efe doga tarafından postalanan herşey
-
57. ALAY
Resimdeki sancak, Çanakkale Savaşı’nda son erine kadar şehit olan Kahraman 57nci Alay'ın Sancağıdır. Hâlen Melbourne-Avusturalya müzesinde sergilenmekte olan sancağın tanıtım plâketinde şöyle yazmaktadır: "Bu Alay Sancağı Gelibolu savaş alanından getirtilmiştir, ama esir edilmemiştir. Türk Ordusu'nun geleneklerine göre bir alayın sancağı, alayın son eri ölmeden teslim edilemez. Bu sancak, sonuncu muhafızın da altında ölü olarak yattığı bir ağacın dalına asılı olarak bulunmuştur. Kahramanlık timsali olarak karşınızda duran bu Türk Alayı Sancağını selâmlamadan geçmeyin" 57. ALAY Çanakkale'yi denizden geçemeyen İtilaf Devletleri'nin 25 Nisan 1915 günü Gelibolu Yarımadası'na ve Kumkale'ye asker çıkarmalarıyla Çanakkale kara savaşları başlamıştı. 25-26 Nisan 1915 tarihlerinde Arıburnu'nda karaya çıkıp Conkbayırı'nda ilerleyen çıkarma kuvvetleri, 19. Tümen K.Kur.Yb. Mustafa Kemal'in 25 Nisan günü verdiği “Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve komutanlar geçebilir” emrini uygulayan Türk birliklerince durduruldu. Bu birliklerden biri Yb.Hüseyin Avni Bey'in komutasındaki 57. Alay'dı. 57. Alay'ın başta komutanları olmak üzere 628 kişilik mevcudunun tamamı 25-28 Nisan 1915 tarihleri arasında şehit düşmüştür. 57. Alay adına yaptırılan şehitlik, Gelibolu Yarımadası'nda Kanlısırt'tadır. Ruhlari şad olsun ..mekanlari cennet olsun.....kahraman askerlerimiz...
-
57. ALAY
Onlara ölmeleri emredildi , hepsi birden , gözünü kırpmadan öldüler…. 20 Ocak 1915'de Mustafa Kemal tarafından komutası üstlenilen tümen, biri 7. Tümenden 57. Piyade Alayı ile ikisi Acemileri yetiştiren Depo Alayı'ndan kuruludur. O, askerlerine savaş gücü vermeye çalışırken, müttefik çıkartması tehlikesini yakın gören Başkomutan Vekili, "bu iki alay yetişmemiştir" diye acemileri İstanbul'daki 6. Kolordudan 72. ve 77. Alaylara değiştirdi.Daha bu alaylar gelip tümen kuruluşunu bitirmeden, 57. Piyade Alay ile hareket emrini aldı. Vapurla Tekirdağ'dan Maydos'a yola çıktı (24 Subat 1915). Gelibolu’ya ulaşan Mustafa Kemal , kendi tümeninden 57. Alay’ı Sarafim Çiftliğine, kalan birliklerini de geldikçe Maydos bölgesine tertiplemeye başladı. Bölgeyi gezerek 26. Alay’ı Seddülbahir, 27. Alay’ı Kabatepe kıyılarına yerleştirdikten sonra , Seddülbahir'e bir de akıncı müfrezesi çıkardı. 24-25 Nisan akşamı,çıkarmanın ilk günü, İngiliz ve Anzak kuvvetleri Arıburnu’ndan karaya çıkmaya başlamışlardı.Bu bölgede kıyı gözetlemesi yapan bir Türk takımının direnişine karşın, kıyıdan belli bir noktaya kadar ilerlemeyi başardılar.Bölge yakınlarındaki 27 Alay’ın ise sahile geniş birşekilde yayılmış olması da karşı koymayı oldukça güçleştiriyordu.Bu sırada Bigalı köyü’nde bulunan ordu yedeği 19.Tümen Conkbayırı yönünde tatbikat yapmakta idi.Top seslerinin duyulmasıyla 19.Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, Ordudan emir gelmemiş olmasına karşın girişimi ele alıp tüm sorumluluğu yüklenerek, 57.Alay’ı bir batarya ile Kocaçimentepe yönünde harekete geçirdi. Kendisi de durumu izlemek üzere Conkbayırı’na çıktığında, Arıburnu kesiminden bazı askerlerin çekilmekte olduklarını ve düşman birliklerinin de bunları izlediklerini gördü. O anı Mustafa Kemal , Ruşen Eşref Ünaydın ile yaptığı görüşme sırasında şöyle anlatmaktadır: “...Bu esnada Conkbayırının güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahilin gözetleme ve korunmasıyla görevli olarak orada bulunan bir müfreze askerin Conkbayırına doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm... Bu askerlerin önüne kendim çıkarak: -Niçin kaçıyorsunuz ? dedim. -Efendim düşman dediler! -Nerede? -İşte! diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler. Gerçekten de düşmanın bir avcı kuvveti 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tam bir serbestlik içinde ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün. Ben kuvvetleri (geride) bırakmışım, askerler on dakika istirahat etsin diye...Düşman da bu tepeye gelmiş...Demek ki düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman benim yere gelse kuvvetlerim çok kötü bir duruma düşecekti. O zaman artık bilemiyorum, bilinçli bir düşünme ile midir, yoksa önsezi ile midir, bilmiyorum. Kaçan askerlere: - Düşmandan kaçılmaz, dedim. - Cephanemiz kalmadı, dediler. - Cephaneniz yoksa süngünüz var,dedim. Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırına doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile dağ bataryasının yetişebilen askerlerinin ‘ marş marşla’ benim bulunduğum yere gelmeleri için, yanımdaki emir subayını geriye yolladım. Bu askerler süngü takıp yere yatınca, düşman askerleri de yere yattı. Kazandığımız an, bu andır...” Bu sırada Türk askerleri mevzi alınca karşı taraf da mevzilenir ve 57.Alay’ın öncü bölüğünün Conk Bayırı’na yerleşmesi için süre kazanılmış olur.Bu an Çanakkale Savaşı’nın kilit anıdır.Çıkarmanın hızı kesilmiştir.Daha sonra, Kolordu Komutanı Esat Paşa’nın izniyle, 27. Alay’dan geri kalan birlikleri de emrine alan Tümen Komutanı Mustafa Kemal, karşı saldırıya geçmek üzere 57.Alay'a şu emri verir : “ Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.” 25 Nisan 1915 günü, vakit ikindiye yaklaşırken, ilk çıkarma kademesi olan tümenin sahile çıkışı da tamamlanmıştır. Ne var ki, 27. Alayın birlikleri ve 57. Alayın yaptığı karşı saldırı ile süngü hücumları sonucu Anzaklar çok sayıda kayıp vermiş ve sahile çekilmişler, kritik ve endişeli anlar yaşamaktadırlar. Gene de gün batarken, Anzak Kolordusu’nun sahile çıkan Tümeni, Arıburnu’nun sarp yamaç ve tepelerinde yerleşme olanağı bulur. Bu tarihten başlayarak harekat, 1915’in Ağustos ayına kadar dört ay boyunca, Conkbayırı- Kocaçimentepe-kabatepe bölgelerinde, tarafların karşılıklı saldırı ve özellikle gece yapılan süngü hücumlarıyla, yakın boğuşmalar şeklinde ve çok kanlı çarpışmalarla geçecektir. Arıburnu'nda görev yapan 27. Alayımızın yardımına koşan birliklerimizin bazıları dağılınca, 57. Alayımız daha geniş bir araziye yayılmak mecburiyetinde kaldı; dolayısıyla yoğunluğu azaldı. Kumandanı Kurmay Yarbay Hüseyin Avni şehit oldu. Kumandayı ele alan Kurmay Binbaşı Yusuf Ziya da şehit olunca alay müftüsü Hasan Fehmi kumandan oldu; o da şehit düştü. Kumandanları şehit düşen birlikler Arıburnu sırtlarında düşmanı durdurmak için canla başla savaşıyorlardı. Bombalarla düşmana saldıran Nazif Çakmak (Fevzi Çakmak'ın kardeşi) şehit düşerken, ardından gelen 57. Alay'ın 6. Bölüğü ile, Anzak Kolordusu'nun 3. Alayı'nın 4. Bölüğü süngü ve dipçiklerle birbirlerine girdiler. *** Sisli bir nisan sabahı 57. Alay komutanı araziye yayılmış beyazlıklar görür ve takım komutanına bu beyazların ne olduğunu sorar. Takım komutanı, sabahleyin düşmana hücum emrini almış 57. Alay'ın, Rablerinin huzuruna temiz çıkmak için çamaşırlarını yıkadıklarını söyler; bu beyazlıklar, onların ak niyetleridir, der. Mustafa Kemal'in ,Yarbay Hüseyin Avni Bey'in ve silah arkadaşlarının Türk ulusu için yaptıklarının unutulması mümkün değildir. Sizleri hiç unutmayacağız ... KAHRAMANLARİMİZ
-
DENİZ
DENİZLER Yerkürenin yaklaşık dörtte üçü deniz sularıyla kaplıdır. Bunun önemli bir bölümü Güney Yarıküre'de yer alır. Kıtaların arasında Büyük Okyanus, Atlas Okyanusu ve Hint Okyanusu bulunur. Bunların kıtaların içine girmiş ya da arasında kalmış parçalarına da kenar denizi adı verilir. Deniz suyunda görülen hareketlere akıntılar, gelgit ve rüzgarlar yol açar. -Deniz Suyu -Deniz Sularının Hareketi -Deniz Tabanı DENİZ SUYU Karaların üstündeki sularla deniz suyu arasındaki en önemli ayrım içerdikleri tuz oranında görülür. Deniz suyunun tuzluluğu okyanuslarda ortalama binde 35’tir, yani 1.000 gr suda 35 gr tuz bulunur. Buna yüzde 88,8 oranındaki klo bileşimleri neden olur; en büyük pay da yüzde 77,7 ile sodyum klorüre, yani sofra tuzuna aittir. Deniz suyunda çözülmüş halde magnezyum klorür, magnezyum sülfat, potasyum klorür, potasyum sülfat, kalsiyum karbonat ve kalsiyum sülfat ile çeşitli brom bileşikleri de bulunur. Bir denizin tuzluluk oranı buharlaşmaya ve o denize karışan tatlı sulara bağlı olarak değişebilir. Az sayıda akarsuyun döküldüğü ve buharlaşmanın yüksek olduğu Kızıldeniz gibi denizlerde tuzluluk oranı binde 40’a, hatta daha yukarı çıkabilir. Buna karşılık Baltık Denizi gibi buharlaşmanın görece az, dökülen ırmakların da fazla olduğu yerlerde tuzluluk oranı binde 3-20 arasında değişir. Güneş ışınları denizleri de ısıtır. Onun için, özellikle Ekvator çevresinde deniz yüzeyindeki suyun sıcaklığı 30 dereceye kadar çıkabilir. Kutuplara doğru ise sıcaklık düşer ve su, tuzluluk oranına göre –1 ile –1,9 dereceler arasında donar. DENİZ SULARININ HAREKETİ Rüzgar, gelgit ve akıntılar deniz suyunda hareketlere yol açar. Rüzgarlar ve fırtınalar denizde yalnızca dalgaların oluşmasına yol açmakla kalmaz, aynı zamanda denizin 100 m derinliğine kadar inebilen etkileriyle akıntılara da neden olabilir. Muson ya da alize gibi sürekli esen rüzgarlar dünyanın dönmesine de bağlı olarak, Kuzey Yarıküre’de sağa, Güney Yarıküre’de de sola doğru yol alan akıntılar oluştururlar. Suyun tuzluluk oranı ile sıcaklığına bağlı olarak deniz suyu yoğunluğunda ortaya çıkan farklılıklar da akıntılara neden olabilir. Bunun sonucunda Humboldt gibi soğuk ve Gulf Stream gibi sıcak su akıntıları ortaya çıkar ve bunlar çevrelerindeki iklim koşullarını da etkiler. Akıntılar nedeniyle bir yerden boşalan suyun yerine ya yüzeyden ya da denizin altından karşı akıntıyla yeni su kütleleri gelir ve böylece deniz suyunda sürekli bir hareket görülür. Deniz suyu hareketlerine yol açan bir başka etken de gelgittir. Gelgit Ay ile Güneş’in deniz suyu üstündeki çekim gücünden kaynaklanır. Dünya’nın dönmesi ile ortaya çıkan merkezkaç gücü de onlara katılır. Dünya’nın Ay’a dönük yüzündeki sular kabarırken, öteki yerdekiler alçalır. Ay, Dünya çevresinde dolaştıkça kabarma bölgesi de yer değiştirir. Ay, Dünya’nın herhangi bir yerine göre tam çevrimini 24 saat 50 dakikada tamamladığından, yarım günlük gelgit periyodunun süresi 12,5 saattir. Aynı biçimde Güneş de 24 saatlik günlük gelgitlere neden olur. Güneş’in kütlesel çekim kuvvetinin Ay’ınkinin yüzde 46’sı kadar olduğu saptanmıştır. Dünya, Ay ve Güneş üçlüsünün konumlarına göre gelgit kabarmaları ya da alçalmaları ortaya çıkar. Bu gökcisimlerinin üçü de aynı doğru üstündeyse Ay ve Güneş’in çekim kuvvetleri birbirine eklenir. Ama bir dik açı oluşturacak biçimde dururlarsa, Ay ile Güneş’in çekim kuvvetleri birbirlerini zayıflatır. Gelgit olaylarının etkileri karaların konumuna göre değişir. Örneğin kıyılarda, özellikle de ırmak ağızlarında haliçler oluşabilir ya da sular yükseldiği sırada fırtına çıkmasıyla su baskınları ortaya çıkabilir. DENİZ TABANI Deniz tabanının profiline bakılacak olursa 200 m’ye kadar yavaş yavaş alçaldığı görülür. Bu noktadan sonra birden hızlı bir düşüşün gözlendiği kıta sahanlığı başlar. Derin denizlerin derinliği 4.000-6.000 m arasında değişir. Burada ayrıca daha derinlere inen çukurlar da vardır. Bu çukurlara örnek olarak derinliği 11.034 m olan Mariana Çukuru verilebilir. Ayrıca okyanusların ortasında okyanus sırtı olarak bilinen, yaklaşık 1.500 km genişliğinde bir deniz altı dağ zinciri uzanır. Bunların zaman zaman su yüzüne kadar çıkan uzantıları, Asor Adaları’nda olduğu gibi, adalar zinciri oluşturur. Okyanus sırtının her iki yanında 20-50 km genişliğindeki çöküntü alanları uzanır. Bu çöküntü alanlarından tabana doğru yükselen magma okyanus tabanının yenilenmesine yol açar. Okyanusların tabanındaki sırt ve çöküntü sistemleri yerkabuğunu oluşturan levhaların tektonik hareketlerinin ve kıtaların sürüklenmesinin bir sonucudur. Deniz tabanının profili adalardan, çukurlardan, hendeklerden, platolardan ve başka yükseltilerden oluşur. Deniz tabanı pek çok çökeltinin yanı sıra, magmanın oluşturduğu korkayaçlarla kaplıdır. Deniz altındaki yanardağların püskürttüğü lavlardan oluşan tipik bir kayaç türü de yastık kayaçtır. Bu kayaçların yastık biçimindeki görünümü lavların su altında çok hızlı bir biçimde soğuyarak katılaşmasından kaynaklanır. Deniz tabanındaki yanardağların püskürmesi, Kızıldeniz’de olduğu gibi mineral yataklarının oluşmasına da yol açabilir. Derin denizlerin bir özelliği de manganez içeren yumrulardır. Bunlar geçen yüzyılın sonundaki Challenger Araştırma Seferi sırasında bulunmuştur. Okyanus tabanının yaklaşık yüzde 10’unu kapladığı sanılan bu manganez-demir bileşiklerinin çapı birkaç santimetreden birkaç metreye kadar değişebilir. Bu yumruların bin yılda 0,1-1 mm kadar büyüdüğü bilinmekle birlikte ortaya çıkış nedenleri bugüne değin açıklanamamıştır. Deniz tabanını kaplayan bir başka madde de tortullardır. Bunların başında deniz tabanının yaklaşık yüzde 28’ini kaplayan derin deniz killeri gelir. Ayrıca ışınlılar, denizkelebekleri ve diyatomeler gibi ölmüş mikroorganizmaların oluşturduğu bir çamur katmanı da derin deniz diplerinde birikmiştir. Karaya yakın sığ suların tabanlarında ince parçalı tortulların yanı sıra, daha iri parçalı kum ve çakıllarla mercan resifleri görülür.
