Arkadaşlar normalde kopyala yapıştır türü yazıları sevemedim.
Bu okuduğum bir blogdan alınma , araştırmadır.
Affınıza sığınarak kopyala yapıştır yaptım.
Biraz uzun. Ben hepsini okudum. İlgi duyanların ilgisine diyeyim.
Saygılar
--------------------------------------------------
Resulullah (sav) muhtazar (ölmeye yakın) iken evde bir kısım erkekler vardı. Bunlardan biri de Ömer İbnu`l-Hattab (ra) idi. Resulullah (sav): "Gelin, size bir şey (vasiyet) yazayım da bundan sonra dalalete düşmeyin!" buyurdular. Hz. Ömer: "Resulullah (sav)`a izdırap galebe çalmış olmalı. Yanımızda Kur`an var, Allah`ın kitabı sizlere yeterlidir" dedi. Oradakiler aralarında ihtilafa düştü. Kimisi: "Yaklaşın, Resulullah (sav) size vasiyet yazsın!" diyor, kimi de Hz. Ömer (ra)`in sözünü tekrar ediyordu. Gürültü ve ihtilaf artınca, (aleyhissalatu vesselam): "Yanımdan kalkın, yanımda münakaşa caiz değildir!" buyurdu. Bunun üzerine İbnu Abbas (ra): "En büyük musibet, Resulullah (sav)`la onun vasiyeti arasına girip engel olmaktır!" diyerek çıktı.
HadisNo:5406
Dikkat edilirse Buhari'nin hadisinde bir "sorma"dan bahsedilmediği gibi ölüm döşeğindeki peygamberin yanıbaşında Ömer yanlıları ve karşıtları arasında tartışma yaşandığı anlatılıyor. İbn Abbas'ın Ömer'în karşısında olduğunu ve hatta Ömeri musibetlikle suçladığını görüyoruz. Hatta Muhammed de "benim yanımda tartışmayın" diye hepsini dışarı çıkartıyor.
Burdan başka bir konuya da geçebiliyoruz tabii. Bu konu o kadar önemlidir ki, vasiyet edilmesinin yasak olup olmamasını bile belirleyecektir tabii. Yeter ki Ömer'in ve ekibinin iktidarı kurtulsun. Kuran'da vasiyetle ilgili bir sürü ayet bulunmasına karşın işlerine gelmediği için Ömer yanlıları vasiyet etmenin farz olmadığına dair şeyler üretip, iktidarı kurtarmaya çalışıyorlar. Örneğin
Fasil: VASİYET BÖLÜMÜ
Konu:Vasiyet Hakkında
Ravi:Talha İbnu Musarrıf
İbnu Ebi Evfa (ra)`ya: "Resulullah vasiyette bulundu mu?" diye sordum. "Hayır" dedi. Ben tekrar: "Öyleyse, kendi vasiyette bulunmaksızın halka nasıl vasiyeti farz kılar veya emreder?" dedim. "Kitabullah`ı vasiyet etti!" diye cevap verdi.
Görüldüğü gibi hem minare çalınıyor, hem de kılıf hazırlanıyor. Önce Muhammed'in vasiyet etmesini engelliyorlar, ondan sonra da kendisi vasiyet etmediğine göre farz değildir diyorlar. Ama Ebubekir'in kendi yerine Ömer'in geçmesi için vasiyet yazdırılması gerektiğinde, Ebubekir'in sayıklayıp sayıklamadığına bakılmaksızın vasiyeti yazdırılıyor ve vasiyet tekrar serbest bırakılmış oluyor. Aslında işin doğrusu herşey yasak yada herşey serbest olabilir, yeter ki o sırada bu iktidar sahibi olanların işine yarasın. Gerisi boş kelime..
---------------------------------
Şimdi de sie Müslim'in hadis ve yorumlarını aktarayım. Sahih-i Müslim kitabının vasiyet bölümünde bu konuyu işliyor Müslim. Bilindiği gibi Buhari'den sonraki en büyük hadisçi kabul ediliyor. Ve Seadet-i Edebiyye kitabındaki yorumlara Müslim'in de aynen katıldığını görüyoruz.
