki eski kalıntılardan kilise, saray, cami, çarşı, ev, köprü ve su sarnıçları hala mevcudiyetlerini muhafaza etmektedir. 2- İç Kale: Şehrin kuzeyinde 50 metre yüksekliğindeki tepenin üst düzlüğünde kurulmuştur. Bugün tepenin üzerinde köylülerin yaptırdığı ve içinde yaşadıkları evler mevcuttur. Bu antik yerleşim yeri, Büyük İskender'le Dara'nın savaşına da sahne olmuştur. Kalıntılar arasındaki büyük kesme taşlar ve bulunan sikkelere bakılacak olursa Dara'nın geçmişte büyük ve görkemli yapılara ve zengin hazinelere sahip olduğu söylenebilir. MEZOPOTAMYA'NIN İLK BARAJI Antik kent, Doğu Roma'nın diğer deyişle Bizans'ın, Güneydoğu metropolü Nisibis'ten (bugün Nusaybin) sonra ikinci önemli sınır kenti olarak biliniyor. Kaynaklara göre ticaretin kalbi İpek Yolu, kentin içinden geçiyordu. Bu transit ticaret merkezi, bir dönem piskoposluk merkezi de olmuş ancak sürekli devam eden akınlar sonrasında sönüp gitmişti. Bilgilendirme tabelaları Dara'nın Mezopotamya'nın ilk barajının ve sulama kanallarının kurulduğu kent olduğunu yazıyordu. Bugün şaşırtıcı nizamıyla dikkat çeken kanallara ait izler yerli yerindeydi. Su sarnıçları, su depoları, bir su medeniyetine işaret ediyordu. Suyun akışını, oranını ya da bekletilmesini kontrol edebilen bir sistemin kalıntıları olan havuzlu salonu ve hendeği ile beraber... Oyma kaya evler, tavanlarındaki süslemeleri, duvarlarına işlenmiş Meryem, İsa ve haç figürleriyle kaya kiliselerine dönüşmüş yapılar kentin Hıristiyanlık macerasını anlatıyordu. Fakat Dara pek çok dine farklı zamanlarda ev sahipliği yapmıştı. Din çeşitliliği, beraberinde çatışmaları getirmişti. Bu durum da bugün farklı dinlere ait simgeleri bir arada görmemizin sebeplerinden biri olarak görünüyor. Mezopotamya'nın Efes'i olarak nitelenen Dara kentinin parçaları şu an varolan köyün inşasında kullanılmıştı. Ve bu yüzden kent hakkında net verilere ulaşmayı güçleştiriyordu. DARA'DA BULUNAN ANTİK ÇAĞ'A AİT MOZAİKLER Geçen yıl başlayan kazı çalışmalarında tarihe ışık tutacak şemsiye motifli mozaik ile hayvan figürlerinin bulunduğu belirtildi. Kış mevsimi nedeniyle ertelenen çalışmaların bu ay yeniden başlayacağı açıklandı. Mardin'de ortaya çıkan antik mozaiklerin Gaziantep'teki Zeugma mozaikleri ile benzerlik taşıdığı kaydedildi. Mardin Valiliği, Dara ören yerinde Prof. Dr. Metin Ahunbay ve ekibi tarafından 1986 yılında başlatılan kazılarla toprak altında kalan tarihi dokunun gün yüzüne çıkartılmasına desteğini sürdürüyor. Valiliğin hazırladığı rapor doğrultusunda bu ay başlayacak kazı çalışmalarına Kültür ve Turizm Bakanlığı da destek veriyor. Geçtiğimiz aylarda Mardin'i ziyaret eden Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Dara'da ortaya çıkan tarihi hazinenin gün ışığına çıkartılması için gereken maddi desteğin sağlanacağını açıklamıştı. Bugüne kadar, halk arasında zindan olarak bilinen 40 metre deriliğindeki mekân temizlendi. Açık hava tiyatrosu ve kaya evlerin bulunduğu alanlarda gerçekleştirilen kazılarda ise Babil ve Pers İmparatorluğu'na ait askeri garnizon şehrinin erzak ve silah depoları ile kaya mezarlar gün yüzüne çıkarıldı. Ayrıca şehrin yerleşim alanı olan ve toprak altında kalan kayalara oyulmuş tarihi evler ve mezarlar bulundu.- Mardin Türbeleri
MARDİN TÜRBELERİ Hamza-i Kebir Türbesi (Merkez) Mardin Meydanbaşı Mevkii’nde bulunan Hamza-i Kebir Zaviyesi Akkoyunlular döneminde 1438-1439 yılında yapılmıştır. Zaviyenin yanında düzgün kesme taştan yapılmış olan türbe bulunmaktadır. Bu türbenin kime ait olduğu kesinlik kazanamamakla beraber Hamza Bey’e ait olduğu da iddia edilmiştir. Türbe haç planlı olup, dışa taşkın giriş kapısı üzerinde geometrik geçmelerden oluşan bir bezeme bulunmaktadır. Bu bölüm birbirlerinden farklı taşlarla doldurulmuş ve bunlar mozaik tekniğinde kapı üzerine yerleştirilmiştir. Türbe kare planlı olup, üzerini tromplu bir kubbe örtmektedir. Kubbenin dışında kalan haçın kollarını oluşturan mekânlar beşik tonozludur. Türbenin yanında bulunan zaviyeden, temel kalıntıları dışında, herhangi bir kalıntısı günümüze gelememiştir. Cihangir Bey Türbesi (Merkez) Mardin’in güneyinde, Artuklular zamanında yapılmış olan Kasımiye Medresesi’nin batısında ve şehir dışında Cihangir Bey’in ( 1444-1469) Türbesi ile yanında da zaviyesi bulunmaktadır. Zaviye Akkoyunlu Cihangir Bey tarafından yaptırılmıştır. Cihangir Bey’in yaşadığı dönem ve yanındaki türbenin günümüze gelen kalıntıları XV.yüzyılın başlarında yapıldığını göstermektedir. Zaviye ve yanındaki türbe çok harap ve yıkık durumda günümüze gelebilmiştir. Cephesi dışında moloz taşla örülen yapının sivri kemerli bir girişi bulunmaktadır. Buradan kare planlı tonozlu bir bölüme girilmektedir. Çapraz tonoz örtülü bir kapıdan da beşik tonozlu bölümlerin peş peşe sıralandığı hücrelere geçilmektedir. Cihangir Bey Zaviyesi ve Türbesi yakın tarihlerde onarılmıştır. Yöresel kesme taştan onarılan yapı, kare planlı iki ayrı bölümden meydana gelmiştir. Girişi yuvarlak kemerli olup, sağ tarafta türbe, sol tarafta da zaviye bulunmaktadır. Bunların üzeri içten tonoz, dıştan da düz dam şeklindedir. Şeyh Kasım Türbesi (Merkez) Mardin Yeni Kapı Hamamı yakınında, evler arasında sıkışmış bir durumda kalan Şeyh Kasım Halveti Türbesi ve Mescidinin yapım tarihi bilinmemektedir. Yapı üslubundan XV.-XVI.yüzyıldan sonra yapıldığı sanılmaktadır. Türbe son yıllarda onarılmış, bir takım ekler yapıldıktan sonra mescit olarak kullanılmıştır. Türbenin giriş kapısı kuzeyde olup, dar bir eyvanla içerisine girilmektedir. Türbenin alt katında birkaç basamakla inilen mumyalık kısmı bulunmaktadır. Şeyh Kasım Türbesi moloz taştan yapılmış, üzeri de tonozla örtülmüştür. Kare planlı olan iç mekân iki pencere ile aydınlatılmıştır. Türbe içerisinde iki sanduka bulunmakta olup, bunlardan birinin Şeyh Kasım Halveti’ye, diğerinin de kızına ait olduğu sanılmaktadır. Şeyh Hamit Türbeleri (Merkez) Mardin’in doğusunda, Meydanbaşı’ndan Savur’a giden yol üzerinde Şeyh Hamit Türbeleri bulunmaktadır. Mardinli Sadık Hamidi’nin belirttiğine göre, türbenin yapımına Şeyh Hamidi’nin ölümünden sonra 1880-1881 yılında başlanmıştır. Bu türbeler grubu dört ayrı türbe ile bir mescidin birleşmesinden meydana gelmiştir. Türbeler plan düzeni olarak birbirinin eşidir. Moloz taştan yapılan türbeler, kare planlıdırlar. Üzerleri tromplu kubbelerle örtülmüştür. Türbeler grubunun kuzeyindeki kemerli bir kapıdan dikdörtgen planlı, üzeri beşik tonoz örtülü bir mescide girilmektedir. Batı yönündeki üzeri kubbeli türbe bu mescit ile bağlantılıdır. Selmân-i Pâk (Selmân-i Farisi) Türbesi (Nusaybin) Mardin Nusaybin ilçesinde bulunan Selmân-ı Pâk Türbesi günümüzde ziyaretgâhtır. Selmân-ı Pâk’ın Hz. Muhammed’in berberi olduğuna dair bir söylenti bulunmaktadır. Kaynaklardan öğrenildiğine göre; Selmân-i Pâk, İsfahanlı olup, Mecusi (ateşperest) idi. İran'da Hıristiyan olmuş, sonra Anadolu'ya gelmiş ve kiliselerde hizmet etmiştir. Gençlik yıllarının bir bölümünü Nusaybin'de bir kilise papazının yanında geçirdiği söylenmektedir. Sonraları Şam'a, oradan da Medine'ye geçmiştir. Söylentiye göre bir Yahudi'nin kölesi iken, Hz. Muhammed ile karşılaşmıştır. Hz. Muhammed onu satın alınarak serbest bırakmıştır. Bundan sonra Peygamber’in berberliğini yapmış ve bu arada İslamiyet’i kabul etmiştir. Hz. Ömer zamanında yüksek makamlara getirilir. Berberlerin piri olarak kabul edilen Selmân-i Pâk hakkında şu dizeler yazılmıştır: “Hamd ü minnet Hüda'ya, bize verdi devleti Hazreti Selmân-i Pâk'tır pirimizin şöhreti Hem Resul'ün berberidir ol kemâl-i zat-i pak Her sabah besmele ile açılır dükkânımız Hazreti Selmân-i Pâk'tır pirimiz, üstadımız.” Bab Es Sur (Melik Mahmut) Türbesi (Merkez) Mardin Savur Kapısı’na giden yol üzerinde bulunan Bab Es Sur (Melik Mahmut) Camisi XIV.yüzyılın ilk yarısında yapılmıştır. Caminin batısında beşik tonozla örtülü bir türbe bulunmaktadır. Moloz taştan yapılmış olan bu türbe geniş bir kemerle cami ile bağlantılıdır. Türbenin içerisinde özelliği olmayan bir mihrap nişi, dış duvarında da üç duvar nişi bulunmaktadır. Bu türbenin kime ait olduğu bilinmemektedir. Türbe içerisinde sanduka da bulunmamaktadır.- Mardin Kaleleri
MARDİN KALELERİ MARDİN KALESİ: Mardin Kalesinin diğer bir ismi "Kartal Yuvası" dır. Şehrin büyük bir kısmının dayanmış olduğu zinin üst kafesine kurulmuş müstahkem bir mevkidir.Subari, Sümer, Babil, Mitaniler, Asur, Pers, Ro ma, Bizans, Emevi, Abbasi, Hamdaniler, Selçuklular, Artuklu, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safaviler, Osmanlılar dönemlerini, kimi zaman zaferleri, kimi hayal kırıklıklarını yaşamış çok önemli bir kaledir.MS.330 yılında ate şe ibadet eden ve güneşe tapan Şad Buhari isminde bir kral gelip Mardin kalesinde kalır. Rahatsız olan kral, kalede kaldığı süre içerisinde iyi olunca, kendisine bir kasır yaptırıp, 12 yıl burada yaşar. Daha sonra kendi memleketi Pers ve Babil’den birçok asker ve sivil getirip, onları Mardin’e yerleştirir. Getirilen halkın va sıtasıyla MS.442 yılına kadar birçok ilerlemeler görülür. M5.442’da veba salgınından dolayı kaledekilerden sağ kalan olmadı. MS. 542’e kadar Mardin Kalesi boş kaldı. M.S.975-976’da Hamdaniler’den Hamdan Bin El Hasan Nasır El Devle Bin Abdullah Bin Ham binlerce yıldır hakim bir konumda bulunan bu doğal kaleyi bir takım eklemelerle, daha korunaklı bir hale getirmiştir.Kalenin ovadan yüksekliği bin metre kadardır. Ka- lenin bir kısmı sarp kayaların üzerine oturmuştur. Meyilin fazla olduğu insanın çıkıp inmesi ihtimali bulunan yerlerinde, bundan istifade edilerek sur inşa edilmiştir. Kalenin güney kesiminde bir kule hala ayaktadır. Kalede daha önceleri mesken olarak kullanılma ya yarayan kalıntılar gözlenmektedir. Evliya Çelebi her zamanki anlatım özelliğiyle kale ambarlarının çok miktarda erzak,cephane ile dolu olduğunu yaz mıştır.l9.yüz yılın ilk yarısında mevcut olan surların, bugün bazı yerlerde yalnız temellerine rastlanmak tadır.Bir çok kez kuşatılan kale, Timur’u bile çileden çıkaran direnişini, bünyesinde barındırdığı su sar- nıçları ve ambarlarındaki bolluk ile sağlamıştır. Dimdik ayakta iken şehrin altı kapısı mevcuttu. Bunlar; İlin batısında Diyarbakır Kapı, Doğuda Savur Kapısı, Kuzeyde Bab-ı Şavt, Kuzeybatıda Bab-ı Hama- ra, Güneybatıda, Bab-ı Zeytun, Güneyde Bab-ı Cedid (Yeni kapı) dir. Bu kapıların sağlamlığı kalenin uzun yıllar zapt edilemeyişine önemli bir etkendir. Kartal Kalesinin şöhreti o kadar yaygındır ki, pek çok şaire il- ham kaynağı olmuştur. Kalenin yaşa dıklarına şahit olan Mezopotamya’ya medeniyetin ve tekniğin sihirli değneği deyince bu zümrüt ovayı bugün nura boğmuştur. Geceleri güney yönünden muhteşem Kartal Ka lesine bakan biri, dağın eteklerinde parıl dayan binlerce ışığı göğün yıldızları sanır. KIZ KALESİ ( Kal’at ül al Mara-Lorna-Jurekm) : Merkeze bağlıdır. İlin 5 km. doğusunda yayı andı- ran üç kaleden biridir. Tarihte çok önemli bir koruyuculuk görevi üstlenmiştir. Kalede, kral kızına ait taştan yapılmış bir taht, su sarnıçları, kuyular, mağaralar ve kalıntılar mevcuttur.Kal’at ül Mara’da mo- dern anlamda havacılık sporunu geliştirmek ve turizmi canlandırmak amacı ile teleferik projesinin uy- gulamaya konulması düşünülmektedir. ERDEMEİT KALESİ: Bülbül Köyü ile Arur Kalesi arasında kalan tepe üzerindeki kaledir. ANIR KALESİ: Mardin’e 5 km uzaklıkta, Deyrulzafaran Manastırının arkasında bulunan tepenin üzerin- de çok eski geçmişe sahip kaledir. DARA KALESİ ( Daras Anastasiupolis) : Merkeze bağlı kale, Mardin şehrinin 30 km. doğusunda, meş hur Dara Harabeleri içinde yığma bir tepe üzerinde yükselir. Burası Yukarı Mezopotamya Bölgesinin en ünlü tarihi şehri iken bugün bir köy görünümündedir. Oysa ki, tiyatro sahneleri, su sarnıçları, su değirmeni, barajı, mahsara, köprü, 40 m. derinliğinde yer altındaki zindanı ve üniversitesiyle çok önemli bir medeniyet katmanı olarak tarihte parlak bir dönem yaşamıştır. Kaleyi meşhur İran hüküm darı Dara Yuvaniş yaptırmıştır. Miladın ilk yıllarına kadar İranlılar’la Romalılar arasında el değiştirmiş kale günümüze kadar özeliğini korumuştur. RABBAT KALESİ: Derik ilçesinin 15 km. batısında, Hisaraltı Köyü sınırları içinde yer almaktadır. Binler ce yıllık bir tarihe sahiptir. Artuklu döneminde onarımdan geçmiş ve bir takım eklemelere maruz kal mıştır. 15 burcu, 4 köşesinde 4 gözetleme kulesi mevcuttur. Burçların yüksekliği 15 metredir. Kalenin doğuda ve batıda iki kapısı bulunmaktadır. Yeraltında inşa edilen barınaklar üzeri toprak yığılı bir şekil de zamanında önemli bir görev yüklenmiştir. Yeraltında saray kalıntıları, erzak ambarları .. DERMETİNAN KALESİ : Kale, Mazıdağı ilçesinin 20 km. kuzeybatısında ve Gümüşyuva Köyü sınırları içindedir. Mardin’den sonra Diyarbakır’ın fethine karar veren Timur, Mezopotamya’ya Karadağ istika metinden açılan boğaza hakim olma, Mardin ve Diyarbakır’ın birbirine yardım yollarını kapatma, her iki tarafın geçidini emniyet altına almak amacıyla arazi üzerinde keşifler yaptırmış ve ilk iş olarak ken disine geçit vermeyen Dermetinan Kalesinin fethini emretmiştir. Kalenin fethi beklendiği gibi kolay ol mamıştır. l50 m. yüksekliğinde bir tepenin üst düzlüğüne inşa edilen kale Timur’u uzun zaman uğraş tırmıştır. Dermetinan Kalesinde dikkati çeken bir başka özellik Bizans döneminden kalma, kapısında iki mühür bulunan mermer bir mezarlıktır. Burada duvar kabartmalarının orijinal yapısı oldukça önemli dir. Kale, Bizanslılar tarafından yaptırılmıştır. Sekiz burç ve gözetleme kuleleri, kuzeye açılan tek kapı ve içerdeki su sarnıçları... ZARZAVAN-SAMMACHİSACANE (Mardin-Diyarbakır karayolu üzerinde) : İpek yolunun en güzel köşelerinden birinde 50 m. yükseklikteki bir tepe üzerine inşa edilmiştir. Yapılış amacı tama- mıyla kervan ticaretiyle uğraşanların güvenliği içindir. Timur’un Mardin’i zaptetme girişimleri sırasında bu kale ele geçirilmiş, karşı koyanlar öldürülmüş ve ardında bir harabe bırakılarak çekilip gidilmiştir. SAVUR KALESİ(Sauras) : Kale, Savur ilçesinin sırtını dayadığı yüksek bir tepenin üst düzlüğüne tek beden halinde kurulmuştur. Romalılar tarafından zamanın stratejik kaideleri göz önünde bulundurula rak inşa edilmiştir. Romalılarla Araplar arasındaki büyük çekişmelere sahne olan Savur Kalesi devam lı surette el değiştirmiş ve uzun zaman merkezi bir kale olarak kalmıştır.Kale, İpek yolunun can dama rı konumundaki hakim bir mevkide tüm esrarengizliğiyle durmaktadır ANZAVUR KALESİ: Kale, Nusaybin ilçesinin 14 km. kuzeydoğusundadır. Aznavur Kalesi geniş bir vadi nin üzerinde iki penin zirvesindedir. Kale H.360-M.970’ de Hamdan Bin A1 Hasan, Hasır Al-davla Bin Abdullah Bin Hamdan taraf inşa edilmiştir. Doğudan batıya 400 m. uzunluğunda genişliği 30-60 m. arasında değişmektedir. Kalenin inşa edilmiş olduğu düzlüğün zemini doğuda 800, batıda 300 m. yük sekliktedir. Kale 14 burç, iki gözetleme kulesiyle tahkim edilmiştir. Güneye açılan tek kapısı doruğa kale meydanına gider, burada kale bedeyinin mekanı görülmeye değer bir özelik teşkil etmektedir.Gü neyde Suriye Ovasına hakim bulunan kulesi hala ayaktadır. RAHABDİUM-HAFEMTAY KALESİ : Kale Nusaybin ilçesinin 20 km. kuzeydoğusunda. Suriye hududuna yakın bir tepe üzerinde Romalılar tarafından inşa edilmiştir. Tepenin doğusunda bulunan vadiden Nu- saybin-Midyat kervan yolu geçmekteydi. Romalıların Suriye’den gelecek tehlikeler için ileri karakolu görevi yapan Hafemtay Kalesi, uzun zaman Araplarla, Romalılar arasında çekişme konusu olmuştur. Bu nedenle de adı tarihte pek kanlı geçmektedir. Kale gerek Nusaybin Ovasına ve gerekse kervan yolunun geçtiği vadiye, Suriye Ovasına tamamıyla hakim bir durumdadır. Güneyden kuzeye doğru uzanan kalenin 14 burcu, iki gözetleme kulesi mevcut olup uzunluğu 1500 metreyi bulan surlarının yüksekliği 10, burçlar ile gözetleme kulesinin 20 metre kadardır. Kaleye giriş güneyden tek noktadan yapılır. Kale meydanında su sarnıçları, erzak ambarları bazı bina kalıntıları ile yer altı mahzenleri görünmektedir. MERDİS-MARDİN KALESİ: Kale Nusaybin ilçesinin 15 km. kuzeydoğusundadır. Marin Kalesi, eski Merdis şehri nin üzerinde yüksek bir kayalık üzerine inşa edilmiştir. Çevre genişliği 1500 metredir. 