Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

efe doga

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    51
  • Katılım

  • Son Ziyaret

efe doga tarafından postalanan herşey

  1. Edebi Türler Edebiyat türlerini önce ikiye ayırmak mümkündür. Birincisi nazım, ikincisi nesir. Nazım belli bir ölçü ve kalıp esas alınarak üretilmiş edebi ürünlerdir. Ya da kısaca bütün şiir ve şiirler metinlerdir. Hece vezni gibi belli bir kalıp ve ölçü kaygısı güdülerek yazılır. Nesir ise serbest, ölçüsüz düz yazıdır. Nazım genel olarak bütün şiir türlerini kapsar. Nesir ise edebiyatın şiir dışındaki tüm biçimlerini kapsar. Roman, öykü, tiyatro, deneme gibi. Şiir Destan Ağıt Mesnevi Eleji Roman Öykü (Hikaye) Masal Deneme Biyografi Makale Anı Eleştiri tıkla ...
  2. Edebiyat Nedir? Edebiyatın ne olduğunu anlayabilmek için onun, dilden, konuşma ve düzyazı dilinden farklı olan yanlarını ortaya koymak gereklidir. Konuşma ve düzyazı dilinde, dil bir araç, sözcükleri kullanmakla girişilmiş, belli bir amaca dönük eylemdir. Doğruyu araştırma, ortaya koyma, başkalarına iletme aracıdır. Konuşma ve yazı dilinde sözcükler görevini yaptıktan sonra işe yaramaz hale gelir. Önemli olan meydana getireceği sonuçlardır. Sonuç yani amaç, onu okuyan, ya da dinleyendeki değişimdir. Düşüncemizi dile getiren sözcükleri nasıl biçimlendirdiğimizi unuturuz. Onlar aracılığı ile düşüncemizi ilettiğimiz kişi de onların nasıl biçimlendirildiğine dikkat etmez. Unutur. Dil, bizi doğrudan doğruya öteki insanlarla yada eşya ve düşüncelerle karşı karşıya getirir. Konuşma ve yazı dilinde sözcükler saydamdır. Uçarıdır. Aradan kaybolur gider. Oysa şiir ve edebiyatta bunların tam tersi oluşmaktadır. Şiir ve edebiyatta dil bir araç değil, biraz amaçtır. Şiir ve edebiyatta dil, sözcükler, cümleler ve biçimler nesnel (objektif) hale gelirler, şeyleşirler. İnsanla öteki insanların, eşyanın ve düşüncelerin arasına girip saydamlaşmaz şiir. Uçarı hale gelmez konuşma ve düzyazı da olduğu gibi. Tam tersine, karşımıza çıkar. Resim gibi, heykel, müzik, yapı gibi (eşya) değeri kazanır. Şair cümle kurmaz, bir nesne meydana getirir. Sözcüklerle, güzel, unutulmaz biçimler yaratır. Sözcüklerin bir araya özel biçimler altında getirilişinde derin eğilimler dürtüsü vardır. Şair, dilde olduğu gibi sözcüklerden yararlanmaz. Onlara yararlı olur. Renk, ses, hacim gibi onları şeyleştirir, kırar, bozar ve yeniden birleştirerek bir şiir dünyası kurar. Sözlerin ve sözcüklerin nesnelleştirilerek özel işaretler, deyişler, tılsımlı biçimler haline getirilmesi, bunların sihir ve büyü alanında kullanılması, unutulmayan, ezberlenen özel biçimlerle tekrar edilmesi, şiirin doğuşunu hazırlayan en eski etkenlerdir. Bu yönden denilebilir ki, yazı şöyle dursun, tam konuşma dilinin bile gerçekleşmediği, insanın ve insanlığını en eski tarihinde şiir ve şiir dili vardır. Demek ki, edebiyat, dilden önce idi. Bununla beraber gerçek şiir ve edebiyat yazının bulunup kullanılmasından sonra gelişmiştir. Sanat dışı konularda (politika, hukuk, mektup vb. alanlarda) bile ilk yazılı metinler, edebiyata yakın, destanî, güzellik iddiası ile yüklü oldukça nesnel eserler olmuşlardır. Edebiyatta Akım Denince Ne Anlaşılır? Akım, insan düşüncesinin ve yaşamının, tarih içinde değişik dünya görüşlerinin birbirini izleyerek devam etmesidir. Tarih boyunca insanlar her çağda bilim ve felsefe verilerinden, sosyal, ekonomik, siyasal gerçeklerden esinlenerek, ileriye doğru atılımlar yaparak, eskiyen düşünce ve biçimlerin yerine yenilerini ve başkalarını koyarlar. “İyiye, Güzele ve Doğruya” sloganı ile ifade edilen bu atılımlar yeni ahlâk, estetik ve bilim değerleri getirirler. Sanat ve edebiyat akımları her çağın kendine özgü gerçekleri ve değerleri açısından ortaya atılan güzellik anlayışları, estetik görüşleri ve ölçüleridir. Edebiyat ve sanat akımları, milli ve milletlerarası bilimsel, felsefi, sosyal, ekonomik, siyasal, ahlâki, dinsel yaşamın ürünleri olurlar ve tarihsel değerlerin uzantısı içinde eskiye ve kurulu düzene varolan edebiyat ve sanat anlayışına karşı ihtilâlci karakter taşırlar. Ama bu devrimci karakter çoğu kez yöntemlerde ve yöntemlerin uygulanışında göze çarpar. Oysa edebiyat ve sanat akımları tarih içinde klâsik görüşlere zaman zaman dönerek tazelemeler, tekrarlar, yeniden değerlendirilişler yapmaktadırlar. Her toplumun edebiyatında, kendisine özgü milli akımlar, aşamalar vardır. Fakat bunlardan bir kısmı ulusal sınırları aşarak uluslararası değer ve kapsam kazanırlar. Sonra bunlar ulusal sanatları etkiler. Edebiyat ve sanat akımlarına ekol, okul, meslek ve çığır da denilmektedir. Dünya Çapında Etkiler Yapmış Olan Sanat ve Edebiyat Akımlarının En Ünlüleri Hangileridir? Uluslararası değer taşıyan etkili edebiyat akımlarını şöyle sıralayabiliriz: 1- İlkel edebiyat 2- Doğu edebiyatı 3- Anadolu edebiyatı 4- Arap edebiyatı 5- Batı edebiyatı 6- Mistik edebiyat 7- Hıristiyan edebiyatı 8- İslâm edebiyatı 9- Hümanist edebiyat 10- Rönesans 11- Klasisizm 12- Romantizm 13- Realizm 14- Natüralizm 15- Parnassizm 16- Sembolizm 17- Kübizm 18- Fütürizm 19- Dadaizm 20- Sürrealizm 21- Egzistansiyalizm ALİNTİDİR... tıkla
  3. KÖL TİGİN (KÜL TİGİN) YAZITI Moğolistan'ın başkenti Ulanbatur'daki bir müzede sergilenen Kül Tigin büstü... Güney Yüzü: Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı, bu zamanda oturdum. Sözümü tamamiyle işit. Bilhassa küçük kardeş yeğenim, oğlum, bütün soyum, milletim, güneydeki Şadpıt beyleri, kuzeydeki Tarkat, Buyruk beyleri, Otuz Tatar ........... Dokuz Oğuz beyleri, milleti! Bu sözümü iyice işit, adamakıllı dinle: Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar, onun içindeki millet hep bana tâbidir. Bunca milleti hep düzene soktum. O şimdi kötü değildir. Türk kağanı Ötüken ormanında otursa ilde sıkıntı yoktur. Doğuda Şantung ovasına kadar ordu sevk ettim, denize ulaşmama az kaldı. Güneyde Dokuz Ersin'e kadar ordu sevk ettim, Tibet'e ulaşmama az kaldı. Batıda İnci nehrini geçerek Demir Kapı'ya kadar ordu sevk ettim. Kuzeyde Yir Bayırku yerine kadar ordu sevk ettim. Bunca yere kadar yürüttüm. Ötüken ormanından daha iyisi hiç yokmuş. İl tutacak yer Ötüken ormanı imiş. Bu yerde oturup Çin milleti ile anlaştım. Altını, gümüşü, ipeği ipekliyi sıkıntısız öylece veriyor. Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa, kabilesi, milleti, akrabasına kadar barındırmazmış. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk milleti, öldün; Türk milleti, öleceksin! Güneyde Çogay ormanına, Tögültün ovasına konayım dersen, Türk milleti, öleceksin! Orda kötü kişi şöyle öğretiyormuş: Uzak ise kötü mal verir, yakın ise iyi mal verir diyip öyle öğretiyormuş. Bilgi bilmez kişi o sözü alıp, yakına gidip, çok insan, öldün! O yere doğru gidersen, Türk milleti öleceksin! Ötüken yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen hiç bir sıkıntın yoktur. Ötüken ormanında oturursan ebediyen il tutarak oturacaksın. Türk milleti, tokluğun kıymetini bilmezsin. Açlık, tokluk düşünmezsin. Bir doysan açlığı düşünmezsin. Öyle olduğun için, beslemiş olan kağanının sözünü almadan her yere gittin. Hep orda mahvoldun, yok edildin. Orda, geri kalanınla her yere hep zayıflayarak, ölerek yürüyordun. Tanrı buyurduğu için, kendim devletli olduğum için, kağan oturdum. Kağan oturup aç, fakir milleti hep toplattım. Fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım. Yoksa, bu sözümde yalan var mı? Türk beyleri, milleti, bunu işitin! Türk milletini toplayıp il tutacağını burda vurdum. Yanılıp öleceğini yine burda vurdum. Her ne sözüm varsa ebedî taşa vurdum. Ona bakarak bilin. Şimdiki Türk milleti, beyleri, bu zamanda itaat eden beyler olarak mı yanılacaksınız? Ben ebedî taş yontturdum .... Çin kağanından resimci getirdim, resimlettim. Benim sözümü kırmadı. Çin kağanının maiyetindeki resimciyi gönderdi. Ona bambaşka türbe yaptırdım. İçine dışına bambaşka resim vurdurdum. Taş yontturdum. Gönüldeki sözümü vurdurdum ... On Ok oğluna, yabancına kadar bunu görüp bilin. Ebedî taş yontturdum ... İl ise, şöyle daha erişilir yerde ise, işte öyle erişilir yerde ebedî taş yontturdum, yazdırdım. Onu görüp öyle bilin. Şu taş .... dım. Bu yazıyı yazan yeğeni Yollug Tigin. Doğu Yüzü: Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insan oğlu kılınmış. İnsan oğlunun üzerine ecdadım Bumin Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini töresini tutuvermiş, düzenleyi vermiş. Dört taraf hep düşman imiş. Ordu sevk ederek dört taraftaki milleti hep almış, hep tâbi kılmış. Başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüş. Doğuda Kadırkan ormanına kadar, batıda Demir Kapı'ya kadar kondurmuş. İkisi arasında pek teşkilâtsız Göktürk öylece oturuyormuş. Bilgili kağan imiş, cesur kağan imiş. Buyruku yine bilgili imiş tabiî, cesur imiş tabiî. Beyleri de milleti de doğru imiş. Onun için ili öylece tutmuş tabiî. İli tutup töreyi düzenlemiş. Kendisi öylece vefat etmiş. Yasçı, ağlayıcı, doğuda gün doğusundan Bökli Çöllü halk, Çin, Tibet, Avar, Bizans, Kırgız, Üç Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtay, Tatabı, bunca millet gelip ağlamış, yas tutmuş. Öyle ünlü kağan imiş. Ondan sonra küçük kardeşi kağan olmuş tabiî, oğulları kağan olmuş tabiî. Ondan sonra küçük kardeşi büyük kardeşi gibi kılınmamış olacak, şğlu babası gibi kılınmamış olacak. Bilgisiz kağan oturmuştur, kötü kağan oturmuştur. Buyruku da bilgisizmiş tabiî, kötü imiş tabiî. Beyleri, milleti ahenksiz olduğu için, Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, aldatıcı olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirdiği için, Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedi vermiş. Çin milletine beylik erkek evladı kul oldu, hanımlık kız evlâdı cariye oldu. Türk beyler Türk adını bıraktı. Çinli beyler Çin adını tutup, Çin kağanına itaat etmiş. Elli yıl işi gücü vermiş. Doğuda gün doğusunda Bökli kağana kadar ordu sevk edi vermiş. Batıda Demir Kapıya kadar ordu sevk edi vermiş. Çin kağanına ilini, töresini alı vermiş. Türk halk kitlesi şöyle demiş: İlli millet idim, ilim şimdi hani, kime ili kazanıyorum der imiş. Kağanlı millet idim, kağanım hani, ne kağana işi gücü veriyorum der imiş. Öyle diyip Çin kağanına düşman olmuş. Düşman olup, kendisini tanzim ve tertip edemediğinden yine teslim olmuş. Bunca işi gücü verdiğini düşünmeden, Türk milletini öldüreyim, kökünü kurutayım der imiş. Yok olmaya gidiyormuş. Yukarıda Türk tanrısı, Tük mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiş. Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye babam İltiriş Kağanı, annem İlbilge Hatunu göğün tepesinde tutup yukarı kaldırmış olacak. Babam kağan on yedi erle dışarı çıkmış. Dışarı yürüyor diye ses işitip şehirdeki dağa çıkmış, dağdaki inmiş, toplanıp yetmiş er olmuş. Tanrı kuvvet verdiği için babam kağanın askeri kurt gibi imiş, düşmanı koyun gibi imiş. Doğuya, batıya asker sevk edip toplamış, yığmış. Hepsi yedi yüz er olmuş. Yedi yüz er olup ilsizleşmiş, kağansızlaşmış milleti, cariye olmuş, kul olmuş milleti, Türk töresini bırakmış milleti, ecdadımın töresince yaratmış, yetiştirmiş. Tölis, Tarduş milletini orda tanzim etmiş. Yabguyu, şadı orda vermiş. Güneyde Çin milleti düşman imiş. Kuzeyde Baz Kağan, Dokuz Oğuz kavmi düşman imiş. Kırgız, Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtay, Tatabı hep düşman imiş. Babam kağan bunca ... Kırk yedi defa ordu sevk etmiş, yirmi savaş yapmış. Tanrı lûtfettiği için illiyi ilsizletmiş, kağanlıyı kağansızlatmış, düşmanı tâbi kılmış, dizliye diz çöktürmüş, başlıya baş eğdirmiş. Babam kağan öylece ili, töreyi kazanıp, uçup gitmiş. Babam kağan için ilkin Baz Kağanı balbal olarak dikmiş. O töre üzerine kağan oturdu. Amcam kağan oturarak Türk milletini tekrar tanzim etti, besledi. Fakiri zengin kıldı, azı çok kıldı. Amcam kağan oturduğunda kendim Tarduş milleti üzerinde şad idim. Amcam kağan ile doğuda Yeşil Nehir, Şantung ovasına kadar ordu sevk ettik. Batıda Demir Kapıya kadar ordu sevk ettik. Kögmeni aşarak Kırgız ülkesine kadar ordu sevk ettik. Yekûn olarak yirmi beş defa ordu sevk ettik, on üç defa savaştık. İlliyi ilsizleştirdik, kağanlıyı kağansızlaştırdık. Dizliye diz çöktürdük, başlıya baş eğdirdik. Türgiş Kağanı Türkümüz, milletimiz idi. Bilmediği için, bize karşı yanlış hareket ettiği için kağanı öldü. Buyruku, beyleri de öldü. On Ok kavmi eziyet gördü. Ecdadımızın tutmuş olduğu yer, su sahipsiz olmasın diye Az milletini tanzim ve tertip edip ... Bars bey idi. Kağan adını burda biz verdik. Küçük kız kardeşim prensesi verdik. Kendisi yanıldı, kağanı öldü, milleti cariye, kul oldu. Kögmenin yeri, suyu sahipsiz kalmasın diye Az, Kırgız kavmini düzene sokup geldik. Savaştık ... ilini geri verdik. Doğuda Kadırkan ormanını aşarak milleti öyle kondurduk, öyle düzene soktuk. Batıda Kengü Tarmana kadar Türk milletini öyle kondurduk, öyle düzene soktuk. O zamanda kul kullu olmuştu. Cariye cariyeli olmuştu. Küçük kardeş büyük kardeşini bilmezdi, oğlu babasını bilmezdi. Öyle kazanılmış, düzene sokulmuş ilimiz, töremiz vardı. Türk, Oğuz beyleri, milleti, işitin: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini töreni kim boza bilecekti? Türk milleti, vazgeç, pişman ol! Disiplinsizliğinden dolayı, beslemiş olan bilgili kağanınla, hür ve müstakil iyi iline karşı kendin hata ettin, kötü hâle soktun. Silahlı nereden gelip dağıtarak gönderdi? Mızraklı nereden gelerek sürüp gönderdi.Mukaddes Ötüken ormanının milleti, gittin. Doğuya giden, gittin. Batıya giden, gittin. Gittiğin yerde hayrın şu olmalı: Kanın su gibi koştu, kemiğin dağ gibi yattı. Beylik erkek evlâdın kul oldu, hanımlık kız evlâdın cariye oldu. Bilmediğin için, kötülüğün yüzünden amcam, kağan uçup gitti. Önce Kırgız kağanını balbal olarak diktim. Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, babam kağanı, annem hatunu yükseltmiş olan Tanrı, il veren Tanrı, Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, kendimi o Tanrı kağan oturttu tabiî. Varlıklı, zengin millet üzerine oturmadım. İşte aşsız, dışta elbisesiz; düşkün, perişan milletin üzerine oturdum. Küçük kardeşim Kül Tigin ile konuştuk. Babamızın, amcamızın kazanmış olduğu milletin adı sanı yok olmasın diye, Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Küçük kardeşim Kül Tigin ile, iki şad ile öle yite kazandım. Öyle kazanıp bütün milleti ateş, su kılmadım. Ben kendim kağan oturduğumda, her yere gitmiş olan millet öle yite, yaya olarak çıplak olarak dönüp geldi. Milleti besleyeyim diye, kuzeyde Oğuz kavmine doğru, doğuda Kıtay, Tatabı kavmine doğru, güneyde Çine doğru on iki defa büyük ordu sevk ettim, ... savaştım. Ondan sonra, Tanrı bağışlasın, devletim var olduğu için, kısmetim var olduğu için, ölecek milleti diriltip besledim. Çıplak milleti elbiseli, fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım. Değerli illiden, değerli kağanlıdan daha iyi kıldım. Dört taraftaki milleti hep tâbî kıldım, düşmansız kıldım. Hep bana itaat etti. İşi gücü veriyor. Bunca töreyi kazanıp küçük kardeşim Kül Tigin kendisi öylece vefat etti. Babam kağan uçtuğunda küçük kardeşim Kül Tigin yedi yaşında kaldı ... Umay gibi annem hatunun devletine küçük kardeşim Kül Tigin er adını aldı. On altı yaşında, amcam kağanın ilini, töresini şöyle kazandı: Altı Çub Soğdaka doğru ordu sevk ettik, bozduk. Çinli Ong vali, elli bin asker geldi, savaştık. Kül Tigin yaya olarak atılıp hücum etti. Ong valinin kayın biraderini, silâhlı, elle tuttu, silâhlı olarak kağana takdim etti. O orduyu orda yok ettik. Yirmi bir yaşında iken, Çaça generale karşı savaştık. En önce Tadıgın, Çorun boz atına binip hücum etti. O at orda öldü. İkinci olarak Işbara Yamtar'ın boz atına binip hücum etti. O at orda öldü. Üçüncü olarak Yigen Silig beyin giyimli doru atına binip hücum etti. O at orda öldü. Zırhından kaftanından yüzden fazla ok ile vurdular, yüzüne başına bir tane değdirmedi. ... Hücum ettiğini, Türk beyleri, hep bilirsiniz. O orduyu orda yok ettik. Ondan sonra Yir Bayırkunun Uluğ Irkini düşman oldu. Onu dağıtıp Türgi Yargun Gölünde bozduk. Uluğ İrkin azıcık erle kaçıp gitti. Kül Tigin yirmi altı yaşında iken Kırgıza doğru ordu sevk ettik. Mızrak batımı karı söküp, Kögmen ormanını aşarak yürüyüp Kırgız kavmini uykuda bastık. Kağanı ile Songa ormanında savaştık. Kül Tigin, Bayırku'nun ak aygırına binip atılarak hücum etti. Bir eri ok ile vurdu, iki eri kovalayıp takip ederek mızrakladı. O hücum ettiğinde, Bayırku'nun ak aygırını, uyluğunu kırarak, vurdular. Kırgız kağanını öldürdük, ilini aldık.O yılda Türgiş'e doğru Altın ormanını aşarak, İrtiş nehrini geçerek yürüdük. Türgiş kavmini uykuda bastık. Türgiş kağanının ordusu Bolçu'da ateş gibi, fırtına gibi geldi. Savaştık. Kül Tigin alnı beyaz boz ata binip hücum etti. Alnı beyaz boz ...... tutturdu. İkisini kendisi yakalattı. Ondan sonra tekrar girip Türgiş kağanının buyruku Az valisini elle tuttu. Kağanını orda öldürdük, ilini aldık. Türgiş avam halkı hep tâbi oldu. O kavmi Tabarda kondurduk ... Soğd milletini düzene sokayım diye İnci nehrini geçerek Demir Kapıya kadar ordu sevk ettik. Ondan sonra Türgiş avam halkı düşman olmuş. Kengeris'e doğru gitti. Bizim askerin atı zayıf, azığı yok idi. Kötü kimse er ... kahraman er bize hücum etmişti. Öyle bir zamanda pişman olup Kül Tigini az erle eriştirip gönderdik. Büyük savaş savaşmış. Türgiş avam halkını orda öldürmüş, yenmiş. Tekrar yürüyüp... Kuzey Yüzü: ... ile, Koşu vali ile savaşmış. Askerini hep öldürmüş. Evini, malını eksiksiz hep getirdi. Kül Tigin yirmi yedi yaşına gelince Karluk kavmi hür ve müstakil iken düşman oldu. Tamag Iduk Başta savaştık. Kül Tigin o savaşta otuz yaşında idi. Alp Şalçı ata binip atılarak hücum etti. İki eri takip edip kovalayarak mızrakladı. Karluk'u öldürdük, yendik. Az milleti düşman oldu. Kara Göl'de savaştık. Kül Tigin otuz bir yaşında idi. Alp Şalçı akına binip atılarak hücum etti. Az ilteberini tuttu. Az milleti orda yok oldu. Amcam kağanın ili sarsdığında; millet, hükümdar ikiye ayrıldığında; İzgil milleti ile savaştık. Kül Tigin Alp Şalçı akına binip atılarak hücum etti. O at orda düştü. İzgil milleti öldü. Dokuz Oğuz milleti kendi milletim idi. Gök, yer bulandığı için düşman oldu. Bir yılda beş defa savaştık. En önce Togu Balıkta savaştık. Kül Tigin Azman akına binip atılarak hücum etti. Altı eri mızrakladı. Askerin hücumunda yedinci eri kılıçladı. İkinci olarak Kuşalgukta Ediz ile savaştık. Kül Tigin Az yağızına binip, atılarak hücum edip bir eri mızrakladı. Dokuz eri çevirerek vurdu. Ediz kavmi orda öldü. Üçüncü olarak Bolçuda Oğuz ile savaştık. Kül Tigin Azman akına binip hücum etti, mızrakladı. Askerini mızrakladık, ilini aldık. Dördüncü olarak Çuş başında savaştık. Türk milleti ayak titretti. Perişan olacaktı. İlerleyip gelmiş ordusunu Kül Tigin püskürtüp, Tongradan bir boyu, yiğit on eri Tonga Tigin mateminde çevirip öldürdük. Beşinci olarak Ezginti Kadız'da Oğuz ile savaştık. Kül Tigin Az yağızına binip hücum etti. İki eri mızrakladı, çamura soktu. O ordu orda öldü. Amga kalesinde kışlayıp ilk baharında Oğuza doğru ordu çıkardık. Kül Tigini evin başında bırakarak, müdafaa tedbiri aldık. Oğuz düşman, merkezi bastı. Kül Tigin öksüz akına binip dokuz eri mızrakladı, merkezi vermedi. Annem hatun ve analarım, ablalarım, gelinlerim, prenseslerim, bunca yaşayanlar cariye olacaktı, ölenler yurtta yolda yatıp kalacaktınız. Kül Tigin olmasa hep ölecektiniz. Küçük kardeşim Kül Tigin vefat etti. Kendim düşünceye daldım. Görür gözüm görmez gibi, bilir aklım bilmez gibi oldu. Kendim düşünceye daldım. Zamanı Tanrı yaşar. İnsan oğlu hep ölmek için türemiş. Öyle düşünceye daldım. Gözden yaş gelse mani olarak, gönülden ağlamak gelse geri çevirerek düşünceye daldım. Müthiş düşünceye daldım. İki şadın ve küçük kardeş yeğenimin, oğlumun, beylerimin, milletimin gözü kaşı kötü olacak diyip düşünceye daldım. Yasçı, ağlayıcı olarak Kıtay, Tatabı milletinden başta Udar general geldi. Çin kağanından İsiyi Likeng geldi. On binlik hazine, altın, gümüş fazla fazla getirdi. Tibet kağanından vezir geldi. Batıda gün batısındaki Soğd, İranlı, Buhara ülkesi halkından Enik general, Oğul Tarkan geldi. On Ok oğlum Türgiş kağanından Makaraç mühürdar, Oğuz Bilge mühürdar geldi. Kırgız kağanından Tarduş İnançu Çor geldi. Türbe yapıcı, resim yapan, kitâbe taşı yapıcısı olarak Çin kağanının yeğeni Çang general geldi. Kuzeydoğu Yüzü: Kül Tigin koyun yılında on yedinci günde uçtu. Dokuzuncu ay, yirmi yedinci günde yas töreni tertip ettik. Türbesini, resimini, kitâbe taşını maymun yılında yedinci ay, yirmi yedinci günde hep bitirdik. Kül Tigin kendisi kırk yedi yaşında bulut çöktürdü ... Bunca resimciyi Tuygut vali getirdi. Güneydoğu Yüzü: Bunca yazıyı yazan Kül Tiginin yeğeni Yollug Tigin, yazdım. Yirmi gün oturup bu taşa, bu duvara hep Yollug Tigin, yazdım. Değerli oğlunuzdan, evlâdınızdan çok daha iyi beslerdiniz. Uçup gittiniz. Gökte hayattaki gibi ... Güneybatı Yüzü: Kül Tiginin altınını, gümüşünü, hazinesini, servetini, dört binlik at sürüsünü idare eden Tuygut bu ... Beyim prens yukarı gök ... taş yazdım. Yollug Tigin. Batı Yüzü: Batıdan Soğd baş kaldırdı. Küçük kardeşim Kül Tigin ... için, öle yite işi gücü verdiği için, Türk Bilge Kağanı, nezaret etmek üzere, küçük kardeşim Kül Tigini gözeterek oturdum. İnançu Apa Yargan Tarkan adını verdim. Onu övdürdüm. Alıntıdır: -http://www.dilimiz.com/dil/kultiginyaziti.htm-
  4. efe doga