-
ULUĞ BEY
Uluğ Bey (1393 - 1449) Semarkant Sultanı Türk matematikçi ve gökbilimci. Türk matematikçilerinden birisi olan Uluğ Bey, Timur'un erkek torunlarından hükümdar olanlardan birinin oğludur. Asıl adı Mehmet'tir. Fakat o daha çok Uluğ Bey adı ile ünlü olmuştur. 1393 yılında Sultaniye kentinde doğmuştur. Timur'un öldüğü sıralarda Uluğ Bey Semerkant'ta bulunuyordu. Semerkant ve Maveraünnehir, Mirza Halil Sultan'ın saldırısı ve işgali üzerine babasının yanına gitmek zorunda kalmıştır. Babası buraları yeniden yönetimine alarak on altı yaşında olan Uluğ Bey'e yönetimini bırakmıştır. Uluğ Bey, bu tarihten sonra, hem hükümeti yönetmiş ve hem de öğrenimine devam etmiştir. Uluğ Bey, bilgin ve olgun bir padişahtı. Boş zamanını kitap okumak ve bilginlerle ilmi konular üzerinde konuşmakla geçirirdi. Tüm bilginleri yöresinde toplamıştı. Uluğ Bey, dikkatlice okuduğu kitabı kelimesi kelimesine hatırında tutacak kadar belleği vardı. Matematik ve astronomi bilgileri oldukça ileri düzeydeydi. Bir söylentiye göre, kendi falına bakarak, oğlu Abdüllatif tarafından öldürüleceğini görmüş ve bunun üzerine oğlunu kendisinden uzak tutmayı uygun görmüştür. Baba ile oğlu arasındaki bu soğukluk, Uluğ Bey'in küçük oğluna karşı olan yakınlığı ile daha da şiddetlenmiş ve sonunda Uluğ Bey'in korktuğu başına gelmiştir. Uluğ Bey, Semerkant'ta bir medrese ve bir de rasathane yaptırmıştır. Kadı Zade bu medreseye başkanlık etmiştir. Rasathane için yörede bulunan tüm mühendis, alim ve ustaları Semerkant'a çağırmıştır. Kendisi için de bu rasathanede bir oda yaptırarak tüm duvar ve tavanları gök cisimlerinin manzaralarıyla ve resimleriyle süsletmişti. Rasathanenin yapım ve rasat aletleri için hiç bir harcamadan kaçınmamıştır. Bu gözlemevinde yapılan gözlemler, ancak on iki yılda bitirilebilmiştir. Gözlemevinin yönetimini Kadı Zade ile Cemşid'e vermiştir. Cemşid, gözlemlere başlandığı sırada ve Kadı Zade de gözlemler bitmeden ölmüştür. Gözlemevinin tüm işleri o zaman genç olan Ali Kuşçu'ya kalmıştır. Bu gözlem üzerine Uluğ Bey, ünlü Zeycini düzenlemiş ve bitirmiştir. Zeyç Kürkani veya Zeyç Cedit Sultani adı verilen bu eser, birkaç yüzyıl doğuda ve batıda faydalanılacak bir eser olmuştur. Zeyç Kürkani bazı kimseler tarafından açıklanmış ve Zeyç'in iki makalesi 1650 yılında Londra'da ilk olarak basılmıştır. Avrupa dillerinin birçoğuna, çevrilmiştir. 1839 yılında cetvelleri Fransızca tercümeleriyle birlikte, asıl eser de 1846 yılında aynen basılmıştır. Zeyç Kürkani'nin asıl kopyalarından biri Irak ve İran savaşlarından sonra Türkiye'ye getirilmiş ve halen Ayasofya kütüphanesindedir. Bir hile ile oğlu Abdüllatif tarafından 1449 yılında öldürülmüştür.
-
Ankara MOGAN VE EYMİR GÖLLERİ BUZ TUTTU
Ankara MOGAN VE EYMİR GÖLLERİ BUZ TUTTU Ankara'nın Gölbaşı ilçesindeki Mogan ile Eymir gölleri buz tuttu. Gölbaşı Belediyesi, Mogan ile Eymir göllerinde buz üzerinde yürümenin tehlikeli olduğu uyarısında bulunan levhalar astı.
-
'''EN SON DEPREM '''
BALA'DA ARTÇI DEPREMLER SÜRÜYOR ANKARA - Ankara'da saat 09.47'de merkez üssü Bala ilçesi olan 4.2 büyüklüğünde bir deprem kaydedildi. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü'nden alınan bilgiye göre, saat 09.47'de merkez üssü Ankara'nın Bala ilçesi olan 4.2 büyüklüğünde bir deprem daha meydana geldi. Depremin, saat 01.47'deki 5.5 büyüklüğündeki depremin artçısı olduğu ifade edildi. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü Deprem Araştırma Dairesi Başkanlığı ise saat 09.47'deki depremin büyüklüğünün 5.0 olduğunu duyurdu. Bu arada saat 09.47'ye kadar büyüklükleri 2,7 ila 4,2 arasında 45 artçı sarsıntı kaydedildi. "KIRIK AİLESİ" Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Gülay Altay, Kurban Bayramı'nın ilk günü yaşanan 5.7 büyüklüğündeki deprem ile bu gece 5.5 büyüklüğündeki depremin farklı fay kırığında meydana geldiğini belirterek, ''Orada bir 'kırık ailesi' var. Diğerlerinin de kırılmasını beklemek normal. Bu büyüklüklerdeki depremlerin arkasının gelmesi ihtimali var'' dedi. Altay, Ankara'daki depremin kendi ''kırık ailesi'' içinde bir tetikleme yapabileceğine de dikkat çekerek, ''Onun dışında Kuzey Anadolu fayını tetiklemesi mümkün değil''diye konuştu. KAYNAK.. A.A
-
'''EN SON DEPREM '''
benim merak ettiğim konu bu depremler başka bir yerde depremi tetiklebilirmi....inşallah böyle bişey olmaz ...
-
'''EN SON DEPREM '''
............................TÜRKİYE'DEKİ SON DEPREMLER............................ ...................ULUSAL DEPREM İZLEME MERKEZİ HIZLI ÇÖZÜMLERİ................... ..(BU ÇÖZÜMLER YAPAY SARSINTILARI DA İÇERMEKTEDİR) Son 200 deprem listelenmiştir.. Büyüklük Tarih Saat Enlem(N) Boylam(E) Derinlik(km) MD ML MS Yer ---------- -------- -------- ------- ---------- ------------ ----------- 2007.12.20 11:56:34 39.3853 33.0972 5.0 -.- 4.0 -.- BALA (ANKARA) 2007.12.20 11:48:27 39.4043 33.0457 5.0 -.- 5.7 -.- BALA (ANKARA) 2007.12.20 10:57:16 39.3692 33.0760 5.0 3.5 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.20 10:27:20 39.3922 33.0538 4.0 3.0 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.20 10:12:31 39.3992 33.0530 6.5 2.8 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.20 09:51:09 39.3167 33.1183 5.0 -.- 3.1 -.- BALA (ANKARA) 2007.12.20 09:36:49 39.4598 33.1418 5.0 -.- 4.0 -.- BALA (ANKARA)
-
CİZRE'DE TRAFİK KAZASI
CİZRE'DE TRAFİK KAZASI: 1 ÖLÜ, 22 YARALI Şırnak'ın Güçlükonak ilçesinden Cizre ilçesine giden Emin Atilla idaresindeki 73 AE 896 plakalı yolcu minibüsü, Selim Karahan'ın kullandığı 73 M 1088 plakalı yolcu minibüsünün arkadan çarpması sonucu şarampole devrildi. Kazada 1 kişi öldü, 22 kişi yaralandı. kaynak a.a
-
Marmaris-Datça
Karayollarının bazı kesimlerinde sürdürülen yapım, bakım ve onarım çalışmaları nedeniyle sürücülerin trafik işaret ve işaretçilerine dikkat etmeleri gerekiyor. Karayolları Genel Müdürlüğü'nden yapılan açıklamaya göre, Mersin-Erdemli yolunun 0-43'üncü kilometreleri (Çeşmeli girişi-Kargıpınarı çıkışı) arasındaki yol yapım çalışmaları nedeniyle ulaşım tek şeritten sağlanıyor. Marmaris-Datça yolunun Marmaris şehir geçişindeki yapım çalışmaları nedeniyle ulaşım, bölünmüş yolun bir bölümünden iki yönlü olarak veriliyor. Afyonkarahisar-Uşak yolunun 26-45'inci kilometreleri arasındaki bölünmüş yol yapım çalışmaları nedeniyle sürücülerin trafik işaret ve işaretçilerine dikkat etmeleri gerekiyor. kaynak
-
izmir -aydin yol yapim calişmalari
İzmir-Aydın Karayollarının bazı kesimlerinde sürdürülen yapım, bakım ve onarım çalışmaları nedeniyle ulaşım kontrollü olarak sağlanıyor. Karayolları Genel Müdürlüğü'nden yapılan açıklamaya göre, Adapazarı-Pamukova-Bilecik yolunun 0-51'inci kilometreleri arasındaki bölünmüş yol, Afyonkarahisar-Konya yolunun 30-46'ıncı kilometreleri arasındaki yol yapım çalışmaları nedeniyle sürücülerin trafik işaret ve işaretçilerine dikkat etmeleri gerekiyor. İzmir-Aydın yolunun Selçuk şehir geçişindeki yol yapım çalışmaları nedeniyle ulaşım bölünmüş yolun bir bölümünden iki yönlü olarak sağlanıyor. kaynak
-
Karayollarında son durum
Karayollarında durum ANKARA - Karayolları Genel Müdürlüğünden yapılan açıklamaya göre, Toprakkale-İskenderun otoyolunun Dörtyol-Payas arasındaki üst yapı onarım çalışmaları ile Samsun-Çorum yolunun 15-25. kilometreleri arasındaki yapım çalışmaları nedeniyle trafik kontrollü veriliyor. Karayollarının bazı kesimlerinde yapım, bakım ve onarım çalışmaları nedeniyle ulaşım kontrollü sağlanıyor. Edremit-Ayvalık yolunun 0-30. kilometreleri arasındaki bölünmüş yol yapım çalışmaları nedeniyle sürücülerin, trafik işaret ve işaretçilerine dikkat etmeleri gerekiyor.
-
Karayollarında son durum
Karayollarında durum Karayollarının bazı kesimlerinde yapım, bakım ve onarım çalışmaları nedeniyle ulaşım kontrollü sağlanıyor. Edremit-Ayvalık yolunun 0-30. kilometreleri arasındaki bölünmüş yol yapım çalışmaları nedeniyle sürücülerin, trafik işaret ve işaretçilerine dikkat etmeleri gerekiyor. kaynak
-
Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı
Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatı, Divan edebiyatının terk edilmesinden sonra teşekkül eden Tanzimat, Servet-i Fünun, Fecr-i Ati ve Millî Edebiyat adlarıyla anılan edebiyat tarzları vasıtasıyla oluşturulan zemin üzerine kurulmuştur. Cumhuriyet devri edebiyatının ilk dönem eserleri değişen siyasî, sosyal ve kültürel çerçevenin etkilerini taşır. Dildeki sadeleşme hareketi artık yerleşmiştir. Aruz bırakılarak hece kullanılmıştır. Şiirde ve düz yazıda toplumun her kesiminden gelen sanatçılar sayesinde konular oldukça genişletilmiştir. Buna bağlı olarak mekânlar da çeşitlilik kazanmıştır. Anadolu’ya daha çok yer verilmiştir. Roman ve hikâyelerde toplum sorunları, gözleme dayanan bir gerçeklikle anlatılmıştır. Kurtuluş Savaşı ve bu dönemdeki toplum hayatı da konu edilmiştir. Tiyatro eserlerinde de millî konular işlenmiştir. a. 1940 Yılına Kadar Türk Edebiyatı 1900′den sonra dogan, ilk gençlik ve olgunluk yılları Cumhuriyet’in ilk devresinde geçen ilk şairler nesli, şiire Yahya Kemal’in, Ahmet Haşim’in ve batı şairlerinin etkisiyle ve kendi yaratıcılıklarının katkısıyla yeni estetik şekiller kazandırdı. Ahmet Hamdi Tanpınar, Türkçeye Paul Valery’nin şiir görüşünü uygulayarak, yoğun kapalı, derin şiirler yazdı. Ahmet Kutsi Tecer (1901-1967), Tanpınar’ı hatırlatan özelliklerin yer aldığı folklor kaynaklı değişik eserler meydana getirdi. Necip Fazıl Kısakürek (1905-1983) çok yönlü kişiliğinin etkisiyle ve Türkçeyi ustaca kullandığı şiir ve piyeslerinde Anadolu insanının mistik eğilimlerini orijinal ve modern bir üslûpla ifade etti. Yedi Meşaleciler Sabri Esat Siyavuşgil, Ziya Osman Saba, Yaşar Nabi Nayır, Kenan Hulusi (hikâyeci), Cevdet Kudret Solok, Muammer Lütfi, Vasfi Mahir Kocatürk. Bu edebî topluluk yeni bir edebiyat, farklı bir şiir anlayışı oluşturmak için toplanmıştır. Beş Hececiler’e karşı çıkmışlardır. “Samimîlik, canlılık ve devamlı yenilik” ilkelerini benimsediler. Fransız edebiyatını örnek alacaklarını bildirdiler. Buna rağmen kendileri de Beşe Hececiler’in yolundan gitmişlerdir. Türk şiirine herhangi bir yenilik getirmemişlerdir. Dönemin Sanatçilari Ahmet Kutsi Tecer (1901-1967) Avrupai şiir anlayışından âşık tarzı söyleyişe yönelmiştir. Şiirlerinde iç duygu ve bununla birlikte gelişen hafif sesli bir musiki havasi vardır. Şiir kitabı: Şiirler. Tiyatroları: Koçyigit Köroglu, Köşebaşı, Bir Pazar Günü, Satilik Ev Necip Fazıl Kısakürek (1905-1983) Şiirlerinde insanın evrendeki yerini, madde ve ruh meselelerini, insanın iç dünyasina ait çeşitli yönleri, gizli duyguları işlemiştir. Hissi ve fikri şiir oluşturan iki unsur olarak kabul eder. Sağlam bir dil ve üslûp; kuvvetli bir lirizm, başarılı bir teknik sahibidir. Ağaç ve Büyük Doğu dergilerini çıkarmıştır. Şiirleri: Örümcek Ağı, Kaldırımlar, Ben ve Ötesi, Sonsuzluk Kervani, Çile Şiirlerim. Roman ve tiyatro türünde de eserleri vardır: Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil, Ruh Burkuntularından Hikâyeler, Hikâyelerim. Cahit Sitki Taranci (1910-1956) Sade, yalın, ahenkli bir dille, konuşma diliyle şiirler yazmıştır. Şiirlerinde iç sıkıntılarını, karamsarlığı, özellikle sürekli korktuğu ölümü, ama bununla birlikte yaşama bağlılığı konu edinmiştir. Şiirleri: Otuz Beş Yaş, Düşten Güzel, Ömrümde Sükût Nesirleri: Ziya’ya Mektuplar Memduh Şevket Esendal (1883-1952) Romancı ve hikâyeci. Romanlarinda kendi deyimi ile “topluma ayna tutmuştur”. Hikâyelerinde gözlem gücü son derece güçlüdür. Toplum hayatındaki aksaklıklara değinmiştir. Dili temiz; anlatımı güçlüdür. Konuşma dilini kullanmıştır. Hikâyelerinde Çehov tarzının temsilcisidir. Romanları: Ayaşlı ve Kiracıları, Vassaf Bey. Hikâyeleri: Hikâyeler, Otlakçı, Hava Parası, Mendil Altında, Temiz Sevgiler. Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) Hikâye, roman, deneme, makale, edebiyat tarihi ve şiir türlerinde eserler vermiştir. Ama en önemli özelliği şairliğidir. Şiirlerindeki temel unsurlar; his, hayal ve musikidir. En çok işlediği konu zamandır. Şuuraltı da önemlidir. Şiirlerinde sembolistlerin etkisi vardır. Sade bir dille yazdığı şiirlerde hece ölçüsünü kullanmıştır. Hikâye ve romanlarında dönemin toplum hayatını ve çelişkilerini ortaya koymuştur. Psikolojik yön de önemlidir. Dili başarıyla kullanmıştır. Şiirleri: Şiirler. Deneme: Beş Şehir. Roman: Huzur, Mahur Beste, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Sahnenin Dışındakiler. Hikâye: Yaz Yağmuru, Abdullah Efendi’nin Rüyaları. Edebiyat: 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi. Abdülhak Şinasi Hisar (1888-1963) Tenkitçi ve romancı. Nesirlerinde görgü, hatıra, tasvir ve kültür unsurları ağır basar. Sanatlı ve uzun cümleleri vardır. Romanları: Fehim Bey ve Biz, Çamlıca’daki Eniştemiz. Diğer eserleri: Boğaziçi Mektupları, Geçmiş Zaman Köşkleri, Boğaziçi Yalılar. b. Son Dönem Türk Edebiyatı Garipçiler Orhan Veli Kanık ve onunla aynı tarzı paylaşan Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat, şiirlerini 1941 yılında Garip adlı kitapta topladılar, Garipçiler adıyla anıldılar ve Türk şiirinde yeni bir akım meydana getirdiler. Bu adı almalarında Orhan Veli’nin “Kitabe-i Seng-i Mezar” adlı şiirinin garip tepkilere sebep olasının ve garip bulunmasının etkisi olmuştur. Bu akımın amacı şiiri, öteden beri vazgeçilmez unsurlar sayılan vezin, kafiye, nazım şekli, nazım birimi; şairanelik, mecazlı söyleyiş, söz sanatı ve süs gibi unsurlardan sıyırarak, duyuların yalın ifadesi hâline getirmekti. Bu akımda hiç bir kural ve kalıba bağlanmamak prensip edinilmiştir. Sade bir dil kullanmışlardır. Günlük ve sıradan konuları işlemişlerdir. Sıradan insanların problemleri, yaşama sevinci, hayattaki gariplikler şiirlerinin başlıca konularıdır. Şiirde o zamana kadar işlenmemiş konuları ele almışlardır. Orhan Veli, bu tarzda yazdığı başarılı şiirlerle kendisinden sonrakileri büyük ölçüde etkiledi. Genç yaşında Rusya’ya giden ve oradan marksist ve materyalist bir inançla dönen Nazım Hikmet Ran (1902-1963) Türkçenin estetiğini Mayakovski tesirleri taşıyan yeni bir tarzda kullanarak ihtilâlci şiirler yazdı. 1960′lı yıllardan sonra Türk Edebiyatı içinde yaygınlaşan sosyalist akımının başlangıcı bu şiirler oldu. Ahmet Muhip Dıranas, şiiri tamamen estetik olarak kabul eden şairlerdendir. Aynı nesilden olan Arif Nihat Asya (1904-1976) üslûp ve ruh yönünden zenginliğini şiirlerine aksettiren orijinal bir şairdir. Türk edebiyatında küçük klâsik hikâye yazma geleneğinin kurucusu ve en başarılı temsilcisi olan Ömer Seyfettin’in (1884-1920) hikâye kitapları 144 baskı yaparken kendisi en çok okunan yazar oldu. Sait Faik Abasıyanık (1906-1948) ve Sabahattin Ali’nin 1935 yılından sonra yayınladıkları hikâyeler, birbirinden farklı iki yeni çığır açtı. Sait Faik, konuları İstanbul’da geçen ve şahsî izlenimlerine dayanan şiir duygusuyla dolu hikâyeler yazdı. Materyalist bir dünya görüşüne sahip olan Sabahattin Ali, dış tasvirlere ve sade olaylara fazla önem veren hikâyeler yazdı. Bu iki yazarla birlikte 1960′lı yıllardan sonra yoğunlaşan günlük olaylar, düşünce ve beklentiler edebiyata girmeye başladı.