12 kule ve burcu var dır. Güneye açılan kapısı eskiden demir kapı ile korunurmuş. Kalenin doğusunda Merdis Kralının şatosu bulunmakta, şatonun altında kayalara oyulmuş, derinliği 5, u- zunluğu 18, genişliği 5 metre olan bir mahzen, bunun yanındada suyu eksilmeyen bir sarnıç vardır.Kalenin kimler tarafından yaptırıldığına dair bir kayıt olmamasına rağmen, inşa tarzından bir Bizans eseri olduğu ve tarihte bir çok kez onarıldığı anlaşılmaktadır. Kalenin burç ve surları günümüze kadar özelliğini muhafaza etmiştir. HAYTAM KALESİ(Turabdin-Dimitriyus) : Günyurdu-Dibek Köyleri arasındadır. Servis yolunun 500 m doğusun da 1254 rakımlı Bagok (İzlo) dağının doğusunda yer alır. MS: 351 yılında Roma İmparatoru Büyük Kostantin oğlu Kustus tarafından inşa edildi. Kaleye bağlı Basibrin Köyü vardır. Kale çok el değiştirmiş olup, MS.1462’ de Uzun Hasan Begin hizmetçisi olan Kör Halil isminde bir Türk amiri tarafından işgal edildi. Bugün yıkıntı- lar görünümündedir. Deyrulumur Manastırı yakınındadır. EL NIHMAN KALESİ: Büyük Köyünde bulunan kaledir. Kalede 3 katlı Habis mevcuttur.- Mardin Sivil Mimari Örnekleri
Mardin Sivil Mimari Örnekleri Mardin Güneydoğu Anadolu’da ilginç bir sivil mimari örneklerini bir araya toplamış bir kentimizdir. Mardin Mazı Dağlarının güney yamaçlarında, doğudan batıya doğru 2.500 m. uzunluğunda, 500 m. genişliğindeki bir alana kurulmuştur. Doğal konumundan ötürü de Mardin Kalesi’nden bakıldığı zaman yapıların birbiri üzerine yığılmış sıkışık bir görünümde olduğu görülür. Ancak, doğal konumdan kaynaklanan bu sıkışık yapılaşma kentte kendine özgü bir sivil mimariyi de ortaya koymuştur. Mardin Kalesi eteklerinden başlayarak ovaya doğru teraslar halinde yayılan bu evler sıkışık olmalarına karşılık ilginç bir mimari yapılanmayı da ortaya koymuşlardır. Büyük ölçüde Orta Çağ mimarisini yansıtan bu yapılaşma Kuzey Suriye ve Urfa, Diyarbakır mimarisi ile de farklı olduğu noktalar bulunduğu kadar benzerlikleri de bulunmaktadır. Kısacası bu yapılaşma Mardin’de kapalı bir bölge şehircilik anlayışını da beraberinde getirmiştir. Bu yapılanmada doğa şekillerinin ve iklimin de büyük payı olmuştur. Mardin sivil mimari yönünden iki ayrı bölümden meydana gelmiştir. Bunlardan biri kale ve çevresi, diğeri de dış mahalle olarak isimlendirilen kale eteklerindeki asıl yerleşimdir. Birbirlerinden farklı özellikleri olan çeşitli toplulukların bir arada yaşadığı Mardin’de tapu defterlerinden öğrenildiğine göre Sürgücüyan, Akkeçilü, Mişki, Dinabi, Şah Nasibi, Zoli, Duraçlu, Behramki, Bradi, Dehlevi gibi kısmen yerleşik, kısmen de göçebe aşiretler tarih boyunca şehir çevresine yerleşmişlerdir. Sonraki dönemlerde milli oymaklardan bazıları XVIII.yüzyıl başlarında Diyarbakır ve Mardin çevresine de yerleşmişlerdir. XV.yüzyılda kale çevresinde 300 kadar evin olduğu ve geniş bir nüfusun da olduğu kaynaklardan öğrenilmektedir. Ancak bu nüfus 1526’da veba salgını ile kısmen azalmıştır. XVI.yüzyıl sonlarında Suriye, Urfa ve Babil’den göçenlerle nüfus yeniden canlanmıştır. XVIII.yüzyılda şehirde 2.000’i Müslüman ve gerisi Hıristiyan olmak üzere 3.000 ev olduğu yine kaynaklardan öğrenilmektedir. Mardin’de sivil ve dini mimari örneklerini daha çok evlerin oluşturduğu bir dokuya sahiptir. Anadolu’daki en eski yerleşim alanlarında görüldüğü gibi bu evler dar sokaklar etrafında sıralanmıştır. Bir veya birkaç evin kullandığı çıkmaz sokaklar, evlere girişte yapılan sahanlıklar ve bazen sokak üstlerinde veya altlarında bir geçit bırakılarak yapılmış odalar ortak kullanım alanları farklı bir yapılanmanın burada uygulandığını göstermektedir. Mardin sokakları, insan ölçülerinin yanı sıra yörede kullanılan eşek, at, deve gibi binek hayvanlarının boyutları dikkate alınarak, dar yapılmıştır. Bununla beraber şehirdeki geniş sokaklar İshak, patika biçimindekiler ise Zabok olarak isimlendirilmiştir. Mardin sokakları yerleşim dokusuna bağlı olarak doğu-batı, kuzey-güney doğrultusundadır. Şehrin doğu-batı yönündeki sokaklar, şehrin kurulduğu yamaca paralel olup, bunlar bazen eğimli, bazen de düz yollardır. Kuzey-güney doğrultusundaki sokaklar ise bunlara dik konumdadır ve zaman zaman da eğimden ötürü merdivenlere dönüşmüştür. Yüksek kalın duvarlar ile yapılardan ayrılan bu sokakların evlerle olan ilişkisi giriş kapıları, havalandırma pencereleri ve çıkmalarla sağlanmıştır. Şehir yapılanmasında sokakların bazıları bir noktada kesişir ve küçük meydanlar oluştururlar. Mardin evleri şehir dokusuna uygun olarak yalnızca giriş katından ibaret olanların yanı sıra iki, üç bazen de dört katlı örnekler de bulunmaktadır. Evlerin yükseklikleri ve kat adetlerinin nedeni yapının bulunduğu arsanın başlangıç ve bitim noktaları arasındaki kot farkından kaynaklanmaktadır. Evlerin avlulu giriş katı bulunduğu parselin güneyinde ise, alt kot düzleminde, son katı ise parselin üst kot düzleminde bulunmaktadır. İki kat arasına kaç adet katın sığabileceği ise tamamen arazi eğimine bağlıdır. Ancak bazı durumlarda kat yükseklikleri de değişebilmektedir. Zengin ailelerin kat yüksekliklerinin daha fazla tutulduğu da görülmektedir. Bu farklılık mimariye de yansımıştır. Şehirde etkili olan nüfuslu ailelerin evleri ise bazen anıtsal boyutlara ulaşmıştır. Çoğunlukla evlerin giriş katları binek ve taşıma hayvanlarının ahırlarına, ambarlarına ve depolarına ayrılmış, bu yüzden de kat yükseklikleri fazla tutulmuştur. Evlerin bazılarında ara katlara da yer verilmiştir. Bunlar ambarlarda asma kat niteliği taşımaktadır ve ahşap dikme ile kirişler üzerine oturtulmuşlardır. Bazı evlerde ise bu asma katlar dekoratif olarak da yapılmıştır. Mardin evleri kapalı mekânlar, yarı açık mekânlar, eyvanlar, revaklar ve köşkler olarak da ayrı gruplara ayrılmaktadır. Geleneksel Mardin evlerinin cephelerinde çeşitlilik meydana getirilmiştir. Bu cepheler bulundukları yamaçtan ötürü Mardin Ovası’na açık olarak yapılmıştır. Bu nedenle manzara öncelik kazanmıştır. Kat girişleri doğu, batı ve kuzeyde olan kapalı mekânların havalandırma pencereleri ile köşeleri dikkati çekmektedir. Evler şehrin her bölgesinde teraslar halinde olduğundan birbirlerinin önünü kapatmamaktadır. Ancak cephe bütününde simetriye pek dikkat edilmemiştir. Mardin evlerinin asıl yapı malzemesini taş oluşturmaktadır. Avlu ve teraslara bakan bütün cepheler, tonoz başlangıçlarına kadar iç mekân duvarları, doğu, batı, kuzey cepheleri kesme taştan yapılmıştır. Düzgün taşların yanı sıra kaba yontma taşlar da yapılarda kullanılmıştır. Ancak, kaba taşlar Mardin Ovası’na bakmayan cepheler ile zemin katı avlu duvarlarında kullanılmıştır. Moloz taşlar daha çok önemi olmayan duvarlarda, iç örgüde, tonoz veya kubbelerde kullanılmıştır. Evlerin kapalı, yarı açık ve açık bütün mekânlarının döşemeleri taştan yapılmıştır. Bununla beraber avlularda taş, toprak veya her ikisinin birlikte kullanıldığı da görülmektedir. Üst katların taş döşemeleri bir alt katın tonoz çeşitlerini içeren tavanlar üzerine oturtulmuştur. Tavanlar daha çok manastır tonozu, beşik tonoz, aynalı tonoz biçiminde olup, kubbeye çok az yer verilmiştir. Katlar arasında bağlantıyı sağlamak üzere merdivenler kullanılmıştır. Bu merdivenler yapı içerisinde eyvanların açık yüzlerinin karşısına gelen sağır duvarlarda veya duvar içlerine yerleştirilmiştir. Mardin evlerinde pencereler cephelerde çoğunlukla iki sıralı olarak düzenlenmiştir. Bunların en özgün karakteri de iki kanatlı ahşap kapaklı oluşlarıdır. Pencerelerin önüne lokmalı veya geçmeli demir şebekeler yerleştirilmiştir. Üst sıra pencerelerde cama yer verilmediği durumlarda ahşap kapaklardan yararlanılmıştır. Mardin evlerinde bezeme olarak sarı kalker taşları kullanılmıştır. Dış mekâna yansıyan yapı elemanlarında ve iç mekânda pencere kapı ve niş çevrelerinde ayrı malzemeden bezemeler de yapılmıştır. Yörede Midyat İşi denilen taş işçiliğinin son derece geliştiği görülmektedir. Kapı, pencere çevreleri, sütunlar, kemerler, saçak altları, kat silmelerinde taş işçiliğinin oya gibi işlendiği bezemelere yer verilmiştir. Ayrıca odalarda Taka denilen, yuvarlak kemerlerli taş işlemeli, gömme dolaplar da bulunmaktadır. Bununla beraber, taş dışında kullanılan malzemeler oldukça sınırlıdır. Ahşap malzeme pencere kapakları, kapılar, dolap kapakları ve kilerlerin asma katlarında kullanılmıştır. Geç dönemlerde alçı tepe pencerelerinin vitrayları ile tavanlarda yapılan basit süslemelerde kullanılmıştır. Demire ise yalnızca pencere şebekelerinde yer verilmiştir. Mardin’de kapalı bir yaşam biçiminin egemen olduğu dikkate alındığında evlerin harem ve selamlıktan meydana geldiği de görülmektedir. Selamlık kısmında ana odaya tek basamaklı, parmaklıklarla ayrılmış bir seki altından girilmektedir. Bu bölümde kahve ocağına yer verilmiştir. Harem bölümündeki odalarda ise kullanım olarak bir ayırım gözetilmemiş ve odaların hepsinde oturulmakta, yatılmakta, yemek yenilmekte ve konuklar ağırlanmaktadır. Bu odalar avluya bakan önleri revaklı bir eyvanın çevresine sıralanmışlardır. Evlerin çoğunda ayrı bir mutfak yoktur. Kilerin, açık avlunun veya eyvanın bir bölümü mutfak olarak kullanılmıştır. Bununla beraber, bazı evlerde mutfak ve helâların yapıdan ayrı olduğu da görülmektedir. Mardin’in evlerinin bazılarında dini yapılarda olduğu gibi kitabelere de önem verilmiştir. Bu kitabeler giriş kapısı üzerine yerleştirilmiştir. Ayrıca katlarda eyvan ya da revaktan girilen giriş kapıları üzerine de kitabeler yerleştirilmiştir. Bu evlerin tarih konulan bir başka yeri de tavanlardır. Ancak bu tür tarihlemeler daha çok son dönemlerde yapılan evlerde görülmektedir. Günümüze gelen Mardin tarihi evlerinden en önemlileri Hacı Kermo ailesinin evi, Süryani ailesinin evi ve Milli ailesinin evidir. Bunun yanı sıra Diyarbakır Mahallesi’nde, Şar Mahallesi’nde, Diyarbakır Kapısı Mahallesi’nde, Emineddin Mahallesi’nde, Latifiye Mahallesi’nde, Necmeddin Mahallesi’nde, Yeni Kapı Mahallesi’nde, Ulu Cami Mahallesi’nde, Teker Mahallesi’nde, Şehidiye Mahallesi’nde, Gül Mahallesi’nde, Savur Kapı Mahallesi’nde ve Meydanbaşı Mahallesi’nde de tarihi Mardin evlerine rastlanmaktadır. Bu evlerden Savur Kapı Mahallesi’ndeki Hacı Kermo ailesi evi, XVII.yüzyıla kadar inen bir tarihe sahiptir. Bu yapı zemin katı ile birlikte üç katlıdır. Ara merdivenlerle ulaşılan ara katlar da bunların içerisine yerleştirilmiştir. Bu eve üç farklı kottan girilmekte olup, zemin katta avlu çevresini U biçiminde saran bir tasarım bulunmaktadır. Böylece bu ev üç ayrı birimden meydana gelmiştir. Cephesinde zemin kattan üst kata doğru bir farklılaşma olduğu da dikkati çekmektedir. Zemin ve birinci katta pencere ve kapılarda, revaklar ve eyvanlarda, son iki katta ise çeşitli bezemelerle süsler görülmektedir. Günümüzde Mungan ailesinin yaşadığı bu ev içerisinde birçok ailenin yaşamasından ötürü çeşitli bölümlere ayrılmış, yarı açık mekânlar kapatılmış ve ekler yapılmıştır. Yeni Kapı Mahallesi’ndeki Süryani ailesi evi, Emüniddin Külliyesi’ne yakın bir yamaçta yer alan, bir grup Süryani evi arasında Mardin’in en büyük evlerinden birisidir. Bu yapı zemin kat ile birlikte beş katlıdır. Yapıldığı bölgedeki arazi eğiminden ve parsel derinliğinden kaynaklanan evde kat adedi arttırılmıştır. Evin tasarımı teraslama biçiminde gerçekleştirilmiştir. Farklı kademelerde bulunduğundan ötürü bu ev grubu üç avlu çevresinde geliştirilmiştir. Revakların iki yanı açık olup, bunların arkasında yüksek ve sivri kemerli bölümlere de yer verilmiştir. Mardin’in Ticaret Merkezi’nin yanında yer alan Medrese Mahallesi’ndeki Milli ailesi evi de çeşitli yapı birimlerinden meydana gelmiştir. Girişleri birbirlerinden bağımsız olan bu birimler biçimsel farklılıklar göstermektedir. Buradaki konak tasarımı bir defada ortaya çıkmamış ve yapı birimlerinin birbirlerine eklenmesinden meydana gelmiştir. Burada da diğer Mardin evlerinde görüldüğü gibi, birden fazla girişe yer verilmiştir. Güneydeki çıkmaz sokaktaki tonozlu bir geçitten sonra zemin kat birbiri içerisine geçmiş üç avlu ve bunların çevresinde de yapılar sıralanmıştır. Buradaki yapı birimlerinin hepsi kendi avlularına ve sokağa açık cepheler halindedir. Günümüzde Mardin ve Midyat evleri başlı başına birer açık hava müzesi niteliği taşımaktadır. Bir müze kent olarak düşünülen Mardin’e 1,5 saat uzaklıktaki Midyat’ta da Mardin’dekilere benzer evler ile karşılaşılmaktadır. Bugünkü görünümü ile bir Orta Çağ kentini andıran Mardin evlerinde Telkâri olarak isimlendirilen taş işçiliğinin en güzel örnekleri ile karşılaşılmaktadır. Midyat evleri de yapılanma, konum ve işçilik yönünden Mardin evleri ile benzerlik göstermektedir. Midyat evlerinde de eğime dik olarak düzenlenen avlu, eyvan ve odalar bir bütün halindedir. Taş avlu alt katta kayadan oyma bölümlerle çevrelenmiştir. Üst katlarda eyvanın iki yanında yer alan odalar önünde Gezenek ismi verilen teras ve mekânlar birbirini tamamlamıştır. Bu planlama anlayışındaki en önemli kural, Midyat evlerindeki pencerelerin birbirlerini görmemesi ve evlerin mahremiyetinin sağlanması ön plana çıkarılmıştır. Midyat evlerini Mardin yöresindeki diğer sivil mimariden ayıran en önemli özellik ise, bezemenin yapıların dışında olduğu gibi iç mekânlarda da aynı yoğunlukta tekrarlanmasıdır. Özellikle karanfil, püskül, lale, burma ve süpürge motifleri belirli bir düzen içerisinde yapılarda tekrarlanmıştır. Ayrıca Emevi ve Abbasi süsleme geleneğinin etkileri pencere sövelerinde, silmelerde ve sütunlarda da görülmektedir. Midyat mimarisinde görülen zengin süslemeler takılarda ve süs eşyalarında, gümüş telkâri işçiliğinde kendini göstermiş ve mimari süsleme sanatına, el sanatlarına etkili olmuştur. Mardin Nusaybin ilçesinde Diyarbakır Valisi Hafız Mehmet Paşa'nın 1837 yılında, oldukça geniş bir alana yaptırmış olduğu kışla 1970'li yıllardan sonra yıkılmıştır. Sultan II.Abdülhamid zamanında kurulan Hamidiye Süvari Alayı'nın birlikleri bu kışlada konuşlandırılmıştı. II.Dünya Savaşı sırasında da kullanılan bu kışlanın 300'den fazla odası, giriş kapısında da iki büyük aslan heykeli bulunuyordu. Mardin ve Midyat evlerinin en önemli öğesi de çeşitli dini toplulukların değişik kültürlerin ve dillerin birleşmesidir. Midyat evlerini ÇEKÜL Vakfı “Yedi Bölge ve Yedi Kent Programı” içerisine almıştır.- Mardin Medreseleri
