Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

mutlumutlu

Φ Yeni Üyeler
  • İçerik Sayısı

    4
  • Katılım

  • Son Ziyaret

mutlumutlu - Başarıları

Çaylak

Çaylak (2/14)

  • İlk İleti
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. HIRVATİSTAN’IN AB ÜYELİĞİ, BİR BAŞKA BAHARA (MI) KALDI? Mustafa TOMBULOĞLU (Yörtürk Kültür ve Sanat Dergisi-Ocak/Şubat 2009) Hırvatistan ile Slovenya arasındaki krizlere bir yenisi eklendi. İki ülke arasında 1991’den bu yana sınır uyuşmazlığı, Krsko Nükleer Santralı, mülkiyet sorunları ve Hırvat tasarrufçuların paralarının Ljubljanska Bankası'nda bloke edilmesi gibi nedenlerle ortaya çıkan krizlerden sonuncusu yine çeşitli tartışmaları da beraberinde getirdi. Son günlerde Hırvat kamuoyunda “Slovenya mallarının boykot edilmesi” ve “ülkedeki Slovenya firmalarının/kişilerinin mallarına geçici olarak el konulması” gibi tedbirler sıklıkla gündeme getiriliyor. Hırvatistan'daki yerel bir radyonun, 15-18 Aralık döneminde internet üzerinden yaptığı bir ankette, Hırvatların %79'unun bu tedbirlerin alınmasından yana oy kullandıkları şeklindeki açıklamaları ise iki ülke arasındaki sorunların ulaştığı boyutu açıkça ortaya koyuyor. Hırvat kamuoyu, Slovenya Hükümeti'nin geçtiğimiz Ekim ayında yaptığı girişimler neticesinde, Hırvatistan'ın Avrupa Birliği (AB)’ne üyelik sürecine ilişkin olarak gerçekleştirdiği müdahale nedeniyle bu kadar kızgın. Çünkü Slovenler, aralarındaki sınır anlaşmazlıkları çözülmedikçe Hırvatistan'ın AB ile üyelik müzakerelerinin devamına onay vermek istemiyor. Dolayısıyla, AB ve Hırvatistan arasında devam etmekte olan katılım müzakereleri de tıkanmakta. Daha da ötesi, Slovenya Hükümeti tarafından geçtiğimiz günlerde, “Hırvatistan'ın AB'ye üye olup olmaması konusunda bir referandum düzenlenmesi” fikri tekrar gündeme getirildi. Bu referandum, Hırvatistan'ın AB ile yürütülen görüşmelerde Slovenya ile sınır problemlerini gündeme getirmeyeceği yönünde bir teminat vermemesi durumunda düzenlenecek. İki ülke arasında ezelden beri yaşanan sorunlar, Hırvatistan'ın “Adriyatik Denizi’nde Korunmuş Ekolojik Balıkçılık Bölgesi(EFPZ/ZERP)" uygulamasını 2008’in ilk gününde başlatması ile ivme kazanmıştı. Bu krizin temelinde “münhasır ekonomik bölge ve deniz sınırlarının belirlenmesi” yatıyor. Sorunun boyutunu artıran husus ise, ‘konunun Slovenya ve Hırvatistan arasındaki diplomatik bir kriz olmaktan çıkıp, Hırvatistan ile AB arasında bir sorun haline gelmesi’. Temelinde hukuki bir anlaşmazlık yatan sorunu çözmek için 4 Haziran 2004 tarihinde gerçekleştirilen toplantıda varılan sonucu Hırvatistan, "üzerinde anlaşmaya varılan bir protokol" olarak nitelendiriyor. Slovenya ise varılan sonucu "anlaşma" olarak tanımlıyor ve Hırvatistan'ı "anlaşma"nın ilkelerine uymayarak AB'nin ruhuna aykırı hareket etmekle suçluyor. Hırvatlar bölgenin egemen bir devleti olarak buna hakları olduğunu söylerken, Slovenler Hırvatistan'ın