efe doga tarafından postalanan herşey
-
DENİZ TRAFİĞİ
1. TÜRK BOĞAZLARINDA DENİZ TRAFİĞİ 2.1. İstanbul Boğazı'nda Yerel Trafik Yoğunluğu İstanbul Boğazı'nda seyir güvenliğini olumsuz yönde etkileyen bir önemli faktör karşıdan karşıya geçiş yapan gemilerin oluşturduğu şehir içi yerel trafiğin yoğunluğudur. İstanbul Boğazı'nda iki kıyı arasında karşılıklı seferlerin yapıldığı yoğunluğa neden olan hatlar; Şehir Hatları Taşımacılığı, Deniz Otobüsleri, Özel Yolcu Motorları, Balıkçı Tekneleri, Gezinti ve Spor Tekneleri ve Askeri Gemilerdir. 2.1.1. Şehir Hatları Taşımacılığı İstanbul Boğazı'nda iki kıyı arasında yapılan taşımacılık, Türkiye Denizcilik İşletmeleri Şehir Hatları İşletmesi tarafından gerçekleştirilmektedir. Şehir Hatları İşletmesi 89 gemilik filo ile Boğaz kıyısında 17, diğer yerlerdekilerle beraber toplam 49 iskelede hizmet vermektedir. Şehir hatlarına ait gemilerin Boğaz'da karşıdan karşıya yaptıkları sefer sayısı günlük 800'ün üzerindedir. 2.2.2. Deniz Otobüsleri ile Yapılan Taşımacılık İstanbul Boğazı'nda gemilerin karşıdan karşıya geçiş yaptığı bir diğer hat İstanbul Deniz Otobüsleri'nin (İDO) hattıdır. Bu hat özellikle Karaköy-Eminönü-Kadıköy arasındaki bölgede uluslararası sefer yapan gemilerle karışarak trafiği yoğunlaştırır. Günlük olarak yapılan seferlere göre, Trafik Ayrım Düzeni içinden geçen gemilerin sefer sayısı 125'dir. Deniz Otobüsleri 25-30 deniz mili hız ile Boğazlar bölgesinde en hızlı seyir yapan gemilerdir. Seferler sabah 06.00 ile akşam 21.00 arasında yapılmakta olup yoğunluk gündüz vakitlerindedir. 2.2.3. Gezi Amaçlı ve Yolcu Taşıyan Motorlu Gemiler İstanbul Boğazı'nda taşımacılık, S.S. Gezi ve Motorlu Taşıyıcılar Kooperatifi'ne ait tekneler tarafından yapılmaktadır. Bu kooperatif toplam 60 tekne ile Üsküdar-Eminönü-Karaköy, Kadıköy-Haydarpaşa-Eminönü ve yaz mevsiminde Eminönü-Adalar, Karaköy-Adalar hatlarında çalışmaktadırlar. Ayrıca Bebek ile Anadolu Hisarı arasında çalışan 4-5 adet dolmuş motoru daha vardır. 3. Çanakkale Boğazı'nda Toplam Deniz Trafiği Yoğunluğu İstanbul ve Çanakkale Boğazı uluslararası taşımacılıkta aynı oranda kullanılmaz. Karadeniz ile Türkiye arasında yapılan seferlerde kullanılan yükleme ve boşaltma limanlarının çoğu Marmara Denizi kıyılarında olduğu için bu seferlerde sadece İstanbul Boğazı kullanılır. Benzer şekilde Avrupa, Akdeniz ve diğer ülkeler ile yapılan taşımacılıkta yine Marmara Maki limanlar kullanıldığından sadece Çanakkale Boğazı'ndan geçilir. 4. Boğazlardan Uğraksız Geçiş Yapan Yabancı Gemiler Boğazlarda en büyük risk unsurunu, Karadeniz'e veya Ege Denizi'ne çıkmak için uğraksız geçen büyük gemiler, standart-altı gemiler ve tehlikeli yük taşıyan gemiler oluşturmaktadır. Seyir güvenliğinin güçlendirilmesine yönelik çalışmalar Türk Boğazları'ndan ve Marmara Denizi'nden uğraksız geçiş yapan bu gemiler üzerine odaklanmıştır. Boğaz trafiği, Karadeniz'e kıyısı olan ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra kendi filolarını oluşturmaları ile artmıştır. Ayrıca Doğu Avrupa ülkeleri de Tuna-Ren su yolunu kullanarak Karadeniz'e açılmış ve Boğaz trafiği nehir gemilerinin de katılması ile daha da yoğunlaşmıştır. Son yıllarda, Hazar petrollerinin Batı pazarlarına şevkinde Türk Boğazları'nın kullanılmasına yönelik eğilimlerin, Boğazların ve İstanbul'un güvenliği bakımından önlenmesi gerekmektedir. Halihazırda, Boğazlardaki trafik, seyir, can, mal ve çevre güvenliği bakımından katlanılabilir düzeyin üzerindedir. 2. TRAFİK YÖNETİM VE DENETİM HİZMETLERİ 11 Ocak 1994 tarih ve 2 i 815 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Boğazlar ve Marmara Bölgesi Deniz Trafik Düzeni hakkındaki Tüzük gereği İstanbul Bölge Müdürlüğü ve Denizcilik Müsteşarlığı bağlısı olarak Deniz Trafik Düzen Başkanlığı kurulmuş ve 1 Temmuz 1994 tarihinde faaliyete başlamıştır. Deniz Trafiğinin denetimi, başlangıçta Deniz Kuvvetleri Komutanlığından ve Türkiye Denizcilik İşletmelerinden geçici görevlendirilen personel ve T.D.İ.'ye ait birimlerden temin edilen cihaz, teçhizat ve personelin yetki ve sorumluluğunda sağlanmıştır. Bu dönemde personel alımları ve eğitim faaliyetleri de sürdürülmüş olup, askeri personelin ayrılışını müteakip, denetim faaliyetleri, Tüzük Hükümleri çerçevesinde, 1 Şubat 1995 tarihinden itibaren Denizcilik Müsteşarlığı personelinin yetki ve sorumluluğunda yürütülmektedir. Deniz Trafik Kontrol Düzen Başkanlığı, İstanbul Deniz Trafik Kontrol Merkez ve bağlısı Türkeli, Kandilli, Ahırkapı Deniz Trafik Kontrol İstasyonu ve Umuryeri Deniz Trafik Gözcü İstasyonu ile Çanakkale Deniz Trafik Kontrol Merkezi ve bağlısı Gelibolu, Çanakkale ve Mehmetçik Deniz Trafik Kontrol İstasyonlarından ibarettir. Söz konusu Başkanlığın görevleri; Boğazlar ve Marmara Denizinde seyir, can, mal ve çevre güvenliğini sağlamak amacıyla deniz trafiğini Tüzük Hükümleri uyarınca düzenlemek ve kontrol etmektir. Bu maksatla; Tüzüğe ve Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO) çerçevesinde geliştirilmiş Sözleşme ve kurallara uygun olarak, Boğazlar ve Marmara Bölgesinde; Deniz Trafik Ayrım Şeritleri tesis edilmiştir. SP-1, SP-2 mevki çağırma noktası raporları ile muhabere usul ve esaslarını ihtiva eden rapor sistemi hazırlanarak yürürlüğe konmuştur. Deniz Trafik Kontrol Merkezleri ve İstasyonları ( Marmara Ereğlisi Deniz Trafik Kontrol İstasyonu, Rumeli Kavağı ve Kızkulesi Deniz Trafik Kontrol İstasyonları hariç) tesis edilerek işletmeye alınmıştır. Halen, trafik ayrım düzeni rapor sistemi ve Deniz Trafik Kontrol Merkez ve İstasyonları ile bu istasyonlardan bir kısmında tesis edilen radarlarla, Tüzük Hükümleri uyarınca deniz trafiği kontrol edilmektedir. Gece ve görüşün kısıtlı olduğu durumlarda görevin etkinlikle yapılması için İstanbul'da Türkeli ve Ahırkapı Deniz Trafik Kontrol İstasyonlarına ve Umuryeri Deniz Trafik Gözcü İstasyonuna arpa özellikli FURUNO radar, Kandilli Deniz Trafik Kontrol İstasyonunda RAYTHEON radar halen kullanılmaktadır. Bu kapsamda Başkanlıkça, Deniz Trafik Kontrol Merkez ve İstasyonları çalışma usul ve esasları talimatı hazırlanarak Müsteşarlık geçici onayı ile yayınlanmıştır. Boğaz geçiş kıstasları, Tüzük Hükümleri ve uygulamadan elde edilen sonuçlar ışığında incelenerek geliştirilmiştir. Halen Türk Boğazlarında seyir güvenliğinin güçlendirilmesi amacıyla, mevcut seyir yardımcılarının geliştirilmesi ve yenilerinin tesisine yönelik çalışmalar sürdürülmektedir. 3. HABERLEŞME SİSTEMLERİ: Bilindiği üzere, deniz haberleşmesi evrensel olup, ITU/RR esaslarına göre deniz haberleşmesinde kullanılacak frekans bandları tespit edilmiştir. Telsiz Kanunu ve Telsiz Yönetmeliğine göre ülkemizde VHF, MF ve HF haberleşmesinde kullanılacak frekans bandları ve frekanslar belirtilmiştir. Buna göre; 156-162 MHz frekans bandı VHF/FM haberleşmesinde, 1600-4000 MHz frekans bandı MF haberleşmesinde, 4000-27500 MHz frekans bandı HF haberleşmesinde kullanılmaktadır. Deniz VHF/FM haberleşmesinde halen mevcut ve ITU tarafından belirlenen uluslararası kullanıma açık 55 deniz kanalı (ITU-R APS 18) kullanılmaktadır. 4. KILAVUZLUK HİZMETLERİ a. Türk boğazlarındaki kılavuzluk hizmetleri özelleştirme kapsamındaki TDİ'ye bağlı Boğazlar ve Marmara Kılavuzluk Hizmeti Müdürlüğü bünyesindeki Kılavuz Kaptanlarla verilmektedir. Kılavuz Kaptanlar Boğazlar'da seyir güvenliği bakımından önemli görev ifa etmektedirler. İstanbul Boğazında biri Tellitabya, diğeri Harem'de olmak üzere iki pilot istasyonu bulunmaktadır. Bunlardan Harem pilot istasyonu, yakın zamanda, gerek liman girişine hakimiyet, gerekse kılavuz indirme/bindirme yerine olan mevki, mesafelerde avantaj sağlamak mülahazalarıyla Kadıköy İnciburnu mevkiine nakledilecektir. İstanbul Boğazı kuzey girişinde ise Tellitabya pilot istasyonunun mevkii, kılavuz alma yerine göre çok güneyde ve Boğazın içerisindedir. Gerek zaman, gerekse İstanbul Boğazı kuzey girişinin hakim kuzey rüzgarlarının oluşturduğu olumsuz deniz durumu dikkate alındığında, pilot istasyonundan kılavuz alma yerine intikalde güçlükler yaşanabilmektedir. Bu nedenle pilot istasyonu mevkiinin Çalı Burnu-Fil Burnu hattının hemen altına alınması gerekli görülmektedir. Çanakkale Boğazı'nda Gelibolu ve Mehmetçik olmak üzere iki pilot istasyonu mevcuttur. Kılavuz alma ve indirme mevkilerinin uygun olduğu değerlendirilmektedir. Pilot motorları her istasyonda 2 adet bulunacak şekilde serviste tutulmaktadır. Bunlar 9-10 mil sürat yapan küçük motorlar olup, kılavuz alma, indirme yerlerine intikalde, gerek zamandan tasarruf edilmesi, gerekse denize uygunluklarının geliştirilmesi amacıyla, orta vadede daha süratli ve denize dayanıklı teknelerle değiştirilmelerinde yarar görülmektedir. Türk Boğazlarından uğraksız geçen gemilerin kılavuz kaptan alma oranları tedricen artış göstermekle birlikte, henüz düşük boyuttadır. b. İstanbul Boğazı İstanbul Boğazından 1999 yılında geçiş yapan 47.906 gemiden, 18.424 adedi (%38'i) kılavuz kaptan almıştır. Bu duruma göre, ayda ortalama 1.535 gemi, günde ortalama 50 gemi kılavuz kaptan almıştır. Bahse konu gemi geçişlerinin % 25' i, 150 metrenin üzerindeki kritik ve 200 metrenin üzerindeki büyük gemi statüsündeki gemilerin toplamı olup, bu gemilerde Kılavuz Kaptan alma oranı % 87' dir. Boyu 150 metrenin altındaki gemilerin Kılavuz Kaptan alma oranı % 30' dur. Aynı dönemde geçiş yapan tehlikeli yük (ham petrol, petrol türevi, LPG, kimyasal ürün) taşıyan gemilerin (tankerlerin) Kılavuz Kaptan alma yüzdeleri, gemilerin boyları büyüdükçe artmaktadır. Örneğin, boyları 150-200 metre arasındaki gemilerin yüzde 91'i; 200-250 metre arasındaki gemilerin ise, yüzde 98'i kılavuz kaptan almıştır. Bu durum, Boğaz'da seyir güvenliği açısından nispeten olumlu bir husus olarak değerlendirilmektedir. 1999 yılında İstanbul Boğazı'ndan geçiş yapan gemilerin tiplerine göre Kılavuz Kaptan alma oranları şöyledir: Gemi Tipi Toplam Geçen Kılavuz Alan % Yolcu Gemisi(MPR) 1862 1723 93 Likit Petrol Gazı (LPG) 475 397 84 Dondurulmuş Gıda (REEFER) 338 279 83 Konteyner Gemisi 1273 1000 79 Dökmeği Gemi 3552 2326 76 Ham Petrol Ürünü Taşıyanlar 4452 3254 73 Kimyasal Tankerler 577 191 30 c. Çanakkale Boğazı 1. Çanakkale Boğazı'ndan 1999 yılında geçiş yapan 40.582 gemiden, 10.002 adedi (%25'i) Kılavuz Kaptan almıştır. Bu duruma göre, ayda ortalama 833 gemi, günde ortalama 27 gemi Kılavuz Kaptan almıştır. 2. Aynı dönemde geçiş yapan tehlikeli yük taşıyan gemilerin (tanker) kılavuz kaptan alma oranları da İstanbul Boğazına nazaran daha düşüktür. Örneğin, tehlikeli yük taşıyan 150-250 metre arasındaki gemilerin ancak yüzde 38'i kılavuz kaptan almıştır. 3. 1999 yılında Çanakkale Boğazından geçiş yapan gemilerin tiplerine göre kılavuz kaptan alma oranları da şöyledir: Gemi Tipi Toplam Geçen Kılavuz Alan % Yolcu Gemisi(MPR) 622 518 83 Likit Petrol Gazı (LPG) 663 407 61 Dondurulmuş Gıda (REEFER) 498 314 63 Konteyner Gemisi 3421 2199 64 Dökmeği Gemi 3317 922 27 Ham Petrol Ürünü Taşıyanlar 5445 1076 19 Kimyasal Tankerler 1065 497 46 5. SAĞLIK HİZMETLERİ Bilindiği üzere Lozan Antlaşması'nın X. No'lu Ek Beyannamesi, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü'nün Sağlık Bakanlığı bünyesinde katma bütçeli bir Genel Müdürlük olarak faaliyet göstermesinin hukuki dayanağını oluşturmaktadır. Boğazlardan geçiş, Montreux Sözleşmesi, Uluslararası Sağlık Tüzüğü (ÜST) ve 2548 sayılı Gemi Sağlık Resmi Kanunu'nun ilgili hükümleri gereğince sağlanır. Boğazlardan uğraksız geçişlerde Montreux Sözleşmesi'nin 3. maddesi ile UST'nün 33. maddesinde belirtildiği üzere, sağlık kontrolü yapılır. Sahil Sağlık Teşkilatı, ülkeyi karantina hastalıklarından korumak ve başta UST'nün 29.maddesi ile diğer kanunlarımızın vermiş olduğu yetkilerle deniz kirliliği konusunda çevre sağlığı yönünden tedbirler almak için faaliyet göstermektedir. Bu kontroller sırasında Sahil Sağlık botları tarafından gemilerle sağlanan temas sonucu, gemi kaptanı veya doktoru tarafından UST'nün 77.maddesi ile ülke kanunları gereği doldurulan Deniz Sağlık Bildirimi, sağlık ekibi tarafından alındıktan sonra, uygun görüldüğünde Sağlık Kontrol Kartı düzenlenerek Boğazlardan uğraksız geçişlerine müsaade edilmekte ve ilgili kanunlara göre sağlık rüsumu tahsil edilerek katma bütçemize aktarılmaktadır. Boğazlara girişler iki merkezce yürütülmektedir: 1. Ege Denizi'nden girişte Çanakkale Sahil Sağlık Denetleme Merkezi: Bu birimde bir tanesi aktif olmak üzere beş tane motorbot mevcut bulunmaktadır. Bu birimin pratika sahası, Boğazlar Tüzüğü'nde Çanakkale Boğazı'nın Ege girişi olarak belirlenmesine rağmen, bu sahada çalışmanın zor olması nedeniyle yapılan başvurular neticesinde Boğazın Karanlık Liman mevkisi ile Kepez Feneri mevkisi arasında çalışmaya müsaade edilmiştir. Birim bu alanda pratika hizmetini yürütmektedir. 2. Karadeniz'den Boğazlara girişte Büyükdere Sahil Sağlık Denetleme Merkezi: Bu birimde de bir tanesi aktif olmak üzere dört adet motorbot bulunmaktadır. Bu birimin pratika sahası ise, Türkeli Feneri ile Anadolu Fenerini birleştiren hattın 1 mil kuzeyinden Hamsi Limanı ile Filburnu Fenerini birleştiren hatta kadar sürmektedir. alintidir ...TIKLA
-
Bilerek ve isteyerek
efe doga şurada cevap verdi: DeepBlue başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalımhoş geldin sende ve bende
-
(:>) BEN yeniyim galiba
efe doga şurada cevap verdi: efe doga başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalımhos bulduk bu forum cok içten ve candan kişilerlen oluşmuş....
-
Wright Kardeşler
Wright Kardeşler Orville Wright Wilbur Wright Wright Kardeşler, ilk motorlu uçağı yapan ünlü kardeşlerdir. Wilbur Wright1867 yılında doğmuş, 1912 yılında ölmüştür. Kardeşi Orville Wright ise 1871 yılında doğmuş, 1948 yılında ölmüştür. Ohio, Daytonlu iki bisiklet ustası olan Wilbur ve Orville Wright,1899'da kuşların nasıl uçtukları hakkında kendilerine ipucu verebilecekher şeyi sistemli bir şekilde incelemeye başladılar. Bilimsel eserlerdeve eski insanların deneyimleri arasında kendi işlerine yarayacak hiçbirşey olmadığını kısa sürede anlayan Wright kardeşler sadece Berlinyakınlarındaki bir tepe üstünden planörle uçuş denemeleri yapan ve bukonuda çok dikkatli notlar tutan Alman mühendisi Otto Lilienthal'inçalışmaları vardı. Lilienthal kuşlarınuçmalarını çok yakından incelediği için planörünün bir kuşu andırmasınafazla şaşmamak gerekir. Fakat o içlerinde ünlü ressam Leonardo DaVinci'nin de olduğu birçoklarını cezbeden tuzağa, yani kuş uçuşunutemsil eden kanat çırpma olayının cazibesine kapılmadı. Lilienthaluçabilecek bir uçağın havayla temas halinde olan sabit bir kanadıolması gerektiğini gösterdi. Kararlı bir uçuşu gerçekleştirebilmek içingerekli kontrol sadece onun söylediği böyle bir kanat tarafındansağlanabilirdi ve bu konuda Wright kardeşler de onunla uyuşuyordu. Wilbur ve Orville Wrightbilimsel öğrenim görmemişler, liseden sonra yüksek bir okuldagitmemişlerdi. Fakat uçma alanındaki çalışmalarını ilerlettirken kendibilimsel yönlerini de model uçaklar, uçurtmalar, insan taşıyanplanörler ile yaptıkları yüzlerce deney sayesinde bu konuda bilimselbir eser hazırlayacak kadar ilerlettiler. Hatta hazırladıkları 200'dençok farklı tipteki kanatları denemek için bir rüzgar tüneli dahiyaptılar. Wright kardeşlerin 17 Aralık 1903'te North Carolina'daOrville'in kontrolünde havalanan ilk uçağı aerodinamik ses teorisinebağlı kalınarak yapılmıştı. Bu uçak ikipervaneliydi. Pilotla birlikte ağırlığı 335 kg.dı. Bu uçuşun beş tanegörgü şahidi vardır. Orville birinci denemede 12 saniye uçtu. Ve sadece37 metre mesafe katetti. O günkü son denemesinde ise, bu süre 59saniyeye çıkmıştı ve 280 metrelik bir mesafeye uçmuştu. Daha sonrauçaklarını geliştirdiler ve 1904 yılında uçağa havada dönüşleryaptırarak, geri dönmek suretiyle kalktıkları noktaya inmeyi başardılar. Wright kardeşler,iyi bir uçak tasarımında kanadın ani esen şiddetli rüzgarların zararlıetkisiyle sert havanın aşağı ve yukarı çekici etkisine karşın pilotundüzeltmesiyle kanadın daha uygun bir vaziyet almasını sağlayan birmekanizma bulunması gerektiğini anladılar. Kuşları gözleyerek serthavalarda uçuş düzeylerini korumak için kanat uçlarını nasılbüktüklerini not aldılar. Kanat bükmeyi planörlerinin kanatlarınınuçaklarını bir mekanizma yardımıyla eğerek taklit ettiler.Deneylerinden bunun işe yarayacağını tahmin etmişlerdir. Gerçekten deişe yaramıştır. Kanat eğmenin uçuş aerodinamiğini nasıl etkilediğinidoğru bir şekilde tahmin ettiler ve anladılar. Wright Kardeşlerartık uçabilen bir uçak yaratmışlardı ama onu nasıl uçuracaklarınıbilmiyorlardı. Bunu onlara gösterebilecek ne bir kitap ne de biröğretmen vardı. Yavaş yavaş ve metotlu bir şekilde uçakla dönüşyapabileceklerinden çok zaman önce emin olmuşlardı. Daha ilkdenemelerinde uçak tam bir daire dönüşünü kolaylıkla tamamlayarakhavalandıkları noktanın yanına indi. Uçak dizaynı, diğerleri Wrightkardeşlerinin seviyesine gelinceye kadar bir süre olduğu yerde saydı.Pilotun kanadın üzerine yatık bir şekilde durmaktan kurtarıp oturmasınısağlayacak bir yer yapılması gibi zorunlu bir takım şeyler gerekiyordu.Wright kardeşler pilotun oturabildiği bir uçak dizaynı hazırladılar.Ayrıca bir de iniş takımı yaparak kendilerini ilk uçuşlarındayanlarında taşıdıkları tekerlekli kriko ve monoraydan kurtardılar.
