Zıplanacak içerik

hititli

Φ Süper Üye
  • Katılım

  • Son Ziyaret

hititli tarafından postalanan herşey

  1. M.E.B Ders kitaplarında, “Şehircilik algısı ve Planlama”! Üniversite öncesi, örgün eğitim için seçmeli/zorunlu ders kitapları hazırlanırken, hedef kitleye yönelik elamenter ve analitik bilgiden önce konsepte uygun, kişinin bilinçlendirilmesi ve algı kapasitesini (vizyonu) artırmaya yönelik bir yazım, sunuş ve epistomolojik bir yöntem tekniği kullanılmalıdır. Bu konu aslında, alan uzmanlarından önce, eğitim bilimcileri ve uzmanlarının ilgi alanıdır. Pedagojik ve eğitim psikolojisini ilgilendiren yönleri de vardır. Örneğin; a) Din dersi kitaplarında, “inançlar tarihi-felsefesi verilmeli, b-)Felsefe ve mantık derslerinde, belli bir felsefe değil. Felsefe ve düşünce tarihi verilmeli, c) Demokrasi ve yurttaşlık bilgisi dersinde ise, keza öyle…, d) Sağlık bilgisi dersinde ise, mutlaka ilk yardım tekniklerine de yer verilmelidir. ….listeyi daha da uzatmak mümkündür. Uzmanlık alanım olan “Şehircilik ve Planlama” açısından bir örnek vermem gerekirse; Mimar Feral Eke’ye yazdırılan yada sipariş edilen ve ders kitabı olarak da, MEB tarafından basılan hatta, “atıf”! yapılması da kesinlikle yasaklı, ISBN numarası almış, elimde orijinal! bir yayın var. 3541/741… Eleştirilerim: a) Eserde kaynakça veriliyorsa, metin içerinde dipnot olarak mutlaka verilmelidir. b-) Anlaşılabilirlik ve okunabilirlilik açından, yararlanılan kaynak eserler, Lisans ve yüksek lisans düzeyinde geçmişte okutulan ve dinozor döneminden kalma olmamalı, güncel kaynaklara yer verilmelidir. c) “Derleme” bir yazından öte, ana teması ve amacı okuyucu kitlesine göre örülmeli, bütüncü (kendi içinde bütünlüğü olan) bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Teorik karmaşadan kaçınılmalı. Yalın bir içerik ve dil kullanılmalıdır. d) “Mal sahibi,mülk sahibi ..hani bunun ilk sahibi” türünden bir etik kazası izlenimini bile, insan aklına bile getirmemelidir. e) Ders kitabıdır deyip geçilmemeli, akademik yönü titizlikle incelenmelidir. Konuya, “milli eğitim” duyarlılığı içinde yaklaşılmalı. Eğitici olmalıdır. Son olarak, özellikle şehircilik, kentlilik ve çevresel değerler konusunda; üniversite öncesi örgün eğitim gören öğrenci yaş profili üzerinden yapılan, (algı ve bilinç ölçme ve değerlendirme) sayısız bilimsel çalışma ve tebliğe en azından bir göz atılması bile, akademik saygının ve MEB’ in titiz ciddiyetin bir gereği olarak görülmelidir. Yüzlerce yıllık geçmişi olan Türk şehirleri, ve medeniyetinin ve şehircilik tarihi deneyimimiz ve bilgi birikimimizin,.. Başkent ANKARA’mızın da, öğrencilerimize aktarılması, çağdaş gayemiz değil midir?!
  2. Empati Yoksunlığu Psikiyatrisi: Mobbing “MOBBİNG’" in PSİKOLOJİSİ… !! İşyerinde Psikolojik taciz olarak, Türkçemize geçen bu olgu; şimdilerde cinsiyet tanımaksızın, mahkemelerimizin gündemine de girmiş durumda… Mobik, “tüzel kişilik”ten daha ziyade, esas itibariyle,”gerçek kişileri” konu edindiğinden; idare mahkemeleri değil, asliye hukuk ve ceza mahkemelerinin uhdesindedir. Mobik örneklerine, askeri yapılanmalarda rastlamak mümkün değil, zaten işin doğasına da aykırı iken, Üniversitelerdeki sayısı ile kıyaslandığında, üniversitelerin, kışlaya fark attığı gözlenmektedir. Olayların, % 99 ‘unun üzeri örtülmekte, kol kırılmakta, “yen” içinde bırakılmaktadır. Sadece % 0.5 ‘ lik bir oran ise, aysbergin su üstüne çıkan boyutudur. Batı ülkelerinde ise; olgunun oldukça yol almış bir geçmişi ve yerine oturmuş, hatırı sayılır bir hukuku ve yaptırımı vardır. Maalesef, üniversitelerde yaşanan “mobik” vakaları, neredeyse hangisi “mobik” değil ki? dedirtecek cinstendir. Tacizci kurbanını nasıl seçiyor? Kurbanında olması gereken asgari nitelikler nedir? Senaryosunu nasıl kurguluyor? Örneklem alanını nasıl belirliyor? Nasıl bir yöntem izliyor? Bu yazıda, mobik olgusuna, sibernetik açıdan bilimsel bir açılım getirmek amaçlanmaktadır. Tacizci ile başlayalım; Tacizci (mobik-seven): Tacizci kahramanımız bir amirdir. Şefkat ve ilgi mağduru bir “cevher”dir. Özellikle tacizcide, ağır kompleksi ve kompülsif bir takıntı varsa; durum daha da ciddi demektir.Bu gruba giren kişiler, psikolojik olarak kendilerinde, kendilerinin bile tarifleyemediği bir saygı/saygınlık! arayışı içindedirler. Kendi “gerçek kişiliklerini” oluşturan varlık alanını, sahip olduğu makamın tüzel kişiliğinden üstün tutarlar. Kendilerini her daim kanıtlama ve “ispat” histerisi içindedirler. Kontrolü ellerinde tutayım derken, kontrolsüz ve akıldışı(irrasyonel) davranışları dikkat çekicidir. Bu kişilerin, eğer “bir üst amiri” de aynı hastalıktan müzdarip değilse, geçici de olsa kontrol altına alınabilir. Ama bu bile, zaman zaman tacizciyi içten içe öfkelendirebilir.Temel çözüm; tacizciyi görevden almak, makamsız bırakmaktır.Çünkü “sahip olduğu kudret; kafacığının içindeki, kendisine tanınan yetkide ve arkasındaki kamusal güç zırhındadır.” İşte bu yüzden, kendilerinin mahkemeye verilmesi, onlar için “her şeyin bittiği” noktadır. Mobik kurbanının temel özelliği ise; “sıra dışılığı” dır. Evcileştirilmesi gereken bir alt(lık)tır. Tacizci, önceleri kurbanı ile iyi ilişkiler kurar. Daha sonrasında ise; tacizci ana hareket planını, birbir yerine getirmeye başlar. Mobik mağduru, genelde üstün zekalı ve kariyerinde başarılı ve sosyalleşme sürecini tamamlamış kişilerdir. Mağdura yüklenen rol; onun sözde “sorunlu”! bir kişi olduğudur. Pro-fesyonel tacizci; bu sorunu ve sorunun ne olduğunu bir türlü tanımlayamasa bile, böyle bir imajı(sabıkayı) kurbanının üzerinden yaftalayacak, her türlü suçlamayı a-simetrik psikolojik yollarını kullanarak yapacaktır. Kullandığı YÖNTEM; a) “Dedikodu Psikolojisi” Yakın çevre derin görüşmeleri c) Sistematik,idari soruşturmalar sinsilesi ve ardniyetli ithamlar. d)Abartılı duygu ve düşünceler,niyet okuma ve felaket tellaklığı. Tolga Yarman hocamın da belirttiği üzere; “Von Nevman’ ın matematikteki oyun teorisi, işin kuramsal çerçevesini oluşturur.Bu teori tüm harp oyunlarının da temel felsefesidir. Buna göre; yapılacak hamle yada hareketle kendinizin durumunu mümkün mertebe iyileştireceksinizdir; karşınızdakinin durumunu ise, mümkün mertebe kötüleştireceksiniz, yani “etkileşme” halindeki iki fonksiyondan biri maksimize edilirken öteki, aynı zamanda minimize edilecektir. İşte buna, Mobik’ in matemetiği derler” Tacizci aslında, korkağın ve kendine güvensizin tekidir. Bu yönüyle, acınası, hazin bir hayat hikayesi olduğu da söylenebilir. Dolayısıyla cinayet yerine ve mağdura sık sık uğrar. Can çekişen kurbanını öldürecek ve sonrasında da intihar süsü verecektir. Bu onun kurbanı ile “bağımlılık” aşamasına geldiğinin de göstergesidir. Brezilya şebekleri üzerinde yapılan bilimsel bir çalışmada; bir entropi formülü yardımıyla, Mağdurun, tacizciden aldığından daha fazla bilgiyi, tacizcinin mağdurdan aldığını göstermektedir. Bunun nedenine gelince; Tacizci(mobik-seven) “mağdur”un yaptığı her şeyden haberdar olabilmek için, kendini bitirircesine bir çaba sarf etmek zorundadır.Rakamlarla ifade etmek gerekirse; tacizci konumundaki baskın şebeğin mağdur konumdaki hayvanın davranış dışa vurumlarından (bilgi birimi olarak ölçüldüğünde bunun bütünü 0.6 bits değerindeydi) 0.2 Bits değerinde bir bilgi kaydettiği ve bunun tüm bilgilerin yaklaşık üçte biri olduğu, 0.4 Bits’ lik bir bilginin de kaybolduğu saptandı.. Ve bu aşamada sürpriz bir bulgu ortaya çıktı…!! Baskın durumdaki şebeğin “poz kesme”, “guruldama”, “taciz etme” ve “poposunu gösterme” gibi davranışlarından zayıf konumdaki şebeğin aldığı bilgi ise; sadece 0.02 bits düzeyinde bulunmuştur. Bu değerinde, zaman biriminde oluşan tüm bilgilerin sadece otuzda birine tekabül ettiği saptandı.Böylece bu değerin, tacizcinin kurbanından aldığı bilgilerden on defa daha az olduğu belirlenmiştir. ”Tacizci” şebeğin yükseklere tırmanayım derken poposunun daha da çok görüldüğü de saptanan başka bir bulgudur. Sonuç: Tacizci, mobik kurbanına, kurbanın tacizciye yöneldiğinden daha fazla yönelir.Bir anlamada aralarında, asker Şvayk ile subay Lukaş’ ın ilişkisi gibi bir ilişkiden bahsedilir. Mobik-severin, geçmişte buna benzer bir taciz yaşamış olma ihtimali yüksektir. Dolayısıyla, bir davranışsal model olarak yaptığı patavatsızlıkları “dopralık” ! olarak görme eğilimdedir. Sonuç olarak; Kişisel fikrim şu yöndedir. Mobik kaderimiz değildir. Mobik , yapanın yanına kar kalmaz. İnsan ırkının, arkaik sosyalleşme süreçlerinde görülen ve kendi ile barışık olmayan, zihin-ruh-duygu üçlemesindeki, “duygusal zeka” gerilemesini, pekala patolojik bir araz olarak görmek de mümkündür. Sorunu, kartezyen akılda aramamak ,çözümü ve tedavisini de “Ekolojik”bilinç kuramıyla bağıntılamak gerekir. Mobik-sevenin “durum psikolojisi”, saatlik fark gösterir. Süreç içinde stabil ve steril değildir. Bazı araştırmalar, mobik-seven kişilerin, intihale (bilimsel kapkaç) yatkın kişiler olduğunu da göstermektedir. Mobik- sevenler, karşılarındaki, kişilerin başarılarını hafife almaya ve aldırtmaya meyillidirler. Böylelikle kurban üzerinde orta ve uzun erimde bir “İtibarsızlaştırma” politikası uygularlar.Madur/madure , ahmak ıslatan yağmura maruz bırakılmakta sonrasında ise, sağanak yağmurda ıslandığı iddia edilebilmektedir. Bu süreklilik arz eden durum..sürecin kesin sonunu da hazırlar.Böylelikle işten el çektirmeye, yani zemin son darbeye hazır hale getirilir. “ Ardaşık zaman dilimlerinde, “AMİR” tarafından planlanan bu “ön-psikolojik taciz” eylemleri; (etik olmayan bir yöntemle),kurbana yönelik, gelecekteki olası ithamlarına zemin hazırlamak ve sürece yayarak, sözde “sorunlu adam” imasını zoraki algılattıracak, zorlama bir fişlemeye yöneliktir.” Unutulmamalıdır ki; Basiretsiz idareci, mobik yapmaya adaydır. Üniversite yönetimlerinin bu olaylarla mücadele etmesi veya en azından teşvik etmemesi gerekir. İdari açıdan tüm tedbirler alınmalıdır. Bunu yaparken de , “mobik-seven” in üzerine, aynı yöntemle gidilmemesi esastır. İyi yöneticiliğin “okulu” yoktur. Ama, “mobik”in bir "psikiyatri kliniği" vardır. Mobik tedavi edilemez bir vaka da değildir. Ancak hastanın, durumunu kabüllenmesi gerekir. Sinir krizleri ve kahkahaları ise, geçicidir. Bakalım, Mobik teorileriyle ilgili olarak gerçekleşecek, “doktora çalışmaları” yine de kim bilir bize hangi güzellikleri sergileyecek ve bize ne şebeklikler öğretecektir.Kafamızı sert bir kayaya vurmazdan ve kuma gömmezden az biraz, az önce…..!! tabiî ki de yani. Dipnot: 1) Tolga Yarman., “Dedikodu psikolojisi”., Popüler Bilim dergisi 2) Frederic,Vester .,( çev: Aydın Arıtan) “Ekolojinin anlamı”Arıtan yayın.1997 İstanbul