asıl amacının Slovenya'yı "topraksız" bırakmak olduğunu ileri sürüyor. Brüksel ise AB'nin Hırvatistan'ı defalarca uyardığını bu nedenle Hırvatistan müzakere sürecini gerçekten hızlandırmak istiyorsa balıkçılık bölgesi uygulamasından vazgeçmek zorunda olduğunu belirtiyor. Hırvatistan'ın Slovenya ile ikili ilişkileri, Hırvatistan'ın EFPZ uygulamasını 13 Mart 2008’de kaldırması sonrasında göreceli bir yumuşama sürecine girdi. Sloven ve Hırvat liderlerin gayri resmi açıklamalarında; sorunların konuya taraf İtalya ve AB temsilcilerinin katılımıyla düzenlenecek bir toplantı çerçevesinde ele alınabileceği veya tahkime başvurulabileceği şeklindeki görüşler yeniden gündeme geldi. Ancak, geçmiş dönemlerde yaşanan gelişmeler iki ülke arasındaki sorunların kısa vadede çözülemeyeceğini işaret etmekte. Zira Slovenya, ortaya koyduğu çekincelerinin Çek Dönem Başkanlığı sırasında da ele alınacağından umutlu. Siyasi gözlemciler, Batı Balkanlara model gösterilen Hırvatistan ile müzakerelerin askıya alınmasının Hırvatistan kadar AB'ye de zarar vereceği görüşünü paylaşmakta. Uzmanlara göre iki ülke arasında yaşanan sorunu farklı kılan şey, sorunun niteliği değil. Onu farklı kılan, AB'nin bu defa kayıtsız bir gözlemci değil de, sorunun taraflarından biri haline gelmesi. AB diplomatik kaynakları ise, 2009 senesinde Hırvatistan'ın üyelik görüşmelerinin zora girdiğini değerlendirmekte. AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn'in sözcüsü .,-~HiddenS-[Krisztina NAGY]Krisztina Nagy.,-~Hidden, Slovenya'nın ortaya koyduğu sorunların çözümlenmesi konusundaki yaklaşımının kendilerini hayal kırıklığına uğrattığını açıkladı. Daha önce onay verdiği halde bu tür bir blokaj koyması nedeniyle Slovenya'yı eleştiren K.Nagy, Hırvatistan'ın yine de müzakerelerle ilgili gelişme sağlanmasından ümidi kesmemesi gerektiğini vurguladı. Avrupa Parlamentosu Hırvatistan Özel Raportörü .,-~HiddenS-[Hannes SWOBODA]Hannes Swoboda.,-~Hidden ise “diğer ülkelerin, Slovenya'nın yaptığı gibi ikili sorunları bu şekilde çözmeye çalışma girişimlerine karşı olduklarını net olarak göstermeleri gerektiğini” ifade etti. Her iki ülkedeki uzmanlar, gelişmelerin Hırvat-Sloven ilişkilerini daha da kötüleştireceğine dikkat çekiyor. Uzmanlar ayrıca, herhangi bir ülkenin diğerinin mallarını boykot etmesinin ekonomiye olumsuz bir etki yaratacağını ve halkın yaşam koşullarını kötüleşebileceğini kaydediyor.
  2. kış geldi sana değil bana değil yüreğime geldi kış bahar yüzü yok yaz yüzü yok artık yüreğime hep kar, hep soğuk var sis de çoktü gözlerime.. kış yüreğime gelmiş benim, gitmez elimde olsa ben gideceğim yüreğimi ve herşeyimi bırakıp da gideceğim.. çare bu olsa keşke ama değil.. nereye gitsem benden önce ordasın mesafelerin önemi yok bir nefes kadar yakınım sana hep yakın olacağım.. bir gün çok uzaklarda olduğumu hissedersen bil ki nefesim tükenmiştir ancak tükenen sadece nefesim olur sevgim değil..