-
PLANÖR
PLANÖR Havacılar ?sonsuz maviliklerin eşsiz güzellikleri? diyorlar planörlere. Gökyüzünde süzülüşlerini, masmavi sularda yüzen kuğulara benzetenler ?Beyaz Kuğular? diye niteliyorlar. Uçarken, kanatlarının rüzgarlarla sürtünüşünde çıkan sesteki melodiyi yakalayanlar da ?sessizliğin müziği? diyorlar. Bu tanımların hepsindeki ortak nokta aynı. Planör denilen hava aracının taşıdığı ESTETİK. Planör, vinç sistemiyle ya da Vilga denilen bir başka aracın çekmesiyle havalanan ve belli bir yükseklikte Vilga?yla bağlantısını koparıp atmosferin alçak katmanlarındaki DİKEY-YATAY hava akımlarından yararlanarak uçan motorsuz bir hava aracıdır. Bu sporda amaç, en kısa zamanda en uzun yolu kastetmektedir. Bu nedenle planörlerin ÜSTÜN BİR AERODİNAMİK yapıda olması gerekir. Şöyle bir örnek verebiliriz. YARIŞMA TİPİ, ortalama bir planör bir metrelik yükseklik kaybettiğinde 35 metre ileri doğru süzülür. Planör yarışmaları MESAFE (en uzun mesafeye gidebilmek), ZAMAN (en kısa sürede gidebilmek) ve AKROBASİ (planörde yapılan çeşitli gösteriler) olarak düzenlenir. Planör pilotu olmak isteyenlerin her şeyden önce 16 yaşını bitirmesi gerekir. Havacılık sevdalıları THK?nın Eskişehir-İnönü Hava Eğitim Merkezi?ndeki ÜCRETSİZ kurslarına katılarak amaçlarına ulaşabilirler. 40 günlük BAŞLANGIÇ kursu, ardından elbette isteyenler için iki aylık TEKAMÜL kursu ve son olarak da YÜKSEK TEKAMÜL kursunda A-B-C Brövelerini kazanırlar. Planör Nedir? Planör Nasıl Uçar? Motoru olmayan bu hava aracının uçabilmesi için ilk önce planörün havaya çıkarılması gerekir. Bu, ilk yıllarda lastik amortisörlerle yüksek tepelerden tıpkı sapanla havaya fırlatılmak suretiyle olmuştur. Daha sonraları ise gelişen teknolojiyle birlikte uçak arkasında çekilerek veya vinçle çekilerek planör havaya çıkarılmıştır. Havalanan planör süzülme kabiliyetiyle havada uçuşunu sürdürür. Hava içerisinde ufkun altına doğru süzülen planörün kanatlarına çarpan hava akımları kaldırıcı güç meydana getirerek kütlenin havada kalmasını sağlar. Dünyada Planörcülük Uçma fikri çok eskilere dayanmaktadır. İnsanoğlunun tarihinde uçma tutkusu önemli bir yer tutmaktadır. Mitolojideki uçan hayvanlar ve insanlar hep bu tutkunun eseridir. Ancak teorik olarak uçma fikri ancak 16ncı asırda İtalyan bilgin Leonarda Vinci?nin helikopter benzeri çizimleriyle biçimlenmiş fakat karmaşık yapı ve teknik olanaksızlıklar nedeniyle uygulama imkanı olmamıştır. Daha sonraları ise İngiliz bilim adamı Kelley bu konuda araştırmalar yapmıştır. 1800 yıllarında ise Lobri adlı bir Fransız martı kuşuna benzeyen bir planör yaparak kısa bir mesafe de olsa uçmayı başarmıştır. Daha sonraları İngiliz Pilçer ve Amerikalı Rayt kardeşler bu dalda araştırmalar yapmış, 1903 yılında Rayt kardeşler Lilihantal?ın çalışmalarını geliştirerek bu modelin üzerine motor koymuş ve çalışmalarına devam etmişler, motorlu uçakların temelini hazırlamışlardır. Türkiye?de Planörcülük Daha sonra 1861 yılında Atıf Bey ince gürgen ağıcından ve ince saçtan yapılmış, el ve ayaklı işleyen, birkaç pervanesi olan bir uçak yapmıştır. Gerçek anlamda ise ilk planör uçuşu Göztepeli ve Galatasaraylı şahıslar tarafından 16 Mart 1934 yılında lastik amortisörle yapılmıştır. 1935 yılında ise Ankara?da Atatürk?ün direktifleriyle THK?na bağlı bir Planörcülük Okulu açılmıştır. İlk gelişen planörcüler yurt dışına ihtisas yapmaya gönderilmiş, dönüşlerinde ihtisas sahibi olarak birçok planörcü yetiştirmişlerdir. Planör Başlangıç Kursları Planör Başlangıç Kursları Planör Uçuş Okulu tarafından İnönü Eğitim Merkezi ve Akşehir Eğitim Merkezi?nde düzenlenir. Ayrıca talep olduğu takdirde uygun görülürse THK tarafından bölgesel kurslar da düzenlenebilir Kursa katılmak isteyenler her yıl 1 Ocak?tan itibaren dilekçe ile Türk Hava Kurumu Genel Başkanlığı?na müracaat ederler. Müracaat edeceklerin katılacakları kurs döneminde 16 yaşından gün almış olmaları ve en az ortaokul mezunu olmaları gerekmektedir Müracaat sayısının fazla olması durumunda öncelik Okul Havacılık Kollarına ve Havacılık Kulüplerine tanınır. Kurslarda başarı gösteren öğrenciler bir kez yalnız uçarak Planör ?A? brövesi alırlar. Planör Tekamül kursuna katılacak öğrenciler kontenjan durumuna göre daha öne ?A? brövesi almış başarılı, öğrencilerden seçilir. Bu kursu bitiren öğrenciler ?B? ve ?C? brövelerini takiben Planör Pilot Lisansının alırlar. Uçuş Eğitimi Başlangıç uçuş eğitimi iki safhadan oluşmaktadır; a. Uçuş öncesi eğitim, b. Uçuşla beraber yapılan eğitim. Her kursiyer uçuş öncesinde, uçuşa hazırlık amacıyla 3 gün süresince ders görür. Bu dersler; 5.Yer eğitimi, Bu derslerden normal usuller planörün teknik bilgilerini ve uçuştan önce yapılması gereken kontrolleri kapsar. Bu dersler sonunda yapılacak sınavda her biri 2 puan değerinde 50 test sorusu sorulur. Kursiyer bu sınavdan en az 70 puan almalıdır. Bu sınavda başarı gösteren kursiyer uçuş eğitimine başlar. Yer eğitim ise planör başında uygulamalı olarak yapılır. Bu derste uçuşa hazırlık olarak paraşüt kuşanma, planöre oturma, dahili kontroller, halatın veya telin takılması, kanat tutma ve planörün taşınası pratik olarak öğretilir. Uçuşa başlayan kursiyerler uçuşla birlikte nazari derslere devam ederler. Bu dersler sırası ile şunlardır; 1.Uçuş nazariyatı, 4.Vinç ile çalışma, 5.Emercensi usuller, 6.Sınav Alıntıdır: -http://www.hepimizbiriz.com/forum/PLANoR-t-5793.html-
-
HELİKOPTER
HELİKOPTER Helikopterler, taşıyıcı yüzeyleri döner hava araçlarıdır. Uçaklarda kanatların yaptığı taşıma görevini helikopterlerde paleler yapmaktadır. Helikopterin üstünde bulunan döner parçaların herbirine pale denir ve yapısı uçaklardaki kanat yapısına benzer. Paleler motorla döndürülür. Palelerdeki taşıma kuvveti palelerin dönmesiyle oluştuğundan, helikopter dikine kalkabilir, havada durabilir, yana, ileriye ve geriye doğru hareket edebilir. Helikopter uçuşunun ilkeleri, yüzyıllardır bilinmektedir. Leonardo da VİNCİ bir helikopter planı yapmış, George Cayley (1792) gibi eski havacılar da, çeşitli helikopter modelleri geliştirmişlerdir. İlk insan taşıyan helikopter, 1907 yılında Fransa?da Paul Cornu tarafından yapılmış ve 24 BG?lük bir motorla uçmuştur. Ancak bazı denge ve mühendislik sorunları nedeniyle, helikopterler, uçaklar gibi çabuk gelişme göstermemişlerdir. Dünyanın ilk başarılı helikopteri olan VS-316A, Rus asıllı Amerikalı mühendis Igor Sikorsky tarafından, 1942 yılının Ocak ayında yapılmıştır. Paleler bir göbek ile birbirine bağlanmıştır. Paleler ve göbekten oluşan parçaya rotor denir. Palelerin açısı pilot tarafından kumanda edilir ve açıyla birlikte palenin taşıma miktarı değişir. Bu kumanda ile pilot helikopteri düşey doğrultuda aşağı-yukarı kontrol eder. Helikopterde ana kanatlar ve kuyruk kanatları bulunmadığından, ana rotorlar ve kuyruk rotorları hem kaldırma kuvvetini hem de helikopterin kontrolu için gerekli gücü sağlar. Helikopterin yatay olarak ileri, geri ya da yana uçması istendiğinde rotor o yöne doğru eğilir. Helikopterin en yüksek hızı, yaklaşık 400 km/saatle sınırlıdır. Dünyanın en büyük helikopteri Mil-12?dir. Helikopterler askeri amaçlı kullanıldığı gibi sağlık, orman söndürme, taşımacılık, arama kurtarma gibi değişik amaçlarla kullanılabilmektedir. Alıntıdır: -http://www.hepimizbiriz.com/forum/HELiKOPTER-t-5792.html-
-
Balon
BALON Havacılık tarihinin en eski uçuş aracı Havacılık tarihinin en eski uçuş aracı olan bölümden oluşur. Yanma Birim-Sepet-Kubbe. Bu aracı dünyada ilk yapanlar Fransız Ethienne ve Joseph Mongolfier kardeşler. 900 metre küp hacminde, çevresi 35 metre, tam bir süre biçimindeki bu araç Mongolfier kardeşlerin dokudukları pamuk ve kağıttan yapılmıştır. Balonu şişirmek için, nemli hasır ve ünün yakılmasıyla elde edilen ateş kullanılmıştır. Yapımcılarının şişirdikleri balon bırakılınca birkaç dakika için bin metreye kadar yükselmiş ve kalkış noktasından 2 km. Uzağı yumuşak bir iniş yapmıştı. Zaman içinde çalışmalar ilerledikçe insan beyni de geliştir. Ve günün birinde ?Su geçirmez, lastikle kaplı, özel iplikten bir balon? ortaya çıktı. Yapımcısı yine Fransız?dı. Bu balon HİDROJEN?le şişirilecektir. Şişirme işlemi 3 günde tamamlandı ve balon havalandı. Havalandı da, gökyüzü kopkoyu yağmur bulutlarıyla kaplıydı. Araç 900 metreye kadar yükseldikten sonra bulutların arasında kayboldu. Bir süre sonra, 25 km. Ötedeki bir köyde bulundu. Bu havacılık tarihinin ilk ?GAZ BALON/UÇUŞUYDU?. Ne yazık ki değeri pek bilinmedi. Çünkü ona ?gökten gelen şeytani bir yaratık? olarak gören köylüler, ellerindeki çapalar ve tüfeklerle paramparça etmi?lerdir. Bu düşünce elbette zamanla değişti ve balon, bütün dünyanın en yaygın hava aracı oldu. Günün birinde insanlar bir balonun sepetine bir koç, bir ördek ve bir horoz koyup uçurdular. Birkaç dakikalık uçuştan sonra da İLK BALON YOLCULARI olan bu koç, ördek ve horozu güvenli bir şeklide yere indirdiler. Daha sonra da İNSANLI balon uçuşu yapıldı ve Fransız BORAN DE ROSIER (ROZİYE) dünyanın ilk BALON PİLOTU oldu. Balonları dört ana grupta toplayabiliriz. Sıcak Hava Balonları-Gaz Balonları-Rosier Balonları ve Hava Gemileri (Gaz Balonlarında Jules Verne?in balonunu örnek olarak gösterebiliriz). Genç Hava izcileri; balon yarışmaları son derece ilginçtir. Rüzgarın esişi yönünde, genellikle yukarıda rahatça görülebilen hedefler belirlenerek X şeklindeki panolarla işaretlenir. Yarışmacılara MARKER denilen, ucuna ağırlık takılmış kurdeleden verilerek, yarışma sırasında bu hedeflere atmaları istenir. Derecelendirme, markerlerin hedefe olan yarılıklarına bakılarak yapılır. Bir de MESAFE YARIŞMASI vardır. Bunda amaç, kalkış noktasından en uzak noktaya gidebilmektir Alıntı: -http://www.hepimizbiriz.com/forum/BALON-t-5797.html-
-
Yat Nedir ?
Yat Nedir? Yat kelimesi (Yacht) sözcüğünün türkçe karşılığıdır dersek yanlış olmaz.Yacht sözcüğünün geçmişi ise 17. yüzyıla kadar dayanır.Kaynaklara göre bu kelimenin Hollanda kökenli olduğu biliniyor.O devirde kanallarda hzlı giden ve kolay manevra kabiliyetine sahip teknelere yacht (yat) deniyordu.Daha sonraki yıllarda yatlar,başta Fransa olmak üzere tüm Avrupa'da yavaşta olsa yayıldı. Günümüzde yat denince akla motoryatlar veya yelkenli yatlar gelmektedir.Biz yelkenli yatları ele alacağız.Yelkenli yatlar çok gelişmiş teknolojiyle üretilirler ve batmazlardır.Peki nasıl batmazlar? Eğer bir yelkenli yat devrilse bile(bu çok zor bir ihtimal),ağır olan,dengeleyici salması nedeniyle tekrar düzelirler. Bu sistemin çalışma prensibi hacıyatmaz oyuncaklarınki gibidir.Yandaki şekilde bir yelkenli yatın su altındakalan salması görülüyor.Salma hem yelken seyirlerinde yatı dengeliyor hemde yatın akıntı,dalga ve özelliklede rüzgar gibi etkilerde direnmesini sağlar. Gerek yerli gerekse de yabancı yat üreticileri yelken ve deniz severler için 2 ana tipte yat üretirler.Yarışmak isteyenler için daha hızlı fakat az konforlu,gezmek isteyenler içinsede daha yavaş,su hattı geniş,az bayılan ve tabiki daha konforlu gezi tekneleri üretirler.Satın alırken tercih size kalmıştır. Ayrıca yat üreticileri,yelkenseverlerin ihtiyaçlarına göre her boyda yat üretmektedirler.Fakat unutulmamalıdır ki 6 metrelik bir yelkenli yatla bile,eğer iyi bir denizciyseniz ve zorluklara karşı direnebiliyorsanız dünyayı turlayabilirsiniz.1968 yılında dünya turunu tamamlayan usta denizci Sadun Bora ve eşi ,Kısmet isimli "double ender" (baş kıç bir) tipinde, 10.5 m boyunda, 3.30 m eninde ve su çekimi 1.65 metre ve altında da 3.5 ton sabit maden ağırlık bulunan bir tekneyle dünyayı turladılar. Alıntı: -http://www.yelkenokulu.com/yatnedir.html-
-
(:>) BEN yeniyim galiba
efe doga şurada cevap verdi: efe doga başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalımhayir yeniyimde sen eski ozaman dedin yaa bende niye eskiyeyim dedim alalaa bu cadiylan işimiz var yarabbim hosbulduk zeynep
-
TERME
TERME Terme'nin tarihi M.Ö. 1OOO yılına kadar iner. Terme adının Termisus veya Termodon’dan geldiği söylenmektedir. İlçenin halkının Gaşkalar olduğu sanılmaktadır. Hititler Samsun'a kadar yayılınca Gaşkalı'larıda yönetimleri altına almışlardır. Bazı tarihçilere göre Terme'ye Amazonların yerleştikleri kabul edilmektedir. Hatta M.Ö.562'lerde Samsun kurulurken Terme şehrinin mevcut olduğu belirtilmektedir. Türklerin Anadolu'ya hakim olmaya başladıkları 11.yüzyıla kadar Terme'ye Hititler, Frigler, Medler, Persler ve Romalılar hakim olmuşlardır. 395 yılından itibaren Terme Roma İmparatorluğunun Doğu yani Bizans Devletinin hakimiyetine girmiştir. Türklerin 1048 Pasinler, 1071 Malazgirt zaferlerini kazanmalarıyla birlikte, Önce Doğu Anadolu Bölgesindeki Bizans hakimiyeti sona erdirildi. Doğu Karadeniz Bölgesinde ilk önce Çoruh Vadisi'nden içlere doğru giden Türk-Çepni boyu görüldü. 1204 tarihinde Bizans, Latinlerin istilasına uğrayınca İstanbul'dan kaçanlar Trabzon'da Kommenler Devletini kurdular.Bu Devlet zaman zaman Samsun'a kadar hakim oldu. l.Alaeddin Keykubat zamanında (1219-1236) Terme dahil bütün Karadeniz sahili Anadolu Selçuklularının yönetimine girmiş oldu. Moğolların istilasından sonra bu bölgenin genel valiliği Uygur Türkü olan Eretna Bey'e verildi. Eretna Bey, Amasya, Samsun, Tokat, Sivas, Kayseri bölgesinde kendi adıyla devletini kurdu. 1381'de Kadı Burhanettin, Eretna Beyliğini ele geçirince Termedonun bölgesine bağlandı. Bu arada Samsun ve civarında Canik Beyliği de kurulmuştur. 1398 yıllarında Yıldırım Beyazit Amasya ve Karadeniz bölgesini alınca Taceddin Oğulları ve Canik Beyleri Osmanlı yönetimini kabul ettiler. Bundan sonra Terme Kazası Cumhuriyet dönemine kadar Canik Mutasarrıflığının idaresinde yönetildi. Bu arada Terme 1.Dünya Savaşı yıllarında Eylül 1916 da Ruslar tarafından bombalandı, ve zararlar gördü. Milli Mücadele döneminde Rum ve Ermenilerden oluşan çeteler Terme'yi yakıp yıkma faaliyetlerine başladılar. Bölgedeki bu çete faaliyetlerine karşı silahlanan kahraman yöre halkı Rum ve Ermeni çetelerini zararsız hale getirmesini bildi. Mustafa. Kemal 1919 yılında Milli Mücadeleyi başlatmak için Samsun'a çıktığında Onu karşılayanlar arasında Terme'den Hacı Kuzu Fevzi Efendi'de bulunuyordu. COĞRAFYA Terme ilçesi, Orta Karadeniz Bölgesinde, Samsun iline bağlı Samsun-Ordu Devlet karayolu üzerinde kurulu olup Samsun iline 57 km uzaklıktadır. En yakın yerleşim birimlerinden Çarşamba ilçesine 22 km, Ünye ilçesine 32 km uzaklığı bulunmaktadır. İlçenin yüzölçümü 583 km² dir. Doğusunda Ünye ilçesi, batısında Çarşamba ve Salıpazarı ilçeleri, kuzeyinde Karadeniz ve güneyinde Akkuş ilçeleri ile çevrilidir. İlçemiz denizden 0-3-10 km den başlayarak yavaş yavaş yükselen verimli ve yeşilliklerle kaplı arazi yapısına sahiptir. En önemli akarsuyu Terme Çayı’dır. Diğer akarsuları Akçay Deresi, Miliç Irmağı ve Karaboğaz Suyu olup, ayrıca Simenit ve Akgöl gölleri de doğal güzelliğe sahip yerlerdendir. NÜFUS 2000 yılında yapılan nüfus sayım sonuçlarına göre ilçe merkezi nüfusu 25.052, Evci Kasabası nüfusu 4.906, Sakarlı Kasabası nüfusu 4.328, Bazlamaç Kasabası nüfusu 2.970, Kocaman Kasabası nüfusu 2.643, Ambartepe Kasabası nüfusu 3.075, Hüseyinmescit Kasabası nüfusu 2.716, Gölyazı Kasabası nüfusu 2.127, Söğütlü Kasabası nüfusu 2.036, Kozluk Kasabası nüfusu 2.489 olup beldelerin toplam nüfusu 27.290 ve 58 köyün toplam nüfusu 29.819 olup toplam nüfus 82.161’dir.