  3. "Ekoloji " de Ne kadar insan merkezlilik?! Yerküre üzerinde yaşanan 'post modernist' düşünce süreci; gerisinde kavram kargaşası / istismarı yaratan bir mirası akademiye bırakmıştır. Böyle bir defacto (fiili) mirası kucaklarında bulan bilimciler bu tıkanıklığı aşmaya yönelik olarak, üç (3) ekole ayrılmıştır. a) I. Ekol; Farklı kavramları birbirleriyle eşitlemek /özdeşleştirmek. ('Post modernist') (İşine nasıl gelirse öyle kullan mantığı) (Takiyeci - bilim) b.) II. Ekol; Bilim dallarında yaşanan pozitivist enflasyon. Her kavrama karşılık gelen kelimenin sonuna 'bilim' kelimesi eklenerek, yapılan küçük ölçekteki 'bilimsel'! savunma mevzileri.(normatif çılgınlık) c) III. Ekol; Kelimelerin gerçek anlamına fenomenolojik açılımlar getirerek, kuramın özünü savunan çalışmalar. Holistik (bütünsel) çalışmalar. Post modernizm döneminin, temel özelliği, modernist dönemden farklı olarak, kelimelerin (kavramların) istismar edilmesidir. İşte tam bu noktada; Ekolojizm ile Modernizm ya da Post-modernizm arasındaki farkı netleştiren aşağıdaki soruya verilen cevap önem taşımaktadır. 'NE KADAR İNSANMERKEZLİLİK ? ' (Çevreci Yazına Bir Atıf) 'Bazı ekologların ve biyologların 'Sıg ekolojik' olarak tanımladığı 'çevre' anlayışlarını insan merkezli , derin ekoloji anlayışını ise biyomerkezli olarak nitelendirmeleri insan merkezli ile kendimerkezli (ego-centrik) bencil kavramlarını ontolojik olarak ayırt etmediğinden, dolayısı ile, sosyo ekoloji ile fizik ekolojinin birliği açısından 'sığ'lığın ne olduğunun yorumunda ciddi endişelere yol açmaktadır' (Kaplan H. 160). 2005 Şehircilik Çalışmaları, Nobel yayın) Hemen belirtmek gerekir ki; 'Ne kadar insan merkezlilik?' sorusunu yönelten bir bilimcinin zihinsel karmaşası; henüz modernist kuluçka dönemini tamamlayamadan yuvasından uzaklaşmış, Post-modernist düşünce bataklığında, (çelişkiler içinde) debelenen çirkin bir 'ördek' yavrusunun dramı ile özdeşleştirilebilir. Bir örnek vermek gerekirse; Delenmiş, toparlanmış (bir öğretim üyesinin) çevrebilim ders notunda; “Ekoloji”den (bol ünlem işaretli) aşağıdaki şekilde bahsetmesi bile, “EKOLOJI” den ,bir çevreci olarak bile bihaber olması açısından düşündürücüdür. Şöyle ki; Alıntı: Dersin Adı: Çevre Bilimi Ders notu Sayfa 11. Ekoloji: ………._”insanların niçin problem oluşturduklarını, problemleri çözmedeki engellerin neler olduğunu açıklayamaz!”........buyurmuştur. Ekolojiyi, insan, insan sevgisi ve insani değerlerden bağımsız gören bir zihniyet buyurdu mu? işte böyle buyurur. İşte,“ dikili bir ağacı bile olmayan” bu müstebit zihniyet; tahakküm-sever bir zihniyettir. Ekolojiyi de kapsayan 'Ekolojist Bilim Paradigması'; Tüm eklektik! 'Merkezci' düşünceleri red eder. 'Çevre merkezci', 'insan merkezci', 'bio merkezcilik' gibi gruplandırmalar, ekolojist bilimcilerin alışık olmadığı ve de temkinli yaklaştığı 'Çevreci'! görüşlerdir. Birbirlerine göreceli olarak üstünlüğü / ayrıcalığı da savunulamaz. Sistem içindeki karsılıklı etkileşim önemlidir.. 'Merkezcilik' yaklaşımı yerine 'Durumsallık' kavramının benimsenmesi daha uygundur. Durumsallıktan kasıt ise; 'İNSANIN' durumsallığıdır ki; Ekoloji ve / veya Ekolojist bilim paradigması, özü itibariyle 'insan durumsallığını' gözeten bir paradigmadır. Ancak, bu bağlamda üzerinde durulması gereken nokta şudur; 'İnsan' faktörü; bir zihinsel gelişim aşamasında, quantitaive (nicel) değişken olarak algılanmaz, qualitative (nitel) bir değişken olarak ele alınır: Dolayısıyla., 'ne kadar' sorusu temelsiz bir çıkış noktasıdır. 'Çevreci zincirlerden' kurtulmuş bir ekolojist bilimcinin, gündeminde, 'Ne kadar İnsanmerkezlilik' sorusu yoktur. Bir 'çevreci'! akademisyenin dediği gibi; İnsan (antropos), zincirin en zayıf halkası mı , yoksa en güçlü halkası mı olacak? sorusuna bir ekolojist bilimci aşağıdaki cevabı verir; 1. En güçlü zincirin kuvveti; en zayıf halkası kadardır. 2. Evin ('oikos') kapısına ,bağlantı noktasındaki kilidin işlevselliği de, en az zincirin sağlamlılığı kadar önemlidir. Dolayısıyla, bir düşünce akımını betimlerken , 'Sığ' ya da 'derin' gibi, sıfat eklerinden ziyade, insanın zihinsel gelişim aşamalarında ki, 'İnsan durumsallığını' sorgulamakta yarar vardır. Bir ekoloji ya da 'sistem', derinligi kadar 'sistem' dir. Günümüzdeki temel sorun ; 'pozitivist durumsallığındaki, insan' ile 'doğa durumundaki insan' arasındaki temel paradigma hesaplaşmasından kaynaklanmaktadır. Aksi takdirde; 'Nasreddin hocanın' fıkrasında da anlatıldığı gibi, zincirlenmiş evin kapsındaki kilit açık bırakılırsa, yapacak bir şey de kalmaz. Bu bağlamda ; İçi; sağlam bir içerik (öz). ile doldurulmamış bir 'Ekoloji' savunuculuğu , biçimsel retorik bir söylem olarak , 'çevreci' düşüncenin kalıplarını zorlayamaz ve de farkında olmadan bir 'biçim' savunuculuğuna dönüşür. Sonuç olarak; 'Çevrebilim' adındaki çağdışı bir zihniyet, her zaman 'Ekoloji'ye eşitlenir. (indirgenir!) 'Ekolojizm', hem modernizm, hem de 'post modernliğin' panzehiridir. Artık günümüzde, 'çevrebilim', sözdebilim yada 'makyajcı bilim' olarak kabul görme noktasındadır. Tüm , 'gerçek ekolojist bilimcilerin', gündemindeki tek amaç; bütünsellik (holistik) paradigmanın,'yöntem bilimsel' açıdan bilimsel altyapısını hazırlamaya yöneliktir. Bugünün pozitivist bilim anlayışı içinde 'sosyal olan' ve 'doğal olan'/doğaya ait olan birbirinden koparılarak farklı gerçeklikler olarak kavramsallaştırılmaktadır. Newtoncu bir neo-klasik iktisat teorisi (çevre ekonomisi) ve sosyal bilim paradigmasının törpülenmesi , ekolojist plancıların üzerinde hassasiyetle durdukları önemli konulardır. Unutulmamalıdır ki; Ekolojist dönüşüm ; İnsanın uzuvlarında değişiklik yapıp, yeni bir 'yaratık' ortaya çıkartmayı amaçlayan bir fiktiv süreç olarak değil, sadece zihinsel bir devrimi başlatan bir aşama/durumsallık olarak algılanmalıdır. Bugün ,'ne kadar insan merkezlilik' sorusunu soran, yarın 'insanlık' kavramını da teraziye koyup tartmaya kalkar. 'Ne kadar insan merkezlilik?' ve sonrasında ise, 'İnsanmerkezlilik , ne kadara?' sorusu ; aslında biz ekolojistlere bazı ipuclarıda vermekte. Bu ipucu şudur; Sırasıyla, a) 'Pozitivist' + b.) 'Neo-liberal', tınılar içeren , parçalı bulutlu ve ifade sendromlu , bu tür bir yaklaşımın, kozmozdaki şirin tekrarı; (ego-centrik)-'kendi merkezli'- ruh haline sahip akademisyenler , ve de değişmez hayat felsefeleridir. Bu vesile ile; Tüm Türkiye'nin , Dünya ekoloji haftasını (pardon,'çevre' gününü) kutlarım. TAHİR ÇALGÜNER (ÖGRT.EL.)GAZİ ÜNİVERSİTESİ
  4. hititli şurada bir başlık gönderdi: Çevreciler - Greenpeace
    EKO –AFORİZMA “Kentli” dir Pro-Dr…”Şehirli”leşmez , “Çevreci” bezirgandır … Pro.Dr , “Ekoloji”den azade, Adamıştır yaşamını bilime, intihalinden ziyade.! ** Yararlıdır, Hem kentine hem çevresine ve locasına, Keskin sirrke, Kendisine armağanıdır, zararı ise, yazdırdığı “Anıbilim” kitabına, Hem sözde, hem özde. ** O, bir “Pro-Dr.” dur artık… “Prof.Dr” luktan kazazede, İlimden ve yaşamdan azade. ** Hayatının “Mülkiye” ti , engizisyona, Adamıştır… adaklığını ! akademiye, Ödediği her bir diyetine, Sayılmıştır adambaşına, adamlığına. * * Aslında “adamlığa” aday, Adaylığı ise, askıda, Miyopisi ile de sabit, Eşkali; sevgisiz - empatizede.! ** Putlaşan her fikirde, Dişisinde ve de erkeğinde, Astrolojisi, fal kıvamında, Kova kova leziz “Balık” burcunda, Ziyadesi olsun… eksik olsun,ziyade.! . ** İlim , bilim! Hukuk ise guguktur, Fikr-i özerk üniversitesinde, Fikr-i sade, ve de Fikriyle de sabit … Fikri-sabit, ”Paşazade”! Tahir ÇALGÜNER
  5. hititli şurada bir başlık gönderdi: Çevre Bilimi - Ekoloji
    ÇEVRE DOSTU GLADYO!.. Korkurtucu..! bir o kadar da toplumsal ve ulusalcı, artçı bir sele dönüşen..ve devamında taş duvara vuran bir “balyoz” darbesi sesi gibi deprem olan ... ve de taş taş üstünde de kalmaya..(n)…!! …..Sarı saçlı, mavi gözlü kınalı yiğidim gibi. Bu yazı, yarı kurmaca deneme türünden bir çalışmadır. İçinde doğrular ve yanlışları, ya da doğrular ile yanlışları bir arada ve yan yana bulabilirsiniz. Yanlışlar doğrulardan türer, hiç ummadığımız anda ve noktada, tahmin edilemez bir yerden karşımıza çıkabilir. Ancak; bağımsız “doğru” bir ve “TEK” tir. İşte ben buna, 1 (bir) numara diyorum. Eskiden uyuşturucu ticareti, kadın ticareti, silah kaçakcılğı ve din ticareti ile oluşturulan bir kapital nemanın legal ya da legal olmayan güç odaklarına dağılımı ve transferi yapılırken, şimdilerde neden daha sevimli bir sektör yolu ile aynı işler yapılıyor olmasın ki? Darphane aynı darbe-hane değil mi…? “B.M”, “A.B” çevre fonlarından yararlanmak için 7 kişiden oluşan, kıçı kırık bir dernek kurar, uyduruk proje önerinizle de fonlardan para alabilirsiniz. Oturdum. Düşündüm. Bir küresel senaristin eline, ana senaryoyu yazdıracak kadar kuramsal ve kılgısal bilgi verilse; o senarist, post modernist bir kurgu ile, adı “Demokrasi” olan nasıl bir film yapardı? Ve bu Ekoloji’ nin doğasına ne kadar “uyumlu” ve gerçekçi olurdu? Çevreci kılığında, hem çevreyi azıcık korumak hemi de Fon trafiğini yönlendirerek, çevrelerini güçlendirmek.! Evet..! “çevre” bu noktada akıllı bir seçim. İyi bir “sektör”…! Çevre; hem önemli, hem de önemsiz, Çevre, hem şirin hem dost, Çevre; gizil ve ihmal edilen Çevre; kılık değiştiren Çevre; bir “o”, bir “bu”, Hem orada, hem burada, Dil üstünde kaydırmaca, *** Çevre; varoluşumuz, Çevre, çevremiz Çevre; tanımsız ve eşgalsiz, Çevre; yıkıcı, Çevre; kullanılan, Çevre; atılan Çevre; kirlilik Çevre; geri dönüşümlü, *** Çevre; intikamcı, kadınsı ve bir o kadar da ..*****, Çevre; kılık değiştiren Çevre; “çevreci” Çevre; istismar edilen, eden. Çevre; bilinmeyen, sessiz. (VE) Çevre; “Çevreci” Gladyo Çevreye yan-bakan, Bakanı kör eden, “Hüsnü kuruntu” Özde, boynu bükük bir “doğan” gibi, Sözde, “kafese” konmuş bir guguk kuşu gibi! Çevre sanki “ekoloji” gibi, (ama değil) Tarımında, ormanında, kentinde. Sistemin sürdürülebilirliğinde, Hayatın sürekliliğinde, *** -Çev-re- iki hece, Çevre, bilmece, Çevre; iki(2) numara, Ekoloji; bir(1) numara, Bakın bakalım etrafınıza, İşte! O, aynı “çevre”! Çevre; bütündeki “bütün”, Bütün ise, “Ekoloji”, de.!! Çevresi, “bonus” unda, Ekolojisi, “çevre”ciliğinde,! *** Ekoloji, bütünde, Her parça(sın)da, Kilit taşında. Yani “SİSTEM” de, Çevrecinin daniskasında!, Matrüşkanın içinde. *** Bilimi; fakültesindeki kürsünün tabelasında! Üstünün hukukunda, Hukuku ise, Hukukun da üstünde! Zemini ise, temelsizliğinde, Reytingi tavanda, “TV”si ise, “prime time” da !! ….. …. Kıssadan hisse; Senaryonun içini dolduramam amma; sonunu şöyle bağlayabilirim. Eksik taş malzeme ile temel atan itibarsız mason usta(d)larına benzeyen, günümüz “Toplum Mühendisleri” için; hayatın üstün akışından gelen “Ekoloji” gerçeği, onlar için oldukça korkutucudur. Gökte, ay yıldızı kucakladığında, Alaca karanlık, kızıl kuşağında, Ve kucaklarda…kızılca kıyametle, gümbür gümbür gelen… Evet..! Korkurtucu..! bir o kadar da toplumsal ve ulusalcı, artçı bir sele dönüşen..ve devamında taş duvara vuran bir “balyoz” darbesi sesi gibi deprem olan ... ve de taş taş üstünde de kalmaya..(n)…!! …..Sarı saçlı, mavi gözlü kınalı yiğidim gibi. Tahir ÇALGÜNER Kemalist Ekolojisi Savunmanı
  6. hititli şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    "Pro-Dr." mi?! ... Prof.Dr. mu? Her Pro.Dr., Prof.Dr...Her Prof.Dr. da, bilim insanı değildir.Ancak gerçek bilim insanı olup ta "Prof.Dr" olmayanı da dünya üzerinde yoktur. Ünvanlar (Titirler!) "birşey"dir.Her zaman bir duruşa veya "biryere" tekabül etmeyebilir.Y.Ö.K' ün Üniversitelerde uyguladığı doktora programı tip yönetmeliği gereği, 6 aylık tez izleme jürileri ile biraz da sistematik çalışmaya meyilli iseniz, (hızlandırılmış bir doktora ve genişletilmiş bir y. lisans eşitliğinde) 2 (iki) senede, suya sabuna dokunmadan "Dr." ünvanı kazanır hatta evcil ve ittaatkar iseniz de; hemencecik akademik merdivenleri tırmanabilirsiniz. İyi hoş... tamam da.Ya ondan sonrasında?! Bilinç altlarında, Pro-Dr luktan Prof.Dr luğa geçiş yapamamanın verdiği, personel üzerinde yarattığı travmalar,kompleksi gizli kalmış duygular ve çelişkilerle örselenmiş duygu trafiğine ne olacak? Doğrudur.Narkozik bir yolla kutsanarak, "Doktor" ünvanına kavuşmuş aday, jüriyi 5-0 kazanmıştır.Ancak sonrasında anastesinin etkisi geçmeye başlar..artık bu arkadaş, yerleşik bir sistemin parçasıdır... Sonrasında elinde kalem, puantaj kartlarındaki puanlarını artıracak, ingilizce makaleler yazar durur..Aslında bu durumuyla üniversite sınavına girme arifesindeki, çoktan seçmeli bir test çocuğundan da farkı yoktur . Bir elinde renkli "pompon" başlıklı anahtarlığının ucuna asılı iki anahtarı ile , diğer elinde renkli kapaklı cep telefonu ile bölüm kurullarında caka satan birkişidir artık.."O". Sevgili Pro-Dr umuz, didinir çalışır ama Prof.Dr luk mertebesi kendisine halen daha uzaktadır.Bu kişiler acil olarak "Prof.Dr" kadrosuna ya da idari bir makama atanmalıdırlar.Aksi takdirde üniversite içinde soruna neden olurlar,agresifleşirler hatta hırçınlaşabilirler. Dolayısıyla, YÖK Başakanlığı tez elden ve 1.maddeden, Doktora programı eğitim tip yönetmeliğinde kapsamlı bir değişikliğe gitmelidir.Böylelikle üniversitelerde, Prof.Dr sayısı artar ve üniversiteler, asli görevi olan bilim yuvaları haline gelir.Belki içlerinden bilim adamı da çıkabilir. Nedersiniz? Etrafınıza bir bakın bakalım, 78 yaşında "Prof. Dr"! luktan bir intihal hükmü giyerek,kozmik bir takdirle, tenzil-i rütbe eyleyip tekrardan başlangıç noktasına olan "Pro.Dr" luğa geri dönen, sonrasında semeri alınıp eşşekliği baki kalan kişilerin sayısı hiç de az değildir. Tahir Çalgüner Gazi Üniversitesi Akademik personeli