  3. “SEÇİLMİŞ TRAVMA” KAVRAMININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ Mustafa TOMBULOĞLU (Yörtürk Kültür ve Sanat Dergisi-Kasım/Aralık 2008) Kosova, parlamentosunda aldığı kararla 17 Şubat'ta bağımsızlığını ilan etti. “Kosova'yı asla tanımayacaklarını” açıklayan Sırbistan'ın güdümündeki Kosovalı Sırpların, ülke içerisinde “kendi parlamentolarını” kurduklarını açıklaması ile yaşanan süreç, henüz toplum tarafından fazlaca bilinmeyen “Politik Psikoloji Bilimi”nin ışığı altında çok daha fazla netlik kazanıyor. Büyük grupların, kitlelerin ve ulusların birbirleriyle olan ilişkilerini ele alarak bu ilişkilerde rol oynayan psikolojik etmenleri değerlendiren yeni bir bilim dalı olan “Politik Psikoloji”, bunun yanı sıra büyük gruplar ve uluslarla, bunların liderleri ve liderler arasındaki ilişkilerin psikolojik boyutlarını da incelemektedir. Türk Politik Psikoloji Merkezi ve Politik Psikoloji Derneği'nin kurucusu olan Prof.Dr.Abdülkadir Çevik'in de belirttiği gibi; politik psikolojinin çalışma alanı, ulusal ve uluslar arası ilişkilerde davranışların yüzeysel değerlendirme ve görünür psikolojik sorunlardan daha çok altta yatan, derinlemesine incelemeyle anlaşılan motivasyonları bulmaktır. İşte bu noktadan yaklaşıldığında “Kosova” öznesinde yaşanan süreç farklı bir çözümlemeye kavuşacaktır. Bilindiği üzere; “Kosova sorunu” denildiğinde akla önce Arnavutlar sonra da Sırplar gelir. Kosova, Güvenlik Konseyi'nin kararını beklemekten vazgeçerek, ABD'nin gösterdiği yolda ilerleyip, Parlamentosu’nda 17 Şubat 2008 günü aldığı bir kararla bağımsızlığını tek yanlı olarak ilan etti. Ancak, sorunun diğer tarafı ise hala sancılı bir dönemden geçiyor. Kosova'nın bağımsızlığını reddeden Sırbistan yönetimi, Kosovalı Sırplara olan yoğun desteğini sürdürmektedir. Kosova Meclisi tarafından, 9 Nisan'da kabul edilen Kosova Anayasası'nın, 15 Haziran'da resmen yürürlüğe girmesi üzerine, bu duruma şiddetle karşı çıkan Kosovalı Sırplar, ülkede bir Sırp Parlamentosu oluşturma kararı aldı. Ve hemen akabinde; "Kosova Sırplarının kendi meşru temsilcilerini seçme ve temsil kurumlarını oluşturma hakları bulunduğu" tezini çıkış noktası kabul eden Kosovalı Sırplar, 28 Haziran'da, Mitroviça'da, “Kosova ve Methodija Özerk Bölgesi Sırp Belediyeleri Birliği Meclisi”ni kurdu. Söz konusu gelişmeler, basın-yayın organlarına yansıdı. Ancak, burada asıl üzerinde durmak istediğimiz konu bu Meclis'in açılışı için seçilen tarihin, 1389 yılındaki Kosova Savaşı'nın yıldönümü ve Sırpların dini bayramı olan “Vidovdan” gününe denk getirilmesidir. Bu ilginç tesadüfün ardında, politik psikoloji bilminin temel kavramlarından biri olan “Seçilmiş Travma”nın yattığını söyleyebilmek çok mümkün. Zira, tarihsel sürece yapılan kısaca bir bakış, “Seçilmiş Travma” kavramının Sırp milliyetçiliğinin temel taşı olarak kullanıldığını ve yakın tarihimizde Balkanlar'da yaşanan etnik çatışmaların temelinde hep “Sırp Seçilmiş Travması”nın yattığını ortaya koymaktadır. Etnik kimliği kuran/besleyen bir sembol olarak, etniklikler arası ilişkileri inceleyen “Seçilmiş Travma” ve "Seçilmiş Zafer" olarak adlandırılan iki temel kavram bulunmaktadır. “Seçilmiş Travma” ise; bir etnik grubun, başka bir etnik grubun kendisini