
gulcicek
Φ Yeni Üyeler-
İçerik Sayısı
5 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
gulcicek tarafından postalanan herşey
-
301 hakkında görüşleriniz nedir ?
gulcicek şurada cevap verdi: Yayamaz Kayımca başlık Politika Bilimi
NE ALAKA! Bazen öyle olaylarla karşılaşırsınız ki, birbirine neden sonuç ilişkileriyle bağlanmayan olgular zorlama bir şekilde birleştirilmiş, sonuçta eklektik bir şey ortaya çıkmıştır. Denklem sonucu, denklemi kuranın görmek istediği gibi kurulmuş, faydacı bir yaklaşımla mantık bile tahrif edilmiştir. Bu olgular arasında bağlantı olmadığını anlatmak, şaşkınlığınızı ifade etmek için "ne alaka" dersiniz. İşte şimdi size anlatacağım olay da tam "ne alaka"lık bir olay. 53 yıllık sigara tiryakisi, 7 çocuk, 5 torun sahibi Hasan Erdoğan 19 Mayıs kutlamaları nedeniyle Pertek Kaymakamını ziyaret eder. Laf lafı açar. Konu, sigara yasağına gelir. Sohbete katılanlar arasında Cumhuriyet Başsavcısı Fethi Ahmet Tosun da bulunmaktadır. Emekli öğretmen Hasan Erdoğan sigara yasağını yetersiz bulduğunu ifade edip, bu konuda savcıların da görevlerini yeteri kadar yapmadıklarını söyler. Başsavcı Tosun, sohbet esnasında Erdoğan'ın söylediklerine dair tek kelime etmez. emekli öğretmen Pertek Kaymakamlığından çıkıp kahvehaneye gider. Ne olursa ondan sonra olur. Polis, emekli öğretmeni karakola "davet" eder. Tam 5 saat karakolda tutulur Hasan Erdoğan. Olayla ilgili uzun uzun ifadeler verir. Avukatında kendisine 301. maddeyle ilgili dava açıldığını öğrenir. Yaşadığı bu traji komik olay karşısında şaşırdığını ve üzüldüğünü söyleyen öğretmenin ailesi de büyük korku ve gerginlik yaşar. İşte ülkemizde yasalar insana "ne alaka" dedirtecek kadar keyfi bir şekilde uygulanıyor. Eğer emekli öğretmenin devletin kurumlarını aşağılamak gibi bir derdi ve niyeti olsaydı bunu yapacağı son yer kaymakamın odası olurdu heralde. Öyle bir niyeti olmadığı çok açık. O zaman buluttan nem kapacak düzeyde hassas olmakta niye? Emekli öğretmen karşısındaki insanların samimiyetine güvenerek, sigara yasağı konusunda savcıları eleştirmiş. Hasan Erdoğan'ın eleştirisi yerinde. Haksız bir eleştiride yapabilirdi. Ne olacak yani haksız eleştiri yaptı diye 301'den mi yargılanacak? Hasan Erdoğan'a dava açılırsa 6 aydan 2 yıla hapis cezasıyla yargılanacak. 301. maddenin içeriği, 'Türkiye Cumhuriyeti hükümetini, devletin yargı organlarını, askeri teşkilatını, istihbarat ve emniyet teşkilatını söz, düşünce ve fiillerle aşağılamak?' Paronayakça duygularla hareket etmek, öküzün altında buzağı aramak? Bunlar dar kafalı ve önyargılı bir zihniyetin ürünleridir. Neden sonuç ilişkileri kurulmadan, ben yaptım oldu anlayışıyla oluşturulmuş dava tutanakları... Kahvehanelerde insan avına çıkmak? İşte tam da "ne alakalık" bir olay. Sormadan edemeyeceğim. Ne alaka savcı bey, ne alaka? -http://www.istanbulcikmazi.com/?yazar=105&sira=1- -