Resûlüllah (Sailailahü Aleyhi ve Seilem) evde içlerinde Ömer b. El-Hat-tab'ın da bulunduğu bir takım zevat olduğu halde intizâra gelince :
«Getirin size bir nâme yazayım; ondan sonra bir daha sapmazsınız!» buyurdu. Bunun üzerine Ömer:
— Gerçekten Resûlüllah (Saiiallahü Aleyhi ve Seilem) 'e hastalık galefce çaldı. Kur'an elimizdedir. Bize Allah'ın kitabı yeter, dedi. Müteakiben ehl-i beyt ihtilâf ve münakaşa ettiler. Kimisi: Getirin Resûlüllah (Saiiallahü Aleyhi ve Seilem) size fcir daha asla sapmayacağınız bir nâme yazsın! diyor; kimisi de Ömer'in söylediğini söylüyordu. Bunlar Resûlüllah (Saiiallahü Aleyhi ve Seilem) 'in huzurunda lâkırtı ve ihtilâfı çoğaltınca (o hazret) «Kalkın» buyurdular.
Ubeydullah demiş ki: İbni Abhâs: Musibetin en büyüğü, Resûlüllah (Saiiallahü Aleyhi ve Seilem) ile bu nâmeyi kendilerine yazmasının arasına giren ihtilâf ve gürültüleridir, diyordu.
Bu hadîsi Buhârî «Cihâd», «Megâzî» ve ««Cizye» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Cirâh»da; Nesâî «İlim» bahsinde muhtelif râ-vilerden tahrîc etmişlerdir.
İbni Abbâs hazretlerinin : «Ah perşembe günü!.. Ne perşembe günü idi o!..» sözünden maksat: O günün şiddet ve kötülüğünün büyüklüğüdür. Bu kötülük onun itikadına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSeUem)in söyleyeceklerini yazmamalarıdır. Bundan dolayıdır ki, îbni Abbâs (Radiyailahuanh) : «Musibetin en büyüğü Kesûlüllah (Sallaİlahü Aleyhi ve SeHem) ile bu nâmeyi kendilerine yazmasının arasına giren ihtilâf ve gürültüleridir.» demiştir.
Aslında İbn Abbas'ın Ömer'i musibet olarak nitelemesi anlaşılır bir durum, çünkü o da Ehli Beyt'ten biri. Hadis aynı yani. Peki bu hadisin yorumu nasıl acaba. Bir de Müslim'ün yorumuna bakalım:
Bu hadîs etrafında Nevevî şunları söylemiştir: Peygamber (Saüa'ûahü Aleyhi ve Sellem / yalan söylemekten ve şer'î ahkâmdan bir şey değiştirmekten sıhhat hâlinde de, hastalığında da ma'sumdur. Allah tararından beyân ve tebliği emir buyurulan bir şeyi beyan etmeyip bırakmaktan da masum ve münezzehtir. Fakat şanına nakîsa ve şerîatine fe-sâd sayılmayan hastalık ve sızı gibi vücûd arızalarından ma'sum değildir. Nitekim kendilerine sihir yapılmış; bu sebeple yapmadığı bir şey ona yapmış gibi görünmüştür; ancak bu halde kendisinden şeriat hükümleri hususunda evvelkilere muhalif bir söz sadır olmamıştır. Bu cihet boy-lece bilindikten sonra gelelim buradaki yazı meselesine:
Resûlüllah (Sailallafjü Aleyhi ve Sellem)'in ölüm döşeğinde iken ne yazdırmak istediği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazıları muayyen bir şahsa hilâfeti vasiyyet etmek ve bu suretle vukuu hâtıra gelen fitae ve fe^ıcî-!arın önünü almak istediğini söylemiş; bir takımları mühim hükümleri kısaca yazdırıp beyân etmek istediğini; zira nassan vârid olmuş bir de-:îl hususunda ancak böylelikle birleşip niza' ortadan kalkacağını ifâde etmişlerdir. Demek oluyor ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evvelâ bu düşündüklerini yazdırmak istemiş; yahut bu cihet kendisine vah-yolunmuş; sonra yazdırmamanın daha muvafık olduğu kanaatine varmış yahut yine vahî gelerek ilk emir neshedilmiştir.