    Orhun Abideleri

    Orhun (Göktürk) yazitlari Türklerin en eski yazıtları 6. yüzyıla ait yenisey yazıtları ile 8. yüzyıla ait orhun yazıtlarıdır.orhun yazıtları ikinci göktürk devleti kurucularından bilge kağan kül tekin ve tonyukuk adına dikilmiştir bilge kağan ve kül tekin adına dikilen yazıtlar yoluğ tigin tarafından yazılmıştır orhun yazıtlarındakı yazılar 1893 yılında danimarkalı thomsen tarafından okunmuştur.orhun yazıtları türk tarihinin ve türk edebiyatının ilk yazılı belgeleri olması yönünden büyük önem taşır. Göktürk yazıtları üç taştan oluşur: Tonyukuk anıtı 716, Köl Tigin (Kültigin) anıtı 732, Bilge Kağan anıtı 735 yılında dikilmiştir. Köl Tigin yazıtı, Bilge Kağan'ın ağzından yazılmıştır. Kültigin, Bilge Kağan'ın kardeşi, buyrukçu ihtiyar Tonyukuk ise veziridir. Anıtların olduğu yerde yalnızca dikilitaşlar değil, yüzlerce heykel, balbal, şehir harabeleri, taş yollar, su kanalları, koç ve kaplumbağa heykelleri, sunak taşları bulunmuştur. Kültigin Anıtı: 3,35 metre yükseklikte, kireçtaşından yapılmış ve dört cephelidir. Doğu-batı cephelerinin genişliği aşağıda 132, yukarıda 122 santimetredir. Kuzey-güney cepheleri de aşağıda 46, yukarıda 44 santimetredir. Üst kısım kemer şeklinde ve yukarıda beş kenarlı olarak bitmektedir. Anıttaki satırların uzunluğu 235 santimetredir. Yazıtın doğu yüzünde 40; güney ve kuzey yüzlerinde 13'er satır Göktürk harfli Türkçe metin vardır. Batı yüzünde ise, devrin Tang İmparatoru'nun Köl Tigin'in ölümü dolayısıyla gönderdiği Çince mesajına yer verilmiştir. Batı yüzde Çince yazılar dışında yazıta sonradan eklenmiş Göktürk harfli iki satır bulunmaktadır. Yazıtın kuzeydoğu, güneydoğu, güneybatı yüzlerinde de (pahlarda) Göktürk harfli Türkçe metinler mevcuttur. Kültigin yazıtında Göktürk tarihine ait olaylar, Bilge Kağan'ın ağzından nakledilerek birlik, bütünlük mesajı verilir. Yazıtın doğu, kuzey ve güney yüzlerinin yazıcısı, Yollug Tigin, batı yüzünün yazıcısı ise, Tang İmparatoru Hiuan Tsong'ın yeğeni Çang Sengün'dür. Köl Tigin yazıtının doğu yüzünde, bütün Türk boylarının ortak damgası olduğu sanılan dağ keçisi damgasına; doğuya ve batıya bakan "tepelik" kısımlarında ise, kurttan süt emen çocuk tasvirlerine yer verilmiştir. Yazıt, geçen yaklaşık 1300 yıllık süreç içinde önemli ölçüde tahrip olmuştur. Zira yazıtın doğu ile kuzey yüzlerini birleştiren kısım yıldırım düşmesi sonucunda parçalanmıştır. Orijinalinde kaplumbağa kaide üzerinde bulunan yazıt, bu kaidenin de parçalanması üzerine 1911 yılında, sunak taşından kesilen granit bir blok üzerine oturtulmuştur. Bilge kağan Anıtı: Kültigin Anıtının bir kilometre uzağındadır. 734 yılında ölen Bilge Kağan adına oğlu Tenri Kağan tarafından yaptırılan bu anıt 735 yılında dikilmiştir. Yazıtta Bilge Kağan'ın ağzından devletin nasıl büyüdüğü anlatılmakta ve Kültigin'in ölümünden sonraki olaylar ilave edilmektedir. Ayrıca kağanın konuşmasından başka yeğeni Yuluğ Tigin'in kayıtları da yer almaktadır. Yaklaşık 3,75 metre yüksekliğinde olan yazıt, dört cephelidir. Yazıtın doğu yüzünde 41, kuzey ve güney yüzlerinde 15'er satır Göktürk harfli Türkçe metin bulunmaktadır. Batı yüzünde ise, (Köl Tigin yazıtında olduğu gibi), Çince bir metne yer verilmiştir. Batı yüzün tepelik kısmının ortalarına da Göktürk harfli Türkçe manzum metin yazılmıştır. Yazıtın güneydoğu, güneybatı ve batı yüzlerinde de (pahlarda) Göktürk harfli Türkçe küçük metinler bulunmaktadır. Yazıtta olayları nakleden, öğütler veren Bilge Kağan'dır. Yazıta Köl Tigin'in ölümünden sonraki olaylar da ilave edilmiştir. Tonyukuk Anıtı:Tonyukuk anıtı dört cepheli iki dikilitaş halindedir. Yazılar, diğer taşlara göre daha silik durumdadır. Tonyukuk, Bilge Kağan'ın babası İlteriş Kağan'ın amcası Kapgan Kağan'ın ve Bilge Kağan'ın baş bilicisi yani başveziri idi. Bu anıtı ihtiyarlık devrinde kendisi diktirmiştir ve yazılar da kendisine aittir. Taşlarda Göktürklerin Çin esaretinden nasıl kurtulduğu, kurtuluş savaşının nasıl yapıldığı ve Tonyukuk'un neler yaptığı anlatılır. Birinci yazıt, 243 cm; ikinci yazıt ise, 217 cm yüksekliğindedir. Birinci yazıtta 35, ikinci yazıtta 27 satır Göktürk harfli Türkçe metin bulunmaktadır.
  5. İstanbul Boğazı'nın Coğrafi Yapısı 1.1.İstanbul Boğazı'nın Jeomorfolojik Yapısı ve Topografyası Boğazın temel fiziki karakteristiği, dünyanın en dar suyollarından biri olmasıdır. Orta hattından ölçüldüğünde ortalama uzunluğu 17 deniz milidir. Kıyılardaki uzunluk, Anadolu tarafında 19 deniz mili, Trakya tarafında ise daha kıvrımlı yapısından dolayı 30 deniz mili kadardır. En geniş yerleri kuzeyde, Anadolu Feneri ile Türkeli Feneri arasında 3600 metre, güneyde, Ahırkapı Feneri ile İnciburnu Feneri arasında 3220 metredir. Boğazın en dar yeri ise Anadoluhisarı ile Rumelihisarı arasında olup, 698 metredir. Buna göre genişlik, Boğazın her iki girişinde orta kısımlardan daha fazladır. 1.2. İstanbul Boğazı Derinlikleri İstanbul Boğazı'nın derinliği ana kanal boyunca 30 metre ile 110 metre arasında değişmektedir. En derin yer olan 110 metrelik derinlik, Kandilli açığındadır. Boğazda derinlikler genellikle, 30-60 metre arasında değişmektedir. Bunun yanında, 30 metrenin altında olan bazı mevkiiler de vardır. 1.3. İstanbul Boğazı'ndaki Adalar İstanbul Boğazı'nın güney girişine yakın bölgede Salacak Mevkiinin 250 metre kadar açığında bir ada olan Kızkulesi vardır. Adanın etrafı kaya ve bankla çevrilidir, bank adanın doğusundaki sahile bir sığlık ile bağlantılıdır. Kuzeye doğru ikinci ada Defterdar Burnu'nun 880 metre kuzeyinde bulunan Kuruçeşme Feneridir. Kuruçeşme Mevkiinin açığında ise Kuruçeşme Bankları ve bunların üzerinde Kuruçeşme Adası bulunur. Bankların üzerindeki su derinliği 10 metreden azdır, uzunluğu 400 metre, genişliği 120 metredir. Diğer bir ada, Bebek Koyu'nun merkezinde bulunan ve üzerinde Bebek Feneri'nin bulunduğu adadır. Bebek Bankı'nın ortalama uzunluğu 450 metre, genişliği ise 120 metredir. Bankın üzerindeki su derinliği 10 metre ile 2.7 metre arasında değişir. Adanın kıyıdan olan mesafesi 165 metredir. Rumelikavağı açığında, yaklaşık 180 metre uzunluğu ve 120 metre genişliği olan Dikilikaya Bankları'nın üzerinde Dikilikaya adası bulunur. 1.4. İstanbul Boğazı'nda Banklar Boğaz'da Kuruçeşme, Dimi, Bebek ve Dikilikaya Banklarından başka, üzerlerinde ada veya adacık şeklinde yapıların bulunması sebebiyle "adalar" başlığı altında yer verilen ve özellikle büyük gemiler için tehlike oluşturan başka banklar da bulunmaktadır. Sarayburnu Banklarının, üzerindeki su derinliği 1-10 metre arasında değişmektedir. Ortaköy Bankı, Ortaköy Burnu'nun 80 metre açığına kadar uzanır. Yeniköy Bankı, diğer adıyla Koybaşı Sığlığı, İstinye Burnu ile Yeniköy Burnu boyunca uzanır. Yeniköy Burnu'ndan sonra kuzeybatıya doğru 350 metre kadar devam eder. Kıyıdan uzaklığı 100-250 metre arasında değişmektedir. Büyükliman Bankı, Karataş Burnu'ndan Garipçe Burnu'na doğru yay gibi kıvrılarak uzanır. Kıyıdan 250 metre mesafede bankın üstündeki su derinliği 3-5 metre arasında değişir. Anadolu yakası kıyılarında güneyden kuzeye doğru ilk bank, Kızkulesi Bankı'dır. Daha yukarıda Göksu ya da Anadoluhisarı Bankı bulunur. Macar Bankı, Macar Burnu'nun kuzeydoğusuna doğru 400 metre mesafede, 270 metre uzunluk ve 120 metre genişlikte, üzerindeki su derinliği yaklaşık 3.7-1.5 metre olan bir banktır. Bunların yanısıra, Poyrazköy'ün 700 metre açığına kadar uzanan Poyraz Bankı, İncirköy'ün 480 metre açığına kadar uzanan İncirköy Bankı, Paşabahçe'nin 190 metre açığına kadar uzanan Paşabahçe Bankı, Baltalimanı deresinin yaklaşık 140 metre açığına kadar uzanan Baltalimanı Bankı ve Mezar Burnu'nun yaklaşık 120 metre açığına kadar uzanan Sarıyer Bankı bulunmaktadır. 1.5. İstanbul Boğazı'nın İklim Özellikleri Hakim iklim tipi Akdeniz iklimidir. Yazları kurak ve tropikal hava kütlelerinin egemenliği dolayısıyla sıcaktır. Ancak, kuraklık Türkiye'nin güneyinde ve batısında olduğu kadar şiddetli değildir. Süresi o bölgelere nazaran daha kısadır. Kışlar ılıman ve soğuktur. Hatta poler hava kütlelerine bağlı olarak buzlu ve karlı günler görülebilir. Sirkülasyon bakımından çok hareketli bir sahadır. Burada hakim hava hareketi, kuzeydoğu-güneybatı doğrultusundadır. İstanbul Boğazı ekseni boyunca ve ona paralel olarak meydana gelmektedir. Sirkülasyon en büyük şiddete, Boğaz ekseni boyunca erişir. Ayrıca topografya, sirkülasyonu yön ve şiddet bakımından etkilemekte ve vadilere doğru bazı sapmalar meydana gelmektedir. 1.6. İstanbul Boğazı Yıllık Rüzgar Durumu İstanbul Boğazı'nda fırtınalar daha çok Ocak ayında görülmektedir. Eylül başından itibaren fırtınaların sayısında da artış başlar. Fırtınaların Boğazdaki su hareketi, akıntılar ve seyre büyük etkisi vardır. 1.7. Sis ve Yağış Yağışlar da Boğaz'da seyri etkileyebilmektedir. Örneğin, yoğun kar yağışında görüş azalacağından seyir güvenliği olumsuz etkilenmektedir. Sis, en çok Mart ayında görülür. Yaz aylarında ise seyrektir. En iyi görüş, Kasım, Aralık ve Ocak aylarında akşam saatlerinde, diğer aylarda ise öğle saatlerinde olmaktadır. Kandilli Rasathanesi denizden 114 metre yüksekte olduğu için bazen alçak seviyede oluşan sislerin kayıt dışı kalma ihtimali vardır. 2. Çanakkale Boğazı'nın Coğrafi Yapısı Çanakkale Boğazı'nın uzunluğu orta hattan ölçüldüğünde 30 mil kadardır. Kıyıları dik ve buna bağlı olarak derinlikleri de seyir için herhangi bir kısıtlama getirmeyecek kadar fazladır. Çanakkale Boğazı kuzey, güney ve orta kesim olmak üzere üç kısımdan oluşur. Kuzey ve güney bölgesi, kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanır, genişliği 3,5 mili bulur. En fazla genişlik kuzey sınırında 3200 metre, güney sınırında ise 3600 metredir. Boğaz'ın en dar yeri Çanakkale ile Kilitbahir arasındadır ve 1200 metredir. 2.1. Derinlikler Çanakkale Boğazı'nın Batı kıyıları baştan başa, sahilden en fazla 2 gominaya kadar uzanan kayalık ve sığlıklarla bezenmiştir. Sığlıkların bittiği yerde derinlik aniden 50-60 metreye çıkar. Tüm seyir kanalında derinlikler 50-80 metre arasında değişir. Her iki kıyıdan yaklaşık 200 metre uzaklık boyunca 50 metre eş derinlik hattı devam eder. Kuzeyden girildiğinde 70 metrelik ortalama derinlik Nara'ya kadar 85 metreye çıkar. Boğaz'ın en derin noktası aynı zamanda en dar yeri olan Nara'nın önündeki orta hattın üzerindeki 104 metrelik derinliktir. 2.2. Banklar Boğaz'ın doğu kıyısındaki koylarda batı yakasına nazaran daha fazla sığlıklar bulunur. Boğaz'ın tam kuzey girişinde Zincirbozan Bankı kıyıdan bir mil açıktadır. Kıyı ile arasındaki derinlik 4-6 metre arasındadır. Zincirbozan Bankının üç mil güneyinde ise Çardak Bankı bulunur. Çardak Bankı sahilden bir mil açığa kadar uzanır, üzerinde 1-7 metre arasında değişen derinlikte su bulunur. Güneye doğru inildikçe Saltık Burnu ile Nara Burnu arasında sahilden 0,6 mile kadar olan bölgede baştan başa 3-10 metre arasında derinlik vardır. Bu sığlıklar arasında Musa Bankı ile Abidos Bankı yer alır. Nara Burnu önündeki sığlık tam batıya doğru 6 gomina denize doğru girer, üzerinde 10-12 metre derinlik vardır. Kuzeyden güneye doğru genişliği 2 gomina kadardır. Çanakkale ile Dalyan Burnu arasındaki Sarısığlar koyunda derinlik 2 metreden başlayıp 7-8 metrede biter ve açığa doğru gidildikçe aniden 25-30 metreye iner. Türk Boğazları Bölgesinde Akıntı Sistemleri 1. İstanbul Boğazı'nın Akıntı Sistemi Türk Boğazları olarak adlandırılan bölgede birbirlerine ters yönde ilerleyen altlı üstlü iki akıntı sisteminin olduğu görülür. Karadeniz'in az tuzlu suları üstten Marmara ve buradan Çanakkale yoluyla Ege'ye çıkar, Marmara'nın daha tuzlu suları alttan Karadeniz'e akar. Karadeniz ile Marmara arasında Karadeniz daha yüksek olmak üzere 25 cm.lik düzey farkı vardır. Bu akıntı sisteminde meteorolojik ve bölgesel değişmelere ve bilhassa rüzgar durumuna bağlı olarak, yüzey akıntısı ile dip akıntısı arasındaki ayırım yüzeyinin derinliği değişir. Yüzey suları, Karadeniz'den İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı yolunu takip ederek, Ege Denizi'ne doğru akarken; dip suları, tam ters yönde Karadeniz'e doğru ilerler. 1.1. İstanbul Boğazı Yüzey Akıntısı İstanbul Boğazı'nın yüzey akıntısının ana yönü, kuzeyden güneye olduğuna göre, normal meteorolojik koşullarda, yüzey sularının, Boğaz'ın kuzey ağzından itibaren nasıl bir yol izlediklerini inceleyelim: Ana akıntı, Boğaz'ın Kuzey Ağzı'nda Garipçe Burnu'nda 0,5-1 mil süratle Boğaz'ın batı sahiline vurur ve bu nokta ile karşı sahildeki Poyraz Burnu arasında Boğaz'ın bütün genişliğini kaplar. Fil Burnu ile Rumelikavağı arasında akıntının ekseni, kuzeybatı sahiline doğru yaklaşır ve aynı zamanda biraz da hızlanarak 1 mil'in üzerine çıkar. Daha sonra 1,5-2 mil hızla güneybatıya yönelerek Kavak Burnu'na çarpar. Acartabya civarından, Selviburnu'na kadar, akıntının ekseni, doğu kıyısına daha yakın ve hızı 1-1,5 mil arasındadır. Ana akıntının batı sınırı Mesar Burnu'nda kuzeybatı tarafına çarpar. Büyükdere Koyu'na girmeden, Kireçburnu'na doğru yönelerek, Umurbankları üzerinden güneydoğuya doğru devam eder. Selvi Burnu ile Tarabya arasında iki sahil arasına yayılan akıntının hızı bu mevkide 1-1,5 mil arasındadır. Buradan biraz daha güneye doğru ilerledikçe Anadolu sahilinden yaklaşarak Yeniköy Burnu civarında sahile çarpar. Daha sonra, İstinye Koyu'nun güneyinde, Anadolu Hisarı yakınında 2-3 mil sürate ulaşarak ve tekrar tüm boğaz genişliği boyunca ilerleyerek, Kandilli Burnu'nun doğu sahiline çarpar. Bu akıntı daha sonra, Avrupa kıyılarına sokulmadan, genellikle Anadolu kıyılarına yakın olarak ve biraz daha hızlanarak, 3-4 mil süratle Akıntı Burnu'na kadar devam eder. Akıntı Burnu'nda, Rumeli sahiline çarpar. Bu bölge, yani Defterdar ile Çengelköy arası, akıntının Boğaz'ın merkezinde ve en büyük hızla aktığı bölgedir. Özellikle, Beylerbeyi Sarayı önlerinde akıntının sürati 4-5 mil'e kadar çıkar. Buradan, Üsküdar Sahili'ni yalayarak, Sarayburnu'na doğru akar. Bu bölgedeki ana akıntının hızı, Vaniköy'den Kızkulesi'ne kadar 3-4 mil civarındadır. Kızkulesi'nin güneyinde ise biraz yavaşlayarak 2-3 mile düşer. Bunun sebebi, ana akıntının Sarayburnu'na çarparak hızının kesilmesi, bir kısım suların Haliç'e ve Tophane'ye doğru kıvrılarak aynalar oluşturmasıdır. Meteorolojik şartların değişmesi, özellikle rüzgarın yönü ve şiddeti akıntıyı önemli ölçüde etkilemektedir. Rüzgar yıldız ve poyrazdan kuvvetli eserse, İstanbul Boğazı'ndaki yüzey akıntısı da 2-3 misli artarak normal koşullarda en fazla 3-4 mil olduğu yerlerde 7-8 mile kadar çıkabilmektedir. Diğer taraftan, rüzgarın lodostan kuvvetli esmesi halinde akıntı, bazen durabilmekte, bazen de ters yönde Boğaz yukarı akabilmektedir. Bu duruma "orkoz" adı verilir. Orkozlar oluştuğunda Boğaz'ın güney ağzında üst akıntı ile alt akıntı arasındaki seviye yukarı doğru yükselir. Üst akıntının derinliği azalır, dip akıntısının derinliği artar ve derin su çekimli gemileri etkilemeye başlar. Boğaz'da bir de ana akıntıya karşı duran koyların veya burunların kıvrımlarına giren suların sahilin kıvrımlarını takip ederek ters yönde kıyıdan ilerlemesi ile oluşan "anaforlar" veya diğer tabiriyle "aynalar" vardır. Anaforların şiddeti de ana akıntının günlük şiddet değişimine paralel olarak değişir. Örneğin, Galata ile Defterdar Burnu arasındaki ters akıntı, öğleden sonra daha kuvvetli akarken, akşam geç vakitlerde hızı azalır. Ortaköy'ün güneybatı sahili yakınında ters akıntının hızı ortalama 0.5 mil'in üzerindedir. Ters akıntı Defterdar Burnu ile Akıntı Burnu arasında zaman zaman sahile yakın yerlerde kuvvetlenir. Akıntı Burnu'nun güneyinde doğuya dönerek ana akıntıya karışır. Akıntının yönü, kuvveti ve benzeri şeyler hava şartlarındaki değişmeler ve bilhassa rüzgar ile doğrudan ilgilidir ve bunlara bağlı olarak büyük değişimlere uğrayabilir. Kıble ve lodos rüzgarlarında normal şekline nazaran, anafor akıntısının eni 1 gominadan biraz fazla olmak üzere daralır. Güney yönlü rüzgarlar çok kuvvetli olduğunda, Boğazdaki ana akıntı da tüm Boğazı kaplayarak kuzeye yönelir. Üsküdar'ın kuzey koyundaki ters akıntı, dar bir şerit olarak kuzeydoğu yönünde akar. Bu akıntı lodos rüzgarlarında Boğaz'ın ortalarına kadar ilerler. Beylerbeyi'nin kuzeydoğusundaki koyda, Anadoluhisarı'nda, Vaniköy'deki küçük koyda, Bebek Koyu'nda ve İstinye Koyu'nun dış kısmında kısa birer ters akıntı sirkülasyonu vardır. Büyükdere Koyunda, 0,5 mil hızında bir ters akıntı sahili takip ederek poyraz yönünde Mesar Burnu'na kadar çıkar. Bununla birlikte, Mesar Burnu'nun kuzeydoğu tarafında bir başka girdap oluşur ve Tellitabya Burnu'na kadar uzanır. Büyük Liman'da, Garipçe Burnu ile Rumeli Burnu arasındaki koylarda da kuzey yönlü küçük ters akıntılar vardır. İncir Limanı ve Beykoz Limanı'nın da içinde bulunduğu büyük koyda ve Selvi Burnu'nun güneydoğusuna doğru olan koyda, büyük bir anafor vardır. Bu büyük anafor, koyun geniş kısımlarında kıyıdan açığa doğru 4 gomina kadar uzanır. Akıntının hızı 0,5 milden fazla olup, İncir Limanı'ndan itibaren sahil boyunca sürer. Güneyden çok sert rüzgar eserek deniz seviyesini yükselttikten sonra aniden kesilip, yerini kuzeyden gelen sert rüzgara bırakırsa, Beykoz ve İncir Limanı'nda çok kuvvetli anafor meydana getirir. Fil Burnu'nun ayırdığı iki küçük anafor vardır. Birisi Keçilik Koyu'nda, diğeri Poyraz Burnu'nun güney tarafındaki koydadır. Ayrıca Umuryeri Limanı'nda güneye doğru bir anafor bulunmaktadır. Bunlara ilave olarak, Umurbanklarının doğusuna doğru, Çalılık Tepe'ye yakın ve Selvi Burnu'na doğru akan bir ters akıntı vardır. 2. Çanakkale Boğazı'nın Akıntı Sistemi Çanakkale Boğazı'nın kuzey ağzıyla Ege kıyısındaki ağzı arasında 20 cm. lik bir düzey farkı vardır. Burada üst ve alt akıntı olarak birbirlerine ters iki akıntı sistemi vardır. Marmara'dan gelen sular üstten Ege'ye, Ege suları ise alttan Marmara'ya akar. Alttan gelen tuzlu Ege suları saniyede yaklaşık 50 cm hızla ilerler, hızı üst akıntıdan birkaç kez daha fazladır. Boğazı geçen üst akıntı kenarlarda kıyı şeklinin neden olduğu bazı ters akıntıları oluşturur. Bu ters akıntılar Anadolu kıyılarının güney ve orta kesimlerinde daha belirgindir. Yüzey akıntıları İstanbul Boğazı'na nazaran daha düzenlidir. Nara'ya kadar olan bölgede akıntının genel hızı 1.5-2 mil dolayındadır. Nara'dan sonra ise akıntı yaklaşık bir kat daha hızlı akar. Gelibolu önlerinde 2 mil, Nara önlerinde 4 mil, Kilitbahir önlerinde zaman zaman 4 mil hızla akar. 3. Marmara Denizi'nin Akıntı Sistemi Marmara Denizi'nde coğrafi yapının seyir üzerinde herhangi bir olumsuz etkisi yoktur. Akıntı üstten Çanakkale'ye, alttan Karadeniz'e doğru akar. Kıyılara yakın bölgelerde Marmara'nın iç akıntıları farklı yön ve hızda olmakla beraber, uluslararası geçişlerin yapıldığı trafik ayrım hattında akıntılar düzenli ve hızları azdır.