BİR DE BALE YAPMAYI DENEYİN Tam bir şiddet toplumuyuz. Öyle ki şiddet yaşamımızın her bir milimine sızmış. Sorunlarımızı çoğunlukla şiddetle çözmeye çalışırız. Farklı görüştekilere genelde söz hakkı tanımayız. Karşıt görüşteki birinin kendisini ifade etmesini kendi varlık alanımıza yapılmış bir saldırı olarak değerlendiririz. Güvensizlik duyarız. Sosyal ilişkilerimizde ipleri elimize geçirdik mi, karşımızdakinin tepesine çökeriz. Sözlü, yazılı, fiili her türlü şiddet; toplumumuzda fazlasıyla mevcut. Öyle ki eğlenirken bile şiddet kullanırız. Düğünlerde, maç kutlamalarında, asker uğurlamalarında silahımızı konuştururuz. Silahlar bizim için vazgeçilmezdir. Silahla bu kadar içiçeliğimiz, onu kontrollü kullanmak bakımından olumlu bir durum yaratmıyor. Çabuk parlayan insanlar olduğumuz için günlük yaşantımızda oto kontrolümüz ne kadarsa, silahımız üzerinde de kontrolümüz o kadar oluyor. Bundan dolayı da silahımızdan çıkan kurşunların yüzde 99'u serseridir. Ne tarafa gideceği, kimi vuracağı tamamen şansa kalmıştır. DİE verilerine göre, yılda 600-700 kişi ******** kurşunla ölüyor. Sadece kurşunlarımızın değil, kişiliklerimizin de ******* olduğunu gösteriyor bu veriler. Özellikle bazı yörelerimizde silah kullanımı daha fazladır. Rize'de bu kentlerden biridir. 2 Mart Rize'nin düşmandan kurtarılışının 90. yılıydı. Kutlamalar esnasında valiyle belediye başkanı birbirine girmiş. Tartışmanın nedeni, valiliğin kutlamalar sırasında kurusıkı tabanca kullanılmasını yasaklamış olması. AKP'li Belediye Başkanı Halil Bakırcı, valiliğin bu tutumuna kızmış ve "Kurtuluş gününde temsili kurtuluş yapılıyorsa, bizim bale yapacak halimiz yok. Doğal olarak geçmişte olduğu gibi bugün de temsili anlamda silah kullanacağız" demiş. İşte böyle bir kültürün içinde yaşıyoruz. Hem sağa sola ateş edip insanların canına kastederiz, hem de bununla övünürüz. Valiliğin kuru sıkı kullanılması için yaptığı itirazın gerekçelerinde 'Törenlerde silah ve benzeri araçlar yerine, çocuklara model olabilecek daha yaratıcı tasarımlar sunulması daha doğru olur' görüşlerine yer verilmiş. Valiliğin önerileri son derece yerinde. Belediye Başkanı ise silah konusunda ısrar ederek tartışmaya son noktayı koyuyor. Yani kurtuluş günü kutlaması eşittir silah. Ona göre başka bir denklem olası değil. Bu tartışma nasıl bir kültürel yapı içinde olduğumuzu çok iyi anlatıyor. Ne demek kurtuluş gününde silah kullanmamak, olacak iş mi. Bu zihniyet, başka bir alternatifi olası görmüyor. Bakırcı'nın bale üzerinden yaptığı değerlendirme aslında başlı başına bir yazı konusu. Ama biz şimdilik sadece şunu söylemekle yetinelim: Kurtuluş günlerini bir de baleyle mizansen etmeyi deneyin. Silahı günlük yaşamınızın dışına çıkarmayı deneyin. Belki o zaman, daha az insan ölür. -http://www.istanbulcikmazi.com/?yazar=104&sira=1-
