Zıplanacak içerik

reşha

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

reşha tarafından postalanan herşey

  1. Ey Gocamanların en Gocamanı Rabbıııııııımmm.. Taklamakan arkadaşıma insaf ver gari.. Yazılara dicek bişey bulameyo çıkışı sana dua etmekte buleyo Eyvallah diyim ne diyim ..
  2. Allah senden razı olsun kardeşim.. Bir hakikat ehlini bunca ateist ve teist arasında görmek önce çölde vaha görmüş haleti yaşattı bana Ama neyseki gerçekmişsiniz.. şükür.. Selam tevhid ehli üzerine olsun..
  3. Araplarda 3 dönem var: 1- İslamın aydınlık,bilimsel,hukuki anlayışıyla netleşen son dönemi.. 2- İslam öncesi cahiliyyet.. Fen var, san'at var ticaret var, babaerkillik var, dinin değişik tonları var. Fakat adalet,hukuk aydınlık yani eşyayı ve olayları yorumlayabilme yeteneği yok. 3-Bundan önceki devir ki, Ahzap suresinde geçen ilk cahiliyyet dönemi ki; yağma var, ticaret yok ,anaerkillik var, ilkellik var ve sure işari bir mana da Hz.Aişe'yi kınayıp "Sakın başa geçip o ilk anaerkil dönem gibi bir durum yaşama" diyor. İşte islam dini böyle bir zaman da öyle bir ınkılap yaptı ki Avrupanın en büyük hukukçuusu Bernart Shaw 1927 de "Biz Avrupalılar 2000 sene sonra dahi o seviyeye gelsek kendimizi bahtiyar saymalıyız" demiş. O dönem de Arabistan da fakirlik had safhada olduğundan özellikle kız çocukları kaçırılıp cariye yapıldığından ve kızlara uygun ekonomik bir gelir kaynağı olmadığından ve yakın bir geçmişte anaerkilliğin bir sürü fiyaskosu bilindiğinden arapların bir kısmı kız çocuklarını bebekken öldürüp gömüyorlardı. Fakat bu olaylar nadir olduğundan bazı tarihçiler hiç olmamış diyebiliyor. Evet bu büyük ve karanlık bir anlayış ve cahilce bir duyguydu .Fakat Modernistlerin bunu fazlaca kınama hakları yoktur. Çünkü o dönem de 300 yıl içinde ancak 100 çocuk öldürülürken bugün tek bir günde binlerce çocuk kürtajla öldürülüyor ve bir kısmı gömülmeden tuvaletlere atılıyor. İşte zahiren aydınlık bir çağın gizli bir karanlığı!
  4. reşha şurada bir başlık gönderdi: Dini Konular - Din - Dinler
    Gülmek ve Ağlamak “ Gözlerim güzellik cennetinde dolaşırken, vicdanım cehennemi yaşıyor. ” İbn–i Farid Psikolojiyi özellikle sosyal pisikolojiyi bilen, sorumluluk duygusunu teşhis eden bütün mütefekkirler ve tabipler bilirler ki; hayat ve yaşamak, bir gerilimdir ve bu gerilimin neticesinde gelen bir sıçrayıştır. Bu gerilim, insanın küçük beni ile toplumsal ben arasında, özerk irade ile genel kader arasında, hayvaniyeti ile insaniyeti arasında, pragmatistliği ile fedakârlığı arasında sürekli ve hızlı bir akım olarak yaşanılır. Özellikle, “ geçmiş ve gelecek, modern ve klasik, birey ve devlet ” arasında bu gerilim o kadar çok parlar ki, tarihe bile yön verir. Bu gerilimler konusunda, Batı’dan Carl Jung ile Arnold Toynbee’nin ( özellikle Tarihçi Açısından Din adlı kitabı ve ) çalışmaları takdire şayandır. İslamî Tasavvuf terbiyesi ile Budizm de hatırı sayılır birikimlere sahiptirler. Kur’an–ı Kerim bu gerilim sürecinin başka bir ifadesi olan gülme ve ağlamayı iki yerde karşılaştırıyor: Tevbe, 82 ve Necm, 43. Bu iki âyetin ve iki karşılaştırmanın nükteleri şudur: Tevbe suresinde münafıklar ve bazı sahabeler çok çetin olan Tebük savaşına katılmadılar. Çünkü bu savaş hem çok sıcak bir ayda, hem sayıca çok olan Bizans kuvvetlerine karşı yapılacaktı. Bu da onlarda çok büyük gerilim yaşatıyordu. Onlar, bu gerilimli savaşa gitmeyip günlerini Medine’nin serin bahçelerinde geçirdiler. Sosyal ve manevi bir ölümü tercih ettiler. İşte 82. âyet diyor ki, “ Savaştan geri kalanlar, yanlış yaptıklarından ve gerilimden kaçtıklarından dolayı çok ağlasınlar, az gülsünler. ” Çünkü ağlamak onların kaybettiği sosyal sorumluluğun açığını kapatır, bir nevi ölüm olan rahat geçen günlerini ve yaşamlarını manalandırır. Savaştan geri kalanlar ile ilgili bu âyet siyak–sibaka göre münafıklara bakıyorsa da âyet müstakil duruyor; ve savaştan geri kalan herkese bakıyor. Nitekim Necm suresi gülmeyi ölmekle, ağlamayı da yaşamakla karşılaştırıyor. Bazı müfessirler buradaki ve başka yerlerdeki uyum ve karşılaştırmayı bir kafiye sorunu olarak görüyorlar. Fakat bu görüş kısırdır. Çünkü bütün zıtları elinde tutan, bize dil ve imanı bildiren bir kuvvet ve ilim kafiyeye muhtaç değildir. Fakat kafiyenin olması ekstra bir güzellik olmuştur. Âyetin tam lafzı şöyledir: “ Güldüren de, ağlatan da sadece O’dur. Öldüren de, yaşatan da sadece O’dur. ” İşte İslam Alemi başta bilgi ve şüphe geriliminden, şimdi de ekonomik gerilimden ve başka birçok sorumluluğun geriliminden kaçtığı için bugün Allah müslümanları ağlatıyor. Evet Hıristiyanlık Haçtaki gerilimden ve Romadaki ölüm–kalım