sur tarafından postalanan herşey
-
karmaşa dünya karışık kafalar
Bakınız Selmanı Farisi Iran dan gelmiş Zerdüşt zengin bir ailenin evladıdır ve evet dediğiniz gibi Zerdüştlüğü çok iyi bilir ancak ateşe tapınırlerken (mecusilik, ateşe tapanlar) iyi bilir. Zerdüşt lüğün aslında ateşe tapınmak yoktur yozlaşmış ve bozulmuş bir dindir. Ayrıca Zerdüştlüğün bu gün bilinen bir çok kuralı o gün değiştirilmişti. Tarihi araştırmalar sonucunda Zerdüşt lüğün bu günkü islam ile benzerlikleri ortaya ve tek tanrı inanışları ortaya çıkmıştır. Dediğin gibi uzun uzun bütün dinlerin durumlarını okudum ve "bu sayfanın başı ve ya önceki sayfanın sonunda" bir yorumum var o kanıya vardım. Ki Selmanı Farisi ilk önce Hristiyanlığa merak salmış ve Hristiyan olmuştur. Zaten zengin bir insandır ve parada gözü yoktur hatta bir ara esir düşüp köle bile olmuştur. Onu kurtaranda yine Hz. Muhammed (s.a.v) idir.
-
karmaşa dünya karışık kafalar
Pardon mevzu karıştı ben sizi inanmayan arkadaşlardan bir tanesi sandım o yüzden daha önceden bahsettikleri şeyi söyledim. İrandan haberi varmıydı yokmuydu onu tartışmıyoruz. Ateist arkadaşlar Iranda Zerdüşt lük diye bir din vardı oradan haberleri olmadığı için Kuranda ondan bahsetmemişti filan diyorlarda bende onunla alakalı bir açıklama yapmaya çalışmıştım. Ayrıca Iran dan haberinin olup olmadığı noktasında var ve ya yok diyebileceğim kesin bir delil yok şu anda elimde yukarıda yazdıklarımı neye istinaden yazdığımı takip ederseniz ne demek istediğimi anlıyacaksınız.
-
karmaşa dünya karışık kafalar
O zaman sizin bahsettiğiniz hususlarda çöp oluyor. Yani dediğinize göre Irandan bir haber di o yuzden oradaki peygamberden bahsetmedi. Yahu arkadaşım sen M.Ö 620 Yılında Arapların Iran ile ticaret yaptığnı nerden biliyorsun kendine gel!!!
-
karmaşa dünya karışık kafalar
Hayır asıl sebep şudur; Bahsedilen Peygamberlerden o dönemin insanlarıda kısmen haberdardır. Hatta Hz. Yunusun dinine inanan bir adam Hz. Muhammedin yanına geldiği zaman ve o zaman Araplarda bilinmeyen bir din olan Yunus dinin o adama daha da yükselterek anlatan birisini karşısnda görünce Yunus dinine inanan anında Müslüman olmuş. Şimdik Kuran da Amerika kıtasına ve ya o zaman bilinmeyen Iran'da ve ya o zaman bilinmeyen Kutuplar da yaşayan bir Peygamberden bahseden bir Hz. Muhammed e o zaman inanılması çok güç olurdur. Allah herşeyi bir hizaya koymuş ve insanları en inanılır şekilde kendisine davet etmiştir. Ama bu gün dünyadan haberimiz ve dinlerden bilgimiz var Kuran ışığında düşündüğümüz zaman Allah ın o zaman neden bunlardan bahsetmediğini ama özünde anlatmak istediğini görüyorsunuz. Ayrıca Zerdüşt ün ismi Kuranda geçiyor fakat farklı geçiyor olabilir. Bunu yanı sıra Zerdüşt bir peygamberde olmiyabilir, bir kopyacıda olabilir. Kesin bir şey söylüyemiyorum çünkü elimde inanılır kesin bir delil yok.
-
karmaşa dünya karışık kafalar
Selamlar; Daha öncesinde de Dünya dinlerini araştırmıştım konu ile alakalı Zerdüşt lüğede bakmamak mümkün değil. İncelemiştim zamanında tabiyki. Şimdik tekrar bir incelemek istedim. Aşağıdaki dinler ile alakalı bilgileri gözden geçirdim. Hepsinde ortak noktalar elbette var. Ama siz yanlış açıdan bakıyorsunuz. Nerden biliyorsunuz ki. Zerdüşt bir peygamber değildi? Aynı şeyleri tebliğ etti. Ayrıca Zerdüştlük M.Ö 500 lü senelerde ortaya çıkmış bir din. Benzer şeylerden bahseden Hinduizm de MÖ2000-1800 yıllarına denk geliyor o zaman Zerdüşt de ordan bakmıştır, onu da geçtim 15 Bin yıl önceden kalan batık Mu uygarlığınn tabletlerinde de bu günün islam kurallarına benzer kurallar vardır. Bu dinlerin hepsinin çıktığı tek bir nokta vardır. Oda ALLAH tır. Böyle bir dini organizasyon ancak bir yaratıcı tarafından yapılabilir. Alın size atlantikdeki Allahın peygaberi olduğuna dair kanıt alın size eski Çinde Allahın peygamberi olduğuna dair kanıt. Nerede Tek tanrılı din var ise onun kaynağında Allah vardır. Hım ekleeyi unuttum ayrıca bir çok çok tanrılı dinin asıl kaynağındada tek tanrı ve Allah vardır. Yozlaşma sonradan olmuştur. Uzakdoğu