  6. 1. TÜRK BOĞAZLARINDA DENİZ TRAFİĞİ 2.1. İstanbul Boğazı'nda Yerel Trafik Yoğunluğu İstanbul Boğazı'nda seyir güvenliğini olumsuz yönde etkileyen bir önemli faktör karşıdan karşıya geçiş yapan gemilerin oluşturduğu şehir içi yerel trafiğin yoğunluğudur. İstanbul Boğazı'nda iki kıyı arasında karşılıklı seferlerin yapıldığı yoğunluğa neden olan hatlar; Şehir Hatları Taşımacılığı, Deniz Otobüsleri, Özel Yolcu Motorları, Balıkçı Tekneleri, Gezinti ve Spor Tekneleri ve Askeri Gemilerdir. 2.1.1. Şehir Hatları Taşımacılığı İstanbul Boğazı'nda iki kıyı arasında yapılan taşımacılık, Türkiye Denizcilik İşletmeleri Şehir Hatları İşletmesi tarafından gerçekleştirilmektedir. Şehir Hatları İşletmesi 89 gemilik filo ile Boğaz kıyısında 17, diğer yerlerdekilerle beraber toplam 49 iskelede hizmet vermektedir. Şehir hatlarına ait gemilerin Boğaz'da karşıdan karşıya yaptıkları sefer sayısı günlük 800'ün üzerindedir. 2.2.2. Deniz Otobüsleri ile Yapılan Taşımacılık İstanbul Boğazı'nda gemilerin karşıdan karşıya geçiş yaptığı bir diğer hat İstanbul Deniz Otobüsleri'nin (İDO) hattıdır. Bu hat özellikle Karaköy-Eminönü-Kadıköy arasındaki bölgede uluslararası sefer yapan gemilerle karışarak trafiği yoğunlaştırır. Günlük olarak yapılan seferlere göre, Trafik Ayrım Düzeni içinden geçen gemilerin sefer sayısı 125'dir. Deniz Otobüsleri 25-30 deniz mili hız ile Boğazlar bölgesinde en hızlı seyir yapan gemilerdir. Seferler sabah 06.00 ile akşam 21.00 arasında yapılmakta olup yoğunluk gündüz vakitlerindedir. 2.2.3. Gezi Amaçlı ve Yolcu Taşıyan Motorlu Gemiler İstanbul Boğazı'nda taşımacılık, S.S. Gezi ve Motorlu Taşıyıcılar Kooperatifi'ne ait tekneler tarafından yapılmaktadır. Bu kooperatif toplam 60 tekne ile Üsküdar-Eminönü-Karaköy, Kadıköy-Haydarpaşa-Eminönü ve yaz mevsiminde Eminönü-Adalar, Karaköy-Adalar hatlarında çalışmaktadırlar. Ayrıca Bebek ile Anadolu Hisarı arasında çalışan 4-5 adet dolmuş motoru daha vardır. 3. Çanakkale Boğazı'nda Toplam Deniz Trafiği Yoğunluğu İstanbul ve Çanakkale Boğazı uluslararası taşımacılıkta aynı oranda kullanılmaz. Karadeniz ile Türkiye arasında yapılan seferlerde kullanılan yükleme ve boşaltma limanlarının çoğu Marmara Denizi kıyılarında olduğu için bu seferlerde sadece İstanbul Boğazı kullanılır. Benzer şekilde Avrupa, Akdeniz ve diğer ülkeler ile yapılan taşımacılıkta yine Marmara Maki limanlar kullanıldığından sadece Çanakkale Boğazı'ndan geçilir. 4. Boğazlardan Uğraksız Geçiş Yapan Yabancı Gemiler Boğazlarda en büyük risk unsurunu, Karadeniz'e veya Ege Denizi'ne çıkmak için uğraksız geçen büyük gemiler, standart-altı gemiler ve tehlikeli yük taşıyan gemiler oluşturmaktadır. Seyir güvenliğinin güçlendirilmesine yönelik çalışmalar Türk Boğazları'ndan ve Marmara Denizi'nden uğraksız geçiş yapan bu gemiler üzerine odaklanmıştır. Boğaz trafiği, Karadeniz'e kıyısı olan ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra kendi filolarını oluşturmaları ile artmıştır. Ayrıca Doğu Avrupa ülkeleri de Tuna-Ren su yolunu kullanarak Karadeniz'e açılmış ve Boğaz trafiği nehir gemilerinin de katılması ile daha da yoğunlaşmıştır. Son yıllarda, Hazar petrollerinin Batı pazarlarına şevkinde Türk Boğazları'nın kullanılmasına yönelik eğilimlerin, Boğazların ve İstanbul'un güvenliği bakımından önlenmesi gerekmektedir. Halihazırda, Boğazlardaki trafik, seyir, can, mal ve çevre güvenliği bakımından katlanılabilir düzeyin üzerindedir. 2. TRAFİK YÖNETİM VE DENETİM HİZMETLERİ 11 Ocak 1994 tarih ve 2 i 815 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Boğazlar ve Marmara Bölgesi Deniz Trafik Düzeni hakkındaki Tüzük gereği İstanbul Bölge Müdürlüğü ve Denizcilik Müsteşarlığı bağlısı olarak Deniz Trafik Düzen Başkanlığı kurulmuş ve 1 Temmuz 1994 tarihinde faaliyete başlamıştır. Deniz Trafiğinin denetimi, başlangıçta Deniz Kuvvetleri Komutanlığından ve Türkiye Denizcilik İşletmelerinden geçici görevlendirilen personel ve T.D.İ.'ye ait birimlerden temin edilen cihaz, teçhizat ve personelin yetki ve sorumluluğunda sağlanmıştır. Bu dönemde personel alımları ve eğitim faaliyetleri de sürdürülmüş olup, askeri personelin ayrılışını müteakip, denetim faaliyetleri, Tüzük Hükümleri çerçevesinde, 1 Şubat 1995 tarihinden itibaren Denizcilik Müsteşarlığı personelinin yetki ve sorumluluğunda yürütülmektedir. Deniz Trafik Kontrol Düzen Başkanlığı, İstanbul Deniz Trafik Kontrol Merkez ve bağlısı Türkeli, Kandilli, Ahırkapı Deniz Trafik Kontrol İstasyonu ve Umuryeri Deniz Trafik Gözcü İstasyonu ile Çanakkale Deniz Trafik Kontrol Merkezi ve bağlısı Gelibolu, Çanakkale ve Mehmetçik Deniz Trafik Kontrol İstasyonlarından ibarettir. Söz konusu Başkanlığın görevleri; Boğazlar ve Marmara Denizinde seyir, can, mal ve çevre güvenliğini sağlamak amacıyla deniz trafiğini Tüzük Hükümleri uyarınca düzenlemek ve kontrol etmektir. Bu maksatla; Tüzüğe ve Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO) çerçevesinde geliştirilmiş Sözleşme ve kurallara uygun olarak, Boğazlar ve Marmara Bölgesinde; Deniz Trafik Ayrım Şeritleri tesis edilmiştir. SP-1, SP-2 mevki çağırma noktası raporları ile muhabere usul ve esaslarını ihtiva eden rapor sistemi hazırlanarak yürürlüğe konmuştur. Deniz Trafik Kontrol Merkezleri ve İstasyonları ( Marmara Ereğlisi Deniz Trafik Kontrol İstasyonu, Rumeli Kavağı ve Kızkulesi Deniz Trafik Kontrol İstasyonları hariç) tesis edilerek işletmeye alınmıştır. Halen, trafik ayrım düzeni rapor sistemi ve Deniz Trafik Kontrol Merkez ve İstasyonları ile bu istasyonlardan bir kısmında tesis edilen radarlarla, Tüzük Hükümleri uyarınca deniz trafiği kontrol edilmektedir. Gece ve görüşün kısıtlı olduğu durumlarda görevin etkinlikle yapılması için İstanbul'da Türkeli ve Ahırkapı Deniz Trafik Kontrol İstasyonlarına ve Umuryeri Deniz Trafik Gözcü İstasyonuna arpa özellikli FURUNO radar, Kandilli Deniz Trafik Kontrol İstasyonunda RAYTHEON radar halen kullanılmaktadır. Bu kapsamda Başkanlıkça, Deniz Trafik Kontrol Merkez ve İstasyonları çalışma usul ve esasları talimatı hazırlanarak Müsteşarlık geçici onayı ile yayınlanmıştır. Boğaz geçiş kıstasları, Tüzük Hükümleri ve uygulamadan elde edilen sonuçlar ışığında incelenerek geliştirilmiştir. Halen Türk Boğazlarında seyir güvenliğinin güçlendirilmesi amacıyla, mevcut seyir yardımcılarının geliştirilmesi ve yenilerinin tesisine yönelik çalışmalar sürdürülmektedir. 3. HABERLEŞME SİSTEMLERİ: Bilindiği üzere, deniz haberleşmesi evrensel olup, ITU/RR esaslarına göre deniz haberleşmesinde kullanılacak frekans bandları tespit edilmiştir. Telsiz Kanunu ve Telsiz Yönetmeliğine göre ülkemizde VHF, MF ve HF haberleşmesinde kullanılacak frekans bandları ve frekanslar belirtilmiştir. Buna göre; 156-162 MHz frekans bandı VHF/FM haberleşmesinde, 1600-4000 MHz frekans bandı MF haberleşmesinde, 4000-27500 MHz frekans bandı HF haberleşmesinde kullanılmaktadır. Deniz VHF/FM haberleşmesinde halen mevcut ve ITU tarafından belirlenen uluslararası kullanıma açık 55 deniz kanalı (ITU-R APS 18) kullanılmaktadır. 4. KILAVUZLUK HİZMETLERİ a. Türk boğazlarındaki kılavuzluk hizmetleri özelleştirme kapsamındaki TDİ'ye bağlı Boğazlar ve Marmara Kılavuzluk Hizmeti Müdürlüğü bünyesindeki Kılavuz Kaptanlarla verilmektedir. Kılavuz Kaptanlar Boğazlar'da seyir güvenliği bakımından önemli görev ifa etmektedirler. İstanbul Boğazında biri Tellitabya, diğeri Harem'de olmak üzere iki pilot istasyonu bulunmaktadır. Bunlardan Harem pilot istasyonu, yakın zamanda, gerek liman girişine hakimiyet, gerekse kılavuz indirme/bindirme yerine olan mevki, mesafelerde avantaj sağlamak mülahazalarıyla Kadıköy İnciburnu mevkiine nakledilecektir. İstanbul Boğazı kuzey girişinde ise Tellitabya pilot istasyonunun mevkii, kılavuz alma yerine göre çok güneyde ve Boğazın içerisindedir. Gerek zaman, gerekse İstanbul Boğazı kuzey girişinin hakim kuzey rüzgarlarının oluşturduğu olumsuz deniz durumu dikkate alındığında, pilot istasyonundan kılavuz alma yerine intikalde güçlükler yaşanabilmektedir. Bu nedenle pilot istasyonu mevkiinin Çalı Burnu-Fil Burnu hattının hemen altına alınması gerekli görülmektedir. Çanakkale Boğazı'nda Gelibolu ve Mehmetçik olmak üzere iki pilot istasyonu mevcuttur. Kılavuz alma ve indirme mevkilerinin uygun olduğu değerlendirilmektedir. Pilot motorları her istasyonda 2 adet bulunacak şekilde serviste tutulmaktadır. Bunlar 9-10 mil sürat yapan küçük motorlar olup, kılavuz alma, indirme yerlerine intikalde, gerek zamandan tasarruf edilmesi, gerekse denize uygunluklarının geliştirilmesi amacıyla, orta vadede daha süratli ve denize dayanıklı teknelerle değiştirilmelerinde yarar görülmektedir. Türk Boğazlarından uğraksız geçen gemilerin kılavuz kaptan alma oranları tedricen artış göstermekle birlikte, henüz düşük boyuttadır. b. İstanbul Boğazı İstanbul Boğazından 1999 yılında geçiş yapan 47.906 gemiden, 18.424 adedi (%38'i) kılavuz kaptan almıştır. Bu duruma göre, ayda ortalama 1.535 gemi, günde ortalama 50 gemi kılavuz kaptan almıştır. Bahse konu gemi geçişlerinin % 25' i, 150 metrenin üzerindeki kritik ve 200 metrenin üzerindeki büyük gemi statüsündeki gemilerin toplamı olup, bu gemilerde Kılavuz Kaptan alma oranı % 87' dir. Boyu 150 metrenin altındaki gemilerin Kılavuz Kaptan alma oranı % 30' dur. Aynı dönemde geçiş yapan tehlikeli yük (ham petrol, petrol türevi, LPG, kimyasal ürün) taşıyan gemilerin (tankerlerin) Kılavuz Kaptan alma yüzdeleri, gemilerin boyları büyüdükçe artmaktadır. Örneğin, boyları 150-200 metre arasındaki gemilerin yüzde 91'i; 200-250 metre arasındaki gemilerin ise, yüzde 98'i kılavuz kaptan almıştır. Bu durum, Boğaz'da seyir güvenliği açısından nispeten olumlu bir husus olarak değerlendirilmektedir. 1999 yılında İstanbul Boğazı'ndan geçiş yapan gemilerin tiplerine göre Kılavuz Kaptan alma oranları şöyledir: Gemi Tipi Toplam Geçen Kılavuz Alan % Yolcu Gemisi(MPR) 1862 1723 93 Likit Petrol Gazı (LPG) 475 397 84 Dondurulmuş Gıda (REEFER) 338 279 83 Konteyner Gemisi 1273 1000 79 Dökmeği Gemi 3552 2326 76 Ham Petrol Ürünü Taşıyanlar 4452 3254 73 Kimyasal Tankerler 577 191 30 c. Çanakkale Boğazı 1. Çanakkale Boğazı'ndan 1999 yılında geçiş yapan 40.582 gemiden, 10.002 adedi (%25'i) Kılavuz Kaptan almıştır. Bu duruma göre, ayda ortalama 833 gemi, günde ortalama 27 gemi Kılavuz Kaptan almıştır. 2. Aynı dönemde geçiş yapan tehlikeli yük taşıyan gemilerin (tanker) kılavuz kaptan alma oranları da İstanbul Boğazına nazaran daha düşüktür. Örneğin, tehlikeli yük taşıyan 150-250 metre arasındaki gemilerin ancak yüzde 38'i kılavuz kaptan almıştır. 3. 1999 yılında Çanakkale Boğazından geçiş yapan gemilerin tiplerine göre kılavuz kaptan alma oranları da şöyledir: Gemi Tipi Toplam Geçen Kılavuz Alan % Yolcu Gemisi(MPR) 622 518 83 Likit Petrol Gazı (LPG) 663 407 61 Dondurulmuş Gıda (REEFER) 498 314 63 Konteyner Gemisi 3421 2199 64 Dökmeği Gemi 3317 922 27 Ham Petrol Ürünü Taşıyanlar 5445 1076 19 Kimyasal Tankerler 1065 497 46 5. SAĞLIK HİZMETLERİ Bilindiği üzere Lozan Antlaşması'nın X. No'lu Ek Beyannamesi, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü'nün Sağlık Bakanlığı bünyesinde katma bütçeli bir Genel Müdürlük olarak faaliyet göstermesinin hukuki dayanağını oluşturmaktadır. Boğazlardan geçiş, Montreux Sözleşmesi, Uluslararası Sağlık Tüzüğü (ÜST) ve 2548 sayılı Gemi Sağlık Resmi Kanunu'nun ilgili hükümleri gereğince sağlanır. Boğazlardan uğraksız geçişlerde Montreux Sözleşmesi'nin 3. maddesi ile UST'nün 33. maddesinde belirtildiği üzere, sağlık kontrolü yapılır. Sahil Sağlık Teşkilatı, ülkeyi karantina hastalıklarından korumak ve başta UST'nün 29.maddesi ile diğer kanunlarımızın vermiş olduğu yetkilerle deniz kirliliği konusunda çevre sağlığı yönünden tedbirler almak için faaliyet göstermektedir. Bu kontroller sırasında Sahil Sağlık botları tarafından gemilerle sağlanan temas sonucu, gemi kaptanı veya doktoru tarafından UST'nün 77.maddesi ile ülke kanunları gereği doldurulan Deniz Sağlık Bildirimi, sağlık ekibi tarafından alındıktan sonra, uygun görüldüğünde Sağlık Kontrol Kartı düzenlenerek Boğazlardan uğraksız geçişlerine müsaade edilmekte ve ilgili kanunlara göre sağlık rüsumu tahsil edilerek katma bütçemize aktarılmaktadır. Boğazlara girişler iki merkezce yürütülmektedir: 1. Ege Denizi'nden girişte Çanakkale Sahil Sağlık Denetleme Merkezi: Bu birimde bir tanesi aktif olmak üzere beş tane motorbot mevcut bulunmaktadır. Bu birimin pratika sahası, Boğazlar Tüzüğü'nde Çanakkale Boğazı'nın Ege girişi olarak belirlenmesine rağmen, bu sahada çalışmanın zor olması nedeniyle yapılan başvurular neticesinde Boğazın Karanlık Liman mevkisi ile Kepez Feneri mevkisi arasında çalışmaya müsaade edilmiştir. Birim bu alanda pratika hizmetini yürütmektedir. 2. Karadeniz'den Boğazlara girişte Büyükdere Sahil Sağlık Denetleme Merkezi: Bu birimde de bir tanesi aktif olmak üzere dört adet motorbot bulunmaktadır. Bu birimin pratika sahası ise, Türkeli Feneri ile Anadolu Fenerini birleştiren hattın 1 mil kuzeyinden Hamsi Limanı ile Filburnu Fenerini birleştiren hatta kadar sürmektedir. alintidir ...TIKLA
  7. hos bulduk bu forum cok içten ve candan kişilerlen oluşmuş....
  8. Wright Kardeşler Orville Wright Wilbur Wright Wright Kardeşler, ilk motorlu uçağı yapan ünlü kardeşlerdir. Wilbur Wright1867 yılında doğmuş, 1912 yılında ölmüştür. Kardeşi Orville Wright ise 1871 yılında doğmuş, 1948 yılında ölmüştür. Ohio, Daytonlu iki bisiklet ustası olan Wilbur ve Orville Wright,1899'da kuşların nasıl uçtukları hakkında kendilerine ipucu verebilecekher şeyi sistemli bir şekilde incelemeye başladılar. Bilimsel eserlerdeve eski insanların deneyimleri arasında kendi işlerine yarayacak hiçbirşey olmadığını kısa sürede anlayan Wright kardeşler sadece Berlinyakınlarındaki bir tepe üstünden planörle uçuş denemeleri yapan ve bukonuda çok dikkatli notlar tutan Alman mühendisi Otto Lilienthal'inçalışmaları vardı. Lilienthal kuşlarınuçmalarını çok yakından incelediği için planörünün bir kuşu andırmasınafazla şaşmamak gerekir. Fakat o içlerinde ünlü ressam Leonardo DaVinci'nin de olduğu birçoklarını cezbeden tuzağa, yani kuş uçuşunutemsil eden kanat çırpma olayının cazibesine kapılmadı. Lilienthaluçabilecek bir uçağın havayla temas halinde olan sabit bir kanadıolması gerektiğini gösterdi. Kararlı bir uçuşu gerçekleştirebilmek içingerekli kontrol sadece onun söylediği böyle bir kanat tarafındansağlanabilirdi ve bu konuda Wright kardeşler de onunla uyuşuyordu. Wilbur ve Orville Wrightbilimsel öğrenim görmemişler, liseden sonra yüksek bir okuldagitmemişlerdi. Fakat uçma alanındaki çalışmalarını ilerlettirken kendibilimsel yönlerini de model uçaklar, uçurtmalar, insan taşıyanplanörler ile yaptıkları yüzlerce deney sayesinde bu konuda bilimselbir eser hazırlayacak kadar ilerlettiler. Hatta hazırladıkları 200'dençok farklı tipteki kanatları denemek için bir rüzgar tüneli dahiyaptılar. Wright kardeşlerin 17 Aralık 1903'te North Carolina'daOrville'in kontrolünde havalanan ilk uçağı aerodinamik ses teorisinebağlı kalınarak yapılmıştı. Bu uçak ikipervaneliydi. Pilotla birlikte ağırlığı 335 kg.dı. Bu uçuşun beş tanegörgü şahidi vardır. Orville birinci denemede 12 saniye uçtu. Ve sadece37 metre mesafe katetti. O günkü son denemesinde ise, bu süre 59saniyeye çıkmıştı ve 280 metrelik bir mesafeye uçmuştu. Daha sonrauçaklarını geliştirdiler ve 1904 yılında uçağa havada dönüşleryaptırarak, geri dönmek suretiyle kalktıkları noktaya inmeyi başardılar. Wright kardeşler,iyi bir uçak tasarımında kanadın ani esen şiddetli rüzgarların zararlıetkisiyle sert havanın aşağı ve yukarı çekici etkisine karşın pilotundüzeltmesiyle kanadın daha uygun bir vaziyet almasını sağlayan birmekanizma bulunması gerektiğini anladılar. Kuşları gözleyerek serthavalarda uçuş düzeylerini korumak için kanat uçlarını nasılbüktüklerini not aldılar. Kanat bükmeyi planörlerinin kanatlarınınuçaklarını bir mekanizma yardımıyla eğerek taklit ettiler.Deneylerinden bunun işe yarayacağını tahmin etmişlerdir. Gerçekten deişe yaramıştır. Kanat eğmenin uçuş aerodinamiğini nasıl etkilediğinidoğru bir şekilde tahmin ettiler ve anladılar. Wright Kardeşlerartık uçabilen bir uçak yaratmışlardı ama onu nasıl uçuracaklarınıbilmiyorlardı. Bunu onlara gösterebilecek ne bir kitap ne de biröğretmen vardı. Yavaş yavaş ve metotlu bir şekilde uçakla dönüşyapabileceklerinden çok zaman önce emin olmuşlardı. Daha ilkdenemelerinde uçak tam bir daire dönüşünü kolaylıkla tamamlayarakhavalandıkları noktanın yanına indi. Uçak dizaynı, diğerleri Wrightkardeşlerinin seviyesine gelinceye kadar bir süre olduğu yerde saydı.Pilotun kanadın üzerine yatık bir şekilde durmaktan kurtarıp oturmasınısağlayacak bir yer yapılması gibi zorunlu bir takım şeyler gerekiyordu.Wright kardeşler pilotun oturabildiği bir uçak dizaynı hazırladılar.Ayrıca bir de iniş takımı yaparak kendilerini ilk uçuşlarındayanlarında taşıdıkları tekerlekli kriko ve monoraydan kurtardılar.
  9. efe doga