geriliminden istifade etti. 1000 yıl iyi gitti. Sonra skolastizmin rehavetine kapıldı. Öyle bir ölüme mahkûm oldu ki, İsa ( Sistemin sonsuzluğu ) gelip herşeyi yeniden kurarsa ancak dirilebilir. Şimdiki mevcudiyetleri dahi Avrupa ve Amerika iklim diyalektiklerinin ve İslam dünyasına karşı olan diyalektiğin sayesindedir. Necm suresinin bu diyalektiği, gülmek ve ağlatmaktan başlatıp, ölüm ve diriltme ile, sonra erkek ve kadın ile, sonra dünya ve ahiret ile, sonra zenginlik ve fakirlik ile karşılaştırması ve bu şekilde cümleyi bitirmesi çok manidardır. Evet asıl canlılık, ihtiyacın açlığını hissetmektedir, nimetin kıymetini bilmektedir. Zenginliğin rehavetine kapılmamaktadır. Ve eğer insanlık iman ve tecrübi ilimlerin gerilimini güzelce yaşayabilse, yeni bir çağ gelebilir. Yoksa yok oluruz. Ölürüz: Ebedi istirahat… “ Beni İsrail dediler: ya Musa sen gelmeden önce de biz işkence çekiyorduk; geldikten sonra da. Musa dedi ki: Yakında düşmanınız helak olacak, siz yeryüzünün idaresine geçeceksiniz. Allah yine sizi gerilimle deneyecek, yeryüzünü nasıl idare ettiğinizi sınayacak. ” ( Araf, 129 ) Demek gerilimin bittiği yerde yokluk başlar. Fakat bu gerilim o kadar faydalıdır ki, yokluğa da bir varlık tohumunu atıyor. Ancak kıyamet öyle bir gerilimdir ki, Cennet ve Cehennemi doğurur. Cennette gerilim kalmaz. İşte Kur’an yine Necm suresinin son altı âyetiyle bizi şöyle uyarıyor: “ Kıyamet yakındır. Allah’tan başka onu yararlı hale getirecek hiçbir şey yoktur. Siz böyle bir olayın olacağından mı şaşırıyorsunuz? Çok gülüyor ve ağlamıyorsunuz. Ve katı duruyorsunuz. Madem öyledir. Allah’a (sistemin sonsuzluğuna) secde ( hizmet ) edin ve ona uyun! ” Bu son emir, “ Beninizi secde ve ibadetin sonsuzluğunda eritin. Gerilimden kurtulun! ” manasına da gelir. Bir Yahudi dostum, Yahudi dininde “ Ağlama duvarı ritueli ” yoktur, dedi. Galiba vardır. Fakat bu ağlama ritueli her kutsal yerde olmalı. Sadece Kudüs’te olmamalı. Çünkü artık diğer milletler de Beni İsraildirler. ( Medeni, dindar millettirler. ) Galiba şimdiki Yahudiler herkesten fazla gerilim yaşıyor. Çünkü Süleymanın yaptırdığı duvara ağlıyorlar. Fakat Allah’ın yarattığı insanı öldürüyorlar. Bu onlarda çok büyük bir gerilim yaşatıyor ki, onlardan barışı isteyenler, savaşın gerilimini isteyenlerden çok daha fazladır. Necm; yıldız, vahyin inişi ve Şira yıldızı manasında 53. sureye isim olmuştur. Çünkü bizim varlığımız, dinin, galaksinin özellikle Şira ( Siryos ) yıldızının meydana getirdiği çekim gerilimi ile devam ediyor. Bu gerilim Allah’ın iki eli olarak birbirine değdiğinde arada Allah’ın Nuru’nun yıldırımı çıkar; birlik, canlılık ve güzellik gözükür. Ki Necm suresi, diyalektikli kelimeler arasında, “ Son nokta Allah’ındır ” diyor. Varlığın canlılığını ve güzellğini bu birlikte gösteriyor. Evet Yavuz Sultan Selim Doğu ile Batı’nın geriliminden fazlaca nasiplenmişti. Kalktı Mısır’ı fethetti. Oradaki maddi–manevi nimetlerin rehavetine kapıldı. Ondan sonra gelen Kanuni bu rehaveti daha da arttırdı. Allah’tan aslen Avrupalı olan Hürrem Sultan’ın aşkıyla bir gerilim yaşadı da, dünyanın faniliğini gördü. Ve o günden modern bir Avrupa tasarladı. 400 küsür yıldır bu hayal devam ediyor. Artık bilmiyoruz bu sefer kim haça gerilmeli. Modern tarihe girdik, bari eski kadim döneme de bir bakalım: Kitab–ı Mukaddes diyor ki “ Âdem ve Havva yasak ağaçtan ( bilgi ve soyut değerler ağacından ) yiyince Âdem geçim derdiyle, Havva da doğum sancısıyla cezalandırıldı. ” Yani insanoğlu, soyutu, manevi sorumluluğu bilince ( âdem olunca ), erkek geçim derdi ve aile idaresi ile yük ve gerilim altına girer. Kadın da annelik ve doğum sancısıyla yükümlü olur, gerilimi yaşar. Daha önce hayvan gibi yaşadığından bu gerilimi yaşamıyordu. ( Hayvanseverlere duyurulur. ) Fakat kilise babaları bu psikolojik gerilim yasasını tarihi bir hurafeye dönüştürdüler. Sonra Batı bilim adamları, vahşi kabileleri keşfettiler. Baktılar onlarda ne geçim sorumluluğu var, ne de doğum sancısı!. Ama onlar da bunun bilimsel sebebini bilemediler. Kitab–ı Mukaddes yanlıştır, dediler. Dindarlar da buna bir izah getiremeyince ve hurafecilikte işi diretince bilim adamları bu sefer dinsiz oldular. İşte insanlık 200 yıldır bu sefer bu gerilimi yaşıyor. Ve sizi fazla germemek için sözü burada bitiriyoruz. 29. 07. 2008 Bahaeddin SAĞLAM
  5. Evet yeryüzünde, her yerde, var bildiğimiz her şeyde, ama hiç bir şey yapamayız Ona, ancak nefsimize zulmederiz, biz Ondan ayrı değiliz ki! Ayrı gördüğümüz külli bilinçten kopardığımız minik bilincimiz , vehimlerimiz, zanlarımız dışında.. Cehennemde bu ya zaten, bu vehim işte.. Bu ayrılık firi..