-
Havza
HAVZA Havza'nın Kelime Anlamı : Havza kelimesinin kurucusu Hititlerin (Turaniler) Amasya Valisi «Kavuzhan» adıyla ilgili olarak «Kavza» kelimesinden geldiği ileri sürülmektedir. Kasabanın ilk adının, kesin olmamakla birlikte «Asarül Bilâd » adlı kitap yazarı Zekeriye Bin Mahmud El Kozuini, İlçede 442 yılında olan bir depremden söz ederken «Ancere» kelimesini kullanmıştır. «Havza» kelimesi 930 veya 1245 yıllarından sonra kullanılmaya başlanmıştır. Havza adının kullanılmasının ağırlıklı bir nedeni, kaplıca ve hamamlardaki «Havuz» ların çokluğudur. «Havza»nın nehir veya maden çevresi anlamı da vardır. Havza Tarihi: Havza Hititlerin Amasya Valilerinden Kavuzhan tarafından 2500 yıllarında kurulmuştur. Amasya'nın Pontus Kollarının hükümet merkezi olmasıyla Havza'da Pontus idaresine girmiş, VIII yüzyıllardan itibaren de Bizans'ın eski Vilayetlerinden olan «Armenikanun» kaleleri arasında yer almıştır. Bölgede M.S. 442 yılında olan ve iki gün süren deprem sonucu çoğu bina ve bir de kilise yerle bir olmuş, yıkılan kilisenin altından çok sıcak su çıkmıştır. Şu an kaplıcaların bulunduğu yerde kazı yapılması halinde batık bir şehrin bulunabileceği tahmin edilmektedir. Bu bölge M.S. 712'de Arapların eline geçse de Bizans İmparatorluğu'ndan kesin olarak ayrılışı Selçuklular sayesinde olmuştur. Osmanlı döneminde, Anadolu'nun beş büyük kültür merkezinden biri olan Amasya'nın sınırları içinde kalmıştır. Havza 1882 yılında ilçe olmuş, 1925 yılında Amasya'dan ayrılarak Samsun'a bağlanmıştır. Atatürk'ün Gelişinde Havza : İlçe Milli Kurtuluş Hareketlerinin başlangıcında önemli gelişmelerin kaydedildiği yer olarak ta resmi tarihimize damgasını vurmuştur. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk 25 Mayıs 1919 günü akşamı üzeri Havza'ya gelmiş, (18) gün burada kalmış, rahatsız olarak geldiği ilçede, şifalı kaplıcalarında sağlığına kavuşmuştur. Atatürk ilçede, şimdi restore edilen önceleri otel olarak, daha sonra belediye olarak kullanılan Mesudiye Otelinde, Karargâhı ise Ali Osman Ağa konağında ikâmet etmiştir. Kurtuluş savaşı hazırlıkları burada başlamış, Amasya Tamimi burada ele alınmıştır. Yurdun işgali ilk kez Havza'da düzenlenen mitinglerde kınanmıştır. Mustafa Kemal Paşa, İlçeye gelişinin 2. Günü olan 26 Mayıs 1919 tarihinde kendisini ziyarete gelen heyete Şu tarihi sözleri söylemiştir. «Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız, kurtulacağız, bizi öldürmek değil, canlı mezara atmak istiyorlar. şimdi çukurun kenarındayız. Son bir azim bizi kurtarabilir.» Atatürk Havza Belediye Başkanından, bölgedeki Müslüman ve Hıristiyan halkın oranını, siyasi eğilimlerini, aralarındaki anlaşmazlıkların nedenlerini, ve çözüm yollarını, ilçenin ileri gelenlerini, halkın vergi borcu olup olmadığını öğrendi ve ertesi gün yani 27 Mayıs 1919'da Havza'da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu. Atatürk Havza'ya geldiklerinde Kaymakam Fahri Bey'di. Mustafa Kemal 13 Haziran 1919'da Havza'da bir miting düzenler. O sırada Havza'dan geçen İngiliz temsilcisi Keçil durumu Samsun'a bildirdi. Haber İstanbul Hükümetine iletilerek Mustafa Kemal'in geri çağırılması istenir. Aynı gün (13 Haziran 1919) Havza'dan ayrılan Mustafa Kemal ayrılırken Havzalılara, «Bu gün artık üniforma sahibi deyilim. Size evvelce bildirdiğim gibi sade bir millet adamıyım.» demiştir. Atatürk'ün ilçemize 24 Eylül 1924 tarihinde ikinci teşriflerinde Havzalılara hitaben söylediği sözler şöyledir. «Sizinle en elemli, en yeisli günlerde tanıştım. Aranızda günlerce kaldım. Bana mazinin hatırasını tekrarlatan şu daire içinde kıymetkâr mesai ve muavenetinizden pek müstefit oldum. Eğer Havzalıların o samimi ve metin hüsnü kabulleri olmasa ve eğer Havza'nın nafi şifalı kaplıcaları ahval-i sıhhiyem üzerinde müspet bir tesir bırakmasaydı, emin olunuz ki inkılâp için çalışamayacaktım. Bundan dolayıdır ki Havza ve Havzalılara çok şey borçluyum. Kalbi rabıtam ebediyen saklayacak ve sizi hiç unutmayacağım. İlk cüreti, ilk cesareti gösteren sizlersiniz İnkılâp ve Cumhuriyet tarihinde kahraman Havza'nın ve Havzalıların büyük bir yeri vardır.» Atatürk'ün Havza'ya gelişi her yıl 25 Mayıs'ta parlak törenlerle kutlanmaktadır. İlçemiz milli mücadeledeki yerini fazlası ile almasına rağmen yeterli ilgi ve alakayı görmemiştir.Atatürk Havza’ya gelmeden önce buradan milli mücadeleyi başlatacağının ilk işaretlerini veriyordu.Mustafa Kemal Havza ya gelmeden önce Özel ve Gizli işaretli bir mektubu 24 mayıs 1919’da Havza kaymakamı Fahri Bey’e gönderir.Kısaca mektubun içeriği istihbarata yönelik olup bölge hakkında tam bir bilgiye sahip olmak istiyordu.Bu mektubun orjinali Atatürk’ün Havza Karargahında muhafaza edilmektedir.Mustafa Kemal Havza ya18 arkadaşı ile birlikte gelmiştir.Mustafa Kemal İlçemizde Ali Babaya ait Mesudiye otelinde karargahını kurmuştur.Buradan yurdun değişik yerlerine gönderilmiş 50 adet belge mevcuttur.Gönderilen belgelerin ana teması yurt bütünlüğünün korunması için milli tepkilerin daha canlı olarak gösterilmesi ve milli direnişin başlatılması yönünde idi. Havza milli mücadelede ilklere sahne olmuştur. İlk Müdafa-i Hukuk Cemiyeti 26 Mayıs 1919 da 4500 kişilik serdengeçiti ile kurulmuştur. Milli mücadelenin ilk mitingi bizzat Atatürk’ün başkanlığında Havza da yapılmıştır. Atatürk Rus heyeti ile ilk defa Havza da görüşmüştür.Rus albay Bu denli Mustafa Kemal’e teklifi şuydu:Generalim,bütün ihtiyacımızı tamamlamaya Rusya’nın hazır olduğu size bildirmek görevini üzerine almış bulunmaktayım.Size top,tüfek,cephane,para verelim.Muktedir subaylar gönderelim.Yalnız bir şartımız var.Atatürk ne olduğunu sordu.budenni de şartları şöyle sıraladı.”Sovyetler Birliği’ne katılınız.Siz de federal cumhuriyetlerden biri olunuz,bu suretle kuzeyden güneye kadar Murmansk’dan Süveyş’e kadar kapitalist devletlere karşı cephe kurulmuş olacaktır. Bu yardım isteğine karşılık Atatürk şu cevabı verdi :“Değerli subaylarımızın Sovyet yurdunda önemli görevleri vardır.Biz Türkler kendi yağımızla kavrulmayı tercih ederiz.Sovyetler Sovyetler topluluğunda bir Cumhuriyet olmaya gelince,Biz Türklerin milliyet anlayışına aykırıdır.Siz,gelin müşterek düşmana bizi eşit bir savaşçı olarak kabul edin.Bize bu kadarı yeter.Türkler batı emperyalistlerine karşı bir ölüm dirim savaşına girmişlerdir.Bu savaşı muhakkak kazanacaktır.Türkiye’de yapılacak olan devrimleri,Türkler kendileri yapmak kararındadırlar.Kızıl Ordunun yardımını hoş karşılayamazlar.Türk milleti mağrur ve hassastır.Her türlü mücadele gücünü kendi damarlarındaki kanda bulmaktadır.” Böylece Atatürk Kızıl Ordunun Anadolu’ya girmesini önledi. Mustafa Kemal ilk defa Padişaha göndermiş olduğu telgrafla Anadolu’da Milli Mücadelenin başladığını bildirmiştir. Amasya Tamimi olarak yayınlanan bildirideki maddeler Havza da yazılmış Amasya’da açıklanmıştır. Mustafa Kemal Milli mücadele yapacağı işlerin ve atacağı adımların hepsini ve kurtuluş hareketinin plan ve programlarını Havza’da hazırlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk Kurtuluş savaşından sonra Havza’yı 3 kez ziyaret ederek Havza ve Havzalıların Kurtuluş savaşındaki yeri ve önemini dile getirmiştir. 24 Eylül 1924 tarihinde Havza’yı ziyaretinde Havzalılara şu şekilde hitap etmiştir Ahval-i sıhhiyem üzerinde müspet bir tesir bırakmasaydı, emin olunuz ki İnkılap için çalışamayacaktım. Bundan dolayıdır ki Havzalılara çok borçluyum. Kalbi rabıtamı ebediyen saklayacak ve sizi hiç unutmayacağım. Muhterem Havzalılar ! İlk cüreti, İlk cesareti gösteren, ilk teşkilatı yapan sizlersiniz. İnkılap ve Cumhuriyet tarihinde kahraman Havza’nın ve Havzalıların büyük bir yeri vardır. MİLLİ MÜCADELENİN İLK’LERİ İlk teşkilatının kurulduğu, İlk genelgesini yazıp ulusa “ya bağımsızlık ya ölüm” şiarının ilk kez ilan edildiği, İlk mitingin düzenlendiği, İşgal kuvvetleri tarafından toplanan silahlara el koyularak ilk eylemin gerçekleştirildiği, Kurtuluş savaşımızın ilk ve en önemli görüşmelerinin yapıldığı Mustafa Kemal’in halkın karşısına ilk defa sivil kıyafetlerle çıkıp sine-i millete dönme kararını ilk kez açıkladığı yer olması özelliği Havza’ya MİLLİ MÜCADELEMİZİN ERGENEKON’U SIFATINI KAZANMIŞTIR. alintidir... tıkla
-
SAMSUN
1. Coğrafi Konum Karadeniz sahil şeridinin orta bölümünde Yeşilırmak ve Kızılırmak nehirlerinin Karadeniz’e döküldükleri deltalar arasında yer alan Samsun ili 9,083 Km²’lik bir yüz ölçüme sahiptir. Coğrafi konum olarak 40° 50’ - 41° 51’ kuzey enlemleri , 37° 08’ ve 34° 25’ doğu boylamları arasındadır. Kuzeyinde Karadeniz’in yer aldığı ilimizin komşuları; doğusunda Ordu , batısında Sinop, güneyinde Tokat ve Amasya ,Güney batısında ise Çorum illeridir. Samsun ili yeryüzü şekilleri bakımından üç ayrı özellik gösterir. Birincisi güneyindeki dağlık kesim, ikincisi; dağlık kesimle kıyı şeridi arasında kalan yaylalar, üçüncüsü; yaylalarla Karadeniz arasındaki kıyı ovalarıdır. Kızılırmak ve Yeşilırmak akarsularının delta alanlarında oluşmuş kıyılarında, yurdumuzun tarımsal potansiyeli en yüksek ovalarından Bafra ve Çarşamba ovaları yer almaktadır. 2. Jeolojik Yapı Samsun’da genç delta ovalarında alüvyonlar bulunmakla birlikte, dik yamaçlarla ayrılmış taraçalarda eski alüvyonlar görülmektedir. Güneydeki dağlık kesime geçiş alanı neojen yaşlı, killi-kireçli tortularla kaplıdır. Kıyı dağları Kretase lavlarından oluşmuştur. Aynı dağların iç kesimlerinde killi, çakıllı tortular bulunur. İç kesimlerde Neojen tortular ve yer yer alüvyonlarla kaplı ovaların güneyinde de birinci ve ikinci zaman yaşlı ve kıvrımlı kayaçlar Kretase ve Eosen Flişlerine rastlanır. Geniş alanlarda ise volkanik oluşumlar görülmektedir. Samsun’da Eosen, Kretase ve Neojen dönemli oluşumlara sıkça rastlanmaktadır. 3. Yaylalar Bölgedeki yaylalar genellikle ikinci ve üçüncü zamanda meydana gelmiştir. Karadeniz bölgesinde dağ yamaçları çok aşınmıştır. Ayrıca bölgedeki akarsular toprağı yeteri derecede parçalayarak arazide yer yer yaylalar meydana getirmiştir. Bunlar arasında en önemlileri Ladik, Havza ve Kavak yaylalarıdır. 4. Dağlar Samsun ili topraklarının Karadeniz kıyıları düzlüklerle, güneye uzanan iç kesimleri ise, yükseklikleri fazla olmayan dağ sıraları ile kaplıdır. Bölge, Karadeniz kıyıları ile bu kıyılara içeriden paralel olarak uzanan yüksek dağlar arasındadır. Bu dağlar Ünye-Çarşamba kesiminde doğu-batı, Samsun-Bafra kesiminde doğu-güney, batı-kuzeybatı yönünü takip eder. Doğudan batıya doğru uzanan ve birbirinin devamı olarak görünen başlıca iki sıra dağ vardır. Bunlardan doğudakine Canik Dağları, batıdakine ise, Çangal Dağları denir. Canik Dağları : Büyük bölümleri Ordu ilinde bulunan Canik Dağlarının batı uçları Samsun topraklarında bulunur. Yükseklikleri az olan bu dağ sıraları Karadeniz ile iç kesimler arasındaki ulaşıma engel olmazlar. Yüksekliği ortalama 1500 metredir. Çangal Dağları: Samsun ili sınırlarının batı ucundan içeri giren Çangal Dağlarının büyük bir kısmı Sinop ili sınırları içerisindedir. Çangal dağlarının ortalama yüksekliği 1500 metredir. Sıralı Dağlar: Samsun ilinin önemli yüksekliklerinden birisi olan Sıralı Dağlar Kavak ilçesinin doğusunda yer alır ve yüksekliği 1300 metredir. Kocadağ: Samsun ilinin kuzey kesiminde Kavak ilçesi yakınlarında bulunan Kocadağ 1310 metre yüksekliktedir. Akdağ: Samsun ilinin en yüksek dağı olan Akdağ ın yüksekliği 2062 metredir. Ladik ilçesi ve Amasya arasında bulunan Akdağ zengin orman yapısına sahiptir. Kunduz Dağları: Samsun ili Vezirköprü ilçesi toprakları üzerinde bulunan Kunduz Dağlarının yüksekliği 1783 metredir. Ünlü kunduz ormanları ile birlikte anılan dağ orman ürünlerinin çokluğu ile ülke çapında bir şöhrete sahiptir. Hacılar Dağı: Ankara -Samsun karayolu üzerinde,Kavak ilçesinden sonra yer alan Hacılar dağının yüksekliği 1150 metredir. Bundan sonra Mahmur dağlarını görmekteyiz. Nebyan Dağları: Samsun’un kuzey batısında bulunan Koca Dağın batısında bulunan Nebyan Dağlarının yüksekliği 1224 metredir. Bu dağlardan başka, güney doğuda; Akpınar 900 m ve Böğürtlen tepe 950 m, doğuda Büyük dağ ve Topuzlu 950 m, Sofualan ve Örencik 800 m, güney doğuda Saltuk tepesi 1150 m, Kavakta Kocaçaltepe 913 m, Mert ırmağı sağ yönünde Çadırtepe 110 m, Kürtün ırmağının sağında limana doğru uzanan Toraman tepe 125 m, yüksekliklerinde tepeler de mevcuttur. 5. Akarsular Yeşilırmak: Yeşilırmak nehri Köse Dağlarından çıkar. Erbaa ilçesinden geçerek Çarşamba’ya ulaşan Yeşilırmak ilçeyi ortadan ikiye bölerek, Civa Burnun’dan Karadeniz’e dökülür. Üçtaşlar bölgesinde Ters akan ırmağı ile birleşir. Uzunluğu 416 km olan Yeşilırmağın akış hızı saatte 5 km, en kurak mevsimde su yüksekliği 9 metre doğu sahilinde ise 5.5 metredir. Kızılırmak: Sivas’taki Kızıl Dağından doğan Kızılırmak Türkiye’nin en uzun akarsuyudur. Osmancık ilçesinden Karadeniz bölgesine giren ırmak 1151 km uzunluğundadır. Kargı civarında kuzey doğu Samsun-Sinop sınırına girer. Bafra’nın batısında kollara ayrılan ırmak Bafra Burnundan Karadeniz’e dökülür. Delice, Devrez ve Gökırmak Kızılırmak’ın önemli kollarındandır. Bafra yakınlarında yapılan ölçümlere göre en kurak zamanda genişliği 46 metre derinliği 1.30 metredir. Saniyede 21 metreküp su akıtır. Akış hızı ise saatte 4 ila 6 km arasındadır. Terme Çayı: Terme çayı Kara ormandan doğar. Simenit etrafındaki sazlıkları besleyen Terme çayı ilçeyi ikiye bölerek Karadeniz’e dökülür. Genişliği 30 metre derinliği yaklaşık 1 metre olan Terme çayı çeltik tarlalarına hayat verir. Diğer Akarsular: Mert Irmağı, Kürtün Çayı, Ters akan Çayı, Karaboğaz Deresi, Akçay, Uluçay, Esenli, İncesu, Hızırilyas, Ballıcaderesi ve Güdedi gibi irili ufaklı akarsular vardır. 6. Ovalar Çarşamba Ovası: Erbaa ilçesinde geçen Yeşilırmak nehri Çarşamba ilçesine ulaştıktan sonra Civa Burnundan Karadenize dökülürken çok kıymetli alüvyonlu Çarşamba ovasını meydana getirir. Kirazlık’tan başlayan Çarşamba Ovasının yüz ölçümü 89.500 hektardır. DSİ tarafından yaptırılan su kanalları sayesinde arazinin % 70 i tarıma elverişli hale getirilmiştir. Geri kalan % 30 luk kısım ise ormanlık, sazlık ve bataklıktır. Sulama alanı 82.707 ha olup 19.031 ha ‘ının inşaatı devam etmektedir. Bafra Ovası: Bafra ilçesine gelen Kızılırmak, Bafra’da çeşitli kollara ayrılır. Bafra burnundan denize dökülen Kızılırmak, ardında geniş ve alüvyonlu topraklar bırakır. 47727 hektarlık ova nın 6150 ha lık alan halihazırda sulanmaktadır. Türkiye’nin en verimli ovalarından biridir. DSİ tarafından yaptırılan sulama kanalları ile sulanan ovanın kuzey kısımları çorak arazidir. Bu yerlerde hayvancılık yapılmaktadır. 7. Göller Bölgedeki göller zaman zaman değişen akarsu yataklarından meydana gelmiştir. Yörenin gölleri Bafra,Çarşamba ve Ladik ilçelerinde toplanmıştır. Liman Gölü: Bafra ya 20 km uzaklıktadır. 