  7. (BDP) D.T.P' den "Fırsat! Ekolojisi" kurmaca açılımı.....!! Arada sırada çok ilginç ve gülünesi olaylar ile karşılaşıyorum.Geçtiğimiz günlerde D.T.P, bir merkez açılımı yapmış. Tabelası dikkatimi çekti. A.B fon takviyeli kurulan "Ekoloji ve Yerel Yönetimler Merkezi." Hayırlı olsun. Efendim, İmralı hükümlüsü Abdül'ün , bir süredir koğuşunda, Murray Bookchin' ın Toplumsal Ekoloji kitaplarını, can sıkıntısından okuduğunu bilmekteydik de.. işleri bu kadar da abartacağını ve kuramı tahrip edeceğini hiç düşünmemiştik. Ekolojist düşünce ve toplum yapısı; sözde federatif bölünmenin ve özerk yönetim statüsünün bir gerekcesi ve talebi olarak kullanılmakta ve "Ekoloji" kelimesi de aynen "Demokrasi" kavramı gibi istismar edilmektedir. Ülkenin ulusal ekoloji politikalarından bağımsız; Bölge doğal (enerji) kaynaklarının vede ekosistemlerin, özerk işletiminide içeren, (gecekondudan bozma) federatif devlet talepleri mi var acaba? "Üstad Bookchin" orjinal kuramında der ki: 1. "Demokratik Ekoloji" adındaki kuramı incelendiğinde görülecektir ki; Eko-konfederal bir yapı; "Devletsiz" bir yapılanma için önerdiği, ütopik bir Toplum modelidir. 2. Ekolojik düşünce felsefesi, "Bütüncü" dür. (holistik) Olgulara bütünsel ve sistemik bir yöntemle yaklaşır. İndirgemeci değildir. 3. Bir bilim olarak, Ekoloji' de "üniterlik" prensibi vardır. Zaten, üstad Murray Bookchin, (ekoloji istismarcılarını bildiği için) tüm bu yazdıklarının "yönetimsel" açıdan düşünüleceğini ,Devlet kurma yanlılarının iştahını da kaçıracak şekilde ,bizzat kendisi "Toplumsal Ekoloji" kitabında, iki paragraf halinde vurgulamıştır.bkz syf 45. Anladığım kadarıyla, bazı uyanık teorisyenler(i); bulduk buluşturduk yada arakladıkları Ekolojist teorileri biraz da değişiklik yaparak , sakat düşüncelerine ve emellerine koltuk değneği yapmak istiyorlar. Bu çocuklar,-daha düne kadar, Ekoloji' ye "çevrecilik"! , Suya "bu" diyen, ekolojiden bihaber kişilerdi.Şimdi haberleri olmuş da...teorik-kurmaca çalışmalar yaparlarmış.Sevsinler sizin ekolojinizi ..(pardon çevrenizi -çevre-ciliğinizi!) Ekolojist bilim kuramında; Bütün, parçanın kendisidir.Bütünün aldığı, komposizyon veri zaman ve veri süreçte, her parçanın kendisinde saklıdır..Parça da Bütünde..! Yoksa, Sürdürülebilirlik; ''Parca-lanmış" Ekolojiler ve bölünmüş! coğrafi ekosistemlerin alansal toplamında da degil!!! BÜTÜN' un tam da kendisindedir.Yoksa; (çakma) özerk federatif devlet de ise hiç değil. Sırasıyla, a) Teoriksel açıdan; "Ekoloji" kuram istismarcıları ve özerk Eko-Konfederatif devlet yanlıları ile, b- Biyoteknolojik açıdan; bitki genetiği ile oynama ustadı olan (GDO)! anti- ekolojik ve demokrat, (işgalci) İsrail, el ele vermiş, c) Kutsal (uhrevi) kitapları açısından ; "Dicle" den ...."Fırat" a kadar" İsrail'e sözde vadedilmiş!! kutsal(parasal) topraklarda , Anadolu köylüsüne "Ekolojik tarımı" mı öğretecekmiş? Bu tarihsel enosis dizgesi, bir "bubi tuzağı" dır. Zihinlerin mayınlı olması ve de vatan topraklarımızın İsrail'e tapu-tahsis belgesi ile verilmesi, mayından!! da beterdir. Yetti gari..!! " “GDO"' lu ve kısırlaştıran domateslerini de, İsrail; kendi yurtdaşlarına afiyetle yedirsin.! Yerse.?! Yöre halkı "yemiyor" da..!! Sırasıyla DEP, HADEP, D.T.P, B.D.P....belkide sonrasında yine, "D.E.P"(Demokratik Ekoloji Partisi). "Emek" gider yerine "ekolojisi" gelebilir. Aslında, yeni partinin ismi bence; "G.D.P" olmalıydı.."Genetiği Değiştirilmiş Parti". Türkiye kamuoyu artık yemiyor da...!! Tahir Çalgüner_Ekolojist _Gazi Üniversitesi. Öğrt.El
  8. Önce “Mülk”!, Sonra “Mülkiye” mi ? Geçen gün HT Ankara gazetesini okuyordum..Orjinal ve oldukça içeriksel bir fikir! (proce). Yine kan beynime sıçradı. Debelenip durdum. “Mülkiyeliler, Mülkiyeliler birliği lokal- mülkünü yıkıyormuş” diyerekten. Endişem, Mülkiye lokalinin , üye ihtiyaçlarını karşıladığını, karşılamadığını sorgulamak değil. Amacım; Mülk (yani) Kamu, kamu hukuku, kamusal mekan ,kamusal yarar, sosyal devlet gibi erozyona uğratılan kavramların kentsel mekan disiplini açısından açılımıdır. Şehircilik ilkeleri açısından olaya; “yer” ve “yerindelik” özelinde yaklaşmak gerekir. Söz konusu Bina, Kızılay MİA’ da ve yaya yolu aksındadır. Mevcut Altyapı kapasitesi bu türden yüksek katlı yapılaşmaları kaldıramaz. Otopark sorununun alan içinde çözümü halinde bile,trafik yoğunluğu ve sıkışıklığına neden olacaktır.Yaya yolunun profili dar olduğu için güneşlenme süreler kısalacaktır .Kentdaş, güneş hakkı ve görünüm hakkından mahrum bırakılır. Birde buna yeni yapılması düşünülen 8 katlı binanın, 2. sınıf bir mütehait elinden çıkmış olabileceğini de varsayarsak, kentsel estetik ve “göz hakkına” da pranga vurulmuş olur. İkinci önemli konu; 8 katlı olması düşünülen binanın (ne amaçlı olduğu da belli değil) yapımına; a) Hemen karşı binadaki mimarlar odası, b- Hemen sokağın köşe başındaki şehir plancıları odasının, c) SBF’ nin içinde bulunan “Ernst Reuter” iskan ve şehircilik kürsüsü öğretim elemanlarının, kent ve kentli hakları bağlamında toplumsal (akademik) tepkileri ne olacak ? Merak ediyorum.! Mülkiye camiasının yıkıma değil, aslında “yeniden yapılanma ve zihinsel dönüşüme” epeyden beri ihtiyacı vardı. Alan ihtiyacı ve genişleme arzusunu bilemem ama bireysel vizyon genişlemesi ve toplum yapısını yozlaştırmayacak ve dışla(n)mayacak bir bilinç sıçraması içine girmeleri kendileri açısından ve de kimliksel gelişimleri açısından da elzem olduğu görülmekteydi. Tüm bunlara rağmen, yetmiyorsa…Fiziksel mekan ihtiyaçlarını da Cebeci kampüsünden karşılayabilirler. Yüksel caddesindeki binayı da restore eder, adam gibi bakım onarımını yaptıktan sonra özelleştirebilirler!! ve lokalin başına da iyi bir ahçı getirilirse de iyi olur hani... Evet… bir ”değişim” (İttihad) ve “dönüşüm (Terakki) işi..! Bunu yapan iki kişi, Biri erkek biri dişi, Biri Mülk, diğeri Mülkiye! Yoksa, “Önce Mülkiye, sonra ANKARA mı ? Yoksa ve yoksa , “Önce yık, sonra yap, sonra da rant mı?” Bu vesile ile; Kuğulu parkında kesilen kavak ağaçları için eylem yapanlara da haksızlık yapmayın. Onların da hayallerini yıkmayın. Bireysel anılarımızı ve kurumsal hafızalarınızı zorlamayın. Kendinizi, çifte standartlı (ikili ahlak), “mülk-leştirilen”! toplum mühendisi olan sayın Gökçek’ in zihniyeti ile de aynı kefeye koymayın. Koymayın ki; Tarihsel kimlik kopuşunuzu (açılımınızı) ve demokratik-hukuki haklarınızı size hatırlatmak zorunda da kalmayalım.! TAHİR ÇALGÜNER Y.Şehir ve Bölge Plancısı G.Ü Şehir Planlama Bl. Öğtr. El.
  9. "Üst-Bilinçsel (Zihinci) Planlama” ya doğru… Bu yazıda, günlük dilde sıkça kullandığımız “Planlama” kavramını, mekan (yerleşim) planlaması açısından -iki tarihsel süreçte- yorumlamaya çalışacağım. Öneri üçüncü yol hakkında da bazı ipuçları vereceğim. DÖNEM I (MODERNİZM) Planlama düşüncesi, batıda (sanayi devrimiyle) öncelikle; Genel Halk Sağlığı ve hijyen yasaları ile ortaya çıkmıştır. Sanayi devrimini yapan ve tamamlayan Avrupa kentlerinin, ilk karşılaştıkları şey; “Duman” ve “Buhar” dır. Sıkışık, güneş ışığı almayan, yığınlaşmış yapılaşmalar ve kent merkezi içindeki torna atölyelerinden dönme, sağlıksız, rutubetli işçi konutları ve fabrikalar..vb. Dolayısıyla, Tüberküloz ve diğer üst solunum yolu enfeksiyonları , o dönemin gözde hastalıklarındandır. Öncelikle kent imarı kaynaklı, bu sağlık problemini çözmek için kentlere el atılmıştır. Yani, “Teknokrat Tamirciliğine” soyunmuşlardır. “Akılcı planlama ve planlar” olarak isimlendirdikleri bir yaklaşım ile, bir kentin ve çevresinin tamamının birebir planlamasını yapmak ve kentsel işlevlerin, aynen İngiliz saray bahçıvanı hassasiyetinde en ufak detaya kadar, temiz ve tornadan çıkmış gibi planlanacağını düşünmüşlerdir. Üstelik bu statik plan, 30 sene süre ile geçerli olacak ve değiştirilmeyecektir. Çünkü her şey aklın kontrolündedir ve “aklın yolu birdir ve doğrudur.” Biçim herşey dir” düşünce felsefesi vb. Klasik iktisat vb…. Sonradan görülmüştür ki, Evdeki hesap çarşıya uymamakta, plan dışı gelişmeler artmakta ve kentlerin makroformu “düzendışı” almış başını gitmektedir. İ.Kant-cı, pek bir analitik ve pozitivizm ile kutsallaştırılmış kartezyan insan aklı bir yerde kendisini modernite öncesi ”tanrısal inanç/akıl” yerine koymak istemiş olacak ki; akıllıca! bir bayrak teslimi fırsatı da böylelikle bu dönemde suya düşmüştür.(Aydınlanma dönemi öncesi insanlarının akılları yokmuş gibi sanki..!) Dönemin ana problem konusu ve Laboratuvar alanı “KENT” tir. Planlama ; modernist aydınlanma döneminin bir ürünüdür..artık.. (Günümüzde arkaik bir gelenek olarak bu “ imarcılık”! yaklaşımı; bazı üniversitelerimizin Kamu Yönetimi bölümlerinin,Kentleşme ve çevre hukuku (divan-ı engisizyon) kürsülerinde halen daha, ana ders izlencesini şekillendirmektedir..) DÖNEM II (POST-MODERNİZM) 1980 li yıllara doğru, bu sefer “akıllı insan” dan göreceli olarak biraz daha zeki ve pragmatik insanlar ortaya çıkmıştır. Aklı aforoz etmeye kalkışmışlardır. Oturmuşlar, düşünmüşler. Çalışmış ve didinmişler ; ”Bu iş böyle olmayacak, biz en iyisi mi “zeki projeler” diye bir şey ortaya atalım. Planlamanın adına da “düzenleme” (Projecilik) koyarız Demokrasiden, “çevrecilikten”! “yönetişim”den falan da söz ederek işi soslandırır,şirinleştiririz, arada da işimizi görürüz demişlerdir. Nasıl olsa, “küçük güzel..hayat kısa..yaşamak keyiflidir”. Bu dönem, Post-Modern dönem olarak isimlendirilir yada öyle olduğu söylenir. Bu süreç aklı eleştirir. “Ortak Zeka”, “zeka”dan ve akıldan da üstündür. Modernite aşıl(n)mıştır der.. ”Planlama” yı ise, büyümenin ve refah devletinin önünde bir engel olarak görür. Dolayısıyla, Planlama ve Planlar ,arkadan da gelse olur demişlerdir. Bu zeki yaklaşım aslında; Mantıksal Pozitivist düşüncesinin değişik ve dinamikleştirilmiş bir versiyonudur . Başka bir şey de değildir. Aklı “araç”sallaştırmış, tramvaya bindirmiş, Planlama yola koyulmuştur. Dönemin ana ilgi konusu ve laboratuar alanı yine “KENT” tir Peki… Batı kentlerinde yukarıda bahsettiğimiz bu sosyal ve mekansal süreç yaşanırken; şimdi gelelim bizim yalnız ve güzel ülkemiz kentlerinde neler oluyor.? Türkiye Kentlerine, Modernist dönem ile Post Modernist dönem arası “birşey” (ama ne!) yaşatılıyor. “Yaşatılıyor” kelimesini özellikle kullanıyorum. Çünkü , kentlerimiz ve planlama geleneğimiz tam olarak, ne Modernist dönemin imar-cılık anlayışını yaşadı nede Post modernist dönemin özelliklerini içselleştirebildi. “Kasaba şehirciliği” gibi bir şey olsa gerek!! yaşadığımız süreç.. Erken aydınlanmış Türk aydınları ile geç modernist dönemi yaşayan, “yarı aydınlık” ve yarım demokrat ülkemiz toplumu arasındaki temel uyumlaşamama ve aydınların kendilerini topluma anlatamamalarının altında yatan, sebep de budur. Evet.. tamamlama yolunda olduğumuz döngüsel bir süreci, toplum olarak yaşamak zorundayız. Anlaşılan o. Bunun için belli bir zaman geçecektir. İnşallah, ülkemiz kentleri ve planlama pratiğimiz; geçmişte yaşanan “Plan mı Pilav mı?” tartışmasına ilave olarak, “Mütehait mimarlığı” ile “Yerleşim planlaması” arasında bir seçim yapmak zorunda bırakılmaz (kalmaz) ve bu süreçten en az hasar, en çok bilinçli kazanım ve içselleştirilmiş deneyimlerle çıkarız.Kentsel dönüşüm projeleri altında yatan rantsal dönüşüm uygulamaları herkesin malümudur. YENİÇAĞ DÖNEMİ “EKOLOJİZM” (çevrecilik! değil) Amacım, akıl oyunları yapmak değil. “Aklı”, “zeka” ile çarpıştırmak hiç değil. Çünkü galibi olmaz. Ben özellikle “üst-bilinç” kavramı üzerinde duruyorum. Bilinç durumundaki bir düşüncenin, sınırlı insan aklndan ve sınır tanımayan doğrusal zekasından alacağı fazlaca bir ders yoktur. Pozitivist Aklın ve zekanın prangalarından kurtularak bilincimizi özgürleştirmeli ve üstbilinç düşünce durumsallığına geçiş yapmalıyız. Dikkat ederseniz; Yukarıda bahsettiğim iki dönemde de seçilen ortak problem alanı aslında , -bir mühendislik terfisi ile- biçimsel ve içeriksel açıdan formatlandırılan KENT tir ve “Kent Merkezlilik” dir.. Neo-liberal , ithal bir mekan politikası olarak; Kent ve “Kentleşme” hedefi, ülkemiz kentlerine dayatıla dursun , Türk plancıları da , kuramsal ve kılgısal açıdan bir dönüşüm içerisinde kendilerini yeniliyorlar, gerekçelerini ve varlık alanlarını güçlendiriyorlar. Bakalım gelecek nelere gebe..Göreceğiz. Küçük bir fener ışığı vermek gerekirse; Tasarı halindeki “Zihinci Planlama” kuramının önünde duran, kavramlar ve Türkiye yerleşmelerine özgü bazı kuramsal ve kılgısal yeni başlıkları şunlardır; * ŞEHİR (“Kent değil) * KIRSAL* YERLEŞİM EKOLOJİSİ* EKOLOJİK İKTİSAT *BÜTÜNCÜ DÖNÜŞÜM* SOSYAL EKOLOJİ* EKOLOJİZM (“çevrecilik”! değil)* *STRATEJİK-SİSTEMİK PLANLAMA*EMPATİ*DEMOKRASİ* Kavramlara ve kelimelere ve kuramlara sahip çıkmak zorundayız. Planlama neden değil bir sonuçtur. Sonuçlarından memnun olmayanlar varsa, gerçek nedenlerini kendilerinde arasınlar.. Planlam bilimin de değil. ”Nasıl” sorusunu sorsunlar. Nasıl olsa, önümüzde, düşünmeyi yeniden düşünecek kadar daha zamanımız var! Çıkar, görünen olanda, “Ortak Yarar” görünmeyen olandadır. Planlı yerleşimler dileği ile…… Alternatif çözüm önerilerin var mı? Diyenlere.!! Tahir ÇALGÜNER Y.ŞEHİR ve BÖLGE PLANCISI G.Ü Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü öğrt. El.