-
Millî Mücadele Dönemi Türk Edebiyatı
Millî Mücadele Dönemi Türk Edebiyatı Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1899-1974) Üsküdar İdadisi’nde edebiyat ve felsefe öğretmenliği yaptı (1916-17). İkdam gazetesinde çalıştı. Yeni Mecmua’da Erenlerin Bağından yazılarını yayımladı (1918-19). Tedavi olmak için gittiği İsviçre’de üç yıl kaldı. Mütareke devrinde İkdam, Dergâh gibi gazete ve dergilerde yazdığı yazı ve öyküleriyle Kurtuluş Savaşı’na destekledi. İkdam’da Kiralık Konak (1920), Akşam’da Nur Baba (1921) romanlarını tefrika ettirdi. 1921′de Ankara’ya çağrıldı. Toplumsal yapıdaki bu değişimi öykü ve romanlarında yansıtan Yakup Kadri, hayata bakışını, bu farklılaşma durumlarının ondaki yansılarını şöyle dile getirmektedir: “On sekiz yaşımda iken şeyda (deli) bir anarşist idim. Yüksek bir makam sahibi veya herhangi bir kudretli adamı yere sermek en büyük gayemdi. Sonradan bir ihtilalin başına geçmek ve halk kitlelerini bir rüzgârın bir ormanı dalgalandırışı gibi harekete getirmek istedim. Otuzumda bunların hepsinden vazgeçmiş, hiçbir şeye inanmaz olmuş ve kendimi cismani hazlara terk etmiştim. Fakat etin bu iltihabından ruhun başka türlü bir iltihabı ile uyandım. Mistik bir sevda can evimi bir yangının alevi gibi sarmıştı. Bu alevle tutuştukça hayat buluyordum. Ve ılık uzletimi (toplum hayatından uzaklığımı) yüzleri berrak su kaynaklarını andıran hayaletlerle dolduruyordum. İşte, millet aşkına ben bunlar arasında vasıl oldum. Ve bu aşk yolunda can vermeyi o vakit cana minnet bildim. Lâkin, bu yeni dinde kendime peygamber yine kendimdim. Onun için ruhum imansız kalan cemaat gibi perişandı. Ne vakit ki Anadolu yaylalarının maverasından (ötesinden) O’nun (Atatürk’ün) sesini duydum; Nur ile ateş, vecd (kendinden geçme) ile humma (ateş) arasındaki farkı o vakit bildim. Ancak bu millet mürşidinin emri altındadır ki, kısır bir ateşle beyhude yere yanıp tutuşmaktan ve yıpratıcı ihtilaçlar içinde beyhude yere kıvranıp durmaktan kurtuldum. Ruhum, hemen ilâhî diyebileceğim bir nizam (düzen) içine girdi. Kütahya, Simav, Gediz, Eskişehir, Sakarya yörelerine gezi. Garp cephesinin bulunduğu mevkide olup bitenlere tanıklık etti. Anadolu gerçeği ile yüzleşen Yakup Kadri; Kurtuluş Savaşı’nın yansılarını yakından gözledi. Cumhuriyet’in kuruluşunda Mardin (1923-1931), daha sonra da Manisa milletvekili oldu (1931-1934). 1923-25 arası Cumhuriyet ve Hakimiyet-i Milliye (Ulus) gazetelerinde yazdı. Burada iki yıl kaldı. İstanbul’da çıkan Milliyet’te yazdı. Hüküm Gecesi romanını bu gazetede tefrika ettirdi (1927). Sodom ve Gomore’yi yazdı (1928). 1932′de yazdığı Yaban birçok tartışmalara neden oldu. Roman, 1942′de CHP Roman Armağanı’nda ikinciliği kazandı. Aynı yıl Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge, İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte Kadro dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Dergi, 1934′te kapanmak zorunda kalınca, Tiran elçiliğine atandı. Bunu Prag (1935), La Haye (1939), Bern (1942), Tahran (1949), Bern (1951-1954) elçilikleri izledi. 1961′de Kurucu Meclis üyeliğinde, 1961-1965′te de Manisa milletvekilliğinde bulundu. Cumhuriyet, Hakimiyet-i Milliye, Ulus, Milliyet, Yeni İstanbul, Tercüman; Kadro, Varlık, Hayat, Meydan gibi gazete ve dergilerde makale, roman ve anıları yayımlanan Yakup Kadri, 13 Aralık 1974′te Ankara’da öldü. Romanlarında, ülkenin yaklaşık yüz yılı aşkın zaman dilimini (1861-1950) konu edindi. Toplumsal değişim sürecinin toplumun farklı kesimlerindeki yansılarını gerçekçi bir bakışla yansıttı. Tarihe tanıklıkla birlikte, insan-toplum ilişkilerinde bu süreçte biçimlenen durumları irdeledi. Tanık olduğu olaylar, yaşadığı ortam onun edebiyat anlayışını biçimlendirmiştir. Fecr-i Âtî içinde ’sanat sanat içindir’ anlayışından yola çıkan Yakup Kadri, koşulların gücü içindeki değişimi de yıllar sonra şöyle dile getirecektir: “Bu coşkunluğum, sanat perisi yolunda bu serdengeçtiliğim, ilk millî felâketimiz olan Balkan Harbi’ne kadar, bütün ateşiyle devam etti. Fakat ne vakit ki, Çatalca önüne dayanan düşman toplarının sesini ta yatağım içinden işitmeğe başladım, hisseder gibi oldum ki, hayatta benim yaptığım mücadeleden daha mühimleri vardır. Balkan Harbi’ni daha bir sürü millî felâketler takip etti. Ben gene ‘Sanat şahsî ve muhteremdir’ diyordum. Fakat onun yanı başında, hiç değilse onun kadar ‘şahsî’ ve ‘muhterem’ şeyler olabileceğini düşünmeğe başlamıştım.” Öykü ve romanlarında dilde sadeleşme ve yeni bir edebiyat anlayışının örneklerine veren Yakup Kadri, bir bakıma değişim döneminin romancısıdır. Romanlarında, ülkenin Batılılaşmadan Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına değinki değişim ve dönüşüm süreçlerini konu edinir. Çözülme ve yeniden yapılanma… Bu süreçteki insan ve toplum gerçeğine gerçekçi bir bakışla yaklaşır. Yakup Kadri, romanlarının yapısal oluşumunu değerlendirirken, şunları söyler: “Romanlarımın kronolojik mahiyeti benim istek veya kararımla meydana gelmiş bir şey değildir. Romanda yegâne (biricik) gayem, hayatın heyecanını verebilmek ve canlı tipler yaratmaktır. Bunda ne dereceye kadar muvaffak olduğumu bilmiyorum. Roman yazarken tanıdığım kimseleri ve yaşadığım hayat safhalarını bir ham madde olarak kullanırım. Romanlarımı uzun müddet tasarlarım. Fakat not alıp materyal toplamak adetim değildir.” Fecr-i Âtî’de iken ferdiyetçi sanat anlayışını benimseyen sanatçı, daha sonra millî Edebiyat cereyanına katıldı. İlk eserlerinde mistik bir hava vardır. 1916’dan sonra ülke gerçeklerini ve millî duyguları işleyen hikâyeler yazmıştır. Roman, hikâye, deneme, mensur şiir, makale ve anı türünde eserleri vardır. Romanlarında Türk halkının yaşayışı ve problemleri başlıca konudur. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar olan dönemde Türk halkının yaşadığı gelişme ve değişmeleri işlemiştir. Aydınlarla halk arasındaki zıtlıkları da konu edinmiştir. Eserlerinde sağlam bir gözlemcilik ve ona dayanan bir realizm vardır. Eserleri teknik bakımdan sağlamdır. Karakterleri başarıyla anlandırmıştır. Titiz bir üslûpçudur. Hikâyeleri: Bir Serencam, Rahmet, Millî Savaş Hikâyeleri Romanları: Kiralık Konak, Nur Baba, Hüküm Gecesi, Sodom ve Gomore, Yaban, Ankara, Bir Sürgün, Panorama… Diğer eserleri: Erenlerin Bağından, Zorakî Diplomat, Anamın Kitabı, Vatan Yolunda… Halide Edip Adıvar (1884-1964) Romancı ve hikâyeci. Ünlü, Sultanahmet mitingi ile halkı coşturmuş ve bizzat millî mücadelenin içinde yer almıştır. Romanlarındaki belli başlı konular, Kurtuluş Savaşı, çocukluk hatıraları ve aşktır. Kahramanlarını daha çok kadınlar arasından seçen sanatçı, karakter bulmakta başarılıdır. Kadınlara da üstün özellikleri vermiştir. Gözlem, tasvir ve tahlillerde başarılıdır. Sosyal çevreye önem verir. Dili kullanmada başarılı değildir. Dağınık, düzensiz bir üslûbu vardır. Eserleri: Handan, Son Eseri, Ateşten Gömlek, Vurun kahpeye, Zeyno’nun Oğlu, Sinekli Bakkal, Tatarcık, Mor Salkımlı Ev, Dağa Çıkan Kurt, Harap Mabetler Beş Hececiler Şiire 1. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarında başlayan, Mütareke yıllarında şöhret kazanan hececiler, Anadolu’yu ve vasat insan tipini şiire soktular. Memleket sevgisi, yurt güzellikleri, kahramanlık ve yiğitlik, işledikleri başlıca konulardır. Hecenin bu beş şairi millî edebiyat akımından etkilenmiş ve aruzu bırakarak şiirlerinde heceyi kullanmaya başlamışlardır. Bunda da oldukça başarılı olmuşlardır. Şiirde sade ve özentisiz olmayı tercih etmişlerdir. Orhan Seyfi Orhon (1890-1972) Şiirlerinde konuşma dilini kullanmıştır. Bazı şiirlerinde halk şiiri şekillerini kullanmıştır. Daha çok şahsî temaları işleyen şair vatanî konuları da işlemiştir. Eserleri: Fırtına ve Kar, Peri Kızı ile Çoban, Gönülden Sesler, O Beyaz Bir Kuştu. Yusuf Ziya Ortaç (1896-1967) Şiire aruzla başlamış, da ha sonra heceyi kullanmıştır. Günlük hayatın çeşitli görünümlerini sade bir dille işlemiştir. Akbaba adlı mizah dergisini çıkarmıştır. Eserleri: Akından Akına, Aşıklar Yolu, Yanardağ, Bir Rüzgâr Esti. Faruk Nafiz Çamlıbel (1898-1973) Beş Hececilerin en genci ve en başarılısıdır. Buna rağmen aruzu da tamamen terk etmemiştir. Şiirlerinde Anadolu’yu, memleket sevgisini anlatmıştır. Ferî konuları da işlemiştir.başlıca konu ve temaları, aşk, hasret, tabiat, ölüm, kahramanlık, ihtiras. Lirik şiirleri vardır. Şiirleri: Han Duvarları, Çoban Çeşmesi, Dinle Neyden, Gönülden Gönüle. Tiyatro eserleri: Canavar, Akın, Özyurt, Kahraman. Enis Behiç Koryürek’in (1892-1949) Şiire aruzla başlamıştır. Heceyle yazdığı ilk şiirlerinde aşkı işlemekle beraber, daha sonra Kurtuluş Savaşı yıllarında millî duyguları ve tarihî kahramanlıkları işlemiştir. Şiirleri: Miras, Güneşin Ölümü. Halit Fahri Ozansoy (1891-1971) “Aruza Veda” adlı şiiriyle aruzu bırakıp heceyi kullanmaya başlamıştır. Şiirlerinde konuşulan Türkçeyi başarıyla kullanmıştır. Derin bir melânkoli ev karamsarlık taşıyan şiirlerinde ferdî konuları işlemiştir. Şiir, roman ve tiyatro türünde eserleri vardır: Cenk Duyguları, Efsaneler, Baykuş, Hayalet. Dönemin Bağımsız İsimleri Mehmet Âkif Ersoy (1873-1936) Dinî, millî şiirleriyle tanınır. Bir destan şairidir (Çanakkale Şehitlerine). İslâmcılık akımının temsilcisidir. Şiirlerinde dinî lirizm dikkati çeker. Öğretici, öğüt verici, birliği ve bütünlüğü sağlayıcı şiirleri vardır. Savaş sırasında ve sonrasında kurtuluşun ve gelişmenin ancak dine sarılmakla olacağını, batının sadece ilminin alınabileceğini savunmuştur. Türk şiirine gerçek realizm onunla girmiştir. O, toplum hayatını bütün yönleriyle aksettirmiştir. Hatta sokak aralarında konuşulan dili bile şiirine yansıtabilmiştir. Gözlemlerinden çokça faydalanmıştır. Tasvir edici ve tahkiyeli anlatımı sayesinde şiirinde canlı tablolar çizmiştir. Aruzu Türkçeye başarıyla uygulamıştır. Nazmı nesre yaklaştıranlardandır. Manzum hikâye şeklinde şiirleri vardır.Bu şiirlerinde günlük hayatı, toplum hayatını başarıyla anlatmıştır. Özellikle yoksullara, sakatlara, kimsesizlere karşı acıma duygusu bu tür şiirlerinde belirgindir. Hasta, Küfe, Meyhane, Seyfi Baba, Hasır, Mahalle Kahvesi bu türün örnekleridir. Şiirlerini Safahat adlı kitabında toplamıştır. Safahat yedi kitaptan oluşur: Safahat, Hakk’ın Sesleri, Süleymaniye Kürsüsünde, Fatih Kürsüsünde, Hatıralar, Asım ve Gölgeler. Makaleleri A. Abdülkadiroğlu tarafından yayımlanmıştır. Yahya Kemal Beyatlı (1884-1958) Şair ve yazar. Eski nazım biçimleriyle -az da olsa değişikliğe uğratarak- yeni konuları işlemiştir. Aruzu Türkçede başarıyla uygulamıştır. Sadece Ok şiirini heceyle yazmıştır. Şiirde dile, uygun kelimelerin seçilerek yerli yerinde kullanılmasına özen göstermiştir. Parnasizmin en önemli temsilcisidir. Şiirde şekil mükemmelliğine, ahenge ve kafiyeye önem vermiştir. İşlediği başlıca konu ve temalar: aşk,i tabiat, kahramanlık, ölüm, sonsuzluk. Şiirlerinde Osmanlı hayranlığı oldukça açıktır ve İstanbul’u da şiirde en çok işleyen şairdir. O tam bir İstanbul aşığıdır. Tevfik Fikret’in “Sis” adlı, İstanbul’u tahkir ettiği şiirine karşı “Siste Söyleniş” adlı şiiriyle cevap vermiştir. Şiirleri: Kendi Gök Kubbemiz, Eski Şirin Rüzgârıyla, Rubailer. Nesirleri: Eğil Dağlar, Aziz İstanbul, Edebiyata Dair.