aşağıladığını, zulmettiğini, mağdur ettiğini düşünmesi olduğu, bu zulmün mağdur olan etnik grupça bir travma olarak yaşantılandığı ve bir ya da daha fazla olayla sembolize edildiği durumları anlatmak için kullanılmaktadır. Diğer yandan; etnik çatışmaların, farklı etnik gruplar arası 'biz' ve 'onlar' ayrımından kaynaklandığı, tarih boyunca birbiriyle ilişki içine giren etniklikler arasında yaşanan acı tecrübelerin (başta savaş) etnik kimliğin bir parçası haline getirilerek, sürekli kin ve nefret gibi duyguları körüklediği ve bir fırsat ele geçirilince de karşı tarafa yönelik öç alma girişimlerinde bulunulduğunu savunduğu da bilinen bir gerçektir. Bir travmanın içerdiği incinme, örselenme, acı çekme, utanç gibi duygulara yönelik olarak geliştirilen bilinçdışı savunmaların, etnik grup içinde kuşaktan kuşağa aktarılarak etnik kimliğin bir parçası haline getirilmesi mekanizması da devreye girdiğinde “seçilmiş travma” kavramının tüm unsurları tamamlanmış olmaktadır. Toplumların ve büyük grupların kimliklerinin oluşumunda onların tarihsel süreç içinde başka toplumlarla yaşadıkları olayların önemli bir yeri olduğu, bu olayların o toplumun diğer toplumlardan farklılığının da belirleyicileri olabildiği düşüncesini benimseyen politik psikolojinin, toplumların yaşadığı bu olaylara psikolojik pencereden bakarak ortaya farklı bir boyut çıkarma süreci de bu noktada yaşanmaktadır. Sırbistan örneğine döndüğümüzde; “28 Haziran” tarihinin, Sırplar için büyük önem taşıdığını söylemek olasıdır. Kosova Savaşı'nda Sırp Kral Lazar'ın savaş alanında öldürüldüğü ve Sırbistan'ın, Osmanlı egemenliğine geçtiği günü sembolize eden bu tarih, Sırplar için bir “seçilmiş travma”dır. Zira; dünya tarihine "Balkan Kasabı" olarak geçen Slobodan Miloseviç'in 28 Haziran 1989'daki yüz binlerce Sırp'ın akın ettiği ünlü mitinginde kullandığı "kimse sizi bir daha yenemeyecek" sözleri ve silaha sarılma çağrısıyla canlandırılan Sırp milliyetçiliği, Kosovalı Arnavutlar ile Sırplar arasındaki etnik çatışmayı körüklemişti. Kosovalı Sırplar tarafından, Mitroviça'da kurulan “Kosova ve Methodija Özerk Bölgesi Sırp Belediyeleri Birliği Meclisi”nin ilanı için tercih edilen “28 Haziran”ın Sırplar için ne derece “seçilmiş travma” olduğunu gösteren başka olaylar da sıralanabilir. Bunun için örneğin, üniversite öğrencisi Sırp Gavrilo Princip'in, Avusturya Veliahdı Ferdinand'ı, 28 Haziran 1914'de Saraybosna'da öldürdüğünü ve 1. Dünya Savaşı'nın da bu olayla başladığını hatırlatmak yeterli olacaktır. Bu savaştan sonra kurulan Sloven - Hırvat - Sırp Krallığı'nın ilk anayasasının da bu tarihte yapıldığı ve dolayısıyla Sırbistan Krallığı'nın kurulduğu da tarihten alınan ufak notlardan birisidir. Yaşanan gelişmeler bizlere Kosova'yı Arnavutlara bırakmamak ya da Kosova'da Arnavut bırakmamak için kullanılan 1389 yenilgisinin esas amacının 'Büyük Sırbistan hedefine silahlı destek sağlamak' olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ancak, seçilmiş bir yenilgi travması üzerinden kurgulanan bu mitolojinin, Sırplar için yeni yenilgilerden başka bir şey getirmediğinin görülmesi için, sadece 1999'daki Kosova Savaşı'nın ve ardından gelen NATO bombardımanın binlerce Sırp'ın ölmesine yol açtığını bir kez daha hatırlatmakta fayda görülmektedir.