  10. EYMİR GÖLÜNDE OYNANAN ZİHNİYETSEL ONTOLOJİK OYUNLAR ÜZERİNE Hemencecik konuya giriyorum. Soru: Eymir , arazisinin mülkiyeti ODTÜ ye ait bir arazi midir.? Cevap; Hayır. Hazine(DEVLET) mülkiyetindedir. (yani, Kamu da değil) ODTÜ ‘ye hazine tarafından fi tarihinde geçici olarak tahsis edilmiştir. Sadece o kadar..! Soru; Göle ve kıyısına erişmek için ODTÜ’den icazet mi alacağız.? Cevap; Aman haaa.. Kesinlikle hayır. Soru: Bu konudaki, gerçek yasal düzenleme nedir.? Cevap: Kıyı Kanununun hükümleri ve Anayasa mahkemesinin 1998 yılındaki göl kıyıları hakkındaki içtihat kararı. (Ayrıntılı incelemeyi meraklısı yapsın.) Soru:(Biraz daha açabilir misiniz?) Cevap: Bende ondan bahsediyorum. Eymir Gölü , Ankara ’lının kullanımına açılsın diyoruz..ya! Anlamadınız mı? Soru: Rektörlükten yazılı (RESMİ) bir emir belgesi var mı? Cevap: Var da . “Yok”! gibi bir şey,tebliğ edilmişte alınmamış gibi.. sankim! Soru: Nasıl yanı? Siz okuyucuyla dalga mı geçiyorsunuz? Cevap: İmzasız, isimsiz, tarihsiz ve özellikle de Türkçesi bozuk bir dille yazılmış bir fotokopi var. (Orjinali gösterilemiyor) Soru; Bu yeterli değil mi? Cevap; Yeterli değil.Belki de sahte..ama sanki gerçekmiş gibi. Soru. İşlerine geldikleri gibi mi? Yani? Cevap; Körler sağırlar birbirlerini ağırlar gibi de denebilir. Soru: Dış nizamiyedeki “ODTÜ”lü görevlisi, bu alana yürüyerek de girebilirsiniz biz sadece araçla girenler için kart istedik derse? Cevap: Eymir gölüne ulaşım için bir toplu taşım güzergahı yoktur . Etrafınıza bakarsanız bir durak bile göremezsiniz. Zaten kimse oraya elini kolunu sallayarak yürüyerek gelmiyor. Millet salak mı? Soru; Eymir gölü arazisinde görevli (dış nizamiye) bizi içeri almazsa? Cevap: Hiç muhatap olmayın. Nezaketli davranın. Lakin O sadece görevini yapıyordur. Emir kuludur. Bölge, jandarma sahası içinde olduğundan, şikayetinizi, ( bir engellemeye mahsur bırakıldığınızı söyleyerek),Jandarmaya yukarıdaki mevzuat uyarınca yazılı başvuru hakkınızı kullanın. Kayıtlara girsin. Soru: Eğer görevli , ODTÜ rektörlüğü tarafından (bir ücret karşılığı) verilen üyelik kartını isterse,? Cevap; Kıyıya erişim için bunu yapmaya hakkı yasal olarak yok. O kart ancak, derme çatma gecekondu türünden inşa edilmiş tesislerini kullanmak için geçerli olabilir. Bu ise, içeride sorulur.Dış kapıda değil!!. Soru. Ormanda bir yangın çıksa , veya etraf kirletilse Üniversitenin göl komiserliğinin! bu konudaki etkinlik düzeyi nedir? Cevap Bir iki tane YSC cihazından başka cihazı yoktur . Onları da bekçiler birbirlerine (şaklaşmak maksadıyla) fışkırtarak bitirmiş de olabilirler.Her sene, bu tüplerin düzenli olarak doldurulması gerekir.Büyük bir yangın çıkarsa, yakın çevredeki Gölbaşı belediyesinden yardım isterler. İtfaiye gelinciye kadar da…yandı bitti kül oldu..anlayacağınız. Soru. ODTÜ, bunu (bile bile), bilerek mi yapıyor. Cevap: Evet Soru: Neden? Cevap: Bu yazının bütününden çıkaracağınız sonuç ve algılamanızla ilgilidir. Soru: ODTÜ, neden bu kart için özellikle kendisine müracaat edilmesini istiyor.? Cevap; De-facto (fiili) uygulamasını sözde güçlendirmek için. Muhatabınız benim diyor. Kayıt sistemini kendi çapında çaktırmadan oluşturuyor. Ama kanunu ve hukuku muhatap bile almıyor. Hukuksuz uygulamasını meşrulaştırmak için böyle bir araçsal yönteme başvurmuş. Aslında bu alana herkes ( ciddi bir göl yönetiminin sorumluluğun da ,gölün çevresel taşıma kapasitesi de dikkate alınarak)) girebilir ve karta da gerek olmadan (günlük 5 milyon gibi) sadece gölün bakımı için kullanılabilecek ve belli bir toplamdaki yüzdesi de Çevre Bakanlığı fonuna yatırmak şartıyla tabii ki..!. bir ücret talep edilebilir. Soru: ODTÜ yönetimi ve değerli hocaları, bir zamanlar “hukuk devleti” üstünlüğü falan diyerek “HUKUK” un üstünlüğünü savunurdu şimdi ne oldu? Cevap: sözde mi “ÖZDE” mi? Peki… son bir Soru; Bu söylediğiniz şeyler eğer doğru ise, bu olayların, acaba; ODTÜ arazisinde bulunan, asitli kuyulara atılan öldürülmüş köpekler ile, Genel Kurmay Başkanlığındaki -kamuoyunda bilinen adıyla-, sözde ve imzasız “sahte mi? gerçek mi? Belgesi” ile ve de Hükümetin İsrail’ e 49 yıllığına vadeli toprak tahsisi uygulamaları arasında da aktüel açıdan açılımsal bir bağlantı kurulabilir mi? CEVAP: Yöntemsel- yönetimsel bir Zihniyet ontolojisi açısından evet. Ancak, epistomolojik ve ampirik açıdan hem haklı hem de yersiz! bir soru diyebilirim. “Erksel” veya çok hukuklu, hukuksuz bir dükalıklar topluluğu olarak tanımlamak, en azından şimdilik daha doğru olur anlaşılan.!! Bu konulara, birileri biraz açılım getirse de, Melih Gökçek’ten zihniyetsell farklılıklarını ve zihin farkındalıklarını bir görsek diyorum….ve ben de cevap bekliyorum. Teşekkürler. Tahir Çalgüner Y.Şehir ve Bölge Planlamacısı (Gazi.ün.Şehir Planlama öğrt.el)
  11. “Ekoloji” üstünde "çevreci-lik!" yada vur (bilimin) beline kazmayı İzmir-Çeşm Alaçat-Paşalimanı Kültür Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi Çevre Düzeni Planı hakkında yürütmenin durdurulmasına karar verildi Mimarlar Odası'nın İzmir-Çeşme- Alaçatı-Paşalimanı Kültür Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi 1/25.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı'nın iptali istemiyle açtığı davada Danıştay 6. Dairesi, yürütmenin durdurulmasına karar verdi. Dava dilekçesinde, planın nokta ölçeğinde olmasının planlamanın amacı ve ilkeleriyle çeliştiği, Port Alaçatı girişimine yönelik özel ve ayrıcalıklı bir imar planı niteliği taşıdığı, 1. ve 2. derece doğal sit alanlarını, ormanları, kıyıları, tarım arazisi niteliği olan alanları yapılaşmaya açtığı, kaynakların koruma-kullanma dengesini gözeten bir yönü olmadığı, yörede yeraltı ve yerüstü su potansiyeli yetersiz olduğu halde planlamada bu durumun göz önünde tutulmadığı, teknik altyapıya ilişkin belirsizlikler taşıdığı, planın bir açıklama raporunun olmadığı, yörede mülk edinen girişimcilerin rant beklentisini karşılamaya yönelik olarak hazırlandığı ifade eilmiş ve planın iptal edilmesinin gerektiği belirtilmişti. Dava dilekçesinde ileri sürülen iptal gerekçeleri Danıştay 6. Dairesi'nce haklı bulundu ve telafisi güç zararlar doğuracağının açık olduğu ifade edilen plan hakkında yürütmenin durdurulmasına karar verildi. Kararda Alaçatı -Paşalimanı Kültür Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi Çevre Düzeni Planı'nın planlama açısından belirsizlikler içermesi, koruma ve kullanma dengesini sağlamaması, yapılaşması mümkün olmayan alanları yapılaşmaya açması, büyük alanların hukuki dayanaktan yoksun şekilde, tek yatırımcıya tahsisine olanak sağlaması, yetersiz ve ayrıntılı olamayan mekânsal çalışmalara dayalı olarak hazırlanması karşısında şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararına uyarlık taşımadığı açıklandı. Kararda, dava konusu planın dayanağını oluşturan yörenin- Alaçatı Paşalimanı Kültür Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi olarak belirlenmesine ilişkin Bakanlar Kurulu kararının Danıştayn 6. Dairesi'nin daha önce verdiği kararla yürütmesi durdurulmuş olduğundan dava konusu planın hukuki dayanağının kalmadığı da ayrıca belirtildi. (Bir çevreci! gazete haberinden 2008) Yani (yanisi şu) "Çevreci"! bir proje, tamamen çevreci! gerekçelerle dava edilmiş, Danıştay ise, çevreci hassasiyet göstererek proje için "yürütmeyi durdurma karara vermiş. Aman ne güzel... ne “güzel”!! Bu yazıyı kaleme almadan önce Alaçatı daki bu rezalet yapılaşmayı gördüm. Yürütmeyi durdurma kararı, inşaatı durdurmayı engelleyememiş olacak ki; evler yapılı idi. Bahçıvan çimleri suluyordu. Ayıptır söylemesi, Evlerin fiyatları 200 ila 800 bin avro civarındaymış. Daha doğrusu öyle söyleniyor. İstanbul sermayesinin, adeta “getto tatil merkezi” haline gelen Alaçatı'nın yeni sakinleri şimdilerde ise Alaçatı’nn damını akıtıyor. Kentlilik bilincini bile yaşayamadan ,arabesk çevreci bir kültüre geçiş yapan bir grup "kazma" İstanbul’lu Ekolojiden bihaberler. Her türden aklanmaya ihtiyaç gösteren kişilerin , bu bronzlaşma içgüdüleri., Ekosistemlerinin rengini de siyaha döndürme tehlikesini beraberinde getiriyor. .Efendim, Söz konusu alan , bir lagün alanında ve yüzeyüstü/altı aküfer üzerinde kurulduğu çin, Ekosistem dengeleri açısından bu çevreci! yapılaşmanın derhal yıkılması gerekir.Kazma ile de değil..! dozerle.. Denizden doldurulan bir alandır. Sazlık ve bataklık ekosistem ve üzerindeki kuş-balık türleri ile bozulma döngüsüne girebilir. Hatta yerleşim ve insan ekolojisinin üzerinde de negatif etkileri söz konusudur . Konu Ekoloji ile ilgilidir. Burada ise; ne, çevresel yapılaşmayı yapan şirketin ne, itiraz davasını açan mimarlar odasının, nede karar veren Danıştay ın, gerçek bir ekolojik duruş gösterdiği söylenemez. Bilirkişi heyetinde, bir ekoloğun ve onunla birlikte çalışacak bir tane bile yerleşim plancısının olmaması bile, Ekoloji biliminin aksine, "çevreciliğe"! ne kadar önem verildiğinin bir kanıtı değil midir..! "Solcu çevreci" geçinen sözde avukatlar, ve belediye başkanları,açısından; eğer aynı alan gecekondu istilasına uğramış bir yer olsa idi; sosyal demokratlıktan gem vurarak, sözde gecekondulunun hakkını savunarak,.. gecekondulaşmaya lanet yağdıracaklardı Ancak sadece,"yapılı çevresi" (kendi bilgi ve görgüleri gereği,) "güzel" olan bu alanlar için seslerini bile (bilebile) çıkartmama iki yüzlülüğünü gösteriyorlar. İşte bu çifte standartın daniskasıdır. Toplumumuzun ve anayasamızın “çevreciliğinin”! de pek bir üstün! ahlaki ve yasal göstergesidir. “Çevre” bizim için o kadar önemli bir konu değildir. Halbuki anayasamıza ve yerleşimler mevzuatımıza, EKOLOJİ; (bırakınız ekoloji kavramının içselleştirilmesini) , salt bir “kelime” olarak bile girseydi.. her şey çok farklı olacaktı".Yorumlar farklılaşacak, mahkeme kararlarına ekoloji dipnotları düşülecekti. Yapılı Çevremiz tertemiz olsa, hatta binaların cepheleri çok hoş görünse,bile o çevrenin altındaki ekolojiyi ihmal ederek...”çevreci” olabilirsiniz..ama ekolojist asla.!! Sözde olsanız bile “özde” asla..! “Çevreciliğin”! asıl değeri, anti-ekolojist toplumlarda ve anayasalarında çevreye aşırı değer verilmesinden kaynaklanır. Ben onun içindir ki; "çevreci"! değil..Ekolojistim. ve Ekosistemin bir parçasıyım. Herşeyden önce de bir insanım. 2009/ Çeşme Alaçatı Tahir ÇALGÜNER Gazi.Ün.Öğrt.El
  12. Enfes bir yazı.Benden 10 ÜZERİNDEN 10 ALIR. Suya sabunla yaz yazmaya alışkın çevrecilerin!! beylik ve basmakalıp düşünceleri.Anayasa ya çevre ile ilgili bir tek kelime ekleyin deseler..verecek cevaplar yoktur.Konuşur dururlar.Mesele, ekolojist misin değil misin? çevrecilik te!! neyin nesi oluyor muş?
  13. D.T.P' den " Fırsat! Ekolojisi" açılımı.....!! Arada sırada çok ilginç ve gülünesi olaylar ile karşılaşıyorum.Geçtiğimiz günlerde D.T.P, bir merkez açmış. Tabelası dikatimi çekti."Ekoloji ve Yerel Yönetimler Merkezi." Hayırlı olsun. Bu ne güzel duyarlık... ne şirinlik..(en azından.."çevre" kelmesinden "Ekoloji" kavramına giden bir yolda , düşünsel bir bilicç sıçraması içine girmişler.) Darısı artık, insan ekolojisine ve yaşam hakkına gösterecekleri sözde duyarlılıkların başına! veya "demokratik -özerk-enerji !!devleti" falan gibi açılımlarına!! Hemen konuya girelim.. yemediğimiz! baklayı ağzımızdan çıkaralım. Efendim, İmralı hükümlüsü Abdül'ün , bir süredir koğuşunda, Murray Bookchin' ın Toplumsal Ekoloji kitaplarını, can sıkıntısından okuduğunu bilmekteydik de.. işleri bu kadar da abartacağını hiç düşünmemiştik. "Üstad Bookchin" orjinal yazınlarında der ki: 1. "Demokratik Ekoloji" kuramına yönelik , Eko-konfederal bir yapı; "Devletsiz" bir yapılanma için önerdiği bir Toplum modelidir. 2. Ekolojik düşünce felsefesi, Bütüncü dür. (holistik) Olgulara bütünsel ve sistemik bir yöntemle yaklaşır. İndirgemeci değildir. 3. Bir bilim olarak, Ekoloji' de "üniterlik" prensibi vardır. Zaten, üstad Murray Bookchin, (ekoloji istismarcılarını bildiği için) tüm bu yazdıklarının "yönetimsel" açıdan düşünüleceğini ,Devlet kurma yanlılarının iştahını da kaçıracak şekilde ,bizzat kendisi "Toplumsal Ekoloji" kitabında, iki paragraf halinde vurgulamıştır.bkz syf 45. "Ekolojizm" ile ilgili kütüphanemdeki kitapları ,- üstüne yatmayacağını bilsem- , İmralı"ya kargo ile göndermeyi bile düşündüm.Sonra kendi kendime "boşver" yahu dedim. Anladığım kadarıyla, bazı uyanık teorisyenler(i); bulduk buluşturduk yada arakladıkları Ekolojist teorileri biraz da değişiklik yaparak , sakat düşüncelerine ve emellerine koltuk değneği yapmak istiyorlar. Aslında bir bilene danışsalar, bu kadar da komik bir duruma düşmeyeceklerdi. Bu çocuklar,-daha düne kadar-, Ekoloji' ye "çevre"! , "su" ya "ma" diyen, ekolojiden bihaber kişilerdi.Şimdi haberleri olmuş da...teorik-kurmaca çalışmalar yaparlarmış.Sevsinler sizin ekolojinizi ..(pardon çevrenizi -çevre-ciliğinizi!) Ekolojist bilim kuramında; Bütün, parçanın kendisidir.Bütünün aldığı, komposizyon veri zaman ve veri süreçte, her parçanın kendisinde saklıdır..Parça da Bütünde..! Yoksa, Sürdürülebilirlik; ''Parca-lanmış" Ekolojiler ve bölünmüş! coğrafi ekosistemlerin alansal toplamında da degil!!! BÜTÜN' un tam da kendisindedir.Yoksa; (çakma) özerk federatif devlet de ise hiç değil. P.K.K” nın bile, “Ekoloji ve yerel yönetim” adında konferanslar düzenleyerek ekolojik!! yemin ettikleri bir toplumda; “Ekoloji” kavramının, bizzat ekoloji! kelimesi kullanılarak istismar edilmesinden duyulan hassasiyetimizi “ekolojik” ve demokratik bir duyarlılığımız ve de bütünsel düşünce yaklaşımımızın bir gereği olarak algılanmasını rica ederim. Tahir Çalgüner Ekolojist Gazi Ün. Öğrt.EL