-
ÇAĞIN NERESİNDEYİZ? Şimdi sorduğum bu soruya; ne demek neresindeyiz? Tabi ki içindeyiz diyenler olacaktır. Ben de bu cevaba; fiziki olarak tabi ki içindeyiz, ama anlayış olarak, zihniyet olarak neresindeyiz sorusunu soracağım? Evet, eğri oturup doğru konuşalım, çubuğu biraz kendimizden yana bükelim. Başkaları için sorduğumuz soruları, bugün kendimize yöneltelim. Kendimize şöyle bir dışardan bakalım? Ne görüyoruz? Sizi bilmem ama benim gördüklerim hiç iç açıcı değil. Afganistan?da Pervez Kambakş adlı gazetecilik öğrencisi bir genç, internetten kadın haklarını konu alan bir bildiri indirip üniversitede dağıtmak suçundan yargılandığı şeriat mahkemesinde idam cezasına çarptırıldı. Bir tek Afgan kadınları inceldiği yerden kopsun misali Kambakş için sokaklara çıkıyor, mitingler düzenliyorlar. Sokaklara yalnız Kambakş için değil, aynı zamanda bildiride yazılı olan kadın hakları için de dolduruyorlar... Bir genç, kadın haklarıyla ilgili bildiri dağıttığı için ölüme mahkum ediliyor. İnternette milyarlarca insanın istediği zaman bir tıkla ulaşabildiği bilgi, Afganistan?da genç bir insana idam cezası verilmesine neden oluyor. Bu olay 16. ya da 17 yüzyılda olmuyor, 21. yüzyılda gerçekleşiyor. Şaka gibi geliyor insana. İnsanın içini bulandıran kötü bir şaka? Benzer bir olay da Suudi Arabistan?da gerçekleşiyor. 11 yıl önce çalışmak için Suudi Arabistan?a giden Sabri Boğday?lı, komşusu olan Mısırlı bir terziyle kavga ederken Allah?a küfrettiği iddasıyla tutuklandı. Son duruşmada başı kesilerek idam cezası verilen Boğday için Hatay?da bulunan eşinin ricası ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Suudi yetkililerle görüşüyor. Henüz bir sonuç yok. Sabri Boğday?lının komşusuyla tartışırken bir anlıkta olsa hakim olamadığı öfkesi, ona idamın kapılarını aralıyor. İdamın bile tartışılır olduğu içinde bulunduğumuz çağda, böyle bir gerekçeden dolayı Boğday?ın yaşamına son verilme cezası veriliyor. Örnekler içerik bakımından birbirine çok benzemese de, verilen cezalar bakımından değerlendirirsek, ortak noktaları her ikisinin de hiç hakketmedikleri halde ölüme mahkum edilmiş olmaları? Her ikisi de şeriat kanunlarına göre bu cezalara çarptırılıyor. Her iki olay da İslam ülkelerinde meydana geliyor. Ne diyeyim daha? Farabi Batı?nın ilk Aristo?suydu. İbn?i Bacce daha 12 yüzyılda hapishanelerin olmadığı bir ülke düşü kurmuştu. Her türlü gerçeğin yalnız akıl ile bulunabileceğine inanan filozof, matematikçi, İbn?i Rüşt yazdığı yazılarla yeni dünyanın, yani Amerika?nın varlığı hakkında Kristof Kolomb?a fikir vermişti. Bu saydığım isimlerin hepsi 10. ve 12. yüzyıllarda yaşamış İslam filozofları? Nerden nereye? Yaşananlar içimi bulandıran kötü bir şaka gibi geliyor bana. -http://www.istanbulcikmazi.com/?yazar=104&sira=1-