  6. Evrim= tekamül= Rab Evrim süreci içerisinde daima kemale doğru bir gelişme olmuştur, sizin evrim dediğinize dini literatürde tekamül denilir.. Bir ağaç hemen dallarıyla budağıyla çıkmaz bu görünür aleme, yavaş yavaş tedrici bir süreç gözetilir, bir bebek, tıpkı türünün geçirdiği 90.000.000 senelik evrimi ana karnında 9 ayda geçirir, oda ilk önce tek bir hücredir, zigot.. Bir balık gibidir rahim içinde,ve gelişir,her şey tedrici her şey mükemmelliğe doğru gelişiyor, Rab= terbiye eden, geliştiren demektir.. Anlaşılmayan ne acaba? Bunca sene dindarlar garip saçma aslı astarı olmayan bir inatla belkide tesadüf fikrinden korktukları için evrime karşı durdular diye, kainatın en esaslı gerçeğinden (evrim=tekamül=Rab ismi,yani belirlenişi) din ( düzen) ehlini ve vahyi ( kainattan süzülmüş gerçek bilgi, kainatın genomu) habersizmi sayalım.. Ben bildiklerimi paylaşıyorum sadece. Aklınıza kalbinize hükmetmek gibi bir niyetim yok.. Ama kutsal kitapların ve bu kitaplarla hakikate eren bir çok ehl-i ilimin ehl-i hakikatin bildiği bir şeyi materyalist felsefeye kaptırmayada niyetim yok.. Dedim ya Lamarc ve Darwin daha dünyada yokken, "türlerin kökeni" daha kaleme alınmamış iken, Mevlana, Muhyiddin-i İbni arabi ve bir çok ehl-i tahkik çoktan eserlerinde bu hakikati işlemişlerdi.. Bazıları bazı şeyleri geriden seyrediyorlar ama farkında bile değiller (sözüm meclisten dışarı) , evrim hâlâ bir kuramken ( bana göre ilahi bir kanun) ben Tevrattan ,Kur-andan, mesneviden, marifetnameden, risale-i nurdan aldığım bilgilerle kainatın her nakışında tekamül yasasını müşahede ediyorum. Selam ve sevgiler..
  7. Elbette.. Sıraya göre gideyim önce Tevrattan başlayayım, zaten Kur-an Tevrat için "Tevrat her şeyin bir açıklamasıdır"(6-154) buyuruyor.. TEKVİN KİTABI BAB-1 Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. 2 Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı'nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. 3 Tanrı, "Işık olsun" diye buyurdu ve ışık oldu. 4 Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı. 5 Işığa "Gündüz", karanlığa "Gece" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu. 6 Tanrı, "Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın" diye buyurdu. 7 Ve öyle oldu. Tanrı gökkubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. 8 Tanrı kubbeye "Gök" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu. 9 Tanrı, "Göğün altındaki sular bir yere toplansın ve kuru toprak görünsün" diye buyurdu ve öyle oldu. 10 Kuru alana "Kara", toplanan sulara "Deniz" adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. 11 Tanrı, "Yeryüzü bitkiler, tohum veren otlar ve türüne göre tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları üretsin" diye buyurdu ve öyle oldu. 12 Yeryüzü bitkiler, türüne göre tohum veren otlar ve tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları yetiştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. 13 Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu. 14-15 Tanrı şöyle buyurdu: "Gökkubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri, mevsimleri, günleri, yılları göstersin." Ve öyle oldu. 16 Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki büyük ışığı ve yıldızları yarattı. 17-18 Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye egemen olmak, ışığı karanlıktan ayırmak için onları gökkubbeye yerleştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. 19 Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu. 20 Tanrı, "Sular canlı yaratıklarla dolup taşsın, yeryüzünün üzerinde, gökte kuşlar uçuşsun" diye buyurdu. 21 Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan bütün canlıları ve uçan varlıkları türlerine göre yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. 22 Tanrı, "Verimli olun, çoğalın, denizleri doldurun, yeryüzünde kuşlar çoğalsın" diyerek onları kutsadı. 23 Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu. 24 Tanrı, "Yeryüzü türlü türlü canlı yaratıklar, evcil ve yabanıl hayvanlar, sürüngenler türetsin" diye buyurdu. Ve öyle oldu. 25 Tanrı türlü türlü yabanıl hayvan, evcil hayvan, sürüngen yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. 