3 km büyüklüğündeki göl bazı kollarla denize açılmıştır. Bu kolların uzunluğu bazı yerlerde 2000 metreyi bulur. Gölde kefal ve sazan balığı avcılığı yapılmaktadır. Liman gölünün güneyinde Balık gölü kuzeyinde ise Karaboğaz gölü vardır. Ladik Gölü: Tersakan ırmağının kaynağını teşkil eden Ladik gölü Ladik’e 10 km uzaklıktadır. Gölde alabalık ve turna balığı bulunmaktadır. Balıkçılık yanında geniş bir sazlık alana sahip olan Ladik gölünden toplanan sazlar hasır yapımında kullanılır. Gölün uzunluğu 5 km genişliği 2 km ve yüz ölçümü 10 km2 karedir. Simenit Gölü: Bu Göl Terme çayı yatağının değişmesi ile meydana gelmiştir. Terme hudutları içerisinde bulunan gölde balıkçılık yapılmaktadır. Termeye 20 km uzaklıkta bulunan göl, kanalla birbirine bağlanmış iki göl görünümümdedir. Kışın yağmur suları ile beslenen göl,fırtınalı zamanlarda zaman zaman deniz suyunu göle karışması ile dolar. Diğer Göller: Bunlar,Bafra da Kızılırmak tarafından meydana getirilmiş Karagöz, Dutdibi, Çernek, Uzun göl ve Tombul gölüdür. Çarşamba’da Yeşilırmak ta Akçagöl, Akarcık, Dumanlı ve Kör ırmak adıyla bilinen gölleri oluşturmuştur. 8. Barajlar Hasan Uğurlu Barajı ve Hidro Elektrik Santrali Baraj, Yeşilırmak üzerinde ve Çarşamba ve Ayvacık ilçeleri sınırlarındadır. Yapımına 1971 yılında başlanan baraja Trafik kazasında ölen merhum Samsun DSİ 7.Bölge Müdürü Hasan Uğurlu‘nun adı verilmiştir. Türkiye’nin en büyük barajlarından biri olan baraj, tamamen Türk firma ve mühendisleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Yalnızca makine ve elektrikle ilgili ekipmanlar yurtdışından getirilmiştir. Barajın 2.Ünitesi 1979 yılında, 3.Ünitesi ise 1982 yılında , 4.Ünitesi de 1983 yılında işletmeye açılmıştır.500 mw gücünde ve yılda 1217 gwH enerji üretimi yapılmaktadır. Göl hacmi 1.078,75 x106 m3 tür.Baraj yüksekliği 175 m dir. Suat Uğurlu Barajı ve Hidro Elektrik Santrali Hasan Uğurlu barajının 18 km aşağısında Yeşilırmağın Çarşamba ovasına açıldığı yerde bulunan barajın yapımına da 1971 yılında başlanılmıştır. Balohar barajı adı ile başlanan baraja daha sonra trafik kazasında Hasan Uğurlu ile hayatını kaybeden eşi Suat Uğurlu’nun adı verilmiştir. Projenin amacı enerji üretimi ve Çarşamba ovasının sulanmasıdır. Barajın 1.ve 2. Ünitesi 1979 yılı sonunda, 3. ve 4. Ünitesi de 1983 Martında işletmeye açılmıştır. 46 mw gücünde ve yıllık 273 gwH enerji üretimi yapılmaktadır. Göl hacmi 181,31 x106 m3 tür. Baraj yüksekliği 51 m dir. Altınkaya Barajı ve Hidro Elektrik Santralı Altınkaya barajı Bafra ilçe merkezinin 35 km güney batısında Kızılırmak üzerinde yer alan temelden 195 m yükseklikte , kil çekirdekli kaya dolgu tipinde bir barajdır. 700 mw gücünde yılda 1 milyar 632 milyon kwh enerji üretimi yapılmaktadır.1987 yılında su tutulmaya başlanmış olup, 1988 ocak ayınından itibaren 175 000 kwH gücündeki 4 no lu ünitede normal üretime başlanmıştır. Göl hacmi 5,763 x109 m3 tür. Derbent Barajı Derbent Altınkaya barajının 30 km mansabında olup, 33 m yüksekliğinde (talvegden) kil çekirdek kaya dolgu barajıdır. Yüzer baraj sınıfına giren Derbent barajı Bafra’ya 7 km uzaklıktadır. Sulama alanı ise 47.727 Ha.dır. Yapılan kanallarla Bafra ovası sulama amaçlıdır. 56 mw gücünde ve 257 gwH yıllık enerji üretmektedir. Göl hacmi 213 x106 m3 tür. Çakmak Barajı Zonlu toprak dolgu tipinde, içme-kullanma-sanayi suyu temini için inşa edilmiş bir barajdır. Temelden yüksekliği 57,50 m, normal su seviyesinde göl hacmi 106,50 hm3 ve gövde hacmide 2,60 hm3 tür. Barajdan verilen toplam su miktarı 4000 litre/saniye olup içme suyu için 3540 l/s su verilmekte, Samsun gübre fabrikasında 300 l/s ve Karadeniz bakır fabrikasında ise 460 l/s su kullanılmaktadır. 9. İklim Samsun genellikle ılıman bir iklime sahiptir. Ancak sahil şeridi ve iç kesimlerinde iklim iki ayrı özellik gösterir. Sahil şeridinde (Merkez ilçe,Terme, Çarşamba, Bafra ,Alaçam, 19 Mayıs, Tekkeköy ve Yakakent ) Karadeniz ikliminin etkileri görülür. Bunun için sahil şeridinde yazlar sıcak, kışlar ılık ve yağışlı geçer. İç kesimler (Vezirköprü, Havza, Ladik, Kavak, Asarcık ve Salıpazarı) yüksekliği 2.000 metreyi bulan Akdağ ve 1.500 metreyi bulan Canik dağlarının etkisi altında kalır. Buradaki dağların etkisinden dolayı kışlar soğuk, yağmur ve kar yağışlı, yazlar ise serin geçer. Sıcaklık ve yağış yönünden Samsun hiç bir bölgeye benzemez. Samsun’da aynı gün içerisinde havanın bir kaç kez değiştiği görülür. Bazı yıllar kış ortalarında yazdan günler yaşanır. Sahil şeridinde kar ile kaplı günlerin sayısı 2-3 günü geçmez. İç kesimlerde ise kar yağışından bazen ulaşım aksar. Samsun, genelde ılıman iklime sahiptir. Ancak sahil şeridinde ve iç kesimlerde iklim 2 ayrı özellik gösterir. Sahil şeridinde (Merkez ilçe, Terme, Çarşamba, Bafra, Alaçam, 19 Mayıs, Tekkeköy) Karadeniz ikliminin etkileri görülür. Yazlar sıcak, kışlar ise ılık ve yağışlı geçer. İç kesimde ise (Vezirköprü, Havza, Ladik, Kavak, Asarcık ve Salıpazarı) yüksekliği 2000 m’ yi bulan Akdağ ve 1500 m’ yi bulan Canik Dağları’nın etkisiyle yazlar serin, kışlar ise soğuk, yağmurlu ve kar yağışlı geçer. Yıllık ortalama sıcaklık 15 0C’dir. Yıllık ortalamalara göre en sıcak geçen aylar; Temmuz (23,1 0C) ve Ağustos (23,2 0C), en soğuk geçen aylar ise Ocak (6,9 0C) ve Şubat (6,6 0C) aylarıdır. En yüksek sıcaklık ortalaması, yıllık 18,10C, en düşük sıcaklık ortalaması ise 11 0C’dir. İlin sahil kesiminde ölçülen sıcaklıklar ile sahilden 10-15 km iç kısımlarda ölçülen sıcaklıklar arasında 10 0C’ye varan farklılıklar bulunmaktadır. Özellikle kış aylarında deniz kıyısından uzaklaştıkça iç kısımlara doğru gidildiğinde sıcaklık değerleri büyük değişim göstermektedir. Güneş, Temmuz ve Ağustos aylarında çok etkilidir. Karla örtülü gün sayısının olduğu aylar; Aralık (2 gün), Ocak (3 gün), Şubat (4 gün), Mart (2 gün) ve Nisan (1 gün) olup, 1993 yılı Kasım ayında 1 gün ve 1995 yılı Nisan ayında 1 gün kar örtüsü tespit edilmiştir. En yüksek kar örtülü gün sayısı Şubat ayında 4 gün olarak belirlenmiştir. Donlu gün sayısı yıllık ortalama 8’dir. Yıllık ortalama yağış ülke ortalamasının üzerindedir (676,5 mm). Buna karşılık ildeki yağış oranı, Batı Karadeniz Bölgesi illerindekinden farklıdır. İlde yağış en çok Ekim (86,5 mm) ve Kasım (81,2 mm) aylarında olmaktadır. İlin doğusundaki yağış miktarı batısına göre daha fazladır. Yıllık ortalama yağışlı gün sayısı 156 gün civarındadır. Samsun, kuzey rüzgarlarına devamlı olarak açıktır. En şiddetli esen rüzgarın yönü güney-güneybatı olup, bu rüzgarın adı Aralık ayında esen Kıble rüzgarıdır. 9.1. 2006 Yılı Samsun Meteorolojik Değerleri Aylar 01 02 03 04 05 06 07 08 09 10 11 12 Yıllık Ortalama Sıcaklık(0C) 4,7 6,0 9,7 11,0 14,6 21,3 23,0 26,5 20,9 17,2 11,5 7,2 14,5 Nispi Nem Ortalaması (%) 72,5 71,0 72,2 82,6 84,5 77,5 72,8 76,5 75,0 77,4 65,5 64,3 74,3 Rüzgar Hızı Ortalaması (m/sec) 2,3 2,2 2,1 1,4 1,2 1,9 2,3 2,0 1,8 1,4 2,2 2,0 1,9 Toplam Yağış(kg) 121,3 98,7 94,6 33,7 69,0 36,3 9,0 0,0 66,2 48,7 65,8 71,4 714,7 Deniz Suyu Sıcaklığı 11,9 8,7 8,2 11,0 13,2 20,3 23,8 25,7 23,5 20,7 17,1 12,7 16,4 Yıllık en yüksek sıcaklık 32,4 0C, en sıcak gün 31.08.2006’dır.Yıllık endüşük sıcaklık -3,6 0C, en düşük sıcaklık günü 24.01.2006’ dır.Yıllık sıcaklık ortalaması 14,5 0C’ dir.En düşük sıcaklık ortalaması 10,9 0C’dir.Yıllık Deniz suyu sıcaklığı ortalaması 16,4 0C’dir.Yıllık toplam yağışlı gün sayısı 135’dir.Ortalama açık gün sayısı 48’dir.Bulutlu gün sayısı 238’dir.Kapalı gün sayısı 79’dur.Yıllık toplam yağış miktarı 714,7 kg/yıl’dır.Donlu gün sayısı 13’dür.Ortalama rüzgar hızı ve yönü 1,9 NNW’ dir.Yıllık nispi nem ortalaması % 74,3 ‘dür. Yıllık En Yüksek Sıcaklık ve Günü 32,4 oC 31.08.2006 Yıllık En Düşük Sıcaklık ve Günü -3,6 oC 24.01.2006 Yıllık Sıcaklık Ortalaması 14,5. oC En Düşük Sıcaklık Ortalaması 10,9 oC Yıllık Deniz Suyu Sıcaklığı Ortalaması 16,4 oC Yıllık Toplam Yağışlı Gün Sayısı 135 Ortalama Açık Gün sayısı 48 Bulutlu Gün Sayısı 238 Kapalı Gün Sayısı 79 Yıllık Toplam Yağış Miktarı 714,7 kg/yıl Donlu Gün Sayısı 13 Ortalama Rüzgar Hızı ve yönü (m/sec.) 1.9 NNW Yıllık Nispi Nem Ortalaması % 74,3 Kaynak: Samsun Meteoroloji Bölge Müdürlüğü Samsun, kuzey rüzgarlarına devamlı olarak açıktır. En şiddetli esen rüzgarın Hızı 19,7 m/sec. Ve yönü güney olup, bu rüzgarın adı Mart ayında esen Kıble rüzgarıdır.
-
MUĞLA
MUĞLA GENEL BİLGİLER Yüzölçümü: 13.338 km.² Nüfus: 562.809 (1990) İl Trafik No: 48 Ege Bölgesinin güneyinde yer alan Muğla, Asar (Hisar) dağı eteklerinde ovaya doğru yayılmış, kendine has mimarisi, daracık sokakları ve herbiri turizm merkezi ilçeleri ile tam bir turizm cennetidir. İlçeler: Muğla (merkez), Bodrum, Dalaman, Datça, Fethiye, Kavaklıdere, Köyceğiz, Marmaris, Milas, Ortaca, Ula, Yatağan. Kavaklıdere : Denizden 850 m. yükseklikte kurulması nedeniyle güzel bir yayla konumundaki Kavaklıdere, yemyeşil bitki örtüsü doğal su kaynakları ve bakır manzarasıyla yayla turizmi için ideal bir yerdir. Aydın-Muğla karayolundan yatağan yakınlarındaki Kavaklıdere'ye sapıldığında, Derebağ köyündeki Karia ve Roma dönemlerine ait anfi tiyatro, heykeller ve lamitlerin bulunduğu Hyllarima antik kentini ve Sarıyayla köyündeki tiyatro, sunaklar ve mezarların bulunduğu Kys antik yerlerini gezilebilir. Datça: M.Ö.VII.Y.Y.’da Ege adalarından gelerek Ionya’nın güney kıyılarına yerleşen Dor’lar tarafından kurulmuştur. Datça ve çevresi çok eski bir tarihe ve medeniyete sahiptir. Ünlü heykeltraş Prokstel burada yaşamıştır. Şehirde Apollon ve Venüs adına yapılmış çeşitli mabetler, büyük tiyatro, oyun ve toplantı yerleri bulunmaktadır. Zamanın en ünlü tıp merkezi Datça’dadır. çevreye göre rutubet oranı az, nefis havası ve şifalı suları ile Datça, yaşanılmaya değer bir yerdir. Yatağan : Muğla-Aydın karayolunun 26 km. sinde yer alan Yatağan; Stratonikeia, Laotna ve Panarama antik kalıntıları ile tanınır. Kentte, Athena Heykeli ve bir yönetim binası bulunmaktadır. Turgutlu Kasabası yakınlarındaki Lagina'da, Hereta adlı üç başlı savaş tanrıçası adına yapılan Heykel Makedi, Bağyaka köyündeki surlarla çevrili bir tepe üzerinde kurulmuş antik kalıntılar bulunmaktadır. Ula : Gökova Körfezini oluşturan iki yarımadanın birleşme noktasına kurulan ilçenin Muğla'ya uzaklığı 14 km dir. Ege Deniziyle birleştiği noktada yer alan Gökova Körfezi ve bu körfezdeki Sedir (Klopatra) Adası, Ula'nın önemli turizm merkezleridir. Sedir Adası'nda Apollon tapınağı, opera ve tiyatroyu gezdikten sonra Kleopatra'nın denize girdiği incecik kumlu plajında yüzmek önerilir. Gelibolu, Çınar Köyü, Turnalı ve Akbük, Akyaka diğer önemli koylardır. Ahşap malzemelerinin ağırlıkla kullanıldığı özgün Ula evlerini incelemek ayrı bir heyecan kaynağıdır. Ortaca : Köyceğiz Gölünü Akdeniz'e bağlayan Dalyan kanalından İztuzu kumsalına doğru yol alırken, 5000 yıldır canlılığını koruyan kaya mezarları ile karşılar. Tepeleri çam ormanları kaplı, nesli tükenmekte olan Caretta Caretta kaplumbağalarının yaşam alanı olan İztuzu kumsalları önemli çekim değerleridir. İlçenin diğer sahili, antik kent kalıntılarının bulunduğu , ince kumu temiz denizi ve doğal güzelliğiyle Sarı Germedir. Dalaman : Zengin ormanları kuş cenneti, av ve yayla turizminin gelişmişliği ve dağ köylerinin güzelliği ile dikkat çeker. Çöğmen ve Kayacık köylerindeki Hippokone ve Oktapolis; Kapıdağ yarımadasındaki Cyra, Lissia, Lydai kalıntıları görülecek yerlerdir. Yassıcalar, Zeytinli, Zeysare, Domuz ve Göcek adalarını gezmek , Dalaman Çayı üzerinde dinlenmek dağ köylerini ziyaret etmek önerilir. Sersala, Boynuzbükü, Bünyüş, Kurşunlu, Göbün, Sıralıbük ve Taşkaya Koyları "Mavi yolculuk" un uğrak yerleridir.
-
ŞIRNAK
ŞIRNAK GENEL BİLGİLER Yüzölçümü: 6.904 km² Nüfus: 264.220 (1990 geçici sonuç) İl Trafik No: 73 Şırnak, Güneydoğu Anadolu bölgesinde Suriye ve Irak sınırlarındadır. Cudi Dağı antik kent ve Mağrası görülmeye değer yerlerdendir. İLÇELER: Şırnak ilinin ilçeleri; Beytüşşebap, Cizre, Güçlükonak, İdil, Silopi ve Uludere'dir. Cizre: İnanç Turizmi bakımından en zengin ilçedir. Hz. Nuh Türbesi ve Mem-u Zin Türbesinin ilçe merkezinde olması ilçenin önemini bir kat daha artırmıştır. İdil: Geçmiş zamanlarda halkın çoğunluğu Hıristiyan ve süryaniler oluşturmaktaydı. Halen bir kaç Süryani Köyü olup Kiliseler mevcuttur.
-
Bayburt
BAYBURT GENEL BİLGİLER Yüzölçümü: 3.652 km² Nüfus: 107.330 (1990) İl Trafik No: 69 Bayburt Doğu Anadolu'yu Karadeniz'e bağlayan Erzurum-Trabzon tarihi İpek Yolu üzerindedir. Marco Polo ve Türk seyyah Evliya Çelebi bu yoldan geçmişlerdir. Çoruh nehrinin kıyısında bulunan şehrin tarihi M.Ö. 3000'lere kadar uzanır. İLÇELER Bayburt ilinin ilçeleri Aydıntepe ve Demirözü 'dür. Aydıntepe: Bayburt il merkezinin 24 km. kuzey batısında kendi adı ile anılan ovanın kuzeyindedir. Türk İslam döneminden kalma en önemli eserler, Gümüşdamla köyünde bulunan tarihi kemer köprü ve ilçe merkezinde bulunan medrese kalıntıları ve merkez camidir. Demirözü: Tarihi savaşın yapıldığı Otlukbeli tepesi bu ilçededir. Demirözü merkezinde klasik dönemden kaldığı sanılan yapı kalıntıları, ilçeye bağlı Bayrampaşa köyü civarındaki (Evcikler) Tepesi Höyüğü ve Gökçedere kasabasında (Pulur) Höyüğü ilk tunç çağına ait çanak çömlek bulunması ile önem kazanmaktadır.
-
Manisa
MANİSA GENEL BİLGİLER Yüzölçümü: 13.810 km² Nüfus: 1.154.418 (1990) İl Trafik No: 45 Batı Anadolu'da Spil Dağı ile Gediz Nehri arasında yer alan Manisa, Ege Bölgesinin ulaşım bakımından önemli bir noktasında bulunan zirai, ticari ve sanayi açıdan gelişmiş bir kentimizdir. Tarihi M.Ö. 3000 yıllarına inen ilde Hitit, Frig, Lidya, Makedon, Roma, Bizans, Beylikler ve Osmanlı uygarlıklarına ait izler bulunmaktadır. Tarih boyunca kültür ve sanatın yoğunlaştığı, ticaret yollarının geçtiği Manisa, kültürel ve doğal zenginlikleri ile ilgi çekici tatil olanakları sunmaktadır. İLÇELER Manisa ilinin ilçeleri; Ahmetli, Akhisar, Alaşehir, Demirci, Gölmarmara, Gördeş, Kırkağaç, Köprübaşı, Kula, Salihli, Sarıgöl, Saruhanlı, Selendi, Soma ve Turgutlu'dur. Akhisar: İlin kuzeyinde İzmir-İstanbul karayolu üzerindedir. Akhisar'da, Hıristiyanlığın ilk yedi kilisesinden birisinin de bulunduğu antik Thyateira kenti, Ulu Cami, Yeni Cami ve Paşa Camii görülmeye değer tarihi yerlerdir. Alaşehir: Manisa ilinin güneydoğusundadır. Hıristiyanlığın ilk yedi kilisesinden birinin de yer aldığı Philadelphia antik kenti, Şeyh Sinan Cami ve Yıldırım Camii önemli tarihi değerlerdir. Demirci: Manisa'nın kuzeydoğusundadır. İlçe merkezinin batısında İcikler Köyünde bulunan ve Roma döneminin önemli kentlerinden olan Saittai (Sidas) şehri ve Eski Cami önemli tarihi değerlerdir. Ayrıca Hisar Kaplıcaları, Saraycık Kaplıcası da ilçe sınırları içinde yer almaktadır. Kırkağaç: Seleukos Kralı I. Antiochos'un karısı adına kurulan Stratonikea (Hadrianapolis) ve Nakrasa (Akrasos) antik kentleri görülmeye değer yerlerdir. Kula: İlin doğusunda, İzmir - Ankara karayolu üzerindedir. Kurşunlu Cami, Hacı Abdurrahman Cami, Süleyman Şah Türbesi, Emre Köyünde bulunan Emre Sultan Türbesi, Kula'ya 20 km. uzaklıkta Gökçeören kasabasında bulunan ve Lidya Krallığı döneminde önemli bir merkez olan Meonia antik kenti, geleneksel Türk evleri ilçenin önemli tarihi değerleridir. Salihli: İzmir-Ankara yolu üzerindedir. İlçe merkezi yakınlarındaki Sardes, Lidya Krallığının başkenti ve tarihte ilk paranın basıldığı yerdir. Ünlü ilk Yedi Kiliseden biri de Sardes'te bulunmaktadır. Bintepeler Kral Mezarlığı, Daldis ve Çakallar Tepesindeki Pleistosen (Dördüncü) Çağında yaşamış insanlara ait fosil ayak izleri önemli diğer tarihi değerlerdir. İlçe şifalı sular yönünden de zengindir.