Dinleri right » Budizm » Janizm-Caynacılık » Sihizm - Sıkh Dini » Hinduizm » Şintoizm » Konfüçyüsçülük » Taoizm - Taoculuk left Ortadoğu Dinleri right » Nusayriler » İslamiyet (Sünnilik) popüler » Dürziler ve Dürzilik » Zerdüşt Dini ( Mazdaizm ) » Sabiilik » Yezidilik » Hıristiyanlık » Musevilik » Samirilik left Yeni Ortaya Çıkan Dinler right » Bahailik » Moonculuk ( Moonlar ) » Tenrikyo Dini » Tanrının Yolu Topluluğu » Ahmediyye (Kadiyanilik ) » Uzay Dini (Raelian) » Ramtha Akımı » Rastafarianizm » Yehovanın Şahitleri » Vica Dini » Mormonlar left Hıristiyan Kökenli Din ve Akımlar right » Unitaryenler » Adventistler » Pentakostalistler » Kuveykırlar ( Quakers ) » Süryaniler ve Süryanilik » Presbiteryenler » Maroniler » Cizvitler » Kimbangucular » Metodistler » Gnostisizm left Kabile ve Doğa Dinleri right » Vuduculuk - Vodoo » Nambalar Dini » Şamanizm » Ga?lar ve Ga Dini » Ainu Dini ( Aynu Dini ) » Azteklerin Dini » Dinka Dini » Aborjin Dini » Maori Dini left Tanrıyı veya Dini Reddeden Akımlar right » Ateizm » Agnostisizm » Panteizm » Pan-enteizm left Satanizm right » Satanizm popüler left Taraftarı Kalmayan Din ve Akımlar right » Druidler » Mani Dini ( Maniheizm ) » Paflikyanlar » Ebiyonitler » Katharizm » Bogomiller » Tapınak Şövalyeleri » Hurufiler » Adige Dini left Eski Medeniyet Dinleri right » Eski Mısır Dini popüler » Hitit?lerin ( Eti ) Dini » Urartular Dini » Eski Yunan Dini » Etrüks Medeniyeti ve Dini » Phryg ( Firig ) Dini » Girit (Minos) Dini » Sümerlerin Dini » Fenikeliler Dini » Eski Roma Dini » Mu (Nacaallar) Dini
-
karmaşa dünya karışık kafalar
Sn TAKALMAN görüşlerinizi bana tarif edebilirmisiniz? Kendim için ben şunu söyliyebilirim ; Muhafazakar, Müslüman, Demokratik, Özgürlükçü Sizin için de şunları söylesek yanlış olurmu? Kominist , Faşist , Ataist
-
karmaşa dünya karışık kafalar
Ben dayatma bir dine inanmıyorum kendi gerçeklerimi kendim buldum Allaha şükür, bende sizin sorduğunuz ve inandığınız şeyleri kafamda oluşturdum bir zamanlar ve kendimce mantıklı olan ve doğru olan yaratıcı Allah ın kudretini bu evrende hissettim güzümün önünde olanı gördüm. Psikologluk bir işim yok olduğunu düşünsem zaten giderim. Ben yaratana teslim olmuşum. Sizin gibi düşünmediğim için özgür olmadığımımı düşünüyorsunuz? Bence yanılıyorsunuz. Çünkü özgürlük inançsızlık değildir. Özgürlük dilediğinize inanabilmenizdir. Ben istediğime inanıyorum ve kendimi böylece çook özgür hissediyorum. Şükürler olsun.
-
karmaşa dünya karışık kafalar
Sn TAKLAMAKAN Sandığınız gibi ben bu bahsettiğim Allahın kudretini bana gösteren en küçük atom u bile tabiyki sesli soluklu cigerden "ALLAHU EKBER!" diye bağırmıyor. Sadece fiili olarak bu dünya düzenindeki paylarını gördükçe fiili ibadet yaptıklarını düşünüyorum inanıyorum ve içimde hissediyorum. Hayal Kurmuyorum...
-
karmaşa dünya karışık kafalar
İşte sorunda burada bana göre net kesin %100 deliller var ama size göre yok. Bana göre dünya üzerindeki herşey evrentıldızlar gezegenler galaksiler pire bit hepsi net kesin deilildir bunların hepsinin her yeri Allahü Ekber! der.
-
karmaşa dünya karışık kafalar
İnsanlar bu forumda ben dahil Allahın varlığını net bir şekilde kanıtlayan hikayeler anlattı. İnanmayana artık yapacak bişi yok. Ayrıca bir önceki sayfada Hz. Muhammed (s.a.v) ın eşleri ile alakalı net bilgiler ve hiç bir yanlışının olmadığını açıkça ortaya koyan bir makale var ama siz onu burda kötülemediğinize göre okumamuşsınız. Çünkü ön yargılı olduğunuz için okuduğunuz an yalan hikaye bilemem ne zart zurt bişiler diyeceksiniz. Ama imanlı müslümanları yolundan çevirmeye çalışmayınız. Sizin yolunuz yol değil doğru yolda değilsiniz, giriniz doğru yola böyle giderse zaten günahkar öleceksiniz başkasının günahlarınıda üzerinize almayın. Biliyorum çok basit bir cümle ama size söylemek için bu cümleyi uygun buluyorum "Diyelim ki Allah yok ve siz böyle davranıyorsunuz ve gerçekten yoksa ölünce sorunda yok. Peki ya varsa? Namaz kılan oruç tutan iyilik yapan karda iken siz büsbütün zararda olacaksınız."