  14. Evin"siz ("oikos"suz) Ekoloji" "Ilımlı çevrecilik"! ; ©ılımış "Ekolojizm" dir. Neoklasik iktisat paradigmasına yönelik geliştirilen, “çevre ekonomisi”, hukuksal düzlemde meşruiyetini, "ÇED" Yönetmeliğinde bulur. Klasik “ÇED” mühendislik ekonomi yaklaşımı ve bireysel işletme bazlı olup; birikimsel kirlilik açısından, ilgili ekosistemin ekolojik ve sosyal taşıma kapasitesini ihmal eder. “Önce yer SEÇ sonra "Ç.E.D" sonra da KİRLET ” çifte standartlı yaklaşımı; herhangi bir yatırımın, yerseçimi yapıldıktan sonraki aşamaları ile ilgilenen rutin bir mevzuat (yönetmelik) halini almıştır. Alıcı ortam standartları işleme alınmadığı gibi sadece deşarj ve optimal kirlilik standartları hesaplamaları arıtmada temel veri olarak kabul edilmektedir. Buradaki yanlışlık; yapılan analitik ve "doğrusal" hesaplarımızın, doğal olarak, ekosistemlerin ekolojisinin yöntemsel ve "döngüsel" zekasına uyumlaşamamasından dolayı; ekolojik sistemler açısısından hep bir "tevatür"!, bizler içinde "felaket"!! senaryosu olarak algılanılmasını doğuruyor. .Keskin hatlı doğrusal “ekonomi” grafiklerinin yerini artık, döngüsel (sinüsidal) - tutarlı "Ekolojik iktisat" grafiklerine bırakmasının zamanı yaklaşıyor... Türkiye'de Planlı (pilavlı)! kalkınma döneminden... günümüze, ‘çevrecilik’! adına yapılan süreci özetlersek; a) Sürdürülebilir kalkınmada temel bileşen olan, ekonomi ve çevre arasindaki dengeyi sağlamayı bile, D.P.T den bağımsız, sanal bir Çevre Bakanlıgına havale eden bir yapilanma. b)Orman Bakanligi ile Çevre(Aritma teknolojisi)! Bakanlığını birleştirici makyaj çözümlemelere giden. c) Ekolojik havza ve bölge planlaması bütününden uzaklaşmiş, sektorel ve parçacı yaklasımlarla; ekolojik envanter ,izleme ve denetleme sistemleri kurulmadan, "çevre" ve kalkınma sorunlarına yaklaşan bir "çevre-bilim-cilik" zihniyeti, d) Ülkede cok sayida çevre ile ilgili hukuk manzumeleri olusturmak ve ayni zamanda da uygulama boyutunda yetki karmasasi yatatma yolu ile kanun hükümlerine ve kurumlarına bir tür fiili muhalefet sergileyen, e) Güç ve kapital çevresine odaklı profesyonel "eyyamcı çevrecilerinden"..bilinçsiz ancak iyiniyetli, felaketsever "eylem" çevrecilerine kadar giden ! anti -ekolojist bir sivil toplum komposizyonu olarak, (5) temel katagori icinde ele alinabilir. Bu bağlamda; Batıcı ‘Kyoto Çevreci! Protokolünü’nün, Türkiye ayağının ise; ‘çevresel yardım!’ kılıfı altında projelendirilen (tamamen duygusal!..) ve anti-ekolojik toplum örneği olan eskimiş çevre(arıtma)! teknolojilerin ve karbon emisyonlu çimento fabrikalarının yatırım ithalinden ve de milyonlarca avroluk bir pazarda şekillenen, "emisyon ticaretinden" başka bir şey olmadığı da daha iyi algılanacaktır. Günümüzde, ‘sosyal devlet’ kavramını; ‘sosyal yardım!’ sadakacılığı popülizmine indirgeyen zihinsel bir neoliberal refleks: Ekoloji gerçeğini ve bilim kuramını, sahteci bir ‘çevreciliğe’!! indirgeyen spekülatif bir felsefeyle de tamamen benzerlik gösteriyor... B.M patentli ”Çevre Emperyalizmi” küresel bir senaryo olmakla birlikte , "Ekoloji" ise, yaşamın bilimidir. "Çevrecilik”! adına yapılan bilinçsiz eylemlerimizin genelde, bizzat kendisinin ekolojik yıkımlara neden olması bunun en güzel örneğidir. Yağmur duasına çıkar gibi gökten helikopterden atılacak meyve çekirdeklerinin, ağaç olmasını uman "çevreci"! arkadaşlarımızın da, tutulan akıllarına, bir kaşık ekolojik bilinç ve sosyalleşme çalabilirsek ya da tutturabilirsek…! Tahir ÇALGÜNER Gazi. Ün. ögrt. el. (Ekolojist)
  15. CAN HAMAMCI; ÇEVRE VE BİLİMDE EMPATİ YOKSUNLUĞU Merhum hocam, , Doç.dr Cahit Emre için...... Küresel, bölgesel ve yerel ölçekte: ekolojik dengelerin bozulması yüzyılın yıkımı olarak karşımızdadır. Yüzyılın, "bilimsel" alandaki diğer ekolojik kirliliği aşağıda teşhis ve "ruhsal travma" yöntemi kullanılarak tedavi edilmektedir. Tüm dünyada, ekolojist bakış açısının egemen olmaya başladığı, mekan planlama kuramının ve pratiğinin temelden sorgulandığı bir dönemde "çevre" kavramı, iki boyutlu ve edilgen yapısından uzaklaşmaktadır. Ekoloji biliminde ve yönetiminde modellerden teorilere giden dev bir sıçrama söz konusudur. Bir coğrafya parçasının ekonomik-sosyal gelişmesinin ve ekolojik değerlendirilmesinin aynı anda hesaba katan böyle bir kaotik yaklaşımın sosyal bilim alanında olduğu kadar, "Kamu yönetimi" alanında da yeni yansımalarının olması kaçınılmazdır. Ancak; bu gelişim süreci bizi başka acı ve çıplak gerçeklerle yüzleştirmektedir. "Çevre" ile Ekoloji bilimini aynı kefeye koyan katı bir akademik yaklaşım başlı başına bir ekolojik felakete yol açacak statik bir zihni birikimi içerisinde taşımaktadır. Buradaki kurnaz kaygı; kavramın öztürkçesini bulmaktan ziyade bir zihniyetin başât göstergesidir. Bu bağlamda, yeni tanımlama; Sosyal ekoloji ve Fiziksel ekolojiyi de kapsayacak şekilde bir toplam ekoloji biliminin içeriğindeki paradigma değişikliği, daha doğru bir yaklaşımdır. Zaten, "Çevre Bilim" olarak yanlış anlamda savunulan bu bildik görüşün şubesinin çevreye yaklaşımları; "analitik"! olarak incelendiğinde, ekoloji biliminden tamamen kopuk, yurtdışındaki benzer gelişmelerden bir haber, dar bir çerçevede belirginleşmektedir. Kastedilen “Biçim bilim” dir. Normatif bilimle oynanır ama gerçek bilimle asla. Sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak ve ölçmek; üç boyutlu bir bütünsel (holistik) ekolojik yaklaşımı, bilgilenme sürecini ve ekolojide bölgesel "ÖLÇEK" konusunu da gündeme getirmektedir. Geleneksel bilim ve özellikle Sosyal bilim anlayışımız ile bir ekolojinin tanımlanması, ekolojik süreçlerin anlaşılması dünyada ve kıta avrupasında terkedilen bir görüştür. Şöyle ki; "Fizik Ekoloji" alanında yaşanan "çoklu neden ve çoklu sonuç ilişkisi” geleneksel sosyal bilim anlayışımızda egemen olan "neden-sonuç" ilişkisinin de sorgulanmasını gerektirecek bir bilimsel yöntem gereksinimi doğurmaktadır. Sürdürülebilir gelişmenin sağlanması için tekrardan gündeme getirilen Mekan Planlama kuramının içeriğinin tekrardan yorumlanması kaçınılmazdır. İki farklı bilgi sürecine, nesneye ve bilgi kuramına sahip bilim alanının bütünleştirilmesi konusu Toplam Ekoloji Biliminin konusudur. (Epistomoloji). Fizik ekoloji ve sosyal bilim alanları arasında farklı bakış açıları ve kullanılan yöntemler eklektik ve bilinçsiz şekilde birleştirilemez. Eğer birleştirilmeye kalkılırsa ilgili “kooperatif” başkanının düştüğü yöntem yanlışına düşülünür. İşte örnek; "Ekoloji ve Çevre Bilimleri olarak ayrılan alanları birleştirmek ve tek bir çevrebiliminden söz etmek de ol
  16. Ekoloji’ nin İktisadı ve Sosyo-lojisi üzerine… Murray Bookchin" in anısına... (Bilimsel bir deneme yazısıdır.) Demokratik (empatik) insan toplumuna giden bir yolda, bilimin zorunlu (derin) güzergâhı olarak; 3.Bilim: “Sosyal Ekoloji Kuramı’’ "Sosyal- Ekoloji" Kuramı (Socialecology) "Ekoloji" 'ye şu gözle, bu gözle bakmaktan ziyade yan gözle bakılmamalıdır. (Doğa(l) bilimler ve Sosyal bilimler kastediliyor. Son dönemlerde; birde, "Sosyal Ekoloji" olarak isimlendirilen, ortak (3.) bir alanda da bazı bilimsel bütüncü kuramlar geliştiriliyor. “Sosyal ekoloji”; bir bilme biçimidir. Bilimcilerin ekolojiyi anlaması gerekir, ama bunu felsefi bir şekilde algılamalı, yüzeyselliğinden arındırarak kavramalı ve yöntem bilimsel temellerini oluşturmalıdır. Eşyanın ontolojisi ile muhabbet etmeli ve ortak bir alanda farklı bir epistomoloji geliştirilmelidir."Çevreci-sosyal bilim" yaklaşımları ile “Sosyal Ekolojı” Bilimi arasındaki temel fark da budur. Zordur ama işi kapınca kolay olduğu görülecektir. ”Sosyal Bilimler ve (+) Çevre” alt başlığı ile “SOSYAL EKOLOJİ” bilim paradigması arasında; (muhteva ve biçim) epistomoloji açısından farklılıklar mevcuttur. “Çevre”; canlı-cansız-yapılı (built environment) varlıkların genel adıdır. “Sosyal Ekoloji”; Bilimin adıdır. “Toplumsal Ekoloji”; İdeolojinin ve felsefenin ve de bir siyasanın - hareketin-adıdır. (Her ikisinin de, şimdilik birbiriyle ilişkili olduklarını söylemekle yetinelim.) Geleneksel Sosyal Bilimlerin, Ekoloji anlayışının da "çevrecilik" olduğu ve dar bir kulvardan olaya yaklaştığı zaten bilinmektedir. Kapitalist uzantılı bir "resmi çevrecilik" anlayışını enine boyuna tartışmak; "olayı" anlamsız, totolojik kısır döngülere götürür. Öncelikle, "Ekolojist olabilmek" maddesi iyi hazmedilmelidir. Ekosisitemlere "ekolojist" bir düşünce ile mi yaklaşılıyor? Yoksa "çevreci" bir zihniyetle mi yaklaşılıyor? İşin bu püf noktası önemlidir. Her iki bilim alanında da; birbirinin dilinden anlayacak ve ortak yöntemde buluşacak bilimci ekipleri, belli bir alan bazında çalışmalar yapabilirler. Bütünleşme eklektik değil. Yapısal olmalıdır. Sözde! Değil, özde olmalıdır. Benim bildiğim kadarı ile Türkiye' de hiçbir sosyoloji bölümünde Ekoloji kürsüsü yoktur. Dolayısıyla, sorun kapsamlıdır. ''Sosyal Ekoloji kuramı'': Doğa (bir üst-bilinç kertesi) durumundaki insanin bilimidir. Ekolojik sistem yasam zincirlerinin ekosistemlerin paydası olan toplumun sosyo-ekonomik sistemleri ve organizasyonları ile karşılıklı bağıntıyı ve evrimsel süreçlerini, üç boyutlu bir epistomoloji için, temel bileşen olarak ele almaktadır. Dolayısıyla, yatayda yeşilin farklı tonlarını içeren (açıktan koyuya doğru) analitik bir yelpaze deseni; 'Cevre'' den 'Ekoloji' kavramına giden biçimsel bir değişim olarak görülmemelidir. Bu, yatay eksene bir hançer gibi dikeyde saplanan paradigmasal (yapısal) bir eksen kayması ve onun köklü bir epistomoloji dönüşümü olarak görülmelidir. Bu bağlamda; Özetlersek, gelişmişlik (bilimsellik derecesi) sıralamasına göre, dört (4) farklı evrimsel düşünce "mevzisi" vardır. a)"Sosyal bilgiler çevreciliği"! (''A.Gorzcu'' Totolojik çevrecilik yaklaşımları) b)Pozitivist Sosyal Bilimler ve Çevre Bilgisi c)Doğa(l) Bilimler ve Ekoloji (Kısmen çevre) d)"Sosyal Ekoloji" ve Ekoloji (Bağımsız Bilim Dalı 3. Bilim de denir.) Hangi düşünsel aşamada ve kulvarda bilgi üretiliyorsa ona göre bilimi yapılır. Çıktıları ve girdileri de doğal olarak farklılaşacaktır. Bazı akademisyenlerin, düşündüğü tartışma cephelerini iki (2)den" yatayda dörde çıkardık. Ancak ısınma turları için yararlı bir çerçeve ve "yol haritası" olduğunu düşünmekteyim. Merkezcilik!( o da neyse) yaklaşımlarına göre de, her bir cepheden iki tane (insan ve doğa mrkz. olmak üzere) dikeyde eksen ayrışması olduğunu varsayarsak; 4! / (4–2)! = 12 faktöriyel cephe eder. Dolayısıyla, böylesine mayınlı bir bilim coğrafyasında; indirgemeli bilim yaklaşımlarından, ziyade "bütüncül" epistomolojik(ontolojiyi de içeren) yaklaşımlara giden yeni bir "Ekoloji" tanımlamasının gerekliliği ortaya çıkacaktır. İşte bu noktada, "Yeni Ekoloji", artık geleneksel anlamda pozitivist "çevrecilik" değildir. Ekolojinin dilsel ve bilimsel karşılığının ise, "Çevrebilim"! Olarak algılanması ve inanç-ı sabit çevreciler tarafından (öyle imiş gibi) algılattırılması ise artık imkânsızlaşacaktır. Sonuç; Adına çevre adı verilen tekil bilimin (çevrebilim)! ne olmadığı konusu; Ekolojinin kavramsal açıdan ne olduğunu (ve çevre olmadığını) göstermesi açısından empatik önemdedir. Sosyal ekoloji bilim kuramını, yeşil düşünce felsefesi ile ve Avrupa ve Türkiye' deki "yeşiller" şubesi ile de karıştırmamak gerekir. Ekolojistler ile "çevreciler"! Arasındaki düşünsel farklılık; enaz "Yeşiller "ile olan, doğal ayrım kadardır. Asıl olan "Ekoloji " dir. Ekolojiyi 'Yeşil'! düşünce veya çevre ile taçlandırmak yerine Ekoloji’nin, ekoloji ile taçlandırılması gerekiyor. "Yeşil" liberal düşüncenin (Yeşillerin) ; "Ekolojizm" düşünce mertebesine, paradigmatik açıdan evrilmesi süreci ise, kısa erimde pek mümkün gibi görünmemektedir. Günümüzde, ‘sosyal devlet’ kavramın, ‘sosyal yardım!’ popülizmine indirgeyen zihinsel bir neoliberal refleks: Sosyal Ekoloji bilim kuramını, sahteci bir ‘çevreciliğe’ indirgeyen dizden aşağı bilgi sığlığı içindeki spekülatif bir felsefeyle de tamamen benzerlik gösteriyor. Ekolojik iktisat teorisi ise; “finans çevreciliği ekonomisi” gibi gösteriliyor. '' Ekolojizm , 'Çevrecilik'! üzerine sürülen bir krema değildir.. '' “Ekolojik İktisat Kuramı” (Ecological Economics) Temel Ekonomi Kuramları, tarihsel bir kronoloji dahilinde incelendiğinde, özetle; 1.Klasik ekonomi: (Adam Smith) Çevresel bozulmaları hesaba almayan rijid bir piyasal yapıyı öngörür. ( “Görünmez el” kabulü ) 2.Neo-Klasik ekonomi; “Ölçek ekonomileri” ve “dışsallıklar” üzerine kurulu “çevreci - neo-liberal”, totaliter bir ekonomik görüş sunar. İşletme ölçeğinde maliyet masraflarının düşürülmesi ve üretim fonksiyonu değişikliğini öngörür. Kalkınmanın sürdürülebilirliği ve “üretim ekonomisini” esas alır. 3.Ekolojik iktisat; Ekonomide ölçek (scale) olgusu ile ilgili yeni bir toplumsal ekolojik kuramdır. Geleneksel Ekonomide, sırasıyla üç aşama vardır: a) Allocation (Tahsis-yer seçimi) Distribution (Dağıtım) c) Scale (Ölçek) Neo Klasik ekonomi, (Çevre Ekonomisi) olarak bizlere, bağımsız bir disiplinmiş gibi hocalarımız tarafından öğretilen alan!) ilk iki madde ile ilgilidir. Bağımsız ve farklı bir kavram olan “Ekolojik Ekonomi” paradigmasının, Neo-Klasik Ekonomi ile ayrıldığı temel nokta ise “ölçek” tir. “Ekolojik İktisat” kuramında ;“ölçek” kavramının üç boyutu vardır. “Mekansal ekoloji” olarak ölçek; hem sosyal hem de ekolojik ölçek anlamında ve toplam makro ekonominin büyüklüğü olarak. Ancak burada bahsedilen “ölçek” ile , “ölçek ekonomileri” deyimi (Scale Economies) birbirine karıştırılmamalıdır. Geleneksel “Ekonomik akıl” ile karşılaştırıldığında; (R.Costanza ;1997 ;83) Ekolojik İktisat paradigmasının öncelik aşaması, aşağıdaki düzen içinde belirginleşmektedir (Bu sıralama , geleneksel ekonomi kuramının tam tersidir.) Şöyle ki; c) Sürdürülebilir ölçek; ekolojik taşıma kapasitesinin belirlenmesi ve ”mekansal ekoloji alan sınırı” Dağıtım: Adil bir dağılım, Ortak Toplumsal Mülkiyet hakkı ve transferini sağlayan Ekosistem Yönetimi. (S.T.Ö ve kamusal kurumlar vb.) a) Son olarak Yer seçimi; Kamusal ve özel girişimcilere, doğal kaynaklarının tahsisi (ekolojik teknoloji ve yatırımın türü, kapasitesi, Miktarı vb). Üretim (yatırım) noktalarının bir süreç dahilinde mekansal planlamasını içerir. “Geleneksel Ölçek ekonomilerinden” “Ekosistemlerin içsel iktisadı ölçeğine geçiş”: “Çevre Ekonomisinin” Eleştirisi ”Çevre Ekonomisi”; Marshal ve Pigou tarafından en son şeklini alan Neoklasik ekonominin, “dışsal ekonomiler” alt bölümünden başka bir şey değildir. Ekolojist Bilim Ekolü ışığında değerlendirildiğinde, Ekosistem Bilimi ile bağının zayıf olduğu söylenebilir. Neoklasik iktisat paradigmasına yönelik geliştirilen “çevre ekonomisi”, hukuksal düzlemde meşruiyetini, ÇED Yönetmeliğinde bulur. Klasik “ÇED” mühendislik ekonomi yaklaşımı bireysel işletme bazlı olup; birikimsel kirlilik açısından, ilgili ekosistemin ekolojik ve sosyal taşıma kapasitesini ihmal eder. “Önce yer SEÇ sonra Ç.E.D sonra da KİRLET ” çifte standartlı yaklaşımı; herhangi bir yatırımın, yerseçimi yapıldıktan sonraki aşamaları ile ilgilenen rutin bir mevzuat (yönetmelik) halini almıştır. Alıcı ortam standartları işleme alınmadığı gibi sadece deşarj ve optimal kirlilik standartları, arıtmada temel veri olarak kabul edilmektedir. “Sıfır büyüme”; ancak ve ancak ekonomik bir dil ile belirtecek olursak “Sıfır Yokoluş” noktasında olur. Neoklasik ekonominin diğer adı olan Çevre Ekonomisi, (Environmental Economies) “sıfır kirlenme”, sıfır büyüme gibi kavramların imkânsızlığı üzerinde dururken ,“Sıfır Yok oluş” kavramını ise sorgulamamaktadır. Ekolojik iktisat teorisi, bu çağdaş bağlamıyla; Sosyal-ekonomik sistemlerin ve kültürel mekanizmalarının, bütüncü bir eko(lojik)sistem altlığında (kavranılabilir bir ölçekte) birlikte uyumlaşması,(Evliliği) evrilmesi ve güncellenen bir süreç içinde izlenmesidir. Yerel eko-bilgi ağında toplumsal-katılımcı sürekli bir yönetim ve de stratejik mekânsal planlanması gibi toplumsal duyarlılıklarından dolayı da, ”Çevre Ekonomisi” ile içeriksel açıdan farklılaşır. (Simülasyon Modelleri) Keskin hatlı doğrusal “ekonomi” grafiklerinin yerini artık, döngüsel (sinüsidal) ve tutarlı Ekolojik- iktisat grafiklerine bırakmasının zamanı yaklaşıyor…En azından Ekosistem ekolojilerinin sürdürülebilirliği ve insanın sürekliliği için de.! Dipnot: 1. Metin içinde geçen bazı kavramlar, a) İktisat (economics)-bir öğreti olarak- Ekonomi (economies) c) “Finans ekonomisi” olarak farklı anlamlarda kullanılmıştır. 2. “Çevre” kelimesi, bir bilim olan Ekoloji ile aynı anlamda değildir. 3. Sosyal Ekoloji kuramı ile “Sosyo-Biyoloji” açılımı aynı kavram değildir. 4. Kavranabilir (bütüncü) bir ekosistem: Hassas mikro ekosistemlerden, akarsu havza sınırlarına kadar değişkenlik gösterebilir İlgili okuma listesi: 1. Çalgüner,Tahir., “Çevre mi ?!’ Ekoloji mi? Nobel yayıncılık, 2003. Ankara 2. Marten,Gerald., Human Ecology Earthscan, 2001. England 3. Costanza,Robert., Ecological Economics ISEE, 1997.Florida 4. Berkes,Fikret.,(edt) Linking Social and Ecological Systems Cambridge press ,1998. England -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- * Tahir ÇALGÜNER (Gazi.Ünv .Arş.Gör.) [email protected]
  17. "EKOLOJİ" nin Ayakizi : ""5” adım ileri, “97” adım geri (*)... (bir teşekkür) Tahir CALGUNER (G.U Ogrt.el) “Normal (Ekolojist) olabilebilmek yada “çevreci!” (anormal) olamamak” Ekoloji kuramı - (1876 yerkure) Kuramcısı:Ernst Heackle'dır Çevre olgusu (kurmacasi) - (1973 Stockholm) Kuramcısı: "Yok" ''Cevre mi Ekoloji mi?'' tartışma konusu; fazlaca derin düşünemeyen bazı akademisyenlerin ağırlarına gitmiş olacak ki; Birgun gazetesi tartışma bölümünde yayınlanan bazı makaleler sonrasında,dizden asagiya bilgi sigligi icindeki çeşitli akademisyenlerden olumlu, olumsuz elektronik postalar aldım. Akademisyenlik, düşündüğünü yazıya dökebilme ve sonrasında yayınlatabilme becerisi ve mücadelesini gerektirir. Kavram sahteciligi baglaminda; Esasi, usul (bicim) ile bogmaya yonelik olarak bilinen bu psikolojik hareket tarzlarini, bir bilgic edasiyla susleyen, bu anti akademik 'cevre' ye, neyseki asinayim ve efsunluyum. Ama yine de, ‘Birgun’’ yönetiminin, bu açıdan, suya yazı yazma hat(bicim) sanatının sevimli simalarından olan, ''sabit inancli'' bir kesim akademisyeninde yazili hislerine tercüman olacağına inancım tamdır. Oral acidan, dusunsel kelime hazneleri oldukca kisir olmakla birlikte , ''Anal-itik'' algilamalarinda ise, pek bir becerikli olan bu oyuncu cevre; sanal dunyalarinda ''dil cambazligi'' yapmakta idi. En son durum; 2003 yılında ,T.D.K kararı ile 'çevrebilim' kelimesi üniversitelerden görüş alınarak Türkçe sözlükten çıkartılmıştır.Ekoloji ve ‘Cevre’ kavramlarinin dilsel ve bilimsel acidan birbiri yerine kullanilamayacagi sonucuna varilmistir. Sözlüğe ilk kez 'ekolojist' 'ekolojizm' ve ‘ekolog’ gibi gicir gicir uc kelime, tanımlamalarıyla beraber girmiştir. İlgili tartışma kosnusu , T.B.M.M genel kurulun gündemine girmiştir. 2008 yılında, (yanda kaynağı verilen) ve İngiltere ‘ de yayınlanan bir sözlük çalışmasında da İngilizler, Ekolojinin, “çevre” (environment) ile kavramsal ve dilsel açıdan birbirlerinin yerine kullanılamayacağını saptamışlardır. Aradaki 5 (beş) senelik bu gecikme farkı bile; Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede “Ekoloji mi? çevre mi?” kuram tartışmasını; lüks, anlamsız ve “bir beğeni” kapsamında gören ve çevrelerine öyle imiş gibi algılatan, pek bir muhterem demokrat! bilim baronu çevre-sine de anlayacakları dilde (İngilizce) verilen anlamlı bir cevaptır. Türkçesi pek fazla gelişkin olmayanların da anlayabilmesi için, ilgili eser “İngilizce” olarak alıntılanmıştır.(**) Ekoloji ve ekolojizm bir ismi tanımladığı gibi; Çevrecilik ve çevre bilim kelimeleri ise birer ismi niteleyen sıfattır. .Bir ismin, sifata indirgenmesi ve özdeşleştirilmesi bilimsel bir dil açısından zaten mumkün olamayacağı göre, ancak bunun örneklerine, edebiyat yazınında yer alan devrik şiirde rastlamak da mümkün olabilir.... Dr. Murat Aytekin hocamızında belirttiği gibi; “Mücadele, yanlış kullanılan bir terimin düzeltilmesi ile dilbilimine katkı sağlamak amaçlı değil, aslında yerkürenin ve bilimin ta kendisi için.” Daha sağlıklı bir Demokrasi ve Ekoloji için de… Ekolojinin arabesk bir 'totaliter totoloji' olmadigi, tam tersine Ekolojizmin bir bilim kurami ve felsefesi oldugu daha iyi anlasilacaktir. Dil ile bilim arasındaki ilişki Türkçeleştirme için ön şarttır. Dilimiz tertemiz, ama ekolojimiz pis ise, neye yarar.? “Kavram kargaşası” yaratmak gibi bir takdik, her zaman “kavram sahtecilerinin” kullandıkları bir yöntem olagelmiştir. “Çevre- bilim-cilik” , “reel söyleminin” ise (discourse) bu haliyle; “krema kaplı”, bir söylem olarak, Gerçek bir Ekoloji kuramının yerini bilimsel açıdan doldurması imkansızdır “Çevre-bilim-CİLİK” dil oyunlarını bozan bilimcileri; “kelime”! oyunu yapar gibi göstermeye çalışan ve empoze eden kişiler de, işte yine bu yüzeysel algı ve anlama içinde olan makyajcı bilim sahtecileri ve intihalciler çevre-sidir. Konumuzla ilgili olarak, “Ekoloji” kavramı ; “Çevre-bilim-cilik” ! (Neo- Environmentalism) değildir. 1876 tarihli, Ekoloji bilim kuramını,” B.M” odaklı 1973 tarihli totolojik ve dar kapsamlı “çevreci” bir olguya indirgemenin bilimsel açıdan ne denli zor ve çelişkili bir süreç olabileceğini de okuyucuların takdirine bırakıyorum! Bakılması için üniversite avlusuna bırakılan kavramlarla, bizzat bilim patentli kuramsal kavramlar arasındaki içeriksel farkın; söz konusu bu kavramları birbirleri ile özdeşleştirmeye mani bir durum oluşturması, aslında son derece doğaldır. “ Çevre mi?, Ekoloji mi? ” kuram tartışması ; belki, reel piyasadaki “ekmek” fiyatlarını düşürmez, gramajını da fazlalaştırmaz ancak, yağmur kokusuna sinmiş taze buğday kepeği tadında mayalanan doğal teorilerin, ekolojik kuramların ve de büyük anlatıların filizlenmesinin, gelecekteki bilimsel zeminini hazırlar, kavramsallaşmış gerekçelerini oluşturur. “Çimlere basmak yasaktır” tabelası ile “Yaban hayatını beslemek yasaktır” tabelaları arasındaki farkındalık gibi…. “Çevrecilik”! adına yapılan bilinçsiz eylemlerimizin genelde, bizzat kendisinin ekolojik yıkımlara neden olması bunun en güzel örneğidir. Yağmur duasına çıkar gibi helikopterden yağacak meyve çekirdeklerinin, ağaç olmasını uman Nasretdin hoca çevrecisi! arkadaşlarımızın da, tutulan akıllarına bir kaşık bilinç çalabilirsek ya da tutturabilirsek…! .------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- (*) 2008-2003=5 , 1973-1876= 97 (**) ECOLOGY/ENVIRONMENT "Ecology" is the study of living things in relationship to their environment. The word can also be used to describe the totality of such relationships; but it should not be substituted for "environment" in statements like "improperly discarded lead batteries harm the ecology." It's not the relationships that are being harmed, but nature itself: the batteries are harming the environment. List of errors Common Errors in English Public presentations by Paul Brians (2008) mmm: Common Errors in English