MARDİN MEDRESELERİ Kasımiye Medresesi : Şehrin güney batısında tepenin altındadır. Yapımına Artuklu sonlarında belki de Sultan İsa devrinde Zinciriye Medresesi’nin yapımından hemen sonra muhtemelen aynı Mimar tarafından başlanmış, fakat Timur istilası ve Akkoyunlu baskısı gibi karışık bir durumun Mardin siyasetine hakim olmaya başlaması üzerine yarım kalmıştır. Akkoyunlu Hükümdarı Cihangir oğlu Kasım Padişah Mardin’e atandığı zaman, şehri onarmaya başlamıştır. Kasımiye Medresesi 1469 yılında inşa edilmiştir. Güneyde veya açık cepheye sahip Medrese, Mardin yapılarının en büyüklerindendir ve tek bir avlu etrafında düzenlenmiş iki katlı mekanlarla ve batıda diğer kısımlarla aynı girişe sahip bağımsız bir mescitle teşkilatlıdır.Tuğla tonozlu revaklar ve yanlara doğru derin tonozlarla genişletilmiş tromp kubbeli Camii, revaklı avluda, büyük eyvanın selsebili kanallarla ortadaki havuza bağlanmıştır. İki teras üzerine iki katlı medrese, Camii ve Türbe ile birlikte külliye şeklindedir. Sitti Radviye (Hatuniye )Medresesi : Gül Mahallesindedir. Necmeddin Algı’nın hanımı ve Kutbeddin İlgazi’nin annesi Sitti Radviyye’nin Hatuniye adıyla da anılan Medresenin, 1185’den önce yapıldığı düşünülmektedir. Ancak, mescidi ile birlikte 1206 yılında tamamlanmış olduğu, Vakfiyenin yazılı olduğu kitabesinin bu tarihe ait olmasından çıkarılabilir. Dikdörtgen bir alanı kaplaması gereken ve kalıntılarından iki eyvanlı, revaklı avlulu iki katlı bir Medrese olduğu anlaşılan yapı, bugün camii olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ana eyvanın yanında içi rölyef dekorlu tromplu kubbesi ile Türbe yer alır. Camii içinde Hz. Muhammed’e ait olduğu kabul gören ayak izi bulunmaktadır.yöredeki Artuklu eserlerinin en önemlilerinden olan lahitler bu Medresede bulunmaktadır. Şehidiye Medresesi : Ana caddenin güneyinde, PTT’nin karşısındadır. XIII.yy.ın ilk yarısında kurulmuş olmalıdır. Güney yönünde iki nefli mescidin yer aldığı revaklı avlulu ve eyvanlı medrese şemasını vermektedir. Yapının minaresi 1916/17 yıllarında yaptırılmıştır. Eklektik bir üslup göstermekte olup, çeşitli yiv’ler , burmalı süs sütunları, çifte şerefe altlıkları ile karmaşık bir görünüme sahiptir.Restorasyon çalışmaları 2004 yılında tamamlandı. Şehidiye Camii ile aynı tarihte inşa edildiği söylenen Medrese 1214 tarihinde Melik Mansur Nasreddin Artuk Aslan tarafından yaptırılmıştır. İki eyvanlı olup, kuzey eyvanı sel sebilli diğer eyvan batıda çapraz tonozlu revakların ortasındadır. Medresenin güneyinde küçük bir Camii vardır. Bugünkü minaresi, Şerefeye çıkılan çift merdivenleri ile helezonik yapıdadır.1916 yılında inşa edilmiştir. Zinciriye (Sultan İsa) Medresesi: 1385 yılında Melik Necmettin İsa Bin Muzaffer Davut Bin El Melik Salih tarafından yaptırılmıştır. Medresenin girişindeki taş işlemeler dikkat çekicidir. İki avlulu ve iki katlı olup, avlunun dışında kalan mekanlarla iyice yayılmış, dilimli kubbeleri ile uzaktan dikkati çeker. Medresede Sultan İsa Türbesi ve birçok eski kitabeler mevcuttur. Medresenin yüksekte kurulma amacı, rasathane olarak kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Mihrapta kullanılan taş ışık vurunca renk cümbüşüne dönüşür. Müze olarak da kullanılmıştır. Altun Boğa Medresesi: Melik Mansur Ahmet Küçük’ün veziri Altun Boğa tarafından 1364 yılında yapılmıştır. Şah Sultan Hatun Medresesi: Akkoyunlu Hükümdarı Kasım Bin Cihangir’in yeğeni İbrahim Bey tarafından yaptırılmıştır. Medrese Teker Mahallesinde bulunmaktadır. Hüsamiye Medresesi: Artukoğlu Hüsamettin Timurtaş tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Muzafferiye Medresesi: Artukoğlu Melik Muzaffer Karaaslan tarafından siyah beyaz taşlardan yapılmıştır. Döneminde kale eteğinde önemli bir yapı iken bugün herhangi bir buluntu yoktur. Savur Kapı Medresesi: Kim tarafından ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Yapısal özellikleri Artukoğlu mimarisini yansıtır. Melik Mansur Medresesi: Artuklu eseri olan yapı Gül Mahallesinin kuzeydoğusundadır. İçinde lahitlerin bulunduğu Medrese günümüzde Mescit olarak kullanılmaktadır.- Mardin Camileri
CAMİLER Ulu Camii (Cami-i Kebir): Şehri batıdan doğuya ikiye bölen ana caddenin güneyinde, çarşılar içinde doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen bir alanı kaplar. Eldeki kaynak ve kayıtların çeşitliliğine karşılık, Mardin Ulu caminin bugünkü veya bugüne yakın şeklini en erken Mardin Artukoğulları döneminde ve XII yy.ın son çeyreğinde almaya başladığı düşünülmektedir. Mardin’deki en eski Camidir. Ulu Camii Mahallesindedir. Kıble duvarına paralel uzanan üç nef, Mihrap önünde iki nef boyunca tromplu ve dıştan yivli bir kubbe ile örtülmüştür. Altı paye üzerine oturan kubbe, bütün mekana hakimdir. Çapraz tonozlu revaklarda yalnız kuzeyde beş bölüm kalmış diğerleri kaybolmuştur .Minaresi Artuklu Hükümdarı Kutbettin İlgazi zamanında inşa edilmiştir(1176). Bu Camiye Artuklu Hükümdarlarından Melik Salih (1312-1362) bir kısım malını vakfetmiştir. Bunlar;38 dükkan, bir hamam, Bab-ı Cedid civarında bir bahçe ve Mardin köylerinde birçok bağdır. Mardin’in en önemli İslami merkezlerinden biri Ulu Camidir. Şehidiye Camii: Birinci caddenin güneyinde PTT binasının önündedir. Bu camii 1214 yılında Melik Mansur Nasreddin Aslan tarafından medrese olarak inşa ettirilmiştir. Medrese güney kısmanda bir Camii, kuzeyde bir eyvan ve çeşme, doğuda eğitim için odalar ( kuran, astroloji, fen...) ve kuzeyde revak ve odalardan oluşan bu yapının hepsi bir avlu etrafında çevrelenmiştir. 2004’te restore edilmeye başlamış 2006’da bitmiştir. Minare 1916 Ermeni ve Hıristiyan mimar Lole tarafında inşa edilmiştir. Minarenin çeşitli sitili değişik tarzların harmanlanarak kullanıldığı göstermektedir. Minareye helixsel bir görünüm veren çift merdivenli ile çıkılmaktadır. Melik Mahmut Camii (Bab Es Sur): Şehrin doğu kesiminde, Savur (Sur) kapısına giden yolun kuzeyinde yer alır. XIV yy.ın üçüncü çeyreğine tarihlendirile bilir. Cami’nin ana mekanı enine gelişme gösteren, ortada kubbeli, iki yanında beşik tonozlarla örtülü mekanları bulunan bir kısımdan meydana gelmektedir. Camii yatık bir dikdörtgen alanı kaplar. Etrafında dar sokakların ayırdığı evlerle ve portal şeklinde taş işlemeli ana girişi küçük bir meydanda açık durumdadır. Melik Mahmut(1367-1368)’un burada defnedilmiş olmasından bu Camiye Melik Mahmut Camisi denilmektedir. Reyhaniye Camii: Ana caddenin güneyinde, çarşı içinde, Ulu camii ile Şehidiye Medresesi arasındadır. 1756 yılında Ahmet Paşa’nın kızı Adile Hanım tarafından yaptırılan bu Camii Hasan Ayar çarşısında bulunmaktadır. Minaresi sekiz köşelidir. XVIII. ve XIX.yy.larında esaslı onarımlar gördüğü, belki de minaresinin en geç eklemelerle olduğu ve Mardin’in büyük camileri arasında yer aldığı kabul edilebilir. Dikdörtgen bir ana mekan ile, batısında yazlık mihrabı, kuzeyinde selsebilli eyvanı, ek bir odası, Minaresi ve çapraz tonozlu giriş kısmı bulunan, altında güneye açık beş dükkanı bulunmaktadır. Bölgedeki enine gelişme gösteren, mihrap önü kubbeli yapıların gelişmiş şeklini verir. Necmeddin Camii (Maristan Camii) : Emin Necmeddin İlgazi Artukoğulları tarafından yaptırılmıştır. Bu Camiye Sarı Camii de denilmektedir.1116 yılında Emin Necmeddin İlgazi buraya gömülmüştür. Emineddin Camii: Emineddin mahallenin güney batısında bulunmaktadır. Sultan Necmeddin İlgazi (1108-1122) tarafından başlatılan camii, kardesi Emineddin tarafından bitirilmiştir. Kasım Tuğmaner Camii: Cumhuriyet meydanının biraz ilerisinde ana caddede bulunan Kasım Tuğmaner Camii 1960 yılında tamamlanmıştır. Köşelerinde 2 yıldız yerleştirilmiş ve taş kapısı salkım ve sarmaşık desenleriyle süslenmiştir. Minare helezan motiflerle süslenmiş ve Artuklu kubbeleri gibi bölünmüştür.Mardin’in ünlü yönetici Masonu “Abdulcelil Kava” tarafından dizayn edilmiştir. Bu camii eski bir kilisenin temeli üzerine kurulmuştur. Şeyh Çabuk Camii: Hangi tarihte ve kim tarafından yapıldığı bilinmeyen Camii Diyarbakırkapı Mahallesindedir. Ancak M.S. 1170 yılında İslam hakimiyeti döneminde Mor Yusuf Kilisesi iken Camiye dönüştürüldüğü söylenmektedir. Nizameddin Begaz Camii: Diyarbakır Kapı Mahallesinde, Melik Kudbeddin’in veziri Nizameddin Begaz tarafından M.S. 1186 yılında yaptırılmıştır. Şeyh Salih Camii: Hangi tarihte ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Caminin yanındaki kubbeli Türbede Şeyh Salih Türbesi mevcuttur. Camini 50 m. batısında yontma taşla çevrili dört köşeli Türbede Şirin Dede isminde bir zat defnedilmiştir. Kale Camii: Hangi tarihte inşa edildiği bilinmemektedir. M.S. 1269 yılında Necmeddin İlgazi tarafından onarıldığına dair belgelere rastlanmıştır. Sultan Hamza Mescidi: M.S. 1443 yılında Sultan Hazma tarafından yapımına başlanan bu Camii bir yıl sonra oğlu tarafından tamamlanmıştır. Hamidiye Camii: M.S. 1347 yılında Şeyh Zebuni tarafından yaptırılmış, kendisi de içine gömülmüştür. Süleyman Paşa Camii: M.S. 1195 yılında Melik İsa’nın veziri Kudbettin Bin Emir Ali Sincari tarafından yaptırılmıştır. Tekiye Camii: M.S. 1445 yılında Kasım Padişah’ın yeğeni İbrahim Tekye tarafından yaptırılmıştır. Sultan Musa Camii: Mardin il merkezinden 20 km. uzakta yer almaktadır. Türklerin bu yöreye akın ettiği sırada büyük bir komutan olan Sultan Musa M.S.1055 yılında burada şehit olmuştur. Sultan Musa ve arkadaşlarının Türbeleri Arap Mimarisi biçiminde inşa edilmiştir. Muhammed Hakim Mansuri Camii: Merkeze bağlı Yalım Beldesindedir. Mor İsyo Kilisesi iken 19, yüzyılda Camiye dönüştürülmüştür. Midyat Camii: Artuklu devletinin son zamanlarında inşa edilmiştir. Zeynel Abidin Camii: Nusaybin ilçesinde Hz. Muhammed’in 13. torunlarından olan Zeynel Abidin’in adıyla anılan Camide kendisinin ve kızkardeşi Zeynep’in Türbeleri vardır. Hz. Muhammed’in berberliğini yapmış olduğu söylenen Selman-i Pak’in ziyaretgahı da burada bulunmaktadır. Kızıltepe (Koçhisar) Ulu Camii: Kızıltepe İlçesinde inşaatına Mardin Artuklu’larından Yavlak Hasan tarafından (1184-1200) başlanmış ve kardeşi Artuk Aslan tarafından (1200-1239) tamamlanmıştır. Kıble duvarına paralel üç nef, Mihrap önünde iki nef boyunca 9,75 m. çapında tromplu bir kubbe ile çevrilmiştir. Caminin iç kısmı, Mihrabı ve duvarları zarif oyma işleme yazılarıyla süslenmiştir. Abdullatif (Latifiye) Camii : M.S. 1314’de Artukoğullarından Melik Salih ve Melik Muzaffer’in adamlarından Abdullatif Bin Abdullah tarafından yaptırılmıştır. Minaresi Mısır Valisi Muhammed Ziya Tayyar Paşa tarafından inşa ettirilmiştir. Sultan Avis ve Melik Mansur burada gömülüdür. Şehrin orta kesiminde, Cumhuriyet alanının güneyindedir. Bugünkü minare ise 1845 yılında Musul Valisi Gürcü Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. Mardin’de ana mekanı enine gelişme gösteren avlulu büyük camilerdendir. Kare bir mekanı kaplamakta olan yapı, kuzeyi revaklı bir avlunun güneyinde yer alan orta bölümü kubbe ile örtülü, mihrap duvarına paralel iki nefli bir ana mekandan meydana gelir.Mardin yapıları içinde en iyi korunmuş portali bezemeleri ile dikkat çekmektedir.- Mardin Kiliseleri