26 Tanrı, "İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım" dedi, "Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun." 27 Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı. 28 Onları kutsadı ve, "Verimli olun, çoğalın" dedi, "Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun. 29 İşte yeryüzünde tohum veren her otu ve tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak. 30 Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere - soluk alıp veren bütün hayvanlara - yiyecek olarak yeşil otları veriyorum." Ve öyle oldu. 31 Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu. Yaratılışla ilgili bablarda başta yer,gök ve insan olmak üzere varlıkların fiziki (şekli) manevi, kültürel,dini, hatta gaybi (görünmeyen arketip) yönleri dile getirlir. varlıkların özellikle insanın bu farklı yönleri anlatıldığından bu farklı alanlarla ligili anlatımlar bazan zahiren birbiriyle çelişir gibi görünüyor. mesela bab 1 ayet 1-5 de dünyanın denzilerle kaplı olduğunu atmosferin henüz tam teşekkül etmemesinden veya gazlarla kesif olduğundan ışığı yansıtmadığını,Allahın ruhu ile ifade edilen canlılığın sularda kımıldandığını,sonra atmosferin temizlendiğini ve oluştuğunu,bununla gece ve gündüzün farkedildiğini görüyoruz ki, bu gerçekler ilmi tesbitlerle yüzde yüz uygundur.. ayet 6-8 de atmosferin su buharı ve diğer şeffaf gazlarla zenginleştirildiğini ve sarayın kubbesi gibi yeryüzünü zararlı ışınlardan koruduğunu görüyoruz.Bu aynı zamanda kainatı bir saray gibi gösterip insanın rahat gelişmesi ve istifade etmesi için hazırlandığını ifade eden bir tasvirdir, dini bir bilgidir.. Bu gibi ifadelerin tebliğ ve irşadi yönü,bilimsel verileri dile getirme yönünden daha önemlidir ve daha faydalıdır. Hatta insanların çoğu bilimsel verileri bilmediğinden çoğu ifadeler zahiren onların yanlış hissiyatlarını okşuyor ve onlara bir irşad oluyor.. Bab 1 ayet 9-13 te yer ve toprağın şekillenişini, bitki ve ağaçların gelişmesini,genetik yapılanmanın şekillenişini anlatıyor.. Ve bitki ile tohumların genetik münasebetine işaret ediyor.Demek burada normal yağmur yağışını da bitki ve ağaçların yeşermesinide haber veriyor.. Halbuki bab 2 ayet 4-8 de "Rab henüz yerin üzerine yağmur yağdırmamış idi, kır çiçeği bitmemiş idi" ifadesi var. Çünkü bu 4-8 deki anlatımın amacı, fiziki yağmurdan ziyade"insanın medeni kültürel,sosyal,prensipli manevi bir yağmurla,bir kır çiçeği (huda-i nabit) olarak yetişmesidir.. Nitekim bab 1 ayet 24-31 de biyolojik olarak insanın yaratılışı diğer türlerden sonra anlatılırken,bab 2 ayet 4-7 de insanın bu kültürel manevi teşekkülü yeniden anlatılıyor.. Demek önce kainat yaratılmış,sonra bitkiler,sonra balıklar sonra kuşlar sonra memeliler sonra insanın biyolojik yaratılışı sonra manevi ve kültürel teşekkülü gerçekleşmiştir. Bu 1. bab da yaratılışı bu sıra ile anltamak dahi, başlı başına bir mucizedir. bab 1 ayet 14-19 da ise bir açıdan atmosferin tam şeffaflaştığını dolayısıyla yıldızların ay ve güneşin net görünmesini haber vermekle beraber, bab 2 ayet 4-7 deki anlatıma benzer bir manevi anlatım yönüde vardır. şöyle ki; "kainat sarayı temeller olarak,yer gök kara deniz bitkiler gibi gerçekler üzerine kurulmuş,ince işlerinde sanat yönündede maddi manevi süslerle yıldızlar ve çiçeklerle ışık ve karanlık gibi desenlerle süslendirilmiştir.sonra o sarayın içine canlı hizmetkarlar ve şuurlu misafirler davet edilmiştir. zaman ve zemine uygun olarak önce bitkiler sonra balıklar sonra kuşlar sonra memeliler sonra insan ve en son insanın Âdem oluşuyla,sosyal realitelerle o kainat şereflendirilmiş,şenlendirilmiştir" Gök ve yer bütün öğeleriyle tamamlandı. 2 Tanrı yapmakta olduğu işi yedinci gün bitirdi. O gün işi bırakıp dinlendi. 3 Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak ayırdı. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün işi bitirip dinlendi. Adem ile Havva 4 Göğün ve yerin yaratılış öyküsü: RAB Tanrı göğü ve yeri yarattığında, 5 yeryüzünde yabanıl bir fidan, bir ot bile bitmemişti. Çünkü RAB Tanrı henüz yeryüzüne yağmur göndermemişti. Toprağı işleyecek insan da yoktu. 6 Yerden yükselen buhar bütün toprakları suluyordu. 7 RAB Tanrı Adem'i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece Adem yaşayan varlık oldu. 8 RAB Tanrı doğuda, Aden'de bir bahçe dikti. Yarattığı Adem'i oraya koydu. 9 Bahçede iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaç yetiştirdi. Bahçenin ortasında yaşam ağacı ile iyiyle kötüyü bilme ağacı vardı. 10 Aden'den bir ırmak doğuyor, bahçeyi sulayıp orada dört kola ayrılıyordu. 11 İlk ırmağın adı Pişon'dur. Altın kaynakları olan Havila sınırları boyunca akar. 12 Orada iyi altın, reçine ve oniks bulunur. 13 İkinci ırmağın adı Gihon'dur. Kûş sınırları boyunca akar. 14 Üçüncü ırmağın adı Dicle'dir. Asur'un doğusundan akar. Dördüncü ırmak ise Fırat'tır. 15 RAB Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Adem'i oraya koydu. 16 Ve ona, "Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin" diye buyurdu, 17 "Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün." 18 Sonra, "Adem'in yalnız kalması iyi değil" dedi, "Ona uygun bir yardımcı yaratacağım." 