-
Millî Edebiyat Akımı
Millî Edebiyat Akımı Modern Türk Edebiyatını yaratma amacıyla kurulan Tanzimat, Servet-i Fünun ve Fecr-i Âtî toplulukları büyük hamleler yapmakla beraber ruhta büyük ölçüde Fransız sanatına bağlı, dil ve üslûpta Osmanlıcayı sürdüren, millî kimlik ve kişiliğe ulaşamamış bir edebiyat vücuda getirmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılışı sırasında, Türk aydınlarının büyük bir bölümü, ümmete bağlı Osmanlıcılığın terk edilerek milliyetçiliğin benimsenmesinin, memleketin geleceği için gerekli olduğuna inanıyorlardı. Bu inanç sonucunda Türkçülük ve Milliyetçilik akımları doğmuş, her sahada millî kimlik arayışları başlamıştır. Türk dili, Türk vezni, Türk zevki ve kültürü ile millî konuları, millî ülküleri işleyen Türk edebiyatı ihtiyacı ve özlemi sonucunda 1911-1923 yılları arasında Millî Edebiyat akımı var olmuştur. Türk milletine mensup olma şuuru, tarih içinde devamlılık düşüncesi, olduğu gibi kalarak batılılaşma inancı, 1911-1923 yılları arasındaki akımın temelleridir. Bu dönemin bariz özelliği, Türk romantizminin edebî tezahürlerini göstermesidir. Cumhuriyet’in kuruluşunu hazirlayan milliyetçilik ideolojisi içinde dogan Milli Edebiyat akimi Cumhuriyet’in ilk yıllarında en olgun eserlerini verdi. Cumhuriyet rejimi ve bu devirde meydana getirilen sosyal ve iktisadî müesseseler üstünde başlarında büyük Türk sosyoloğu ve düşünürü Ziya Gökalp’in bulunduğu Türkçü ve Milliyetçi münevver zümre etkili oldu. Gökalp’in Türkiye ve Türkler için şekillendirdiği düşünceler başta Atatürk olmak üzere, Cumhuriyeti kuran birinci neslin dünya görüşünün kaynağını teşkil etti. Halka ulaşabilmek ve onunla bütünleşebilmek için onun dilini kullanmak gerektiğine inanan bu nesil yazarları, eserlerinde konuşma dilini kullandılar. Halk dilini kullanırken gençlik yıllarında hayran oldukları Edebiyat-ı Cedide (Yeni Edebiyat) yazarlarının ince zevkini günlük dile aktardılar. 1911 yılında Selânik’te çıkarılmaya başlanan Genç Kalemler dergisinde başladı bu çalışmalar. Bir kısmı daha sonra Cumhuriyet dönemi yazar ve şairleri arasında da yer alan bu edebiyatın temsilcilerinin en önemlileri, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin (öncü), Mehmet Emin Yurdakul, Ali Canip (öncü), Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel, Enis Behiç Koryürek, Kemalettin Kamu, Aka Gündüz, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri, Halide Edik Adıvar, Hamdullah Suphi, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, Fuat Köprülü, Halide Nusret Zorlutuna, Şükûfe Nihal, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar’dır. Milli Edebiyat akımının özellikleri, Cumhuriyet’in ilk on yılının da bir özeti olmaktadır. Bu çerçeve içerisinde, Milli Edebiyat akımının ilkeleri de şu şekilde belirtilebilir: Dilde yalınlık (en mühim prensip), Türkçe karşılığı olan Arapça ve Farsça kelimelerin atılması. Yalın (süssüz, sanatsız, özentisiz) bir dille yazma; İstanbul Türkçesini kullanma. **Halk edebiyatı şiir biçimlerinden yararlanma **Hece ölçüsü **Konu seçiminde yerlilik **Konularını hayattan, ülke şartlarından seçme **Millî kaynaklara yönelme İslâmcı, Osmanlıcı, gelenekçi görüşlere sahip yazarlardan bireysel eğilimli yazarlara kadar tüm edebiyatçılara açık bir bütünlük mevcuttur. Çünkü artık söz konusu olan Millî Edebiyat akımı kavramı değil, Millî Edebiyat dönemidir. Bu akım dilde ve duyuşta 1911-1915 dönemi milliyetçilik fikirlerinin ön plânda olduğu roman, hikâye, tiyatro eseri ve şiirler verilmesini sağlamıştır. Başlangıçta Fecr-i Âtî roman ve hikâyecisi olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Refik Halit Karay, gerçek kişiliklerini Millî Edebiyat akımı içerisinde göstermişlerdir. Fecr-i Âtî topluluğu dışında kalan, İstiklâl Marşı şairi Mehmet Âkif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı, kendi şiir anlayışlarına göre eserler veren ve daha sonra Millî Edebiyat akımına katılan şairlerdir. Gerek Mehmet Âkif Ersoy gerekse Yahya Kemal Beyatlı, şiir dili ile konuşma dili arasındaki uzlaşmayı sağlamışlar, Türk diline zor uyan aruzun engellerini ortadan kaldırıp, yaşayan Türkçe ile başarılı şiirler yazmışlardır. Dönemin Sanatçıları Ömer Seyfettin (1884-1920): Son devir Türk hikâyeciliğinin en önemli isimlerindendir. Yeni Lisan hareketinin savunucularındandır. Amacı millî şuuru kuvvetlendirmek, toplum hayatındaki aksak yönleri ortaya çıkarmaktır. Konularını gerçek hayattan alır. Bu sebeple hikâyeleri realist özellik taşır. Konuları genellikle tarihî olaylar, çocukluk hatıraları ve yaşanan günlük olaylardır. Aşk konusunu da bu hikâyelerinde işler. Kahramanlık, hikâyelerinin önemli konularındandır. Bazı eserlerinde sosyal hayattaki gülünç özellikleri karikatürize eder. Türklerin Balkanlar’da uğradıkları zulümleri de konu edinmiştir. Dili oldukça sadedir ve yalındır. Kurguları oldukça başarılıdır. Hikâyeleri: Eshab-ı Kehf’imiz, Harem, Efruz Bey, Yalnız Efe, Yüksek Ökçeler, Gizli Mabet, Beyaz Lâle, Bomba, Bahar ve Kelebekler, Ziya Gökalp (1876-1924): Türkçülük cereyanını bir sisteme bağlayan fikir adamı ve bu sistemi eserlerinde işleyen bir sanatçıdır.Türk milletinin din, dil, ahlâk, edebiyat yönünden aynı kültürle yetişmiş kişilerden oluştuğuna inanan Gökalp, eserleriyle Türk milliyetçiliğinin sınırlarını belirlemiş, millî edebiyatın da fikir yönüyle temellerini oluşturmuştur. Onun Türkçülük anlayışı, dil, edebiyat, din, iktisat, güzel sanatlar ve siyaset alanlarını kapsar. Turancılık ideolojisini de savunmuştur. Edebiyatı, bu fikirlerini yaymak için bir araç olarak kullanmıştır. Sanat yapma kaygısı yoktur. Şiir ve nesir alanında eserleri vardır. Destan, masal ve makaleler de yazmıştır. Dile önem vermiştir. Eserlerini sade bir dille yazmıştır. Türk dilinin gelişmesi yolunda çaba harcamıştır. Türkçe karşılıkları olan Arapça ve Farsça kelimelerin atılmasından, Türkçeleşmiş kelimelerin de artık Türkçe sayılmasından yanadır. Ona göre millî vezin hece veznidir. Şiirleri: Kızıl Elma, Altın Işık, Yeni Hayat Fikrî Eserleri: Türk Medeniyeti Tarihi, Türk Töresi, Türkçülüğün Esasları, Türkleşmek-Muasırlaşmak-İslâmlaşmak, Malta Mektupları. Ali Canip Yönten (1887-1967): Daha önce Fecr-i Âtî’de yer alan sanatçı, daha sonra millî edebiyat akımının öncülüğünü yapmış, Ömer Seyfettin’le birlikte çıkardıkları Genç Kalemler dergisinde baş yazarlık yapmıştır. Yeni Lisan hareketinin savunucularındandır. Şiirlerinin hece vezniyle ve sade bir dille yazmıştır. Şiirlerinin bir kısmını Geçtiğim Yol adı altında yayımlamıştır. Sonraları şiiri bırakıp edebiyat incelemeleri yapmıştır. Fuat Köprülü (1890-1966): Edebiyat tarihi ve tarih araştırmacısıdır. Türk edebiyatını dönemlere ayıran, bilimsel yöntemlerle inceleyen ilk araştırmacıdır. Eserleri: Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Türk Edebiyatı Tarihi, Türk Saz Şairleri, Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar. Mehmet Emin Yurdakul (1869-1944): Halkçılık ve milliyetçilik düşüncesini şiirlerinde işlemiştir. Şahsî duygulara ve tabiata pek rastlanmaz. Şiirleri sosyal faydaya yöneliktir ve didaktiktir. Bu yüzden bir kuruluk göze çarpar. Hece veznini ve batı edebiyatı nazım şekillerini kullanmıştır. Dilinin tamamen sade olduğu söylenemez. Şiirleri: Türk Sazı, Ey Türk Uyan, Tan Sesleri, Ordunun Destanı, Turana Doğru. Reşat Nuri Güntekin (1889-1956): Millî edebiyat akımından etkilenen sanatçılardandır. Şöhretini Çalıkuşu romanıyla kazanmıştır. Birçok eserinde Anadolu’yu, Anadolu hayatını ve insanını, batıl inançları, yanlış batılılaşmayı, insanımızın bilime ve eğitime ihtiyacını işlemiştir. Mizah öğesine de yer vermiştir. Romanlarında güçlü gözlemciliğine dayanan bir realizm ve canlı bir üslûp vardır. Psikolojik tahlillerde de başarılıdır. Eserlerinde konuşma dili hâkimdir. Roman, hikâye, tiyatro ve gezi yazısı türünde eserleri vardır. Romanları: Çalıkuşu, Gizli El, Dudaktan Kalbe, Acımak, Eski Hastalık, Akşam Güneşi, Yaprak Dökümü , Damga, Miskinler Tekkesi Hikâyeleri: Eski Ahbap, Tanrı Misafiri, Sönmüş Yıldızlar, Boyunduruk Gezi Yazıları: Anadolu Notları Tiyatroları: Yaprak Dökümü, Eski Rüya, Hançer, Balıkesir Muhasebecisi, Eski Borç, Gözdağı tıkla
-
Roman
Edebi Türler (Roman) Belli bir tarihsel ya da coğrafi çevre içindeki belli bir kişi ya da bir grup insanın başından geçenleri, bu insan ya da insanların iç ve dış yaşantılarını belli bir kronolojik, mantıksal, duygusal ya da sanatsal ilişkiyi gözeterek öyküleyen ve belli bir uzunluğu aşan anlatılar için kullanılan edebi terimdir. Edebi türler içinde en yenisidir. Çünkü matbaanın bulunması ve kentsoylu bir okur kitlesinin ortaya çıkmasından sonra gelişmiştir. Aslında tanımlanması en zor edebi türdür. Gelişmesini tamamlamamış tek türdür denebilir. Bunun bir nedeni romanın tarihsel koşullara bağlı olması, diğer nedeni ise yazarına geniş bir özgürlük ve deney alanı bırakmasındandır. Romanın ataları arasında nesirsel özellikler taşıyan Petronius’un Satyricon (1’inci yüzyıl) ve Apuleius’un Metamorphoseon’u (2’nci yüzyıl) gösterilir. Roman düzyazıyla yazılır. Anlatılan olaylar kahramanlık öyküleri değil, sıradan insanların günlük yaşantılarıdır. Anlatılan olaylar, saraylar ve savaş alanları gibi destansı mekanlarda değil, sokaklar, evler, meyhaneler gibi sıradan mekanlarda geçer. Olaylara yön veren tanrılar değil, kişilerin kendi tutum, davranış, duygu ve düşünceleridir. Kullanılan dil, nazım türlerinde olduğu gibi ağdalı değil günlük ve sıradandır. Roman tarihe en bağlı edebiyat türüdür. Toplumsal, politik olaylar gelişmelerle de yakın ilişkidedir. Romanın tarihe bağlı oluşu, çok köklü bir geçmişi olmayan yeni bir sınıfın, yani burjuvazinin kendine tarih içinde bir geçmiş, şimdi ve gelecek kurma çabasından doğmuş olmasında yatar. 18. yüzyıl romanlarının çoğu, burjuvazinin aristokrasiye karşı mücadelesinde kullanılmak üzere kaleme alınmış metinler gibidir. Roman, işte bu nedenle, felsefe ve sanattan boş inançları kovmak ve bunların yerine akıl ve gerçeği geçirmek isteyen bir kültürel dönüşümün ürünüdür. Bu nedenle toplumların gelişimine, yani tarihe kopmaz biçimde bağlıdır. İnsanı, öncelikle toplumsal ve tarihsel bir varlık olarak konu alan ilk sanat türüdür. Roman türleri Romanlar konu, üslup, yazıldığı dönem bakımından çeşitli türlere ayrılabilir. Üslup bakımından “romantik roman”, “gerçekçi roman”, “doğalcı roman”, “estetik roman”, “izlenimci roman”, “dışavurumcu roman”, “yeni roman” türleri sayılabilir. Romantik roman Kişilerin duygularını, arzularını, düşüncelerini yalnızca kendilerine ait, içten gelen doğal ve gerçek olgular gibi görür. Örneğin Sir Walter Scott’un tarihsel romanları, Jean Jack Rousseau’nun eserleri ve Goethe’nin Genç Verther’in Acıları romanı gibi. Gerçekçi roman Romantik romandan ayrı olarak kuru ve kuşkucu bir anlatım ve düşünce yapısı taşır. Balzac ve Stendhal’in romanları bu üsluptadır. Doğalcı roman Üslup bakımından gerçekçi romana benzer. Olanın olduğu gibi yazılmasını öngörür. Emile Zola ve Maupassant romanları doğalcı romanlardır. Estetik roman Belli biçim ve anlatım kaygıları ile yazılmış romanlardır. Gustave Flaubert estetik romanın en önemli yazarıdır. İzlenimci roman Diğer üsluplardan ayrı olarak eşyanın ve dış olayların kendi nesnel gerçeklikleriyle insanların bunları algılama biçimleri arasındaki farkları ortaya çıkarmaya yönelir. Yani dış gerçeklerden çok, duyu ve duygulara, iç yaşantının betimlenmesine öncelik verir. Ford Madox Ford’un romanları izlenimciliğin en sistemli ürünleridir. Dışavurumcu roman 20. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Dışavurumculuk toplumsal kimliklerin reddedilmesi ve insan yaşamını belirleyen toplum karşıtı ya da uygarlık karşıtı güçlerin öne çıkarılmasıyla belirlenir. Dışavurumculuk, şiddetli, fırtınalı ve tanımsız duyguları vurgulamasıyla, abartma, karikatürleştirme, çarpıtma ve soyutlama tekniklerinden yararlanmasıyla bir tür “yeni romantizm” olarak da değerlendirilir. Dostoyevski, Kafka, Beckett ve Brecth’in romanları bu türün örneklerindendir. Yeni roman Aslında dışavurumculuğun izlerini taşır. Özellikle 1930 sonrasında ilk örnekleri görülmeye başlandı. Kendisinden önceki akımlardan hiçbirine benzemeyen, yazma deneyini, hatta romanın olanaksızlığını romanın asıl konusu haline getiren romanlardır. Yeni roman, yazma eyleminin kendisini sorgulamaya yönelir. Alain Robbe-Grillet, Michel Butor, Claude Simon, Philippe Soller, Julio Cortazar gibi yazarlar bunu denemişlerdir. Konusu bakımından roman “tarihsel roman”, “pikaresk roman”, “duygusal roman”, “gotik roman”, “ruhbilimsel roman”, “töre romanı”, “oluşum romanı” türlerine ayrılır. Tarihsel roman Uzak bir geçmişte yaşanan olayları konu alır. Ama tarihten daha derinlerde yatan insanla ilgili daha evresel bir gerçeği araştırmak amacıyla da yazılmış olabililer. Tarihi romanların örnekleri arasında Walter Scott’un romanlarını, Tolstoy’un Savaş ve Barış’ını, Stendhal’in Parma Manastarı’nı sayabiliriz. Pikaresk roman İsmini, İspanyolca alt tabakadan serüvenci ya da serseri anlamına gelen sözcükten alır. Çoğunlukla ahlaksız, rezil bir kahramanın başıboş gezginlik yaşamında yaşadığı olayları gevşek ve rahat bir üslupla anlatır. Bu türün önemli örnekleri arasında Lesage’nin Gil Blas de Santilane’ın Serüvenleri, Defoe’nun Talihli Metres’i, Thomas Mann’ın Dolandırıcı Felix Krull’un İtirafları’nı sayabiliriz.