KİLİSELER MAR PETRUS ve PAVLUS KİLİSESİ 1914'te Patrik 2. Abdullah döneminde Papaz Abdulmesih'in gayretleriyle Petrus ve Pavlus adına yapılmıştır. Kök boyalarla el işi baskı perdeleri mevcuttur. Bu kilisenin taş işlemeleri sadedir. Merkez Gül Mahallesindedir. MOR İLİYO KİLİSESİ Mardin Kalesindedir. 3.yüzyılda yapılmıştır. MAT BEHNAM KİLİSESİ 5.yüzyılda yapılmıştır. Şar Mahallesindedir. Kilise üç giriş kapılı, ince taş işçiliğiyle işlenmiş Mihrapları , dört yüzyıllık ahşap Mihrap kapıları, 1500 yıllık kök boya ile baskı perdeleri, geniş avlusu içinde çan kulesi evi ve adeta dantel gibi işlenmiş taş oymacılığı örneklerinin yeraldığı divan mevcuttur. 1170 yılında Kırk şehitlere ait kemikler bu kiliseye getirilmiştir. Bu gün Mardin Metropolitlik Kilisesidir. MERYEM ANA KİLİSESİ Savur kapı mahallesinde 1857'te ibadete açılmıştır. Yıkık yettedir. KIRMIZI SURP KEVORK KİLİSESİ 420 yılında yapılmıştır. 10 taş sütun üzerinde inşa edilen sede, mihrabın farklı geometrik taş süslemeleriyle ayrı bir özelliği vardır. PROTESTAN KİLİSESİ Geniş bir alan üzerinde inşa edilen kilise 569 yılında yapılmıştır. MERYEM ANA KİLİSESİ ve PATRİKHANE 1860 yılında Patrik Antuan Semheri tarafindan yaptırılan kilisede; kemer, yuvarlak taş sütunlar ve avluda korkuluklar yeralır. Patriğin oturma yeri ile İncil vaiz yeri, üzüm salkımlı motiflerinin ahşap el işçiliğiyle bambaşka bir görünüm sergilemektedir. İçi 21 sütun üzerinde ''Vermadun, Baharan'' Koro balkonu akustiktir. 1895 yılında Antakya Patriği İğnatuos Benham Banni tarafından inşa edilen Patrikhane bugün müze olarak hizmet vermektedir. Eski Patrikhane binasının bir kısmı, İlde ana caddenin 1914-1915 yıllarında Almanların demirden yapılmış tekerlekli arabaların geçebilmesi için yapılan genişletme çalışmalarında yıkılmıştır. 1958 yılında ana cadde genişletilip Cumhuriyet Alanı ve yol bugünkü haline getirilmiştir. MAR HIRMIS KİLİSESİ M.S.430'da yapılmıştır. 1552 yılına kadar Nasturilerin kullanımındaydı. Bu kilisede iki Metropolit Mezarı mevcuttur. MAR YUSUF KİLİSESİ Meclis-i Mebusan Üyesi Hovsep Kazasyan'ın öncülüğünde ve Mardin Ermeni Katolik Cemeati katkılarıyla Patrik VIII. Grigoryus tarafından Mardin Metropolitliğine getirilen Melkun Nazaryan ın görevi sırasında Mardin Surp Hovsep Kilisesinin inşaatına 1864 te başlanmış, 1894 yılında ibadete açılmıştır. Kilisenin yan tarafından Ruhbanların yeri vardır. Mimarı nam-ı değer Mimar Lole dir. Rutubeti önlemek için kilisenin inşaatı sırasında temele tonlarca tuz dökülmüştür. Bu usul antik çağdan gelmektedir. Tepesinde Çan Kulesi olup, mimarisi düz damlıdır. İçi 21 sütun üzerinde Vernadun, Baharan Koro Balkonu akustiktir. Altı kutsal mihrabı olup, kuzeyde Horan, taşkoro, güneyde Kavit, batıda Mıgırdaran, doğuda Adyan şeklinde yapılmıştır. MOR ŞMUNİ KİLİSESİ Eski Kale Köyünün güneybatısında yeralır. 793 yılında inşa edilmiştir. MOR İVENNİS KİLİSESİ Eski kale köyünün güneydoğusunda yeralan kilise 793 yılında inşa edilmiştir. MOR CİRCİS KİLİSESİ Eski kale köyünün kuzeybatısında yeralan kilise 793 yılında yapılmıştır. MOR İLİYE KİLİSESİ Yapım tarihi bilinmeyen kilise Çiftlik Köyündedir. Kilise içerisinde yan bölümünde iki oda mevcuttur. Bu odalara geçiş çok alçak tavanlı kapıdan yapılmaktadır. Orta kısımda şifalı (ruh, sinir ve sara hastaları) taka denen bölümü sık sık ziyaret edilmektedir. MOR YAKUP-MOR KURYAJUS KİLİSESİ Kesin yapım tarihi bilinmemekle beraber 3.yüzyıla tarihlenen kilise Bülbül Köyündendir. MERYEM ANA KİLİSESİ Göllü Köyünde bulunan kilise yıkık haldedir. MOR YUHANNA KİLİSESİ 370 yılında inşa edilen kilise Dereiçi (Kıllıt) Köyündedir. MOR BABİ KİLİSESİ Nusaybin Günyurdu Köyünün kuzeybatısında ve tepenin başında bulunmaktadır. Kayanın yontularak kilise inşa edilmiştir. Buralara Mağara veya Yer altı Kilisesi de denilmektedir. MOR AHO KİLİSESİ Günyurdu Köyünün kuzeyinde tepe üzerinde bulunan kiliseye Patrik III. Yakup döneminde bazı eklemeler yapılmıştır. MOR ŞEMUN KİLİSESİ Günyurdu Köyünün kuzeyinde yer almaktadır. Çok eski bir tarihe sahiptir. MOR YUHANNA KİLİSESİ Turabdin Dağının kayalık bir yamacındadır. Birçok yapıdan oluşmaktadır. Mor Evgin Manastırına 5 km. uzaklıkta olup, yaya olarak gidilebilmektedir. Merkez İlçeye bağlı Bülbül Köyünde Mor Stefanos, Teodoros Kilisesi ve Meryem Ana Kilisesi, Midyat Merkezinde: Protestan, Mar Şumune, Mor Barsavmo, Mor Ahısnoyo, Mor Şarbe, Meryem Ana Kiliseleri: Ömerli Merkezinde ise Mor Cırcıs Kilisesi, Savur Merkezinde Mor Yuhanın Kilisesi(370 yılında) vardır.- Mardin Halk İnanışları
HALK İNANIŞLARI Folklorik açıdan yöremizdeki bazı inançların geleneklerle ve zaman içinde batıl kabul edilen bir takım yeni açılımlarla farklı bir boyut kazandığı görülmektedir. Peri, büyü, efsun, muska ve nazardan korunmak için tütsü geleneği. Bizden önce bu topraklarda yaşayanlar özelikle gökbilimci bir bakış açısıyla inançlarına yön vermişlerdir. Rahipler, zigurat denen kulelerde oturur yıldızları gözetler astronomiyle uğraşırlardı. Böylece yıldız hareketlerine mana verilir ürün ekimi için uygun zaman tayin edilirdi. Aynı zamanda Horoskopu icat eden rahipler rüyaları da tefsir ederlerdi. Bugün bile memleketimizde ve Ortadoğu'nun muhtelif yerlerinde yıldızları tetkik, sihir ve büyü işleri Mezopotamya kültürüne dayalı olarak devam etmektedir. Yöremizdeki Bir. Takım Batıl İnançlar; • Yol üzerinde kaplumbağa veya tavşana rastlamak uğursuzluk sayılır. • Kaplumbağa öldürülürse uğursuzluk getirir. • Bir evin bahçesinde ağaç varsa kesilmez, kesilirse aileden birinin öleceğine inanılır. • Çarşamba günü banyo yapılmaz, banyo yapılırsa aileden biri sakatlanır. • Hesit Merane (kızlar haftası)de iş yapılırsa aileye uğursuzluk getirir. • Geceleyin tırnak kesilmez, kesilirse hayırsız alametler olur. • Bir odanın veya evin süprüntüsü geceleyin dışarı atılmaz, çünkü o evin hayır ve bereketinin azalacağına inanılır. • Cuma namazına kadar dikiş dikilmez, yama yapılmaz. • İki dini bayram arasında nikâh kıyılmaz. Bu nikâhın uğur getirmeyeceğine inanılır. • Konuşulurken, temenni edilirken aksırırsa o işin olacağına dalalettir. • Baykuş görülürse uğursuzluk demektir. • Baykuş ötüşü uğursuzluktur. Baykuşu gören kişinin evinin virane olacağına inanılır. • Ateşe su dökerek söndürmek doğru değildir. Ateş kutsal sayılır. • Ekmek parçası yere düşerse ve alınmazsa uğursuzluk olacağına dalalet eder. Ekmek kutsal sayılır. • Elden kayan bir sabunun eve misafir geleceğine delalet ettiğini, ■ Yanmış, kömür olmuş ekmeği yemenin zenginlik getireceğini, • Kesilen saçların ulu orta yerlere atılmamasını, atıldığı takdirde, saç sahibinin amansız bir hastalığa yakalanacağını... • Sağ kulak çınlarsa, bizi bir düşmanın sol kulak çınlarsa bir dostun andığına yorumlanır. • Yemek yerken gırtlağa kaçan bir kırıntının hıçkırığa neden olması halinde, aileden birinin o kişiyi andığı veya o aileden birinin aç, olduğuna yorumlanır. • Ayakta yemek yemenin günah olduğunu, yenen yemeklerin o kişinin asla doymayacağına inanılır. • Ters duran bir ayakkabı uğursuzluk nedeni olacağını • Tahta merdivenin altından geçmenin uğursuzluk getireceğini, • Yola çıkan birinin arkasından bir kova su dökmekle o kişinin tekrar sağlıkla selametle döneceğine inanılır. • Büyü yapıldığı sanılan bir kişi için bu büyüyü çözmek veya nazara gelmişse onu bu nazardan korumak için başına kurşun dökerler. • Kendilerine büyü yapıldığı sanılan aile, büyük çapta balık başı yakılıp aşılırsa büyünün bozulacağına inanılır. • Kuş birinin kafasına pisledi mi, o kişinin büyük bir kısmete nail olacağına inanılır. • Açık bırakılan bir makasın dedikodu nedeni olacağına • Baharda yağan Nisan yağmurunun saçları uzattığına inanılır. • Nisan ayında yenen ciğerin sağlık getirdiğine inanılır. Kırık bir aynanın uğursuzluk getirdiğine inanılır.- Mardin Yöresel Kıyafetleri
YÖRESEL GİYİM Mardin'de Kadın, Erkek Giyiminde Motif Ve Modeller Yüzyıllar boyunca bir görgü kuralı olarak giyim, insanoğlunun üzerinde inanılmaz etkisi olan, bizleri keyiflendirdiği gibi ayrıcalıklı kılan bir özellik olarak süregelmiştir. İnsanlar için güzel giyinmek derin bir moral kaynağıdır. Medeniyetin beşiği sayılan Mezopotamya'nın kuzeyinde yer alan Mardin, dünyanın değişen düzenine ayak uydurabilmiş ve bugünlere bünyesinde barındırdığı geleneğiyle, gelişime duyarlı oluşuyla gelebilmiştir. İnsanların giyimine etki eden temel faktör hava şartları olduğuna göre, ova ve dağ kültürü, karasal iklim süreci Mardin'deki giyim tarzını mevsimlere göre farklı kılmıştır. Cumhuriyetin ilanına kadar erkeklerin giydikleri meşlah (giyim) ve başlarına sardıkları poşu gittikçe azalmakta bunun yerini kasket, şapka, ceket, yelek ve şalvar almaktadır. Köylü Kadın Kıyafetleri: Baş bağlaması dağ ve ova köylerinde, ayrı ayrı bağlamalar şeklinde görülür. Dağ kesimindekiler, kofi, tar denilen tas biçiminde kofinin dik durmasını sağlayan tenekeden ve tahtadan yapılmış malzeme kullanırdı. Tar'ın üzerine fes geçirilir. Fesler değişik tiplerden oluşur. 1.kısmı örüklüdür. Diğerleri ise saç bağı şeklinde siyah çok sık sayıda iplerin aşağıya sarkması görünümündeki kofi geçirilir. Yaşlılar kısa, gençler ise uzun saçaklı ibrişim kullanır. Saçlara kabube. ziğene (tavuk ve civcivler) şeklindeki altın takılara yöredeki inanışa göre ağırlık verilmesi, baş ağrısını engellemesi nedeniyle kullanılır. Saçın örüldükten sonra uç kesimine takılır. Ova kesiminde kullanılan baş bağlama şekli; Renkli poşu oluşu ile ayrılır. Kadınlar evlendikten sonra başlarına bırman veya şifondan yapılan beyaz renkteki kıtteni eşarp yerine kullanılmaktadır. Bu bağlama şeklini bütünleyen önemli bir özellikle tamamlayıcı fonksiyondaki takılardır. Alnı ve kulakları süsleyen altın gümüş veya penes adı verilen liralar kullanılır. Bu liralar kadife veya ketenden yapılmış zemin üzerine dikilir. Ayrıca saç örüklerine 1 cm. kalınlığında, 1 m. boyunda siyah şeritler takılır. ( Kabube ve ziğan şeritlerin ucuna dikilir.) Başlıca Giyim Türleri Ve Ziynet Eşyaları Kadın Giysileri: • Fistan: Bütün köylerde kadınların karakteristik giyim tarzının önemli bir parçasıdır. Renk olarak beyaz veya krem renklidir. Model olarak: Yuvarlak yaka, 20 cm'lik bir yırtmaç ve ayak bileklerine kadar uzanan düz kesimden oluşur. Üzerinde, gümüş altın ince telleri veya renkli nakış iplikleriyle çeşitli desenler işlenebilir. Zıbun: İç gömleğin üzerine giyilen elbisedir. Helezonik bir takım şekillerle altın gümüş ve inci ile işlenebilir. Düz ve yırtmaçlı olmak üzere ikiye ayrılır. El işi dokuma tekniğiyle yapılan kumaşlar: Hame. bürümcek, ipek, sırmalı ipek, ipek kadife, keten kadife türündedir. Düz elbise: Yuvarlak yaka, 20 cm'lik bir yırtmaç ve ayak bileklerine kadar uzanan düz kesimden oluşur. Yırtmaçlı elbise( Üç etek): Düz elbiseden ön tarafı yakadan itibaren aşağıya kadar açık, yan tarafların belden aşağıya kadar yırtmaçlı oluşu özelliğiyle ayrılır. • Çorap: İşlemeli ve işlemesiz olmak üzere ikiye ayrılır. Diz altına kadar el emeğiyle yünden örülür. • Çarık: Deriden yapılan ucu sivri ve yine deriden bağcıkları olan bir çeşit ayakkabıdır. • Kundura: Deriden yapılan düz bağcıksız. Genellikle 3 cm yükseklikte bir topuğa sahip muhtelif renkleri olan bir çeşit ayakkabıdır. Gençler genellikle kırmızı ve beyaz renklisini tercih ederken, yaşlılar kahverengi veya siyah renklisini kullanırlar. • Kıpkap (Takunya):Tahtadan yapılan üzeri gümüş telkari işlemeli, sade veya altıninci işlemeli türleri bulunan rahat bir ayakkabı modelidir. Genellikle yeni evli kadınların hamamda giydikleri bir ayakkabıdır. •Kalas Kundura: Kadınların özel günlerde giydikleri bir ayakkabı türüdür. • Para kesesi: Kadife kumaştan, hame veya kıttenden yapılan para muhafaza kesesidir. •Marhame(Mendil): Uçları iğne oyalı ve üstü nakışlı, kemere takılan büyük mendildir. Düğün ve bayramlarda; simli, altın, gümüş tel işlemeli mendiller kullanılır. Mendil genelde ipek, şifon veya keton (ince keten) kumaşından yapılır. •Sıdriye ( önlük): Kadınların iş yaparken belden aşağı taktıkları, elbiselerini koruyan bir çeşit önlüktür. Sık dokunur, işlemeleri olanları da vardır. ( işlemeli olanlar gelinler içindir.) • Fota: Hamam örtüsü: Kadınların hamama giderken göğüs hizasından itibaren vücutlarına sardıkları kumaştır. Hame ve ipekten yapılır. ( İpek olanını gelinler kullanır.) •Don: Bol paçalı ayak bileklerinde büzgü olan, tek düğmeli bir iç giyimdir. Kesinlikle görülmez. • Kuşak: Buna uçkur da denir. Lastik vazifesi yapar. Donun beline geçirilir. İki ucunda işlemeler vardır. Kadın Ziynet Eşyaları Mardin halkı ziynet eşyalarının giyimi tamamlayıcı aksesuar olarak gördüklerinden her giysiyi tamamlayacak ziynet takısı kullanılır. Genellikle set olayı çok yaygındır. Set denildiği zaman kolye bilezik, yüzük, halhal ve hızma anlamındadır. Altın: Beşi birlik: Beş altının birleşik bir figür oluşumu Güneş, Yürek. Haç. Kur'an-ı Kerim. Marcırcis modelli kolyeler yöreye ait altın kordonla birleştirilerek boyna takılır. Bilezik: (Sannare), Hasır bilezik Mercimek,kişniş modelli kolye, yakut, firuzan, zümrüt ve incili taşlarla yapılan kolyeler Göğüs iğneleri (Broş), taç, düğme, hızma. halhal... Kordon: 1-3 m. boyunda zincir işi olan yöremizin temel takısıdır. Hal hal, manşet düğmesi, kuyu zincirli modelli bilezik, kemer, tarak... Erkek Giysi Türleri: •Erkek Başlıkları: Kofi, poşu, fes poşu, fes ve poşu olmak üzere olmak üzere dört türlüdür. Poşunun sarıldığı başlık kumaştan yapılmış fes veya devetüyü, tiftikten yapılmış külah olabilir. Bazen de camadanı denilen egal başlarına takılır. Poşu, beyaz renkli olup uçları gergefle işlenmiş kare şeklinde bir örtüdür. Fes: Koyu kırmızı renkte olup, arkadan püsküllüdür. Etrafı biyelidir. Püskülsüz olan türü de vardır. •Dergi-Kıras: Erkeklerin alttan ve üstten giydikleri giysi, beyaz renkte dokudukları kıtandan yapılır. Dergi şalvarın aynısıdır. Kıras: Dizlerden 3–4 parmak kadar sarkan aynı kıtandan yapılan entaridir. Buna Zubun'da denir. Kol uçlarında purçikleri vardır. Sıfır yaka ve tek düğmelidir. Üzerine siyah işlemeli yelek giyilir. Kışın ise Haşo denilen pamuktan yapılmış dikişleri baklava dilimi modelli olan bir tür ceket giyilir. Halen giysi olarak kullanılmaktadır. • Şalvar yelek: Eskiden yöre insanının tezgâhlarda ürettikleri yünden ve keçi kıllından yaptıkları giysilerdir. Günümüzde ise fabrikalarda üretilen gabardin kumaştan yapılan şalvar ayak bileğinden diz kapağına kadar dar ve fermuarlı üst kısmı geniş ve üstü çebken yelek ve içinde hamiden yapılmış çizgili kumaş veya düz beyaz pamuklu keten kumaş, hakim yakalı gömlek giyilir. Üzeri üst üste birkaç kez sarılmış kuşakla tutturulur. Kuşağın arasına kabuklu olan meşin taşıyıcıları sıkıştırılır. Kuşağın sol tarafına mendil yerleştirilir. • Entari-Aba-Mintan: Gri veya haki renkte kıtandan yapılan entari, önü açık ayakuçlarına gelecek boydadır. Gömlekler hame veya kıttan kumaştandır. Renk olarak beyaz, mor renk veya çizgili modelde seçilir. Hakim yakalı, kollar düğmesizdir. Manşetli olanı da vardır. Aba ayaklara kadar uzundur. Yarım aba (ceket boyu) keçeden yapılır. Mintan, cekete benzer. • Uçkur: Patiskadan ya da yapağından dokunarak şalvara takılarak lastik görevini yapar. • Kuşak: ibrişimden dokunarak yapılır. 2-3 m. uzunluğundadır. Bele dolanır. 30–40 cm genişliğindedir. Beyaz veya kırmızı renktedir. • Palto: Gocuk adı da verilir. İçi genellikle tüylüdür. Renk olarak haki ve gri tercih edilir. • Para kesesi: Meşinden ya da ketenden yapılır. Ağzından bir kınnap ip geçirilerek büzülür. Meşinden olanlar ağzına çıt pıt dikilir. • Mendil: Dört köşesi telle yahut kılabdanla işlenir. Beyaz renklidir, ekoseli olanların da vardır. • Çorap: İşlemeli ve işlemesiz olarak ikiye ayrılır. Diz altına kadar el emeğiyle yünden veya yapağından örülür. • Çarık: Deriden yapılan ucu sivri ve yine deriden bağcıkları olan bir çeşit ayakkabıdır. • Mes: Tek kat deriden yapılan ve kışın düz model lastik ayakkabının içine giyilir. Siyah renk seçilir. • Kundura: Deriden yapılmış düz bağcıksız genellikle 2 cm. yükseklikte bir topuğa sahip muhtelif renkleri olan bir çeşit ayakkabıdır. Erkek Ziynet Eşyaları: Saat, köstek başta gelir. Köstek genellikle gümüş olup, tahminen 50 cm. boyunda 5-6 kat zincirden oluşur. Saatler kapaklı ve anahtarlıdır. Saat anahtarı kösteğe bağlı olarak yelek cebinin yanında sallanır. Saatin ipekli kumaştan yapılmış ve üzeri motifli bir de kabı bulunur. Saat kabının ağzında bağ olmaz. Saat kabına benzer para keseleri de vardır. Bunun ağzı bağlıdır. İçerisine bozuk para konur ve kuşak arasında saklanır. Bunlardan başka kama ve hançerler de kuşak arasında taşınır. Kamalar daha narin ve küçüktür. Hançerler ise daha büyük olup iki kısma ayrılır: 1-Kuşak hançeri 2-Koltuk altı hançeri- Mardin El Sanatları