19 RAB Tanrı yerdeki hayvanların, gökteki kuşların, hepsini topraktan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Adem'e getirdi. Adem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı. 20 Adem bütün evcil ve yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara ad koydu. Ama kendisi için uygun bir yardımcı bulunmadı. 21 RAB Tanrı Adem'e derin bir uyku verdi. Adem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. 22 Adem'den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Adem'e getirdi. 23 Adem, "İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, Etimden alınmış ettir" dedi, "Ona 'Kadın' denilecek, Çünkü o adamdan[ii] alındı." 24 Bu nedenle adam anasını babasını bırakıp karısına bağlanacak ve ikisi tek beden olacak. 25 Adem de, karısı da çıplaktılar, henüz utanç nedir bilmiyorlardı. Âdem meselesi: bab 1 ayet 26-28 de ifade edildiği üzere yeryüzünde mükemmel bir altyapı kurulduktan sonra yer yüzündeki bütün varlıklara hükmedecek,onlara malik olacak bir ilahi, halife(Allahın yeryüzündeki temsilcisi) olarak insan yaratıldı,hemde Allahın sureti üzere yaratıldı, yani soyut yüce değerleri anlayacak ve onlara sahip olacak şekilde yaratıldı. Evet yaratıklar içinde akıl ve fikre sahip geçmiş ve geleceği bilen soyut ve yüce değerleri bilen tek mahluk insandır. Fakat bu mahluk ilk çocukluk dönemlerinde bir çeşit hayvan gibi idi. bab 1ayet 29-31 de ifade edildiği gibi,diğer hayvan türlerine benzer bi şekilde bitiklerle ağaçlarla hayvanları avlamakla geçiniyordu besleniyordu.. ve bu şekilde yani insan türü ile beraber dünyada mükemmel bir denge kurulmuş idi. daha yeni bir türün yaratılmasına gerek kalmamış idi. bab 2 ayet 1-3 te ifade edildiği üzere, bu yednci gün(dönem) stabil,sakin berektli oldu. ekolojik yapılaşmada daha yeni bir süslemeye ihtiyaç kalmadı. tabii gelişme bir çeşit istirahat etti. bu tabii sistem Allahın binbir ismini(belirlenişini) yansıtan güzel bir ayna olduğundan ve Allah bu büyük, aynı zamnda çok güzel aynada cemalini seyrettiğinden "bu günde Allah istirahat etti" diye ifade edilmiştir. yoksa haşa Allaha yorgunluk arız olamaz..Kur'andada bu ifadeye benzer ifadeler var.(Allaha ve resulüne itaat edin,gibi, yani evrensel düzene ve onun bir parçası olan islami yasalara uyun demektir) yani kainattaki genel evrensel sistem Allah ismi ile ifade edilmiştir.Zaten Allahın bir ismide el- Muhittir,yani o herşeyi kuşatmıştır.Bir kısım yahudiler ve bazı müşrikler bu ifadeleri "Allah yorgunluktan istirahat etti" şeklinde anladıklarından,Kuran "Allaha yorgunluk arız olmaz"deyip onların o yanlış yorumunu tashih etmiştir. Yoksa Kuran tevratın bu ayetini tashih etmemiştir. Yahudi geleneğinde cumartesi tatilinin dini bir değeri vardır. yani insan haftanın altı günü didinip çalışmakla beraber bir gün dünyadan çıkacağını hatırlamalı,oun nihai asli görevi olan tefekküre vakit ayırmalı,dua etmeli manevi ilahi değerlerle beka bulacağını düşünmeli.Onun için bu haftalık tatil dini bir değer olarak gelenek şeklinde günümüze kadar gelmiştir. fakat bazan bir kısım yahudiler tarafından yanlış anlaşılıyor,o gün yemek bile yapılmaması gerektiğine inanılıyor. yine meselemize dönelim. Evrensel ekolojik denge içinde insan yerini bulunca insanlık yeni bir yapılanmaya doğru kımıldanmaya başladı,yani maddi ve yatay gelişmeden sonra,dikey ve manevi kalkınmaya girdi. bab 2 ayet4-8 dedenildiği gibi bu dönemin ilk başında vahyin yağmuru ve suyu ve bereketiyle yer yüzünde henüz bir kır çiçeği bile bitmemiş idi. ve vahye mazhar insan yoktu. yani o vahyi alacak uygulayacak insan henüz yoktu. bab 6 ayet 4 te anlatıldığı gibi insanlık Nuh döneminde vahy ile terbiye edildikten ve ızdırap ve çile çektikten sonra,dünyada vahşi-rahat kalmış, vahy ve bilgiden mahrum insanlar"nefilimler" vardı. Bu kelime sistem içinde yer edinemeyen yeni bir vazife alamayan çile çekmeyen dolayısıyla iri ve şişman kalan fazlalık adamlar demektir.kelime olarak fazlalık manasına gelen "nefil" kelimesi ile çoğul manasını veren "im" ekinden bir araya gelmiştir. Bab 1 de insanın normal biyolojik yaratılışı "insan yaratıldı" demekle anlatıldığı halde,bu 2. babda bir daha -bu sefer insan kelimesi ile değilde Âdem kelimesi ile-insanın yaratılmasından söz edilmesi gösteriyor ki,buradaki yaratılış insanın manevi kültürel yaratıışıdır.Nitekim Kuranda insanın maddi yaratılışını anlatırken beşer ve insan kelimesini kullanır,insanın manevi ve kültürel yönünü anlatırken Âdem kelimesini kullanır.. Bu kelime tevratta dahi bir iki ayette geçtiği gibi,bazan insanlığın tümünü(kadını ile erkeği ile)hepsini ifade ediyor. (Bu farklılık çok açık olduğu halde zihinler eski klasik anlayışa kilitlendikleri