-
Ağıt
Edebi Türler (Ağıt) Genellikle bir ölünün ya da acı, üzücü bir olayın ardından söylenen halk türküsü. Ağıtlar, başından acı bir olay geçen ya da ölen kişinin iyiliklerinden, yiğitçe davranışlarından ve yaşamındaki önemli olaylardan söz eder. Belli geleneksel hareketler eşliğinde kendine özgü ölçü ve uyaklarla söylenir. Türklerde ağıt geleneği çok eskidir. Anadolu’nun hemen her yerinde söylenir. Ağıtlar yarı anonim folklor ürünleri arasında da sayılabilir. Türkçede 7, 8 ve 10 heceli ağıtlar yaygındır. En çok rastlanılanı 8 hecelilerdir. Erkeklerin söylediği ağıtlar varsa da ağıtları daha çok kadınlar söyler. Gösteri bölümüyle tiyatro, söyleniş biçimiyle şiirseldir. Ağıtlar türkü ve destanla yakın ilişki içindedir.
-
Destan
Edebi Türler (Destan) Kahramanlarının olağanüstü eylemlerini coşkulu, törensel bir üslupla anlatan ve genellikle birkaç bölümden oluşan manzum yapıtlardır. Bilinen en eski edebiyat türlerinden biridir. Yunanca “espos” sözcüğünden gelmektedir. Mitoloji, efsane, folklor ve tarihi öğeler içerir. Destanlar ve destansı öyküler ilkçağlardan beri dünyanın her yerinde gelenekleri sonraki kuşaklara aktarmak için kollektif olarak yaratılmış edebi biçimlerdir. Destanların ortak özellikleri: Hepsinde yarı tanrısal nitelikler taşıyan bir ya da birçok kahramandan söz edilir. Destan bu kahramanın eylemleri üzerine kurulmuştur. Olaylar çok geniş bir kozmik coğrafya üzerinde geçer. Bir destanın dünyası ortaya çıktığı zaman içinde düşünebilecek her şeyi barındıran bütünsel, çok yönlü bir dünyadır. Hemen bütün destanlarda uzun yolculuklar anlatılır. Çoğu destanda olaylara doğaüstü yaratıklar da katılır. Kişiler, olaylar, doğal varlıklar hep gerçek yaşamdaki boyutlarından daha büyük, daha zengindir. Özellikle sözlü destanlarda uzun anlatı, betimleme (tanımlama) ve konuşma bölümleri bulunur. Öykü içinde öyküye yer verilir. Törensel söyleyişler ve kamusal duyarlılık hâkimdir. Destanlar temel olarak iki gruba ayrılır. Sözlü destanlar Yazının henüz bulunmadığı ve yaygınlaşmadığı bir kültürde doğan ve kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarıldıktan sonra yazıya geçirilen destanlardır. Ozan ve şarkıcıların değişik zamanlarda söylediği şarkı ve şiirlerin bütünleşmesi ve işlenmesiyle oluşturulurlar. Örnekler: Gılgamış: MÖ 3000 yıllarında Mezopotamya’da ortaya çıkmıştır. Bilinen en eski destandır. Babil ve Akad toplumlarınca da benimsenmiştir. Ama bugüne kalan en eksiksiz biçimi Sümer toplumunda ortaya çıkmıştır. Zalim Uruk kralı Gılgamış’in ölümsüzlük arayışını anlatır. Gılgamış ve arkadaşı Enkidu ile birlikte uzun arayışlardan sonra ölümsüzlük otunu bulur, ama bir yılana kaptırır. İlyada ve Odysseia: MÖ 11-12’nci yüzyıllarda geçtiği sanılmaktadır. Homeros destanları olarak bilinirler. Yunan Yarımadası’ndaki Akhalar’ın, Anadolu’daki İon krallıklarına saldırısı ve Akha kral ve prenslerinin daha sonraki serüvenleri anlatılır. Özellikle Odysseia, Yunan Tragedyası ve Batı edebiyatının önemli bir kaynağıdır. Diğerleri: Eski İngilizce halk destanı Beowulf, Eski Almanca Heldenlieder (kahramanlık türküleri), Almanca Nibelungenlied , Kudrunlied, Fransa’da Chanson de Geste (kahramanlık şarkısı), Chanson de Roland (Frank kralı Charlemagne’ın savaşlarını anlatır), İspanya’da El Cantar de Mio Cid, Hindistan’da Mahabharata, Ramayana, Japonya’da Heike Monogatari. Edebi destanlar Belirli bir yazar tarafından eski örneklere uygun olarak ve okunmak üzere kaleme alınmış destanlardır. Örnekler: Vergilius’un Aeneis’i: MÖ 29-19’uncu yüzyılları kapsar. Troyalı Aeneias’in uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra Latin ülkesine gelerek Lavinium kentini kurması anlatılır. Lavinium sonradan Alba Langa ve Roma kentlerinin yerine kurulan ilk kenttir. Milton’un Paradise Lost’u: İnsanın cennetten kovuluşu ve tanrının şeytanla mücadelesini anlatır. Dante’nin La Divina Commedia’sı (İlahi Komedya) MS 1310-1321, Ariosto’nun Orlando Furioso’su (Çılgın Orlando) 1532, Camoes’in Os Lusidas’ı 1572. Türk edebiyatında destan Asya kıtasının çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk boyları arasında zengin bir destan geleneği vardır. Bilinen Türk destanları arasında en eskisi Yaratılış Destanı’dır. Altay Türkleri arasında söylenmektedir. V. Radlov tarafından saptanıp yazıya geçirilmiştir. Saka Destanı, İskit Türkleri’ne aittir. Bu destan zinciri içinde Alp Er Tunga ve Şu parçaları bulunur. Bunlar Kaşgarlı Mahmud’u Divanü Lugati-t-Türk adlı eserinde yer almıştır. Oğuz Kağan Destanı 14’üncü yüzyılda derlenmiş özet nitelikte bir metindir. Oğuz Kağan’ın doğumu ve üstün nitelikleri, askeri başarıları ve ülkeyi oğulları arasında pay edişi anlatılır. Oğuz Türkleri’nden günümüze gelen tek destan metni ise Dede Korkut Kitabı’dır. Bayındır Han soyundan geldikleri sanılan Akkoyunlular’ın egemen olduğu Kuzeydoğu Anadolu’daki olaylar ve Müslüman Oğuzlar’ın yaşamı anlatılır. Göktürk Destanları çeşitli parçalardan oluşmuştur. Bozkurt parçasında Göktürkler’in bir boz kurdun soyundan geldikleri, Ergenekon parçasında ise Ergenkon’a sığınmaları, çoğalıp buraya sığmayınca dağı eriterek dış dünyaya çıkmaları anlatılır. Köroğlu parçasında, göçebe Oğuzlar’ın Horasan ve Hazar’da İranlılarla savaşlarından sözedilir. Manas Destanı’nda Kırgız Türkleri’nin putperest Kalmuk ve Çinliler’le savaşları vardır. Cengiz Han Destanı, Moğol istilasından sonra Kıpçak bozkırlarında ve eski Uygurların yaşadığı bölgelerdeki olayları anlatır. Timur Destanı, Timur’un savaşları ve kişiliğine yer verir. Danişmend Gazi Destanı’nda Türklerin Anadolu’yu ele geçirmeleri anlatılır. Battal Gazi Destanı’nda da Anadolu’daki Türk-Bizans savaşları yer alır
-
ŞİİR
ŞİİR Dilin anlam, ses ve ritim öğelerini belli düzen içinde kullanarak bir olayı, ya da bir duygusal ve düşünsel deneyimi yoğunlaşmış ve sıradanlıktan uzaklaşmış bir biçimde ifade etme sanatıdır. Lirik şiir Toplumun hemen her kesimini ilgilendiren sevinç,coşku veya acı gibi ortak duyguların veya aşk, ayrılık, özlem gibi bireysel duyguların coşkulu bir tarzda işlendiği şiirlere lirik şiir denir. Eski Yunan edebiyatında bu tarz şiirler lir denen bir sazla söylendiği için böyle adlandırılmıştır. Bizim edebiyatımızda halk âşıklarının (veya halk şairlerinin) söylediği şiirlerin çoğu liriktir. Epik şiir Destansı özellikler gösteren şiirlerdir. Kahramanlık, savaş, yiğitlik konuları işlenir. Okuyanda coşku, yiğitlik duygusu, savaşma arzusu uyandırır. Daha çok, uzun olarak söylenir. Divan edebiyatında kasideler, Halk edebiyatında koçaklama, destan, varsağı türleri de epik özellik gösterir. Tarihimizde birçok şanlı zaferler yaşadığımızdan, epik şiir yönüyle bir hayli zengin bir edebiyatımız vardır. Didaktik şiir Belli bir düşünceyi aşılamak veya belli bir konuda öğüt, bilgi vermek, bir ahlak dersi çıkarmak amacıyla öğretici nitelikte yazılan, duygu yönü az olan şiir türüdür. Kısaca öğretici şiirdir. Yusuf Has Hacip’in Kutatgu Bilig, Aşık Paşa’nın Garibname, Nabi’nin Hayriye bu türün ünlü örnekleridir. Tanzimat’tan sonraki Türk Edebiyatında Ziya Paşa’nın Terkib-i Bend; Tevfik Fikret’in Haluk’un Defteri ve Şermin; Mehmet Akif’in Süleymaniye Kürsüsünde, Asım adlı eserleri de bu tarzda yazılmış ünlü eserler. Fabl türündeki eserler de örnek olarak gösterilebilir. Pastoral şiir Doğa şiirlerini, çobanların doğadaki yaşayışlarını anlatan şiirlerdir. Doğaya karşı bir sevgi, bir imrenme söz konusudur bunlarda. Eğer şair doğa karşısındaki duygulanmasını anlatıyorsa “idil”, bir çobanla karşılıklı konuşuyormuş gibi anlatırsa “eglog” adını alır. Satirik şiir Eleştirici bir anlatımı olan şiirlerdir. Bir kişi, olay, durum, iğneleyici sözlerle, alaylı ifadelerle eleştirilir. Bunlarda didaktik özellikler de görüldüğünden, didaktik şiir içinde de incelenebilir. Ancak açık bir eleştiri olduğundan ayrı bir sınıfa alınması daha doğru olur. Bu tür şiirlere Divan edebiyatında hiciv, Halk edebiyatında taşlama, yeni edebiyatımızda ise yergi verilir. Dramatik şiir Tiyatroda kullanılan şiir türüdür. Eski Yunan edebiyatında oyuncuların sahnede söyleyecekleri sözler şiir haline getirilir ve onlara ezberletilirdi. Bu durum dram tiyatro türünün ( 19. yy. ) çıkışına kadar sürer. Bundan sonra tiyatro metinleri düz yazıyla yazılmaya başlanır. Dramatik şiir harekete çevrilebilen şiir türüdür. Başlangıçta trajedi ve kommedi olmak üzere iki tür olan bu şiir türü dramın eklenmesiyle üç kere çıkmıştır. Bizde dramatik şiir türüne örnek verilmemiştir. Çünkü bizim Batı’ya açıldığımız dönemde ( Tanzimat ) Batı’da da bu tür şiirler yazılmıyordu; nesir kullanılıyordu tiyatroda. Bizim tiyatrocularımız da tiyatro eserlerini bundan dolayı nesirle yazmışlardır. Ancak nadirde olsa nazımla tiyatro yazan da olmuştur. Abdülhak Hamit Tarhan gibi…
-
Edebiyat Türler
Edebi Türler Edebiyat türlerini önce ikiye ayırmak mümkündür. Birincisi nazım, ikincisi nesir. Nazım belli bir ölçü ve kalıp esas alınarak üretilmiş edebi ürünlerdir. Ya da kısaca bütün şiir ve şiirler metinlerdir. Hece vezni gibi belli bir kalıp ve ölçü kaygısı güdülerek yazılır. Nesir ise serbest, ölçüsüz düz yazıdır. Nazım genel olarak bütün şiir türlerini kapsar. Nesir ise edebiyatın şiir dışındaki tüm biçimlerini kapsar. Roman, öykü, tiyatro, deneme gibi. Şiir Destan Ağıt Mesnevi Eleji Roman Öykü (Hikaye) Masal Deneme Biyografi Makale Anı Eleştiri tıkla ...
-
Edebiyat Nedir ?