    PLANÖR

    PLANÖR Havacılar ?sonsuz maviliklerin eşsiz güzellikleri? diyorlar planörlere. Gökyüzünde süzülüşlerini, masmavi sularda yüzen kuğulara benzetenler ?Beyaz Kuğular? diye niteliyorlar. Uçarken, kanatlarının rüzgarlarla sürtünüşünde çıkan sesteki melodiyi yakalayanlar da ?sessizliğin müziği? diyorlar. Bu tanımların hepsindeki ortak nokta aynı. Planör denilen hava aracının taşıdığı ESTETİK. Planör, vinç sistemiyle ya da Vilga denilen bir başka aracın çekmesiyle havalanan ve belli bir yükseklikte Vilga?yla bağlantısını koparıp atmosferin alçak katmanlarındaki DİKEY-YATAY hava akımlarından yararlanarak uçan motorsuz bir hava aracıdır. Bu sporda amaç, en kısa zamanda en uzun yolu kastetmektedir. Bu nedenle planörlerin ÜSTÜN BİR AERODİNAMİK yapıda olması gerekir. Şöyle bir örnek verebiliriz. YARIŞMA TİPİ, ortalama bir planör bir metrelik yükseklik kaybettiğinde 35 metre ileri doğru süzülür. Planör yarışmaları MESAFE (en uzun mesafeye gidebilmek), ZAMAN (en kısa sürede gidebilmek) ve AKROBASİ (planörde yapılan çeşitli gösteriler) olarak düzenlenir. Planör pilotu olmak isteyenlerin her şeyden önce 16 yaşını bitirmesi gerekir. Havacılık sevdalıları THK?nın Eskişehir-İnönü Hava Eğitim Merkezi?ndeki ÜCRETSİZ kurslarına katılarak amaçlarına ulaşabilirler. 40 günlük BAŞLANGIÇ kursu, ardından elbette isteyenler için iki aylık TEKAMÜL kursu ve son olarak da YÜKSEK TEKAMÜL kursunda A-B-C Brövelerini kazanırlar. Planör Nedir? Planör Nasıl Uçar? Motoru olmayan bu hava aracının uçabilmesi için ilk önce planörün havaya çıkarılması gerekir. Bu, ilk yıllarda lastik amortisörlerle yüksek tepelerden tıpkı sapanla havaya fırlatılmak suretiyle olmuştur. Daha sonraları ise gelişen teknolojiyle birlikte uçak arkasında çekilerek veya vinçle çekilerek planör havaya çıkarılmıştır. Havalanan planör süzülme kabiliyetiyle havada uçuşunu sürdürür. Hava içerisinde ufkun altına doğru süzülen planörün kanatlarına çarpan hava akımları kaldırıcı güç meydana getirerek kütlenin havada kalmasını sağlar. Dünyada Planörcülük Uçma fikri çok eskilere dayanmaktadır. İnsanoğlunun tarihinde uçma tutkusu önemli bir yer tutmaktadır. Mitolojideki uçan hayvanlar ve insanlar hep bu tutkunun eseridir. Ancak teorik olarak uçma fikri ancak 16ncı asırda İtalyan bilgin Leonarda Vinci?nin helikopter benzeri çizimleriyle biçimlenmiş fakat karmaşık yapı ve teknik olanaksızlıklar nedeniyle uygulama imkanı olmamıştır. Daha sonraları ise İngiliz bilim adamı Kelley bu konuda araştırmalar yapmıştır. 1800 yıllarında ise Lobri adlı bir Fransız martı kuşuna benzeyen bir planör yaparak kısa bir mesafe de olsa uçmayı başarmıştır. Daha sonraları İngiliz Pilçer ve Amerikalı Rayt kardeşler bu dalda araştırmalar yapmış, 1903 yılında Rayt kardeşler Lilihantal?ın çalışmalarını geliştirerek bu modelin üzerine motor koymuş ve çalışmalarına devam etmişler, motorlu uçakların temelini hazırlamışlardır. Türkiye?de Planörcülük Daha sonra 1861 yılında Atıf Bey ince gürgen ağıcından ve ince saçtan yapılmış, el ve ayaklı işleyen, birkaç pervanesi olan bir uçak yapmıştır. Gerçek anlamda ise ilk planör uçuşu Göztepeli ve Galatasaraylı şahıslar tarafından 16 Mart 1934 yılında lastik amortisörle yapılmıştır. 1935 yılında ise Ankara?da Atatürk?ün direktifleriyle THK?na bağlı bir Planörcülük Okulu açılmıştır. İlk gelişen planörcüler yurt dışına ihtisas yapmaya gönderilmiş, dönüşlerinde ihtisas sahibi olarak birçok planörcü yetiştirmişlerdir. Planör Başlangıç Kursları Planör Başlangıç Kursları Planör Uçuş Okulu tarafından İnönü Eğitim Merkezi ve Akşehir Eğitim Merkezi?nde düzenlenir. Ayrıca talep olduğu takdirde uygun görülürse THK tarafından bölgesel kurslar da düzenlenebilir Kursa katılmak isteyenler her yıl 1 Ocak?tan itibaren dilekçe ile Türk Hava Kurumu Genel Başkanlığı?na müracaat ederler. Müracaat edeceklerin katılacakları kurs döneminde 16 yaşından gün almış olmaları ve en az ortaokul mezunu olmaları gerekmektedir Müracaat sayısının fazla olması durumunda öncelik Okul Havacılık Kollarına ve Havacılık Kulüplerine tanınır. Kurslarda başarı gösteren öğrenciler bir kez yalnız uçarak Planör ?A? brövesi alırlar. Planör Tekamül kursuna katılacak öğrenciler kontenjan durumuna göre daha öne ?A? brövesi almış başarılı, öğrencilerden seçilir. Bu kursu bitiren öğrenciler ?B? ve ?C? brövelerini takiben Planör Pilot Lisansının alırlar. Uçuş Eğitimi Başlangıç uçuş eğitimi iki safhadan oluşmaktadır; a. Uçuş öncesi eğitim, b. Uçuşla beraber yapılan eğitim. Her kursiyer uçuş öncesinde, uçuşa hazırlık amacıyla 3 gün süresince ders görür. Bu dersler; 5.Yer eğitimi, Bu derslerden normal usuller planörün teknik bilgilerini ve uçuştan önce yapılması gereken kontrolleri kapsar. Bu dersler sonunda yapılacak sınavda her biri 2 puan değerinde 50 test sorusu sorulur. Kursiyer bu sınavdan en az 70 puan almalıdır. Bu sınavda başarı gösteren kursiyer uçuş eğitimine başlar. Yer eğitim ise planör başında uygulamalı olarak yapılır. Bu derste uçuşa hazırlık olarak paraşüt kuşanma, planöre oturma, dahili kontroller, halatın veya telin takılması, kanat tutma ve planörün taşınası pratik olarak öğretilir. Uçuşa başlayan kursiyerler uçuşla birlikte nazari derslere devam ederler. Bu dersler sırası ile şunlardır; 1.Uçuş nazariyatı, 4.Vinç ile çalışma, 5.Emercensi usuller, 6.Sınav Alıntıdır: -http://www.hepimizbiriz.com/forum/PLANoR-t-5793.html-
  10. HELİKOPTER Helikopterler, taşıyıcı yüzeyleri döner hava araçlarıdır. Uçaklarda kanatların yaptığı taşıma görevini helikopterlerde paleler yapmaktadır. Helikopterin üstünde bulunan döner parçaların herbirine pale denir ve yapısı uçaklardaki kanat yapısına benzer. Paleler motorla döndürülür. Palelerdeki taşıma kuvveti palelerin dönmesiyle oluştuğundan, helikopter dikine kalkabilir, havada durabilir, yana, ileriye ve geriye doğru hareket edebilir. Helikopter uçuşunun ilkeleri, yüzyıllardır bilinmektedir. Leonardo da VİNCİ bir helikopter planı yapmış, George Cayley (1792) gibi eski havacılar da, çeşitli helikopter modelleri geliştirmişlerdir. İlk insan taşıyan helikopter, 1907 yılında Fransa?da Paul Cornu tarafından yapılmış ve 24 BG?lük bir motorla uçmuştur. Ancak bazı denge ve mühendislik sorunları nedeniyle, helikopterler, uçaklar gibi çabuk gelişme göstermemişlerdir. Dünyanın ilk başarılı helikopteri olan VS-316A, Rus asıllı Amerikalı mühendis Igor Sikorsky tarafından, 1942 yılının Ocak ayında yapılmıştır. Paleler bir göbek ile birbirine bağlanmıştır. Paleler ve göbekten oluşan parçaya rotor denir. Palelerin açısı pilot tarafından kumanda edilir ve açıyla birlikte palenin taşıma miktarı değişir. Bu kumanda ile pilot helikopteri düşey doğrultuda aşağı-yukarı kontrol eder. Helikopterde ana kanatlar ve kuyruk kanatları bulunmadığından, ana rotorlar ve kuyruk rotorları hem kaldırma kuvvetini hem de helikopterin kontrolu için gerekli gücü sağlar. Helikopterin yatay olarak ileri, geri ya da yana uçması istendiğinde rotor o yöne doğru eğilir. Helikopterin en yüksek hızı, yaklaşık 400 km/saatle sınırlıdır. Dünyanın en büyük helikopteri Mil-12?dir. Helikopterler askeri amaçlı kullanıldığı gibi sağlık, orman söndürme, taşımacılık, arama kurtarma gibi değişik amaçlarla kullanılabilmektedir. Alıntıdır: -http://www.hepimizbiriz.com/forum/HELiKOPTER-t-5792.html-
  11. efe doga