için bu basit farkı anlayamamışlardır. ve tevratın muharref ve derleme olduğuna en büyük delil olarak gösterilmiştir. demek bunlar tam Âdem olamamışlardır. böyle soyut bir meseleyi somutlaştırmak istemişlerdir.) bab 2ayet 6 diyor ki; insanlardan yükselen dualar ve ihtiyaç feryatları buğusuyla yer yüzü yeni bir ürün vermeye namzet oldu. soyut değerleri anlamaya doğru bir kımıldanma ve kalkınma oldu. burada sadece ihtiyaç ve arzular buğusu var. henüz vahy yağmuru yağmamıştır. bu sosyal ihtiyaçlar buğusuyla insanlık toprağı işlemeye başladı yerleşik düzene geçti.yani insan burnuna sosyal hayat üflenmiş oldu.yani insan sosyal hayatın kokusunu almaya başladı. ve sosyal kollektif bir cemaat yani şahsiyet (can) ortaya çıktı. sosyal cemaat organizasyonu kollektif bir ruha sahiptir ki kadını ile erkeği ile bu insanlık şahsiyeti "Âdem" diye ifade edilmiştir. Bu dönemde insanlık ufak ufak birlikler şeklinde yaşamakla beraber,sorumluluğu alcak seviyede değildir.henüz sorumluluğun yükünü çilesini çekecek derecede kuvvetli değildir,çocuk kadar rahat mutlu cennet misillü bir ortamda yaşıyordu. ayet 8'deki "şark" kelimesi sıcak rahat ortam demektir."aden" kelimeside rahat ve güzel ikamet bölgesi demektir. yoksa bunlar özel bölgelerin isimleri değillerdir.(dini kitaplarda böyle binlerce sıfat isim,özel isim şeklinde anlaşılmış ve anlatılmak istenen espri kaybolmuştur) İnsanlık bu dönemde namus evlilik,sorumluluk, bilgi, kanun gibi hayat ve bilinç ağaçları ile henüz tanışmamıştır.insanlığın bu cennet misal bölgesinde o cenneti yeşillendirecek insanın manevi kalkınmasına sebep olacak dört büyük nehir,olağanüstü bir nimet olarak akıtılmıştır. bu dört nehrin varidat ve sarfiyatı ve nimetiyet yönleri olağanüstü olduğundan "bu dört nehir cennetten gelme"denilmiştir. Sonra insanlık evlilik ve şehvet ağacının bilinç meyvelerini yiyince,kavgalar şeytanlıklar,çelişkiler ortaya çıkmıştır ve bu babın 17. ayetinde ifade edildiği gibi çokça ölümlere mahkum olmuştur,birbirlerini öldürmeye başlamışlardır.her ne kadar yeni bir mertebeye yeni bir aleme yükselmişlersede eski huzur ve sükunet kalmadığından ,bir yönden yeryüzüne ,toprağa menfaate inmiş oldular ve birbirlerine düşman kesildiler. fakat Allah bu çelişki ve düşmanlık reaktörüyle onları daha başka mertebelere çıkarmak istiyor,onlara vahy mesajları ile yardım etmek istiyor. evet bab 2 ayet 18-25 te anlatıldığı gibi insanlık iyi ile kötülüğü ayırabilecek bir bilinçten mahrum olduğunda soyut değerlere sahip değildi, konuşamıyordu,eşyaya isim takamıyordu. sonra iyi ile kötüyü ve kavramları bilince her bir şeye bir isim koydu,kimin erkek kimin kadın olduğu kimin vazifesinin ne olduğu ortaya çıktı. Fakat bu zıtlar bir müddet ayrı kaldılar.Âdem(ruhani boyut) uzun bir zaman maddi boyutu (havvayı) aradı.Âdem(ruhani boyut) ilk olarak Hindistanda bulundu,uzun bir arayıştan sonra arafat (bilgi ve irfan) dağında (devletinde)buluştular. evet bir sembol olan mekkedeki arafat dağı dahi,insanların bilgilendirilmesinde sosyalleştirilmesinde ve devletleştirilmesinde önemli bir işaret taşıdır. Zaten Kuran "Hacc müminlere farz(yasa) kılındı" demiyor,"Bu yasalar bütün insanlaradır"diyor.(Kur'an3/97) evet diğer din erbabı Kabeye gtmek zorunda değiller. Fakat her millet, belli aşkın,manevi bir merkez etrafında dönmeli,düzene girmeli,insan olduğunu göstermelidir.. 18 Sonra, "Adem'in yalnız kalması iyi değil" dedi, "Ona uygun bir yardımcı yaratacağım." 19 RAB Tanrı yerdeki hayvanların, gökteki kuşların, hepsini topraktan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Adem'e getirdi. Adem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı. 20 Adem bütün evcil ve yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara ad koydu. Ama kendisi için uygun bir yardımcı bulunmadı. 21 RAB Tanrı Adem'e derin bir uyku verdi. Adem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. 22 Adem'den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Adem'e getirdi. 23 Adem, "İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, Etimden alınmış ettir" dedi, "Ona 'Kadın' denilecek, Çünkü o adamdan[ii] alındı." 24 Bu nedenle adam anasını babasını bırakıp karısına bağlanacak ve ikisi tek beden olacak. Evet zıtlar birbiriyle çatışınca bir noktada birleşmek zorunda kaldılar.. Her zıt kendi öz varlığından bir parça feragat edip,yani bir kaburga verip diğeri ile birleşmeye başladı ve yeni bir yapılanma ortaya çıktı. Bir bahar teşekkül etti. fakat henüz bu bilgi seviyesinin eksikliklerini kapayacak dini bir bilgi(vahy)yoktu. Din semboller aleminde "insanın açığını kapayan bir elbise"olarak görünüyor.. Şimdilik bu kadar çok yoruldum İnşaallah faydalı olur..