-
karmaşa dünya karışık kafalar
Kuranı Kerim İlk Vahiy'ler inerken 7-15 arası kişi tarafından ezberlenmiş. Yazılırken de bu kişilerin hepsi bir araya gelmiş ve yazmışlar. Ayrıca Kuranın tarihi 1500 sene bu 1500 senenin 1200 senesinde o topraklar zaten Türk hakimiyetindeyidi ve biliniyor. Önceside biliniyor. Dünyanın herhangibi bir yerinden getireceğiniziki kuran noktası virgilüne aynıdır. Tevrat ve İncil in değiştiğini ise herkes bilir kendi, dinin mensuplarıda bunu kabul eder ayrıca başka din mensuparı ve tarii araştırmacılarda kesinlikle Kuranı kerimin değiştirilmediğini kabul etmektedir. Bunun yanı sıra ayette de Allah islamı koruyacağını söylemiştir. 1- Allah'ın son mukaddes kitabı, bütün insanlığa İlâhi fermanı olan Kur'an, 23 senede âyet âyet, sûre sûre nazil olmuştur. Peygamber Efendimiz kendisine nazil olan âyet ve sûreleri yanında bulunan sahabelerine okur, sahabeler de onu ezber ederler, bir kısmı da yazardı. Bundan ayrı olarak, Peygamber Efendimizin vahiy kâtipleri vardı. Bunlar nazil olan âyetleri ve sûreleri özel olarak yazmakla vazifeli idiler. Gelen âyet ve sûrenin nerede yer alacağı, Kur'an'ın neresine gireceği de bizzat Peygamberimize Cebrail (A.S.) vasıtasıyla bildiriliyor, o da vahiy kâtiplerine tarif ederek, gerekeni yaptırıyordu. Böylece Hz. Peygamberin sağlığında Kur'an'ın tamamı yazılmış, nereye neyin gireceği belli olmuştur. Aynca Cebrail (A.S.) her Ramazanda gelir, o güne kadar nazil olmuş âyet ve sûreleri Peygamberimize yeni baştan okurdu. Efendimizin vefatından evvelki son Ramazanda Hz. Cibril yine gelmiş, ancak bu sefer Kur'an'ı Peygamberimizle iki sefer okumuşlardı. Birinci sefer Hz. Cibril okumuş, Peygamberimiz dinlemiş; ikinci seferde ise Peygamberimiz okumuş, Hz. Cibril dinlemişti. Böylece Kur'an son şeklini almıştı. 2- Kuran 23 senede nazil olmasına ve her bir ayetin de ayrı ayrı konular sebebiyle inmesine rağmen bu kadar konu birliği içerisinde olması bir mucizedir. Hayatın her yönünü içine alan ve iki dünyanın saadetini temin eden Kuranın, bu kadar değişik zaman diliminde ve değişik problemlere göre nazil olması, ayrıca farklı zamanlarda inen ayetlerin yerlerinin sırayla olmadığı halde konu birliği ve bütünlüğü bulunması harikadır ve mucizedir. 3- Kuranın her bir suresi Küçük bir Kuran gibidir. Bu nedenle her hangi bir sureyi okuyan bir kuran okumuş ve istifade etmiş gibi olacaktır. İşte ayetler iniş sırasına göre olsaydı bu hikmet de yok olacaktı. 4- Allah’ın işleri insanlarınkine benzemiyor. Nitekim bir insanın yaratılmasında önce baş taraftan ayaklara veya ayaklardan başa doğru bir gidiş olmuyor. Bütün organları beraber büyüyor ve gelişiyor. İşte Allah’ın Kelamı olan Kuran-ı Kerim de bu şekilde farklı ama mucize bir metotla tanzim ve tertip edilmiştir.
-
karmaşa dünya karışık kafalar
Kuranı Kerim İncil ve yahut Tevratr gibi değildir. İndirildiği andan itibaren direk ezbere alınmış ve baskı peygamber efendimiz zamanında el yazması olarak yapılmıştır. Sonradan değildir. Bu bilgi kesin net ve doğrudur. Kuranda nasihat var evet ama bunun yanında ahlak, evrensel bilgiler, dünya ile alakalı bilgiler ve bilimsel veriler mevcut Lütfen Kuran ile İncil Tevrat karşıtırmayınız onlar deiştirilmiştir. Şu an vaktim kısıtlı daha sonra detaylı açıklarız inşallah.
-
karmaşa dünya karışık kafalar
Sen herhalde Deepak Choropa nın "Tanırıyı Tanımak" adlı eserini okudun ve bundan çok erkiliendin. Bu Felsefi yaklaşım tabiyki yanlış. Şimdik Cebrail ile kasdettiğin akıl ise Mikail ne? İsrafil ne? Ayrıyetten İncelde Gebrail olarak geçen aynı şekilde Tevratta da geçen Gebrail nasıl olurda İslamda da Cebrail olarak geçer? Bu özel bir isimdir akıl değildir. Akıl dediğimiz şey de Cebrail de Kuran'da Anlatılmaktadır. Ayrıca şunu kafanıza net bir şekilde sokmanız lazım. Kuran da ki tarihi oluşumu o dönemde yaşayan bir insanın yazması imkansız. Diyelim ki kendi kendine yazdı. Bu bile başlı başına bir mucize olurdu o zaman. Bütün tarih bu adamın bu kitabı nasıl yazdığını araştırrıdı şimdik araştırmıyor neden? Çünkü tarihçilerde bu kitabı bir insanın yazamıyacağını biliyor. Bunun yanı sıra Kuranı Kerimde ki Şiirsel anlatım benzeri bir makamda anlamlı bir şiir hala kimse yazamıyor. Herneyse böyle mucizeleri çok ama önemli olan bunlar değilki bir ağaca, göke, yere, insana bakıp bunun arkasındaki yaratıcı gücü düşünmek gerisi tefarruat zamanla öğrenilir. İslam karşısında savunulan bir çok görüşün İslamı yoketmek ve kendi devletlerini ön plana çkarmak için düşman kaminist düzenin uydurduğu. Komite kurup insanları nasıl İslamdan soğuturuk diye düşünüp uğraştıkları şeyler bunlar. Bu akımlara kapılmayanlardan olmayı nasip etsin Allah'ım bize.