  18. Demokratik topluma giden yolda... 3.Bilim olarak: "Sosyal- Ekoloji" Kuramı “Çevrecilik, Bir “Ekoloji” kelimesi ile onurlandırılamaz” M.Boockhin. (Ekolojist bilimci) "Ekoloji" 'ye şu gözle, bu gözle bakmaktan ziyade yan gözle bakılmamalıdır. -Doğa(l) bilimleri ve Sosyal bilimler kastediliyor. Son dönemlerde; Birde, "Sosyal Ekoloji" olarak isimlendirilen ,ortak(3.) bir alanda da bazıbilimsel kuramlar geliştiriliyor. “Sosyal ekoloji”; bir bilme biçimidir.Bilimcilerin ekolojiyi anlaması gerekir,ama bunu felsefi bir şekilde algılamalı,yüzeyselliğinden arındırarak kavramalı ve yöntembilimsel temellerini oluşturmalıdır. Eşyanın ontolojisi ile muhabbet etmeli ve ortak bir alanda farklı bir epistomoloji geliştirilmelidir."Çevreci-sosyal bilim" yaklaşımları ile “Sosyal Ekolojı” Bilimi arasındaki temel fark da budur.Zordur ama işi kapınca kolay olduğu görülecektir.. ”Sosyal Bilimler ve (+) Ekoloji” alt başlığı ile “SOSYAL EKOLOJİ” bilim paradigması arasında ; muhteva ve biçim epistomoloji açısından farklılıklar mevcuttur. “ Sosyal Ekoloji ”; Bilimin adıdır. “Toplumsal Ekoloji”; İdeolojinin ve felsefenin ve de bir siyasanın-hareketin- adıdır. ( Her ikisinin de , şimdilik birbiriyle ilişkili olduklarını söylemekle yetinelim.) Geleneksel Sosyal Bilimlerin, ekoloji anlayışının da "çevrecilik" olduğu ve dar bir kulvardan olaya yaklaştığı zaten bilinmektedir..Kapitalist uzantılı bir "resmi çevrecilik" anlayışını enine boyuna tartışmak ;"olayı" anlamsız, totolojik kısır döngülere götürür. Öncelikle, "Ekolojist olabilmek" maddesi iyi hazmedilmelidir. Ekosisitemlere "ekolojist" bir düşünce ile mi yaklaşılıyor ? yoksa,"çevreci" bir zihniyetle mi yaklaşılıyor.İşin bu püf noktası önemlidir.Her iki bilim alanında da ; birbirinin dilinden anlayacak ve ortak yöntemde buluşacak bilimci ekipleri alan bazında çalışmalar yapabilirler. Bütünleşme eklektik değil..Yapısal olmalıdır.Sözde! değil , özde olmalıdır. Benim bildiğim kadarı ile Türkiye' de hiçbir sosyoloji bölümünde Ekoloji kürsüsü yoktur . Dolayısıyla, sorun kapsamlıdır. Bu baglamda; Özetlersek , gelişmişilik(bilimsellik derecesi) sıralamasına göre, dört (4) farklı evrimsel düşünce "mevzisi" vardır. a) "Sosyal bilgiler çevreciliği"! ( ''A. Gorzcu - Ruşen Keleş'''! türevi vb ..premature kürsücülük yaklaşımları) Sosyal Bilimler ve Çevre Bilgisi c) Ekoloji -Kısmen çevre- ve Dogal Bilimler d) "Sosyal Ekoloji" ve Ekoloji -(Bağımsız Bilim Dalı- 3.Bilim de denir.) Hangi düşünsel aşamada ve kulvarda bilgi üretiliyorsa ona göre bilimi yapılır.Çıktıları ve girdileri de doğal olarak farklılaşacaktır. Bazı akademisyenlerin, düşündüğü tartışma cephelerini iki (2) den, "yatayda" dörde çıkardık. Ancak ısınma turları için yararlı bir çerceve ve "yol haritası" olduğunu düşünmekteyim.Merkezcilik!( o da neyse) yaklaşımlarına göre de, herbir cepheden iki tane (insan ve doğa mrkz. olmak üzere) dikeyde eksen ayrışması olduğunu varsayarsak; 4! / (4-2)! = 12 faktoriyel cephe eder. Dolayısıyla, böylesine mayınlı bir bilim coğrafyasında; indirgemeli bilim yaklaşımlarından, "bütüncül" epistomolojik(ontolojiyi de içeren) yaklaşımlara giden yeni bir "Ekoloji" tanımlamasının gerekliliği ortaya çıkacaktır.İşte bu noktada, "yeni ekoloji", artık geleneksel anlamda pozitivist "çevrecilik" değildir . Ekoloji nin dilsel (Türkce) karşılığın ise, "Çevrebilim"!! olarak algilanması ve algılattırılması ise artık imkansızdır. Sonuç; Adına çevre adı verilen bilimin (çevrebılim)! ne olmadığı konusu ; Ekolojinin kavramsal açıdan ne olduğunu (ve çevre olmadığını) göstermesi açısından empatik önemdedir. Sosyalekoloji bilim kuramını, yesil dusunce felesefesi ile ve Avrupa ve Türkiye' deki "yesiller" şubesi ile de karıştırmamak gerekir. Ekolojistler ile "çevreciler"! arasındaki düşünsel farklılık; enaz "Yeşiller! "ile olan, doğal ayrım kadardır. Asıl olan "Ekoloji " dir. "Yeşil" liberal düşüncenin (Yeşillerin) ; "Ekolojizm" düşünce mertebesine, paradigmatik açıdan evrilmesi süreci ise, kısa erimde pek mümkün gibi görünmemektedir. Berke Bugatur
  19. TAHİR ÇALGÜNER Gazi Üniversitesi Mim. Fakültesi Öğrt. El. Cumhuriyetin ''Cevreciliginin’’ cevresi ! A) ‘Cevremizdeki cevrecilik’; Küreselleşmenin, yaşamın değişik alanlarındaki sanal görünümlerin ardında yatan ortak, de facto (fiili) örüntülerinin ve Neo-liberalizm ”kavram sahteciliğinin”, Neo-klasik iktisat kuramındaki köklerini betimlenmesi ; Post- Modernist felsefenin ünlü “dil oyunlarının!'' ortaya cikarilmasi acisindan gereklidir.( kelime oyunu değil !) Konumuzla ilgili olarak, “Ekoloji” kavramı ; “Çevre-bilim-cilik” ! (Neo- Environmentalism) değildir. 1876 tarihli, Ekoloji bilim kuramını,” B.M” odaklı 1973 tarihli totolojik ve dar kapsamlı “çevreci” bir olguya indirgemenin bilimsel açıdan ne denli zor ve çelişkili bir süreç olabileceğini de okuyucuların takdirine bırakıyorum! Bakılması için üniversite avlusuna bırakılan kavramlarla, bizzat bilim patentli kuramsal kavramlar arasındaki içeriksel farkın; söz konusu bu kavramları birbirleri ile özdeşleştirmeye mani bir durum oluşturması, aslında son derece doğaldır. Ekolojizm ; Bütüncü bir bilim yöntemini odağa alan,”……merkezcilik” yaklaşımlı olmayan, toplumsal, felsefi ve sosyal öğretilerin ortak adıdır. Ekolojist ise, bu türden öğretileri üreten ve savunan bilimcilerin ve ilgili meslek disiplinindeki kişilere verilen ortak isim ve “sıfat” tır. Öyleyse, Ekolojizm, doğası gereği bilimsel bir yapılanma olmadığı gibi, Ekolojist de doğası gereği bir bilimci değildir; oysa Ekoloji,(çevrecilik değil!) insanı da kapsayan bir Ekosistemler bilimi yani “logos” tur. Ekolog ise; sadece ve sadece bir bilgindir. Ayrıca, İsim babalığını Ekolojinin yaptığı “Ekolojist Bilim” alanı ise, geleneksel ve statik bilim yaklaşımımız ile karşılaştırıldığında, epistomolojik olarak farkındalaşan yeni bir holistik bilim paradigmasının doğmasını gerekli kılmıştır .”Yeniçağ” dönemi diye de adlandırılan Ekolojizm ; Modernist aydınlanma döneminin devamı olarak ve onun bir üst- bilinç aşamasına karşılık gelmesine karşın, Kant-cı akıl ve felsefesinden farkındalaşan yeni bir düşünce (holistik) devriminin de adıdır. Doğaldır ki; birbirleriyle karşılıklı etkileşim ve bilgisel besleme süreci içinde olan, (olması gereken) Sosyal ve Doğa(l) bilimlerin ortak bir uyumlaşma noktası, 3.Bilim olarak adlandırılan “Sosyal Ekoloji” bağımsız bilim alanıdır. Bu iki farklı bilim ekseninin bütüncü beraberliği, eklektik toplamlarından öte, yeni ve farklı (üç boyutlu) bir epistomolojisinin geliştirilmesi gereği de bilimsel bir saptamadan kaynaklanmaktadır. Ancak “Çevre-bilim-cilik” ! soylemi konu olunca isler degismektedir. “A.B – D” merkezli düşünce fonu kuruluşlarının en önemli işlevlerinden biri de, kavram imalatını ,(kredilendirmesi dahil) ve Türkiye gibi 3.dunya cevre ülkelerine, eterleyerek, ihraç etmesindeki ustalıktır. Belli bir kavramsal çerçeveyi “bilimsel”, bu çerçevenin dışını da “bilimdışı” olarak dayatabilirsiniz. Olgularla, kavramlar arasındaki ilişki “ görünmez bir bilim baronunun eli !” marifetiyle bilerek çarpıtılır. Bilim sahteciliği, işte böyle bir “şey”dir. Teoremler hayata uymuyorsa, hayatı teoreme uydurma polemiksel girişimidir bu. Cumhuriyetin Cevreciligi: Ali’nin Veli olarak pazarlanması sürecinde, başta Demokrasi ve Ekoloji olmak üzere bu iki temel kavram bile özgün içeriğinin, tam tersi yönünde işlev görmek üzere, bil(ç)imsel! çarptırılmaya konu olmuştur. Neredeyse, özellikle bu iki kavram, ekmeğin üzerine sürülüp yenilebilir bir şekerleme haline indirgendi ve ucuzlatıldı. (Ekoloji adına! Ya da işlerine! göre.) Beynimizin kortikal tabakasına, böylelikle kodlanan yanıltıcı bilgiler zihnimizin yeniden formatlanmasını zorlaştırıcı etki yapar. 12 Eylul anayasasina giren Cevre kavrami , ve sozde bilimi Ekolojinin karsiligi olarak, ertesi yil T.D.K sozlugune de yine ayni zihniyetin temsilcileri tarafindan konulmustur. Planli kalkinma doneminden gunumuze, ‘cevrecilik’ adina yapilan sureci ozetlersek; a) Surdurulebilir kalkinmada temel bilesen olan ekonomi ve cevre arasindaki dengeyi bile, DPT den bagimsiz sanal bir Cevre Bakanligina havale eden bir yapilanma Orman Bakanligi ile Cevre(Aritma teknolojisi)! Bakanligini birlestirici makyaj cozumlemelere giden c) Ekolojik havza ve bolge planlamasi butununden uzaklasmis, sektorel ve parcaci yaklasimlarla cevre ve kalkinma sorunlarina yaklasan, d) Ulkede cok sayida Cevre hukuku manzumeleri olusturmak ve ayni zamanda da uygulama boyutunda yetki karmasasi yatatma yolu ile kanun hukumlerine ve kurumlara birtur fiili muhalefet sergileyen, e) Cevreyi koruyayim derken Ekolojisine zarar veren faaaliyetler (Sozde ekolojist ozde cevreci) gibi, 5 temel katagori icinde ele alinabilir. ”Çevre Emperyalizmi” küresel bir senaryo olduğu gibi Ekoloji ise, yaşamın bilimdir. Çevrecilik” adına yapılan bilinçsiz eylemlerimizin genelde, bizzat kendisinin ekolojik yıkımlara neden olması bunun en güzel örneğidir. Yağmur duasına çıkar gibi gökten yağacak meyve çekirdeklerinin, ağaç olmasını uman çevreci! arkadaşlarımızın da, tutulan akıllarına bir kaşık bilinç ve sosyalleşme çalabilirsek ya da tutturabilirsek…! "Çevre mi?, Ekoloji mi? ” kuram tartışması ; belki, reel piyasadaki “ekmek” fiyatlarını düşürmez, gramajını da fazlalaştırmaz ancak, yağmur kokusuna sinmiş taze buğday kepeği tadında mayalanan doyurucu teorilerin, ekolojik kuramların ve de büyük anlatıların filizlenmesinin, gelecekteki bilimsel zeminini hazırlar, kavramsallaşmış gerekçelerini oluşturur. Nitekim, T.D.K nın; tam da bu noktada, Ekoloji kelimesinin anlamı ile ilgili olarak devrimci bir kararla, “DİL VE BİLİM” arasındaki dengeyi de gözeterek bir düzenleme yapması ve dil oyunlarını bozma yönünde bir irade göstermesi, evrensel olduğu kadar da ulusal ve olumlu bir gelişmedir. (T.D.K ’nın 2008 yılındaki sözlük değişikliği yazının sonunda verilmiştir. “Çevrebilimi” kelimesi, Türkçe sözlükten çıkartılmış ve ”Ekoloji ” kelimesi ile (bilimsel ve dilsel ve tarihsel olarak) eş anlamlı olamayacağı sonucuna varılmıştır.) Ekoloji ve ekolojizm bir ismi tanımladığı gibi; Çevrecilik ve çevre bilim kelimeleri ise birer ismi niteleyen sıfattır. Bir ismin, sıfata indirgenmesi ve özdeşleştirilmesi bilimsel dil açısından zaten mümkün olamayacağı göre , belki de bunun örneklerine, edebiyat yazınında yer alan devrik şiirde rastlamak da mümkün olabilir.... “Demokrasi” ve “Ekoloji” gibi temel kavramları, Murray Boockhin ’ in Toplumsal Ekoloji kuramından cımbızla araklayarak, ve bir zihin çabukluğu içinde birleştirip, sözde “demokratik ekolojik toplum modeli ” adı altında ve yine aynı dil oyunu ile; Eko-Konfederasyon! niyetlilerinin emellerine, teorik gerekçe yapan Eko- magazincilere bile ülkemizde rastladık.. Kastedilen bu “demogojik toplum modelinin” ; Ekolojik toplum modeli ”, iktisadi olmadığı ve bilimin zorunlu güzergâhı ve ekolojinin uniterligi prensibi ile bağdaşmazlığı ise, bilimsel bir saptamadir. 85 yillik cumhuriyet gecmisimizi, nasil demokrasi kulturu ile kalici olarak taclandirmak hedefimizse, Cevrecilik soyleminin ise, Ekoloji kavrami ile taclandirilmasi ve icsellestirilmesi gerekir.Demokrasi, Empati ve Ekoloji karsilikli etkilesimle birbirini besleyen ve guclendiren uc anahtar kavramdir. Üretim, Tüketim ilişkisini, Teknoloji, Ahlak yargılarımızı ve felsefemizi de yeniden yapılandırmamız gerekmektedir. Neo-Liberal sistemin bir alt dalı olan Neo-çevrecilik politika uygulamalarının, ülkemiz topraklarını, ikinci el, ithal ve önceden tahsisli geleneksel çevre (arıtma) teknolojileri çöplüğüne döndürecek, bir trilyon avroluk pazar payında belirlendiğini de bilmemiz gerekir. Bünyesinde, 3. Dünya-çevre ülkelerine dağıtılan ve birer günah çıkartma fonları olarak kulanılan, “G.E.F” ve “B.M” çevre sermayesinin altında yatan nedenin bile, 1 trilyon avroluk bu Çevreci-pazar ve finans payına dayalı olması da düşündürücüdür. Unutulmamalıdır ki; “Çevre Emperyalizm”i olarak isimlendirilen bu yöntem ile; Ekolojik özellik gösteren alanlara yeni ekolojik üretim teknolojilerine , AR-GE yatırımlarına ve hatta EKOLOJİNİN kendisine verilmeyen bu olanağın, “çevre” alanında verilmesi de bu piyasanın bizzat çevreciliğinden kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda; Çevrecilik, bir yöntemin adı, biliminin! adı ise sözde “çevrebilimi”! oluvermiştir.. Ancak hiçbir zaman “Çevrecilik”, bir Ekoloji kavramı ve bilimi ile onurlandırılamamış , özdeşleştirilememiştir..ve toplumsallaşamamıştır. Sözde çevrecilik amacıyla yapılan, dil oyunlarına, zihinsel kerametler ve yapılan tüm Çevreci-bilim aforizmalarına rağmen; Ekolojistler; ” “Çevreci”-lere !! ve ve onun bilimcilerine karşı meydan okumaya ve mücadelelerine devam ediyorlar…. “Kavram kargaşası” yaratmak gibi bir takdik, her zaman “kavram sahtecilerinin” kullandıkları bir yöntem olagelmiştir. “Çevre- bilim-cilik” , “reel söyleminin” ise (discourse) bu haliyle; “krema kaplı”, bir söylem olarak Gerçek bir Ekoloji kuramının yerini bilimsel açıdan doldurması imkansızdır. Murray Boockin” in de dedigi gibi Ekolojizm, bir “Çevrecilik” kelimesi ile onurlandırılamaz. Dilimizde yapilan bu olumlu hamlenin oncelikle bilimde ve sonrasinda da dusunce ve eylemlerimizdeki kaliciligi ise; Ekolojiyi anlamaktan geciyor. 2008 Turkiye” sinde, cumhuriyet universitelerimiz de kurulan 30’a yakin Cevre muhendisligi bolumune karsilik, 2 adet Ekoloji Anabilim dalinin olmasi ise; Cevreciligimizin! cevresinin bir ozeti gibidir. Sevgi ve Bilim ile… “Ekolojik” kalınız.
  20. Arkadasim ilke olarak halka aciktir.Kanun da bunu soyluyor. ANCAK onsarti denetimdir.Olaya siyasi degilde hukuki acidan bakamayi birturlu ogrenemediniz...yazik!