-
AFYON
AFYON GENEL BİLGİLER Yüzölçümü: 14.230 km² Nüfus: 739.223 (1990) İl Trafik No: 03 Afyon, Anadolu'da kuzeyi güneye, batıyı da doğuya bağlayan doğal bir düğüm noktası konumundadır. Zengin tarihi geçmişi olan kent bir turizm merkezi olma potansiyeli taşımaktadır. İLÇELER Afyon ilinin ilçeleri; Başmakçı, Bayat, Bolvadin, Çay, Çobanlar, Dazkırı, Dinar, Emirdağ, Evciler, Hocalar, İhsaniye, İscehisar, Kızılören, Sandıklı, Sincanlı, Sultandağı ve Şuhut'tur. Başmakçı: İlin en güney ucunda yer alan ilçe il merkezine 129 km. uzaklıkta Söğüt Dağlarına yaslanmıştır. Isparta, Kula, Ladik, Hereke tipi halı dokumacılığı, gül yetiştiriciliği, Kuş Cenneti, Acı Gölü ile ünlüdür. Bayat: Afyon-Ankara karayolu üzerinde il merkezine 46 km. uzaklıktadır. Bayat ilçesinde Kurtini, İnpazarcık, Asarkale, Elicek ve Yanıkin Bizans dönemi yerleşim alanları bulunmaktadır. Kök boyalı Bayat kilimleri, Amerika, Japonya ve birçok Avrupa ülkesinden sipariş alacak kadar ün kazanmıştır. Bolvadin: İlçe Afyon-Konya karayolu üzerinden 13 km. içeride il merkezine 61 km. uzaklıkta, antik Kral Yolu üzerinde, Eber gölü kenarında kurulmuştur. Eber Gölü; sazlığıyla, yüzen adacıkları ve balık avcılığı ile adını dış ülkelere duyurmuştur. İlçenin diğer turizm değerleri Heybeli kaplıcası, Horan parkı, Kırkgöz köprüsü, Yanık Kışla, Lala Sinan Paşa Cami, Alaca Cami ve Çeşmesi, Çarşı Cami, Hacı Ahmet Cami, Kırklar Cami, Kara Çeşme, Ak Çeşme, Hacı Ahmet Çeşmesi, Kemerkaya'da yeraltı şehri, Minarelik Deresinde peribacaları, merkezdeki eski Afyon evleri ve İnsuyu Mağarasıdır. Çay: Afyon-Konya karayolu üzerinde, il merkezine 48 km. uzaklıktadır. İlçenin geçmişi oldukça eskiye dayanmakla birlikte bugüne kalan tarihi eser sayısı azdır. Tabi güzellikleri arasında Eber ve Karamık gölleri bulunmakta olup, bu göllerde balık avcılığı,ve çeşitli kuş avcılığı yapılmaktadır. Çağlayan Parkı ve Şelalesi, Kanlı Yer Kavaklığı çevrede tercih edilen piknik yerleridir. Selçuklulardan kalma Taş Camii ve Kervansaray önemli tarihi eserleridir. Çobanlar: Yöre tarihinin Akarçay kenarındaki höyüklerle yaşıt olduğu ve eski Tunç Çağına kadar uzandığı bilinmektedir. Bugünkü Kocaöz (Feleli) köyünde antik Anabura kenti kurulmuştur. Afyon Arkeoloji Müesinde bulunan Artemis heykeli buradan çıkarılmıştır. Dazkırı: Afyon-Denizli karayolu üzerinde il merkezine 140 km mesafededir. İlçemiz 1959 yılında ilçe olmuştur. İlçemiz kök boyalı halı dokuma ve satış reyonlarıyla dünya çapında üne kavuşmuştur. Dinar: Afyon-Antalya karayolu üzerinde, il merkezine 106 km. uzaklıkta olup Akdeniz ile Ege bölgeleri arasında bulunmaktadır. Tarihin ilk müzik yarışması, Marsyas ile Tanrı Apollon arasında Dinar'da yapılmıştır. İlçenin önemli turistik değerleri Danteon (Tanrılar kulu tapınağı), Artemis-Anaitis tapınağı, antik tiyatrosu, agorası (Pazar yeri), antik stadyumu, Suçıkan Parkı, Pınarbaşı, Karakuyu Kuş Cenneti, Norgaz piknik alanı, Cerit ve Zenderi yaylalarıdır. Emirdağ: Afyon'un 70 km. kuzey doğusunda kurulmuş en eski ilçelerinden olan Emirdağ yöresinde yerleşim M.Ö.1437 yılına kadar gitmektedir. Emirbaba, Gölcük, Çiçekli yaylaları, Balcam Mağarası, Amorium ören yeri ve Sakarya nehrini besleyen Pınarbaşı gezip görülebilecek yerlerdir. Evciler: Çevre höyüklerde bulunan parçalardan tarihinin Lidyalılara kadar uzandığı anlaşılmaktadır. İlçede Koca höyük ve Küçük höyük diye bilinen iki höyük ile Öküzviran ve Kocaviran isminde iki örenyatağı vardır. Hocalar: Anadolu eski çağlardan bu tarafa pek çok medeniyetlerin beşiği olmuştur. Ahır dağlarında bulunan bronz Hitit heykeli yörenin çok eski dönemlerden beri önemli bir yerleşim merkezi olduğu izlenimini vermektedir. İhsaniye: Afyon'un 35 km. kuzeyindedir. Gazlıgöl kaplıcası ve içmeleri, Frig kaya anıtları, Roma, Bizans kaya yerleşimleri, mezar odaları, peri bacaları ve yaylaları ilgi odakarından bazılarıdır. Ayazin, Kayıhan yerleşim birimleri, Kapıkayalar, Aslantaş, Maltaş ve Yılantaş tarihi kalıntıları Frig dönemine aittir. Ayrıca doğa harikası kütleler ve peri bacalarının süslediği bu alan, Frig bölgesi diye anılır.Gazlı göl kaplıcalarında çıkarılan maden suyu dünyaca ünlüdür. İscehisar: Afyon-Ankara karayolu üzerinde olup il merkezine 23 km uzaklıktadır. 1987 yılında ilçe olmuştur.Zengin mermer yatakları üzerinde kurulmuş olan ilçe, tarım, hayvancılık ve mermer sanayi üzerinde gelişmiştir. Kızılören: Afyon-Antalya karayoluna 3 km. il merkezine 87 km. uzaklıktaki ilçede bulunan Ulu Cami ve korumaya alınan Çınar ağacı ve şehir merkezindeki tarihi evler görülmeye değer yerleridir. Sandıklı: İl merkezine 60 km. uzaklıkta, Antalya-Denizli karayolu, İzmir-Ankara-İstanbul demiryolu hattı üzerinde kurulmuş önemli yerleşim merkezlerinden biridir. İlçe kaplıcası ve leblebisi ile ünlüdür. İlçede bulunan Hüdai kaplıcaları iç ve dış turizme hizmet vermektedir. Sincanlı: Afyon-Uşak-İzmir karayolu üzerinde, il merkezine 33 km uzaklıktaki ilçe, kendi adını taşıyan, günümüzde de izleri görülen antik yolların kavşağında kurulmuştur. İlçede Tazlar köyü orman içi piknik alanı, Başkomutan Milli Parkı, Büyük Taarruz Şehitliği, Çiğiltepe Albay Reşat Anıtı, Yıldırım Kemal Şehitliği, Sinanpaşa ve Kureşbaba (Boyalı) Külliyeleri, Otuziki inler, Kırka göleti, Serban göleti gezilip görülecek yerleridir. Sultandağı: Afyon-Konya karayolunun 68.km.'sinde Sultan dağlarının eteğinde kurulmuştur. Bizanslılar ve Selçuklular zamanına kadar batı ve doğunun yol uğrağıdır. Ayrıca; Anadolu-Bağdat İpek Yolunun geçmesi ile de ticari bir önem kazanmıştır.Akşehir gölleri, Taşköprü, Çiğdem düzü, Asmalı gibi mesire yerleri, Sahipata kervansarayı ve hamamı, Laleli çeşmesi, Buzluk Mağarası, Dort deresi ve manastır başlıca gezip görülecek yerlerdir. Fındık ormanlarıyla kaplı Balaban, Dumra, Küçük ve Büyük Kirazlı yaylaları ise yayla turizmine elverişlidir. Şuhut: İç Ege Bölgesinin en doğusunda yer alan Şuhut'un il merkezine uzaklığı 29 km.dir. İlçenin tarihinin Neolitik Çağa kadar uzandığı, Şuhut Hisar, Karaadilli, Kepirtepe Höyüğünün bu çağa ait eserler olduğu tahmin edilmektedir. Hisar tepesi (Synnada Höyüğü), Bininler Kaya Mezarları ve Asmakaya Kalesi eski yerleşim yerleri olup, Kayabelen göleti ve Selevir baraj gölü mesirelik ve dinlenme yerleridir.
-
Şanli Urfa
İSLAMİYET ÖNCESİ URFA Urfa bölgesi İÖ. 2000 yıllarında Hurri-Mitanni devletini kuran Hurrilerin elinde bulunuyordu. Bunlar Asur`ların egemenlikleri altına alınmışlardı. Anadolu`da ilk siyasi birliğini kuran Hititler bu bölgeye kadar uzanamadılar. Zamanla eski Babil devleti, Asurlular buraya kadar yayıldılar. Urfa İÖ. 7 yy İranlı Medler tarafından zaptedildi ve İÖ. 13 yy kadar Medlerin elinde kaldı.Bu yıllarda Makedonya imparatoru Büyük İskender bütün Anadolu ve İran`ı aldı. Bu arada Urfa bölgeside Makedonyalılara geçti. İskenderin ölümünden sonra burada İskenderin generallerinden Selevkos`un kurduğu egemenlik sürdü.Selevkos kurduğu bu şehre Makedonyanın başkenti olan Edessa`nın adı verdi. Roma imparatorluğu buralara ulaşmadan önce bölge Osroene krallığınınelindeydi.Önceleri Roma himayesinde olan Urfa imparator Caracalla dönemindeİS. 216 yılında Roma imparatorluğu topraklarına katıldı. Sasaniler`in kralı I. Sapur tarafından 260 yılında kuşatıldıysa da zaptedilemedi. Urfa cevresinde ki manastır ve kiliseleri 396 yılında Hunlar506 yılındada Gotlar yağma etti. Roma imparatorluğu 395 yılında Doğu ve Batı diye ikiye ayrıldığı zaman Urfa Doğu Roma (Bizans)`ın payına düşmüstü. Bizans kralları şehri büyük ölçüde onardılar. Hamamlar, hastaneler ve stadyumlar yaptılar.Müslümanlığın doğuşdan kısa bir süre sonra 639 yılında İyaz Bin Ganem kumutanlığındaki Araplar şehri savaşmadan ele geçirdiler.Birkaçdefa şehre saldıran Bizanslılar 1030-1087 tarihleri arasında Urfa`ya egemen oldular.1087 yılından sonra Selçuklu Türkleri Urfa ve çevresini aldılar. OSMANLI DÖNEMİNDE URFA Haçlı seferleri sırasında Hıristiyanlar 1098 yılında Urfa`yı alıp Edessa Kontluğunu kurdular. Urfa bu dönemde yakılıp yıkıldı.1144`te Musul hükümdarı İmadeddin Zengi şehri zaptetti.Urfa 1182`de Selahattin Eyyüpi tarafından alındı.1244`te Moğollar Urfa`yı yağma etti. Şehir 1393`te Timur ordularına Teslim oldu. Urfa 1516 yılında Yavuz Sultan Selim`in padişahlığı döneminde Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katıldı ve Rakka eyaletine merkez oldu.19 yy.ikinci yarısında vilayetler kurulunca Halep Vilayetine bağlı bir sancağa merkez yapıldı.Osmanlı imparatorluğu`nun gerileme dönemlerinde Urfave çevresi alabildiğinde başıboşluklar yaratılmış,çöl kanunları ile yönetilmeye başlanmıştı.Burada yaşayan insanlar bu tür eşki yalıklara son vermek için Milli Aşireti öncülüğünde birleştiler.Bu aşiretler Urfa ve bölgesinde kisoygunculara karşı hayvan ve topraklarını koruma yoluna gitmişlerdir.1890 yılına kadar devam eden bu yaşam biçimi ,Sultan II. Abdülhamit`intahta geçmesiyle birlikte yeni bölgede yeni oluşumlara gidildi.Sultan II.Abülhamit Viranşehir`de Hamidiye Alaylarını kurarak Urfa ve bölgesiningüvenliğini Milli Aşireti Reisi İbrahim Paşa`ya bıraktı. IV. Ordu kumutanı Maraşel Zeki Paşa , Sultan II.Abdülhamit ve Aşiret reislerleri arasında yapılan anlaşmalarla Hamidiye Alaylarının Kuruluş nedenleri belirlendi. Hamidiye Alaylarının Kuruluş Nedenleri; Merkezi otoriteyi tesis etmek, Doğu Anadoluda devletin etkin olabileceği yeni bir sosyo-politik denge kurmak Aşiretlerden askeri güç olarak faydalanmak ŞANLIURFA'NIN DÜNYA İNANÇ TURİZMİNDEKİ YERİ Şanlıurfa tarihte dünya kültür ve medeniyetinin merkezi kabul edilen ve arkeoloji literatüründe "Bereketli Hilal" olarak adlandırılan bölge üzerinde yer almaktadır. Arkeolojik kazılardan elde edilen buluntular, şehir merkezindeki Balıklıgöl civarının günümüzden 11.000 yıl önce Neolitik Çağ insanları tarafından iskan edildiğini kanıtlamıştır. Bu çağ, Anadolu'da mimarlık sanatının başlangıcı sayılmaktadır. Mimarlık tarihi bu kadar eskilere dayanan Şanlıurfa, günümüzde de mimari eserlerinin zenginliği bakımından Anadolu'nun önde gelen illeri arasında yer almakta ve bu özelliğinden dolayı "Müze Şehir" adıyla tanınmaktadır. Şanlıurfa, dinler tarihi ve inanç turizmi yönüyle de dünya kültüründe önemli bir yere sahiptir. İl merkezi yakınındaki Göbekli Tepe'de yapılan arkeolojik kazılarda, ilkel dinlere ait olan ve günümüzden 11.000 yıl öncesine tarihlenen dünyanın en eski tapınakları bulunmuş ve Şanlıurfa'nın inanan insanların dünyadaki en eski merkezi olduğu anlaşılmıştır. İlkel dinlerin dünyada bilinen en eski merkezi Şanlıurfa, çok tanrılı (politeist) dinler ile tek tanrılı (monoteist) dinlerin de önemli merkezlerinden biridir. Assur ve Babil dönemlerinde; Ay, güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı politeist bir din olan Paganizm'in baştanrısı "Sin"in mabedi Harran'da bulunuyor ve Soğmatar bu dinin önemli bir merkezi şehri sayılıyordu. Musevi, Hıristiyan ve İslâm dinleri peygamlerlerinin atası olan Hz. İbrahim (A.S.) Şanlıurfa'da doğmuş, Nemrut ve Halkının taptığı putlarla mücâdele ettiği için burada ateşe atılmıştır. Lut Peygamber, amcası Hz. İbrahim'in ateşe atılmasını görmüş ve daha sonra Şanlıurfa'dan Sodom'a doğru yola çıkmıştır. İbrahim Peygamber'in torunu ve İsrailoğullarının atası Yakub Peygamber Harran'da evlenmiş, Eyyub Peygamber Şanlıurfa'da hastalık çekmiş ve Şanlıurfa'da vefat etmiştir. Hz. Eyyub'u arayan Elyasa' Peygamber O'nun yaşadığı Eyyub Nebi Köyü'ne kadar gelmiş, ancak kendisini göremeden orada vefat etmiştir. Şuayb Peygamber, Harran'a 37 km. mesafedeki Şuayb Şehri'nde yaşamış, Musa Peygamber, Şuayb Şehri yakınındaki Soğmatar'da Şuayb Peygamberle buluşmuştur. Bu nedenle Urfa'nın bir adı da "Peygamberler Şehri"dir. İsa Peygamber, Şanlıurfa'yı kutsadığına dair bir mektubunu ve yüzünü sildiği mendile çıkan mûcizevi portresini Şanlıurfa Kralı Abgar Ukkama'ya göndermiş, Hıristiyanlık devlet dini olarak dünyada ilk defa bu dönemde Şanlıurfa'da kabul görmüştür. Bütün bunlardan, Şanlıurfa'nın dinler tarihi ve inanç turizmi yönünden Mekke ve Kudüs'ten sonra dünyanın önemli inanç merkezlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır. alintidir... yıklaü
-
KİLİS
Kilis Kilis Güneydoğu Anadolu Bölgesinin Güneybatı bölümünde yer alan şirin bir sınır ilimizdir. İllin doğu, batı ve kuzeyinde Gaziantep güneyinde ise Suriye yer almaktadır. Gaziantep'e 58 km uzaklıkta olan Kilis Suriye sınırına ise 10 km uzaklıktadır. Kilis'ten geçen yol Türkiye sınırlarının ötesinde Azez' den geçtikten sonra Suriye'nin Halep şehrine ulaşır. İl merkezi doğudan batıya doğru uzanan Resul Osman dağı eteklerinde kurulu olup güneye doğru inildikçe düz arazilere inen fazla engebeli olmayan bir sahada yer almaktadır. İlin kuzeyinde yer alan ve doğudan batıya uzanan dağlar arasında kuru dereler ve birkaç küçük akarsu bulunmaktadır. Genellikle kıraç arazilerin yer aldığı bu dağların etekleri ve üst kısımlarında tarıma elverişli araziler bulunmaktadır. İlimizin güneydoğu ve sınır şeridi boylarında özelikle bağcılık ve zeytincilik çok gelişmiş ve tarıma elverişli arazilerimiz bulunmaktadır. İlimizin kırsal kesiminde yaşayan insanlar geçimini tarıma dayalı olarak sağlamaktadır. İl sınırları 38 derce 27' ve 38 derece 01' boylamları ile 36 derece 38've 37 derece 32' arasında bulunan Kilis'in yüzölçümü 1428 Km dir. İldeki başlıca çaylar; AFRİN çayı, SUNNEP çayı, Sabun Suyu Çayı, ve Balık Suyu Çayları olup bu çayların geçtiği arazilerde sulu tarım yapılabilmektedir. Kilis ilinin %12,2 si orman ve fundalık arazi %69,3 ü tarım alanı %7,7 si çayır ve mera arazisi %10,6 sı tarım dışı araziden oluşmaktadır. yemeklerii Kilis mutfağı kendisine has yemekleri ile zengin bir yapıya sahiptir. Yemeklerimiz; "günlük pişen yemekler" ve "özel günlerde yapılan yemekler" olmak üzere ikiye ayrılırlar. Yemeklrimizin temelini et ve bulgur oluşutrur. Bunun yanında sebze ağırlıklı yemekler de mevsimine uygun olarak yapılmaktadır. Kilis yemekleri zengin Türk mutfağının özellikleri taşımakla birlikte Halep mutfağının özellikleri de yansıtır. Ön planda yağlı , baharatlı yemekler olduğu gibi zeytin yağlı yemeklerde Kilis mutfağının vaz geçilmez unsurlarındandır. Zeytinyağı yörede yetiştirilen yüksek kaliteli zeytinlerden elde edilir ki hemen her Kilis'linin mutfağında bulunan vazgeçilmez bir besin maddesidir. Kilis yemeklerinde damak zevki ön planda gelmektedir. Yemeklerin lezzetli ve emekli olmasına özel önem verilir. Yemeklerde , yemeğin özelliğiğne göre çeşitli baharatlar kullanılır. Tarihi KİLİS TARİHİ Kilis İ.Ö. 1460 yıllarında Halep krallığına bağlıydı. Hitit imparatorluk döneminin başlamasıyla Hitit etkisine girdi. M. Ö 356 da Makedonya'dan yola çıkan büyük İskender kuzey batıdan güney doğuya doğru bütün Anadolu topraklarını işgal ederek İskenderun körfezine dayanarak İskenderun'u kurup Kilis üzerinden mısıra doğru yoluna devam etmiştir. M. Ö. 323 yılında İskender'in ölümüyle imparatorluk 3 general arasında paylaşıldığında Kilis ve çevresi Selefki'nin egemenliği altına girmiş ve 227 yıl Selefkiler devletinin egemenliği altında kalmıştır. Türklerin bölgeye gelişi 8. yy da başlar. Harun Reşit El-Mehdi döneminde Orta Asya'dan koparak islamiyeti kabul eden horasanlı oğuz boyları gruplar halinde Abbasilerin hizmetine girmeye başlarlar. Kentin bugün bulunduğu yerde Kilis adıyla gelişmesi Mısır-Türk kölemen devleti zamanında yani 1250 li yıllarda başlamıştır. Osmanlı devleti topraklarına yavuz sultan selim tarafından 23 Ağustos 1516 da Mercidabık köyü civarında yapılan ve aynı adla anılan savaş sonucunda katılan Kilis bu dönemde Halep eyaletine bağlı bir sancaktı. Kilis Mondros mütarekesiyle aralık 1918 de önce İngilizler daha sonrada Fransızlar tarafından işgal edilir. Bölgedeki Ermeniler Fransızlarla birleşerek Kilislilere zor günler yaşatırlar. Tüm yurtta seferberliğin başlamasıyla Kilis'te kurulan Kilis Kuva-i Milliyesi düşmanlarla kahramanca çarpışarak 6 aralım 1921 de kendi kurtuluşunu kendi kazanır ve Gaziantep e yardıma gider. Kilis 1927 yılında G.antep il olunca G.antep'e bağlı bir ilçe olmuştur.Ve 6 haziran 1995 tarihinde de il statüsüne kavuşmuştur. alintidir...tıkla
-
Düzce Tarihi