-
karmaşa dünya karışık kafalar
Peygamber Efendimizin Çok Evliliklerini Kafasına Takan Arşadaşlar Lütfen Vakit Ayrınız ve Aşağıdaki Makaleyi Okuyunuz. Hz. Hatice ®; Hz. Sevde binti Zem’a ®; Hz. Aişe ®; Hz. Hafsa binti Ömer ®; Hz. Zeynep binti Huzeyme ®; Hz. Zeyneb binti Cahş ®; Hz. Ümmü Seleme ®; Hz. Ümmü Habîbe (Remle binti Ebî Süfyan) ®; Hz. Cüveyriye binti Hâris ®; Hz. Safiyye binti Huyey ®; Hz. Mâriyetü’l-Kıbtiyye (Ümmü İbrahim) ®; Meymûne binti Hâris ® Peygamberimizin evliliklerini nefsanî ve şehevanî telâkki eden, eski zaman münafıkları gibi, yeni zamanın ehl-i dalaletine verilen kesin ve susturucu cevap, Üstad Bediüzzaman'ın izahıyla özetle şudur: Evliliğin iki ana gayesi vardır.. Biri neslin çoğalması, diğeri şehevanî duyguların meşru dairede tatmin edilmesidir.. Neslin çoğalması evliliğin illeti, yani en öncelikli gayesidir. Nefsanî arzuların tatmini ise o vazifeyi gördürmek için yaratıcı tarafından verilmiş cüzi bir ücrettir. Tıpkı şahsi hayatın devamı için yemeğin içine konulan lezzet gibi. Gerek tarihî açıdan, gerekse insan yaratılışı açısından Peygamberimizin evliliklerini incelediğimizde karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor. 25 yaşına kadar, gençliğinin en heyecanlı çağında kavmi içinde bekar yaşamış ve hiçbir kadınla ilişkiye girmemiş, iffet sahibi olduğu, dost ve düşmanın ittifakıyla sabit olmuştur. Hatta kavmi ona her yönüyle güvenilen biri olarak "Muhammedül-Emîn" unvanını vermişlerdi. Oysa içinde bulunduğu toplum, çok kadınla münasebeti normal addediyordu; Buna rağmen o, gerek 25 yaşına kadar ve gerekse daha sonraki hayatında pek çok hem de bakire kızla hayatını birleştirebilirdi. Ancak o, böyle yapmayıp kendisinden 15 yaş büyük, 40 yaşında dul bir kadınla evlenmiştir. Hem de bu evliliği eşi vefat edene kadar tam 25 yıl sürmüştür. Yani elli yaşına kadar tek ve dul bir hanımla yetinmiştir. Onun evliliklerinde nefsaniyet olmadığının bir delili de, müşriklerin davasından vazgeçmesi için yaptıkları teklife verdiği cevapta saklıdır. Müşrikler, amcası Ebu Talip'e gelip, "yeğenin eğer başımıza reis olmak istiyorsa onu reis yapalım veya en güzel kız ve kadınlarımızı ona verelim. Ta ki, bu davadan vazgeçsin." dediler. Amcası bu teklifi ilettiğinde Efendimiz (a.s.m) şu karşılığı verdi: "Ey amca! Eğer sağ elime güneşi, sol elime de ayı koysalar 'vallahi ben bu davadan yine vazgeçmem." Bu cevap onun neyin peşinde olduğunu, kadın gibi, reislik gibi insanların değerli addettikleri şeylerin onun nazarında ne kadar değersiz olduğunu ispata yeter. İkinci evliliği ise Hz. Hatice'nin vefatından sonra yine yaşlı ve dul bir kadınla, Hz. Sevde ile olmuştur. Hz. Sevde ile de üç yıl yaşadıktan sonra, yaklaşık 54 yaşına kadar hep tek kadınla yaşamıştır. İlginçtir ki, onun çok kadınla evliliği hayatının bundan sonraki son on yılı içinde gerçekleşmiştir Bu gerçekler karşısında evliliklerinde şehvani ve nefsanî arzuların tatmin gayesini aramak insan tabiatını ve tarihî gerçekleri inkar etmekle mümkündür. Ve bu yaklaşım asla insaflı ve mantıklı bir yaklaşım sayılamaz. Olsa olsa kasıtlı bir karalama maksadı taşır. Hayatının son yıllarına rastlayan evliliklerinde yukarda zikredilen evliliğin dayandığı her iki gayenin, Neslin çoğalması ve nefsanî arzuların tatmininin bulunmadığını görürüz. Zira nesli, ilk eşi Hz. Hatice'den devam etmiştir. Daha sonraki evliliklerinde çocuğu olmamıştır. Sadece Mısır'lı Mariye'den İbrahim dünyaya gelmişse de bir buçuk yaşında vefat etmiştir. Görüldüğü gibi evliliklerin ana gayesi olan neslin çoğalması, tarihî bir gerçek olarak Hz. Hatice'nin dışındaki evliliklerinde yoktur. Geriye evliliğin ikinci derecedeki gayesi kalıyor, Yani nefsanî ve şehevanî duyguların tatmini. Peygamberimizin çok kadınla evliliğinde gerek fıtrat ve gerekse tarihî gerçekler açısından bu gayenin aranamayacağını gördük. Zira bir insanın nefsanî ve şehevanî arzularının en ateşli ve uyanık bulunduğu şüphesiz 15-45 yaş dönemidir. Şayet Hz. Peygamber, bu dönemde birçok güzel kadınla evlenmiş, sonradan onları terkedip daha başka genç güzel kadınlar almış olsaydı, şehvanî hisleri tatmin yolunda ileri sürülen iddialar bir dereceye kadar haklılık kazanmış olurdu. Oysa o böyle yapmamış, tam tersine hayatının son on yılı içinde (53-63) aralarında Ümmü Seleme gibi yaşça ilerlemiş, ve birçok çocuğu olanlar da dahil, aldığı hanımları ileri yaşlarda ve dul olarak almıştır. Meselâ, Hz. Sevde 53 yaşında ve dul. Hz. Zeyneb binti Huzeyme, 5O yaşında ve dul. Ümmü Seleme 4 çocuklu ve 65 yaşında bir dul. Ümmü Habibe dul ve 55 yaşında, Meymune 2 çocuklu ve dul. Bir başka tarihî gerçek de şudur. Bu hanımlardan eceli gelip ölenlerin dışında hiçbirisinden de ayrılmayı düşünmemiştir. Gençlik çağı geçtikten sonra nefsanî ve şehvani arzularda gerileme olduğu inkar edilemez bir fıtrat kanunu ve yaratılış gerçeğidir. İşte Peygamber Efendimizin çok evliliklerini tahlil ettiğimizde karşımıza bu ibretli tablo çıkmaktadır. Özetle ifade edecek olursak, 15-45 yaş dönemindeki evliliklerde nefsanî ve şehevanî gaye aranabilir. Oysa Efendimiz, bu dönemde genç ve bakire kızlar ve kadınlarla evlenmemiştir. Tam tersine 40 yaşında, üstelik dul bir kadın olan, Hz. Hatice ile evlenmiştir. Ve bu evliliği Hz. Hatice'nin vefatına kadar sürmüştür. Çok evlilikleri, nefsanî duyguların büsbütün gerilemeye yüz tuttuğu 53 yaşından sonraki dönemde gerçekleşmiş olduklarına göre, bu evliliklerde mantığın gereği olarak başka gayeler aramak zaruridir. Bu