Burda yepyeni bir iddia ile karşılaşıyoruz. Peygambere sihir yapılmış! İşte hadisin yarattığı sıkışıklık durumuna getirilen başka bir açıklama. İnanılmaz birşey. Bir sonraki paragrafta ise Muhammed'İn ne yazdırmak istediği üzerine yapılan tartışmalardan bahsediliyor. Elbette birşey engellenirse, herkes merak eder, acaba ne vasiyet edecekti diye. Ama çözüm hemen bulunuyor. Önce vasiyet etmek istedi, sonra vazgeçti. Halbuki hadisin kendisinde apaçık durum ortada. Millet mirayedi gibi kavgaya girince Muhammed belli ki kızıp hepsini sepetliyor. Vasiyet de kalakalıyor. Neyse biz Müslim'den devam edelim.
Hz. Ömerin bu mesele hakkındaki sözü kelâm uleması tarafından bilittifak onun faziletine ve derin anlayışına delil sayılmıştır. Çünkü Ömer (Radiyailahu anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in müslümanlar için tehammülü güç, terk edildiği takdirde cezayı müstel-zim bazı şeyler yazdıracağından, nassan sabit olan bu deliller karşısında içtihada da mecal kalmayacağından endîşe ederek : «Bize Allah'ın kitabı yeter.» demişti. Zîra Teâlâ Hazretleri: «Biz bu kitapta hiç bir şeyî eksik bırakmadık.» [5] Ve «Bugün size dîninizi tamamladım.» [6] buyurmuştu. Hz. Ömer bunlardan Dîn-i İlâhînin tamam olduğunu, bu ümmetin delâletten emîn kaldığını anlamıştı. Binâenaleyh Ömer (Radiyallahu anh) Hz. İbni Abbâs ile ona muvafakat edenlerden daha anlayışlı idi.
Görüyor musunuz? Demek ki benzer iddalar sadece Ahmet Mekki Efendi'nin "Felaket-i Ebediyye"
kitabında geçmiyor. Aynı şeyleri Sahih-i Müslim'de de görüyoruz. Ne diyor? Muhammed'in tahammülü güç, terk edildiği takdirde müstelzim (yani cezayı gerektiren) şeyler yazdırabileceğinden ve bunun da daha sonra yorumlanamayacak şeyler olabileceğinden Ömer'in bu vasiyeti engellemesi onun derin faziletini ve anlayışını gösteriyormuş. Bu derin din alimlerinin açıklamaları dudak uçuklatıyor doğrusu. İnanılır gibi değil. Adamlar resmen kendi peygamberlerinin son arzusundan bile derin bir endişe duyuyorlar.
İkinci gerekçe olarak da Kuran'ın yazımının tamamlandığı, bu yüzden başka bir değişiklik olmayacağı söyleniyor. Sünni yorumcular sürekli kıvırıp duruyorlar. Sanki Muhammed yeni ayet geldi, yazdıracağım demiş gibi demagoji yapıyorlar. Adamcağız vasiyet yazdırmak istiyor. Yok Kuran bitti, daha vasiyet olmaz ne demektir. Oracıkta Ömer ve ekibi karar veriyorlar. Muhammed Kuran'ı bize vasiyet olarak bıraktı, başka vasiyet yazdıramaz. Müslim de bu despotları haklı görüyor.
Beyhakî «Delâilü'n-Nübüvve» adlı kitabının sonunda şunları söylemiştir: «Hz. Resûlüllah (SallallahüAleykiveSellem)'e ıztırâb galebe çalınca, Ömer (Radiyailahu anh) sadece bu ıztırabı hafifletmek istemiştir. Eğer Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'in muradı müslümanlara mutlaka lâzım bir şeyi beyân etmek olsa idi ashabı ihtilâf ettikleri için yahut başka bir sebeple onu bırakamazdı. Çünkü Teâlâ Hazretleri:
«Sana indirileni teblîğ et!» [7] buyurmuştu. Netekim şâir ahkâmın tebliğini düşmanlarının muhalefetine bakıp da terk etmiş değildi. Aynı hal içerisinde yahudîlerin Arap yarımadasından çıkarılmasını ve hadîste zikri geçen diğer hususatı emir buyurmuştu...
Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'in hastalığında bunca ıztırabi-na rağmen söyleyeceklerini yazdırmaya didinmesi meşakkat olacaktı. İşte Ömer, ona hafiiîik olsun diye yukarıda beyan olunan cevabıyla iktifayı münasib gördü. Bir de ehli ilme ictihâd kapısı kapanmasın diye bu şekilde hareket etti...»