-
GREV GÖZCÜSÜ BAŞBAKAN?IN 1 MAYIS DAYATMASI Başlık sizi şaşırtmasın. Başbakan Tayip Erdoğan, Temmuz 1988?de 118 gün devam eden Darphane ve Damga Matbaası işçilerini ?grev gözcüsü? önlüğünü giyerek desteklemiş. Peki şimdi ne yapıyor? Maç kutlamalarına, yılbaşı eğlencelerine, festivallere açık olan Taksim Meydanı?nı işçi ve memur sendikalarına kapatıyor. Onların 1 Mayıs kutlaması için önerdikleri Taksim talebini görmezden geliyor. Ortada bir sorun var? Sendikalar hem 1977 1 Mayıs?ında ölenleri anmak hem de çalıştığı, vergisini verdiği bu ülkede, her kesime açık olan Taksim Meydanı?nda 1 Mayıs kutlaması yapmak istiyor. Başbakan ve İstanbul Valisi bu talebi görmezlikten geliyor. Görmezlikten gelince, anlaşma yolları kapatılınca, ortaya sorun çıkıyor. Sorun olmayacak bir talep olumsuz, yapıcı olmayan bir yaklaşımla ?sorunlaştırılıyor.? 1 Mayıs kutlamasının nerede ve ne şekilde yapılacağı 10 gündür tartışılıyor. Hala tam anlamıyla bir konsensus sağlanmış değil? 1988?de ANAP iktidarı döneminde Refah Partisi MKYK Üyesi ve İstanbul İl Başkanı olarak işçileri grev yerlerinde ziyaret eden Erdoğan,"Ülkemizde özellikle 1980 sonrası hükümetler işçi haklarına, insan onuruna yakışmayacak şekilde ilgisiz kalmaktadır. Alın teri kutsallığını yitirmiştir. Ülkemizde işçilerimiz kira ücretlerini dahi ödeyemeyecek zorluklar içersinde kıvranmaktadır. Bu zulme son verene kadar haklı ve kararlı mücadelelerin yanında olmayı inancımızın gereği olarak bir görev telakki ederiz." açıklamasında bulunmuştu. Başbakan Erdoğan?a sormak istiyoruz: 1988?den bu yana ne değişti? İşçi haklarında, işçi maaşlarında bir düzelme oldu mu? Ya da tam tersi işçilerin sosyal hakları bakımından daha da bir geriye gidiş mi var? 1988?de işçileri grev çadırlarında ziyaret ederek, dayanışma konuşmaları yapan Başbakan bugün neden sorun olmayacak Taksim talebini ?sorun? haline getiriyor? Yoksa 1988?de yaptığı takiye miydi? İktidarda olunmadığı sürece atıp tutmak, iktidara gelince işçiyi hiçe sayan bir tutum sergilemek? AK Parti 2007 seçimlerinde yaklaşık olarak yüzde 47 oyla iktidara gelmişti. Türban konusunda, Anayasanın değiştirilmesi konusunda atılan adımları eleştiren diğer partilere ?biz buraya yüzde 47 halkın oyuyla geldik, elbette ki onların sorunlarına çözüm getireceğiz? açıklamaları yapılıyordu. Yeri gelmişken soralım, bu yüzde 47?nin içinde hiç mi işçi yoktu? Onların sorunlarını ne zaman çözeceksiniz?? -http://www.istanbulcikmazi.com/?yazar=104&sira=9-
-
KANALTÜRK HAKKINDA................