sadece aklın ve mantığın değil, insan tabiatının ve insaflı bir değerlendirmenin de zorunlu bir gereğidir. EZVAC-I TAHİRAT OKULU Medine dönemi, İslâmî hükümlerin yoğun biçimde geldiği ve Resulullah tarafından ümmete öğretildiği dönemdir. Erkek sahabeler Mescid-i Nebevi'de her zaman Resulullah'ı görüp, müşkillerini sorup cevaplarını alabiliyorlardı. Neyi niçin ve nasıl yapacaklarını kolaylıkla öğrenebiliyorlardı. Hanımlar için bu konu o kadar kolay olmuyordu. Onların da soracakları öğrenecekleri vardı. Bu maksatla hanımlar durumu Resulullah'a arzederek, kendileri için Hane-i saadettte haftanın bir gününü ayırmasını istediler. Resulullah, onların bu teklifini kabul etti. Ve hanımlar haftanın bir günü Efendimizle bir araya gelip, sorularını sorup dini ahkama dair cevaplarını alıyorlardı. Böyle bir ders sırasında hanımlar Efendimizle bir arada iken, enteresan bir hadise cereyan etti. Bir ara hanımlar kendi aralarında konuşmaya başladılar. Sesleri normalden fazla yükselmişlerdi. Birbirlerine cevap yetiştiriyorlardı. O sırada kapının önünden geçmekte olan Hz. Ömer, Resulullah'ın huzurunda gürültülü konuşulmasından rahatsız olup, kapıyı çaldı. Kapıyı aralar aralamaz, onu gören hanımlar hemen sesi soluğu kesip, kendilerine çekidüzen verdiler. Hz. Ömer, bu durumdan da rahatsız oldu ve: "Hanımlar, bu nasıl iş, benden çekiniyorsunuz, ama Resulullah'ın huzurunda gürültülü konuşmaktan sakınmıyorsunuz" diye kadınları ikaz etmekten kendini alamadı. Bunun üzerine hanımlar, içten gelen bir itirafta bulundular: "Ya Ömer sen çok sertsin. Resulullah öyle değil." diye karşılık verdiler. Her şeyini Resulullah uğruna feda eden Hz. Ömer, onunla ters düşmüş olmaktan hoşnut olmadı. Bunu farkeden Gönüller Sultanı araya girerek: "Ya Ömer, sen geniş bir caddede yürüsen şeytan da karşıdan gelse seni görüp yolunu değiştirir." diyerek gönlünü aldı. İşte hane-i Saadet, bir nevi hanımlar okulu olmuştu. Özellikle Efendimizin hanımları bu okulun devamlı öğrencileri, bir manada öğretmenleri idi. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Raşit Küçük bu hususu şöyle dile getirir : "İslâmın hükümleri hem erkek, hem de kadın cinsini kapsayıcı niteliktedir. Fakat sadece erkeklere ve sadece kadınlara yönelik hükümler de vardır. Hz. Peygamber genel hükümlerin veya erkeklerle ilgili hükümlerin öğretilmesi hususunda fazla sıkıntı çekmiyordu. Çünkü onlar kendi cinsleriydi. Kadınlarla ilgili ahkamın öğretilmesinde, yaşanmasında ve yaşatılmasında müşküllerin halli ve soruların cevaplandırılmasında kadınlardan faydalanmak mecburiyetindeydi. Peygamber Efendimizin değişik yaş ve kabiliyetteki hanımları mümin hanımlar için bir eğitim-öğretim kadrosu niteliği taşıyordu. Âdeta, evleri bir mektep, onlar da bu mektebin eğitimcileriydiler. Peygamber Efendimizin vefatından sonra da bu durum canlılığını koruyarak, hatta artarak devam etmiştir." (1993, İzmir, Ebedî Risalet Sempozyumu Tebliği) Aslında Resulullah'ın Medine'de Mescid-i Nebevinin civarında bulunan okulu iki bölümden oluşuyordu. Biri, erkek sahabelerden oluşan "Ashab-ı Suffe Okulu" Diğeri, hanımlardan oluşan, "Ezvac-ı Tahirat Okulu" Gerçekten, İslâmî hükümlerin doğrudan doğruya Resulullah'tan öğrenilip, ümmete ders verilmesinde Ezvac-ı Tahirat'ın haneleri bir okul, kendileri de o okulun hem daimî öğrencileri hem de öğretmenleri idiler. Bu görev, yukarda da belirtildiği gibi, Efendimizin ahirete intikalinden sonra da devam etmiştir. Suffe Okulunun önde gelen "Demirbaş bir talebesi" ve bütün hayatını hadislerin muhafazasına vakfeden, bu hizmeti yerine getirirken hafızasının kuvvetlenmesi için Resulullah'ın duasına mazhar olan Ebu Hureyre olduğu gibi, Ezvac-ı Tahirat okulunun önde gelen birinci talebesi de zeka, hafıza ve kavrayış gibi üstün kabiliyetlere sahib olan Efendimizin biricik eşi, Hz. Aişe'dir. Nitekim, "Muksirun" diye anılan en çok hadis rivayet eden sahabelerin başında 5374 hadisle Suffe okulunun baş öğrencisi Ebu Hureyre geldiği gibi, dördüncü sırada 2210 hadisle de "Ezvac-ı Tahirat Okulu"nun öncüsü Hz. Aişe gelir. Evet, İslâm, en son ve en mükemmel din olarak, insan hayatının bütün safhalarına ait, değişik derecede öneme haiz hükümler getirmiştir. Bu hükümlerin tesbiti, tâlimi ve hayata intikali Asr-ı Saadetin en öncelikli ve önemli hizmeti idi. Çünkü hayatın her anında ve her safhasında Allah'ın razı olacağı tarz ve şekil , yani dinin kendisi tesbit ediliyordu. Bu gerçeğin idraki için kaynaklara eğildiğimizde, karşımıza, bu müminlerin anneleri ile bu "Ezvac-ı Tahirat" eliyle muhteşem bir hükümler ve sırlar hazinesi çıkıyor. Ve bu hazinenin ümmete açılması gibi kutsal bir görev, bu evliliklerin şaşmaz gayesi olarak beliriyor. Diyebiliriz ki, bu hanımları, özellikle bunlar arasında çok özel bir yeri olan Hz. Aişeyi devreden çıkaracak olsak, İslâm dininin neredeyse yarısı kadar olan bir hükümler manzumesini de yok farzedecektik!.
-
karmaşa dünya karışık kafalar
Bakınız orda evlenmek istediğini Peygamber efendimize söylüyor ve o da onay veriyor. Aslında orada bulunan kadınları azad etmiş , müslümanlık yolunu göstereceği için buna izin veriyor. Ya bu konuya takılmanızıda pek anlıyamıyorum. Birçok şeyi o günün şartlarına göre değerlendirebilirsiniz. Ayrıca genel anlamda Kuran a ve İslam a baktığınızda ne kadar düzgün bir yol gösterdiğini kadınlara eziyet edilmemesi gerektiğini anlıyacaksınız. Gerçek kuran yolundan gidipte kötü olan bir insan tanımadım ben daha. Düzen iyiliğin medeniyetin düzeni.