Müslim önce Nevevi'nin yorumunu vermişti, şimdi de Beyhaki'nin yorumunu veriyor. Ama sonuç değişmiyor. Gerekçe değişiyor sadece. Şimdi de eğer Muhammed ille de müslümanlara gerekli birşey olsaydı yazdırmakta ısrar ederdi gerekçesi öne sürülüyor. Görüyor musunuz, bir o kaba giriliyor, bir bu kaba ama ille de Ömer korunuyor. Bir tanesi de çıkıp "yahu olur mu kardeşim böyle şey, ölen adamın son arzusunu yerine getirmemek, vasiyetini yazdırmamak kadar büyük bir zalimlik olur mu. İdam mahkumlarına bile yapılmaz bu zulüm" diyemiyor. İşte Sünni ilminin sefaleti.
-------------------------------------------
"Peygamber ölüm döşeğindeydi. Etrafındaki sahabelere 'bana bir kağıt getirin de size bir şey yazayım ki bundan sonra sapmayasınız' diye seslendi. Orada bulunan Ömer, 'Peygamber hastalığın etkisiyle ne dediğini bilmiyor. Yanınızda Kuran var. Allah'ın Kitabı bize yeter!' diyerek peygamberin yazmasını engelledi." (Buhari: Cihad 176, Cizye 6, İlim 49, Merza 17, Megazi 83, İtisam 26; Müslim: Vasiyye 20,21,22 ve Ahmed b. Hanbel 1/ 222, 324, 336, 355 )
Elbetteki böyle bir iddia az patırtı koparmaz. Olay son derece ciddi. Peygamber vasiyet yazmak istiyor ama Ömer bunu engelliyor. Hadisleri reddedenler için tartışmaya bile gerek yok. Ama bilindiği gibi 90 baskı yapan bu kitapları alan binlerce kişi hadislerle yolunu buluyor. Bu durumun açıklanması gerek. Bakın Ahmet Mekki Efendi Ömer bahsinde neler anlatılıyor:
Bu mektûb, hâce Ebül-Hasen Behâdır Bedahşîye yazılmış olup, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” vefât edeceğine yakın kâğıd istediğini açıklamakdadır:
Allahü teâlâya hamd olsun. Onun seçdiği kullara selâm olsun! Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, mevt hastalığında, kâğıd istedi. (Bana kâğıd getiriniz! Benden sonra, yolu şaşırmamanız için, size kitâb yazacağım) buyurdu. Ömer “radıyallahü anh” birkaç Sahâbî ile birlikde, (Bize Allahü teâlânın kitâbı yetişir! Soralım, sayıklıyor mu?) dedi. Hâlbuki, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” her sözü vahy ile idi. Nitekim Vennecmi sûresi, üçüncü âyetinde meâlen, (O, boşuna konuşmaz. Hep, vahy olunanı söylemekdedir) buyuruldu. Vahy red olunursa, küfr olur. Nitekim, Mâide sûresi, kırkdördüncü âyetinde meâlen, (Allahü teâlânın gönderdiğine uymıyanlar kâfirdir) buyuruldu. Bundan başka, Peygamberin “sallallahü aleyhi ve sellem” sayıklıyacağını, fâidesiz söyliyebileceğini sanmak, Ona güvenmeği ve dînine i’timâd etmeği sarsar ki, bu da küfr ve zındıklıkdır. Bu mühim şübheyi nasıl hal etmeli?
-http://kitap.hakikatkitabevi.com/cgi-bin/cgi.exe/ilmihal/query=*/doc/%7B@3647%7D-
Tane tane ele almak gerekecek. Çünkü Ahmet Mekki Efendi pek güzel bir derleme yapamamış ve anlatımları da oldukça karmaşık. Başlangıçta hadisi kendi dilinden aktarıyor. Bu hadisi değerlendiren hâce Ebül-Hasen Behâdır Bedahşî'nin Ömer'i eleştirmesini ele alıyor önce. Demek ki Bedahşi, peygamberin sözlerinin vahy olduğunu ve bunun yazılmasının engellendiğini söylüyor. Bedahşi'nin bunu kanıtlamak için de Necm suresi 3. ayetini gösterdiğini aktarıyor. Bu ayet şöyledir:
O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.