  8. VAR olan TEK tir.. Bir şey tekse gayra müsaade etmez.. Yapısı itibariyle.. Paradoks falan değil varlığı bilmemek, Allah'ı, kendi çok çok büyütülmüş bir putu zannedip, varlıktan kainattan insandan herşeyden ayrı görmek.. Farketmesede insanlar yine ona tapıyor, paraya yani kudrete tapanlar Ona, güzelliğe cemale meftun olanlar O'na.. Anlamak lazım.. Vesselam..
  9. Tevratın tekvin kitabında, hz. nuhun 3 oğlu olduğundan bahsedilir, yani medeni vahye namzet insanlığın 3 kolu,sam ham ve yafet.. bu üç koldan biri, bedevi ve göç etmeyen ön asya kabileleridir ki, göç etmediklerinden ham (durgun ve kokuşmuş) kalmışlar, Ham'ın çocukları denilmiştir.. İkinci kol güneyde gelişen sami ırklardır.. Bu kelime kök olarak som kelimesini çağrıştırmakla, kaliteli ırlar demektir diyebiliriz.. Birde uzak doğudan sürekli nüfus püskürten yafes ırkları vardır, yafes kelime olarak sürekli püskürten yani dünyaya nüfus dağıtan demektir.. İşte insanlık vahye mazhar olduktan sonra ön asyada düzenli bir şekilde yerleşik düzene geçtiler,bir bağ diktiler, şehirciliğe ve şarap üretimine geçtiler.. BİR MÜDDEET SONRA ŞEHİRCİLİĞİN GETİRDİĞİ REHAVETTEN DOLAYI KENDİLERİNİ BOŞVERMİŞLİĞE VE SARHOŞLUĞA SALDILAR, ÇIPLAK OLDULAR,( YANİ DİNİ VE SOSYAL DEĞERLERDEN SOYUNDULAR..) Burada Nuh vahye mazhar olduktan sonra, dini değerleri bırakan insanlar cemaatlerini temsil ediyor.. İşte göç etmemekle ham kalan bu kabileler, güneyden sami kabilelerini ve doğudan yafes kabilelerini imdada çağırdılar.. Batıda o zaman medeni bi gelişme yoktu.. Evet arapların ilk göçü olan AKADLARIN ve yafes ırklarının ilk göçü olan SÜMERLERİN güneyden ve doğudan medeniyetin ilk beşiği olan ön asyaya el atmalarıyla insanlığın bu merkezinin ayıbını ve eksikliklerini kapattılar.. insanlığa zarar vermeden omuzlarında taşıdır. Fakat bu kuvvetli göçlerin bölgeyi işgal etmesinden sonra gçö etmeyen yerli kabileler,lanetli yani mahrum kaldılar.. **********
  10. Kader vardır, çekirdekteki ilmi programın gelişip ağaç olmasıdır, yaşananlar.. Ama Allah biliyor muydu, zamanla ilgili bir soru.. Di-li geçmiş zaman.. Allah her an biliyor,Çok uzaklarda yükseklerde biliyordu yazdı çizdi hadi yaşayın dedi.. yok böyle bir şey.. Kur'an'da da anlatıldığı gibi 'O her an bir şe'n dedir' sürekli faaliyet halinde, zaman maddenin yer değiştirmesinden ibaret, bizim vehmettiğimiz bir durum.. Ama zaman olmadan düşünemediğimiz için beynimiz zaman algısından çıkamadığı için o bilince erişmek için belki çok büyük yollar kat etmek gerektiği için, kader konusuna çok dalmamak tavsiye olunmuştur islamda.. Ama biz iman ederiz ki, herşey takdir üzredir, takdir ,ölçü demektir.. Ağacın çekirdekte, insanın da dna daki ölçüsü.. vesselam
  11. Şu anda varız, herşey var, yaşıyoruz nefes alıyoruz herşey olağan, herşey varlığa dair, var var var.. O halde birileri bişeylerin yokluğuna inanıyorsa asıl onlar neden yok olduğunu ispatlamalıdır kanımca.. Var olan zaten vardır, iyilik güzellik sorgulanır mı? Mantıklı olmalıyız..
  12. Şu an yapım aşamasında ne demek yahu? Dünyada yapıldı bittimi sanki? Her an oluşumlar devam etmekte enfüste ve afakta.. Zaten kainat demek oluşumlar demektir.. Sorun nerde biliyor musunuz? İnananlar kainattaki iradeden, külli bilinçten ayrı uzaklarda çookk uzaklarda mahiyeti bilinmez bir tanrıya inanıyorlar (böyle olmayanları tenzih ederim) teistçe bir mantık, tevhidden kopuk bir mantık.. İnkar edenlerde adı üstünde bu teistik mantığı inkar ediyor a-teist oluyor ,haliyle kabul edilesi bişey değil.. Uzaklarda bi yerde senin iradenden bilincinden kudretinden sendeki ilmi varlıktan ayrı bir tanrı, adeta sen bi güçsün, bi enerji yığınısın, oda senden çok çok daha büyük bi güç,ama nerde ne yapar bilinmez.. Ya şu yy.da sibernetik keşfolunduktan sonra hâlâ böyle düşünülüyor ya şaşıyorum.. Kainatta herşey herşey ile alakadardır, kainat mekanik değil, zaman ve mekan mevhumundan çok ala ,adeta büyük bi bilgi işlem hacmine sahip bir bilgisayar gibi, madde bu bilgisayardaki bilgilerin zahir olması için varolan klavye,monitör,mause, gibi donanım.. Ama asıl olan yazılmdır vesselam..