    Balon

    BALON Havacılık tarihinin en eski uçuş aracı Havacılık tarihinin en eski uçuş aracı olan bölümden oluşur. Yanma Birim-Sepet-Kubbe. Bu aracı dünyada ilk yapanlar Fransız Ethienne ve Joseph Mongolfier kardeşler. 900 metre küp hacminde, çevresi 35 metre, tam bir süre biçimindeki bu araç Mongolfier kardeşlerin dokudukları pamuk ve kağıttan yapılmıştır. Balonu şişirmek için, nemli hasır ve ünün yakılmasıyla elde edilen ateş kullanılmıştır. Yapımcılarının şişirdikleri balon bırakılınca birkaç dakika için bin metreye kadar yükselmiş ve kalkış noktasından 2 km. Uzağı yumuşak bir iniş yapmıştı. Zaman içinde çalışmalar ilerledikçe insan beyni de geliştir. Ve günün birinde ?Su geçirmez, lastikle kaplı, özel iplikten bir balon? ortaya çıktı. Yapımcısı yine Fransız?dı. Bu balon HİDROJEN?le şişirilecektir. Şişirme işlemi 3 günde tamamlandı ve balon havalandı. Havalandı da, gökyüzü kopkoyu yağmur bulutlarıyla kaplıydı. Araç 900 metreye kadar yükseldikten sonra bulutların arasında kayboldu. Bir süre sonra, 25 km. Ötedeki bir köyde bulundu. Bu havacılık tarihinin ilk ?GAZ BALON/UÇUŞUYDU?. Ne yazık ki değeri pek bilinmedi. Çünkü ona ?gökten gelen şeytani bir yaratık? olarak gören köylüler, ellerindeki çapalar ve tüfeklerle paramparça etmi?lerdir. Bu düşünce elbette zamanla değişti ve balon, bütün dünyanın en yaygın hava aracı oldu. Günün birinde insanlar bir balonun sepetine bir koç, bir ördek ve bir horoz koyup uçurdular. Birkaç dakikalık uçuştan sonra da İLK BALON YOLCULARI olan bu koç, ördek ve horozu güvenli bir şeklide yere indirdiler. Daha sonra da İNSANLI balon uçuşu yapıldı ve Fransız BORAN DE ROSIER (ROZİYE) dünyanın ilk BALON PİLOTU oldu. Balonları dört ana grupta toplayabiliriz. Sıcak Hava Balonları-Gaz Balonları-Rosier Balonları ve Hava Gemileri (Gaz Balonlarında Jules Verne?in balonunu örnek olarak gösterebiliriz). Genç Hava izcileri; balon yarışmaları son derece ilginçtir. Rüzgarın esişi yönünde, genellikle yukarıda rahatça görülebilen hedefler belirlenerek X şeklindeki panolarla işaretlenir. Yarışmacılara MARKER denilen, ucuna ağırlık takılmış kurdeleden verilerek, yarışma sırasında bu hedeflere atmaları istenir. Derecelendirme, markerlerin hedefe olan yarılıklarına bakılarak yapılır. Bir de MESAFE YARIŞMASI vardır. Bunda amaç, kalkış noktasından en uzak noktaya gidebilmektir Alıntı: -http://www.hepimizbiriz.com/forum/BALON-t-5797.html-
  12. Yat Nedir? Yat kelimesi (Yacht) sözcüğünün türkçe karşılığıdır dersek yanlış olmaz.Yacht sözcüğünün geçmişi ise 17. yüzyıla kadar dayanır.Kaynaklara göre bu kelimenin Hollanda kökenli olduğu biliniyor.O devirde kanallarda hzlı giden ve kolay manevra kabiliyetine sahip teknelere yacht (yat) deniyordu.Daha sonraki yıllarda yatlar,başta Fransa olmak üzere tüm Avrupa'da yavaşta olsa yayıldı. Günümüzde yat denince akla motoryatlar veya yelkenli yatlar gelmektedir.Biz yelkenli yatları ele alacağız.Yelkenli yatlar çok gelişmiş teknolojiyle üretilirler ve batmazlardır.Peki nasıl batmazlar? Eğer bir yelkenli yat devrilse bile(bu çok zor bir ihtimal),ağır olan,dengeleyici salması nedeniyle tekrar düzelirler. Bu sistemin çalışma prensibi hacıyatmaz oyuncaklarınki gibidir.Yandaki şekilde bir yelkenli yatın su altındakalan salması görülüyor.Salma hem yelken seyirlerinde yatı dengeliyor hemde yatın akıntı,dalga ve özelliklede rüzgar gibi etkilerde direnmesini sağlar. Gerek yerli gerekse de yabancı yat üreticileri yelken ve deniz severler için 2 ana tipte yat üretirler.Yarışmak isteyenler için daha hızlı fakat az konforlu,gezmek isteyenler içinsede daha yavaş,su hattı geniş,az bayılan ve tabiki daha konforlu gezi tekneleri üretirler.Satın alırken tercih size kalmıştır. Ayrıca yat üreticileri,yelkenseverlerin ihtiyaçlarına göre her boyda yat üretmektedirler.Fakat unutulmamalıdır ki 6 metrelik bir yelkenli yatla bile,eğer iyi bir denizciyseniz ve zorluklara karşı direnebiliyorsanız dünyayı turlayabilirsiniz.1968 yılında dünya turunu tamamlayan usta denizci Sadun Bora ve eşi ,Kısmet isimli "double ender" (baş kıç bir) tipinde, 10.5 m boyunda, 3.30 m eninde ve su çekimi 1.65 metre ve altında da 3.5 ton sabit maden ağırlık bulunan bir tekneyle dünyayı turladılar. Alıntı: -http://www.yelkenokulu.com/yatnedir.html-
  13. hayir yeniyimde sen eski ozaman dedin yaa bende niye eskiyeyim dedim alalaa bu cadiylan işimiz var yarabbim hosbulduk zeynep
  14. efe doga

    TERME

    TERME Terme'nin tarihi M.Ö. 1OOO yılına kadar iner. Terme adının Termisus veya Termodon’dan geldiği söylenmektedir. İlçenin halkının Gaşkalar olduğu sanılmaktadır. Hititler Samsun'a kadar yayılınca Gaşkalı'larıda yönetimleri altına almışlardır. Bazı tarihçilere göre Terme'ye Amazonların yerleştikleri kabul edilmektedir. Hatta M.Ö.562'lerde Samsun kurulurken Terme şehrinin mevcut olduğu belirtilmektedir. Türklerin Anadolu'ya hakim olmaya başladıkları 11.yüzyıla kadar Terme'ye Hititler, Frigler, Medler, Persler ve Romalılar hakim olmuşlardır. 395 yılından itibaren Terme Roma İmparatorluğunun Doğu yani Bizans Devletinin hakimiyetine girmiştir. Türklerin 1048 Pasinler, 1071 Malazgirt zaferlerini kazanmalarıyla birlikte, Önce Doğu Anadolu Bölgesindeki Bizans hakimiyeti sona erdirildi. Doğu Karadeniz Bölgesinde ilk önce Çoruh Vadisi'nden içlere doğru giden Türk-Çepni boyu görüldü. 1204 tarihinde Bizans, Latinlerin istilasına uğrayınca İstanbul'dan kaçanlar Trabzon'da Kommenler Devletini kurdular.Bu Devlet zaman zaman Samsun'a kadar hakim oldu. l.Alaeddin Keykubat zamanında (1219-1236) Terme dahil bütün Karadeniz sahili Anadolu Selçuklularının yönetimine girmiş oldu. Moğolların istilasından sonra bu bölgenin genel valiliği Uygur Türkü olan Eretna Bey'e verildi. Eretna Bey, Amasya, Samsun, Tokat, Sivas, Kayseri bölgesinde kendi adıyla devletini kurdu. 1381'de Kadı Burhanettin, Eretna Beyliğini ele geçirince Termedonun bölgesine bağlandı. Bu arada Samsun ve civarında Canik Beyliği de kurulmuştur. 1398 yıllarında Yıldırım Beyazit Amasya ve Karadeniz bölgesini alınca Taceddin Oğulları ve Canik Beyleri Osmanlı yönetimini kabul ettiler. Bundan sonra Terme Kazası Cumhuriyet dönemine kadar Canik Mutasarrıflığının idaresinde yönetildi. Bu arada Terme 1.Dünya Savaşı yıllarında Eylül 1916 da Ruslar tarafından bombalandı, ve zararlar gördü. Milli Mücadele döneminde Rum ve Ermenilerden oluşan çeteler Terme'yi yakıp yıkma faaliyetlerine başladılar. Bölgedeki bu çete faaliyetlerine karşı silahlanan kahraman yöre halkı Rum ve Ermeni çetelerini zararsız hale getirmesini bildi. Mustafa. Kemal 1919 yılında Milli Mücadeleyi başlatmak için Samsun'a çıktığında Onu karşılayanlar arasında Terme'den Hacı Kuzu Fevzi Efendi'de bulunuyordu. COĞRAFYA Terme ilçesi, Orta Karadeniz Bölgesinde, Samsun iline bağlı Samsun-Ordu Devlet karayolu üzerinde kurulu olup Samsun iline 57 km uzaklıktadır. En yakın yerleşim birimlerinden Çarşamba ilçesine 22 km, Ünye ilçesine 32 km uzaklığı bulunmaktadır. İlçenin yüzölçümü 583 km² dir. Doğusunda Ünye ilçesi, batısında Çarşamba ve Salıpazarı ilçeleri, kuzeyinde Karadeniz ve güneyinde Akkuş ilçeleri ile çevrilidir. İlçemiz denizden 0-3-10 km den başlayarak yavaş yavaş yükselen verimli ve yeşilliklerle kaplı arazi yapısına sahiptir. En önemli akarsuyu Terme Çayı’dır. Diğer akarsuları Akçay Deresi, Miliç Irmağı ve Karaboğaz Suyu olup, ayrıca Simenit ve Akgöl gölleri de doğal güzelliğe sahip yerlerdendir. NÜFUS 2000 yılında yapılan nüfus sayım sonuçlarına göre ilçe merkezi nüfusu 25.052, Evci Kasabası nüfusu 4.906, Sakarlı Kasabası nüfusu 4.328, Bazlamaç Kasabası nüfusu 2.970, Kocaman Kasabası nüfusu 2.643, Ambartepe Kasabası nüfusu 3.075, Hüseyinmescit Kasabası nüfusu 2.716, Gölyazı Kasabası nüfusu 2.127, Söğütlü Kasabası nüfusu 2.036, Kozluk Kasabası nüfusu 2.489 olup beldelerin toplam nüfusu 27.290 ve 58 köyün toplam nüfusu 29.819 olup toplam nüfus 82.161’dir.
  15. efe doga

    Havza

    HAVZA Havza'nın Kelime Anlamı : Havza kelimesinin kurucusu Hititlerin (Turaniler) Amasya Valisi «Kavuzhan» adıyla ilgili olarak «Kavza» kelimesinden geldiği ileri sürülmektedir. Kasabanın ilk adının, kesin olmamakla birlikte «Asarül Bilâd » adlı kitap yazarı Zekeriye Bin Mahmud El Kozuini, İlçede 442 yılında olan bir depremden söz ederken «Ancere» kelimesini kullanmıştır. «Havza» kelimesi 930 veya 1245 yıllarından sonra kullanılmaya başlanmıştır. Havza adının kullanılmasının ağırlıklı bir nedeni, kaplıca ve hamamlardaki «Havuz» ların çokluğudur. «Havza»nın nehir veya maden çevresi anlamı da vardır. Havza Tarihi: Havza Hititlerin Amasya Valilerinden Kavuzhan tarafından 2500 yıllarında kurulmuştur. Amasya'nın Pontus Kollarının hükümet merkezi olmasıyla Havza'da Pontus idaresine girmiş, VIII yüzyıllardan itibaren de Bizans'ın eski Vilayetlerinden olan «Armenikanun» kaleleri arasında yer almıştır. Bölgede M.S. 442 yılında olan ve iki gün süren deprem sonucu çoğu bina ve bir de kilise yerle bir olmuş, yıkılan kilisenin altından çok sıcak su çıkmıştır. Şu an kaplıcaların bulunduğu yerde kazı yapılması halinde batık bir şehrin bulunabileceği tahmin edilmektedir. Bu bölge M.S. 712'de Arapların eline geçse de Bizans İmparatorluğu'ndan kesin olarak ayrılışı Selçuklular sayesinde olmuştur. Osmanlı döneminde, Anadolu'nun beş büyük kültür merkezinden biri olan Amasya'nın sınırları içinde kalmıştır. Havza 1882 yılında ilçe olmuş, 1925 yılında Amasya'dan ayrılarak Samsun'a bağlanmıştır. Atatürk'ün Gelişinde Havza : İlçe Milli Kurtuluş Hareketlerinin başlangıcında önemli gelişmelerin kaydedildiği yer olarak ta resmi tarihimize damgasını vurmuştur. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk 25 Mayıs 1919 günü akşamı üzeri Havza'ya gelmiş, (18) gün burada kalmış, rahatsız olarak geldiği ilçede, şifalı kaplıcalarında sağlığına kavuşmuştur. Atatürk ilçede, şimdi restore edilen önceleri otel olarak, daha sonra belediye olarak kullanılan Mesudiye Otelinde, Karargâhı ise Ali Osman Ağa konağında ikâmet etmiştir. Kurtuluş savaşı hazırlıkları burada başlamış, Amasya Tamimi burada ele alınmıştır. Yurdun işgali ilk kez Havza'da düzenlenen mitinglerde kınanmıştır. Mustafa Kemal Paşa, İlçeye gelişinin 2. Günü olan 26 Mayıs 1919 tarihinde kendisini ziyarete gelen heyete Şu tarihi sözleri söylemiştir. «Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız, kurtulacağız, bizi öldürmek değil, canlı mezara atmak istiyorlar. şimdi çukurun kenarındayız. Son bir azim bizi kurtarabilir.» Atatürk Havza Belediye Başkanından, bölgedeki Müslüman ve Hıristiyan halkın oranını, siyasi eğilimlerini, aralarındaki anlaşmazlıkların nedenlerini, ve çözüm yollarını, ilçenin ileri gelenlerini, halkın vergi borcu olup olmadığını öğrendi ve ertesi gün yani 27 Mayıs 1919'da Havza'da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu. Atatürk Havza'ya geldiklerinde Kaymakam Fahri Bey'di. Mustafa Kemal 13 Haziran 1919'da Havza'da bir miting düzenler. O sırada Havza'dan geçen İngiliz temsilcisi Keçil durumu Samsun'a bildirdi. Haber İstanbul Hükümetine iletilerek Mustafa Kemal'in geri çağırılması istenir. Aynı gün (13 Haziran 1919) Havza'dan ayrılan Mustafa Kemal ayrılırken Havzalılara, «Bu gün artık üniforma sahibi deyilim. Size evvelce bildirdiğim gibi sade bir millet adamıyım.» demiştir. Atatürk'ün ilçemize 24 Eylül 1924 tarihinde ikinci teşriflerinde Havzalılara hitaben söylediği sözler şöyledir. «Sizinle en elemli, en yeisli günlerde tanıştım. Aranızda günlerce kaldım. Bana mazinin hatırasını tekrarlatan şu daire içinde kıymetkâr mesai ve muavenetinizden pek müstefit oldum. Eğer Havzalıların o samimi ve metin hüsnü kabulleri olmasa ve eğer Havza'nın nafi şifalı kaplıcaları ahval-i sıhhiyem üzerinde müspet bir tesir bırakmasaydı, emin olunuz ki inkılâp için çalışamayacaktım. Bundan dolayıdır ki Havza ve Havzalılara çok şey borçluyum. Kalbi rabıtam ebediyen saklayacak ve sizi hiç unutmayacağım. İlk cüreti, ilk cesareti gösteren sizlersiniz İnkılâp ve Cumhuriyet tarihinde kahraman Havza'nın ve Havzalıların büyük bir yeri vardır.» Atatürk'ün Havza'ya gelişi her yıl 25 Mayıs'ta parlak törenlerle kutlanmaktadır. İlçemiz milli mücadeledeki yerini fazlası ile almasına rağmen yeterli ilgi ve alakayı görmemiştir.Atatürk Havza’ya gelmeden önce buradan milli mücadeleyi başlatacağının ilk işaretlerini veriyordu.Mustafa Kemal Havza ya gelmeden önce Özel ve Gizli işaretli bir mektubu 24 mayıs 1919’da Havza kaymakamı Fahri Bey’e gönderir.Kısaca mektubun içeriği istihbarata yönelik olup bölge hakkında tam bir bilgiye sahip olmak istiyordu.Bu mektubun orjinali Atatürk’ün Havza Karargahında muhafaza edilmektedir.Mustafa Kemal Havza ya18 arkadaşı ile birlikte gelmiştir.Mustafa Kemal İlçemizde Ali Babaya ait Mesudiye otelinde karargahını kurmuştur.Buradan yurdun değişik yerlerine gönderilmiş 50 adet belge mevcuttur.Gönderilen belgelerin ana teması yurt bütünlüğünün korunması için milli tepkilerin daha canlı olarak gösterilmesi ve milli direnişin başlatılması yönünde idi. Havza milli mücadelede ilklere sahne olmuştur. İlk Müdafa-i Hukuk Cemiyeti 26 Mayıs 1919 da 4500 kişilik serdengeçiti ile kurulmuştur. Milli mücadelenin ilk mitingi bizzat Atatürk’ün başkanlığında Havza da yapılmıştır. Atatürk Rus heyeti ile ilk defa Havza da görüşmüştür.Rus albay Bu denli Mustafa Kemal’e teklifi şuydu:Generalim,bütün ihtiyacımızı tamamlamaya Rusya’nın hazır olduğu size bildirmek görevini üzerine almış bulunmaktayım.Size top,tüfek,cephane,para verelim.Muktedir subaylar gönderelim.Yalnız bir şartımız var.Atatürk ne olduğunu sordu.budenni de şartları şöyle sıraladı.”Sovyetler Birliği’ne katılınız.Siz de federal cumhuriyetlerden biri olunuz,bu suretle kuzeyden güneye kadar Murmansk’dan Süveyş’e kadar kapitalist devletlere karşı cephe kurulmuş olacaktır. Bu yardım isteğine karşılık Atatürk şu cevabı verdi :“Değerli subaylarımızın Sovyet yurdunda önemli görevleri vardır.Biz Türkler kendi yağımızla kavrulmayı tercih ederiz.Sovyetler Sovyetler topluluğunda bir Cumhuriyet olmaya gelince,Biz Türklerin milliyet anlayışına aykırıdır.Siz,gelin müşterek düşmana bizi eşit bir savaşçı olarak kabul edin.Bize bu kadarı yeter.Türkler batı emperyalistlerine karşı bir ölüm dirim savaşına girmişlerdir.Bu savaşı muhakkak kazanacaktır.Türkiye’de yapılacak olan devrimleri,Türkler kendileri yapmak kararındadırlar.Kızıl Ordunun yardımını hoş karşılayamazlar.Türk milleti mağrur ve hassastır.Her türlü mücadele gücünü kendi damarlarındaki kanda bulmaktadır.” Böylece Atatürk Kızıl Ordunun Anadolu’ya girmesini önledi. Mustafa Kemal ilk defa Padişaha göndermiş olduğu telgrafla Anadolu’da Milli Mücadelenin başladığını bildirmiştir. Amasya Tamimi olarak yayınlanan bildirideki maddeler Havza da yazılmış Amasya’da açıklanmıştır. Mustafa Kemal Milli mücadele yapacağı işlerin ve atacağı adımların hepsini ve kurtuluş hareketinin plan ve programlarını Havza’da hazırlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk Kurtuluş savaşından sonra Havza’yı 3 kez ziyaret ederek Havza ve Havzalıların Kurtuluş savaşındaki yeri ve önemini dile getirmiştir. 24 Eylül 1924 tarihinde Havza’yı ziyaretinde Havzalılara şu şekilde hitap etmiştir Ahval-i sıhhiyem üzerinde müspet bir tesir bırakmasaydı, emin olunuz ki İnkılap için çalışamayacaktım. Bundan dolayıdır ki Havzalılara çok borçluyum. Kalbi rabıtamı ebediyen saklayacak ve sizi hiç unutmayacağım. Muhterem Havzalılar ! İlk cüreti, İlk cesareti gösteren, ilk teşkilatı yapan sizlersiniz. İnkılap ve Cumhuriyet tarihinde kahraman Havza’nın ve Havzalıların büyük bir yeri vardır. MİLLİ MÜCADELENİN İLK’LERİ İlk teşkilatının kurulduğu, İlk genelgesini yazıp ulusa “ya bağımsızlık ya ölüm” şiarının ilk kez ilan edildiği, İlk mitingin düzenlendiği, İşgal kuvvetleri tarafından toplanan silahlara el koyularak ilk eylemin gerçekleştirildiği, Kurtuluş savaşımızın ilk ve en önemli görüşmelerinin yapıldığı Mustafa Kemal’in halkın karşısına ilk defa sivil kıyafetlerle çıkıp sine-i millete dönme kararını ilk kez açıkladığı yer olması özelliği Havza’ya MİLLİ MÜCADELEMİZİN ERGENEKON’U SIFATINI KAZANMIŞTIR. alintidir... tıkla
  16. efe doga