Bedahşi ayrıca vahiy reddolunursa küfür olur diyor. Bunun için de Maide 44'ü gösteriyor. Peygamberin sayıklayacağını, gereksiz sözler söyleyeceğini söylemek de güvensizlik ve zındıklıktır diyor.
Yazarımız önce uzun bir paragrafla bunun nasıl bir sapkınlık, din düşmanlığı, karalama, cevap vermeye bile layık olmayan bişey olduğuna dair döktürüyor. Kısaca inananları Bedahşi'ye karşı gaza getiriyor. Sonra da konunun özüne giriyor.
Birinci önsöz — Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” her sözü, vahy ile değil idi. Vennecmi sûresindeki, (O, boş söz söylemez!) meâlindeki âyet-i kerîme, Kur’ân-ı kerîm içindir. Her sözü, vahy ile olsaydı, ba’zı sözlerine, Allahü teâlâ, yanlış demezdi ve afv etdiğini bildirmezdi. Tevbe sûresi, kırküçüncü âyetinde meâlen, (Onlara izn verdiğin için olan hatânı, Allahü teâlâ afv etdi) buyuruldu.
İlginç bir yaklaşım sergiliyor yazarımız. Halbuki biz peygamberin sözleri ve davranışları örnek alınır ve hatta bunun adına da sünnet denir. Nedense konu Ömer olunca Peygamberin yanlış sözlerinin de olabileceği gibi bir iddia ile ortaya atlamak da hiçbir beis görülmüyor. Keşke bu kadarla kalsa yine iyi. Bakın 2. önsöz'de yani ikinci gerekçe de daha neler söylüyor:
İkinci önsöz — İctihâdla olan sözlerde ve aklın verdiği karârlarda, o Serverin “aleyhi ve alâ âlihissalevât vetteslîmât” hilâfına, başka dürlü söylemek câiz idi. Haşr sûresinin ikinci âyetinde meâlen, (Ey akl sâhibleri, başkalarından ibret alınız!) buyuruyor. [Kıyâsın câiz ve lâzım olduğu, bu âyet-i kerîmeden anlaşıldığı, (Beydâvî) tefsîrinde yazılıdır.] Âl-i İmrân sûresinin yüzellidokuzuncu âyetinde meâlen, (İşlerinde Eshâbın ile meşveret et, onlara danış!) emr edilmekdedir. İbret almakda ve meşveret olurken fikrler, sözler red ve tebdîl olunur. Nitekim, Bedr muhârebesinde alınan esîrlerin öldürülmesi veyâ para karşılığı koyuverilmesi için sözler ikiye ayrılmışdı: Ömer “radıyallahü anh” öldürülmelerini istemişdi. Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” bırakalım demişdi. Vahy, Ömerin “radıyallahü anh” istediği gibi geldi. Para alınması, suçdur buyuruldu. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Eğer, azâb gelseydi, Ömer ile Sa’d bin Mu’âzdan başka, birimiz kurtulamazdık) buyurdu. Çünki, Sa’d da “radıyallahü teâlâ anh” esîrlerin öldürülmesini istemişdi.
Yani Allah'ın Peygamber'e eshabına danış diye emir verdiğini ve hatta Bedir savaşından sonra esir alınanların öldürülüp öldürülmemesi konusunda, peygamberin paralarını alıp serbest bırakalım demesine karşılık Ömer'in öldürelim dediğini ve Vahiyin ise Ömer'in dediği gibi geldiğini söylüyor. Hatta bunun üzerine Muhammed, kendi dediği gibi bir karar verilse Allah'ın üzerlerine azap yağdıracağını ve öldürelim diyen Ömer ve Sad'dan başkasının kurtulamayacağını itiraf ediyor. Görüldüğü gibi yazarımız Ömer'in ne kadar tutarlı bir tavır içinde olduğunu bir katliam örneği vererek pek güzel açıklamış.
Bu arada esirlerin öldürülmesinin nasıl bir ahlaksızlık olduğuna, esirleri öldüren komutanların sadece bugün değil binyıllardır nefretle karşılandığına ise hiç değinmiyor.