Edebiyat Nedir? Edebiyatın ne olduğunu anlayabilmek için onun, dilden, konuşma ve düzyazı dilinden farklı olan yanlarını ortaya koymak gereklidir. Konuşma ve düzyazı dilinde, dil bir araç, sözcükleri kullanmakla girişilmiş, belli bir amaca dönük eylemdir. Doğruyu araştırma, ortaya koyma, başkalarına iletme aracıdır. Konuşma ve yazı dilinde sözcükler görevini yaptıktan sonra işe yaramaz hale gelir. Önemli olan meydana getireceği sonuçlardır. Sonuç yani amaç, onu okuyan, ya da dinleyendeki değişimdir. Düşüncemizi dile getiren sözcükleri nasıl biçimlendirdiğimizi unuturuz. Onlar aracılığı ile düşüncemizi ilettiğimiz kişi de onların nasıl biçimlendirildiğine dikkat etmez. Unutur. Dil, bizi doğrudan doğruya öteki insanlarla yada eşya ve düşüncelerle karşı karşıya getirir. Konuşma ve yazı dilinde sözcükler saydamdır. Uçarıdır. Aradan kaybolur gider. Oysa şiir ve edebiyatta bunların tam tersi oluşmaktadır. Şiir ve edebiyatta dil bir araç değil, biraz amaçtır. Şiir ve edebiyatta dil, sözcükler, cümleler ve biçimler nesnel (objektif) hale gelirler, şeyleşirler. İnsanla öteki insanların, eşyanın ve düşüncelerin arasına girip saydamlaşmaz şiir. Uçarı hale gelmez konuşma ve düzyazı da olduğu gibi. Tam tersine, karşımıza çıkar. Resim gibi, heykel, müzik, yapı gibi (eşya) değeri kazanır. Şair cümle kurmaz, bir nesne meydana getirir. Sözcüklerle, güzel, unutulmaz biçimler yaratır. Sözcüklerin bir araya özel biçimler altında getirilişinde derin eğilimler dürtüsü vardır. Şair, dilde olduğu gibi sözcüklerden yararlanmaz. Onlara yararlı olur. Renk, ses, hacim gibi onları şeyleştirir, kırar, bozar ve yeniden birleştirerek bir şiir dünyası kurar. Sözlerin ve sözcüklerin nesnelleştirilerek özel işaretler, deyişler, tılsımlı biçimler haline getirilmesi, bunların sihir ve büyü alanında kullanılması, unutulmayan, ezberlenen özel biçimlerle tekrar edilmesi, şiirin doğuşunu hazırlayan en eski etkenlerdir. Bu yönden denilebilir ki, yazı şöyle dursun, tam konuşma dilinin bile gerçekleşmediği, insanın ve insanlığını en eski tarihinde şiir ve şiir dili vardır. Demek ki, edebiyat, dilden önce idi. Bununla beraber gerçek şiir ve edebiyat yazının bulunup kullanılmasından sonra gelişmiştir. Sanat dışı konularda (politika, hukuk, mektup vb. alanlarda) bile ilk yazılı metinler, edebiyata yakın, destanî, güzellik iddiası ile yüklü oldukça nesnel eserler olmuşlardır. Edebiyatta Akım Denince Ne Anlaşılır? Akım, insan düşüncesinin ve yaşamının, tarih içinde değişik dünya görüşlerinin birbirini izleyerek devam etmesidir. Tarih boyunca insanlar her çağda bilim ve felsefe verilerinden, sosyal, ekonomik, siyasal gerçeklerden esinlenerek, ileriye doğru atılımlar yaparak, eskiyen düşünce ve biçimlerin yerine yenilerini ve başkalarını koyarlar. “İyiye, Güzele ve Doğruya” sloganı ile ifade edilen bu atılımlar yeni ahlâk, estetik ve bilim değerleri getirirler. Sanat ve edebiyat akımları her çağın kendine özgü gerçekleri ve değerleri açısından ortaya atılan güzellik anlayışları, estetik görüşleri ve ölçüleridir. Edebiyat ve sanat akımları, milli ve milletlerarası bilimsel, felsefi, sosyal, ekonomik, siyasal, ahlâki, dinsel yaşamın ürünleri olurlar ve tarihsel değerlerin uzantısı içinde eskiye ve kurulu düzene varolan edebiyat ve sanat anlayışına karşı ihtilâlci karakter taşırlar. Ama bu devrimci karakter çoğu kez yöntemlerde ve yöntemlerin uygulanışında göze çarpar. Oysa edebiyat ve sanat akımları tarih içinde klâsik görüşlere zaman zaman dönerek tazelemeler, tekrarlar, yeniden değerlendirilişler yapmaktadırlar. Her toplumun edebiyatında, kendisine özgü milli akımlar, aşamalar vardır. Fakat bunlardan bir kısmı ulusal sınırları aşarak uluslararası değer ve kapsam kazanırlar. Sonra bunlar ulusal sanatları etkiler. Edebiyat ve sanat akımlarına ekol, okul, meslek ve çığır da denilmektedir. Dünya Çapında Etkiler Yapmış Olan Sanat ve Edebiyat Akımlarının En Ünlüleri Hangileridir? Uluslararası değer taşıyan etkili edebiyat akımlarını şöyle sıralayabiliriz: 1- İlkel edebiyat 2- Doğu edebiyatı 3- Anadolu edebiyatı 4- Arap edebiyatı 5- Batı edebiyatı 6- Mistik edebiyat 7- Hıristiyan edebiyatı 8- İslâm edebiyatı 9- Hümanist edebiyat 10- Rönesans 11- Klasisizm 12- Romantizm 13- Realizm 14- Natüralizm 15- Parnassizm 16- Sembolizm 17- Kübizm 18- Fütürizm 19- Dadaizm 20- Sürrealizm 21- Egzistansiyalizm ALİNTİDİR... tıkla
-
KÖL TİGİN (KÜL TİGİN) YAZITI
KÖL TİGİN (KÜL TİGİN) YAZITI Moğolistan'ın başkenti Ulanbatur'daki bir müzede sergilenen Kül Tigin büstü... Güney Yüzü: Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı, bu zamanda oturdum. Sözümü tamamiyle işit. Bilhassa küçük kardeş yeğenim, oğlum, bütün soyum, milletim, güneydeki Şadpıt beyleri, kuzeydeki Tarkat, Buyruk beyleri, Otuz Tatar ........... Dokuz Oğuz beyleri, milleti! Bu sözümü iyice işit, adamakıllı dinle: Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar, onun içindeki millet hep bana tâbidir. Bunca milleti hep düzene soktum. O şimdi kötü değildir. Türk kağanı Ötüken ormanında otursa ilde sıkıntı yoktur. Doğuda Şantung ovasına kadar ordu sevk ettim, denize ulaşmama az kaldı. Güneyde Dokuz Ersin'e kadar ordu sevk ettim, Tibet'e ulaşmama az kaldı. Batıda İnci nehrini geçerek Demir Kapı'ya kadar ordu sevk ettim. Kuzeyde Yir Bayırku yerine kadar ordu sevk ettim. Bunca yere kadar yürüttüm. Ötüken ormanından daha iyisi hiç yokmuş. İl tutacak yer Ötüken ormanı imiş. Bu yerde oturup Çin milleti ile anlaştım. Altını, gümüşü, ipeği ipekliyi sıkıntısız öylece veriyor. Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa, kabilesi, milleti, akrabasına kadar barındırmazmış. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk milleti, öldün; Türk milleti, öleceksin! Güneyde Çogay ormanına, Tögültün ovasına konayım dersen, Türk milleti, öleceksin! Orda kötü kişi şöyle öğretiyormuş: Uzak ise kötü mal verir, yakın ise iyi mal verir diyip öyle öğretiyormuş. Bilgi bilmez kişi o sözü alıp, yakına gidip, çok insan, öldün! O yere doğru gidersen, Türk milleti öleceksin! Ötüken yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen hiç bir sıkıntın yoktur. Ötüken ormanında oturursan ebediyen il tutarak oturacaksın. Türk milleti, tokluğun kıymetini bilmezsin. Açlık, tokluk düşünmezsin. Bir doysan açlığı düşünmezsin. Öyle olduğun için, beslemiş olan kağanının sözünü almadan her yere gittin. Hep orda mahvoldun, yok edildin. Orda, geri kalanınla her yere hep zayıflayarak, ölerek yürüyordun. Tanrı buyurduğu için, kendim devletli olduğum için, kağan oturdum. Kağan oturup aç, fakir milleti hep toplattım. Fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım. Yoksa, bu sözümde yalan var mı? Türk beyleri, milleti, bunu işitin! Türk milletini toplayıp il tutacağını burda vurdum. Yanılıp öleceğini yine burda vurdum. Her ne sözüm varsa ebedî taşa vurdum. Ona bakarak bilin. Şimdiki Türk milleti, beyleri, bu zamanda itaat eden beyler olarak mı yanılacaksınız? Ben ebedî taş yontturdum .... Çin kağanından resimci getirdim, resimlettim. Benim sözümü kırmadı. Çin kağanının maiyetindeki resimciyi gönderdi. Ona bambaşka türbe yaptırdım. İçine dışına bambaşka resim vurdurdum. Taş yontturdum. Gönüldeki sözümü vurdurdum ... On Ok oğluna, yabancına kadar bunu görüp bilin. Ebedî taş yontturdum ... İl ise, şöyle daha erişilir yerde ise, işte öyle erişilir yerde ebedî taş yontturdum, yazdırdım. Onu görüp öyle bilin. Şu taş .... dım. Bu yazıyı yazan yeğeni Yollug Tigin. Doğu Yüzü: Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insan oğlu kılınmış. İnsan oğlunun üzerine ecdadım Bumin Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini töresini tutuvermiş, düzenleyi vermiş. Dört taraf hep düşman imiş. Ordu sevk ederek dört taraftaki milleti hep almış, hep tâbi kılmış. Başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüş. Doğuda Kadırkan ormanına kadar, batıda Demir Kapı'ya kadar kondurmuş. İkisi arasında pek teşkilâtsız Göktürk öylece oturuyormuş. Bilgili kağan imiş, cesur kağan imiş. Buyruku yine bilgili imiş tabiî, cesur imiş tabiî. Beyleri de milleti de doğru imiş. Onun için ili öylece tutmuş tabiî. İli tutup töreyi düzenlemiş. Kendisi öylece vefat etmiş. Yasçı, ağlayıcı, doğuda gün doğusundan Bökli Çöllü halk, Çin, Tibet, Avar, Bizans, Kırgız, Üç Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtay, Tatabı, bunca millet gelip ağlamış, yas tutmuş. Öyle ünlü kağan imiş. Ondan sonra küçük kardeşi kağan olmuş tabiî, oğulları kağan olmuş tabiî. Ondan sonra küçük kardeşi büyük kardeşi gibi kılınmamış olacak, şğlu babası gibi kılınmamış olacak. Bilgisiz kağan oturmuştur, kötü kağan oturmuştur. Buyruku da bilgisizmiş tabiî, kötü imiş tabiî. Beyleri, milleti ahenksiz olduğu için, Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, aldatıcı olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirdiği için, Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedi vermiş. Çin milletine beylik erkek evladı kul oldu, hanımlık kız evlâdı cariye oldu. Türk beyler Türk adını bıraktı. Çinli beyler Çin adını tutup, Çin kağanına itaat etmiş. Elli yıl işi gücü vermiş. Doğuda gün doğusunda Bökli kağana kadar ordu sevk edi vermiş. Batıda Demir Kapıya kadar ordu sevk edi vermiş. Çin kağanına ilini, töresini alı vermiş. Türk halk kitlesi şöyle demiş: İlli millet idim, ilim şimdi hani, kime ili kazanıyorum der imiş. Kağanlı millet idim, kağanım hani, ne kağana işi gücü veriyorum der imiş. Öyle diyip Çin kağanına düşman olmuş. Düşman olup, kendisini tanzim ve tertip edemediğinden yine teslim olmuş. Bunca işi gücü verdiğini düşünmeden, Türk milletini öldüreyim, kökünü kurutayım der imiş. Yok olmaya gidiyormuş. Yukarıda Türk tanrısı, Tük mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiş. Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye babam İltiriş Kağanı, annem İlbilge Hatunu göğün tepesinde tutup yukarı kaldırmış olacak. Babam kağan on yedi erle dışarı çıkmış. Dışarı yürüyor diye ses işitip şehirdeki dağa çıkmış, dağdaki inmiş, toplanıp yetmiş er olmuş. Tanrı kuvvet verdiği için babam kağanın askeri kurt gibi imiş, düşmanı koyun gibi imiş. Doğuya, batıya asker sevk edip toplamış, yığmış. Hepsi yedi yüz er olmuş. Yedi yüz er olup ilsizleşmiş, kağansızlaşmış milleti, cariye olmuş, kul olmuş milleti, Türk töresini bırakmış milleti, ecdadımın töresince yaratmış, yetiştirmiş. Tölis, Tarduş milletini orda tanzim etmiş. Yabguyu, şadı orda vermiş. Güneyde Çin milleti düşman imiş. Kuzeyde Baz Kağan, Dokuz Oğuz kavmi düşman imiş. Kırgız, Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtay, Tatabı hep düşman imiş. Babam kağan bunca ... Kırk yedi defa ordu sevk etmiş, yirmi savaş yapmış. Tanrı lûtfettiği için illiyi ilsizletmiş, kağanlıyı kağansızlatmış, düşmanı tâbi kılmış, dizliye diz çöktürmüş, başlıya baş eğdirmiş. Babam kağan öylece ili, töreyi kazanıp, uçup gitmiş. Babam kağan için ilkin Baz Kağanı balbal olarak dikmiş. O töre üzerine kağan oturdu. Amcam kağan oturarak Türk milletini tekrar tanzim etti, besledi. Fakiri zengin kıldı, azı çok kıldı. Amcam kağan oturduğunda kendim Tarduş milleti üzerinde şad idim. Amcam kağan ile doğuda Yeşil Nehir, Şantung ovasına kadar ordu sevk ettik. Batıda Demir Kapıya kadar ordu sevk ettik. Kögmeni aşarak Kırgız ülkesine kadar ordu sevk ettik. Yekûn olarak yirmi beş defa ordu sevk ettik, on üç defa savaştık. İlliyi ilsizleştirdik, kağanlıyı kağansızlaştırdık. Dizliye diz çöktürdük, başlıya baş eğdirdik. Türgiş Kağanı Türkümüz, milletimiz idi. Bilmediği için, bize karşı yanlış hareket ettiği için kağanı öldü. Buyruku, beyleri de öldü. On Ok kavmi eziyet gördü. Ecdadımızın tutmuş olduğu yer, su sahipsiz olmasın diye Az milletini tanzim ve tertip edip ... Bars bey idi. Kağan adını burda biz verdik. Küçük kız kardeşim prensesi verdik. Kendisi yanıldı, kağanı öldü, milleti cariye, kul oldu. Kögmenin yeri, suyu sahipsiz kalmasın diye Az, Kırgız kavmini düzene sokup geldik. Savaştık ... ilini geri verdik. Doğuda Kadırkan ormanını aşarak milleti öyle kondurduk, öyle düzene soktuk. Batıda Kengü Tarmana kadar Türk milletini öyle kondurduk, öyle düzene soktuk. O zamanda kul kullu olmuştu. Cariye cariyeli olmuştu. Küçük kardeş büyük kardeşini bilmezdi, oğlu babasını bilmezdi. Öyle kazanılmış, düzene sokulmuş ilimiz, töremiz vardı. Türk, Oğuz beyleri, milleti, işitin: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini töreni kim boza bilecekti? Türk milleti, vazgeç, pişman ol! Disiplinsizliğinden dolayı, beslemiş olan bilgili kağanınla, hür ve müstakil iyi iline karşı kendin hata ettin, kötü hâle soktun. Silahlı nereden gelip dağıtarak gönderdi? Mızraklı nereden gelerek sürüp gönderdi.Mukaddes Ötüken ormanının milleti, gittin. Doğuya giden, gittin. Batıya giden, gittin. Gittiğin yerde hayrın şu olmalı: Kanın su gibi koştu, kemiğin dağ gibi yattı. Beylik erkek evlâdın kul oldu, hanımlık kız evlâdın cariye oldu. Bilmediğin için, kötülüğün yüzünden amcam, kağan uçup gitti. Önce Kırgız kağanını balbal olarak diktim. Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, babam kağanı, annem hatunu yükseltmiş olan Tanrı, il veren Tanrı, Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, kendimi o Tanrı kağan oturttu tabiî. Varlıklı, zengin millet üzerine oturmadım. İşte aşsız, dışta elbisesiz; düşkün, perişan milletin üzerine oturdum. Küçük kardeşim Kül Tigin ile konuştuk. Babamızın, amcamızın kazanmış olduğu milletin adı sanı yok olmasın diye, Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Küçük kardeşim Kül Tigin ile, iki şad ile öle yite kazandım. Öyle kazanıp bütün milleti ateş, su kılmadım. Ben kendim kağan oturduğumda, her yere gitmiş olan millet öle yite, yaya olarak çıplak olarak dönüp geldi. Milleti besleyeyim diye, kuzeyde Oğuz kavmine doğru, doğuda Kıtay, Tatabı kavmine doğru, güneyde Çine doğru on iki defa büyük ordu sevk ettim, ... savaştım. Ondan sonra, Tanrı bağışlasın, devletim var olduğu için, kısmetim var olduğu için, ölecek milleti diriltip besledim. Çıplak milleti elbiseli, fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım. Değerli illiden, değerli kağanlıdan daha iyi kıldım. Dört taraftaki milleti hep tâbî kıldım, düşmansız kıldım. Hep bana itaat etti. İşi gücü veriyor. Bunca töreyi kazanıp küçük kardeşim Kül Tigin kendisi öylece vefat etti. Babam kağan uçtuğunda küçük kardeşim Kül Tigin yedi yaşında kaldı ... Umay gibi annem hatunun devletine küçük kardeşim Kül Tigin er adını aldı. On altı yaşında, amcam kağanın ilini, töresini şöyle kazandı: Altı Çub Soğdaka doğru ordu sevk ettik, bozduk. Çinli Ong vali, elli bin asker geldi, savaştık. Kül Tigin yaya olarak atılıp hücum etti. Ong valinin kayın biraderini, silâhlı, elle tuttu, silâhlı olarak kağana takdim etti. O orduyu orda yok ettik. Yirmi bir yaşında iken, Çaça generale karşı savaştık. En önce Tadıgın, Çorun boz atına binip hücum etti. O at orda öldü. İkinci olarak Işbara Yamtar'ın boz atına binip hücum etti. O at orda öldü. Üçüncü olarak Yigen Silig beyin giyimli doru atına binip hücum etti. O at orda öldü. Zırhından kaftanından yüzden fazla ok ile vurdular, yüzüne başına bir tane değdirmedi. ... Hücum ettiğini, Türk beyleri, hep bilirsiniz. O orduyu orda yok ettik. Ondan sonra Yir Bayırkunun Uluğ Irkini düşman oldu. Onu dağıtıp Türgi Yargun Gölünde bozduk. Uluğ İrkin azıcık erle kaçıp gitti. Kül Tigin yirmi altı yaşında iken Kırgıza doğru ordu sevk ettik. Mızrak batımı karı söküp, Kögmen ormanını aşarak yürüyüp Kırgız kavmini uykuda bastık. Kağanı ile Songa ormanında savaştık. Kül Tigin, Bayırku'nun ak aygırına binip atılarak hücum etti. Bir eri ok ile vurdu, iki eri kovalayıp takip ederek mızrakladı. O hücum ettiğinde, Bayırku'nun ak aygırını, uyluğunu kırarak, vurdular. Kırgız kağanını öldürdük, ilini aldık.O yılda Türgiş'e doğru Altın ormanını aşarak, İrtiş nehrini geçerek yürüdük. Türgiş kavmini uykuda bastık. Türgiş kağanının ordusu Bolçu'da ateş gibi, fırtına gibi geldi. Savaştık. Kül Tigin alnı beyaz boz ata binip hücum etti. Alnı beyaz boz ...... tutturdu. İkisini kendisi yakalattı. Ondan sonra tekrar girip Türgiş kağanının buyruku Az valisini elle tuttu. Kağanını orda öldürdük, ilini aldık. Türgiş avam halkı hep tâbi oldu. O kavmi Tabarda kondurduk ... Soğd milletini düzene sokayım diye İnci nehrini geçerek Demir Kapıya kadar ordu sevk ettik. Ondan sonra Türgiş avam halkı düşman olmuş. Kengeris'e doğru gitti. Bizim askerin atı zayıf, azığı yok idi. Kötü kimse er ... kahraman er bize hücum etmişti. Öyle bir zamanda pişman olup Kül Tigini az erle eriştirip gönderdik. Büyük savaş savaşmış. Türgiş avam halkını orda öldürmüş, yenmiş. Tekrar yürüyüp... Kuzey Yüzü: ... ile, Koşu vali ile savaşmış. Askerini hep öldürmüş. Evini, malını eksiksiz hep getirdi. Kül Tigin yirmi yedi yaşına gelince Karluk kavmi hür ve müstakil iken düşman oldu. Tamag Iduk Başta savaştık. Kül Tigin o savaşta otuz yaşında idi. Alp Şalçı ata binip atılarak hücum etti. İki eri takip edip kovalayarak mızrakladı. Karluk'u öldürdük, yendik. Az milleti düşman oldu. Kara Göl'de savaştık. Kül Tigin otuz bir yaşında idi. Alp Şalçı akına binip atılarak hücum etti. Az ilteberini tuttu. Az milleti orda yok oldu. Amcam kağanın ili sarsdığında; millet, hükümdar ikiye ayrıldığında; İzgil milleti ile savaştık. Kül Tigin Alp Şalçı akına binip atılarak hücum etti. O at orda düştü. İzgil milleti öldü. Dokuz Oğuz milleti kendi milletim idi. Gök, yer bulandığı için düşman oldu. Bir yılda beş defa savaştık. En önce Togu Balıkta savaştık. Kül Tigin Azman akına binip atılarak hücum etti. Altı eri mızrakladı. Askerin hücumunda yedinci eri kılıçladı. İkinci olarak Kuşalgukta Ediz ile savaştık. Kül Tigin Az yağızına binip, atılarak hücum edip bir eri mızrakladı. Dokuz eri çevirerek vurdu. Ediz kavmi orda öldü. Üçüncü olarak Bolçuda Oğuz ile savaştık. Kül Tigin Azman akına binip hücum etti, mızrakladı. Askerini mızrakladık, ilini aldık. Dördüncü olarak Çuş başında savaştık. Türk milleti ayak titretti. Perişan olacaktı. İlerleyip gelmiş ordusunu Kül Tigin püskürtüp, Tongradan bir boyu, yiğit on eri Tonga Tigin mateminde çevirip öldürdük. Beşinci olarak Ezginti Kadız'da Oğuz ile savaştık. Kül Tigin Az yağızına binip hücum etti. İki eri mızrakladı, çamura soktu. O ordu orda öldü. Amga kalesinde kışlayıp ilk baharında Oğuza doğru ordu çıkardık. Kül Tigini evin başında bırakarak, müdafaa tedbiri aldık. Oğuz düşman, merkezi bastı. Kül Tigin öksüz akına binip dokuz eri mızrakladı, merkezi vermedi. Annem hatun ve analarım, ablalarım, gelinlerim, prenseslerim, bunca yaşayanlar cariye olacaktı, ölenler yurtta yolda yatıp kalacaktınız. Kül Tigin olmasa hep ölecektiniz. Küçük kardeşim Kül Tigin vefat etti. Kendim düşünceye daldım. Görür gözüm görmez gibi, bilir aklım bilmez gibi oldu. Kendim düşünceye daldım. Zamanı Tanrı yaşar. İnsan oğlu hep ölmek için türemiş. Öyle düşünceye daldım. Gözden yaş gelse mani olarak, gönülden ağlamak gelse geri çevirerek düşünceye daldım. Müthiş düşünceye daldım. İki şadın ve küçük kardeş yeğenimin, oğlumun, beylerimin, milletimin gözü kaşı kötü olacak diyip düşünceye daldım. Yasçı, ağlayıcı olarak Kıtay, Tatabı milletinden başta Udar general geldi. Çin kağanından İsiyi Likeng geldi. On binlik hazine, altın, gümüş fazla fazla getirdi. Tibet kağanından vezir geldi. Batıda gün batısındaki Soğd, İranlı, Buhara ülkesi halkından Enik general, Oğul Tarkan geldi. On Ok oğlum Türgiş kağanından Makaraç mühürdar, Oğuz Bilge mühürdar geldi. Kırgız kağanından Tarduş İnançu Çor geldi. Türbe yapıcı, resim yapan, kitâbe taşı yapıcısı olarak Çin kağanının yeğeni Çang general geldi. Kuzeydoğu Yüzü: Kül Tigin koyun yılında on yedinci günde uçtu. Dokuzuncu ay, yirmi yedinci günde yas töreni tertip ettik. Türbesini, resimini, kitâbe taşını maymun yılında yedinci ay, yirmi yedinci günde hep bitirdik. Kül Tigin kendisi kırk yedi yaşında bulut çöktürdü ... Bunca resimciyi Tuygut vali getirdi. Güneydoğu Yüzü: Bunca yazıyı yazan Kül Tiginin yeğeni Yollug Tigin, yazdım. Yirmi gün oturup bu taşa, bu duvara hep Yollug Tigin, yazdım. Değerli oğlunuzdan, evlâdınızdan çok daha iyi beslerdiniz. Uçup gittiniz. Gökte hayattaki gibi ... Güneybatı Yüzü: Kül Tiginin altınını, gümüşünü, hazinesini, servetini, dört binlik at sürüsünü idare eden Tuygut bu ... Beyim prens yukarı gök ... taş yazdım. Yollug Tigin. Batı Yüzü: Batıdan Soğd baş kaldırdı. Küçük kardeşim Kül Tigin ... için, öle yite işi gücü verdiği için, Türk Bilge Kağanı, nezaret etmek üzere, küçük kardeşim Kül Tigini gözeterek oturdum. İnançu Apa Yargan Tarkan adını verdim. Onu övdürdüm. Alıntıdır: -http://www.dilimiz.com/dil/kultiginyaziti.htm-
-
Orhun Abideleri
Orhun (Göktürk) yazitlari Türklerin en eski yazıtları 6. yüzyıla ait yenisey yazıtları ile 8. yüzyıla ait orhun yazıtlarıdır.orhun yazıtları ikinci göktürk devleti kurucularından bilge kağan kül tekin ve tonyukuk adına dikilmiştir bilge kağan ve kül tekin adına dikilen yazıtlar yoluğ tigin tarafından yazılmıştır orhun yazıtlarındakı yazılar 1893 yılında danimarkalı thomsen tarafından okunmuştur.orhun yazıtları türk tarihinin ve türk edebiyatının ilk yazılı belgeleri olması yönünden büyük önem taşır. Göktürk yazıtları üç taştan oluşur: Tonyukuk anıtı 716, Köl Tigin (Kültigin) anıtı 732, Bilge Kağan anıtı 735 yılında dikilmiştir. Köl Tigin yazıtı, Bilge Kağan'ın ağzından yazılmıştır. Kültigin, Bilge Kağan'ın kardeşi, buyrukçu ihtiyar Tonyukuk ise veziridir. Anıtların olduğu yerde yalnızca dikilitaşlar değil, yüzlerce heykel, balbal, şehir harabeleri, taş yollar, su kanalları, koç ve kaplumbağa heykelleri, sunak taşları bulunmuştur. Kültigin Anıtı: 3,35 metre yükseklikte, kireçtaşından yapılmış ve dört cephelidir. Doğu-batı cephelerinin genişliği aşağıda 132, yukarıda 122 santimetredir. Kuzey-güney cepheleri de aşağıda 46, yukarıda 44 santimetredir. Üst kısım kemer şeklinde ve yukarıda beş kenarlı olarak bitmektedir. Anıttaki satırların uzunluğu 235 santimetredir. Yazıtın doğu yüzünde 40; güney ve kuzey yüzlerinde 13'er satır Göktürk harfli Türkçe metin vardır. Batı yüzünde ise, devrin Tang İmparatoru'nun Köl Tigin'in ölümü dolayısıyla gönderdiği Çince mesajına yer verilmiştir. Batı yüzde Çince yazılar dışında yazıta sonradan eklenmiş Göktürk harfli iki satır bulunmaktadır. Yazıtın kuzeydoğu, güneydoğu, güneybatı yüzlerinde de (pahlarda) Göktürk harfli Türkçe metinler mevcuttur. Kültigin yazıtında Göktürk tarihine ait olaylar, Bilge Kağan'ın ağzından nakledilerek birlik, bütünlük mesajı verilir. Yazıtın doğu, kuzey ve güney yüzlerinin yazıcısı, Yollug Tigin, batı yüzünün yazıcısı ise, Tang İmparatoru Hiuan Tsong'ın yeğeni Çang Sengün'dür. Köl Tigin yazıtının doğu yüzünde, bütün Türk boylarının ortak damgası olduğu sanılan dağ keçisi damgasına; doğuya ve batıya bakan "tepelik" kısımlarında ise, kurttan süt emen çocuk tasvirlerine yer verilmiştir. Yazıt, geçen yaklaşık 1300 yıllık süreç içinde önemli ölçüde tahrip olmuştur. Zira yazıtın doğu ile kuzey yüzlerini birleştiren kısım yıldırım düşmesi sonucunda parçalanmıştır. Orijinalinde kaplumbağa kaide üzerinde bulunan yazıt, bu kaidenin de parçalanması üzerine 1911 yılında, sunak taşından kesilen granit bir blok üzerine oturtulmuştur. Bilge kağan Anıtı: Kültigin Anıtının bir kilometre uzağındadır. 734 yılında ölen Bilge Kağan adına oğlu Tenri Kağan tarafından yaptırılan bu anıt 735 yılında dikilmiştir. Yazıtta Bilge Kağan'ın ağzından devletin nasıl büyüdüğü anlatılmakta ve Kültigin'in ölümünden sonraki olaylar ilave edilmektedir. Ayrıca kağanın konuşmasından başka yeğeni Yuluğ Tigin'in kayıtları da yer almaktadır. Yaklaşık 3,75 metre yüksekliğinde olan yazıt, dört cephelidir. Yazıtın doğu yüzünde 41, kuzey ve güney yüzlerinde 15'er satır Göktürk harfli Türkçe metin bulunmaktadır. Batı yüzünde ise, (Köl Tigin yazıtında olduğu gibi), Çince bir metne yer verilmiştir. Batı yüzün tepelik kısmının ortalarına da Göktürk harfli Türkçe manzum metin yazılmıştır. Yazıtın güneydoğu, güneybatı ve batı yüzlerinde de (pahlarda) Göktürk harfli Türkçe küçük metinler bulunmaktadır. Yazıtta olayları nakleden, öğütler veren Bilge Kağan'dır. Yazıta Köl Tigin'in ölümünden sonraki olaylar da ilave edilmiştir. Tonyukuk Anıtı:Tonyukuk anıtı dört cepheli iki dikilitaş halindedir. Yazılar, diğer taşlara göre daha silik durumdadır. Tonyukuk, Bilge Kağan'ın babası İlteriş Kağan'ın amcası Kapgan Kağan'ın ve Bilge Kağan'ın baş bilicisi yani başveziri idi. Bu anıtı ihtiyarlık devrinde kendisi diktirmiştir ve yazılar da kendisine aittir. Taşlarda Göktürklerin Çin esaretinden nasıl kurtulduğu, kurtuluş savaşının nasıl yapıldığı ve Tonyukuk'un neler yaptığı anlatılır. Birinci yazıt, 243 cm; ikinci yazıt ise, 217 cm yüksekliğindedir. Birinci yazıtta 35, ikinci yazıtta 27 satır Göktürk harfli Türkçe metin bulunmaktadır.