EL SANATLARI Mardin, tarihin kasırgalı yıllarının kenti... Evvel zamanda başlamış bir hikâye, bir egemenlik efsanesi ya da görkemin somutlaşmış biçimi... Öyküler içinde öykülerin, zamanlar içinde zamanların birbirine karıştığı diyarda el sanatlarının beşiği olmuştur. Eski çağlardan beri çanakçömlek, demircilik, bakırcılık, kuyumculuk, gümüşçülük (telkari), iğne oyası, Midyat el nakısı, tohum iğnesi, boyacılık, basmacılık, iplik yapma, kumaş dokumacıhğı (hame, şalu şeppik, ibrisern. İpek, yün, kadife ve çuva kumaşlar), çorap örücülüğü, kilimcilik, halıcılık, semercilik, keçecilik, marangozculuk, tahta oymacılığı, sedef işlemeciliği, taş oymacılığı, şekercilik, leblebicilik, sabunculuk, tahincilik (seriç), yorgancılık, oyacılık geçmişten günümüze kadar yapılan el sanatlarıdır. ŞAL U ŞEPİK Tiftik yünden yapılan kumaş, dokumacı tezgâhlarında dokunur. Tezgâhtan çıkan kumaş 30 cm. genişlikte 7 cm uzunluktadır. Kumaşta genellikle hat oluşur, her oluşan hat mekik ipinin bitiş noktasıdır. İki hat arası 10 cm dir Dikişte hatların karşılıklı gelmesi için ince şemlinde düşünülerek uygun olarak birleştirilir. GÜMÜŞÇÜLÜK (Telkari) Telkari, tel halinde gümüşü veya altını tahta üzerinde açılmış oyuklara kakarak ve gömerek yapılan süslemedir. Mardin Midyat İlçesinde gümüş üzerine yapılan kuyumculuk yalnız bu yöreye özgü olup, başka bir yerde bu sanatı görmek mümkün değildir. KUYUMCULUK Mardin'de altın üzerine yapılan kuyumculuk başka yerlerde ender görülebilecek bir sanat değeri taşımaktadır. İmal edilen muhtelif ayardaki altınlar il ve ilin dışında alıcı bulmaktadır. Özellikle Mardin'e özgü incili ve değişik renkteki taşlarla imal ziynet eşyalarına rağbet fazladır. MİDYAT EL NAKIŞI Kesin tarihi bilinmemekle beraber, yaşlılardan alınan bilgilere göre 1500 yıllık bir geçmişe sahip tir. Bu tarih daha da eski olabilir. Midyat el nakısı olarak, kırlent, yatak örtüsü, tablo, gömlek üzeri gibi ürünler üzerinde yapılır. Bu el işinde yöresel motifler (midyat gülü, lale, dağ hıyarı, menekşe, üzüm dalı, bitim modeli) işlenir. Kumaşın tersinden kumaş telleri sayılarak çarpı şeklinde işlenmesi ve düzünden aynı şekilde çarpı şeklinde oluşması işleme özelliği gereğidir. BASMACILIK Asgari 2500 yıldır bu bölgede var olan bir sanattır. Kök boya ile el ile yapılmış tahta kalıpları kullanmak suretiyle icra edilir. Basmacılık olarak; yatak, nevresim ve oda takımı, vitrin, yakalar, yazmalar, kırlent, perde, bohça ve tablo gibi ürünler yapılmaktadır. Nitekim Atatürk Mardin'i ziyaret ettiğinde keçe üzerine kök boya basmalı bir resim, ayrıca Fevzi Çakmak. İsmet İnönü üçlüsünün dokumalı amerikan bezi üzerinde baskılı resim hediye edilmiştir. (Hame)… Atatürk sözü geçen aileye bir takdirname ile 700 000 Tl. Hediye göndermiştir. YÜN VE İPEK HALICILIK Yaklaşık 1500 yıllık geçmişe sahiptir. Daha da eski olabilir. İpek ve yün el halısı olarak çeşitli boylarda halı yapılmaktadır. Yörede özellikle yöresel motifler işlenmektedir. İPNE OYASI Yaklaşık 1500 yıllık bir geçmişe sahip olan iğne oyası, masa örtüsü (yuvarlak, kare. elips, fiskos, diktörgen) oda, vitrin, limonata, çay, yatak takımı, yaka, yazma çevresi, kırlent, aksesuar olarak yapılmaktadır. BAKIRCILIK Bakır işlemeciliği, geleneksel el sanatlarımızdan olup, Mardin merkezindeki özel çarşısında yüzyıllardan beri varlığını sürdürmektedir. Bakırcılıkta ürünlerin ortaya çıkması son derece ağır şartlarda gerçekleşmekte ve işin tamamı el gücüne dayanmaktadır. Burada birçok sofra takımı, çanaklar, kaşık, kepçe, kevgir, sini, leğen, yemek tencereleri, kazanlar ve güyüzlü ibrik denilen iprik, su güğümü vb. mutfak eşyaları üretilmektedir. Günümüzde bu sanatı sürdürenlerin sayısı oldukça azdır. Bakırdan yapılan mutfak malzemelerin yerini çelik, porselen, plastik, çinko ve cam gibi yapılan daha ucuz ve kullanışlı kap kaçaklar almıştır. KALAYCILIK Bakır eşyalar yılda en az bir kez kalaylanırdı. Günümüzde bakır eşya kullanımı azaldığından bu işle ilgilenen esnaf çok azdır. KİLİM DOKUMACILIĞI( Merş) İl genelinde köylerde çok eski yıllarda da yolluk, kilim ve heybe dokuyan basit tezgâhlar bulunmaktadır. Bu ilkel tezgâhlarla kullanılan iplikler evlerde eğrilir ve boyanırdı. Kadınlar da kilim ve yolluk dokurlardı. TAŞ OYMACILIĞI VE KESME TAŞ OYMACILIĞI Mardin evlerinin içinde ve dışında bu sanatın özgün örnekleri görülür. Kapı, pencere çevreleri, sütunlar, kemerler taş işçiliğinin oya gibi ince örnekleri ile bezelidir. Mardin'de Artuklu devrinde kalma bu sanat günümüzde beton ve tuğlanın kullanılmasıyla terk edilmeye başlanmıştır. Bu sanatı yürüten esnaf Merkez ve Midyat ilçesine bağlı köylerde ikamet etmektedir. TERZİCİLİK Mardin'de terzilik çok önemli bir sanat koludur. Terziler, temiz işçilikleri ile bölgede kendilerini kabul ettirmişlerdir. TESTİ-ÇANAK-ÇÖMLEKÇİLİK Testi, toprak bardak, küp, saksı Merkez ve Midyat ilçelerinde çok eski yıllardan beri devam eden bir sanat dalıdır. Yörenin kırmızı toprağı, küp yapımcılığına uygun olduğu için, bu sanat dalı bu ilçelerde gelişme göstermiştir. Bu sanat uzun ve zahmetli bir iş olduğundan, yeni yetişenler bu mesleğe ilgi göstermemektedirler. MARANGOZCULUK Tahta yontma sanatı Mardin'de taş oymacılığı kadar meşhurdur. Kapı, mimber, divan, takunya, tarak, Kanepe, konsol, gelin sandığı gibi alanlarda kendini göstermektedir. SEMERCİLİK Mardin'de semercilik sanatı da çok eskilere dayanmakta olup, günümüzde bu sanatı devam ettiren esnaf çok azdır. El emeği göz nuru, enfes bir sanat anlayışı ve Mardin farkı... Mardin'de el sanatları tarihin yoğrulmuş, yorumlanmış insanüstü bir emekle mükemmelleştirilmiş bir tarzı olarak karşımıza çıkar...- mardin gelenek ve görenekleri
ÖRF-ADET-GELENEK-GÖRENEKLERİ Mardin bölgesi Hurrilerden îtibâren çeşitli kültürlerin tesiri altında kalmışlardır. M.Ö. 11. asırda başlayan "Ârâmi" göçleri Güneydoğu Anadolu gibi Mardin'de de kültürel değişmelere sebep olmuştur. Romalıların hâkim olduğu devirde Hıristiyanlık yayılmaya başlayınca "Ârâmi"ler Hıristiyan olmuşlar ve putperest Ârâmilerden ayırmak için, kendilerine "Süryânî" demişlerdir. M.S. 4. asırda Mardin Süryânîliğin önemli bir merkezi olmuştur. Süryânîler Mardin'de meşhur "Deyruzzaferan Kilisesi"ni kurmuşlardır. Yedinci asırda Mardin İslâm ordularınca fethedilmiştir. Müslüman Araplar 1040 senesinde Mardin'e tamâmen hâkim olmuşlardır. On ikinci asır başından îtibâren Oğuz Türklerinin Kayı aşiretinden (Ertuğrul Gâzi de aynı aşirete mensuptur) olan Artukoğulları bu bölgeye hâkim oldular. Göçebe Türkmenler de Artukoğullarına bağlı olarak bölgeye yerleşince, Türkler çoğunluk sağladılar. 1517'de Yavuz Sultan Selim Han bu bölgeyi Osmanlı Devletine kattı. Bu bölgede Türk-İslâm kültürü hakim oldu. DÜĞÜN: Mardin'de gerek Hıristiyanların gerekse Müslümanların düğünlerinde benzer bir çok özellik göze çarpar. Çok uzun bir süredir beraber yaşayan bu insanların birbirlerinden etkilenmeleri neticesinde benzer gelenek katmanları oluşmuştur.Evlilik çağına gelen delikanlıyı evlendirmeye karar veren ailesi, ona uygun bir eş bulabilme arayışına çıkar. Gelin adayında genellikle şu hususlar aranır: Kızın ailesinin kendilerine denk olması şarttır. Kızın bir evi idare edecek nitelikte çalışkan, görgülü, namuslu, büyüklerine saygılı ve sevgi yüklü olması gereklidir. Kızla oğlanın daha önce görüşüp tanışması, evlilik öncesi arkadaşlık veya evlilik hususunda anlaşması söz konusu değildir. Eskiden sevilen kızın damdan gözetlenmesi zekice davranan erkeklere has bir davranıştı.Kesinlikle geleneksel evliliklerde boşanma alternatifi söz konusu değildir. Evlilik kutsallığı ile iyi ve kötü günde sevinci ve kederiyle ta mezara kadar eşlerin birlikteliklerinin sürebileceği bir kurumdur. Evliliğe bu nazarla bakılarak gerekli girişimler başlatılır. Oğlan evi, kız evlerini ziyaret ederek uygun bir aday arar. Bu olaya "dünür gezme", gidenlere de görücü denir. Bazen de kız arama olayı bahar aylarına rastlar. Aileler mesire yerlerine topluca giderek uygun aday arayışını sürdürürler. Kız arama olayı hamamda da olabilmektedir. Bazen de mahalle mahalle dolaşan bohçacı sıfatıyla satış yapan bayan tellallar devreye girer. Genellikle bu sıfatı taşıyan bayana, ziyaret ettiği evlerde edindiği bilgilere istinaden oğlan tarafı uygun gördüğü nitelikleri sıralayarak adaylardan bahsetmesini ister. Aracı olarak da kullanılan bu tellalların bir zamanlar yöremizde çok önemli bir işlevi olduğu günümüze kadar anlatılır. Her durumda beğenilen ve oğullarına alınması kararlaştırılan kızın ailesinden istenmesine gidilmeden önce, kız tarafının evliliğe sıcak bakıp bakmadığı durumunu öğrenmek üzere hatırı sayılır, her iki aileyi tanıyan orta yaşta bir kadın kız evine gönderilir. Bu kadın uygun bir zemin hazırlayarak kızın sözlü olup olmadığını öğrenir. Oğlan tarafının isteğini iletip, üç gün sonra gelmek üzere kız evinden ayrılır."Her şeyde bir hayır vardır. "Kısmetse olur" "iyi düşünün" "Her iki taraf mutlu olacaksa inşallah olur, mutlu olmayacaksa Allah esirgesin" dilekleri sıralanır... Kız tarafı oğlanda genellikle şu sorulara cevap arar: Denk bir aileye mensup mudur? Geliri normal bir hayat tarzı için yeterli midir? Kumar ve içkiye düşkün müdür? Aşırı kıskanç, müsrif midir? Kaynana olacak annesi, görümce olacak kız kardeşlerinin durumları nasıldır?Bu arada oğlan tarafı gelecek haberi canla başla bekler. Kız evine aracı kadın bir daha gönderilerek ( üç gün sonra ) haber alınır. Haber olumlu ise oğlanın babası hatırı sayılır birkaç dost ve iki garantör aile ile kız evine gider. Kız ailesi gelenlere ikramlarını sunarken bu arada kızlarını da konuklara göstermiş olur. Kızdan birkaç kez su istenir, bu sayede oğlan kızı daha yakından görür. Eğer oğlan, kızı beğenirse işaretleşmeler başlar. Ve devreye garantör aileler girer. Kız tarafı oğlanı soruşturmak için 15 gün mühlet ister. Kız tarafı evet cevabını verecekse defter yazılır. Bu defter 15 gün sonra gelen aracı kadına verilir. Eğer kız tarafı kızlarım vermek istemiyorsa defteri yüksek tutar. Oğlan tarafı defteri alıp enine boyuna inceler ve yapabileceklerini bir taslak halinde çıkararak deftere işleyerek geri gönderir. Yeni bir süreç böylece başlatılmış olur, eğer anlaşılırsa kızın da rızası alınarak yeni bir sürece girilmiş olur. Kız evi üzerine düşen görevlerini yerine getirmek için mevsimine göre şaşalı bir ikram sofrası hazırlar. Muteber olan büyüklerin söyledikleridir. Oğlan evinde yine hummalı bir çalışma göze çarpar. Damat adayı süslenmiş kokular sürülmüş bir şekilde anne ve babasının yanında mahcup oturur. Oğlan tarafı kız evine geldiği zaman resmi tören başlamış demektir. Akraba olmanın telaşı, heyecanı ile her iki taraf elinden gelen gayreti gösterir...Bu tür toplantılar kadınlı erkekli olur. Genellikle eşler yan yana, gençler ise yine karışık nizam oturur ve büyüklerini dikkatle izlerler. Bu tür toplantılarda mümkün olduğunca konuşmamaya özen gösterirler. Yalnızca sorulan sorulara yanıt verirler. Anne, baba, görümceler, dayı, teyze, halalar onlarda kendi imkânlarına, zevklerine göre giyinir, ziynet eşyalarının tamamını takmış olarak hazırlanırlar. Akşam yemekten sonra oğlan tarafı kız evine gider. Selamlar edilir, hal hatır sorulur. Misafirlere kahve, çay, pasta, börek ikram edilir. Ortalık bir dolar bir boşalır. Bir sigara içiminden sonra sıra meyve ve kuruyemişlere gelir. Oğlan tarafının en etkili ve yetkilisi bir dakika izin isteyerek söze şöyle başlar: Efendim sebebi ziyaretimiz, hayırlı bir iş içindir. Bizler aile olarak sizleri tanıyor ve sizinle bir arada bulunmaktan büyük bir onur duyuyoruz. Hele hele işin içine birde akrabalık gibi kavram girerse ki, bu bizim için büyük bir gurur ve onur vesilesi olacaktır. Bu sebeple; Allahın emri Peygamberin kavliyle kızınızı oğlumuza istiyoruz. Çocuklarımız birbirlerini görmüş, beğenmiş bizlerde onların bu arzusu üzerine size bu teklifi getirdik. Kabul etmeniz halinde bizleri çok memnun ve bahtiyar edeceksiniz der... Ve susar. Kızın babası veya ailenin reisi bu konuşmaya yanıt olarak: Efendim iyi hoş söylersiniz. Allah yazmışsa olur. İnşallah der. Oğlan tarafının reisi, bu kez de; biz sizin aile ile şereflendik, kızınızı öz kızımız gibi sevdik, bu izdivaca evet deyin de bu işi burada bağlayalım der.Kız tarafından kısa bir sessizlikten sonra aile reisi, ailesini şöyle bir gözleri ile tarar, bizi ikna ettiniz, kızımızı verdik gitti. Allah mesut etsin der demez ortalıkta bir fırtına döner. İki ailenin bireyleri birbirlerine sarılarak bu başlangıcı kutlarlar. Artık sözlenmiş olduklarından gelin ve damat yan yana oturmaya hak kazanmışlardır. Gelin ve damat adayı anne ve babalarının ellerini öpüp hayır dualarını aldıktan sonra, hazır bulunan tüm aile fertleriyle tokalaşırlar.Artık sıra oğlan tarafından getirilen tatlılara gelir. Tatlılar afiyetle yendikten sonra sohbet gecenin geç saatlerine kadar sürer. Oğlan tarafı arzularına kavuşmuş olarak kız evinden vedalaşarak ayrılırlar. Kız isteme faslının ilk etabı böylece sonuçlanmış, artık Nişan (şerbet)'a doğru yol alınmak üzeredir. İki ailenin mutabık kalacakları bir tarihte nişan yapmak üzere anlaşırlar.Nişan öncesinde çarşıya çıkılarak defterde istenilenlerin nişan töreni için olan bölümü alınır. Ayrıca nişan şekeri (kelle şeker) alınır.Nişan töreninin tüm mali külfeti erkek tarafına aittir.Sözü kesilen çift, artık evliliğe ilk adımı atmış sayılırlar. Kız ve erkek tarafı nişanın tarihi ve yeri konusunda kız tarafının arzusu istikametinde karara bağlanır. Nişanın kusursuz ve eksiksiz yapılması gerekmektedir. Kız tarafı bunun için büyük çaba harcamaktadır. Nişanda, kız ve oğlan tarafının birbirlerine bohça değiş tokuşu vardır. Bohçalarda kız tarafı oğlan için tam takım elbise hazırlamış, erkek tarafı da aynı şekilde kız için tam takım elbise yanında nişan için alınan eşyalar siniye yerleştirilir. En üstte de kelle şeker koyulur. Ayrıca 1 çuval şeker gönderilir. Bu kelle şeker nişan töreninde ikram edilen şerbetin içine atılarak şerbet bu şekerle kısmen tatlandırılır. Toplantının orta yerine yakın bir yerde şerbet servisini yapmak için yer ayarlanır ve dağıtımı için birkaç kişi görevlendirilir. Törenin hazırlıkları bitince damat ve gelin için iki sandalye konur ve buraya oturtulur. Nişan yüzükleri damat ailesinden bir büyük veya her iki ailede muteber kabul edilen kişi tarafından da her ikisine takılabilir. Yüzükleri takılan çift öncelikle anne ve babalarının ellerini öper, gelen misafirlerle tokalaşırlar ve onlara ayrılan yere oturup beklerler. Nişan törenini yöneten kişi takı takmak isteyenler buyursun diyerek çağırır. Bu kişi takıyı takanın da adını vermek suretiyle cemaata ilan eder. Yüzükler takılmış, takılar takılmış, şerbet ikramı başlamıştır. Nişan töreni genellikle çalgılı olur. Çalgılar çalınır, herkes oyuna kalkar, kadınlı erkekli herkes bildiği kadar oynar. Tören sonunda oğlan evinden birkaç kişinin yardımı ile her taraf temizlenir. İçine gül esansı katılmış pembe renkli mis gibi şerbetler içilip de, yüzüklerin takılmasıyla noktalanmış nişan töreninden sonra düğün hazırlıkları için gelin ve damat evleri arasında bir gidiş geliş köprüsü kurulur eksikler bir bir tamamlanmak üzere heyecanlı koşuşturmalar başlamıştır. Bu arada damatın gelin tarafında rahat gidip gelebilmesi için İmam tarafından dini nikâh kıyılır. Düğün tarihi iki ailenin mutabakatı ile tespit edilir ve faaliyet hızlandırılır. Düğüne bir hafta kala kızın evinde tüm eşyalar sergilenir. Gelenlere gelinin çeyizi gösterilir. Bu arada da kız ve oğlan tarafından bir yetkili grup kız evine gelerek bu seyirin tespitini yapar ve defter denilen belge hazırlanır. Bu ikinci defter belgesidir. Gereken taahhüt ve ona teslim edilen malların bir dökümüdür. Defterin içeriğinde 10 havlu yazılmışsa ve havlunun değeri 500,000 bin lira ise bu deftere 5,000.000 olarak yazılır. Bu şekilde abartılan ve şişirilen bu rakamlar evlendirilen kızın ne kadar değerli olduğunun bir kanıtı gibi gösterilir. Yine de bu defter hazırlanır ve oğlan tarafına verilir. Bu durum ileride ayrılma olayı düşünülürse karşılamak için bir tür garanti senedidir. Düğün haftası Salı günü başlar. Cumartesi sabahı biter. Salı akşamı küçük kına gecesidir. Erkek evinde yapılır. Damadın yakın akrabaları kendi aralarında eğlenirler. Bazı ailelerde Salı akşamında yapılan kına gecesinde gelin adayının saçlarına kına sürülür. Kısa bir süre çalıp oynadıktan sonra oğlan evinden gelenler giderler. Çarşamba gecesi büyük kına gecesi damadın evinde yapılır. Mardin'in mahalli sanatçı ve saz ustaları gayet nefis bir müzik ziyafeti icra ederler.