Üçüncü önsöz — Peygamberlerin “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” yanılması ve unutması câizdir. Hattâ olmuşdur. Zülyedeyn hadîsinde bildirildiği gibi, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” dört rek’atli farz nemâzda, ikinci rek’atde selâm verdi. Zülyedeyn: (Yâ Resûlallah! Nemâzı iki rek’at mı kıldınız, yoksa unutdunuz mu?) dedi. Zülyedeynin sözünün doğru olduğu anlaşılınca, Resûl “sallallahü aleyhi ve sellem”, kalkarak, iki rek’at dahâ kıldı ve secde-i sehv yapdı. Hasta değil iken ve sıkıntısı yok iken, insanlık îcâbı, yanılması câiz olunca, ölüm hastalığında, şiddetli ağrıları varken, istemiyerek, düşünmeden söylemesi de elbet, câiz olur. Niçin câiz olmasın ve bununla, islâmiyyete i’timâd, güven kalmasın? Çünki, Allahü teâlâ, Peygamberinin “sallallahü aleyhi ve sellem” yanıldığını, unutduğunu, vahy ile, kendisine bildirmişdi ve doğrusunu, yanlışından ayırmışdı. Bir Peygamberin yanlış yolda kalması câiz değildir. Yanıldığı, vahy ile hemen bildirilir. Böyle olmasaydı, islâmiyyete güven kalmazdı. Demek oluyor ki, islâmiyyete güven kalmamasına sebeb, yanılmak ve unutmak değildir. Yanılmasının ve unutmasının, kendisine bildirilmemesi, düzeltilmemesidir. Bu ise, câiz değildir. Ya’nî hemen bildirilir.
Üçüncü gerekçesi ise daha da garip. Muhammed ile Zülyedeyn arasında geçen bir hadisi aktarıyor. Bu hadiste Muhammed biraz bunamış bir görüntü vermektedir. İki rekat kılıp kalkar. Zülyedeyn unuttuğunu söyleyince inanmaz, etrafındakilere sorar, onlar da unuttunuz deyince iki rekat daha kılar. Elbette her insanın başın gelebilecek birşeydir bu. Dalgınlık olur. Ama yazarımız bu olaydan yola çıkarak nasıl bir sonuca varıyor bakalım. Diyor ki eğer hasta değilken böyle yanılabiliyorsa, hastalıklı ve ağrıları varken niye düşünmeden konuşmuş olmasın. İnanılmaz değil mi? Her insan dalgınlıkla birşeyi unutabilir ama ölüm döşeğinde vasiyet yazdırmayı istemek dalgınlıkla yapılacak birşey olabilir mi? Ömer'in sözlerini savunabilmek için sayıklama, ne dediğini bilmeme hali ile basit bir dalgınlık eş düzeyde tutuluyor yani. Yeter ki Ömer haklı çıksın. İslamiyet'in peygamberi Ömer midir diye sormakta haksız mıyım?
Bir başka ince nokta daha var ki pek göze batmıyor ama aslında yazıda hafif bir imadan belli oluyor. Deniyor ki peygamber bazen yanlış şeyler yapardı, böyle olunca da ayet gelir ve hatası düzeltilirdi. Peygamber tam ölecekken eğer yanlış bir şeyler yapar da sonra ölüp giderse ne olacak? Bu hatayı düzeltmek için ayet de gelemez. İşte bu yüzden Ömer onu düzeltmiştir. Evlere şenlik bir durum değil mi bu? Allah peygamberin öleceğini bilmiyor mu? Eğer yanlış bir vasiyet yazacak olsaydı, o anda da düzeltebilirdi. Bırakalım bütün bunları, bu adam ölmekte olan bir insanın son arzusunu yerine getirmenin ne demek olduğunu bile unutmuş, öylesine şuursuz ve insanlık dışı bir gerekçe ileri sürüyor ki bu inanması bile güç. İdam mahkumlarına bile son arzuları sorulurken, kendi peygamberinin son arzusu konusunda bile hesap kitap yapıyorlar. Biraz edep yahu. Belli ki, bu adamların kendileri bile aslında hiç birşeye inanmıyorlar. Milleti aldatmak için evirip çeviriyorlar.
Dördüncü önsöz — Hazret-i Ömer, hattâ öteki üç halîfe de “radıyallahü teâlâ anhüm”, Cennet ile müjdelenmişdir. Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler, bunların Cennete gideceklerini bildiriyor. Bunların Cennete gidecekleri, o kadar çok söylenmişdir ki, tevâtür derecesine gelmişdir. Buna inanmamak, yâ kara ******* veyâ koyu inâddır.