gulcicek şurada cevap verdi: Yayamaz Kayımca başlık Güncel Konular
TUNCAY ÖZKAN'IN GERÇEKTE SATTIĞI NEDİR? Hadi canım bu kadarı da olmaz dedirten bir olayla karşı karşıyayız. Laik ve ulusalcı çizgisiyle bilinen Kanaltürk sahibi Tuncay Özkan, TV kanalını sattı. Buraya kadar sorun yok. Sorun, Kanaltürk'ü sattığı kişilerin AKP'ye ve Fethullahçılara yakınlığıyla bilinen Koza İpek grubu olması? AKP ve Fethullahçılara karşı Kanaltürk'te o kadar program yap, Cumhuriyet mitinglerine öncülük et, işi "bizkaçkişiyiz" muhalefet hareketini örgütlemeye kadar götür; sonra da TV'yi eleştirdiğin, karşı geldiğin anlayışın kucağına teslim et. Gerekçede kanalın artık maaş ödeyecek durumunun kalmayacak kadar borçlanması? İktidarın baskıları? vs Bir kere Tuncay Özkan'ın onca misyon adamlığı pratiğinden sonra, kanalı satacak başka adam mı bulamadı ki, programlarında yerden yere vurduğu Fethullahçıların güzide yüzlerinden olan Akın İpek'e sattı. Başka olanağı yok muydu? Turgay Ciner başta olmak üzere kanala çeşitli teklifler geldiği biliniyor. Daha ucuz da olsa onlardan birini tercih edebilirdi. Ya da yobazlara karşı bir mevzi bir kale olarak gördüğü Kanaltürk'ü satmak yerine iktidarın baskısına karşı "vuruşarak" cevap verip kanalını kendi eliyle kapatabilirdi. Ama o hiç birisini yapmadı. Yobazlara karşı bir savaş mevzisi olarak gösterdiği ve bir sürü de insanı buna inandırdığı TV kanalını kendi elleriyle götürüp, düşman dediği adamlara 3-5 kuruş karşılığında teslim etti. Gericiliğe karşı bir mücadele içinde olduğunuzu düşünün, bu mücadelenin en önemli mevzilerinden birinin de, bir TV kanalı ve onun sahibi olduğuna yürekten inanıyorsunuz. Bir gün uyanıyorsunuz ki, TV kanalı, sahibi tarafından mücadele yürüttüğü Fethullahçılara satılmış. Olacak iş değil. Tuncay Özkan kendine ve kanalının verdiği mücadeleye inanan insanları yarı yolda bıraktı. Deyim yerindeyse onları sattı. Sadece 25 milyon dolara. Burada Akın İpek'in yeni bir kanal kurabilecekken Kanaltürk'ü satın alması ulusalcıları demorilize eden psikolojik bir manevra olarak görülebilir. Bence bu durum, at izinin it izine karıştığı bu noktada talidir. Yeryüzünün neresinde olursa olsun, farklı dünya görüşlerinin çatışmalarının yoğunlaştığı dönemlerde bu tür manevralar yapılır. Bunda şaşılacak bir şey yok. Burada asıl görülmesi gereken Tuncay Özkan'ın bilerek ve isteyerek kendi kalesine attığı goldür. Tuncay Özkan gericiliğe karşı mücadele eden insanları kandırmıştır. İlk önce kendinin bir misyon adamı olduğuna inandırmış. Sonra da kanalını bu insanlara bir mevzi gibi göstermiştir. AKP iktidarını en fazla eleştiren kanal ünvanını elde ederek Kanaltürk'ün satış değerini arttırmış, sonra da malüm satışı gerçekleştirmiştir. Burada imam cemaat meselesi de ister istemez gündeme geliyor. Bu vesileyle Tuncay Özkan'ın imamlığının sahteliği de ortaya çıktı. Onun niyeti ****** karşı verilen kavgada öncülük değil, ulusalcı kesimin mücadelesinden rant sağlamakmış. Nitekim sağladı da. Trajedinin başladığı nokta da burası bence. Trajediyi yaşayanlar, hayal kırıklığına uğrayanlar, yalnız kaldıklarını düşünenler Özkan'ın asıl niyetinin ***** karşı mücadele falan değil de, cebini doldurmak olduğunu göremeyen binlerce insan. Özkan'ın gerçekte sattığı bir TV kanalı değil, binlerce insanın inandığı ve arkasında durduğu politik değerlerdir. Ve bu binlerce insan, Özkan ve onun gibilere söyleyecek sözlerini şimdiden hazırlamalıdır. Evet, "bizçokkişiyiz" ama aramızda senin gibi sömürücülere yer yoktur. -http://www.istanbulcikmazi.com/?yazar=105&sira=-