  21. Çöken “Çevre- ciliğin” Sarıldığı dal : Ekoloji Sahteciliği ! Ve Empatisiz “Beyhude- cilik” (Aşınan aşılır…) Küreselleşmenin, yaşamın değişik alanlarındaki sanal görünümlerin ardında yatan ortak, de facto (fiili) örüntülerinin ve Neo-liberalizm ”kavram sahteciliğinin”, Neo-klasik iktisat kuramındaki köklerini betimlemek gerekmektedir. (2) Sonra da, Post- Modernist felsefenin ünlü “dil oyunlarını! ” da elbette. ( kelime oyunu değil !) “A.B – D” merkezli düşünce fonu kuruluşlarının en önemli işlevlerinden biri de, kavram imalatı,(kredilendirmesi dahil) ve Türkiye gibi ülkelere, eterleyerek, ihraç etmesindeki ustalıktır. Belli bir kavramsal çerçeveyi “bilimsel”, bu çerçevenin dışını da “bilimdışı” olarak dayatabilirsiniz. Olgularla kavramlar arasındaki ilişki “ görünmez bir bilim baronunun eli !” marifetiyle bilerek çarpıtılır. Bilim sahteciliği, işte böyle bir “şey”dir. Teoremler hayata uymuyorsa, hayatı teoreme uydurma polemiksel girişimidir bu.(2) Ali’nin Veli olarak pazarlanması sürecinde, başta Demokrasi ve Ekoloji olmak üzere bu iki temel kavram bile özgün içeriğinin, tam tersi yönünde işlev görmek üzere, bil(ç)imsel! çarptırılmaya konu olmuştur. Neredeyse, özellikle bu iki kavram, ekmeğin üzerine sürülüp yenilebilir bir şekerleme haline indirgendi ve ucuzlatıldı. (Ekoloji adına! Ya da işlerine! göre.) Beynimizin kortikal tabakasına, böylelikle kodlanan yanıltıcı bilgiler zihnimizin yeniden formatlanmasını zorlaştırıcı etki yapar. Konumuzla ilgili olarak, “Ekoloji” kavramı ; “Çevre-bilim-cilik” ! (Neo- Environmentalism) değildir. 1876 tarihli, Ekoloji bilim kuramını,” B.M” odaklı 1973 tarihli totolojik ve dar kapsamlı “çevreci” bir olguya indirgemenin bilimsel açıdan ne denli zor ve çelişkili bir süreç olabileceğini de okuyucuların takdirine bırakıyorum! Bakılması için üniversite avlusuna bırakılan kavramlarla, bizzat bilim patentli kuramsal kavramlar arasındaki içeriksel farkın; söz konusu bu kavramları birbirleri ile özdeşleştirmeye mani bir durum oluşturması, aslında son derece doğaldır. Ekolojizm ; Bütüncü bir bilim yöntemini odağa alan,”……merkezcilik” yaklaşımlı olmayan, toplumsal, felsefi ve sosyal öğretilerin ortak adıdır. Ekolojist ise, bu türden öğretileri üreten ve savunan bilimcilerin ve ilgili meslek disiplinindeki kişilere verilen ortak isim ve “sıfat” tır. Öyleyse, Ekolojizm, doğası gereği bilimsel bir yapılanma olmadığı gibi, Ekolojist de doğası gereği bir bilimci değildir; oysa Ekoloji,(çevrecilik değil!) sadece insanı da kapsayan bir Ekosistemler bilimi yani “logos” tur. Ekolog ise; sadece ve sadece bir bilgindir. Ayrıca, İsim babalığını Ekolojinin yaptığı “Ekolojist Bilim” alanı ise, geleneksel ve statik bilim yaklaşımımız ile karşılaştırıldığında, epistomolojik olarak farkındalaşan yeni bir holistik bilim paradigmasının doğmasını gerekli kılmıştır .”Yeniçağ” dönemi diye de adlandırılan Ekolojizm ; Modernist aydınlanma döneminin devamı olarak ve onun bir üst- bilinç aşamasına karşılık gelmesine karşın, Kant-cı akıl ve felsefesinden farkındalaşan yeni bir düşünce (holistik) devriminin de adıdır. Ekolojist bilim: Holografik- döngüsel bilgi kuramına göre, Bütüne dair tüm bilgiler her parçanın içinde (saklıdır) mevcuttur. Parçayı bütünde görür. Bütünü de parçanın kendisinde arar. “Bütüncü” bir bilim düşüncesini (epistomoloji-ontoloji beraberliği) temel alır.Yerküremizin de içinde bulunduğu evrensel sistem, tek boyutlu mantıksal-pozitivist bir neden sonuç ilişkisi içinde fonksiyon göstermez.Böylesi, köklerini tarihten alan yeni bir düzende, öğrenme ve ekoloji düşünme eğitimine geçiş yapmak için ; Düşünmeyi, yeniden düşünmek zorundayız.Hem özde hem sözde….Düşünce mi ? Toparlanmalıyız ve düşünmeliyiz.. hep son noktadaki beyhude çırpınışlarımızla. Doğaldır ki; birbirleriyle karşılıklı etkileşim ve bilgisel besleme süreci içinde olan ,(olması gereken) Sosyal ve Doğa(l) bilimlerin ortak bir uyumlaşma noktası, 3.Bilim olarak adlandırılan “Sosyal Ekoloji” bağımsız bilim alanıdır. Bu iki farklı bilim ekseninin bütüncü beraberliği, eklektik toplamlarından öte, yeni ve farklı (üç boyutlu) bir epistomolojisinin geliştirilmesi gereği de bilimsel bir saptamadan kaynaklanmaktadır. Üzerine giydirilmeye çalışılan protez yüzün ise; takdir edileceği gibi artık bir çevre sorunu! haline gelen (popülist ve oldukça analitik) “ çevre-bilim- cilik ”! söylemi olduğu görülür (1). ”Çevre Emperyalizmi” küresel bir senaryo olduğu gibi Ekoloji ise, yaşamın bilimdir. Çevrecilik” adına yapılan bilinçsiz eylemlerimizin genelde, bizzat kendisinin ekolojik yıkımlara neden olması bunun en güzel örneğidir. Yağmur duasına çıkar gibi gökten yağacak meyve çekirdeklerinin, ağaç olmasını uman çevreci! arkadaşlarımızın da, tutulan akıllarına bir kaşık bilinç ve sosyalleşme çalabilirsek ya da tutturabilirsek…! Ekoloji; Holistik (bütüncü) ancak totalitik! olmayan yeni bir düşünme eğitimi ve bilme biçimidir.(Ayrıntılı bilgi için bkz. kaynak (1.) Neo - liberalizmin demokrasi anlayışının dayandığı pozitivist (bilimsel!) temel; Toplumsal olarak Ekoloji ile Çevre (ileri ve geri) arasında nesnel bir ayırımın yapılamayacağı biçimindeki bilimdışı bir saptamadır. Bunun aslında, bildiğimizi sandığımız her şeyin doğru ve aynı zamanda yanlış olabileceği gibi sinsi bir yanılsamayı da içerdiğini söyleyebiliriz ki; böylelikle, Ekoloji ile çevrebilim kavramları da aynı derecede muhterem hale getirilir ve demokrasi! adına eşit muamele görmeleri gerekir.. ”Çevre Ekonomisi” retoriği ise; Neoklasik iktisadın “dışsallıklar” bölümünden başka bir şey olmayıp, “Ekolojik Ekonomi” kuramı ise, bunun tam tersi yönünde gelişen bir bilim dalıdır. Bu bağlamda ;” ileri” olana, bilime ve gerçeğe verilen görev de, kendi karşıtlarına salt hoşgörü göstermektir Çevre-bilim-cilik söylemi; Ekoloji (altın) madalyonunun ön yüzünün üzerindeki ” teneke”! kaplamadır. Ekolojizm, bir “Çevrecilik” kelimesi ile onurlandırılamaz. Dolayısıyla Madalyonun; “Çevreci”’! ( teneke kaplamalı) yüzünün”, öteki yüzü ile aynı olmadığını ve hatta Ekoloji yüzünün, madalyonun içi (içyüzü) ile de aynı olduğunu anlarız. Madalyonun kapağını açmamıza az kaldı. Sahte! madalyonu bulabilmek için...ve bir tırnak çiziği sığlığındaki, zihniyet kazıntısında...! “Demokrasi” ve “Ekoloji” gibi temel kavramları, Murray Boockhin ’ in Toplumsal Ekoloji kuramından cımbızla araklayarak, ve bir zihin çabukluğu içinde birleştirip, sözde “demokratik ekolojik toplum modeli ” adı altında ve yine aynı dil oyunu ile; Eko-Konfederasyon! niyetlilerinin emellerine, teorik gerekçe yapan Eko- magazincilere bile ülkemizde rastladık. Kastedilen bu “demogojik toplum modelinin” ; Ekolojik toplum ve aile düşünce modeli ”, iktisadi olmadığı ve bilimin zorunlu güzergâhı ile de bağdaşmazlığı ise tescilli bir durumdur. Makalemde; İyi niyetli, samimi ancak yeterince Ekolojik felsefeyi ve bilimini yeterince içselleştiremediklerini saptadığım, “Çevresel çalışmalar” (environmental studies-issues) kapsamında, bilimle ve toplumla “dolaylı”, tek yönlü bir ilişki (salt aktarımcılık) içinde olduğu da bilinen; a)Çevre hukuku müşavirlik ve normatif-bilgi hizmet sektörünü Serbest piyasa çevrecilerini ve “arıtım teknolojisi” mühendislik hizmetlerini c) ”Çevrecilik”! uğruna fiziksel şiddet gördüğünü iddia eden, üslubu gelişmemiş medya akademisyenlerini d) Girişimcileri, “ne kadar çok mahkemeye verirseniz o kadar “çevreci” olursunuz! ” düsturunu benimseyen gruplardan tutun da, imza kampanyaları ile ( ücretli, ücretsiz ) protesto gösterileri yapıp, en sonunda da vakaları yargıya taşımayı akıllarına getirmeyi-unutan “çevre eylemcilerine” kadar uzanan etken ve edilgen tüm yerel insiyatiflerin bu halleri ile bile, Türkiye için bir lüks olmadığını düşündüğümden (inandığımdan) dolayıdır. Dolayısıyla, yazımın genel hatları, bilim sahteciliği yapan kavram tüccarlarının ve küresel-ulusal ölçekte konuçlanmış, bulunan aktarımcı-akademik bürolarının, genel bir ”hijyenik bahar denetimi” ile sınırlandırılmıştır. Bilimi, zaten bir siyasetçi edasıyla algılayan ve icra eden bazı mütevazi! üniversite personelinin ayrıca birde siyasete! girmelerindeki tutukluğun, isteksizliğin ve sözde ” alçak gönüllülüğün” arkasında yatan da, işte asıl bu itiraftır. Ulusal dillerdeki, kelimelere karşılık gelen kavramları, sahtecilik (takiyecilik) kriterleri açısından incelemek; öncelikle bilimin “indirgenmemiş” orijinal kuramlarına sadık kalınarak yapılmalıdır. Kavramların Türkçeleştirilmesi asıl hedef olmakla birlikte, önşart değildir. Olayı basit bir dilbilgisi gibi biçimsel bir bakış açısıyla algılamanın getireceği ince tuzak ve yanılgılardan da kaçınmalıyız. Kaldı ki; her ulusal dilde ortak olması gereken bir tek kelime varsa, o da ortak geleceğimizi yakından ilgilendiren Ekoloji kelimesi olurdu. Yazıldığı gibi okunur, okunduğu gibi yazılırdı. Nitekim T.D.K nın; tam da bu noktada, Ekoloji kelimesinin anlamı ile ilgili olarak devrimci bir kararla, “DİL VE BİLİM” arasındaki dengeyi de gözeterek bir düzenleme yapması ve dil oyunlarını bozma yönünde bir irade göstermesi, evrensel olduğu kadar da ulusal ve olumlu bir gelişmedir. (T.D.K ’nın 2008 yılındaki sözlük değişikliği yazının sonunda verilmiştir. “Çevrebilimi” kelimesi, Türkçe sözlükten çıkartılmış ve ”Ekoloji ” kelimesi ile (bilimsel ve dilsel olarak) eş anlamlı olamayacağı sonucuna varılmıştır.) Özne- nesnenin döngüsel beraberliği ve birlikteliği, Bütüncü ve ekolojik düşünceye giden yolda mihenk taşıdır. İkili ahlakın ahlaksızlık olduğu gibi bir gözlemle, farklı kavramları, ilizyonist ve popülist bir çıkışla birbiri ile özdeşleştirme saplantımızdan kurtulmamız, Bilim ve ahlak (numen) alanı arasındaki ilişkinin kuramsal açıdan güçlendirilmesine de katkı verecektir. “ Çevre mi?, Ekoloji mi? ” paradigma tartışması ; belki, reel piyasadaki “ekmek” fiyatlarını düşürmez, gramajını da fazlalaştırmaz, ancak, yağmur kokusuna sinmiş taze buğday kepeği tadında mayalanan doyurucu teorilerin, ekolojik kuramların ve de büyük anlatıların filizlenmesinin, gelecekteki bilimsel zeminini hazırlar, kavramsallaşmış gerekçelerini oluşturur. Bir yerden başlamak gerekirse; Demokrasi, Kemalizm, Ekoloji, Yeşiller, Sosyoloji, Yönetişim, Projecilik Sosyo-biyoloji, Kamu yararı, “Ortak Akıl” ve Toplum mühendisliği …vb vb…..aklıma ilk gelen, bazı kavramların kelimeleri… Evet, kavramlarınızı bekliyoruz. Katkılarınızı ve desteğinizi de. “Kelime”! oyunları gibi, biçimsel bir miyopiye de girmeden , ancak oynanan post-modernist “dil oyunlarını” da, bilimsel olarak deşifre ederek ve kelimelere karşılık gelen kavramları bilim ve dil süzgecinden geçirip özünü de zedelemeden ve hatta gelecekteki olası fenomenolojik (yorumsamacı bilim) açılımlarına da olanak sağlayıcı “içeriksel” bir gerçeklikte! Görüşlerimi; Her nerede ve nasıl yaşatılıyorsa; Türkiye’ deki tüm , “ ÜNİTER ( ulusal ) Ekolojistlerin ”, az sayıdaki ama nitelikli “Sosyal Ekoloji” bilim alanında uğraş veren Kemalist akademisyenlerin, münevver ülke yazarlarımızın ve halkımızın ( üst –bilinç) algısal zihin düzlemlerine sunarım. “Kemalizm” in (“Atatürk-çülük” de değil!!) ; “6 ok” ilkesine bir “ok” daha ilave edilse, o da 7.ok olarak, “Ekoloji” ilkesi (oku) olurdu herhalde… Sevgi ve Bilim ile… “Ekolojik” kalınız. (Ülkemizde yeni kurdurulan, “Yeşiller Partisi”! hakkındaki kuşkulu düşüncelerimi de bir başka makaleme saklıyorum.) Tahir ÇALGÜNER [email protected] Gazi Üniversitesi Mim. Fakültesi Öğrt. El. Ankara 2008 Kaynakça 1.Çalgüner, Tahir., 2003 “ Çevre mi? Ekoloji mi? ” Nobel Yayıncılık. Ankara. (104 syf.) 2.Koray, Semih.,” Küreselleşmenin İçyüzü” , Bilim ve Ütopya dergisi, sayı:170, 2008 Ağustos, sayfa: 4-13 3.Demir, Remzi ., “Yeni bir bilim dalı: Anatoloji!” , Bilim Ve Ütopya dergisi, sayı:170, Ağustos 2008, sayfa: 46-50 Not: TDK, (2OO8) . Resmi İnternet sitesinde, kavramsal değişiklik yapılan ve ilave edilen, yeni kelime tanımlamaları aşağıdadır; ekoloji isim (l ince okunur) Fransızca écologie Canlıların hem kendi aralarındaki hem de ortamları ile olan ilişkilerini tek tek veya birlikte inceleyen bilim dalı: "Ekoloji o günden bugüne karşı karşıya kaldığı tehlikenin büyümesi ile orantılı bir boyutta gelişti, bir bilim hâlini aldı."- H. Taner. ekolojizm isim (l ince okunur) Fransızca écologisme Olgulara bütünsel olarak ve doğa merkezli bakış açısıyla yaklaşan bir düşünce akımı. ekolojist isim (l ince okunur) Fransızca écologiste Ekolojizmi savunan kimse: "Altı yıldır ekolojist akımın her faaliyeti ile ilgileniyorum."- H. Taner. ekolog -ğu isim (l ince okunur) Fransızca écologue Ekolojiyle uğraşan kimse, ekoloji uzmanı. çevre bilimleri (“çevrebilim” değil ) ! çokluk, isim: ( ayrı yazılır) Çeşitli bilim dallarını içerisinde toplayan, insan-doğa ilişkilerini ve çevre sorunlarını inceleyen, uygulamalı ve disiplinler arası bilimler.
  22. Gölbaşı'nda orman yangını Ankara'nın Gölbaşı ilçesi Eymir Gölü üzerinde bulunan ormanlık alanda yangın çıktı. Yangında arazi üzerindeki otlar ile onlarca çam ağacı yandı. Yangın, büyümeden kontrol altına alındı. ANKARA Ankara'nın Gölbaşı ilçesi Eymir Gölü üzerinde bulunan ormanlık alanda yangın çıktı. Yangında arazi üzerindeki otlar ile onlarca çam ağacı yandı. Yangın, büyümeden kontrol altına alındı. Akşam saatlerinde Gölbaşı Eymir Gölü dağlık arazisinde çam ağaçlarının bulunduğu alanda henüz bilinmeyen bir nedenle yangın çıktı. İhbar üzerine hareket eden itfaiye ve jandarma ekipleri yangına müdahale etti. Söndürme çalışmalarına Gölbaşı ve Ankara Büyükşehir Belediyeleri itfaiye Ekipleri, Ankara Orman Bölge Müdürlüğü söndürme aracı ve Çankaya Belediyesi su tankerleri katıldı. Arazinin engebeli olması nedeniyle, itfaiye erleri yangının olduğu kısma güçlükle ulaştı. İtfaiyenin müdahalesinin ardından yangın büyümeden kontrol altına alındı. Jandarma ekipleri de kazma, küreklerle söndürme çalışmasına katıldı. Soğutma çalışmaları devam ediyor.
  23. UNITER EKOLOJI ''Ampul sonse bile Gunes! dogar..'' turunde, Ekoloji ve Enerji teorisyenligi yapmak oldukca sirin bir slogan olsa bile, Unutmamamak ve saptir mamak gerekir ki: ''Eko- bolgecilik'' yonetim teorisinin, uniter ekosistem butunune interaktif baglilik icinde referans vermesi; Basta,, Ulusal Ekoloji yaklasiminin ve de 'Toplumsal Ekoloji'' kuraminin, Ekolojist dusunce felsefesinin ve de Empatik- demokrasinin olmazsa olmaz , bilimsel - evrensel ORTAK bir ozudur. Aksi durumda, Fasizm kozali 'mikro -cevrecilik''!! farkli dusunce mevzilerinin ardasik toplanmasi ile (Total-iter -,eklektik)- olusan esitlikle, Uniter Ekolojinin ''butuncu' savunmasi ve yonetimi de yapilamaz. Holografik ve Holistik bir dusunce ile de ifade etmek gerekirse: Butun, parcanin kendisidir.Butunun aldigi ekolojik bilgi -komposizyonu veri zaman ve veri surecte, her Parcanin kendisinde saklidir..Parcada Butunde..! Yoksa, Surdurulebilirlik; ''Parca-lanmis' Ekolojiler ve ekosistemlerin alansal toplaminda da degil!!! BUTUN' un tam da kendisindedir. Sevgiler. Gunesli Gunler.......... Tahir CALGUNER
  24. Parça –Bütün ilişkisi ve (B )İlim üzerine… “Bilgi; sessizce idrakimin biçimini alıyor”. T.Ç Doğa, bilim ve İnsanın özünde, tekâmül vardır. Aşağıda özetlenen dört temel bilim paradigmasına, “ara türevli” akımlar da eklenebilir. Temel olan, bu dört ana kulvardır (en azından şimdilik). Ekolojizm: (Ekolojist bilim): Holografik- döngüsel bilgi kuramına göre, Bütüne dair tüm bilgiler her parçanın içinde (saklıdır) mevcuttur. Parçayı bütünde görür. Bütünü de parçanın kendisinde arar. “Bütünselci” bir bilim düşüncesini (epistomoloji-ontoloji) temel alır. Pozitivizm: Tümü, parçaya indirger. Parçayı Tüme indirger(tümler) ve sonrasında da “Bütüne” yönelik, evrensel! Ve genel hükümlere varmayı hedefler. Gerçekliliği ise, üniversitede , “geçerli” olmasından kaynaklanır. Yapısalcılık: Bütün, parçaların toplamından farklı bir “şey”dir der. Totoloji: Parçaların toplamı tüme eşit. Tümlerin toplamı da, Bütünün kendisine eşittir ne bir eksik ne bir fazla. Kendi içinde tutarlı mantıksal önermeler topluluğudur. Kerameti ise, kehanetinden menkuldür. Sahte pozitivizm olarak da isimlendirenler vardır. Bilmezler ki, Boşluğun da bütüne dâhil olduğunu ve bilginin, bir hücreden yerküreye kadar değişmediğini aslında, parçanın ise bütünün kendisi olduğunu. Bütünün de, her parçada bilgi kodları ile gizli olduğunu. Tüm bu algılar-anlamlar dünyasında, Bilim adamının, biliminin bile uşağı olamayacağı gibi evrensel bir hükme (gerçeğe) varılır. Ufuk çizgisini değil. Ufkun da ötesini görür bilim adamı. İtiraf etmese de; sevginin, sezginin ve bilincin ve hatta kendisinin de düşünsel (evrensel) bir enerji formu olduğunu da bilir… Bilim adamı. Bilim nedir? Bilir.. bilim adamı. Her şeyi bilir bilim adamı …. Tahir ÇALGÜNER Ögrt. Elemanı, Gazi Üniversitesi 14 Şubat 2008

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.