-
karmaşa dünya karışık kafalar
Cevaplar 1- Çünkü 15 sene sonra azdı HAŞA!!! ; Sizce böyle bişi olabilirmi? Bir insan 15 sen biri ile evli kalmış bütün insanlar onu emin güvenilir bilmiş, hiç bir sapkaniyeti olmamış 15 sene sonra azmış HAŞA! ; BU kadar çok evliliğinin olmasının sebebi dini bayanlar arasında hızla yayabilmek. Önce eşlerine anlatıyordu. Eşleride gidip diğer kadınlara bu yüzden bu kadar çok evliliği vardır. Allahü'te'ala islamın yayılmasında etkili yöntemlerden birisi olarak bunu kullanmış. 2-3-4-5 . Bu sorunların hepsinin cevabıda çok basit Allah insana anlamayı nasip etsin inşallah. Onların cevabıda şu; 4 büyük halife Peygamber efendimizin kızları olmadan öncede Allah Resulünün samimi bulduğu en kuvvetli en inançlı müslümanlardı sadece Hz. Ali amcasının oğlu ani akrabasıydı. Hal böyle olunca Peygamber efendimizin kızları olduğunda en güvendiği ve samimi insanlara vermek istemiştir. Zaten Hz. Ali hariç hiç biri akrabası değil hatta Kureyş kabilesinden bile değildirler. Allah Resulu böyle bir hiyararşi yapmak isteseydi bütün halifeler Kuryş kabilesinden olurdu. Ayrıca Kuran'da peygamber efendimize ithaat etmiyen en yakın akrabalarından bile lanetlenenler olmuştur. Allah Resulu onları çok kez doğru yola çağırmışlardır. En Son Hz. Saffiye ile alakalı mevzu da aşağıda Hayber Fethinde esir alınanlar arasında Hz. Safiyye de bulunuyordu. Asıl ismi Zeyneb olan Hz. Safiyye, Benî Nadir reisi Huyey bin Ahtab'ın kızı idi. Annesi ise, Benî Kurayza Yahudileri reisleri eşrâfından olan Semevel'in kızı Berre idi. Hayber Yahudileri reislerinden Rebi' bin Hukayk'ın oğlu Kinâne ile yeni evlenmişti. Hayber günü Rebî' öldürülünce dul kalmıştı. Müslümanlar tarafından da Kamus Kalesinin teslim olması sırasında esir alınmıştı.1 Esirler toplandığı zaman Dihyetü'l-Kelbî, Resûl-i Ekrem Efendimize gelip bir cariye istemişti. Peygamber Efendimiz de esirler arasından bir câriye almasına müsaade buyurmuştu. Bunun üzerine Hz. Dihye, Hz. Safiyye'yi beğenip almıştı.2 Fakat, Ashabı Kirâm Hz. Safiyye'nin Hayber reisinin gelini ve Benî Nadir'in en şerefli bir âile kızı olduğunu düşünerek bunu uygun görmedi. Hz. Resûlüllaha gelerek şöyle dediler: "Yâ Resûlallah! Benî Kurayza ve Benî Nadirlerin reisi Huyey'in kızı Safiyye'yi Dihye'nin alması uygun değildir! Onu ancak sen almalısın?"3 Peygamber Efendimiz bu itirazı kabul etmediği takdirde Ashabı Güzînin kalben rahatsız olacakları muhakkaktı. Bunun üzerine, Efendimiz, Hz. Dihye'ye başka bir kadın almasını emir buyurdu. Hz. Bilâl'i de Hz. Safiyye'yi getirmeye gönderdi. Hz. Bilâl'in Hz. Safiyye'yi Getirmesi Hz. Bilâl, Hz. Safiyye'yi yine esir düşen amcası kızı ile alıp getirirken onları Yahudi erkeklerinden iki kişinin cesedinin yanından geçirdi. Amcası kızı bu manzarayı görür görmez feryad ve figana başladı. Yüzünü parçalayıp, başına topraklar saçtı. Uzaktan durumu farkeden Resûl-i Ekrem Efendimiz, yanına gelen Hz. Bilâl'e şöyle buyurdu: "Ey Bilâl! Senden merhamet ve şefkat duygusu sökülüp atıldı mı ki, bu kadıncağızları ölülerinin yanından geçiriyorsun?"4 Hz. Bilâl mahcup mahçup huzurda boynunu büktü. "Yâ Resûlallah! Zâtınızın bundan rahatsız olacağını tahmin etmemiştim" diyerek özür diledi. Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), Hz. Safiyye'yi arka tarafına almalarını emrederek üzerine de omuz atkısı örttü. Bunun üzerine Sahabîler, Peygamber Efendimizin (a.s.m.), onu kendisine başkomutanlık hakkı (Safiy) olarak aldığını anladılar.5 Peygamber Efendimizin harp sonrası bir prensibi de, mağlup ettiği veya teslime mecbur bıraktığı düşmanla uzlaşma yoluna gitmesi idi. Hz. Safiyye âilesi, Yahudiler arasında itibarlı ve şerefli bir âile idi. Elbette, onun mevkiinin muhafazası İslâmiyet ve Müslümanlar için iyi neticeler ve faydalar doğurabilecekti. Bir diğer husus da Resûl-i Ekremin bazı evliliklerinde siyasi durumu göz önünde bulundurması idi. Bir kabilenin veya bir kavmin ileri gelenlerinden birinin kızını almakla, o kavmi, o kabileyi düşman ise İslâmiyet ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarını en azından hafifletip yumuşatıyor, dost ise bu dostluğun daha da kuvvet bulmasını sağlıyordu. Hz. Cüveyriye ve Hz. Ümme Habîbe ile evlenmelerinde bu hususlar gayet açık bir şekilde görülür. Hz. Safiyye'nin Tercihi Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), Hz. Safiyye'ye İslâmı anlattı ve şöyle buyurdu: "Eğer Müslüman olursan, ben seni kendime zevce edineceğim. "Şayet Yahudiliği tercih edecek olursan seni âzad ederim. Sen de gider kavmine kavuşursun!"6 Resûl-i Kibriyâ Efendimizle bir kerecik olsun görüşüp kendisinden bir kaç kudsî kelam duyan Hz. Safiyye, tercihini doğru yaparak, aynı zamanda safıyetini ve derin anlayışını açıkça ortaya koydu: "Yâ Resûlallah! Siz beni İslâmiyete