  4. Özlüyorum öyleyse varım, hayattayım. Hayatın bize sunduğu olağanüstü nimetlerin farkındayım. Bu ne hoş yolculuk? İyi ki yola çıkmışım. Sonuç mutluluksa ve mutluluk bir yolculuksa pişmanlığa izin vermemeli. Asla pişman değilim. Şu kısa hayatımızda mutluluğu iyi ki ertelemedik. Birbirimizin yoluna çıkmakla ne de iyi ettik.. Yüreğim böylesine bir sevgiyle doluyken ölümcül bir hastalığa yakalanabilr miyim? Bu aşkı yaşamak kaderimizde varmış. Ancak bu yaşadığımız, bildiğimiz bir aşk değil. Aşktan da üstün bir şey. Özenli, kıskandıracak, masum ve duygusal bir aşk. Çılgınca bir aşk. Ömrümüz arttı. Bir "gül" bu yolculuğa ne kadar renk katabilir bilmiyorum. Ben yine de her sabah yollarına gül döküyorum. Çünkü sen, yaşamaktan yorulduğum bir anda geldin bana. Hoşgeldin.. 5000 yıllık aşkın yaşandığı şehrim seninle anlam buldu. Ve herşey seninle başladı. Sen olmasaydın herşey, hiçbirşey olurdu. Sensiz geçen anlarımda kayda değer bir şey yok. Sen yoksan, fena halde tenhalardayım.. Özlüyorum öyleyse varım, hayattayım. Seni, hayatı sevdiğim gibi seviyorum. Aklımda, fikrimdesin. Fikrimin ince gülüsün. Sen bensin, ben de sen. Sen bendesin, ben sendeyim. Hayatta hiç kimseyi senin kadar sevmedim. Hayatta hiç kimse beni senin kadar sevmedi. Bundan daha güzel bir denklem olur mu? Bundan daha büyük bir mutluluk varmı? Seni sevmek, güçlü olmanın kaynağıdır..Tutunacağım bir daldır. Senin gibi bir sevgiliye kolay rastlanmıyor bu zamanda.. Hayatımda ilk kez bir şey farkettim ve de sende farkettim. "SS" demenin mutluluğunu...Anladım ki, bu iki sözcük, söylendikçe büyür ve anlamının çok daha ötesinde bir anlama kavuşur..Bu iki sözcük öylesine bir sihir taşır ki; hem söyleyeni, hem de söyleneni mutluluğun doruklarına taşır. Sözüm söz...Seni sevmeden geçirdiğim bir günüm olursa (ki olmayacak) Ömer Hayyam çarpsın beni. Seni seviyorum. Tartısı yok bunun. Bilinen hiç bir ölçü birimi ile ölçülemiyor. Hatta mukayese bile edilemiyor. İnsan en çok kendisi biliyor, hissediyor ne kadar çok olduğunu..Ben biliyorum. Seni ne kadar çok sevdiğimi ileride daha iyi anlayacaksın. Ancak, o gün bu gün değil.. Özlüyorum öyleyse varım, hayattayım. Ancak, gözlerini ve seni görmeden geçen her gün zarardayım... Çünkü, benim için "seni görmek" demek, dünyanın tüm çiçeklerini bir arada görmek demek. Dertten, kederden uzak bulutların üzerinde dolaşmak demek...Gökkuşağının 7 rengine dokunmak demek..En güzel şarkıyı söylemek, en güzel resme bakmak, en güzel şiiri okumak demek..Seni görmek demek, akıp giden zamanda sonsuzluğa bir çentik atmak demek..Ölmemek demek.. Özlüyorum öyleyse varım, hayattayım. Sabahın köründe ayaktayım. Gözüme uyku girmediği zaman, sen giriyorsun içeri gönül kapımdan. İlk aklıma gelenimsin. İlk önce gözlerini görüyor, gülüşünü hatırlıyorum. Çünkü ben, senin yüreğini gördüm. Kimsenin görmediğini gördüm. İşte bu yüzden dualarımı gönderiyorum. Ve daima söyleyecek bir çift sözüm var sana. Bıkmadan usanmadan tekrarlıyorum. Seni seviyorum.. Sabah rüzgarları mutlaka getiriyordur. Yüzünde bir serinlik duyarsan anla ki benim nefesimdir. Anla ki, yüreğim bir kuş gibi "pır pır" ediyordur. Sebebi sensin... Bu nedenle, yenigüne seninle başlamak bir ihyaçtır benim için. Biliyorum seni ne kadar sevsem azdır. Eksiğim bu benim..