    SAMSUN

    1. Coğrafi Konum Karadeniz sahil şeridinin orta bölümünde Yeşilırmak ve Kızılırmak nehirlerinin Karadeniz’e döküldükleri deltalar arasında yer alan Samsun ili 9,083 Km²’lik bir yüz ölçüme sahiptir. Coğrafi konum olarak 40° 50’ - 41° 51’ kuzey enlemleri , 37° 08’ ve 34° 25’ doğu boylamları arasındadır. Kuzeyinde Karadeniz’in yer aldığı ilimizin komşuları; doğusunda Ordu , batısında Sinop, güneyinde Tokat ve Amasya ,Güney batısında ise Çorum illeridir. Samsun ili yeryüzü şekilleri bakımından üç ayrı özellik gösterir. Birincisi güneyindeki dağlık kesim, ikincisi; dağlık kesimle kıyı şeridi arasında kalan yaylalar, üçüncüsü; yaylalarla Karadeniz arasındaki kıyı ovalarıdır. Kızılırmak ve Yeşilırmak akarsularının delta alanlarında oluşmuş kıyılarında, yurdumuzun tarımsal potansiyeli en yüksek ovalarından Bafra ve Çarşamba ovaları yer almaktadır. 2. Jeolojik Yapı Samsun’da genç delta ovalarında alüvyonlar bulunmakla birlikte, dik yamaçlarla ayrılmış taraçalarda eski alüvyonlar görülmektedir. Güneydeki dağlık kesime geçiş alanı neojen yaşlı, killi-kireçli tortularla kaplıdır. Kıyı dağları Kretase lavlarından oluşmuştur. Aynı dağların iç kesimlerinde killi, çakıllı tortular bulunur. İç kesimlerde Neojen tortular ve yer yer alüvyonlarla kaplı ovaların güneyinde de birinci ve ikinci zaman yaşlı ve kıvrımlı kayaçlar Kretase ve Eosen Flişlerine rastlanır. Geniş alanlarda ise volkanik oluşumlar görülmektedir. Samsun’da Eosen, Kretase ve Neojen dönemli oluşumlara sıkça rastlanmaktadır. 3. Yaylalar Bölgedeki yaylalar genellikle ikinci ve üçüncü zamanda meydana gelmiştir. Karadeniz bölgesinde dağ yamaçları çok aşınmıştır. Ayrıca bölgedeki akarsular toprağı yeteri derecede parçalayarak arazide yer yer yaylalar meydana getirmiştir. Bunlar arasında en önemlileri Ladik, Havza ve Kavak yaylalarıdır. 4. Dağlar Samsun ili topraklarının Karadeniz kıyıları düzlüklerle, güneye uzanan iç kesimleri ise, yükseklikleri fazla olmayan dağ sıraları ile kaplıdır. Bölge, Karadeniz kıyıları ile bu kıyılara içeriden paralel olarak uzanan yüksek dağlar arasındadır. Bu dağlar Ünye-Çarşamba kesiminde doğu-batı, Samsun-Bafra kesiminde doğu-güney, batı-kuzeybatı yönünü takip eder. Doğudan batıya doğru uzanan ve birbirinin devamı olarak görünen başlıca iki sıra dağ vardır. Bunlardan doğudakine Canik Dağları, batıdakine ise, Çangal Dağları denir. Canik Dağları : Büyük bölümleri Ordu ilinde bulunan Canik Dağlarının batı uçları Samsun topraklarında bulunur. Yükseklikleri az olan bu dağ sıraları Karadeniz ile iç kesimler arasındaki ulaşıma engel olmazlar. Yüksekliği ortalama 1500 metredir. Çangal Dağları: Samsun ili sınırlarının batı ucundan içeri giren Çangal Dağlarının büyük bir kısmı Sinop ili sınırları içerisindedir. Çangal dağlarının ortalama yüksekliği 1500 metredir. Sıralı Dağlar: Samsun ilinin önemli yüksekliklerinden birisi olan Sıralı Dağlar Kavak ilçesinin doğusunda yer alır ve yüksekliği 1300 metredir. Kocadağ: Samsun ilinin kuzey kesiminde Kavak ilçesi yakınlarında bulunan Kocadağ 1310 metre yüksekliktedir. Akdağ: Samsun ilinin en yüksek dağı olan Akdağ ın yüksekliği 2062 metredir. Ladik ilçesi ve Amasya arasında bulunan Akdağ zengin orman yapısına sahiptir. Kunduz Dağları: Samsun ili Vezirköprü ilçesi toprakları üzerinde bulunan Kunduz Dağlarının yüksekliği 1783 metredir. Ünlü kunduz ormanları ile birlikte anılan dağ orman ürünlerinin çokluğu ile ülke çapında bir şöhrete sahiptir. Hacılar Dağı: Ankara -Samsun karayolu üzerinde,Kavak ilçesinden sonra yer alan Hacılar dağının yüksekliği 1150 metredir. Bundan sonra Mahmur dağlarını görmekteyiz. Nebyan Dağları: Samsun’un kuzey batısında bulunan Koca Dağın batısında bulunan Nebyan Dağlarının yüksekliği 1224 metredir. Bu dağlardan başka, güney doğuda; Akpınar 900 m ve Böğürtlen tepe 950 m, doğuda Büyük dağ ve Topuzlu 950 m, Sofualan ve Örencik 800 m, güney doğuda Saltuk tepesi 1150 m, Kavakta Kocaçaltepe 913 m, Mert ırmağı sağ yönünde Çadırtepe 110 m, Kürtün ırmağının sağında limana doğru uzanan Toraman tepe 125 m, yüksekliklerinde tepeler de mevcuttur. 5. Akarsular Yeşilırmak: Yeşilırmak nehri Köse Dağlarından çıkar. Erbaa ilçesinden geçerek Çarşamba’ya ulaşan Yeşilırmak ilçeyi ortadan ikiye bölerek, Civa Burnun’dan Karadeniz’e dökülür. Üçtaşlar bölgesinde Ters akan ırmağı ile birleşir. Uzunluğu 416 km olan Yeşilırmağın akış hızı saatte 5 km, en kurak mevsimde su yüksekliği 9 metre doğu sahilinde ise 5.5 metredir. Kızılırmak: Sivas’taki Kızıl Dağından doğan Kızılırmak Türkiye’nin en uzun akarsuyudur. Osmancık ilçesinden Karadeniz bölgesine giren ırmak 1151 km uzunluğundadır. Kargı civarında kuzey doğu Samsun-Sinop sınırına girer. Bafra’nın batısında kollara ayrılan ırmak Bafra Burnundan Karadeniz’e dökülür. Delice, Devrez ve Gökırmak Kızılırmak’ın önemli kollarındandır. Bafra yakınlarında yapılan ölçümlere göre en kurak zamanda genişliği 46 metre derinliği 1.30 metredir. Saniyede 21 metreküp su akıtır. Akış hızı ise saatte 4 ila 6 km arasındadır. Terme Çayı: Terme çayı Kara ormandan doğar. Simenit etrafındaki sazlıkları besleyen Terme çayı ilçeyi ikiye bölerek Karadeniz’e dökülür. Genişliği 30 metre derinliği yaklaşık 1 metre olan Terme çayı çeltik tarlalarına hayat verir. Diğer Akarsular: Mert Irmağı, Kürtün Çayı, Ters akan Çayı, Karaboğaz Deresi, Akçay, Uluçay, Esenli, İncesu, Hızırilyas, Ballıcaderesi ve Güdedi gibi irili ufaklı akarsular vardır. 6. Ovalar Çarşamba Ovası: Erbaa ilçesinde geçen Yeşilırmak nehri Çarşamba ilçesine ulaştıktan sonra Civa Burnundan Karadenize dökülürken çok kıymetli alüvyonlu Çarşamba ovasını meydana getirir. Kirazlık’tan başlayan Çarşamba Ovasının yüz ölçümü 89.500 hektardır. DSİ tarafından yaptırılan su kanalları sayesinde arazinin % 70 i tarıma elverişli hale getirilmiştir. Geri kalan % 30 luk kısım ise ormanlık, sazlık ve bataklıktır. Sulama alanı 82.707 ha olup 19.031 ha ‘ının inşaatı devam etmektedir. Bafra Ovası: Bafra ilçesine gelen Kızılırmak, Bafra’da çeşitli kollara ayrılır. Bafra burnundan denize dökülen Kızılırmak, ardında geniş ve alüvyonlu topraklar bırakır. 47727 hektarlık ova nın 6150 ha lık alan halihazırda sulanmaktadır. Türkiye’nin en verimli ovalarından biridir. DSİ tarafından yaptırılan sulama kanalları ile sulanan ovanın kuzey kısımları çorak arazidir. Bu yerlerde hayvancılık yapılmaktadır. 7. Göller Bölgedeki göller zaman zaman değişen akarsu yataklarından meydana gelmiştir. Yörenin gölleri Bafra,Çarşamba ve Ladik ilçelerinde toplanmıştır. Liman Gölü: Bafra ya 20 km uzaklıktadır. 3 km büyüklüğündeki göl bazı kollarla denize açılmıştır. Bu kolların uzunluğu bazı yerlerde 2000 metreyi bulur. Gölde kefal ve sazan balığı avcılığı yapılmaktadır. Liman gölünün güneyinde Balık gölü kuzeyinde ise Karaboğaz gölü vardır. Ladik Gölü: Tersakan ırmağının kaynağını teşkil eden Ladik gölü Ladik’e 10 km uzaklıktadır. Gölde alabalık ve turna balığı bulunmaktadır. Balıkçılık yanında geniş bir sazlık alana sahip olan Ladik gölünden toplanan sazlar hasır yapımında kullanılır. Gölün uzunluğu 5 km genişliği 2 km ve yüz ölçümü 10 km2 karedir. Simenit Gölü: Bu Göl Terme çayı yatağının değişmesi ile meydana gelmiştir. Terme hudutları içerisinde bulunan gölde balıkçılık yapılmaktadır. Termeye 20 km uzaklıkta bulunan göl, kanalla birbirine bağlanmış iki göl görünümümdedir. Kışın yağmur suları ile beslenen göl,fırtınalı zamanlarda zaman zaman deniz suyunu göle karışması ile dolar. Diğer Göller: Bunlar,Bafra da Kızılırmak tarafından meydana getirilmiş Karagöz, Dutdibi, Çernek, Uzun göl ve Tombul gölüdür. Çarşamba’da Yeşilırmak ta Akçagöl, Akarcık, Dumanlı ve Kör ırmak adıyla bilinen gölleri oluşturmuştur. 8. Barajlar Hasan Uğurlu Barajı ve Hidro Elektrik Santrali Baraj, Yeşilırmak üzerinde ve Çarşamba ve Ayvacık ilçeleri sınırlarındadır. Yapımına 1971 yılında başlanan baraja Trafik kazasında ölen merhum Samsun DSİ 7.Bölge Müdürü Hasan Uğurlu‘nun adı verilmiştir. Türkiye’nin en büyük barajlarından biri olan baraj, tamamen Türk firma ve mühendisleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Yalnızca makine ve elektrikle ilgili ekipmanlar yurtdışından getirilmiştir. Barajın 2.Ünitesi 1979 yılında, 3.Ünitesi ise 1982 yılında , 4.Ünitesi de 1983 yılında işletmeye açılmıştır.500 mw gücünde ve yılda 1217 gwH enerji üretimi yapılmaktadır. Göl hacmi 1.078,75 x106 m3 tür.Baraj yüksekliği 175 m dir. Suat Uğurlu Barajı ve Hidro Elektrik Santrali Hasan Uğurlu barajının 18 km aşağısında Yeşilırmağın Çarşamba ovasına açıldığı yerde bulunan barajın yapımına da 1971 yılında başlanılmıştır. Balohar barajı adı ile başlanan baraja daha sonra trafik kazasında Hasan Uğurlu ile hayatını kaybeden eşi Suat Uğurlu’nun adı verilmiştir. Projenin amacı enerji üretimi ve Çarşamba ovasının sulanmasıdır. Barajın 1.ve 2. Ünitesi 1979 yılı sonunda, 3. ve 4. Ünitesi de 1983 Martında işletmeye açılmıştır. 46 mw gücünde ve yıllık 273 gwH enerji üretimi yapılmaktadır. Göl hacmi 181,31 x106 m3 tür. Baraj yüksekliği 51 m dir. Altınkaya Barajı ve Hidro Elektrik Santralı Altınkaya barajı Bafra ilçe merkezinin 35 km güney batısında Kızılırmak üzerinde yer alan temelden 195 m yükseklikte , kil çekirdekli kaya dolgu tipinde bir barajdır. 700 mw gücünde yılda 1 milyar 632 milyon kwh enerji üretimi yapılmaktadır.1987 yılında su tutulmaya başlanmış olup, 1988 ocak ayınından itibaren 175 000 kwH gücündeki 4 no lu ünitede normal üretime başlanmıştır. Göl hacmi 5,763 x109 m3 tür. Derbent Barajı Derbent Altınkaya barajının 30 km mansabında olup, 33 m yüksekliğinde (talvegden) kil çekirdek kaya dolgu barajıdır. Yüzer baraj sınıfına giren Derbent barajı Bafra’ya 7 km uzaklıktadır. Sulama alanı ise 47.727 Ha.dır. Yapılan kanallarla Bafra ovası sulama amaçlıdır. 56 mw gücünde ve 257 gwH yıllık enerji üretmektedir. Göl hacmi 213 x106 m3 tür. Çakmak Barajı Zonlu toprak dolgu tipinde, içme-kullanma-sanayi suyu temini için inşa edilmiş bir barajdır. Temelden yüksekliği 57,50 m, normal su seviyesinde göl hacmi 106,50 hm3 ve gövde hacmide 2,60 hm3 tür. Barajdan verilen toplam su miktarı 4000 litre/saniye olup içme suyu için 3540 l/s su verilmekte, Samsun gübre fabrikasında 300 l/s ve Karadeniz bakır fabrikasında ise 460 l/s su kullanılmaktadır. 9. İklim Samsun genellikle ılıman bir iklime sahiptir. Ancak sahil şeridi ve iç kesimlerinde iklim iki ayrı özellik gösterir. Sahil şeridinde (Merkez ilçe,Terme, Çarşamba, Bafra ,Alaçam, 19 Mayıs, Tekkeköy ve Yakakent ) Karadeniz ikliminin etkileri görülür. Bunun için sahil şeridinde yazlar sıcak, kışlar ılık ve yağışlı geçer. İç kesimler (Vezirköprü, Havza, Ladik, Kavak, Asarcık ve Salıpazarı) yüksekliği 2.000 metreyi bulan Akdağ ve 1.500 metreyi bulan Canik dağlarının etkisi altında kalır. Buradaki dağların etkisinden dolayı kışlar soğuk, yağmur ve kar yağışlı, yazlar ise serin geçer. Sıcaklık ve yağış yönünden Samsun hiç bir bölgeye benzemez. Samsun’da aynı gün içerisinde havanın bir kaç kez değiştiği görülür. Bazı yıllar kış ortalarında yazdan günler yaşanır. Sahil şeridinde kar ile kaplı günlerin sayısı 2-3 günü geçmez. İç kesimlerde ise kar yağışından bazen ulaşım aksar. Samsun, genelde ılıman iklime sahiptir. Ancak sahil şeridinde ve iç kesimlerde iklim 2 ayrı özellik gösterir. Sahil şeridinde (Merkez ilçe, Terme, Çarşamba, Bafra, Alaçam, 19 Mayıs, Tekkeköy) Karadeniz ikliminin etkileri görülür. Yazlar sıcak, kışlar ise ılık ve yağışlı geçer. İç kesimde ise (Vezirköprü, Havza, Ladik, Kavak, Asarcık ve Salıpazarı) yüksekliği 2000 m’ yi bulan Akdağ ve 1500 m’ yi bulan Canik Dağları’nın etkisiyle yazlar serin, kışlar ise soğuk, yağmurlu ve kar yağışlı geçer. Yıllık ortalama sıcaklık 15 0C’dir. Yıllık ortalamalara göre en sıcak geçen aylar; Temmuz (23,1 0C) ve Ağustos (23,2 0C), en soğuk geçen aylar ise Ocak (6,9 0C) ve Şubat (6,6 0C) aylarıdır. En yüksek sıcaklık ortalaması, yıllık 18,10C, en düşük sıcaklık ortalaması ise 11 0C’dir. İlin sahil kesiminde ölçülen sıcaklıklar ile sahilden 10-15 km iç kısımlarda ölçülen sıcaklıklar arasında 10 0C’ye varan farklılıklar bulunmaktadır. Özellikle kış aylarında deniz kıyısından uzaklaştıkça iç kısımlara doğru gidildiğinde sıcaklık değerleri büyük değişim göstermektedir. Güneş, Temmuz ve Ağustos aylarında çok etkilidir. Karla örtülü gün sayısının olduğu aylar; Aralık (2 gün), Ocak (3 gün), Şubat (4 gün), Mart (2 gün) ve Nisan (1 gün) olup, 1993 yılı Kasım ayında 1 gün ve 1995 yılı Nisan ayında 1 gün kar örtüsü tespit edilmiştir. En yüksek kar örtülü gün sayısı Şubat ayında 4 gün olarak belirlenmiştir. Donlu gün sayısı yıllık ortalama 8’dir. Yıllık ortalama yağış ülke ortalamasının üzerindedir (676,5 mm). Buna karşılık ildeki yağış oranı, Batı Karadeniz Bölgesi illerindekinden farklıdır. İlde yağış en çok Ekim (86,5 mm) ve Kasım (81,2 mm) aylarında olmaktadır. İlin doğusundaki yağış miktarı batısına göre daha fazladır. Yıllık ortalama yağışlı gün sayısı 156 gün civarındadır. Samsun, kuzey rüzgarlarına devamlı olarak açıktır. En şiddetli esen rüzgarın yönü güney-güneybatı olup, bu rüzgarın adı Aralık ayında esen Kıble rüzgarıdır. 9.1. 2006 Yılı Samsun Meteorolojik Değerleri Aylar 01 02 03 04 05 06 07 08 09 10 11 12 Yıllık Ortalama Sıcaklık(0C) 4,7 6,0 9,7 11,0 14,6 21,3 23,0 26,5 20,9 17,2 11,5 7,2 14,5 Nispi Nem Ortalaması (%) 72,5 71,0 72,2 82,6 84,5 77,5 72,8 76,5 75,0 77,4 65,5 64,3 74,3 Rüzgar Hızı Ortalaması (m/sec) 2,3 2,2 2,1 1,4 1,2 1,9 2,3 2,0 1,8 1,4 2,2 2,0 1,9 Toplam Yağış(kg) 121,3 98,7 94,6 33,7 69,0 36,3 9,0 0,0 66,2 48,7 65,8 71,4 714,7 Deniz Suyu Sıcaklığı 11,9 8,7 8,2 11,0 13,2 20,3 23,8 25,7 23,5 20,7 17,1 12,7 16,4 Yıllık en yüksek sıcaklık 32,4 0C, en sıcak gün 31.08.2006’dır.Yıllık endüşük sıcaklık -3,6 0C, en düşük sıcaklık günü 24.01.2006’ dır.Yıllık sıcaklık ortalaması 14,5 0C’ dir.En düşük sıcaklık ortalaması 10,9 0C’dir.Yıllık Deniz suyu sıcaklığı ortalaması 16,4 0C’dir.Yıllık toplam yağışlı gün sayısı 135’dir.Ortalama açık gün sayısı 48’dir.Bulutlu gün sayısı 238’dir.Kapalı gün sayısı 79’dur.Yıllık toplam yağış miktarı 714,7 kg/yıl’dır.Donlu gün sayısı 13’dür.Ortalama rüzgar hızı ve yönü 1,9 NNW’ dir.Yıllık nispi nem ortalaması % 74,3 ‘dür. Yıllık En Yüksek Sıcaklık ve Günü 32,4 oC 31.08.2006 Yıllık En Düşük Sıcaklık ve Günü -3,6 oC 24.01.2006 Yıllık Sıcaklık Ortalaması 14,5. oC En Düşük Sıcaklık Ortalaması 10,9 oC Yıllık Deniz Suyu Sıcaklığı Ortalaması 16,4 oC Yıllık Toplam Yağışlı Gün Sayısı 135 Ortalama Açık Gün sayısı 48 Bulutlu Gün Sayısı 238 Kapalı Gün Sayısı 79 Yıllık Toplam Yağış Miktarı 714,7 kg/yıl Donlu Gün Sayısı 13 Ortalama Rüzgar Hızı ve yönü (m/sec.) 1.9 NNW Yıllık Nispi Nem Ortalaması % 74,3 Kaynak: Samsun Meteoroloji Bölge Müdürlüğü Samsun, kuzey rüzgarlarına devamlı olarak açıktır. En şiddetli esen rüzgarın Hızı 19,7 m/sec. Ve yönü güney olup, bu rüzgarın adı Mart ayında esen Kıble rüzgarıdır.
  17. efe doga