(1. Sınıf çalgıcılar Mıksi Rezzuk'un evlatları, kemanda Turna cümbüşte Cemil ve tel de Zeki vardı.2. sınıf çalgıcılar Cercis Haco takımı idi. Geniş bir repertuara sahipti.) Damat evinin avlusunda meşe odunundan büyük bir ateş yakılır. Gençler çalgıcıların o tahrik edici oynak havaların kıvrak nağmeleri ile kendilerinden geçercesine hep birlikte şarkı türkülere eşlik ederek yoruluncaya kadar oynarlar.Gecenin ilerleyen saatlerinde ateşin yakıldığı yerin yakınma damat getirilir. Orta yerde gençlerinde yardımı ile üstündeki giysiler çıkartılarak damatlık giysileri, maniler, türküler söylenerek, giydirilir. Büyük bir heyecan ve zılgıtlar arasında damat arkadaşları tarafından omuzlarda dolaştırılıp şarkılar söylenerek gezdirilir.O gece, erkek evinin hazırladığı kına gelinin evine grup halinde altın hediye ile birlikte götürülür. Götürülen altın gelinin avucuna yerleştirilip eline kına yakılır, oynanır, türküler söylenir. Bir miktar kına alınarak geri gelinir. Gelin evinden gelen kınadan bir miktar damadın eline de konur. Özellikle sol elinin serçe ve yüzük parmaklarına sürülür. Ertesi gün temizlenir. Gece geç saate kadar devam eden bu eğlenceden artık herkes yorulmuştur. Herkes evine çekilir. Perşembe günü gelinin geleceği düğün günüdür. Damat tarafında bir telaş, gerdeğe gireceği yer tespiti yapılır. Zifaf odasına yer yatağı serilir. Gelin adayı içinde gelinlik hazırlanır. Geline refakat etmek üzere deneyimli biri Mardin'in "YENGE" dedikleri hanım, kız evi tarafından görevlendirilir.Damadın evinde çalgılı bir düğün kurulmuş, sofralar hazırlanmış, kurbanlar kesilmiş, etler dağıtılmış ve hane halkı için ayrıca bol miktarda etli yemek ve pilavın yanında bir tatlı da ilave edilmiştir. Bu tatlı genelde zerde olur. Öğlen kurulan sofra Sümerler döneminden kalan ahşap vazolar sürekli çalışır. Gelen oturup karnını doyurduktan sonra sofradan sorumlu olanlar tarafından servis yenileme çalışmaları başlar ve yeni gelen misafirlere ikram edilir. Akşama doğru damat, evin avlusunun orta yerine konan bir sandalyeye oturtulur. Damat traşı için berber, mümkün olduğu kadar elini ağır tutarak saz, söz ve damadın damatlık kıyafetinin bohçası ile oynayanların hem zevklerini tatmin ve hem de bol bahşiş toplamak için bu numarayı yapar.Tıraşı biten damat, arkadaşları tarafından tekrar giysileri çıkarılır ve gerçek damatlık elbiseleri tek tek giydirilir. Bu arada gelin evinde sabahtan gelin süsleme çalışmaları başlamış, saçlar kuaför tarafından şekillendirilmiştir. Arkadaşları tarafından gelinliği giydirilmiş, hava kararmak üzereyken gelin evinde son dakikalarını yaşamaktadır., gelini hazırlarken erkek kardeşi varsa kemerini bağlar ve ona mutluluk dileğinde bulunur. Damat tarafından gelen düğün alayı içinde damadın yakınlarından iki hanım gelini türküler ve zılgıtlar içerisinde koluna girerler. Gelinin önünde lüks lambası yanık vaziyette, en öndedir. Gelinin arkasında gelin alayı damadın evine doğru yavaş ve aheste adımlarla ilerlemektedirler. Nihayet damadın evinin önüne gelinmiş düğün alayı kapının dışında gelinle birlikte beklemekte. Damat evin yüksek bir yerinde gelinin başına şekerlemeli, bozuk paralı birkaç avuç serper. İçi bozuk para ve şekerle dolu olan bir testi kaynana tarafından gelinin eline tutturulur ve yere çarparak kırması istenir. Gelin bütün hışmıyla bu testiyi yere çarparak kırar. Testi kırma olayı uğur olarak nitelendirilir. Testiden etrafa saçılan para ve şekerleme için herkes yerlere eğilir, bereket ve uğur olarak yanında saklar.Sazlar susmuş, düğün alayı evlerine dönmek üzere tebriklerden sonra hayır duaları dileyerek dağılmaktadır. Evde yalnız gelin, damat, yenge üçlüsü kalmıştır. Zifaf odasına gelin ve damat için özel yemek hazırlanmıştır. Ayrıca üzüm, ceviz içi, badem içi gibi kalorisi yüksek çerez de bir masanın üzerinde hazır bekletilmektedir.El, ayak çekildikten sonra damat ve gelin yemeklerini yedikten sonra abdest alıp namaz kılar ve gerdeğe girerler.Cuma sabahı, sabahiye günüdür. Gelin kayınbaba ve kayınvalidenin ellerini öper. Anne baba tarafından geline hediye verilir. Bu hediye genelde altından oluşur.Düğünde takı takamamış olanlar sabahiye günü gelerek hediyelerini verip kendilerini tebrik ederler.Bir gece evvel evlenmiş olan gelin süslenir ve koltuğa oturtulur. Gelenlerin seyrine amade... Damat evinde yine sofra açılır. Öğleden sonra başlar, yatsıya kadar devam eder.Oğlan tarafından çok büyük ve olağanüstü bir durum; zira aileye bir üye katılmıştır. Herkes sevinçli ve mutlu...Kız tarafında sessizlik, nüfuslarından bir eksikle yaşamaya devam edecekler...Pazar akşamı kız tarafı, damat ailesinin bütün bireylerini yemeğe çağırır. Damat tarafı da bunu iade için aynı hafta içinde kızın ailesini davet eder. Mardin'de Hristiyan inanışındaki düğünlerde farklı olarak yapılanlar; defter ve başlık durumu yoktur. Nişan törenlerinde çörek kırılır, düğün Perşembe günü başlar Salı sabahı biter. Ayrıca ailesinin evinden alınan gelin damat evine götürülmeden Kilise'ye götürülerek dini nikâh kıyılır.Mardin'de kız isteme, nişan, düğün böyle yapılır. Mardin'de yakın bir tarihe kadar düğünler üç gün üç gece sürerdi. Bu süreçte oğlan evinde yemekler pişer ve her tür ikramda bulunulurdu...- Mardin halk oyunları
MARDİN HALK OYUNLARI Halk oyunları (dansları) günümüzde de toplumsal yaşantıyı etkileyen önemli bir etkinliktir. Halk oyunlarının kökeni insanlık tarihi kadar eskidir. İlkel insanların topluluk halinde yaşaması ve kendilerini yöneten bir takım sihirli güçlere tapmaya başlaması ilk dansın doğuşuna neden oldu. Yöremizdeki halk oyunlarının figürleri incelendiğinde bu toplumlarda yaşayan medeniyetlerin kültürel yapısı açıkça ortaya çıkar. Mardin halk oyunları, düğünlerde, bayramlarda, özel günlerde ve her türlü törenlerde oynanır. Düğün törenlerinde törene katılanlar beli yerlerde toplanırlar. Bu yer, nişan için kız evi, düğün için erkek evidir. Törenin yapılacağı yere gelen konuklar karşılanır, ağırlanır ve tören bitiminde uğurlanır. Karşılama, ağırlama ve uğurlama törenlerinde oynanan halk oyunları ayrıdır. Karşılama, oyunun akışının hızla başlayıp yine aynı hızla biten oyundur. Ağırlama, ağır bir tavırla yavaş hareketlerle oynanan bir oyundur. Uğurlamada oyunlar yavaş başlayıp hızla biter. Oyunlar seyirci karşısında oynanır. Oyunun oynandığı ortam bazen bir evin avlusu, bazen bir oda bazen de bir düğün salonu olabilir. Ekip başı oyunu yönetir, komutlarıyla oyuncuları yönlendirir. Oyunlar genelde türkülüdür. Günümüzde; davul, zurna, klarnet, tulum, tef, tepsi, kaval, dilsiz kaval, erbana, kabak kemençe, şehir merkezinde, cümbüş, darbuka, zilli tef, bağlama ve koto eşliğinde oynanır. Halk oyunları düğün, nişan, kına, bayram, asker uğurlama, toplantılar ve törenlerde oynanır. Köylerde oynanan halk oyunları genellikle özel günlerde oynandığı için bayramlık tabir edilen en yeni, temiz, bazen de "Sandıktan" tabir edilen giysiler giyilerek oynanır. Halk oyunları oynandığı zaman, iyi bilenler gruba katılınca diğerleri çekilir ve bunları seyre başlar. Mardin halk oyunlarında kültürü oluşturan özelikler sadece güzel sanatların dallarının birer göstergesi değil, yaşamın ta kendisidir. Mardin halk oyunlarını sıralayacak olursak: BERİVAN: Süt sağma olayını anlatır, ağır bar havasındadır. CİRANE : Komşu aşkını anlatır, ağır bar havasındadır. KEÇİKANİ : Bu genç kız oyunu, sevgiyi, dostluğu, birlikteliği anlatır. MAMIR : Sevgiliye ağıtı anlatır. Bar havasındadır. BİŞARO : Bağ bozumunu anlatan oyundur. Coşkuyu anlatır. Bay bayan karışık bazen de ayrı olarak oyun oynanmaktadır. SEGAVİ : Sevgi ve coşkuyu anlatır. CENBELLİ AĞA: Üzüntüyü ağıt şeklinde sergileyen oyundur. Bar havasındadır. HINNE : Kına yakma olayını anlatan oyundur. Sevinç ve birlikteliği anlatır. BABLEKAN : Kuyudan su çekme olayını anlatır. KEMALIM : Ataya duyulan sevgiyi, bağlılığı anlatır. Bar havasındadır. ÇECANI : Memleket özlemini anlatır. ÜÇ KIRMA : Üç kırmayla oynanan oyun bir erkek oyunudur. Ağır bar havasındadır. MERYEMİ: Aşk ve sevgiyi anlatır. Bar havasındadır. LORKE : Güzelliği coşkuyla anlatan bir oyundur. HİMALEYE : Coşkuyu anlatan bir oyundur. KESİRTİN : Çift kırmalıdır. Sevgi ve aşkı anlatır. ÇEPİKLİ : Şiddet ve sevgiyi, jest ve mimiklerle uyumlaştıran bir oyundur. KOÇERE : Şehirden yaylaya çalışmak için gidenlerin mevsim sonunda işlerini bitirip ayrılacakları sırada kendi aralarında yaylalarda yaşadıklarını taklit ederek oynadıkları oyundur. HAFTANO : Giyinme ve kuşanma olayını anlatır. DİK OYUN : Toplumsal yaşamın disipliner yönünü anlatan bir oyundur. SEVGİ OYUNU : Her şeyde ve her yerde sevginin olması gerektiğini coşkuyla figürleştiren bir oyundur. RAKSIL HAVANIM : Elit tabaka hanımlarının bir araya geldiklerinde oynadıkları ve birlikteliği yansıtan bir oyundur. Ağır bar havasındadır. RİHANE: Oyun adını reyhan çiçeğinden almıştır. Oyunun özü çiçeğin büyüyüp yayıldıkça etrafa saçtığı muhteşem ve ferahlatıcı kokusunun etkisi insanoğlunun raks etmesini sağlamıştır. Ağır bar havasında olup, erkek oyunudur. Buna Atabarı da denir. YÖRE ÇİFTETELLİSİ : Coşkuyu anlatır. Bayan oyunudur. YÖRE HALAYI : Sevgiyi ve aşkı anlatır.0yun bar havasındadır. MALATYA : Birlikteliği anlatır. Bu oyunu bay ve bayan karışık oynar. OĞUZLU : Aşkın yüceliğini anlatır ONDÖRTLÜ : Sevgi ve aşkı anlatır. SAMRA : Aşkın yüceliğini anlatır. Ağır bar havasındadır. KEMANBAZO : Ayrılığı ve ayrılığa karşı duyulan sitemi anlatır. SABİHA: Mardin'de yaşanan ve sonu evlilikle biten ölümsüz bir aşkın öyküsüne dayanır. Bu öyle bir aşk ki, yıllanmış şarap gibi zamana hükmederek günümüze taşır. Ağır bar havasındadır. HAT MATAR (Yağmur yağdı): Çok özel, güzel olan memleketimizin yağmurla kazandığı ayrı havası anlatılmaktadır. ZEYZO : Umutsuz bir aşkın seven erkek için oluşturduğu hayal kırıklığı ve acıları konu eder. ESMERİM : Esmer tenli güzelleri anlatır. DİZO : Coşkuyu anlatır. BOTANİ : Birlik duygusunun sevgiyle kazandığı coşkuyu anlatır. CANTSU : Testiyle çeşmeden su taşıma olayını anlatır. ÇEPİKLİ : Coşkuyu anlatır. GÜLE : Divan edebiyatında sevgiliyi anlatan ,bülbülü deli eden aşkı anlatır. GOVEND : Bu oyun özlemi anlatır ŞEVKO : Özlemi anlatır. Bar havasındadır. HADDİNO : Birlikteliği anlatır. SEMRA : Aşk ile sevgiye olan özlemi anlatır. HIRPANİ : Aşk acısının bireyde uyandırdığı bir takım duyguları figürleştiren bir oyundur. Bar havasındadır. TORİVAN : Sevgiyi coşkuyla bütünleştirerek anlatır. Bar havasındadır. HURŞE : Sevinç ve coşkuyu anlatır. Kemençe ile oynanır. Doğal yaşamın bahşettiği mükemmelliğin karşısında duyulan sevinci oyunlaştırır. DALLAL : Sevgiliye duyulan özlemi anlatır. Bar havasındadır. BEYN İT DEVELİ : Aşk ve sevgiyi anlatır. KOSARİ : Birlikteliği anlatır. Bar havasındadır. Mardin ve Yöresi oyunlarındaki temel figürler: Çömelip doğrulma, titreme şeklindedir. Çökmeler iki şekildedir. 1-Bağlı çökme: Eller bağlı olarak çökülür. 2-Bağsız çökme: Eller açık olarak çökülür El vurma figürleri: Toplu ve tek olarak gözükür. Dönme figürleri; ani dönme, Kerteli dönme, Toplu dönme, tek dönme şeklindedir. Halk oyunlarında görülen model, sıra, halka, karşılama ve nokta modelidir. Sıra biçiminde göze çarpan unsurlar; düz dizi, eğri dizi, paralel dizi ve kopuk dizi olmak üzere dörde ayrılır. Hareket biçimi ise tek, çift ve karma yönlü olmak üzere üç şekildedir- Mardin Ekonomisi