Çok, hem de çok özür diliyorum.. Özlüyorum öyleyse varım, hayattayım. Nefes alıp veren her insan, yaşadığını sanır değil mi sevgili? Oysa, yaşamak ile yaşadığını zannetmek farklıdır. Yaşadım diyebilmek için "sevmek" gerek. Ben yaşadığımın farkındayım.. Çünkü, içim dışım sen. Yorulmayacağım seni sevmekten. Yeter ki yüreğinde nokta kadar yerim olsun. Çünkü’sü yok, nedeni yok sevmenin. Zamanı hiç yok. Ben seni bu kadar seveceğimi hiç düşünmedim. Ben, ben olmaktan çıktım. Herkes beni ben zannediyor ama yanılıyor. İnadına "sen" diye açıyorum bütün telefonları ve "Seni seviyorum" diyorum. Nereye gitsem seni de götürüyorum. Nereye baksam sen. Dört mevsim baharsa eğer, gülüşünden. Gülüşünden aydınlanıyor, gülüşünden umutlanıyorum. Dünya yeniden kuruluyor..Nerede olursan ol, ne yaparsan yap, sen benim dünyamın merkezindesin. Sevginin gücü üzerimizde bizim..Bu öyle bir güç ki, tüm dünya bir araya gelse değişmez. Çünkü, seni benden çok kimse özleyemez, düşünemez, üzülemez. Acak, yine de daha çok sevmeliyim seni. Rehavet yok, yılmak yok..Kimse bana yetişmemeli. Ya benden çok seven biri çıkarsa? Senin gibi bir sevgilim olduğu için kendimle gurur duyuyorum. İyi ki varsın. Sen Milat’sın...Artık her şey senden önce, senden sonra.. Özlüyorum öyleyse varım, hayattayım. Senden çok şey öğrendiğimin farkındayım. Mutluluğun üzerine korkusuzca gitmeyi sen öğrettin. Mutlu olmayı senden öğrendim. Hatta gökkuşağı'nın altında kalabilmeyi.. Fena halde alışmışım sana. Ben seninle yaşlandım galiba..Sen de biraz büyüdün. Sıkıntılı anlarımda gözlerin yetişiyor imdadıma. Gözlerini gözlerimin önüne getiriyorum. Gülüşünü de ekledim mi ne mutlu bana...Bir aralıktan sadece ayaklarını gördüğüm ve mutlu olduğum günler geliyor aklıma. İçim burkuluyor...Sevgilinin ayaklarını görünce, ayak seslerini duyunca mutlu olmak nasıl bir şeymiş biliyorum. Bunu kimse bilmiyor, hissetmiyor..Ben senin ayaklarını boşuna mı öptüm sevgili? Ben seni sahiden seviyorum..İbadet eder gibi seviyorum. Yalanım varsa taş olayım. Taş olayım da öylece kalayım.. Özlüyorum öyleyse varım, hayattayım. Gözlerin, gözlerime değdiğinden beri uçsuz bucaksız bir sevginin ortasındayım. Kalbini kalbime koydum, ruhunu ruhuma kattım ortaya aşk çıktı. Ve anladım ki, sen gerçeğin ta kendisisin. Çok heyecanlı, çok hüzünlü ve çok sevinçli bir gerçek..Rüyaların en güzelini gündüz gördüren, bana cesaret veren, elimden tutup bu yollardan geçiren gerçek. Kışın ortasında baharı getiren gerçek. Kelimelerin yetersiz kaldığı ve sadece iki kişinin bildiği masal gibi bir gerçek. Sadece kuşların bildiği gerçek..Kalbim iki kişilik çarpıyor. Hiçbir sözcük derdimi anlatmaya yetmiyor. Kelimeler bitti, bitecek. Ancak, aşkımı ve seni ölümsüz kılmak için çırpınan kalbim durmadıkça sana olan sevgim bitmeyecek. Tanrıya şükürler olsun, bana bu çok güzel duyguyu yaşattığı için. Seni çok seviyorum, kutsalım.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.