dâvet etmeden önce, konak yerine geldiğimde, Müslümanlığı arzulamış ve seni tasdik etmiş bulunuyordum. "Yahudilikle benim hiç bir ilgim kalmamış ve ona artık ihtiyacım da yoktur. Hayber'de de artık ne babam, ne de kardeşim vardır. "Sen, beni küfürle, İslâmiyetten birini seçmekte serbest bırakıyorsun. Allah ve Resûlü, bana âzad edilmemden ve kavmimin yanına dönmemden daha sevgilidir. Ben onları tercih ediyorum!"7 Resûl-i Ekrem, Hz. Safiyye ile Hayber'de gerdeğe girmedi. Sibar mevkiine geldiği zaman ise Hz. Safiyye bu işe muvafakat etmedi. Ancak Hayber'den on iki mil kadar uzaklaştıktan sonra Sahba'da muvafakat etti. Peygamberimiz (s.a.v.), "Sibar'da konmak istediğim zaman, razı olmamanın sebebi ne idi?" diye sorunca, Hz. Safiyye, "Yâ Resûlallah" dedi, "Yahudilerin yakınında sana bir zararın gelebileceğinden korkmuştum. Onlardan uzaklaşınca emniyete kavuştum."8 Peygamberimiz (s.a.v.), onun bu bağlılığından son derece memnun oldu. Resûl-i Ekrem, Sahba' mevkiinde Hz. Safiyye ile kendisine âit çadırda gerdeğe girdi. Peygamber Efendimiz, Hz. Safiyye'nin yüzünde bir darbe çürüğü gördü. Sebebini sordu. Hz. Safiyye şöyle izah etti: "Kinâne bin Rebi' ile evlendiğim ilk gece bir rüyâ görmüştüm. Rüyâmda Medine tarafından bir ayın gelip kucağıma düştüğüne şâhid oluyordum. Bunu Kinâne'ye anlatınca kızdı ve 'Sen ancak Hicaz hükümdarı Muhammed'e varmak istiyorsun!' diyerek yüzüme bir tokat vurdu. Onun izi kaldı."9 Hz. Ebû Eyyubel-Ensarî, kılıcını kuşanıp o gece sabaha kadar çadırının etrafında dolaşarak Peygamber Efendimizi beklemişti. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, sabahleyin erken çadırından çıkınca, Hz. Ebû Eyyûb tekbir getirdi. Peygamber Efendimiz onu elinde kılıç, çadırın yanında görünce, "Yâ Ebâ Eyyûb! Nedir bu halin?" diye sordu. Bütün gece gözü uyku tutmayan fedakâr Sahabî, "Yâ Resûlallah" dedi, "harpte babasını, kardeşini, kocasını, amcasını, akraba ve taallûkatını kaybeden ve henüz yeni Müslüman olan bu kadından sana bir zarar gelebileceğinden korktum da, çadırını bekledim."10 Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, mübârek tebessümleri arasında, "Allah, seni hayra erdirsin" buyurdu ve arkasından ona şu duâyı yaptı: "Allah'ım! Beni koruyarak gecelediği gibi, sen de Ebû Eyyûb'u koru!"11
-
gecenin karanlığı size neyi anlatır
Böyle büyük bir alemin yıldızların evrenin bir yaratıcısı olduğunu ve bu kudretten korkmamız gerektiğini hatırlatır. Ayrıca yanlız kaldığımda karanlık içime sinsi bir korku sokar, bazen odadan odaya geçmek zulum gelir.
-
DİNİ ANLAMDA NEYE İNANIYORUM... İnanç sahibi olanları anlayabiliyorum... Fakat inanç sahibi olmayanlarında anlaşılabilr tarafları olduğunu unutmayalım
Seviyeli tartışma için teşekkür ediyorum, Herkezin ne olduğunu neden burada olduğunu neden bir İnek değilde bir insan olarak bu dünyaya geldiğini idrak edebilmesi dileği ile yayınımı burada sonladırıyor saygı ve sevgilerimle sizleri selamlıyorum. İnananlar ALLAH a inanmıyanlar neye inanmak istiyorlarsa ona emanet olsunlar.
-
DİNİ ANLAMDA NEYE İNANIYORUM... İnanç sahibi olanları anlayabiliyorum... Fakat inanç sahibi olmayanlarında anlaşılabilr tarafları olduğunu unutmayalım
Eğer düşmanım iseniz bu teklif ettiğinzi kitaplarda sizin en büyük silahınız olurdu bana karşı emin olun. Ama düşnamım değilsiniz. Umarım gerçekleri öğrendiğinizde çok geç olmaz. He bu arada bende size Tolstoy'un Hz. Muhammed'in Kurana girmemiş ayatleri kitabını okumanızı öneririm.
-
DİNİ ANLAMDA NEYE İNANIYORUM... İnanç sahibi olanları anlayabiliyorum... Fakat inanç sahibi olmayanlarında anlaşılabilr tarafları olduğunu unutmayalım
Bakınız size inanmak çok zor bütün eserleri okumuşsunuz. Siz anlıyamıyorsanız oradaki manayı ben size nasıl anlatayım acaba? Size başta Kuran sonra büyük alimlerin kitapları yardımcı olamamış gerçek gözünüzün görmesine gönül gözününzün açılmasına vesile olmamışç Şimdik ben size Mesnevideki Ademin yaratılışnı kendi idrak ettiğim biçimde açıklamaya çalışsa cümle cümle anlatsam saatlerimi versem bir anlamı yok. Çünkü ben Mevlana ve ya Said Nursi kadar alim ilim sahibi bir insan değilim, gördüğüm kadarı ile sizin kadar da ilim sahibi değilim. Ben değil ancak siz bana anlatabilirsiniz. Siz bana Mesnevidekli cümleyi veriniz sonrasında da şurasında şunu böyle anladım diyiniz bende size fikrimi söyliyeyim. Şimdik koskoca bölümü ben size burda nasıl açıklıyabilirim ki? Belli ki takıldığınız bir nokta var. Birde ben sizin karşınızda kendimi aciz ve bilinçsiz hissettim ben bile kendimi böyle hissetti isem kim bilir siz benim hakkımda neler düşünüyorsunuzdur. Dolayısı ile size benim açıklamalarım bir bilinçsizin anlamsızlıklarından ve ya bilim kurgularından başka bişi gelmez ve ya o da hikaye gelir o yüzden ne açıklamam lazım bilemedim.