EKONOMİ Mardin ilinin ekonomisi geniş ölçüde tarıma dayanır. Fakat tarım yeteri kadar gelişmemiştir. Faal nüfûsun % 80’ine yakını tarım sektöründe çalışır. Sanâyi geri kalmıştır. Tarım: Modern tarım araçları ve usûllerinin kullanılmasına yeni başlanmıştır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, pirinç, nohut ve pamuktur. Dicle Nehri kıyısında sebzecilik yapılır. Turfanda sebzecilik de gelişmiştir. En çok domates, patlıcan, hıyar, kavun-karpuz ekilir. Meyve üretiminde üzüm başta gelir. Ceviz, nar, antepfıstığı da yetişir. Mardin’e üzüm diyarı diyenler vardır. 150 bin tonu geçen üzüm istihsali ile Türkiye’de dördüncü sıradadır. Karpuz da onuncu sırada yer alır. Hayvancılık: Hayvancılığın il ekonomisinde önemli yeri vardır. Tarım üretiminin üçte biri hayvancılıktan sağlanır. Yerli göçerler, hayvanlarıyle yaylayla ova arasında göç ederler. Devamlı yerleşim merkezi olmayan göçebe aşiretler vardır. Ormancılık: Mardin orman bakımından fakir sayılır. 200 bin hektarlık orman ve fundalık alanı vardır. Ormanların hepsi bozuk baltalık orman sınıfına dahildir. Mâdenleri: Mardin ili mâden bakımından da fakir sayılır. İlde sâdece linyit ve fosfat işletilir. Güneydoğu Anadolu Fosfatları İşletmesinin merkezi Mazıdağı’dır. Senede 250 bin ton cevher üretilir. Linyit üretimi çok azdır. Sanâyi: Mardin sanâyi bakımından az gelişmiş bir ildir. Sanâyi kuruluşları 15 civarında olup, bunlar devlet desteği ile 1968’den sonra kurulan sanâyi tesisleridir. Başlıca sanâyi kuruluşları Güneydoğu Anadolu Fosfatları Mazıdağ İşletmesi, Mardin Yem Fabrikası, Çimento Fabrikası, Nusaybin Pamuk İpliği ve Dokuma Sanâyii, Et Kombinası, Kızıltepe İplik Fabrikası, Çırçır ve Prese Fabrikası ile un fabrikalarıdır. Ulaşım: Karayolları: Mardin karayolları ağının kavşak noktalarından biridir. E-24 karayolu ile Urfa ve Gaziantep üzerinden Adana’ya; 69 numaralı yol ile Diyarbakır ve Elazığ üzerinden İç Anadolu ve Kuzeydoğu Anadolu’ya; E-24 karayolu ile doğuya uzanarak Nusaybin, Cizre ve Silopi’den sonra Irak topraklarına geçer. Devlet yollarının uzunluğu 952 km, il yolları 370 km’dir. Demiryolu: Bağdat-Berlin demiryolu Mardin ilinden geçer. Ana yoldan ayrılan 30 km’lik bir hatla Mardin bu hatta bağlanır. Havaalanı yoktur. Diyarbakır Hava alanından faydalanılır.- Mardin Mutfağı
MARDİN YEMEKLERİ KABURGA DOLMASI MALZEMELER (4-6 kişilik) 1.5 kg’lık kuzu kaburgası 200 g kuzu kuşbaşı 2 su bardağı pirinç 1/4 demet maydanoz 1 yemek kaşığı domates salçası 1 yemek kaşığı yoğurt 50 g tereyağı, karabiber, tuz YAPILIŞI Kuşbaşı eti tencereye aldıktan sonra üstünü geçecek kadar suyla doydurup haşlayın. Ayrı bir tencerede pirinci çok az su ile hafif haşlayın. Kuşbaşı et, pirinç, tuz, karabiber ve kıyılmış maydanozu harmanlayın. Hazırladığınız harcı kaburganın el ile kaburga kemikleri arasındaki boşluğa doldurun ve iplikle dikin. Yoğurt ve domates salçasını karıştırın, etrafına sürün. Tereyağında geniş bir tavada kızartın. Geniş bir tencereye 2 su bardağı su doldurun. Kaburgayı içine oturtup 1.5 saat kadar kaynatın. Servis için porsiyonlara ayırdıktan sonra, üzerlerine tencerede kalan sudan birer kaşık gezdirin. SEMBUSEK Un ve tuzlu suyla yoğrulmuş hamurun merdane yardımıyla açılıp kıyma, soğan ve baharatla içi doldurularak katlanmış biçimde fırına verildiği yemek türüdür. Mardin'de genelde iki çeşit sembusek yapılmaktadır. Bunlardan birisi evde yapılır, biriside fırınlarda pişirilir. MALZEMELER Un,tuz,karabiber, soğan, yeşil biber kıyma, maydanoz, yumurta, maya YAPILIŞI a) Sac üzerinde pişirilen : 1 kg kıymaya yaklaşık olarak 750 gram soğan çok ufak doğranır ve pembeleşinceye kadar sıvı yağda pişirilir, daha sonra buna kıyma eklenerek pişirilmeye devam edilir. Pişince tuz, kara biber ve maydanoz katılır soğumaya terk edilir. Bu arada tuz katılmış un iyice yoğrulur ve lahmacun büyüklüğünde ince açılarak yarısına pişmiş kıymadan konur.Bu hamurun diğer yarısı yarım ay olacak şekilde katlanır, açık olan kısmı tabak yardımı ile yapıştırılır. (Açık kısmın üstünde tekerlek gibi döndürülen tabak yapışmasını sağlamaktadır). Hazırladığımız bu böreği saç veya teflon tavalarda pişirip servise sunabiliriz. B ) Fırında pişirilen: Bunun içinde aynı şekilde hamur hazırlanır (maya eklenir), hamurun mayalanması beklenir, hamura az sıvı yağ karıştırılır. İç için ise; ince doğranan, soğan, yeşil biber, maydanoz, kara biber, tuz ve kıyma çiğ olarak karıştırılır. (İsteye bağlı olarak içe biber salçası, isot da katılabilir)Hamur lahmacun gibi açılır yarısına hazırlanan iç konarak boş kalan kısım yarım ay oluşturacak şekilde katlanır ve yine tabak yardımı ile açık kısımlar kapatılır. Bu arada yumurta kırılarak beyazı atılır ve sarısı çırpılır hazırlanan bu böreklere sürülerek fırında pişirilir. NOT: Fırında pişirilen sembusek diğerinden çok daha hafiftir! ZERDE Tatlılardan en çok özellik gösteren zerde, genelde bayramlarda yapılır. MALZEMELER /3 bardak pirinç 1 1/4 bardak toz şeker 1 çorba kaşığı ararot 2 tutam safran 1/3 bardak kuru üzüm 1/3 bardak beyaz fıstık 1 adet temizlenmiş nar YAPILIŞI: Ayıklanmış pirinci dört beş su yıkadıktan sonra bir tencereye koyun ve üstüne 6 bardak su ile toz şekeri katarak tencereyi ateşe oturtun ve pirinçler iyice şişerek yumuşak bir hal alıncaya kadar yaklaşık 20 dakika haşlayın. Pirinç yumuşayınca 15 dakika 1/3 bardak su içinde ıslatılmış sonra da kaşıkla iyice ezilerek rengi çıkarılmış safran suyu ile birlikte tencereye katarak iyice bir karıştırın. Sonra buna, 3 çorba kaşığı su içinde eritilmiş ararot katın ve tekrar hepsini iyice bir karıştırdıktan sonra zerde boza kıvamına gelinceye kadar bunu orta ısıdaki ateşte tekrar yarım saat daha pişirin. Zerde koyulaşınca, ateşten alarak hemen kaselere bölün ve soğumaya bırakın sonra üstlerine siyah kuru üzüm, beyaz fıstık ve nar koyarak süsledikten sonra servis yapın. MERCİMEK KÖFTESİ MALZEMELER 1 su bardağı kırmızı mercimek 1 litre su 2 su bardağı ince bulgur 2 baş kuru soğan 1 çay bardağı zeytinyağı 1,5 yemek kaşığı biber salçası 1 tatlı kaşığı karabiber dilediğiniz miktarda pulbiber 1 çay bardağı sıcak su 1,5 yemek kaşığı domates salçası 1 demet maydanoz 6-7 sap yeşil soğan 1,5 tatlı kaşığı tuz marul veya roka YAPILIŞI: 1 su bardağı kırmızı mercimeği yıkayıp 1 litre su ile ateşe koyun. tencerenin kapağını aralık bırakın. (yoksa taşıyor) mercimekler ezilip hafif sulu kalıncaya kadar kaynatın. (bütün suyunu çekerse köfteler kuru olur).2 su bardağı ince bulguru derin ve yayvan bir kaba alın. (bunun gibi) üzerine sulu mercimeği ekleyip karıştırın. kabın üzerini alüminyum folyoyla kapatıp mercimekler şişene kadar (30-45 dakika) bekletin. Bu arada 2 baş kuru soğanı yemeklik doğrayıp tavaya alın. bir çay bardağı zeytinyağı ile soğanları öldürün. 1,5 yemek kaşığı bier salçasını ve 1,5 yemek kaşığı domates salçasını ekleyin. 1 tatlı kaşığı karabiberi ve dilediğiniz kadar pulbiberi de ekleyip karıştırın. en son 1 çay bardağı sıcak suyu tavaya ilave edip 1-2 taşım kaynatın. Bu karışımı bulgur ve mercimek karışımına ekleyin. tüm malzemeyi karıştırıp kabın üzerini tekrar kapatın.5-6 sap yeşil soğanı yıkayıp doğrayın. bir demet maydanozu da aynı şekilde yıkayıp kıyın. bunları bir kenara koyun.Derin kaptaki karışımınıza 1,5 tatlı kaşığı tuz ekleyin ve 10 dakika boyunca yoğurun. yoğurduğunuz köfte harcına kenarda bekleyen yeşillikleri ekleyin. 2-3 dakika daha yoğurun. (köfte harcınız sulu gelirse bir miktar daha ince bulgur ekleyip suyu çekmesini sağlayabilirsiniz) harçtan cevizden az büyük parçalar koparıp avucunuzun içinde şekil verin. (elips veya çiğ köfte şekli olabilir) Servis tabağına marul veya roka dizip köfteleri üzerlerine yerleştirin. LEBENİYE MALZEMELER 500 gr. parça et, 1 su bardağı nohut, 500 gr. süzme yoğurt, 2 yumurta, 100 gr. un, 250 gr. pirinç, 125 gr. margarin, 1,5 tatlı kaşığı nane, Yeterince su YAPILIŞI: Bir gece önceden ıslatılmış nohut ve et tencereye konur. Üzerine biraz su ve tuz ilave edilerek kaynamaya bırakılır. Kaynamaya yakın üzerine biriken köpükleri alınır, et ve nohut pişinceye kadar kaynatılır. Et ve nohut pişince içine pirinci ilave edilir, pirinçler iyice açılınca ateşten alınır. Diğer tarafta süzme yoğurda yumurta ve un ilave edilerek kısık ateş üzerinde iyice karıştırılır. Yoğurt ısınınca içine diğer tencerede bulunan tüm malzemeler suyuyla birlikte içine yavaş yavaş karıştırılarak boşaltılır. Çorba iyice özleşinceye kadar pişirilir.Yağ tavasında yağ iyice kızdırılır, nane ile karıştırılarak yemeğin üzerine dökülür. Çorbanız servise hazırdır. İŞKEMBE DOLMASI (KİBE) VE BUMBAR DOLMASI: MALZEMELER (4 Kişilik): 2 tane iyi temizlenmiş kuzu veya oğlak işkembesi, 1/2 kg kuşbaşı et, kuyruk yağı nane, tuz, 2 su bardağı pirinç, karabiber, az yeni bahar ve yağ isteye bağlı nohut YAPILIŞI: İşkembeler yumruk boyunda kesilerek cep şekline gelecek şekilde etrafı dikilir, doldurmak için az açık bırakılır. Bu arada az ufak doğranmış kuşbaşı et, küçük kuşbaşı şeklinde doğranmış kuyruk yağı, pirinç, nane, tuz ve baharatlar karıştırılarak iç hazırlanır. İsteye bağlı olarak içine nohut da konur, o zaman nohutlar pişirilir, soyulur ve ikiye ayrılarak karışıma katılır.Hazırlanan iç işkembelerin içine doldurularak açık kalan kısım da dikilir. Daha sonra düdüklü veya çelik tencereye konarak su eklenir pişinceye kadar kaynatılır.Bumbar da aynı şekilde hazırlanan iç ile doldurularak pişirilir. NOT : Bumbar ve İşkembe dolmasını temizledikten sonra doğranmış soğan ve dövülmüş kişnişe bulayarak en az 3-4 saat bekletmenizde fayda vardır. KAVURMA Kışın kullanılmak üzere et kavrulup saklanmakta, kışın çıkarılıp ısıtıldıktan sonra evlerde seviler yenmektedir. İÇLİ KÖFTE Mardin'de iki çeşit içli köfte vardır. Biri kızarmış (İrok) diğeri ise haşlanmış içli köftedir (İgbebet). MALZEMELER Dış hamurunun hazırlanması için- 2 kg kısırlık bulgur, 250 gr. çiğ köftelik et,4 adet haşlanmış patates, 2 yumurta, 2 kaşık un, 1 çorba kaşığı tuz. İç'in hazırlanması için- 1 kg köftelik kıyma, 500 gr soğan, 1 demet maydanoz, karabiber, tuz. YAPILIŞI İçinin hazırlanması- Soğanlar ince ince kıyılıp, ateşte haşlanır. Suyunu çektikten sonra yağla kavrulur. Soğanın üzerine kıyma eklenip 1-2 dk. kadar kavrulur. Maydanoz tuz, karabiber ve pul biber eklenir. 20 dk. kavrulduktan sonra soğumaya bırakılır. Dışının hazırlanması- Kısırlık bulgur, haşlanmış patates, çiğköftelik et karıştırılarak hamur haline getirilir. Ceviz büyüklüğünde hamur koparılır. Başparmak yardımıyla havuz şeklinde açılır. Hazırlanan kıyma havuzun içine doldurulup ağzı kapanır. Kurabiye şeklinde yuvarlatılır. Kızgın yağda pembeleşinceye kadar kızartılır. Sıcak olarak servis yapılır. HAŞLAMA İÇLİ KÖFTE (İGBEBET) Bunun hazırlanışında iç aynı şekilde hazırlanır. Ancak dışın hazırlanışı ayrıdır. Dış için yarı yarıya ince bulgur (simd) ve dövme kullanılır. Hatta dövme çok zor bulunduğu ve çabuk bozulduğu için yerine irmik önerilir.Dövme ile yapılacaksa 1kg dövmeye 1 kg bulgur, irmik ile yapılacaksa 1 kg bulgura 1/2 kg irmik kullanınız! Bulgur, dövme & irmik bir kapta az soğuk su ıslatılarak (5-10 dakika) beklenir. Daha sonra 1 yemek kaşığı un, tuz ve dövülmüş kişniş eklenerek pekişinceye kadar yoğrulur. Daha sonra bu hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar alınarak parmak yardımı ile oyulur ve oyulan bu hamurların içine hazırlanan soğumuş içten doldurularak açık olan kısım elimiz yardımı ile büzgü gibi kapatılır. Hazırlanan bu köfteler kaynamış ve tuz katılmış suda 10-15 dakika kaynatıldıktan sonra servise sunulur. Sıcak olarak yenmesi gerekir! İsota batırılarak yenmesi önerilir. NOT: Hazırlanan kızartma ve haşlama içli köfteler pişirilmeden dondurulmak kaydı ile uzun süre saklanabilir.Dondurucudan çıkarılan köfteler çözülünceye kadar beklenir, sonra pişirilir. İlk günkü gibi olur HİNDİ DOLMASI MALZEMELER Kesilmiş ve temizlenmiş 1 adet hindi, çiğ badem içi, 2 su bardağı pirinç, 250 gram ufak kuşbaşı et, hindi veya tavuk ciğeri, karabiber ve yeni bahar, tuz YAPILIŞI Bademler suda haşlanarak kabukları soyulur ve pembeleşinceye kadar yağda kavrulur. Kuşbaşı et ve küçük doğranmış hindi veya tavuk ciğeri de yağda pişinceye kadar kavrulur daha sonra yarım pişmiş pirinç, badem karabiber ve yenibahar ile karıştırılır. Bu iç hindinin içine doldurulur ve açık olan her tarafı dikilir.Hindi bir tencereye yerleştirilerek üstüne su eklenir ve pişirilir, daha sonra çıkarılıp üstüne salça veya yoğurt sürülerek ısıtılmış fırında da 10-15 dakika pişirilir. NOT: Hindinin içine isteğe bağlı,kuş üzümü de konabilir. Ayrıca yalnız fırında da pişirilebilir ETLİ EKMEK MALZEMELER (6 -8 kişilik) 1 kg kıyma 4 dinlenmiş ekmek hamuru 2 yemek kaşığı domates salçası kırmızı pul biber karabiber tuz YAPILIŞI Tüm malzemeyi yoğurun. Elinizle pide şeklinde açın. Yağlı tepsiye dizip 180 derece fırında kızarana kadar pişirin. BİBER VE PATLICAN DOLMASI: MALZEMELER Taze veya kurutulmuş patlıcan ve biber, ufak doğranmış kuşbaşı et, her dolma için 1 tatlı kaşığı pirinç, sumak, maydanoz, kuru soğan, domates ve biber salçası, ufak kuşbaşı doğranmış kuyruk veya zeytin yağı, karabiber, pul biber ve tuz. YAPILIŞI Kuru patlıcan ve biberler kaynar suda 10-15 dakika kaynatılır (taze ise oyulur)Tane sumak 2 saat önceden suya konarak bekletilir. Diğer malzemeler karıştırılır, sumak suyunun yarısı eklenir. Patlıcan ve biberlerin içi sıkıştırılmadan doldurulur. Tencereye düzgün bir şekilde yerleştirilir, üzerine kalan sumak suyu ve biraz yağ eklenerek ateşe konur. Kaynamaya başladıktan sonra orta ateşte yarım saat pişiriniz. ÇİĞ KÖFTE MALZEMELER 1 Kg yağsız et, 800 gr köftelik bulgur, 3-4 yemek kaşığı biber salçası, karabiber, yedi tür baharat, isot, 1 adet kuru soğan,marul, domates, salatalık bir bağ taze soğan, bir bağ maydanoz, tuz, 1 tatlı kaşığı toz şeker, bir tatlı kaşığı tarçın, dövülmüş kişniş, zeytin yağı YAPILIŞI Et en az 3 kere kıyma olarak çekilir veya robotta merhem kıvamına gelinceye kadar çekilir, sinirleri temizlenir. 1 adet kuru soğan çok ufak doğranır. (Et robotta çekilirse birlikte çekiniz) Et, biber salçası, kuru soğan, baharatlar, tuz ve şeker geniş bir kapta 5 dakika yoğrulur. Bulgur da aynı kaba alınarak bu karışıma yavaş yavaş yedirilerek en az 30 dakika iyice yoğrulur. Daha sonra el suya batırılarak 10 dakika daha yoğurulur. Temizlenerek çok küçük doğranan maydanoz ve taze soğan da katılarak mıncıklar şekilde 5 dakika yoğurduktan sonra, 1 fincan zeytin yağı katarak 2-3 dakika daha işleme devam edilir. Bu arada hazırlanan marul, söğüş domates ve salatalıkla birlikte servise sunulur. NOT: Lütfen yoğuracağınız çiğ köfte de 1-1,5 su bardağından fazla su kullanmayınız. Buz ve domates suyu tercih etmeyiniz!- Mardin Coğrafi Yapısı