Düzce'nin tarihi 14. yy'dan daha gerisine dayanmamaktadır. Ancak Düzce’nin 8 km kuzeyinde yeralan Konuralp kasabasının tarihi MÖ 3. yy' a kadar dayanmaktadır. Konuralp'in mevcut arkeolojik eserlerden saptandığı kadarıyla zengin bir tarihi vardır. Konuralp M.Ö. 74 yılına kadar Bilecik, Bolu, Kocaeli ve Sakarya şehirlerini kaplayan bir alanda hakimiyet süren BITHYNIA Devleti'nin önemli şehirlerinden birisiydi ve adıda 'Prusias Pros Hypios (Melen Kenarındaki Prusias)'dı. M.Ö. yılında, kısa bir süre Pontus istilasına uğrayan şehir, aynı yıl Roma hakimiyetine girdi. Roma devrinde şehir Latin kültürünün tesiri altında kaldı, adıda ' Prusias ad Hypium' olarak değişti. Roma devrinde şehirde Hıristiyanlık hakimiyeti hüküm sürdü. 395'de Roma İmparatorluğu ikiye bölününce şehir Doğu Roma İmparatorluğu’nun sınırları içinde kaldı. Osman Gazi'nin komutanlarından Konuralp Bey, Düzce ve çevresini Osmanlı topraklarına katma emrini aldı. Bunun üzerine 1321-1323 yılları arasında bu yöredeki Bizans tekfurları ile yaptığı savaş sonunda DÜZBAZAR (Düzce Ovası)’ı ve Bizans Prusias'ını fethetti. Düzce'nin ilk yöneticileri Konuralp Bey, Sungur Bey, Şemsi ve Gündüz Alp'tir. 14.yy.dan itibaren bu bölgeye Konuralp ili ve kısaca 'Konrapa' denmiştir. Konrapa Bolu'nun fethinden sonra, Bolu Sancağına bağlı bir nahiye haline geldi. 16.yy.ın ikinci yarısında Düzce kalabalık köyler tarafından 'pazar' mahali olarak seçilmiş ve o yüzdende ova ortasındaki köye 'Düzce Pazarı ' denilmiştir. Düzce; Osmanlı İmparatorluğu döneminde donanmanın kereste gereksinimini karşılamada önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca İstanbul'u, Sivas ve Erzurum'a bağlayan yolun üzerinde olması Düzce'nin önemini arttırmıştır. 18. ve 19. yy.da Düzce ayanların kontrolü altında yaşamıştır. Düzce'nin ilk yöneticileri Konuralp Bey, Sungur Bey, Şemsi ve Gündüz Alp'tir. 14.yy.dan itibaren bu bölgeye Konuralp ili ve kısaca 'Konrapa' denmiştir. Konrapa Bolu'nun fethinden sonra, Bolu Sancağına bağlı bir nahiye haline geldi. 16.yy.ın ikinci yarısında Düzce kalabalık köyler tarafından 'pazar' mahali olarak seçilmiş ve o yüzdende ova ortasındaki köye 'Düzce Pazarı ' denilmiştir. Düzce; Osmanlı İmparatorluğu döneminde donanmanın kereste gereksinimini karşılamada önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca İstanbul'u, Sivas ve Erzurum'a bağlayan yolun üzerinde olması Düzce'nin önemini arttırmıştır. 18. ve 19. yy.da Düzce ayanların kontrolü altında yaşamıştır. Abdüllaziz ve Abdülmecit döneminde, Kafkasya'dan, Doğu Karadeniz'den, Doğu Anadolu'dan ve Rumeli'den gelen göçmenler Düzce'nin nüfusunun artmasında ve şehrin büyümesinde önemli rol oynamışlardır. Hükümet yeni gelenlere ücretsiz toprak sağlamıştır. Düzce'ye göç eden Türkler; Çerkez, Abhaz, Laz, Gürcü, Ordulu, Hemşinli, Batumlu, Hopalı, Tatar, Boşnak, Arnavut ve Bulgaristanlı…gibi geldikleri yerlerin isimleri ile anılmışlardır. Düzce'nin arzetmeye başladığı ticari önem karşısında Rum ve Ermenilerinde şehre yerleşmesiyle birlikte renkli bir sosyal yapı ortaya çıkmıştır. 2. Abdülhamit döneminde Düzce'ye bağlı 137 köy vardı ve 6618 hane ile 36.088 nüfus yaşıyordu. 1869 yılına kadar Düzce nahiye olarak Göynük'e bağlıydı. 1870 yılında kaza oldu ve Kastamonu vilayetinin Bolu Sancağı'na bağlandı. Düzce'de yaşayan Abhazların ileri gelenlerinden Elbuz Bey ailesinden Behice Hanım saraya giderek 2. Abdulhamit'le evlendi. 1915 yılında hükümetin emriyle Düzce'deki Ermeni Mahallesi (İcadiye Mahallesi) boşaltıldı. 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla Fransız askerleri komşu kazalara kadar çıkartma yaptılar. Bu dönemde Bulgaristan göçmeni Nuri Bey, Düzce Müdafa-i Hukuk Cemiyetini kurdu. Milli Mücadele döneminde Düzce'de haraketli askeri ve siyasi gelişmeler yaşandı. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Düzce ilçesi Bolu vilayetine bağlandı. Düzce'nin ilk Kaymakamı Midhad Kemal Bey'dir. Cumhuriyet dönemi boyunca, Düzce sanayi ve ticari alanda sürekli bir gelişme ve büyüme yaşadı. Düzce’nin güçlü ekonomik yapısının yanında sosyal faaaliyetler alanında sürekli bir hareketlilik yaşanmaktadır. Bu özellikleri itibariyle Düzce tarih sayfasına 1950’den itibaren “İL” olarak geçme isteğinde bulunmuştur. Düzce 1944 Düzce Depremi, 1957 Abant Depremi, 1967 Adapazarı Depremi ve 17 Ağustos Körfez Depremlerinden büyük ölçüde etkilenmiştir. 12 Kasım Düzce Depremi ise şehri yerle bir etmiştir. Deprem yaralarının daha kolay ve hızlı sarılabilmesi amacıyla Bakanlar Kurulu kararınca Düzce “Türkiye’nin 81. İLİ” olmuştur
-
KARAMAN
BEYLİKLER DÖNEMİNDE KARAMAN Oğuzların Afşar boyuna mensup olan Karamanlıların Anadolu’ya ne zaman ve hangi yoldan geldikleri çok kesin olarak bilinemiyor. Oğuz boylarının muhtelif tarihlerde Anadolu’ya geldikleri ve yerleştirildikleri malumdur. Tarihçi Reşidüddin, Karaman ve Menteşeogullarının 20.000 çadır kadar kalabalık bir kütle halinde Tuğrul Bey ile birlikte Anadolu’ya geldiklerini, Tuğrul Beyin geri dönmesinden sonra burada kaldıklarını söyler. Karaman boylarının tarihini yazan Yercani, Anadolu’ya göçmeden önce Amu-Derya civarında yaşayan Karamanlıların, Şirvan yoluyla Anadolu’ya geldiğini anlatır. Anlaşılan odur ki Karaman boyu, diğer Oguz boyları gibi 13.yüzyılın başlarından itibaren etkisini gösteren Mogol istilası sırasında yaşadıkları bölgeleri terk ederek, Azerbaycan taraflarına gelmişler, bir kısmı buralarda kalmış, büyük bir ekseriyeti ise Anadolu’ya geçmiş ve bunlar Anadolu Selçuklu Sultanı I.Alaeddin Keykubad tarafından 1228’ lerde Kamereddin İli adı verilen Ermenek taraflarına yerleştirilmişlerdir. Burası daha önceleri Ermenilerin elinde iken Alaeddin Keykubad tarafından fethedilmiştir. Nûre Sûfî: Ermenek civarına yerleşen Karaman boyunun başında Nűre Sűfî vardır. Nűre Sűfî, bu tarihlerde Anadolu’da meydana gelen Türkmen eylemleri içerisinde aktif olarak bulunmuş ve Türkmenler arasında büyük bir şöhret kazanmıştır. Çevresinde topladığı güçlerle(özellikle Babaîler) Kilikya Kralı Heytum’un idaresinde olan Hıristiyan bölgelere akınlar düzenlemiş ve aralarında Silifke ve Ereğli’nin de bulundugu bir kısım yerleri ele geçirmiştir. Nûre Sûfî, bir taraftan arazisini genişletirken, diğer taraftan da bölgedeki karışık durumda bulunan boyları ve kabileleri kendi nüfuzu altında toplayarak, Karamanoğulları Devleti’nin temellerini atmıştır. Ölüm tarihi kesin olarak bilinmez (muhtemelen 1255). Mezarı Mut İlçesine bağlı Sinanlu Nahiyesinin Değirmenlik yaylasındadır. Kerimüddin Karaman Bey (1255-1263): Nûre Sûfî’nin oğludur. Babasının ölümünden sonra boyları etrafında toplamış ve topraklarını genişletmiştir. Çok cesur ve asker yaratılışta olan Karaman Bey, hakim olduğu bölgenin dağlık, Selçukluların da Moğol nüfuzu altında olmasından dolayı serbest hareket ediyor ve hızla güçleniyordu. Kilikya Ermenilerinin elinde bulunan Ermenek, Mut, Gülnar, Mara ve Silifke taraflarına sürekli akınlar düzenlemiş ve buraları zaptederek, “Ermenek Beyi” ünvanını almıştır. Selçuklu Sultanı IV. Kılınç Arslan, Karaman Beyin bu başarılarından çekinerek, kendisine karşı bir faaliyette bulunmaması için, fethettiği yerleri kendisine ikta olarak vermiştir. Kardeşi Bonsuz’u da Konya’ya getirterek ona da candarlık ünvanı vermiş ve sarayında istihdam etmiştir. Selçuklu sultanı ile tesis edilen bu iyi münasebetler, çok uzun sürmemiştir. Karaman Bey, Selçuklu taht mücadelesinde Sultan IV.Kılınç Arslan’a karşı kardeşi II.İzzeddin Keykavus’u desteklemiş ve yapılan savaşta, Moğol güçlerini yanına alan Kılınç Arslan, kardeşini mağlup ederek, O’nun Rum İmparatorluğuna sığınmasına sebep olmuştur(1260). Bu savaştan sonra sultan, Lârende’nin yönetimini kendine bağlı beğlerden Hacı Beğler’e vermiştir. Fakat Karaman Bey, ani bir baskınla Lârende’yi ele geçirmiş ve Hacı Beğler’i de öldürmüştür. Bir diğer hadise de Sultan Kılınç Arslan’ın hem isyan ettikleri hem de kardeşi Izzeddin Keykavus’u destekledikleri için Antalya, Alaiye ve Denizli bölgesindeki Türkmenlerin üzerine Muinüddin Pervane komutasında Selçuklu ve Moğol askerlerini göndererek, Türkmen beylerinden Mehmed ve İlyas Beyleri öldürtmesidir. Bu hareketten çok müteessir olan Karaman Bey, hem Moğolları Anadolu’dan çıkarmak hem de Kılınç Arslan’ı tahttan indirerek, İzzeddin Keykavus’u yeniden tahta geçirmek maksadıyla yanında kardeşleri Zeynelhac ve Bonsuz da olduğu halde 20.000 kişilik bir orduyla 1261 yılı başlarında Konya üzerine yürümüştür.(II.İzzeddin Keykavus’u destekleyen Konya halkı ve ileri gelenleri de bu yürüyüşü desteklemişlerdir). Muiniddin Pervane komutasındaki Moğol destekli Selçuklu ordusuyla, Gevele Kalesi civarında yapılan savaşta Karaman kuvvetleri mağlup olmuş, Karaman Bey sağ kurtulurken, kardeşleri Zeynelhac ve Bonsuz esir edilerek, Konya Kalesine asılmak suretiyle idam edilmişlerdir. Kerimüddin Karaman Bey, 1261 veya az sonrasında vefat etmiştir. Mezarı Ermenek İlçesine bağlı Balkusan (Balkasun) köyünde olup, türbesi oğlu Mahmud Bey tarafından yaptırılmıştır. Şemsüddin Mehmed Bey (1263-1279/1280): Sultan Kılınç Arslan, Kerimüddin Karaman Bey ölünce, Ermenek ve Karaman iline Kadı Hotenî’nin oğlu Bedrüddin İbrahim’i tayin etti. Bedrüddin İbrahim, Karaman Beyin oğullarından Mehmed, Mahmud, Kasım ve Halil Beyleri bir baskınla yakalayarak, Gevele Kalesine hapsetti. Fakat çok geçmeden Sultan Kılınç Arslan ölüp, yerine çocuk yaştaki oğlu III.Gıyasüddin Keyhüsrev geçince, Vezir Muiniddin Pervane, Karamanlıların herhangi bir yürüyüşünden korkarak, bu beyleri serbest bıraktı. Serbest kaldıktan sonra Karaman Türkmenlerinin başına geçen Mehmed Bey, Hotenî-oğlu İbrahim’in adamlarını öldürerek, Mut ve çevresine hakim oldu. Toko ve Tudavun komutasındaki bir miktar Moğol askerini de yanına alarak, Selçuklu ordusu ile üzerine yürüyen Hotenî-oğlu’nu da Göksu Vadisinde mağlup etti. Hotenî-oğlu bütün ağırlıklarını bırakarak kaçmış ve Ermenek kalelerinden birine sığınmıştır. Bu arada Karamanlılar, Muiniddin Pervâne’nin dayısı ve Sahiller Emîri olan Hoca Yunus’u da bozguna uğratmışlardır. Bu başarılar, Karaman-oğullarının şöhretinin ve manevî kuvvetinin artmasını sağlamıştır(1276). Çok geçmeden Selçuklulara cephe alan Mehmed Bey, her sene Selçuk hazinesine göndermekte olduğu vergisini kesti. Moğolları Anadolu’dan çıkarmak maksadıyla,Memlûk Sultanı Baybars’a güvenerek, Moğollara isyan eden Niğde Emîri Hatir-oğlu Şerefeddin ile birleşti ve Türkmenlerini Niğde’ye gönderdi. Mehmed Bey, bu başarılarını Misir ve Suriye’ye hakim olan Türk Memlűk Sultani Baybars’a bildirdi. Sultan Baybars’in Anadolu’ya gelmek üzere olduğunu haber alması Mehmed Beyi ziyadesiyle memnun etmiştir. Çünkü Mogollara karşi ittifak yaptığı Nigde Emîri Şerefeddin’in yakalanıp öldürülmesi durumu biraz güçleştirmişti. Sultan Baybars’in, Elbistan ovasında Mogol kuvvetlerini bozguna uğratması Mehmed Beyi cesaretlendirmiştir. Mehmed Bey, askerleriyle Aksaray üzerine yürümüşse de şehri almaya muvaffak olamamıştır. Mehmed Bey daha sonra Menteşe ve Eşref-oglu Türkmenlerini de yanına alarak, beraberinde Sultan II.İzzeddin Keykavus’un şehzâdesi Gıyasüddin Siyavuş (tarihte Cimri lakabıyla meşhur) olduğu halde Konya önlerine geldi. Bu sırada Konya Valisi olan Eminüddin Mikâil, direnmek istediyse de muvaffak olamadı ve Karaman-oğlu Mehmed Bey, Konya’yı ele geçirdi (14 Mayıs 1277). Mehmed Bey, şehre girdikten sonra II.İzzeddin Keykavus’un oğlu Gıyasüddin Siyavuş’u sultan ilan ederek, onun namına hutbe okutup sikke kestirdi, kendisi de sultanın veziri oldu. Aynı gün Konya’da toplanan divanda Mehmed Bey, Türk dilini başka dillerin tasallutundan kurtararak, yeniden devlet dili olmasını sağlayan meşhur fermanını yayınladı: “ŞIMDEN GIRÜ HIÇ KIMESNE KAPŰDA VE DIVÂNDA VE MECÂLIS VE SEYRÂNDA TÜRKÎ DİLİNDEN GAYRI DİL SÖYLEMEYE“. Mehmed Bey, Selçuklu vezirlerinden Sahip Ata’nın oğulları olan Tacüddin Hüseyin ile Nasırüddin Hasan’ın Germiyan Türkmenleri ile üzerine geldiğini duyunca onların üzerine gitti ve Akşehir ovasında yapılan savaşta Sahip Ata’nın iki oğlu da öldürüldü. Tekrar Konya’ya dönen Mehmed Bey, Konya kale kapılarının kapatılması ve Batı Moğol hükümdarı Abaka Han’ın emriyle Selçuklu Sultanı III. Gıyasüddin Keyhüsrev ve vezir Sahip Ata Fahrüddin Ali’nin büyük bir Moğol ordusu ile üzerine geldiğini haber alınca Ermenek taraflarına çekildi (Haziran 1277). Konya önüne gelen Moğol ordusu, Mehmed Beyi takip ederek, Mut taraflarına gitti. Mehmed Bey, Selçuklu sultanı ilan ettiği Siyavuş’u savaşa sokmayarak, onu iç taraflarda güvenli bir yere gönderdikten sonra iki kardeşi Tanu ve Zekeriya, amcaoğulları ve bir miktar kuvvetle Mogol ordusuna karşı saldırıya geçti. Kaçmaya yüz tutan Moğol ordusu aniden geri dönerek, tedbirsiz yakaladıkları Mehmed Bey ile kardeşlerini ve amca oğullarını oklayarak öldürdüler ve başlarını keserek, Türkmenler arasında teşhir ettiler. Selçuklu Sultanı III.Gıyasüddin Keyhüsrev ile vezir Sahip Ata Fahrüddin Ali, Develi Karahisar önünde Gıyasüddin Siyavuş’u da bertaraf ettikten sonra Karamanlılar ile birlikte hareket eden Türkmenler üzerinde baskılarını artırmışlardır. Türkmenler üzerindeki te’dip hareketleri, Moğollar tarafından katledilen III. Gıyasüddin Keyhüsrev’in yerine Selçuklu tahtına geçen II.Gıyasüddin Mesud zamanında daha şiddetle devam etmiştir. Güneri Bey (1280-1300): Mehmed Beyin öldürülmesinden sonra Karaman-oğullarının başına kardeşi Güneri Bey geçmiştir. III.Gıyasüddin’in annesi ile anlaşan Güneri Bey, emîrlik menşűru aldi (1283); Güneri Bey Beylerbeyi, Eşref-ogullarindan Süleyman Bey de nâib tayin edildi. Bir müddet sonra, Sahip Ata Fahrüddin’e cephe açan Karamanoğulları, Eşref-ogullari ile işbirligi yaparak birkaç defa Konya önlerine gelmişlerdir. Güneri Bey, 1286 yılında Ermenilerin elinde bulunan Tarsus üzerine yürüdü ve Ermenek tekfuru III.Leon’un müdahalelerine rağmen buraları tahrip etti. Kilikya Ermeni kralı III.Leon, Karaman-oğullarını İlhanlı hükümdarı Argun’a şikayet etti. İlhanlılar, Karaman iline bir ordu sevkettiler. Güneri Bey sarp bölgelere çekildi ise de Moğollar, ona ait olan bölgeleri özellikle Lârende ve çevresini harab ettiler. Moğolların çekilmesinden sonra Güneri Bey, intikam almak için harekete geçmişse de muvaffak olamamıştır. Güneri Beyi ele geçirmek isteyen Ilhanli kumandanı Geyhatu daha sonra İlhanlı hükümdarı) idaresindeki ordular, Güneri Beyi ele geçirememişler ama Karaman iline girerek bölgeyi tahrip etmişler ve Lârende’yi ateşe vermişlerdir. 1293’de Ermeniler, Kıbrıs şövalyeleriyle birleşerek, Alaiye kalesini ele geçirmişlerse de 1294 yilinda Güneri Bey, kaleyi geri almıştır. İlhanlı taht mücadelelerinde de taraf olan Güneri Bey, İlhanlı hükümdarı Gazan Han’a isyan eden Moğol emîri Baltu’ya, daha sonra da yine Gazan Han’a isyan eden Emîr Sülemiş’e destek verdi. Güneri Bey 1300 yılında vefat etmiştir. Mecdüddin Mahmud Bey (1300-1311): Güneri Bey ölünce, Karaman-oğullarının başına Mahmud Bey geçmiştir. Mahmud Bey, Karaman Beyin oğlu ve Mehmed ve Güneri Beylerin kardeşidir. Güneri Bey henüz hayatta iken kardeşi Mahmud Bey Ermenek taraflarında mühim faaliyette bulunuyordu. 1293’de Frenklerin eline geçmiş olan Alaiye’yi geri alarak orada Memlûk sultanı Eşref adına hutbe okutmuştur. Mahmud Beyin beylik müddeti tam olarak bilinememekle birlikte H.702/1302 tarihli Ermenek Ulu cami ve H. Rebiyül-evvel 711/1312 tarihli Karaman’da İbrala köyünün kuzeyinde Mendik ve Kınık harabelerindeki cami kitabelerinden bu tarihlerde Karaman hükümdarı olduğu anlaşılıyor. Mahmud Beyin hükümdar olduğu dönem, Anadolu Selçuklu Devletinin Moğollar elinde tamamen takatsiz kaldıkları, Moğolların da Gazan Han’ın ölümünden sonra(1304) Anadolu işlerini genel valilere terk ettikleri, bu valilerin de merkezi dinlemeyerek sık sık ayaklandıkları bir dönemdir. Şüphesiz Mahmud Beyin saltanati da Mogollarla mücadele ile geçmiştir. Selçuklu sultanı Gıyasüddin Mesud 1308’de Kayseri’de vefat edip, Selçuklu saltanatı sona erince Mahmud Bey hızla hareket edip, Konya’yı ele geçirmiş ve Karaman-oğullarının bağımsızlığını ilan etmiştir. İstiklalinin meşruiyetini sağlamak için geleneğe uyarak Mısır’daki halifeden menşűr almiştir. Mahmud Bey üç yil kadar Konya’da kalip şehrin harap yerlerini mamur ettikten sonra Ermenek taraflarına gelmiş, Klikya Emenileri ile savaşırken yaralanmış, savaşı Karaman ordusu kazanmasına karşılık Mahmut Bey vefat etmiştir. Mezarı Ermenek ilçesine bağlı Balkusan köyündedir. Yahşi Bey (1311-1312): Mahmut Bey’in ölümünden sonra Karaman-oğulları Devletinin başına Karaman Bey’in oğlu Yahşi Bey geçmiştir. Yahşi Bey önce Konya’yi tahkim etmiş, bölgedeki Mogol tahakkümünü kırarak, diger beyliklere de tesir etmiş ve her tarafta bir istiklal havasının esmesine sebep olmuştur. Bu durum karşısında Ilhanlilar Emir Çoban’i Anadolu’ya göndermek mecburiyetinde kaldılar(1314). Bütün uç beyleri Emir Çoban’ı karşılamaya gittikleri halde, Yahşi Bey gitmedi. Bunun üzerine İlhanlılar Konya’yı muhasara ettiler, Yahşi Bey uzun süre direnmişse de 1314 senesi ilkbaharında şehir açlik sebebiyle teslim olmak zorunda kalmıştır. Emir Çoban, Karamanlıları takip ederek Lârende üzerine yürümüş ve Yahşi Bey de muhtemelen bu sırada vefat etmiştir. Bedrüddin İbrahim Bey (1318-1333): Yahşi Bey’in ölümünden sonra devletin başina oglu Bedrüddin Ibrahim Bey geçmiştir. Bedrüddin Ibrahim Bey muhtemelen 1315 tarihinde Konya’yı yeniden zaptetmiş fakat Konya’da degil Karaman’da oturmuştur. 1332’de Ibn Batuta Lârende’ye geldigi zaman Ibrahim Bey’i hükümdar olarak bulmuş ve kendisiyle görüşmüştür. 1318 (ya da1319)’de İbrahim Bey büyük bir süvari kuvvetinin başında olduğu halde Doğu Klikya’ya girerek Tarsus üzerine bir akın düzenlemiş ve Pompeipolis Köprüsüne kadar ilerlemiştir. Burada yapılan çetin savaş sonunda Ermeni tarihçisi Sempad’ın rivayetine göre Gorigos Kont’u Baron Oşin Karamanlıları mağlup etmiştir. Bu arada takriben 1320 tarihinde Emir Çobanın yerine Anadolu Valiliği’ne tayin edilen oğlu Timurtaş, Karamanlılarla iyi ilişkiler kurmuş ve 1321 yılında Timurtaşla birlikte İbrahim Bey Ermeni bölgesine büyük bir sefer düzenlemişlerdir. 1324’de İlhanlı devletine isyan eden Timurtaş’ın mağlup olması ve Memlûkler’e iltica etmesi Anadolu Beylikleri tarihi için bir dönüm noktası oluşturur. İlhanlı baskısından kurtulan Beylikler, bulundukları bölgelerde birer birer istiklallerini ilan etmişler, Karamanlilar da Konya ve havalisine kesin olarak yerleşmişlerdir. Bedrüddin İbrahim Bey 1343 yılında kardeşi Halil Bey lehine saltanattan feragat etmiştir. Mirza Halil Bey (1333-1340): Kendisi Karaman’da oturan Mirza Halil Bey Ermenek’in idaresini kardeşi Burhanüddin Musa’ya vermiştir. Halil Bey hakkında çok fazla bilgi yoktur. Muhtemelen 1340 yılında vefat etmiş olmalıdır ki, Bedrüddin Ibrahim, idareyi tekrar eline almış ve durumu bildirmek üzere Kahire’ye bir elçi göndermiş ve buna karşılık kendisine Halife tarafından sancak gönderilmiştir. İbrahim Bey’in ölüm tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte 1340’dan sonra öldüğü tahmin edilebilir. Fahrüddin Ahmet Bey (1340-1350): Bedrüddin İbrahim Bey’in oğludur. Babasının ölümünden sonra Karaman Devletinin başına geçmiştir. Saltanatı uzun sürmemiş, H. Zilkade 750/Ocak 1350 tarihinde vefat etmiş oldugu türbesindeki kitabeden anlaşilmaktadir. Fahrüddin Ahmet Bey, kardeşi Şemsüddin ile birlikte Karamandaki Emir Musa Paşa (amcalari) Medresesinde medfûndur (günümüzde bu medreseden eser kalmamıştır). Şemsüddin Bey (1350-1352): Bedrüddin İbrahim Bey’in oğludur. Kardeşi Ahmet Bey’in öldürülmesinden sonra 1350 yilinda devletin başina geçmiştir. Fakat kendisini çekemeyen ve hükümdar olmak isteyen kardeşi Karaman Bey tarafından zehirlenmek suretiyle 1352’de öldürülmüştür. Halkin galeyanı üzerine Ermenek Beyi olan amcası Burhanüddin Musa devletin başına geçirilmiştir. Burhanüddin Musa -Emir Musa- (1352-1356): Şemsüddin Bey’in kardeşi tarafindan öldürülmesi üzerine Karaman Beyligi’nin başına amcası Burhanüddin Musa geçmiştir. Daha önce de Lârende ve bir müddet de Ermenek Beyligi yapan Emir Musa Şikârî’ye göre müftü, şeyh ve va’iz dir. Emir Musa, sükuneti sağladıktan sonra Beyliği Seyfüddin Süleyman Bey ile Karaman Bey’e devrederek kendisi Mut’a çekilmiştir. 1356 yılında vefat eden Emir Musa, Ermenek’te yaptırdığı Tol Medrese bitişiğindeki türbesinde medfûndur. Emir Musa’nın çekilmesinden sonra Karaman-oğulları Devletinin başına Seyfüddin Süleyman geçmiş ve ordu komutanlığını da kardeşi Alâüddin Ali Bey’e vermiştir. Bu dönemde bütün kudret ve nüfuz Alaüddin Ali Bey’in elindedir. Seyfüddin Süleyman bir suikast sonucunda öldürülünce yerine kardeşi Alâüddin Ali Bey geçmiştir. alintidir...