    MUĞLA

    MUĞLA GENEL BİLGİLER Yüzölçümü: 13.338 km.² Nüfus: 562.809 (1990) İl Trafik No: 48 Ege Bölgesinin güneyinde yer alan Muğla, Asar (Hisar) dağı eteklerinde ovaya doğru yayılmış, kendine has mimarisi, daracık sokakları ve herbiri turizm merkezi ilçeleri ile tam bir turizm cennetidir. İlçeler: Muğla (merkez), Bodrum, Dalaman, Datça, Fethiye, Kavaklıdere, Köyceğiz, Marmaris, Milas, Ortaca, Ula, Yatağan. Kavaklıdere : Denizden 850 m. yükseklikte kurulması nedeniyle güzel bir yayla konumundaki Kavaklıdere, yemyeşil bitki örtüsü doğal su kaynakları ve bakır manzarasıyla yayla turizmi için ideal bir yerdir. Aydın-Muğla karayolundan yatağan yakınlarındaki Kavaklıdere'ye sapıldığında, Derebağ köyündeki Karia ve Roma dönemlerine ait anfi tiyatro, heykeller ve lamitlerin bulunduğu Hyllarima antik kentini ve Sarıyayla köyündeki tiyatro, sunaklar ve mezarların bulunduğu Kys antik yerlerini gezilebilir. Datça: M.Ö.VII.Y.Y.’da Ege adalarından gelerek Ionya’nın güney kıyılarına yerleşen Dor’lar tarafından kurulmuştur. Datça ve çevresi çok eski bir tarihe ve medeniyete sahiptir. Ünlü heykeltraş Prokstel burada yaşamıştır. Şehirde Apollon ve Venüs adına yapılmış çeşitli mabetler, büyük tiyatro, oyun ve toplantı yerleri bulunmaktadır. Zamanın en ünlü tıp merkezi Datça’dadır. çevreye göre rutubet oranı az, nefis havası ve şifalı suları ile Datça, yaşanılmaya değer bir yerdir. Yatağan : Muğla-Aydın karayolunun 26 km. sinde yer alan Yatağan; Stratonikeia, Laotna ve Panarama antik kalıntıları ile tanınır. Kentte, Athena Heykeli ve bir yönetim binası bulunmaktadır. Turgutlu Kasabası yakınlarındaki Lagina'da, Hereta adlı üç başlı savaş tanrıçası adına yapılan Heykel Makedi, Bağyaka köyündeki surlarla çevrili bir tepe üzerinde kurulmuş antik kalıntılar bulunmaktadır. Ula : Gökova Körfezini oluşturan iki yarımadanın birleşme noktasına kurulan ilçenin Muğla'ya uzaklığı 14 km dir. Ege Deniziyle birleştiği noktada yer alan Gökova Körfezi ve bu körfezdeki Sedir (Klopatra) Adası, Ula'nın önemli turizm merkezleridir. Sedir Adası'nda Apollon tapınağı, opera ve tiyatroyu gezdikten sonra Kleopatra'nın denize girdiği incecik kumlu plajında yüzmek önerilir. Gelibolu, Çınar Köyü, Turnalı ve Akbük, Akyaka diğer önemli koylardır. Ahşap malzemelerinin ağırlıkla kullanıldığı özgün Ula evlerini incelemek ayrı bir heyecan kaynağıdır. Ortaca : Köyceğiz Gölünü Akdeniz'e bağlayan Dalyan kanalından İztuzu kumsalına doğru yol alırken, 5000 yıldır canlılığını koruyan kaya mezarları ile karşılar. Tepeleri çam ormanları kaplı, nesli tükenmekte olan Caretta Caretta kaplumbağalarının yaşam alanı olan İztuzu kumsalları önemli çekim değerleridir. İlçenin diğer sahili, antik kent kalıntılarının bulunduğu , ince kumu temiz denizi ve doğal güzelliğiyle Sarı Germedir. Dalaman : Zengin ormanları kuş cenneti, av ve yayla turizminin gelişmişliği ve dağ köylerinin güzelliği ile dikkat çeker. Çöğmen ve Kayacık köylerindeki Hippokone ve Oktapolis; Kapıdağ yarımadasındaki Cyra, Lissia, Lydai kalıntıları görülecek yerlerdir. Yassıcalar, Zeytinli, Zeysare, Domuz ve Göcek adalarını gezmek , Dalaman Çayı üzerinde dinlenmek dağ köylerini ziyaret etmek önerilir. Sersala, Boynuzbükü, Bünyüş, Kurşunlu, Göbün, Sıralıbük ve Taşkaya Koyları "Mavi yolculuk" un uğrak yerleridir.
  18. efe doga

    ŞIRNAK

    ŞIRNAK GENEL BİLGİLER Yüzölçümü: 6.904 km² Nüfus: 264.220 (1990 geçici sonuç) İl Trafik No: 73 Şırnak, Güneydoğu Anadolu bölgesinde Suriye ve Irak sınırlarındadır. Cudi Dağı antik kent ve Mağrası görülmeye değer yerlerdendir. İLÇELER: Şırnak ilinin ilçeleri; Beytüşşebap, Cizre, Güçlükonak, İdil, Silopi ve Uludere'dir. Cizre: İnanç Turizmi bakımından en zengin ilçedir. Hz. Nuh Türbesi ve Mem-u Zin Türbesinin ilçe merkezinde olması ilçenin önemini bir kat daha artırmıştır. İdil: Geçmiş zamanlarda halkın çoğunluğu Hıristiyan ve süryaniler oluşturmaktaydı. Halen bir kaç Süryani Köyü olup Kiliseler mevcuttur.
  19. efe doga

    Bayburt

    BAYBURT GENEL BİLGİLER Yüzölçümü: 3.652 km² Nüfus: 107.330 (1990) İl Trafik No: 69 Bayburt Doğu Anadolu'yu Karadeniz'e bağlayan Erzurum-Trabzon tarihi İpek Yolu üzerindedir. Marco Polo ve Türk seyyah Evliya Çelebi bu yoldan geçmişlerdir. Çoruh nehrinin kıyısında bulunan şehrin tarihi M.Ö. 3000'lere kadar uzanır. İLÇELER Bayburt ilinin ilçeleri Aydıntepe ve Demirözü 'dür. Aydıntepe: Bayburt il merkezinin 24 km. kuzey batısında kendi adı ile anılan ovanın kuzeyindedir. Türk İslam döneminden kalma en önemli eserler, Gümüşdamla köyünde bulunan tarihi kemer köprü ve ilçe merkezinde bulunan medrese kalıntıları ve merkez camidir. Demirözü: Tarihi savaşın yapıldığı Otlukbeli tepesi bu ilçededir. Demirözü merkezinde klasik dönemden kaldığı sanılan yapı kalıntıları, ilçeye bağlı Bayrampaşa köyü civarındaki (Evcikler) Tepesi Höyüğü ve Gökçedere kasabasında (Pulur) Höyüğü ilk tunç çağına ait çanak çömlek bulunması ile önem kazanmaktadır.
  20. efe doga

    Manisa

    MANİSA GENEL BİLGİLER Yüzölçümü: 13.810 km² Nüfus: 1.154.418 (1990) İl Trafik No: 45 Batı Anadolu'da Spil Dağı ile Gediz Nehri arasında yer alan Manisa, Ege Bölgesinin ulaşım bakımından önemli bir noktasında bulunan zirai, ticari ve sanayi açıdan gelişmiş bir kentimizdir. Tarihi M.Ö. 3000 yıllarına inen ilde Hitit, Frig, Lidya, Makedon, Roma, Bizans, Beylikler ve Osmanlı uygarlıklarına ait izler bulunmaktadır. Tarih boyunca kültür ve sanatın yoğunlaştığı, ticaret yollarının geçtiği Manisa, kültürel ve doğal zenginlikleri ile ilgi çekici tatil olanakları sunmaktadır. İLÇELER Manisa ilinin ilçeleri; Ahmetli, Akhisar, Alaşehir, Demirci, Gölmarmara, Gördeş, Kırkağaç, Köprübaşı, Kula, Salihli, Sarıgöl, Saruhanlı, Selendi, Soma ve Turgutlu'dur. Akhisar: İlin kuzeyinde İzmir-İstanbul karayolu üzerindedir. Akhisar'da, Hıristiyanlığın ilk yedi kilisesinden birisinin de bulunduğu antik Thyateira kenti, Ulu Cami, Yeni Cami ve Paşa Camii görülmeye değer tarihi yerlerdir. Alaşehir: Manisa ilinin güneydoğusundadır. Hıristiyanlığın ilk yedi kilisesinden birinin de yer aldığı Philadelphia antik kenti, Şeyh Sinan Cami ve Yıldırım Camii önemli tarihi değerlerdir. Demirci: Manisa'nın kuzeydoğusundadır. İlçe merkezinin batısında İcikler Köyünde bulunan ve Roma döneminin önemli kentlerinden olan Saittai (Sidas) şehri ve Eski Cami önemli tarihi değerlerdir. Ayrıca Hisar Kaplıcaları, Saraycık Kaplıcası da ilçe sınırları içinde yer almaktadır. Kırkağaç: Seleukos Kralı I. Antiochos'un karısı adına kurulan Stratonikea (Hadrianapolis) ve Nakrasa (Akrasos) antik kentleri görülmeye değer yerlerdir. Kula: İlin doğusunda, İzmir - Ankara karayolu üzerindedir. Kurşunlu Cami, Hacı Abdurrahman Cami, Süleyman Şah Türbesi, Emre Köyünde bulunan Emre Sultan Türbesi, Kula'ya 20 km. uzaklıkta Gökçeören kasabasında bulunan ve Lidya Krallığı döneminde önemli bir merkez olan Meonia antik kenti, geleneksel Türk evleri ilçenin önemli tarihi değerleridir. Salihli: İzmir-Ankara yolu üzerindedir. İlçe merkezi yakınlarındaki Sardes, Lidya Krallığının başkenti ve tarihte ilk paranın basıldığı yerdir. Ünlü ilk Yedi Kiliseden biri de Sardes'te bulunmaktadır. Bintepeler Kral Mezarlığı, Daldis ve Çakallar Tepesindeki Pleistosen (Dördüncü) Çağında yaşamış insanlara ait fosil ayak izleri önemli diğer tarihi değerlerdir. İlçe şifalı sular yönünden de zengindir.
  21. efe doga

    AFYON

    AFYON GENEL BİLGİLER Yüzölçümü: 14.230 km² Nüfus: 739.223 (1990) İl Trafik No: 03 Afyon, Anadolu'da kuzeyi güneye, batıyı da doğuya bağlayan doğal bir düğüm noktası konumundadır. Zengin tarihi geçmişi olan kent bir turizm merkezi olma potansiyeli taşımaktadır. İLÇELER Afyon ilinin ilçeleri; Başmakçı, Bayat, Bolvadin, Çay, Çobanlar, Dazkırı, Dinar, Emirdağ, Evciler, Hocalar, İhsaniye, İscehisar, Kızılören, Sandıklı, Sincanlı, Sultandağı ve Şuhut'tur. Başmakçı: İlin en güney ucunda yer alan ilçe il merkezine 129 km. uzaklıkta Söğüt Dağlarına yaslanmıştır. Isparta, Kula, Ladik, Hereke tipi halı dokumacılığı, gül yetiştiriciliği, Kuş Cenneti, Acı Gölü ile ünlüdür. Bayat: Afyon-Ankara karayolu üzerinde il merkezine 46 km. uzaklıktadır. Bayat ilçesinde Kurtini, İnpazarcık, Asarkale, Elicek ve Yanıkin Bizans dönemi yerleşim alanları bulunmaktadır. Kök boyalı Bayat kilimleri, Amerika, Japonya ve birçok Avrupa ülkesinden sipariş alacak kadar ün kazanmıştır. Bolvadin: İlçe Afyon-Konya karayolu üzerinden 13 km. içeride il merkezine 61 km. uzaklıkta, antik Kral Yolu üzerinde, Eber gölü kenarında kurulmuştur. Eber Gölü; sazlığıyla, yüzen adacıkları ve balık avcılığı ile adını dış ülkelere duyurmuştur. İlçenin diğer turizm değerleri Heybeli kaplıcası, Horan parkı, Kırkgöz köprüsü, Yanık Kışla, Lala Sinan Paşa Cami, Alaca Cami ve Çeşmesi, Çarşı Cami, Hacı Ahmet Cami, Kırklar Cami, Kara Çeşme, Ak Çeşme, Hacı Ahmet Çeşmesi, Kemerkaya'da yeraltı şehri, Minarelik Deresinde peribacaları, merkezdeki eski Afyon evleri ve İnsuyu Mağarasıdır. Çay: Afyon-Konya karayolu üzerinde, il merkezine 48 km. uzaklıktadır. İlçenin geçmişi oldukça eskiye dayanmakla birlikte bugüne kalan tarihi eser sayısı azdır. Tabi güzellikleri arasında Eber ve Karamık gölleri bulunmakta olup, bu göllerde balık avcılığı,ve çeşitli kuş avcılığı yapılmaktadır. Çağlayan Parkı ve Şelalesi, Kanlı Yer Kavaklığı çevrede tercih edilen piknik yerleridir. Selçuklulardan kalma Taş Camii ve Kervansaray önemli tarihi eserleridir. Çobanlar: Yöre tarihinin Akarçay kenarındaki höyüklerle yaşıt olduğu ve eski Tunç Çağına kadar uzandığı bilinmektedir. Bugünkü Kocaöz (Feleli) köyünde antik Anabura kenti kurulmuştur. Afyon Arkeoloji Müesinde bulunan Artemis heykeli buradan çıkarılmıştır. Dazkırı: Afyon-Denizli karayolu üzerinde il merkezine 140 km mesafededir. İlçemiz 1959 yılında ilçe olmuştur. İlçemiz kök boyalı halı dokuma ve satış reyonlarıyla dünya çapında üne kavuşmuştur. Dinar: Afyon-Antalya karayolu üzerinde, il merkezine 106 km. uzaklıkta olup Akdeniz ile Ege bölgeleri arasında bulunmaktadır. Tarihin ilk müzik yarışması, Marsyas ile Tanrı Apollon arasında Dinar'da yapılmıştır. İlçenin önemli turistik değerleri Danteon (Tanrılar kulu tapınağı), Artemis-Anaitis tapınağı, antik tiyatrosu, agorası (Pazar yeri), antik stadyumu, Suçıkan Parkı, Pınarbaşı, Karakuyu Kuş Cenneti, Norgaz piknik alanı, Cerit ve Zenderi yaylalarıdır. Emirdağ: Afyon'un 70 km. kuzey doğusunda kurulmuş en eski ilçelerinden olan Emirdağ yöresinde yerleşim M.Ö.1437 yılına kadar gitmektedir. Emirbaba, Gölcük, Çiçekli yaylaları, Balcam Mağarası, Amorium ören yeri ve Sakarya nehrini besleyen Pınarbaşı gezip görülebilecek yerlerdir. Evciler: Çevre höyüklerde bulunan parçalardan tarihinin Lidyalılara kadar uzandığı anlaşılmaktadır. İlçede Koca höyük ve Küçük höyük diye bilinen iki höyük ile Öküzviran ve Kocaviran isminde iki örenyatağı vardır. Hocalar: Anadolu eski çağlardan bu tarafa pek çok medeniyetlerin beşiği olmuştur. Ahır dağlarında bulunan bronz Hitit heykeli yörenin çok eski dönemlerden beri önemli bir yerleşim merkezi olduğu izlenimini vermektedir. İhsaniye: Afyon'un 35 km. kuzeyindedir. Gazlıgöl kaplıcası ve içmeleri, Frig kaya anıtları, Roma, Bizans kaya yerleşimleri, mezar odaları, peri bacaları ve yaylaları ilgi odakarından bazılarıdır. Ayazin, Kayıhan yerleşim birimleri, Kapıkayalar, Aslantaş, Maltaş ve Yılantaş tarihi kalıntıları Frig dönemine aittir. Ayrıca doğa harikası kütleler ve peri bacalarının süslediği bu alan, Frig bölgesi diye anılır.Gazlı göl kaplıcalarında çıkarılan maden suyu dünyaca ünlüdür. İscehisar: Afyon-Ankara karayolu üzerinde olup il merkezine 23 km uzaklıktadır. 1987 yılında ilçe olmuştur.Zengin mermer yatakları üzerinde kurulmuş olan ilçe, tarım, hayvancılık ve mermer sanayi üzerinde gelişmiştir. Kızılören: Afyon-Antalya karayoluna 3 km. il merkezine 87 km. uzaklıktaki ilçede bulunan Ulu Cami ve korumaya alınan Çınar ağacı ve şehir merkezindeki tarihi evler görülmeye değer yerleridir. Sandıklı: İl merkezine 60 km. uzaklıkta, Antalya-Denizli karayolu, İzmir-Ankara-İstanbul demiryolu hattı üzerinde kurulmuş önemli yerleşim merkezlerinden biridir. İlçe kaplıcası ve leblebisi ile ünlüdür. İlçede bulunan Hüdai kaplıcaları iç ve dış turizme hizmet vermektedir. Sincanlı: Afyon-Uşak-İzmir karayolu üzerinde, il merkezine 33 km uzaklıktaki ilçe, kendi adını taşıyan, günümüzde de izleri görülen antik yolların kavşağında kurulmuştur. İlçede Tazlar köyü orman içi piknik alanı, Başkomutan Milli Parkı, Büyük Taarruz Şehitliği, Çiğiltepe Albay Reşat Anıtı, Yıldırım Kemal Şehitliği, Sinanpaşa ve Kureşbaba (Boyalı) Külliyeleri, Otuziki inler, Kırka göleti, Serban göleti gezilip görülecek yerleridir. Sultandağı: Afyon-Konya karayolunun 68.km.'sinde Sultan dağlarının eteğinde kurulmuştur. Bizanslılar ve Selçuklular zamanına kadar batı ve doğunun yol uğrağıdır. Ayrıca; Anadolu-Bağdat İpek Yolunun geçmesi ile de ticari bir önem kazanmıştır.Akşehir gölleri, Taşköprü, Çiğdem düzü, Asmalı gibi mesire yerleri, Sahipata kervansarayı ve hamamı, Laleli çeşmesi, Buzluk Mağarası, Dort deresi ve manastır başlıca gezip görülecek yerlerdir. Fındık ormanlarıyla kaplı Balaban, Dumra, Küçük ve Büyük Kirazlı yaylaları ise yayla turizmine elverişlidir. Şuhut: İç Ege Bölgesinin en doğusunda yer alan Şuhut'un il merkezine uzaklığı 29 km.dir. İlçenin tarihinin Neolitik Çağa kadar uzandığı, Şuhut Hisar, Karaadilli, Kepirtepe Höyüğünün bu çağa ait eserler olduğu tahmin edilmektedir. Hisar tepesi (Synnada Höyüğü), Bininler Kaya Mezarları ve Asmakaya Kalesi eski yerleşim yerleri olup, Kayabelen göleti ve Selevir baraj gölü mesirelik ve dinlenme yerleridir.
  22. efe doga