MARDİN COĞRAFİ YAPISI Mardin Güneydoğu Anadolu Böigesinde 39 56°- 42 54 doğu boylamları ve 36 55° - 38 51 arasında yer alır. Doğuda Sırnak ve Siirt, batıda Şanlıurfa, kuzeyde Diyarbakır ve Batman, Güneyde Suriye topraklarıyla çevrilidir. Mardin'in yüzölçümü 8.891 km2 denizden yüksekliği 1.082 metredir. Mardin İli'nin iklimi üzerinde kuzeydeki yüksek dağlar etkili olmaktadır. Bölgede kış döneminde oluşan yüksek basınç alanı,kış aylarının soğuk geçmesine yol açar. Bir yanda güneydeki çöl ikliminin etkisi altında bu!unması,bir yandan kuzeydeki yüksek dağların serin hava kütlelerinin bölgeye girişini engellemesi nedeniyle ilin genelinde yazlar çok sıcak geçerken karasal iklimin tipik özelliği görülür. Ancak; Derik.Nusaybin ve Savur ilçelerinde pamuk, fındık ve zeytin gibi ürünlerin yetişmesi Mikru iklim özelliğinin yörede hüküm sürdüğünü göstermektedir. Mardin ili'nin meteorolojik verilerine göre; Mardin'e yağışın en fazla Mart ayında 115.8 m olarak düştüğü, en yüksek sıcaklığın 42.5 °C ile Temmuz ayında, en düşük sıcaklığın Şubat aynıda -2,6 C olduğu tespit edilmiştir. En yüksek nem oranı % 76.1 ile Ocak ayında ölçülmüştür. Güneydoğu Anadolu Bölgesinin Dicle ve Fırat havzalarında yer alan Mardin ilinde çok çeşitli yeryüzü şekillerine rastlanılır. Mardin, bütün jeolojik zamanları temsil eden kristal ve tortul kütle çeşitlerinden iç püskürük mahsullerine ve bunların değişmesinden meydana gelen sahalara varıncaya kadar çeşitli formasyonlarla temsil edilmiştir. İlin yeryüzü şekilleri temelini I.zamanda kayaları teşkil eder. Jeolojinin II.zamanında kuzeydoğuda kalkerli yerler tebeşir devrinde teşekkül etmiştir. III.zamanda Toros kıvrımları oluşurken, volkanlar teşekkül ederek faaliyet göstermiştir. Eski volkanların biriktirdiği lavlar Turabdin, Karacadağ gibi kümeler oluşturmuştur. IV.zamanın alüvyon topraklarım ortadan bölmekte ve Diyarbakır havzasıyla Suriye çölü arasında bir eşik oluşturmaktadır. Mezopotamya Ovasına ve Suriye çölüne egemen bir konumda olan Mardin Dağları, geceleri uçsuz bucaksız bir denizi andıran ovasından yaklaşık 600-1000 m, yükseklikte çok geniş bir kütle oluşturmaktadır. Bu yükselti Mardin Eşiği'dir Mardin Dağlarının, Mazıdağı,Derik,Midyat, Savur ve Nusaybin yörelerine sokulan yüksekkesimlerde meşe ağaçlarmdan oluşan topluluklara raslanılır. Bu orman parçalarında yer yer Sakız Ağacı, Dişbudak,Söğüt ve Çınar ağaçları da vardır. Nusaybin ve Savur yöreleriyle Mardin Dağlarınm vadi boylarında yöre halkınca yetiştirilen Kavak,Badem, Bıtım,Ceviz,Sumak,Kiraz ve Mahleplerin dışında il alanına bozkırlar egemen olur. Büyükdere Vadisi ile Gümüş Çayı Vadisinin birleşmesiyle genişleyen taban üzerinde yer alan Kızıltepe Ovası en geniş alandır. Akarsuların taşıdığı alüvyonlarla kaplı Derik,Kızıltepe,Mardin ve Nusaybin Ovaları yakın bir tarihte GAP'la birlikte bolluk ve berekete kavuşmayı beklemektedir. Suriye sınırı boyunca Mardin ve Nusaybin Ovaları (Mezopotamya) uzanır.- Kurtuluş Savaşında Mardin
KURTULUŞ SAVAŞINDA MARDİN Mardin, kurtuluşunu politik zekasıyla kan dökmeden ve acı günler yaşamadan elde etmiştir. Dünya tarihine damgasını vuran Kartal Kalesini önce İngilizler sonra da Fransızlar zapt etmek istemiştir. İngiltere yönetimindeki Irak Valisi Nüel halkın ileri gelenlerinden şehri istemiş ancak, halkın bu duruma karşı durması sebebiyle şehri terk etmiştir. Zaten Mardin ahalisi Suriye itilaf namesini haber alır almaz bunu protesto etti. 30 Ekim 1919 tarihinde 25.000 kişinin katıldığı bir miting akdeden Mardin halkı Güney Cephesi’ndeki durumu, dolayısıyla işgali protesto etmiş ve Heyet-i Merkeziyye namına Hüseyin imzası ile şu protestoyu yayımlanmıştır. “Haksız ve adaletsiz bir sulh kararın medeniyet alemine refah ve saadet getireceği yerde, kanlı bir istikbal doğuracağı herkesçe bilinmektedir. Tarih ve tabii hukuk gereği İslam Halifesi ve Osmanlı vatanının selameti ve hayat hakkını kanlarının son damlasına kadar muhafazaya mecbur olan milyonlarca Müslüman ve Osmanlı namına yirmibeşbin nüfusun akdettiği mitingde, Mardin Müdafaai-i Hukuk-u Milliyesi halkın düşüncelerine tercüman olmuş. Bu hislerle hareket ederek, Fransızlar tarafından şehrin işgal edileceğini duyan Mardinliler milis kuvvetlerini oluşturarak Mustafa Kemal’in hızlandırdığı Erzurum Kongresine iki temsilci gönderdiler. Büyük önderle görüşüp moral ve manevi destek aldıktan sonra, kuvvetlerini daha da güçlendirdiler. Fransız Norman, Mardin’e gelince, güvenliği sağlayan silahlı milisler Norman’a saldırmaya çalışan halkı durdurmaya çalışıyorlardı. Fransız Komutan bu tepki karşısında ne yapacağını şaşırmıştır. Mardin Belediyesinde halkın yöneticilerine Mardin’i teslim etmeleri halinde Avrupa’nın en büyük şehirleri arasına gireceklerini, işsizliği ortadan kaldıracaklarını ve yönetimi yerli halktan oluşturacaklarını anlatmıştır. Ancak şehrin ileri gelenleri binlerce asker tarafından şehrin korunduğunu, gitmemeleri durumunda kan döküleceğini bildirmişlerdir. Durumun ciddiyetini anlayan Norman kendisine istasyona kadar eşlik edilmesini istemiş ve trene binerek şehri terk etmiştir. Atatürk’ün önerileri halkın tepkisi ve tek yürek olması şehri düşman işgalinden kurtarmıştır. CUMHURİYET DÖNEMİNDE MARDİN Cumhuriyet döneminde değişen idari sistemi kabul etmiş ve gelişme sağlayabilmiş olan Mardin, 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sınır şehri olmuştur. Cumhuriyetin topluma tanıdığı sosyal haklarla, gelişkin ekonomik modelleri, seçme ve seçilme hakkı ile tarım teknikleriyle birlikte Mardin, yeni bir çehreye bürünme sürecine girmiştir Birçok dini yaşatan hoşgörü diyarı Mardin’de insanların bu uygar tutumları çağdaş medeniyete ulaşılması direktifini veren Atatürk’e önemli bir destek vermiştir.- Mardin'in Tarihdeki Yeri
MARDİN'İN TARİHTEKİ YERİ Mardin’in ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesin olarak bilinmiyorsa da kuruluşu Eski Yakın Doğu tarihine göre Subariler zamanına kadar dayanmaktadır. Alman Arkeologu Baron Marvan Oppenheim’in 1911-1929 yılları arasında yaptığı kazılardan elde edilen sonuçlara göre: Subariler’in Mezopotamya’da (MÖ.4500-3500) yaşadıklarını bu tesbite sebep olarak da Sümer ve Babil katları arasında buldukları kiremitleri göstermiştir. Gırnavaz Örenyerinde 1982 yılında başlayıp 1991 yılına kadar sürdürülen arkeolojik kazı ve araştırmalar sonucunda Gırnavaz’ın MÖ.4000’den MÖ.7 yüzyıla kadar sürekli olarak yerleşme alanı olduğu anlaşılmaktadır. MÖ.4000 sonlarına tarihlenen Geç Uruk Devri, Gırnavaz kalıntılarının en alt kültür tabakasını oluşturmaktadır. Bu kültür tabakasının üzerinde yer alan Er Hanedanlar Devri mimarî tabakaları daha çok ölü gömme adetleri açısından araştırılmış ve değerlendirilmiştir. Tespit edilen mezarlara göre ölüler bu devirde eski Mezopotamya geleneklerine göre açılan çukurlara dizler karınlarına çekik olarak yatırılmakta daha sonra yakılan hafif ateşle manevi temizlik sağlanarak dünyevi ilişkiler kesilip çukurlar kapatılmaktadır. Mezar içinde şahsi eşya olarak metal silahlar, metal süs eşyaları ve mühürler kült ve seramik kap örnekleri çok sayıda tespit edilmiştir. Sümer Kralı Lugarzergiz MÖ.2850 yılında Akdeniz’e kadar uzandığı seferinde Mardin’i hükmü altına almıştır. Şehircilik, sulama ve tarım alanında ileri bir seviyeye ulaşan Sümerler, geniş fetihler sonucu güçlerini kaybedince 30 yıl sonra Mardin’i Akadlar’a bırakmışlardır(MÖ.2820). Akadlar, MÖ.2500 yıllarında Sümerler’le anlaşarak Akad-Sümer Devletini kurmuşlardır. Prof.Dr. Ekrem Memiş’in “Eski Çağ Türkiye Tarihi” adlı kitabında: “ Mezopotamya’da büyük İmparatorluk vücuda getiren Sami Kökenli Akadların vesikalarından anlaşıldığına göre, MÖ.3000 sonlarında Mardin merkez olmak üzere Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile Kuzey Mezopotamya’daki Musul ve Kerkük dolaylarında Hurriler adıyla anılan bir kavim oturuyordu” diye yazar. Mardin, MÖ.2230’lu yıllarda Elam şehri oldu. Amuri ailesinin altıncı ferdi olan Hammurabi, Sümer topraklarını Babil’in idaresi altına alınca bu kez de Babil Devleti’ni kurmuş, ardından Yukarı Mezopotamya’ya saldırınca Mardin’i de istila ederek topraklarına katmıştır.(MÖ.2200-1925) MÖ.1925 yıllarında Mardin’i işgal eden Hititler, bir yıl sonra şehri terk etmişlerdir. İran dolaylarından gelen Ari Irkından Midiller, Mardin ve çevresini ele geçirmiştir. 500 yıl hüküm süren Midiller bilinmeyen bir sebepten Mısırlılar’a vergiye bağlanmışlar ve bir Midil Prensesini de Mısır Firavunu ile evlendirmişlerdir. MÖ.1367 yılında Midiller arasında iç savaş çıkınca bu fırsatı bilen Asur Kralı Asurobalit, Mardin ve çevresini topraklarına katmıştır. MÖ.1190’da Anadolu’dan gelen bazı Ari ırk kavimleri Mardin’i almışlardır. 60 yıl sonra I.Tıplatpalasır; Sincar, Nusaybin ve Mardin’den geçerek 20 bin Maşiki kuvvetinin koruduğu Kemecin’e saldırıp onları yendikten sonra Mardin ve çevresini tekrar ele geçirmiştir. MÖ.1060’da I.Asurnasırbal zamanında Hititler birleşerek Gılgamış yakınlarında Asurlular’ı yenmişlerdir. Asurlular’ın tekrardan kuvvetlenmeleri üzerine, Mardin Asur hakimiyetine girmiştir. MÖ.800 yılına kadar Asurlular’ın elinde kalan Mardin, daha sonra Urartu Krallığı egemenliğine geçmiştir. Urartu Kralı Mimes zamanında Mardin 50 yıl Urartu idaresinde kalmıştır. MÖ.612 yılına kadar Sityaniler, MÖ.618 yılında ise İran’dan gelen Midiler buraları ele geçirmiştir. MÖ.335 yıllarında Büyük İskender Mısır’ı aldıktan sonra Mezopotamya’ya gelerek İran’a gitmek için Mardin’den geçer. Buraları da istila eden İskender’in MÖ.323 yılının 28 Mayıs’ında Babil’de ölümünden sonra komutanları arasında devlet pay edilir ve Mardin doğu bölümünde kaldığı için Nikanır denilen General Slevkos’un payına düşer(MÖ.311) MÖ.131’de Mardin ve çevresi Urfa Krallığı(Abgarlar) topraklarına katıldı. MS.249’da Roma hükümdarı Filibos saltanatının 5.yılında bir isyan başlatıp IX.Abgar’ı memleketten kovmuştur. Şehrin Valiliğine de Hapsioğlu Uralyonos tayin edilmiştir. Bu arada Mardin’de Urfa’ya bağlı olduğu için Roma egemenliğine girmiştir. MS.250 yılında Dakiyos, Pers ülkesini zaptetmiştir. Bu sırada tahribat gören Nusaybin’i de onarmıştır. 330 yılında ateşe ve güneşe tapan Şad Buhari isminde bir kral Mardin Kalesinde rahatsızlığı sebebiyle kalır. Kalede kaldığı süre içerisinde iyi olunca kendisine kasır yaptırıp 12 yıl boyunca burada yaşar. Daha sonra Kral, memleketi Pers’ten birçok asker ve sivil getirtip, onları Mardin’e yerleştirir. 442 yılına kadar getirilen insanların vasıtasıyla şehirde birçok gelişme olur. 442 yılında halkı kasıp kavuran amansız bir veba salgını şehri yaşanmaz hale getirir. Yaklaşık 100 sene sonra Ursiyanos adlı Romalı bir kumandan büyük bir ekiple Mardin’i 47 yılda inşa etmeyi başarır ve halkın tekrar buraya gelmesini sağlar. Bu süreç içerisinde Persler’in ünlü merkezleri olan Dara yeniden inşa edilmiştir. Mardin’de Bizanslar 640 yılında Hz.Ömer’in kumandanlarından İlyas Bin Ganem’in işgaline kadar varlıklarını devam ettirmişlerdir. Mardin ve çevresi, 692’de Emeviler’in, 824’te Halife Memnun zamanında Abbasiler’in hakimiyetine girmiştir. Bu dönemde İslamiyet hızla yayılmıştır. 885-978 yılları arasında buralarda hüküm süren Hamdaniler’in kaleyi kesin olarak zaptedişleri 895 yılına rastlar. Doğal olan kalenin bazı yerlerine surlar yaptırarak bazı yerlerini de onararak günümüze kadar dimdik kalmasını sağladılar. 990 yılında ancak Musul’da tutunabilen Hamdaniler’in topraklarını birer birer ele geçiren Mervaniler, Mardin’i de zapt ederler. Mardin ve çevresinde çarşılar, camiler yaparak onarımlarla İpek yolu üzerinde bulunan bu önemli şehri ticari açıdan canlandırırlar. Alparslan’ın Malazgirt zaferinden sonra Türkler’in Anadolu’ya ulaşan akınları neticesinde gittikçe zayıflayan Mervaniler Devleti, Nusaybin’de 1089’da Selçuklular’a yenilerek onların hakimiyeti altına girer. Artuklular’dan İl Gazi Bey Mardin’i 1105’te ele geçirerek devletin başkenti yapar. Halep’i aldığı gibi Haçlılar’a karşı giriştiği mücadeleler dolayısıyla İl Gazi Bey büyük ün kazanır. Antakya Haçlı Prensi Roger’i yenerek Silvan’ı da ele geçirir. İl Gazı’nın ölümünden sonra oğulları ve yeğenleri devletin başına geçerek Diyarbakır, Harput Kalesi ve civarına hakim olup, Haçlıları, Frankları, Urfa Kontu’nu, Bilecik Haçlı Senyör'ünü ve Kudüs Kralı Bodven’i yenerek büyük başarı kazanırlar. Böylece Artuklular bölgede büyük devlet kurarlar. Bu devletin 304 yıllık egemenliği sürecinde çok sayıda tarihi camii, medrese, hamam ve kervansaray yapılmış, birçok cami, medrese ve manastır onarılmıştır. Timur, Artuklular döneminde 1393’te Mardin Kalesini kuşatıp işgal etmeye çalışsa da başarılı olamaz. Timur, 1395 yılının Ramazan ayında Mardin’i almak için yeni bir kuşatma hazırlıklarına Kızıltepe’de otağını kurarak başlar. Mardin halkı kaleye sığınarak Timur’un şiddetli hücumlarına karşı koymak suretiyle o zamanın en büyük ordusu ve hükümdarını başarısızlığa uğratmıştır. Artuklular halkın bu başarısından dolayı Mardin’i onarma faaliyetine girişirler. 15.yüzyılda güçlenen Karakoyunlular’ın bu devleti ortadan kaldırmak için Mardin’i 2 yıl kuşatması bu girişimleri aksatır. 1409’da halk bu kuşatmaya daha fazla dayanamayarak yapılan anlaşma gereği şehrin kalesini Karakoyunlular’a teslim eder. Mardin Karakoyunlular’ın egemenliğinde 61 yıl kalır. Bu süreç içerisinde aşiretler ayaklanarak Karakoyunlular’ın rejimine karşı koyarlar ve devleti zaman zaman ele geçirirler. Karakoyunlular’ı 1462 yılında yenen Akkoyunlular kalenin egemenliğini de ele geçirirler. Bu dönemde Mardin’e Paşa olarak gelen Kasım Bey, Timur’un yakıp yaktığı şehri ve kaleyi onarmaya girişir. Bu çalışmasını ve başarısını taçlandıran bu güne kadar ihtişamla ayakta durmayı başaran ve tarihe meydan okuyan Kasım Paşa Medresesini yaptırır. 16.yüzyılın başında Akkoyunlular’ı egemenliğine alan Şah İsmail güçlü bir Şii devleti kurmayı başarır. Bu dönemde Anadolu’ya girip Şiiliği kabul etmeyenleri zalimce öldürmekten geri kalmaz. Bu durumu gören Mardin hakimi, şehri zulme ve yağmalamaya karşı, halkı korumak için kalenin anahtarını kan dökmeden Şah İsmail’e teslim eder. Mardin’in kesin olarak Osmanlılar’ın eline geçmesi Mısır seferini düzenleyen Yavuz Sultan Selim döneminde gerçekleşmiştir. Diyarbakır (Amid) Valisi Bıyıklı Mehmet Paşa ve Bilgin İdris-i Bitlisi, Yavuz Sultan Selim’in emriyle 1516’da Mardin ve kalesini dokuz aydan fazla kuşatmış, çeşitli illerden gönderilen Osmanlı takviye kuvvetleri, Doğu Anadolu’dan gelen Kürt Beylerinin kuvvetleriyle birleşerek kaleye defalarca saldırılar düzenlenmiştir. Ancak halkın kahramanca karşı koyması iki tarafın da zor günler geçirmesine neden olmuştur. Kartal Yuvasının yardım beklentisi boşa çıkınca Bıyıklı Mehmet Paşa ve İdris-i Bitlisi 7 Nisan 1517’de Mısır’da bulunan Yavuz Sultan Selim’e kaleye girmiş olduklarının müjdesini vererek Osmanlı devletinin ilk halifesini çok sevindirmişlerdir.1517 yılında Mardin ve yöresi Osmanlı topraklarına katılmış, bir sancak durumunda Diyarbakır Beylerbeyliğine bağlanmıştır. 1518’de Mardin Sancağı: Merkez kazası ile Savur ve Nusaybin nahiyelerinden oluşuyordu. Mardin, uzun müddet Diyarbakır-Bağdat ve Musul’un Sancağı durumunda kalmıştır. Mardin Sancağında halk: Göçebe ve yerleşik olarak iki bölüme ayrılmaktaydı. Yerleşik halk inançları açısından: Yahudiler, Hıristiyanlar (Ermeniler, Süryaniler ve Keldaniler), Müslümanlar ve bir kısım Şemsilerden(Güneşe tapanlar) oluşuyordu. - Mardin Resimleri
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.