  13. Son neye göre, baş neye göre? Zaman mevhumu içindeki bir soru.. Sonsuzluk içinde varolan tek şey devr-i daimidir.. Geri kalış yok, daima ileri,daima yeni,biliç tabakalarını bir bir aşış var..
  14. Evrimin,nasıl olduğunu batibiyus mu neydi denilen tek hücreden ,yavaş yavaş canlılığa geçildiğini, suda yüzerkenki balık dönemimizi, karaya çıkışımızı,doğal seleksiyonu, güçlü olanın hayatta kaldığını hepsini biliyorum, ama daha derinlemesine araştırırm.. Bu sizin (kendinizce!) beni Allah'a inanıyorum diye kücük düşürmenize bir nedense buyrun yapın! ************.. Ben sürekli araştırıyor, her gün ilmime ilim katmaya çalışıyorum,ama yokluğuna dair hiç bir delilimin olmadığı bir şeyi reddetme inadına düşmedim.. Körler ve sağırlardır,vb. ayetleri anlamak nasip oluyor, yaşadıkça, duydukça, gördükçe! Neyse! Nuh,Yusuf, Süleyman (a.s) hepsi yerinde duruyor, zaman içinde yerleri var, ama asıl önemli olan onların şahsında sunulan evrensel mesajlar.. Bunları anlayabilmek için biraz akıl yeterli, ama samimiyet sonuna kadar.. Tüm ehl-i hakikat, isterseniz bakın kitaplarına, daha Lamarc, Darwin dünyada yokken eserlerinde bu konuya çok doğal bi şekilde ,ispatlama lüzumu görmeksizin yer vermişlerdi.. Onlar bir yana, tevrat'ın tekvin kitabı, Kur'anın adem ile olan bahsi bunları sembolik bi şekilde fevkalade güzel açıklamış.. Aklıma Kaygusuz Abdal'ın mısraları geldi, Bu adem dedikleri el ayakla baş değil, Adem manaya derler suret ile kaş değil.. İçinde bulunduğumuz materyalizm deccalından, fikri ve sosyal anarşiden ADEM olup çıkabilmemiz temennisiyle..
  15. ************** Zamanla inşaallah hepsine cevap vereceğim, ama önce evrim ve ademiyettten başlayalım.. Öncelikle kutsal kitaplar, gerek tevrat olsun gerek incil ve gerek Kur'an, indikleri toplum ve zamanın ortamın şartlarını, kendilerine elbise yapan hakikatlerdir..Ve dil yapısı olarak bulunduğu toplumun dili ve edebiyatını kullanır. O dildeki sembol ve istiareleri mecazı ve temsili kullanır ki, hakikatler temsil ile sembol ile anlatıldığında evrensellik kazanır.. Yoksa sadece bulunduğu zaman ve topluma münhasır kalırdı ki, mevcut bulunan kutsal metinler bundan müberradır.. Başta tevrat olmak üzere Kur'an'dada peygamber kıssaları, ademiyet hakikati vs. küllilik kesbetmektedir.. Yoksa bazı aklı gözüne inmiş zaman ve mekan kaydından kurtulamayan materyalistlerin sandığı gibi tarihi olaylar değildir bunlar.. Nitekim tarihi yönleride inkar edilemez bazılarının. Ama amaç ve gaye tarihi bi olayı aktarmaktan ziyade içindeki evrensel mesajdır.. Adem insanlığın hayvanlıktan çıkıp özerk bilince eriştiği, medenileştiği ilk dönemin adıdır.. Oğlu kabil, şehirli insanı, çiftçilikle geçinen kesimi, Habil ise köylü insanı, hayvancılıkla geçinen kesimi temsil eder ayetlerden net bi şekilde anlaşılacağı gibi.. Yani olaylar semboliktir, ve biraz dikkatli olanlar görebilir.. Ve bu hakikati asr-ı saadetteki tüm sahabelerden tutalımda tüm ehl-i hakikat ehl-i tahkik biliyorlardı ve eserlerinde defaetle işlemişlerdi..Muhyiddin-i ibni arabi hz.den tutun Mevlanaya, erzurumlu ibrahim hakkıdan said nursiye, rene guenon dan filibeli ahmed hilmiye kadar ve daha kitaplarından istifade ettiğimiz doğulu batılı bir çok ehl-i ilim ve hakikat bu gerçeğe vakıf idi.. Ama öyle bi asra çattık ki, dinini özünü ruhunu asıl manasını kaybettiğimize yanarken birde bakmışız dilide kaybetmişiz.. Yani insanı insan yapan, Ademe öğretildiği söylenilen medeniyetin ilk basamağı dil tahrip olmuş, kutsal metinler anlaşılmaz olmuş hurafe sayılmış.. Daha geniş bi zamanda devam edeceğim inşaallah.. Şimdi ateist arkadaşların saldırıları dışında dindar kardeşlerimde saldıracak üzerime , evrimi bi türlü sindirememe durumu var, maymundan gelme fikri ağır geliyo, oysa bir damla meniden yaratıldıklarını unutuveriyolar

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.