-
DİNİ ANLAMDA NEYE İNANIYORUM... İnanç sahibi olanları anlayabiliyorum... Fakat inanç sahibi olmayanlarında anlaşılabilr tarafları olduğunu unutmayalım
Sizin kadar çok milletin içinde bulunmuş olmasam da kültürlerini birebir görmesemde bende din'lerini kitaplarını okudum bende birçok ateist tesit hristiyan (özellikle Poulho Cuelho btün kitapları) okudum dinleri araştırdım. Neyse bunları söylemek sizin ne kadar kültürlü birisi olduğunuzu anlatmıyor ki.. Ne okursanız okuyun ne kadar bilirseniz bilin sizde görüldüğü gibi iş inanç ve iman da bitiyor. Allah bana gerçekliğini o kadar net ve çıplaklığı ile gösterdi ki artık heryerde onu görüyor , görmeye çalışıyorum. Ve onun şiddetli büyüklüğünü düşünüp korkmaya titremeye çalışıyor , istiyorum çünkü Allah'ıma bütün kalbimle inanıyorum. Son okuduğum kitaplardan biri de "Tanrıyı Tanımak" ama ben bu kitap tan sonra şimdikde "Himmeti Milleti Olan İnsan Said Nursi" kitabını okuyorum. Siz ne kadar ön yargısızzınıs? Risale-i Nur okudunuzmu? ve ya Said Nursi hayatını, ya da Mevlana Mesnevisini? Bunların hepsini okuduğunuzu zannetmiyorum çünkü çok kalın ve büyük eserler. Bence bunları da deneyiniz. Ben aslında sizi de anlıyabiliyorum bende okuduğum bazı kitaplar sonrasında çok sorguladım, amma o zaman gözümün ne kadar kör olduğunu sonradan anladım, o anda herşey daha iyi biliniyor anlaşılıyor daha net gibi geliyor insana ama asıl batak orası bence. Size görede benim yolum batak... Çıkmaz bir döngü ama durup kendi kendinize düşündüğünüzde bu Evrende böyle akıllı bir varlığın başıboş bırakılamıyacağını anlıyacaksınız.
-
DİNİ ANLAMDA NEYE İNANIYORUM... İnanç sahibi olanları anlayabiliyorum... Fakat inanç sahibi olmayanlarında anlaşılabilr tarafları olduğunu unutmayalım
Acaba neden? Size dayatılan dinden tiskindiğiniz içinmi? Yoksa gerçekten düşünerek Allahın varlığını reddettiğiniz içinmi? Size bir misal vermek istiyorum. X adında bir tane adam varmış. Birgün eline inanılmaz çok özelliği olan, hiç bir telefonada olmayan özellikleri barındıran ve buna bağlı olarak menüleri filan çok karışık olan bir cep telefonu geçmiş. Telefonu kurcalamaya anlamaya çalışmış menülerde geziyormuş bakıyormuş, her değişik menü de vay be filan diyormuş. Neyse bu telefonu böyle kurcalarken ve hala tam çözemezken yoldan heçen Y ismindeki vatandaş bunun yanına yanaşmış Y: Arkadaş ne var ne yok ne yapıyorsun burada? X: Bak elimde böyle bir telefon var onu inceliyorum menüleri özellikleri çok karışık anlayamıyorum. Y: He ben o telefonu bliyorum bak burada hem içinin elektronik yapısını hemde menülerini anlatan ayrıntılı bir kullanım klavuzu var bak burdan oku anla. X: Ne içimi? İçimi var bi de bunun? Yok canım yürü işine sende içi filan yok bunun böyle çalışıyor kendi kendine işte. Y: Aaa olurmu öyle şey al bak işte yazıyor elektronik yollar entegreler kondansatörler , tranzistörler var bunun içinde. X: Ya olmaz öyle şey aç içini de bakalım o zaman. Y: İyide açalımda şimdik bende bunun yıldız anahtarı yok böyle de anlaşılıyor ama değilmi. X: Yoo anlaşılmıyor yok bunda elektronik devre filan. Bizim muhabbetimiz yukarıdaki muhabbete benziyor Allah sizlerede o elektronik devreleri görmeyi nasip etsin inşallah.
-
DİNİ ANLAMDA NEYE İNANIYORUM... İnanç sahibi olanları anlayabiliyorum... Fakat inanç sahibi olmayanlarında anlaşılabilr tarafları olduğunu unutmayalım
Bakınız soru şu... Bu evrenin, kusursuz alemlerin ,sizin, bizim, insanların sadece teoremlerini bulduğu nasıl çalıştığını anlamaya çalıştığı şeylerin bir yaratıcısının olduğunu kabul ediyormusunuz? Etmiyormusunuz?
-
DİNİ ANLAMDA NEYE İNANIYORUM... İnanç sahibi olanları anlayabiliyorum... Fakat inanç sahibi olmayanlarında anlaşılabilr tarafları olduğunu unutmayalım
Ben soruyu sorarken neyin ne anlamda olduğunu bilerek sordum, Ayrıca Tesit sizin dediğiniz demek değil. Teist bütün dini inanışlara karşı ancak bir yaratanın varlığını düşünen kişidir. Soru yukarıda bir yaratıcı var mı yokmu? Yoksa benim bahsettiğim şeyleri bizim için kim yarattı kim sundu?
-
DİNİ ANLAMDA NEYE İNANIYORUM... İnanç sahibi olanları anlayabiliyorum... Fakat inanç sahibi olmayanlarında anlaşılabilr tarafları olduğunu unutmayalım
Yani sizce bir yaratıcı var ve bunun adı "YÜCE UÇAN SPAGETTİ CANAVARI" öylemi? Yani bir yaratıcının olduğuna inanıyorsunuz? Siz Teistmisiniz? Ateist mi?