-
İstanbul Boğazı'nın Coğrafi Yapısı
İstanbul Boğazı'nın Coğrafi Yapısı 1.1.İstanbul Boğazı'nın Jeomorfolojik Yapısı ve Topografyası Boğazın temel fiziki karakteristiği, dünyanın en dar suyollarından biri olmasıdır. Orta hattından ölçüldüğünde ortalama uzunluğu 17 deniz milidir. Kıyılardaki uzunluk, Anadolu tarafında 19 deniz mili, Trakya tarafında ise daha kıvrımlı yapısından dolayı 30 deniz mili kadardır. En geniş yerleri kuzeyde, Anadolu Feneri ile Türkeli Feneri arasında 3600 metre, güneyde, Ahırkapı Feneri ile İnciburnu Feneri arasında 3220 metredir. Boğazın en dar yeri ise Anadoluhisarı ile Rumelihisarı arasında olup, 698 metredir. Buna göre genişlik, Boğazın her iki girişinde orta kısımlardan daha fazladır. 1.2. İstanbul Boğazı Derinlikleri İstanbul Boğazı'nın derinliği ana kanal boyunca 30 metre ile 110 metre arasında değişmektedir. En derin yer olan 110 metrelik derinlik, Kandilli açığındadır. Boğazda derinlikler genellikle, 30-60 metre arasında değişmektedir. Bunun yanında, 30 metrenin altında olan bazı mevkiiler de vardır. 1.3. İstanbul Boğazı'ndaki Adalar İstanbul Boğazı'nın güney girişine yakın bölgede Salacak Mevkiinin 250 metre kadar açığında bir ada olan Kızkulesi vardır. Adanın etrafı kaya ve bankla çevrilidir, bank adanın doğusundaki sahile bir sığlık ile bağlantılıdır. Kuzeye doğru ikinci ada Defterdar Burnu'nun 880 metre kuzeyinde bulunan Kuruçeşme Feneridir. Kuruçeşme Mevkiinin açığında ise Kuruçeşme Bankları ve bunların üzerinde Kuruçeşme Adası bulunur. Bankların üzerindeki su derinliği 10 metreden azdır, uzunluğu 400 metre, genişliği 120 metredir. Diğer bir ada, Bebek Koyu'nun merkezinde bulunan ve üzerinde Bebek Feneri'nin bulunduğu adadır. Bebek Bankı'nın ortalama uzunluğu 450 metre, genişliği ise 120 metredir. Bankın üzerindeki su derinliği 10 metre ile 2.7 metre arasında değişir. Adanın kıyıdan olan mesafesi 165 metredir. Rumelikavağı açığında, yaklaşık 180 metre uzunluğu ve 120 metre genişliği olan Dikilikaya Bankları'nın üzerinde Dikilikaya adası bulunur. 1.4. İstanbul Boğazı'nda Banklar Boğaz'da Kuruçeşme, Dimi, Bebek ve Dikilikaya Banklarından başka, üzerlerinde ada veya adacık şeklinde yapıların bulunması sebebiyle "adalar" başlığı altında yer verilen ve özellikle büyük gemiler için tehlike oluşturan başka banklar da bulunmaktadır. Sarayburnu Banklarının, üzerindeki su derinliği 1-10 metre arasında değişmektedir. Ortaköy Bankı, Ortaköy Burnu'nun 80 metre açığına kadar uzanır. Yeniköy Bankı, diğer adıyla Koybaşı Sığlığı, İstinye Burnu ile Yeniköy Burnu boyunca uzanır. Yeniköy Burnu'ndan sonra kuzeybatıya doğru 350 metre kadar devam eder. Kıyıdan uzaklığı 100-250 metre arasında değişmektedir. Büyükliman Bankı, Karataş Burnu'ndan Garipçe Burnu'na doğru yay gibi kıvrılarak uzanır. Kıyıdan 250 metre mesafede bankın üstündeki su derinliği 3-5 metre arasında değişir. Anadolu yakası kıyılarında güneyden kuzeye doğru ilk bank, Kızkulesi Bankı'dır. Daha yukarıda Göksu ya da Anadoluhisarı Bankı bulunur. Macar Bankı, Macar Burnu'nun kuzeydoğusuna doğru 400 metre mesafede, 270 metre uzunluk ve 120 metre genişlikte, üzerindeki su derinliği yaklaşık 3.7-1.5 metre olan bir banktır. Bunların yanısıra, Poyrazköy'ün 700 metre açığına kadar uzanan Poyraz Bankı, İncirköy'ün 480 metre açığına kadar uzanan İncirköy Bankı, Paşabahçe'nin 190 metre açığına kadar uzanan Paşabahçe Bankı, Baltalimanı deresinin yaklaşık 140 metre açığına kadar uzanan Baltalimanı Bankı ve Mezar Burnu'nun yaklaşık 120 metre açığına kadar uzanan Sarıyer Bankı bulunmaktadır. 1.5. İstanbul Boğazı'nın İklim Özellikleri Hakim iklim tipi Akdeniz iklimidir. Yazları kurak ve tropikal hava kütlelerinin egemenliği dolayısıyla sıcaktır. Ancak, kuraklık Türkiye'nin güneyinde ve batısında olduğu kadar şiddetli değildir. Süresi o bölgelere nazaran daha kısadır. Kışlar ılıman ve soğuktur. Hatta poler hava kütlelerine bağlı olarak buzlu ve karlı günler görülebilir. Sirkülasyon bakımından çok hareketli bir sahadır. Burada hakim hava hareketi, kuzeydoğu-güneybatı doğrultusundadır. İstanbul Boğazı ekseni boyunca ve ona paralel olarak meydana gelmektedir. Sirkülasyon en büyük şiddete, Boğaz ekseni boyunca erişir. Ayrıca topografya, sirkülasyonu yön ve şiddet bakımından etkilemekte ve vadilere doğru bazı sapmalar meydana gelmektedir. 1.6. İstanbul Boğazı Yıllık Rüzgar Durumu İstanbul Boğazı'nda fırtınalar daha çok Ocak ayında görülmektedir. Eylül başından itibaren fırtınaların sayısında da artış başlar. Fırtınaların Boğazdaki su hareketi, akıntılar ve seyre büyük etkisi vardır. 1.7. Sis ve Yağış Yağışlar da Boğaz'da seyri etkileyebilmektedir. Örneğin, yoğun kar yağışında görüş azalacağından seyir güvenliği olumsuz etkilenmektedir. Sis, en çok Mart ayında görülür. Yaz aylarında ise seyrektir. En iyi görüş, Kasım, Aralık ve Ocak aylarında akşam saatlerinde, diğer aylarda ise öğle saatlerinde olmaktadır. Kandilli Rasathanesi denizden 114 metre yüksekte olduğu için bazen alçak seviyede oluşan sislerin kayıt dışı kalma ihtimali vardır. 2. Çanakkale Boğazı'nın Coğrafi Yapısı Çanakkale Boğazı'nın uzunluğu orta hattan ölçüldüğünde 30 mil kadardır. Kıyıları dik ve buna bağlı olarak derinlikleri de seyir için herhangi bir kısıtlama getirmeyecek kadar fazladır. Çanakkale Boğazı kuzey, güney ve orta kesim olmak üzere üç kısımdan oluşur. Kuzey ve güney bölgesi, kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanır, genişliği 3,5 mili bulur. En fazla genişlik kuzey sınırında 3200 metre, güney sınırında ise 3600 metredir. Boğaz'ın en dar yeri Çanakkale ile Kilitbahir arasındadır ve 1200 metredir. 2.1. Derinlikler Çanakkale Boğazı'nın Batı kıyıları baştan başa, sahilden en fazla 2 gominaya kadar uzanan kayalık ve sığlıklarla bezenmiştir. Sığlıkların bittiği yerde derinlik aniden 50-60 metreye çıkar. Tüm seyir kanalında derinlikler 50-80 metre arasında değişir. Her iki kıyıdan yaklaşık 200 metre uzaklık boyunca 50 metre eş derinlik hattı devam eder. Kuzeyden girildiğinde 70 metrelik ortalama derinlik Nara'ya kadar 85 metreye çıkar. Boğaz'ın en derin noktası aynı zamanda en dar yeri olan Nara'nın önündeki orta hattın üzerindeki 104 metrelik derinliktir. 2.2. Banklar Boğaz'ın doğu kıyısındaki koylarda batı yakasına nazaran daha fazla sığlıklar bulunur. Boğaz'ın tam kuzey girişinde Zincirbozan Bankı kıyıdan bir mil açıktadır. Kıyı ile arasındaki derinlik 4-6 metre arasındadır. Zincirbozan Bankının üç mil güneyinde ise Çardak Bankı bulunur. Çardak Bankı sahilden bir mil açığa kadar uzanır, üzerinde 1-7 metre arasında değişen derinlikte su bulunur. Güneye doğru inildikçe Saltık Burnu ile Nara Burnu arasında sahilden 0,6 mile kadar olan bölgede baştan başa 3-10 metre arasında derinlik vardır. Bu sığlıklar arasında Musa Bankı ile Abidos Bankı yer alır. Nara Burnu önündeki sığlık tam batıya doğru 6 gomina denize doğru girer, üzerinde 10-12 metre derinlik vardır. Kuzeyden güneye doğru genişliği 2 gomina kadardır. Çanakkale ile Dalyan Burnu arasındaki Sarısığlar koyunda derinlik 2 metreden başlayıp 7-8 metrede biter ve açığa doğru gidildikçe aniden 25-30 metreye iner. Türk Boğazları Bölgesinde Akıntı Sistemleri 1. İstanbul Boğazı'nın Akıntı Sistemi Türk Boğazları olarak adlandırılan bölgede birbirlerine ters yönde ilerleyen altlı üstlü iki akıntı sisteminin olduğu görülür. Karadeniz'in az tuzlu suları üstten Marmara ve buradan Çanakkale yoluyla Ege'ye çıkar, Marmara'nın daha tuzlu suları alttan Karadeniz'e akar. Karadeniz ile Marmara arasında Karadeniz daha yüksek olmak üzere 25 cm.lik düzey farkı vardır. Bu akıntı sisteminde meteorolojik ve bölgesel değişmelere ve bilhassa rüzgar durumuna bağlı olarak, yüzey akıntısı ile dip akıntısı arasındaki ayırım yüzeyinin derinliği değişir. Yüzey suları, Karadeniz'den İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı yolunu takip ederek, Ege Denizi'ne doğru akarken; dip suları, tam ters yönde Karadeniz'e doğru ilerler. 1.1. İstanbul Boğazı Yüzey Akıntısı İstanbul Boğazı'nın yüzey akıntısının ana yönü, kuzeyden güneye olduğuna göre, normal meteorolojik koşullarda, yüzey sularının, Boğaz'ın kuzey ağzından itibaren nasıl bir yol izlediklerini inceleyelim: Ana akıntı, Boğaz'ın Kuzey Ağzı'nda Garipçe Burnu'nda 0,5-1 mil süratle Boğaz'ın batı sahiline vurur ve bu nokta ile karşı sahildeki Poyraz Burnu arasında Boğaz'ın bütün genişliğini kaplar. Fil Burnu ile Rumelikavağı arasında akıntının ekseni, kuzeybatı sahiline doğru yaklaşır ve aynı zamanda biraz da hızlanarak 1 mil'in üzerine çıkar. Daha sonra 1,5-2 mil hızla güneybatıya yönelerek Kavak Burnu'na çarpar. Acartabya civarından, Selviburnu'na kadar, akıntının ekseni, doğu kıyısına daha yakın ve hızı 1-1,5 mil arasındadır. Ana akıntının batı sınırı Mesar Burnu'nda kuzeybatı tarafına çarpar. Büyükdere Koyu'na girmeden, Kireçburnu'na doğru yönelerek, Umurbankları üzerinden güneydoğuya doğru devam eder. Selvi Burnu ile Tarabya arasında iki sahil arasına yayılan akıntının hızı bu mevkide 1-1,5 mil arasındadır. Buradan biraz daha güneye doğru ilerledikçe Anadolu sahilinden yaklaşarak Yeniköy Burnu civarında sahile çarpar. Daha sonra, İstinye Koyu'nun güneyinde, Anadolu Hisarı yakınında 2-3 mil sürate ulaşarak ve tekrar tüm boğaz genişliği boyunca ilerleyerek, Kandilli Burnu'nun doğu sahiline çarpar. Bu akıntı daha sonra, Avrupa kıyılarına sokulmadan, genellikle Anadolu kıyılarına yakın olarak ve biraz daha hızlanarak, 3-4 mil süratle Akıntı Burnu'na kadar devam eder. Akıntı Burnu'nda, Rumeli sahiline çarpar. Bu bölge, yani Defterdar ile Çengelköy arası, akıntının Boğaz'ın merkezinde ve en büyük hızla aktığı bölgedir. Özellikle, Beylerbeyi Sarayı önlerinde akıntının sürati 4-5 mil'e kadar çıkar. Buradan, Üsküdar Sahili'ni yalayarak, Sarayburnu'na doğru akar. Bu bölgedeki ana akıntının hızı, Vaniköy'den Kızkulesi'ne kadar 3-4 mil civarındadır. Kızkulesi'nin güneyinde ise biraz yavaşlayarak 2-3 mile düşer. Bunun sebebi, ana akıntının Sarayburnu'na çarparak hızının kesilmesi, bir kısım suların Haliç'e ve Tophane'ye doğru kıvrılarak aynalar oluşturmasıdır. Meteorolojik şartların değişmesi, özellikle rüzgarın yönü ve şiddeti akıntıyı önemli ölçüde etkilemektedir. Rüzgar yıldız ve poyrazdan kuvvetli eserse, İstanbul Boğazı'ndaki yüzey akıntısı da 2-3 misli artarak normal koşullarda en fazla 3-4 mil olduğu yerlerde 7-8 mile kadar çıkabilmektedir. Diğer taraftan, rüzgarın lodostan kuvvetli esmesi halinde akıntı, bazen durabilmekte, bazen de ters yönde Boğaz yukarı akabilmektedir. Bu duruma "orkoz" adı verilir. Orkozlar oluştuğunda Boğaz'ın güney ağzında üst akıntı ile alt akıntı arasındaki seviye yukarı doğru yükselir. Üst akıntının derinliği azalır, dip akıntısının derinliği artar ve derin su çekimli gemileri etkilemeye başlar. Boğaz'da bir de ana akıntıya karşı duran koyların veya burunların kıvrımlarına giren suların sahilin kıvrımlarını takip ederek ters yönde kıyıdan ilerlemesi ile oluşan "anaforlar" veya diğer tabiriyle "aynalar" vardır. Anaforların şiddeti de ana akıntının günlük şiddet değişimine paralel olarak değişir. Örneğin, Galata ile Defterdar Burnu arasındaki ters akıntı, öğleden sonra daha kuvvetli akarken, akşam geç vakitlerde hızı azalır. Ortaköy'ün güneybatı sahili yakınında ters akıntının hızı ortalama 0.5 mil'in üzerindedir. Ters akıntı Defterdar Burnu ile Akıntı Burnu arasında zaman zaman sahile yakın yerlerde kuvvetlenir. Akıntı Burnu'nun güneyinde doğuya dönerek ana akıntıya karışır. Akıntının yönü, kuvveti ve benzeri şeyler hava şartlarındaki değişmeler ve bilhassa rüzgar ile doğrudan ilgilidir ve bunlara bağlı olarak büyük değişimlere uğrayabilir. Kıble ve lodos rüzgarlarında normal şekline nazaran, anafor akıntısının eni 1 gominadan biraz fazla olmak üzere daralır. Güney yönlü rüzgarlar çok kuvvetli olduğunda, Boğazdaki ana akıntı da tüm Boğazı kaplayarak kuzeye yönelir. Üsküdar'ın kuzey koyundaki ters akıntı, dar bir şerit olarak kuzeydoğu yönünde akar. Bu akıntı lodos rüzgarlarında Boğaz'ın ortalarına kadar ilerler. Beylerbeyi'nin kuzeydoğusundaki koyda, Anadoluhisarı'nda, Vaniköy'deki küçük koyda, Bebek Koyu'nda ve İstinye Koyu'nun dış kısmında kısa birer ters akıntı sirkülasyonu vardır. Büyükdere Koyunda, 0,5 mil hızında bir ters akıntı sahili takip ederek poyraz yönünde Mesar Burnu'na kadar çıkar. Bununla birlikte, Mesar Burnu'nun kuzeydoğu tarafında bir başka girdap oluşur ve Tellitabya Burnu'na kadar uzanır. Büyük Liman'da, Garipçe Burnu ile Rumeli Burnu arasındaki koylarda da kuzey yönlü küçük ters akıntılar vardır. İncir Limanı ve Beykoz Limanı'nın da içinde bulunduğu büyük koyda ve Selvi Burnu'nun güneydoğusuna doğru olan koyda, büyük bir anafor vardır. Bu büyük anafor, koyun geniş kısımlarında kıyıdan açığa doğru 4 gomina kadar uzanır. Akıntının hızı 0,5 milden fazla olup, İncir Limanı'ndan itibaren sahil boyunca sürer. Güneyden çok sert rüzgar eserek deniz seviyesini yükselttikten sonra aniden kesilip, yerini kuzeyden gelen sert rüzgara bırakırsa, Beykoz ve İncir Limanı'nda çok kuvvetli anafor meydana getirir. Fil Burnu'nun ayırdığı iki küçük anafor vardır. Birisi Keçilik Koyu'nda, diğeri Poyraz Burnu'nun güney tarafındaki koydadır. Ayrıca Umuryeri Limanı'nda güneye doğru bir anafor bulunmaktadır. Bunlara ilave olarak, Umurbanklarının doğusuna doğru, Çalılık Tepe'ye yakın ve Selvi Burnu'na doğru akan bir ters akıntı vardır. 2. Çanakkale Boğazı'nın Akıntı Sistemi Çanakkale Boğazı'nın kuzey ağzıyla Ege kıyısındaki ağzı arasında 20 cm. lik bir düzey farkı vardır. Burada üst ve alt akıntı olarak birbirlerine ters iki akıntı sistemi vardır. Marmara'dan gelen sular üstten Ege'ye, Ege suları ise alttan Marmara'ya akar. Alttan gelen tuzlu Ege suları saniyede yaklaşık 50 cm hızla ilerler, hızı üst akıntıdan birkaç kez daha fazladır. Boğazı geçen üst akıntı kenarlarda kıyı şeklinin neden olduğu bazı ters akıntıları oluşturur. Bu ters akıntılar Anadolu kıyılarının güney ve orta kesimlerinde daha belirgindir. Yüzey akıntıları İstanbul Boğazı'na nazaran daha düzenlidir. Nara'ya kadar olan bölgede akıntının genel hızı 1.5-2 mil dolayındadır. Nara'dan sonra ise akıntı yaklaşık bir kat daha hızlı akar. Gelibolu önlerinde 2 mil, Nara önlerinde 4 mil, Kilitbahir önlerinde zaman zaman 4 mil hızla akar. 3. Marmara Denizi'nin Akıntı Sistemi Marmara Denizi'nde coğrafi yapının seyir üzerinde herhangi bir olumsuz etkisi yoktur. Akıntı üstten Çanakkale'ye, alttan Karadeniz'e doğru akar. Kıyılara yakın bölgelerde Marmara'nın iç akıntıları farklı yön ve hızda olmakla beraber, uluslararası geçişlerin yapıldığı trafik ayrım hattında akıntılar düzenli ve hızları azdır.