    Şanli Urfa

    İSLAMİYET ÖNCESİ URFA Urfa bölgesi İÖ. 2000 yıllarında Hurri-Mitanni devletini kuran Hurrilerin elinde bulunuyordu. Bunlar Asur`ların egemenlikleri altına alınmışlardı. Anadolu`da ilk siyasi birliğini kuran Hititler bu bölgeye kadar uzanamadılar. Zamanla eski Babil devleti, Asurlular buraya kadar yayıldılar. Urfa İÖ. 7 yy İranlı Medler tarafından zaptedildi ve İÖ. 13 yy kadar Medlerin elinde kaldı.Bu yıllarda Makedonya imparatoru Büyük İskender bütün Anadolu ve İran`ı aldı. Bu arada Urfa bölgeside Makedonyalılara geçti. İskenderin ölümünden sonra burada İskenderin generallerinden Selevkos`un kurduğu egemenlik sürdü.Selevkos kurduğu bu şehre Makedonyanın başkenti olan Edessa`nın adı verdi. Roma imparatorluğu buralara ulaşmadan önce bölge Osroene krallığınınelindeydi.Önceleri Roma himayesinde olan Urfa imparator Caracalla dönemindeİS. 216 yılında Roma imparatorluğu topraklarına katıldı. Sasaniler`in kralı I. Sapur tarafından 260 yılında kuşatıldıysa da zaptedilemedi. Urfa cevresinde ki manastır ve kiliseleri 396 yılında Hunlar506 yılındada Gotlar yağma etti. Roma imparatorluğu 395 yılında Doğu ve Batı diye ikiye ayrıldığı zaman Urfa Doğu Roma (Bizans)`ın payına düşmüstü. Bizans kralları şehri büyük ölçüde onardılar. Hamamlar, hastaneler ve stadyumlar yaptılar.Müslümanlığın doğuşdan kısa bir süre sonra 639 yılında İyaz Bin Ganem kumutanlığındaki Araplar şehri savaşmadan ele geçirdiler.Birkaçdefa şehre saldıran Bizanslılar 1030-1087 tarihleri arasında Urfa`ya egemen oldular.1087 yılından sonra Selçuklu Türkleri Urfa ve çevresini aldılar. OSMANLI DÖNEMİNDE URFA Haçlı seferleri sırasında Hıristiyanlar 1098 yılında Urfa`yı alıp Edessa Kontluğunu kurdular. Urfa bu dönemde yakılıp yıkıldı.1144`te Musul hükümdarı İmadeddin Zengi şehri zaptetti.Urfa 1182`de Selahattin Eyyüpi tarafından alındı.1244`te Moğollar Urfa`yı yağma etti. Şehir 1393`te Timur ordularına Teslim oldu. Urfa 1516 yılında Yavuz Sultan Selim`in padişahlığı döneminde Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katıldı ve Rakka eyaletine merkez oldu.19 yy.ikinci yarısında vilayetler kurulunca Halep Vilayetine bağlı bir sancağa merkez yapıldı.Osmanlı imparatorluğu`nun gerileme dönemlerinde Urfave çevresi alabildiğinde başıboşluklar yaratılmış,çöl kanunları ile yönetilmeye başlanmıştı.Burada yaşayan insanlar bu tür eşki yalıklara son vermek için Milli Aşireti öncülüğünde birleştiler.Bu aşiretler Urfa ve bölgesinde kisoygunculara karşı hayvan ve topraklarını koruma yoluna gitmişlerdir.1890 yılına kadar devam eden bu yaşam biçimi ,Sultan II. Abdülhamit`intahta geçmesiyle birlikte yeni bölgede yeni oluşumlara gidildi.Sultan II.Abülhamit Viranşehir`de Hamidiye Alaylarını kurarak Urfa ve bölgesiningüvenliğini Milli Aşireti Reisi İbrahim Paşa`ya bıraktı. IV. Ordu kumutanı Maraşel Zeki Paşa , Sultan II.Abdülhamit ve Aşiret reislerleri arasında yapılan anlaşmalarla Hamidiye Alaylarının Kuruluş nedenleri belirlendi. Hamidiye Alaylarının Kuruluş Nedenleri; Merkezi otoriteyi tesis etmek, Doğu Anadoluda devletin etkin olabileceği yeni bir sosyo-politik denge kurmak Aşiretlerden askeri güç olarak faydalanmak ŞANLIURFA'NIN DÜNYA İNANÇ TURİZMİNDEKİ YERİ Şanlıurfa tarihte dünya kültür ve medeniyetinin merkezi kabul edilen ve arkeoloji literatüründe "Bereketli Hilal" olarak adlandırılan bölge üzerinde yer almaktadır. Arkeolojik kazılardan elde edilen buluntular, şehir merkezindeki Balıklıgöl civarının günümüz­den 11.000 yıl önce Neolitik Çağ insanları tarafın­dan iskan edildiğini kanıtlamıştır. Bu çağ, Anadolu'da mimarlık sanatının başlangıcı sayıl­maktadır. Mimarlık tarihi bu kadar eskilere dayanan Şanlıurfa, günümüzde de mimari eserlerinin zen­ginliği bakımından Anadolu'nun önde gelen illeri arasında yer almakta ve bu özelliğinden dolayı "Müze Şehir" adıyla tanınmaktadır. Şanlıurfa, dinler tarihi ve inanç turizmi yönüyle de dünya kültüründe önemli bir yere sahiptir. İl merkezi yakınındaki Göbekli Tepe'de yapılan arke­olojik kazılarda, ilkel dinlere ait olan ve günümüz­den 11.000 yıl öncesine tarihlenen dünyanın en eski tapınakları bulunmuş ve Şanlıurfa'nın inanan insan­ların dünyadaki en eski merkezi olduğu anla­şılmıştır. İlkel dinlerin dünyada bilinen en eski merkezi Şanlıurfa, çok tanrılı (politeist) dinler ile tek tanrılı (monoteist) dinlerin de önemli merkezlerinden bi­ridir. Assur ve Babil dönemlerinde; Ay, güneş ve ge­zegenlerin kutsal sayıldığı politeist bir din olan Paganizm'in baştanrısı "Sin"in mabedi Harran'da bulunuyor ve Soğmatar bu dinin önemli bir mer­kezi şehri sayılıyordu. Musevi, Hıristiyan ve İslâm dinleri peygamlerle­rinin atası olan Hz. İbrahim (A.S.) Şanlıurfa'da doğmuş, Nemrut ve Halkının taptığı putlarla mü­câdele ettiği için burada ateşe atılmıştır. Lut Peygamber, amcası Hz. İbrahim'in ateşe atılmasını görmüş ve daha sonra Şanlıurfa'dan Sodom'a doğru yola çıkmıştır. İbrahim Peygamber'in torunu ve İsrailoğullarının atası Yakub Peygamber Harran'da evlenmiş, Eyyub Peygamber Şanlıurfa'da hastalık çekmiş ve Şanlıurfa'da vefat etmiştir. Hz. Eyyub'u arayan Elyasa' Peygamber O'nun yaşadığı Eyyub Nebi Köyü'ne kadar gelmiş, ancak kendisini göre­meden orada vefat etmiştir. Şuayb Peygamber, Harran'a 37 km. mesafedeki Şuayb Şehri'nde ya­şamış, Musa Peygamber, Şuayb Şehri yakınındaki Soğmatar'da Şuayb Peygamberle buluşmuştur. Bu nedenle Urfa'nın bir adı da "Peygamberler Şehri"dir. İsa Peygamber, Şanlıurfa'yı kutsadığına dair bir mektubunu ve yüzünü sildiği mendile çı­kan mûcizevi portresini Şanlıurfa Kralı Abgar Ukkama'ya göndermiş, Hıristiyanlık devlet dini olarak dünyada ilk defa bu dönemde Şanlıurfa'da kabul görmüştür. Bütün bunlardan, Şanlıurfa'nın dinler tarihi ve inanç turizmi yönünden Mekke ve Kudüs'ten sonra dünyanın önemli inanç merkezlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır. alintidir... yıklaü
  23. efe doga

    KİLİS

    Kilis Kilis Güneydoğu Anadolu Bölgesinin Güneybatı bölümünde yer alan şirin bir sınır ilimizdir. İllin doğu, batı ve kuzeyinde Gaziantep güneyinde ise Suriye yer almaktadır. Gaziantep'e 58 km uzaklıkta olan Kilis Suriye sınırına ise 10 km uzaklıktadır. Kilis'ten geçen yol Türkiye sınırlarının ötesinde Azez' den geçtikten sonra Suriye'nin Halep şehrine ulaşır. İl merkezi doğudan batıya doğru uzanan Resul Osman dağı eteklerinde kurulu olup güneye doğru inildikçe düz arazilere inen fazla engebeli olmayan bir sahada yer almaktadır. İlin kuzeyinde yer alan ve doğudan batıya uzanan dağlar arasında kuru dereler ve birkaç küçük akarsu bulunmaktadır. Genellikle kıraç arazilerin yer aldığı bu dağların etekleri ve üst kısımlarında tarıma elverişli araziler bulunmaktadır. İlimizin güneydoğu ve sınır şeridi boylarında özelikle bağcılık ve zeytincilik çok gelişmiş ve tarıma elverişli arazilerimiz bulunmaktadır. İlimizin kırsal kesiminde yaşayan insanlar geçimini tarıma dayalı olarak sağlamaktadır. İl sınırları 38 derce 27' ve 38 derece 01' boylamları ile 36 derece 38've 37 derece 32' arasında bulunan Kilis'in yüzölçümü 1428 Km dir. İldeki başlıca çaylar; AFRİN çayı, SUNNEP çayı, Sabun Suyu Çayı, ve Balık Suyu Çayları olup bu çayların geçtiği arazilerde sulu tarım yapılabilmektedir. Kilis ilinin %12,2 si orman ve fundalık arazi %69,3 ü tarım alanı %7,7 si çayır ve mera arazisi %10,6 sı tarım dışı araziden oluşmaktadır. yemeklerii Kilis mutfağı kendisine has yemekleri ile zengin bir yapıya sahiptir. Yemeklerimiz; "günlük pişen yemekler" ve "özel günlerde yapılan yemekler" olmak üzere ikiye ayrılırlar. Yemeklrimizin temelini et ve bulgur oluşutrur. Bunun yanında sebze ağırlıklı yemekler de mevsimine uygun olarak yapılmaktadır. Kilis yemekleri zengin Türk mutfağının özellikleri taşımakla birlikte Halep mutfağının özellikleri de yansıtır. Ön planda yağlı , baharatlı yemekler olduğu gibi zeytin yağlı yemeklerde Kilis mutfağının vaz geçilmez unsurlarındandır. Zeytinyağı yörede yetiştirilen yüksek kaliteli zeytinlerden elde edilir ki hemen her Kilis'linin mutfağında bulunan vazgeçilmez bir besin maddesidir. Kilis yemeklerinde damak zevki ön planda gelmektedir. Yemeklerin lezzetli ve emekli olmasına özel önem verilir. Yemeklerde , yemeğin özelliğiğne göre çeşitli baharatlar kullanılır. Tarihi KİLİS TARİHİ Kilis İ.Ö. 1460 yıllarında Halep krallığına bağlıydı. Hitit imparatorluk döneminin başlamasıyla Hitit etkisine girdi. M. Ö 356 da Makedonya'dan yola çıkan büyük İskender kuzey batıdan güney doğuya doğru bütün Anadolu topraklarını işgal ederek İskenderun körfezine dayanarak İskenderun'u kurup Kilis üzerinden mısıra doğru yoluna devam etmiştir. M. Ö. 323 yılında İskender'in ölümüyle imparatorluk 3 general arasında paylaşıldığında Kilis ve çevresi Selefki'nin egemenliği altına girmiş ve 227 yıl Selefkiler devletinin egemenliği altında kalmıştır. Türklerin bölgeye gelişi 8. yy da başlar. Harun Reşit El-Mehdi döneminde Orta Asya'dan koparak islamiyeti kabul eden horasanlı oğuz boyları gruplar halinde Abbasilerin hizmetine girmeye başlarlar. Kentin bugün bulunduğu yerde Kilis adıyla gelişmesi Mısır-Türk kölemen devleti zamanında yani 1250 li yıllarda başlamıştır. Osmanlı devleti topraklarına yavuz sultan selim tarafından 23 Ağustos 1516 da Mercidabık köyü civarında yapılan ve aynı adla anılan savaş sonucunda katılan Kilis bu dönemde Halep eyaletine bağlı bir sancaktı. Kilis Mondros mütarekesiyle aralık 1918 de önce İngilizler daha sonrada Fransızlar tarafından işgal edilir. Bölgedeki Ermeniler Fransızlarla birleşerek Kilislilere zor günler yaşatırlar. Tüm yurtta seferberliğin başlamasıyla Kilis'te kurulan Kilis Kuva-i Milliyesi düşmanlarla kahramanca çarpışarak 6 aralım 1921 de kendi kurtuluşunu kendi kazanır ve Gaziantep e yardıma gider. Kilis 1927 yılında G.antep il olunca G.antep'e bağlı bir ilçe olmuştur.Ve 6 haziran 1995 tarihinde de il statüsüne kavuşmuştur. alintidir...tıkla
  24. efe doga

    Düzce Tarihi

    Düzce'nin tarihi 14. yy'dan daha gerisine dayanmamaktadır. Ancak Düzce’nin 8 km kuzeyinde yeralan Konuralp kasabasının tarihi MÖ 3. yy' a kadar dayanmaktadır. Konuralp'in mevcut arkeolojik eserlerden saptandığı kadarıyla zengin bir tarihi vardır. Konuralp M.Ö. 74 yılına kadar Bilecik, Bolu, Kocaeli ve Sakarya şehirlerini kaplayan bir alanda hakimiyet süren BITHYNIA Devleti'nin önemli şehirlerinden birisiydi ve adıda 'Prusias Pros Hypios (Melen Kenarındaki Prusias)'dı. M.Ö. yılında, kısa bir süre Pontus istilasına uğrayan şehir, aynı yıl Roma hakimiyetine girdi. Roma devrinde şehir Latin kültürünün tesiri altında kaldı, adıda ' Prusias ad Hypium' olarak değişti. Roma devrinde şehirde Hıristiyanlık hakimiyeti hüküm sürdü. 395'de Roma İmparatorluğu ikiye bölününce şehir Doğu Roma İmparatorluğu’nun sınırları içinde kaldı. Osman Gazi'nin komutanlarından Konuralp Bey, Düzce ve çevresini Osmanlı topraklarına katma emrini aldı. Bunun üzerine 1321-1323 yılları arasında bu yöredeki Bizans tekfurları ile yaptığı savaş sonunda DÜZBAZAR (Düzce Ovası)’ı ve Bizans Prusias'ını fethetti. Düzce'nin ilk yöneticileri Konuralp Bey, Sungur Bey, Şemsi ve Gündüz Alp'tir. 14.yy.dan itibaren bu bölgeye Konuralp ili ve kısaca 'Konrapa' denmiştir. Konrapa Bolu'nun fethinden sonra, Bolu Sancağına bağlı bir nahiye haline geldi. 16.yy.ın ikinci yarısında Düzce kalabalık köyler tarafından 'pazar' mahali olarak seçilmiş ve o yüzdende ova ortasındaki köye 'Düzce Pazarı ' denilmiştir. Düzce; Osmanlı İmparatorluğu döneminde donanmanın kereste gereksinimini karşılamada önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca İstanbul'u, Sivas ve Erzurum'a bağlayan yolun üzerinde olması Düzce'nin önemini arttırmıştır. 18. ve 19. yy.da Düzce ayanların kontrolü altında yaşamıştır. Düzce'nin ilk yöneticileri Konuralp Bey, Sungur Bey, Şemsi ve Gündüz Alp'tir. 14.yy.dan itibaren bu bölgeye Konuralp ili ve kısaca 'Konrapa' denmiştir. Konrapa Bolu'nun fethinden sonra, Bolu Sancağına bağlı bir nahiye haline geldi. 16.yy.ın ikinci yarısında Düzce kalabalık köyler tarafından 'pazar' mahali olarak seçilmiş ve o yüzdende ova ortasındaki köye 'Düzce Pazarı ' denilmiştir. Düzce; Osmanlı İmparatorluğu döneminde donanmanın kereste gereksinimini karşılamada önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca İstanbul'u, Sivas ve Erzurum'a bağlayan yolun üzerinde olması Düzce'nin önemini arttırmıştır. 18. ve 19. yy.da Düzce ayanların kontrolü altında yaşamıştır. Abdüllaziz ve Abdülmecit döneminde, Kafkasya'dan, Doğu Karadeniz'den, Doğu Anadolu'dan ve Rumeli'den gelen göçmenler Düzce'nin nüfusunun artmasında ve şehrin büyümesinde önemli rol oynamışlardır. Hükümet yeni gelenlere ücretsiz toprak sağlamıştır. Düzce'ye göç eden Türkler; Çerkez, Abhaz, Laz, Gürcü, Ordulu, Hemşinli, Batumlu, Hopalı, Tatar, Boşnak, Arnavut ve Bulgaristanlı…gibi geldikleri yerlerin isimleri ile anılmışlardır. Düzce'nin arzetmeye başladığı ticari önem karşısında Rum ve Ermenilerinde şehre yerleşmesiyle birlikte renkli bir sosyal yapı ortaya çıkmıştır. 2. Abdülhamit döneminde Düzce'ye bağlı 137 köy vardı ve 6618 hane ile 36.088 nüfus yaşıyordu. 1869 yılına kadar Düzce nahiye olarak Göynük'e bağlıydı. 1870 yılında kaza oldu ve Kastamonu vilayetinin Bolu Sancağı'na bağlandı. Düzce'de yaşayan Abhazların ileri gelenlerinden Elbuz Bey ailesinden Behice Hanım saraya giderek 2. Abdulhamit'le evlendi. 1915 yılında hükümetin emriyle Düzce'deki Ermeni Mahallesi (İcadiye Mahallesi) boşaltıldı. 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla Fransız askerleri komşu kazalara kadar çıkartma yaptılar. Bu dönemde Bulgaristan göçmeni Nuri Bey, Düzce Müdafa-i Hukuk Cemiyetini kurdu. Milli Mücadele döneminde Düzce'de haraketli askeri ve siyasi gelişmeler yaşandı. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Düzce ilçesi Bolu vilayetine bağlandı. Düzce'nin ilk Kaymakamı Midhad Kemal Bey'dir. Cumhuriyet dönemi boyunca, Düzce sanayi ve ticari alanda sürekli bir gelişme ve büyüme yaşadı. Düzce’nin güçlü ekonomik yapısının yanında sosyal faaaliyetler alanında sürekli bir hareketlilik yaşanmaktadır. Bu özellikleri itibariyle Düzce tarih sayfasına 1950’den itibaren “İL” olarak geçme isteğinde bulunmuştur. Düzce 1944 Düzce Depremi, 1957 Abant Depremi, 1967 Adapazarı Depremi ve 17 Ağustos Körfez Depremlerinden büyük ölçüde etkilenmiştir. 12 Kasım Düzce Depremi ise şehri yerle bir etmiştir. Deprem yaralarının daha kolay ve hızlı sarılabilmesi amacıyla Bakanlar Kurulu kararınca Düzce “Türkiye’nin 81. İLİ” olmuştur
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.