-
Çorum
Hitit Çağı (M.Ö. 1650-1200)- Asur Ticaret Kolonileri dönemi, sosyal ve siyasal yeni görüşlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Yerel Prenslerle yönetilen Anadolu’da, Mezopotamya’daki gibi merkezi devlet fikri gelişmiş ve sonucunda iç mücadeleler başlamıştır. Hint-Avrupalı bir kavim olan Hititler, MÖ.3000 yıllarının sonunda küçük gruplar halinde Kafkaslar üzerinden Anadolu’ ya girerek yerli halk Hatti nüfusu ile karıştılar . Hititler, Asurluların Anadolu’ dan çıkma zorunda kalmasıyla devlet idaresini ellerine almışlardır. Anadolu’nun yerli halkıyla kaynaşıp Hitit Devleti’ni kurmuşlardır. Bu devletin kurucusu Labarna‘dır. Başkenti ise Hattuşa’ dır. (Boğazkale) Hitit tarihi M.Ö. 1650-1450 eski krallık ve M.Ö. 1450-1200 Hitit İmparatorluk Devri olmak üzere iki safhada incelenir. Hitit Devletinin kuruluşundan itibaren, sanattaki Mezopotamyalı unsurlar kaybolarak, Anadolu’nun yerli sanatıyla birleşmiştir. Sanatta, boyutları büyümüş anıtsal eserler ortaya çıkmıştır. Mabetler, saraylar, sosyal yapılar, kaya kabartmaları ve orthostatlarla (bina cephelerinde alt sırada yer alan kabartmalı taşlar) önceki sanattan ayrılır. Hitit Siyasi Tarihi- M.Ö. 1800 yılları, Anadolu tarihinin başlangıcı yerli Aglutinant dil grubuna ait Hattiler ve Hint Avrupalı Hititler hakkında ilk bilgilerin edinildiği dönemdir. Bu çağ, Hitit kültürünün başlangıç ve gelişme aşamalarının kaynağıdır. M.Ö 2500-2000 yılları arasında Kuzey Kapadokya ve Orta Karadeniz bölgesinde gelişmiş kültürün temsilcisi Hattiler’ di. Şehir devletleri tarafından yönetilen bu bölgenin müstahkem şehirleri, kral mezarları, hazineleri, Hatti kültürünün simgeleridir. M.Ö 2000 yılları sonlarında büyük savaşlar sonucunda çıkan yangınlarla sona eren bu çağı, Asur Ticaret Kolonileri dönemi izler. Yazılı kaynaklardan Hititlerin, Anadolu’ya M.Ö. 3. binin son yıllarında, 2. binin başında küçük gruplar halinde, girmeye başladıkları ihtimali çıkmaktadır. Hititlerin Anadolu’ya kuzey Karadeniz üzerinden veya kuzeydoğudan, Kafkaslar üzerinden geldikleri ve Kızılırmak kavisinin kuzey kesimine yerleşmiş oldukları değerlendirilmektedir. Birbirini izleyen akınlarla Orta Anadolu içlerine yayılan Hititler, zamanla etki alanlarını genişletmişler, Hattili Prenslerin arazilerine hakim olmuşlardır. Asur Ticaret Kolonilerinin geç evresinde (M.Ö 1800-1730) Kuşşara Kralı Pithana ve oğlu Anitta tarih sahnesine çıktılar. Onlar Hitit diline Naşili adını veren Kaniş/Neşa’yi zaptedip krallığın ilk merkezi yaptılar. M.Ö. 1700’lerde Kuşşara kralı Anitta, Hattuş Krali Pijusti’yi yenip şehrini tahrip ettiğini anlatmaktadır. “Geceleyin yaptığım bir saldırı ile şehri aldım. Yerine yaban otu ektim. Benden sonra her kim kral olur ve Hattuş’u yeniden iskan ederse gökyüzünün Fırtına Tanrısı’nın laneti üzerinde olsun.” Hattuşa M.Ö. 17. yy.’ ın ikinci yarısında, Hitit Kralı I. Hattuşili tarafından başkent olarak seçilir. Eski Hitit Devleti’nin kurucusu I. Hattuşili Kızılırmak kavisi içindeki çekirdek ülkede birliği sağladıktan sonra, Kuzey Suriye ve Yukarı Fırat Bölgesi’nde Hurri Ülkesine karşı yönettiği akınlarla, kendisini izleyecek Hitit Krallarına bir Dünya devleti olma amacının işaretini veriyordu. Murşili istilalara güneyde devam ederek ve Suriye’deki şehir devletlerini devreden çıkartarak, Mezopotamya ticaret yollarını kontrol altına aldı. Halep ele geçirildi ve ordu Babil’e kadar ilerleyerek Hammurabi hanedanlığına son verdi. Ancak, Murşili’nin Hantili tarafından öldürülmesi bir karışıklık dönemi getirir. Hantili idareyi ele aldıysa da o da öldürüldü. Hantili’den sonra tahta geçen Zidanta ve I. Huzziya’da Hantili ile aynı kaderi paylaşarak öldürüldüler. Bu dönemde Hitit devleti, Torosların güneyindeki ülkeleri, Güney ve Güneydoğu Anadolu’daki diğer bölgeleri yeniden Mitanni Krallığı’na kaptırdı. Telipinu tahta geçince, saraydaki kan davalarını durdurmayı başardı. Önceki kralların uzak bölgelere yaptıkları seferleri durdurarak, Anadolu’yu kendi içinde tutarlı bir idari teşkilat altına almaya çalıştı. Bu amaçla eyalet sistemini kurdu. Telipinu fermanı olarak bilinen fermanı yayınlayarak, taht verasetini belli kurallara bağladı. Geleneksel Hitit tarihi çağ ayrımına göre, Telipinu devrini “Orta Krallık” adı verilen dönem izler. Aynı zamanda I. Tuthaliya Hititlerin amansız düşmanı Kaşkalar’ la da başetmek zorunda kalmıştır. Metinlerde Tuthaliya zamanında, Fırat’ın yukarı yatağında kalan bölgelere ve Kuzey Mezopotamya’da Hurrilere karşı yapılan askeri harekatlardan söz edilmektedir. Bu başarılarla I. Tuthaliya’nın Hatti ülkesinde krallığın gücünü yeniden sağladığı anlaşılmaktadır. Ancak I. Tuthaliya’nın hükümdarlık alanı genelde Anadolu ile sınırlı kalmıştır. I. Şuppiluliuma tahta geçince, öncelikle Anadolu’ daki hakimiyetini sağlamlaştırmıştır. Daha sonra Suriye ve Kuzey Mezopotamya’ nin bazı bölgelerini Hitit Krallığı’ na katmıştır. Kaşka’ larla savaşmış, Ugarit Kralı II. Nigmedu ile bir anlaşma yapmıştır. Şuppiluliuma Mısır’ da Tutankhamon’ un ölümünden sonra çıkan çatışmaları fırsat bilmiş, Kargamış’ ı alarak Mitanni Krallığı’ na son vermiştir. II.Murşili’nin, Anadolu’nun kuzeyindeki ve batısındaki seferleri, Hitit çekirdek ülkesinde vebanın hüküm sürdüğü ve giderek artan Asur etkisiyle Suriye’de huzursuzlukların yaşandığı bir döneme rastlamıştır. Babası Murşili’nin ardından fazla zorluk çekmeden tahta geçen11. Muvattalli, yirmi yıldan fazla ’’Büyük Kral’’ olarak hüküm sürmüştür. O’ nun küçük kardeşi Hattuşili, askeri birliklerin başı, saray memuru, kuzey sınırının sürekli huzursuz bölgelerinde ve Hattuşa’da Vali olarak Hükümdara birçok alanda hizmet vermiştir. Bu dönemde Muvattalli sarayını, tanrı ve atalarının heykelleri ile birlikte Hattuşa’dan Tarhuntaşşa’ya taşımıştır. Muvattalli zamanında Orta Suriye’deki Amurru bölgesi nedeniyle, Hititler’in anlaşmazlığa düştüğü ülke Mısır’dı. Bu anlaşmazlık Kadeş Savaşı’ na yol açtı. (M.Ö. 1274) Günümüzde Mısır’ daki Abydos, Luksor, Abu Simbel’in duvarları ve Ramsesseum’un pylonlarının üzerindeki kabartmalarda, Yakındoğu’nun geçmişindeki en ünlü savaşlardan biri olan Kadeş Savaşı’ nın tasviri görülmektedir. Kabartmalara II.Ramses’in Hitit Kralı II. Muvattalli’yi yenerek elde ettiği zaferin kutlandığı hiyeroglif metinler eşik etmektedir. Firavun çok iyi hazırlanarak savaş alanında bizzat bulunmasına rağmen, savaşın asıl galibi Hititler olmuştur. Amurru yeniden Hitit yönetimi altına girmiş, ayrılıkçı yerel kral Benteşina ise Anadolu’ya sürülmüş, Kadeş Kalesi Hitit denetiminde kalmıştır. Büyük Kral II. Muvattalli öldüğünde, eski bir kurala uyulmuş ve imparatorluğun en güçlü adamı olan kardeşi Hattuşili yerine, oğlu III. Murşili/Urhi-Teşup tahta geçmiştir. O, başkenti Tarhuntaşşa’dan, yeniden Hattuşa’ya taşımıştır. Bölgede II. Muvattalli döneminden ve Kadeş Savaşı’ ndan bu yana II. Ramses hüküm sürmekteydi. Hattuşili Asur ve Babil Hükümdarları ile olduğu gibi, II. Ramses ile de hükümdarlar arasındaki olağan ilişkilerini sürdürmüştür. I. Şuppiluliuma’ dan beri süregelen savaş durumunu sona erdirmiş ve Mısır ile barış antlaşmasını imzalamıştır. Antlaşma Hattuşa’ da ortaya çıkarılan ve günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesinde bulunan kil tabletten anlaşılmaktadır. Akadca yazılmıştır. Ayrıca Mısır-Karnak Ramesseum’ da da Mısır hiyeroglifi ile kaleme alınmış kopyaları görülmektedir. II. Ramses ile yapılan barış antlaşması, Hattuşili’ nin hükümdarlık döneminde ulaştığı bir zirvedir. Bu başarı kendisinin rakipleri Asur ve Babil ile Ege’ deki rakibi Ahhiyava karşısındaki konumunu güçlendirmiştir. Kurallara uygun olmaksızın tahta çıkmış olmasına rağmen, III.Hattuşili önemli politik başarılar ve uluslararası takdir kazanmıştı; ancak Hattuşa’da tahtına çıkacak kişi ile ilgili düzenlemeyi yapmak da kendisi için önemliydi. Önceden seçilen varisten vazgeçilmiş ve yerine Prens IV. Tuthaliya seçilmişti. Tuthaliya tahta çıktıktan sonra, Tarhuntaşşa Kralı Kurunta ile antlaşma yapmış ve Tarhuntaşşa ülkesinin sınırları yeniden çizilmiştir. II. Muvattali’nin oğlu olarak hanedandan gelen Krala, imparatorluk hiyerarşisi içinde Karkamış Kralı ile aynı düzeyde yer verilmiştir. Hitit İmparatorluğu’nun bilinen son hükümdarı IV. Tuthaliya’ nın oğlu II. Şuppiluliuma, başgösteren yiyecek sıkıntısıyla daha da gerginleşen duruma rağmen bazı askeri başarılar elde etmiştir. Hattuşa’da bugün Güneykale olarak adlandırılan kesimdeki bir yazıtta, II. Şuppiluliuma’ nın askeri birliklerinin Orta ve Güneybatı Anadolu’da başarıyla savaştığından, Tarhuntaşşa’ da da hükümdarın yeniden otorite kurduğundan söz edilir. Çivi yazılı belgeler de, Kargamış Kralı ve doğrudan Büyük Kral tarafından denetlenen Alaşiya (Kıbrıs) ülkesiyle antlaşma yapıldığı belirtilir. Hitit İmparatorluğu’nun M.Ö. 1200’den kısa bir süre sonra yıkılma nedeni halen tam olarak anlaşılamamıştır. İmparatorluğun yıkılmasına çeşitli etkenlerin neden olduğu değerlendirilmektedir. Son büyük kralın hüküm sürdüğü dönemde, halk içinde huzursuzluklar ve Hitit aristokrasisinde giderek artan çatışmalar başgöstermiştir. Hitit Devletinin ayakta olduğu son yıllara tarihlenen yazılı kaynaklar, sefalet içinde olduğu belirtilen Anadolu’ya Suriye ve Mısır’dan büyük miktarlarda tahıl sevk edildiğini kanıtlamaktadır. Aynı zamanda Anadolu’daki huzursuzluklar ve Suriye üzerindeki Hitit etkisinin azalması da Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasında neden ya da sonuç olarak değerlendirilmektedir. Hitit Dili Arkeolojik araştırmalarda Hitit yerleşimlerinde bulunan yazılı belgeler, Anadolu’da aynı dönemde (M.Ö. 1800’ lü yıllarda) Hint-Avrupa dillerinin en eskisi Hititçe’den başka, yine aynı dil grubuna ait Luvi ve Pala dillerinin, ayrıca Hurrice, Hattice ve Akadca’ nın yazı dili olarak kullanıldığını göstermektedir. Çivi yazısı ile yazılan bu dillerde her işaret bir heceyi simgeler. Hititlerin kullandığı bir başka yazı türü de Luvi dilinde yazılan ve hiyeroglif denen resim yazısıdır. Hititlerin kullandığı ve Mısır hiyeroglifinden tamamen farklı olan bu hiyeroglifte, heceler hatta kelimeler tek bir işaretle temsil edilebiliyordu. Hiyeroglif daha çok mühürlerde ve kaya anıtları gibi büyük yazıtlarda tercih edilmekteydi. Hititlerde okur yazarlık yalnızca çok küçük bir gruba ait bir beceri olarak kabul edilirdi. Çivi yazısını kralların da (LUGAL.GAL) okuyamadıkları, aldıkları mektupların sonunda yer alan ve yazıcıya hitap ettiği anlaşılan “sesli oku” ibaresinden anlaşılır. Hitit Dini- Hitit dini çok tanrılı bir dindir; panteonun (tanrılar ailesi) içinde binlerce tanrı ve tanrıça vardır ve bunların pek çoğu diğer kavimlerin dinlerinden alınmıştır. Hititler’ de tanrılar tıpkı insanlar gibidir. Fiziki şekilleri insan gibi olduğu kadar, ruhen de onlarla aynı olup, insanlar gibi yerler, içerler, kendilerine iyi bakıldığı sürece insanlara iyilik ederler; ancak ihmal edildikleri zaman hemen intikam almaya, insanları en acımasız yöntemlerle cezalandırmaya hazırdırlar. Bir Hitit metni insanlarla tanrıları birbirleriyle kıyaslamakta ve tanrı- insan ilişkilerini bey - hizmetçi ilişkilerine benzetmektedir. Hitit devletinin panteonu Anadolu ve Suriye şehirlerinin çeşitli yerel panteonlarının zamanla bir araya getirilip birleştirilmesinden oluşmuştur. Hitit devletinin başlangıcından itibaren baş tanrı, fırtına tanrısıdır (Teşup). Kozmik dönemi (kainatı) sağlayan, krallığı ve ülkenin düzenini koruyan fırtına tanrısıdır. Kral, efendisi adına ülkeyi yönetir. Hitit İmparatorluğu’nun Yapısı Siyasal yapısı itibariyle Hitit Devleti, Kral ve üyeleri kraliyet ailesinden gelen kişilerden oluşan politik bir kurumdu. Yönetimin politik organı Panku’dur (İmparatorluk Meclisi). Herhangi bir politik sorun olduğunda Panku Kral tarafından toplantıya çağırılmaktaydı. Hitit Kraliyet ailesi, dışarıya karşı kapalı bir topluluk değildi. Krallık kalıtsaldı, ancak, Kral olabilecek birinci ve ikinci dereceden erkek olmaması durumunda, birinci dereceden bir prensesin eşi de Kral olabilirdi. Kral tarafından belirtilen veliahdın Panku’nun onayını aldıktan sonra bağlılık yemini etmesi gerekiyordu. Krallık yanında, kurumsallaşmış bir Kraliçelik de vardı. Kraliçenin politik hayatta önemli görevler üstlendiği III. Hattuşili’nin eşi Puduhepa’nın icraatlarından anlaşılmaktadır. Ancak Hitit devlet yapısında Kral, mutlak güçtü. Kadeş Savaşı ve Barış Antlaşması- M.Ö. 1274 tarihinde II. Ramses ile Muvattalli arasında Kadeş önünde büyük bir meydan savaşı yapılmış ve Kadeş Barış Antlaşması ile sonuçlanmıştır. Bu antlaşmaya bağlı olarak II. Ramses savaştan önce aldığı yerleri boşaltmış, Kadeş Şehri Hititlere kalmıştır. Kadeş Barış Antlaşması sırasında orduda çıkan bir isyanda, Muvattalli öldürülmüştür. Antlaşma, onun yerine geçen III. Hattuşili tarafından imzalanmıştır. (M.Ö.1269) Bu antlaşma dünya tarihinde eşitlik ilkesine dayanan en eski antlaşmadır. Antlaşma çivi yazısıyla gümüş plakalar üzerine Akadca olarak yazılmıştır. Ayrıca Kralın mührünün yanında Kraliçenin mührü de vardır. Bu antlaşmanın gümüş levhalara kazınmış olan asıl metinleri kayıptır. Mısır’da tapınakların duvarlarına kazınan antlaşmanın bir nüshası da, Boğazköy (Boğazkale) kazılarında kil tablet olarak bulunmuş olup Istanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir. Kadeş antlaşmasının Hattuşa’da bulunan çivi yazılı tabletinin büyütülmüş kopyası New York’ta Birleşmiş Milletler Binasında asılıdır. Frig Çağı Hitit Devleti’nin yıkılışından sonra, Anadolu’da 300 yıllık bir karanlık devir yaşanmıştır. M.Ö. 800 yıllarında Asur kaynaklarında “Muşki” olarak geçen Frigler, merkezi Gordion olmak üzere Kızılırmak yayı içindeki bölgede bir devlet kurarak tarih sahnesine çıkmışlardır. Frigler’ in Çorum bölgesindeki yerleşme merkezleri Pazarlı, Boğazkale, Alacahöyük ve Eskiyapar’dır. Bu çağın önemli bir özelliği de, demirin uygarlığa girmesi ve “Demir Çağına“ Frigler’ le başlanmasıdır. M.Ö. 7. yy.’ ın ilk yarısında Kimmerler tarafından yıkılan Frigler; kültür ve sanattaki etkinliklerini M.Ö. 330’da Büyük İskender’in Anadolu’yu ele geçirmesine kadar devam etmişlerdir. Frig Sonrası Kimmerlerin Frig devletini yıkmasından sonra Çorum bölgesi İran’da bir devlet kuran Med’lerin, daha sonra da Pers’lerin hakimiyetinde kalmıştır. M.