Dördüncü gerekçenin tamamını almadım. Uzun uzun Ömer'İn Cennet'lik olduğunu anlatıyor. İşte Cennet'le müjdelenen bu ulu kişiye kafir demek cehennemlik olmak demekmiş. Kısacası bizim için bir anlamı olmayan bir gerekçe.
Beşinci gerekçenin tamamını aktarmayacağım. Sıkıcı olabilir. Sadece gerekçenin kendisini aktarıyorum.
Hazret-i Ömerin “radıyallahü anh” maksadı, sormak, anlamak idi. Nitekim, (Sorunuz) demişdi. Ya’nî kâğıdı elbette istiyorsa, getiriniz demek istedi. Eğer, istemiyorsa, bu nâzik zemânda, kendisini üzmiyelim demek idi. Çünki, vahy ile ve emr olarak isteseydi, kâğıdı tekrâr ve ehemmiyyet ile isterdi. Kendisine emr olunan şeyi yazardı. Peygamberin “aleyhisselâm” vahyi bildirmesi lâzımdır. Kâğıdı istemesi vahy ile, emr ile olmayıp, ictihâd ve arzû ile birşey yazacak ise, bu nâzik zemân, buna elverişli olur veyâ olmaz. Vefâtından sonra ümmeti ictihâd edecekdir. Dînin temeli olan Kur’ân-ı kerîmden, ictihâd ile, emrler çıkaracakdır. Kendisi hayâtda iken ve vahy gelmekde iken, ümmeti ictihâd etmekde idi. Vefât edip, vahy kesilince, ilm sâhiblerinin ictihâd etmeleri elbet makbûl olur. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, kâğıdı tekrâr ve ehemmiyyet ile istemedi. Hattâ, vaz geçdi. Böylece, vahy olmadığı anlaşıldı. Sayıklama olup olmadığını anlamak için, duraklamak, hiç yanlış bir iş değildir.
Gerçi benim aktardığım hadiste "sorunuz" diye bir ifade geçmiyor. Ama diyelim ki Ömer "sayıklıyor" dememiş de "sorun bakalım sayıklıyor mu" demiş olsun. Başucunda dururken kendi de sorabilirdi ama başkalarına sorun diyor nedense? Bu gerekçe insanı adeta salak yerine koyuyor. Birisine "sen sayıklıyor musun" diye sorulabilir mi, sorulduğunda da mantıklı bir cevap alınabilir mi? "Sayıklamıyorum" derse ne karara varılacak. Muhammed de bir cevap vermemiş, belli ki bakmış Ömer kararlı, önüne geçmek mümkün değil, vazgeçmiş ısrarından. Yazarımız bundan hemen anında sonuç çıkarmış. Israr etmediğine göre demek ki vahiy değilmiş. Demek ki sayıklıyormuş sonucu da çıkarabilirdi. Bu mantıksızlık silsilesinin içinden çıkılacak gibi değil. Beşinci gerekçesinin aktarmadığım kısımlarında da uzun uzun Ömer'in güzel ahlakı anlatılıyor. Ömer'in güzel ahlakını en iyi kim anlatabilir diye sorarsanız, ölmekte olan peygamberinin son arzusunu söylemesini bile engelleyen Ömer gibi bir caniyi göklere çıkaran yazarımız derim size.
Altıncı gerekçeyi de yazmaya gerek yok. Kısaca Eshabı övüp duruyor. Bir de "Hazret-i Ömerin “radıyallahü anh” kâğıd getirilmesine mâni’ olması, küfr olsaydı, bu ümmetin en müttekîsi olduğu, Kur’ân-ı kerîmde bildirilen Ebû Bekr-i Sıddîk, bunu, yerine halîfe seçer mi idi? Muhâcirler ve Ensâr, onu söz birliği ile, halîfe yapar mı idi?" diyor. Ebubekir'in halife olmasını sağlayan elde kılıç millete biata çağıran, bu yüzden Muhammed'in cenazesine bile gitmeyen Ömer'dir. Herhalde Ebubekir Ömer'i halife seçecekti. İslam devletinin gerçek kurucusu Ömer olmuştur.
Şimdi size soruyorum. İslam dininin gerçek peygamberi yoksa Ömer midir?