Ö. 276’da Galatlar, Çorum ve çevresinde Hitit ve Frigler’ den sonra en çok iz bırakan devlettir. Roma İmparatoru Julius Cesar zamanında bölge, Romalıların eline geçmiş ve M.S. 395’te Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Çorum ve civarı Bizans İmparatorluğu’nun yönetimine geçmiştir. Bu devirde Çorum’un adını Yankoniye olarak görmekteyiz. Çorum Bölgesine Oğuz Boylarının Yerleşmesi ve Türk Egemenliğine Geçiş- Büyük Selçuklu Hükümdarı Melikşah’ ın Danişmend Beyi olan Ahmet Gazi, Amasya’yı aldıktan sonra Çorum’u da (Nikonya) almak için Çavlı Beyi görevlendirdi. Çavlı Bey, emirlerinden Karatekin ve Serkes Ahmet Gazi ile Çorum’a yürüdü ancak, Çorum Tekfuru (yönetici) Nastura’ya Kastamonu’dan yardım geldiği için Çavlı Bey başarılı olamadı. Bunun üzerine Melik Ahmet Gazi 30.000 kişilik askeriyle Çorum’a geldi. Beraberinde Komutanlarından İltekin Gazi’de bulunmaktaydı. Kastamonu’dan Çorum’a yardım için gelen Bizans kuvvetleri bozguna uğratılarak şehir kuşatıldı. Melik Ahmet Gazi Nastura’ya, elçisi Yahya’yı şehri teslim etmesi için gönderdi. Nastur bu teklifi reddetti. Bir haftalık kuşatmadan sonra Nikonya (Çorum) Şehri 1075 yılında alındı. Melik Ahmet Gazi Oğuzlar’ ın Alayunt’lu boyundan Çorumlu oymağının başı bulunan İlyas Beyi Çorum’a yönetici olarak bırakmış, İltekin Gazi ile Osmancık’ı almak üzere Çorum’ dan ayrılmıştır. Çankırı yöresinin fethi için Çavlı ve Karatekin Beyleri görevlendirdi. Osmancık alındıktan sonra burasını Alayunt boyundan Osman Bey’e verdi. Osmancık adını bu beyden almıştır. Kısa zamanda Orta Anadolu’yu Bizans’ın elinden alan Danişmend Beyliği, Çorum ve çevresini Türk boylarına açarak Anadolu’nun Türkleşmesine katkıda bulunmuştur. Bu bölgede Oğuz Türkleri yerleştikleri yerlere boylarının ve oymaklarının adlarını vermişlerdir. Köy, mahalle, dere, tepe, dağ ve ova gibi bazı yer isimleri Oğuz boylarının adlarını taşımaktadır. Bayat, Büget, Kayı, Kınık, Salur, Avşar, Bayındır, Karakeçili, Karaevli, Dodurga verilen boy ve oymak adlarından bazılarıdır. Anadolu'nun Türkleşmesinde Oğuz Boylarına mensup Türkmenler'in büyük rolü olmuştur. Bu çerçevede Karadeniz Bölgesi'ne de çok sayıda Oğuz Boylarına mensup Türkmenlerin yerleştiği görülmektedir. Bu Türk boyları bölgenin hem fetihlerle, hem de iskanlarla Türkleşmesini sağlamışlardır. Prof. Dr. Faruk SÜMER'in araştırmalarından yapılan tespitlere göre; XVI. Yüzyılda, Amasya, Canik (Samsun), Çorum, Karahisar-i Şarki, Kastamonu, Kengiri (Çankırı), Sivas ve Trabzon sancaklarındaki yer adları incelendiğinde, Yirmidört Oğuz Boyunun 21’i yerleşmiştir. Bunlar; Kayı, Bayad, Kara-Evlu, Yazır, Döğer, Todurga, Afşar, Kızık, Beğ-Dili, Karkın, Bayındır, Çavundur, Çepni, Salur, Eymür, Ala-Yundlu, Yüreğir, İğdir, Büğdüz, Yıva ve Kınık boylarıdır. Bölgede bu boylara ait 268 yer adı bulunmaktadır. Kıyı şeridi başta olmak üzere, Karadeniz Bölgesi'nin Türkleşmesinde özellikle ÇEPNİLER önemli roller oynamışlardır. Anadolu'nun fethinden sonra bölgeye yerleşen Türklerin Çorum bölgesini yurt ve otlak olarak kullandıkları kayıtlardan anlaşılmaktadır. Bölgede en çok köy ve yer adı bırakanlar Bayat, Eymir, Kargın, Yapar ve Çavuldur boylarıdır. Danişmend Beyliği Zamanında Çorum Danişmend Ahmet Gazi tarafından Bizans’tan alınan Çorum, Danişmend Beyliği’nin Sivas koluna bağlıydı. Sonradan merkezleri Niksar olmuştur. 1174 yılına kadar bağımsız olan Danişmend Beyliği, Anadolu Selçuklu Sultanı II.Kılıç Arslan tarafından yıkılarak toprakları Anadolu Selçuklu Devletine katılmıştır. Danişmendliler zamanında Anadolu’nun büyük bir kısmı Anadolu Selçukluları tarafından ele geçirilmiştir. Ancak Haçlı ordularının Ankara’ya yürümesi üzerine, Ankara Emiri olan Fetih Han Çorum Sancağına çekilmek zorunda kalmıştır. Anadolu Selçukluları Zamanında Çorum- Çorum’un Anadolu Selçuklu Devleti’nin yönetimine katılması I.Kılıç Arslan zamanında olmuştur. Haçlılarla Çorum yakınlarında savaş yapılırken Çorum Beyi olan Obruna’nın Kılıç Arslan’a sığınmış olduğu ve şimdiki kalenin I.Kılıç Arslan tarafından yaptırıldığı değerlendirilmektedir. Çorum’un I. Kılıç Arslan tarafından alınması Danişmendliler ile aralarının açılmasına neden olmuştur. I.Kılıç Arslan’dan sonra Anadolu Selçukluları zamanında Çorum giderek gelişmiş olup, 1200 yılına ait bir tutanakta Camii Kebir (Ulu Camii) Pazar Camii, Abdi bey Camii Defterdar Camii, Burhan Kethüda Camii ayrıca Süleyman ağa Kütüphanesi’nin bulunduğu görülmektedir. II.Gıyasettin Keyhüsrev döneminde (1237-1245) Çorum yönetim bakımından serleşkerlik (Bölge Komutanlığı) şekline dönüşmüştür. Bu zamanda Baba İshak ismindeki bir dervişin, Türkmenler arasında taraftar toplayarak ayaklanması güçlükle bastırıldı. Baba İshak’ ın en yakın müridlerinden olan Baba İlyas Çorum’daki Türkmen beylerinden olup, Baba İshak’ın öldürülmesinden sonra Amasya’ ya geçerek şeyhliğine devam etmiş, yerine oğlu Aşık Paşa (Aşık Ali) geçmiş, daha sonra Aşık Ali’nin oğlu Elvan Çelebi şeyhliklerini sürdürmüşlerdir. Moğollar ile Anadolu Selçukluları arasında, 1243 yılında yapılan Kösedağ Savaşında, Anadolu Selçuklu Devletinin yenilmesi sonucu, Anadolu’da yeni bir karışıklık dönemi başlamıştır. Bu durum Çorum’u da etkilemiştir. Karahisar Temürliye sahip olan “Hüsamettin” bu karışıklıkta Çorum ve Osmancık’a da egemen olmuştur. 1276 yılında Kunduz bey’in oğlu Emir Celalettin’in Çorum’daki Moğolları yenerek Çorum ve Amasya’yı almıştır. Osmanlılar Dönemine Kadar Çorum- İlhanlı Devletine 1308’ de bağlanan Çorum’da, Moğolların Anadolu yöneticisi olan Timurtaşın Mısır’a kaçması üzerine Eretna Bey egemenlik sağlamıştır. Eretna Bey’in ölümünden sonra yedi yaşındaki oğlu Mehmet Beyliğe getirilirken Kadı Burhanettin buna vasi olmuştur. Kadı Burhanettin Hükümdarlığını ilan ederek Şahgeldi Paşayı yenmiş, Çorum’u almış daha sonra Osmancık’ı da ele geçirmiştir. Kadı Burhanettin Osmanlılara karşı Karamanoğulları ve Kastamonu Emirleriyle üçlü anlaşma yapmıştır. Anadolu’da Türk siyasi birliğini kurmak isteğiyle hareket eden Yıldırım Beyazıt, önce Kastamonu Emiri Süleymanı yenerek Kadı Burhanettin’den Osmancık’ın teslimini istedi. Bugünkü Kırkdilim yöresinde yapılan savaşı Kadı Burhanettin kazandı (1392). Bir süre sonra Yıldırım Beyazıt kendisine taraftar beylerin yardımlarıyla Çorum, İskilip ve Osmancık’ı ele geçirdi. Kadı Burhanettin Sivas’a çekilmek zorunda kaldı. Osmanlı İdaresinde Çorum Ankara Savaşı sonucunda (1402) Yıldırım Beyazıt’ın kurmuş olduğu siyasi birlik bozulmuştur. Timur himayesinde Amasya’da egemenliğini yürüten Çelebi Sultan Mehmet zamanında Çorum, yine Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Bu durum Cumhuriyet yönetimine kadar devam etmiştir. Çelebi Sultan Mehmet Çorum’da Subaşılık (Komutanlık) kurduğu gibi sık sık Çorum’u rahatsız eden Köpekoğlu Sülü ve kardeşi Hüseyin’i öldürtmüş, ayrıca Babaiye tarikatı taraftarlarıyla uğraşmıştır. Osmanlı birliğini sağlayan Çelebi Mehmet, oğlu II.Murat’ı Amasya’ya Vali yapmıştır. II.Murat’ın Lalası Biçer oğlu Hamza Bey’in Çorum’a hizmetleri olmuştur. XVI. yy.’ dan itibaren Çorum bölgesi Karayazıcı gibi Celalilerin ayaklandığı bir yer haline gelmiştir. Milli Mücadele Döneminde Çorum - Çorum’da Milli Mücadele hareketi üç bölüm halinde açıklanabilir. 19 Mayıs 1919’ dan Önce Çorum İttihat ve Terakki Partisinin kökü olan Vatan ve Hürriyet Cemiyetinin kurulmasında Çorum’lu Doktor Mustafa Cantekin’in büyük rolü olmuştur. Çorum’da İttihat ve Terakki Partisinin kurulmasında Edebiyat öğretmeni Münüf Kemal, Yüzbaşı Selahattin öncülük etmişlerdir. I.Dünya Savaşından önce meydana gelen genel karışıklık Çorum’da da görülmüş Hürriyet ve İtilafçılar Avukat Kamil ve Avukat Sabit öncülüğünde faaliyete geçmişlerdir. Bu zamanda İttihat ve Terakki Partisi dağılmıştır. 19 Mayıs 1919’dan 23 Nisan 1920’ye Kadar Geçen Olaylar Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıktığı sırada ülkenin içinde bulunduğu karışık ortam Çorum’da da yaşanmaktaydı. Bu zamanda Çorum Ankara’ya bağlı bir sancaktır. Bu sancağın yönetiminde Ankara Valisi olan Muhiddin Paşa’ya bağlı Samih Fethi bulunmaktaydı. Padişah taraftarı olan bu kişiler Milli Mücadele hareketine cephe almışlardı. Atatürk, Ali Fuat Cebesoy’u görüşmek üzere Havza’ ya davet etti. Ali Fuat Cebesoy, Sungurlu - Çorum - Merzifon yolunu uygun görerek 16-17 Haziran’ da Çorum’a gelmiş ve burada misafir olmuştur. Onu takip ederek Çorum’a gelen Ankara Valisi Muhiddin Paşa, Muhtasarrıf Samih Fethiyle görüşerek Ali Fuat Cebesoy’u tutuklamak istemiş ancak başarılı olamamıştır. Atatürk Erzurum Kongresini yaptıktan sonra, kongre yapmak üzere Sivas’a geldiği sırada, Çorum’da bulunan Samih Fethi bir takım engellemeler yapmak istemişse de başarı gösterememiştir. Çorum Sancağından Sivas Kongresine katılmak üzere, Mehmet Tevfik Efendiyle Çorum Lisesi Fransızc a Öğretmeni olan Dursun Bey temsilci olarak gönderilmiştir. Cumhuriyetin İlanına Kadar Çorum’da Geçen Olayların Ana Hatları Gazi Mustafa Kemal’ in her sancaktan beş kişi seçilmesine dair genelgesine uyularak Çorum’dan seçilen beş kişi, ilk T.B.M.M.’ ni kurmak üzere Ankara’ya gönderildiler. Bu sırada Çorum’a Mutasarrıf Vekili olarak Haymana Kaymakamı Cemal Bey atanmış ve Çorum’a gelişinden bir gün sonra Ankara’da T.B.M.M. açılmıştır. Milli Mücadele hareketinin başlangıcı ve en zor zamanında Çorum bir taraftan Çapanoğullarının, öte yandan Pontusçuların tehdidi altında bulunuyordu. Çorum halkının Milli Mücadele hareketine bağlılığı sayesinde, Çapanoğulları isyanı daha fazla genişlemeden söndürülmüştür. Çorum Milli Mücadelede en çok şehit veren illerden olup, merkez ve ilçelerinden İstiklal Savaşına katılan 1510 kişi İstiklal Madalyası ile onurlandırılmıştır. alintidir..tıkla
-
Çorum
ÇORUM TARİHİ Çorum Adının Kökeni İslam Öncesi Çorum Asur Ticaret Kolonileri Çağı Hitit Çağı Hitit Siyasi Tarihi Hitit Dili Hitit Dini Hitit İmparatorluğu’nun Yapısı Kadeş Savaşı ve Barış Antlaşması Frig Çağı Frig Sonrası Çorum Bölgesine Oğuz Boylarının Yerleşmesi ve Türk Egemenliğine Geçiş Danişmend Beyliği Zamanında Çorum Anadolu Selçukluları Zamanında Çorum Osmanlılar Dönemine Kadar Çorum Osmanlı İdaresinde Çorum Milli Mücadele Döneminde Çorum Çorum İli, tarihin derinliklerinden günümüze dikkate değer izler taşıyan bir bölgedir. Her tarafında en eski tarihlerden bugüne kadar gelmiş değişik medeniyetlere ait kalıntılara rastlanır. Hititler Anadolu egemenliğine bu bölgeden başlamışlardır. Bölgede bu uygarlık kalıntıları bitişik veya üst üste bulunmaktadır. Bir Hitit höyüğü yanında bir Frig, Roma, Bizans devri mezarı veya taban mozaikleri, diğer yanda Selçuklu Kervansarayına ait yıkıntı yerleri ve onun yanında Osmanlı eserlerine rastlamak mümkündür. Çok sayıda tarih öncesi devrin en belirgin özelliğini taşıyan tabii ve yapma mağaralar mevcuttur. Yazılı tarih öncesi ve sonrası uygarlıkların kalıntıları, yapılan kazılarla gün ışığına çıkmakta ve Çorum bölgesinin uygarlık tarihinde eski bir medeniyet merkezi olduğunu göstermektedir. ÇORUM ADININ KÖKENİ- Çorum adının kaynakları ile ilgili muhtelif rivayetler ve bilgiler vardır. a- Bizans Kaynaklarına Göre Anadolu’nun Türkleşmeye başladığı 1071 Malazgirt Meydan Savaşından çok önce Türk boyları yavaş yavaş Anadolu’ya sızmaya ve yerleşmeye başlamışlardır. Bu tarihte Bizans’a bağlı olan Çorum, Nikonya (Yankoniye) adını taşımaktaydı. b- Danişmendname’ ye Göre Melik Ahmet Danişmend çetin savaşlardan sonra Bizans’ın elinden Çorum bölgesini alır.Halk müslüman olup bağlılık gösterir. Ancak bu tutumları, Melik Ahmed’ i ve ileri gelen komutanları bir ziyafette zehirlemek istemelerinden dolayı bir tuzaktır. Bu kötü niyetlerini ve şehrin bir depremle tamamen yıkılacağını Melik Ahmet bir gece rüyasında görür. Melik Ahmet bu rüyanın verdiği endişe ile uyanırken şehir sallanmaya başlar. Askerlerini ve arkadaşlarını derhal kaleden çıkarır. Kaledeki Bizanslılar müslümanların çekilişinden memnun kalarak kaleyi tekrar kapatarak savaş hazırlığına başlarlar ve yeniden dinlerine dönerler. Fakat deprem yeniden şiddetlenerek kale ve şehir tamamen harabeye döner. Bizanslılara bu saldırılarından dolayı, suçlu anlamına gelen “Cürümlü” adı verilir, zamanla bu “Çorumlu” olur. c- Evliya Çelebi Seyahatnamesine Göre Evliya Çelebi Seyahatnamesinin II.Cildi 407.sahifesinde bölgenin havasının astım hastalarına iyi gelmesi nedeniyle, Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan hasta oğlu Yakup Mirza’ yı ve yüzlerce çorluyu (bakımsız, zayıf, hastaları) buraya göndermiş ve bunlar sağlıklarına kavuşmuşlardır. Bundan dolayı şehre Çorum denilmiştir. d- Çorum’un çevresinin dağlarla çevrili oldukça geniş bir ova olmasından dolayı (Çevrim) denildiği, halk ağzında Çorum’a dönüştüğü söylenmektedir. e- Çorum (önceleri bazen Çorumlu) Türklerin bölgeye gelmesiyle bu adı almıştır. Çorum veya Çorumlu adının Oğuz boylarından Alayunt’lu boyunun bir oymağına ait olduğu belirtilmektedir. İSLAM ÖNCESİ ÇORUM- Çorum bölgesi, tarihi ve kültürel açıdan günümüzden 7000 yıl öncesine kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. Bölgede sırasıyla Kalkolitik (Taş), Eski Tunç Çağı, Asur Ticaret Kolonileri, Hitit, Frig, Helenistik, Galat, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait eserlere rastlanmaktadır. Paleolitik (Yontma Taş) ve Neolitik (Cilalı Taş) Devirler Çorum bölgesinde yapılan arkeolojik kazılarda az sayıda bulunan bazı taş aletler, bu bölgede Yontma Taş (Paleolitik) ve Cilalı Taş Devrinin (Neolitik) yaşandığına ilişkin kanaat oluşturmakla beraber, bu devirlere ait yerleşmeler konusunda kesin bir sonuç elde edilememiştir. Kalkolitik Devir (Taş Çağı) M.Ö. 5000-3000 Çorum ve çevresinde ilk yerleşim M.Ö. 5000 yıllarına, Kalkolitik dönemin 4. aşamasına rastlar. Yörede kazısı yapılan merkezlerin hemen hepsinde, Kalkolitik çağa ait kaplar ve bakırdan yapılma malzemeler bulunmuştur. Ayrıca yörede diğer maden yataklarının bulunması, teknolojik evrimi çabuklaştırmış ve bölgede zengin etnik grupların ve krallıkların ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Bu devir eserlerine Alacahöyük, Büyük Güllücek, Boğazköy, Eskiyapar ve Kuşsaray’ da rastlanmıştır. Yerleşimler bu dönemden itibaren devamlılık göstermiştir. En önemli Kalkolitik yerleşme, Alaca’nın Büyükgüllücek köyünde yapılan kazılarda ortaya çıkmıştır. Bu dönem mimarisinde Orta Anadolu için tipik 2-3-4 odalı evler, elde yapılmış siyah, gri, kırmızı renkli seramikler, bu devir için karakteristiktir. Bu dönemde damga mühür kullanımı yaygınlaşmış, idollerin (şematik insan tasvirleri) sayısı artmıştır. Tunç Çağı (Maden Devri) M.Ö. 3000-1000 Çorum İlinin tarihinde en önemli dönem Tunç Çağıdır. Bakır ve kalayın karıştırılmasıyla elde edilen “tunç” döneme de ismini vermiştir. M.Ö. 3000-1000 yıllarına kadar süren bu dönem üçe ayrılır. a) Eski Tunç Devri (M.Ö. 3000-2000) Çorum ve çevresinde M.Ö. 3000 yıllarında etrafı surlarla çevrili pek çok şehir devletinin varlığı, yapılan arkeolojik kazılarla belirlenmiştir. Başlangıçta nadir eşyanın yapımında kullanılan Tunç, henüz yaygınlaşmamıştır. Eski Tunç I. evresine bazen Bakır Devri de denmektedir. Bu dönem 500 yıl kadar sürmüştür. Bu sürenin sonunda Tunç eşyalarının yapımı ve kullanımı yaygınlaşmaya ve halka mal olmaya başlar. Bu döneme de Eski Tunç II. Dönemi denir ve M.Ö. 2500-2300 yılları arasında yaşanmıştır. Alacahöyük, bu dönemin en zengin şehirlerinden biri olarak karşımıza çıkar. Eski Tunç III. Döneminde (2300-2000) Anadolu, çok sayıda şehir devletlerinden oluşan, oldukça renkli etnik bir görünüm sunan, kavimler topluluğu halindedir. Alacahöyük beldesinde yapılan kazılar sonunda elde edilen eserler, Tunç Çağı’nın III. Dönemine aittir. Anadolu’da bu devirde zengin şehir devletleri kuran kavim Hattiler’ dir. Hattiler Anadolu’ da ismi bilinen en eski yerli kavim olarak karşımıza çıkmaktadır. b ) Orta Tunç Devri Anadolu’da Asur Ticaret Kolonilerinin ve Eski Hitit Devletinin ortaya çıktığı dönemdir. Eski Tunç çağından yazının kullanılmaya başlanmasıyla ayrılır. Asur Ticaret Kolonileri Çağı (M.Ö. 1950-1850) M.Ö. II. bin yılı başlarında Anadolu zengin ve bayındır bir yerleşim yeriydi. Anadolu’nun bu durumunu bilen Mezopotamyalılar Asur Devletinin önderliğinde Anadolu’yla ticaretlerini geliştirdiler. Asurlular dokuz Anadolu kentinin yanına Pazar şehri “Karum” kurdular. Boğazköy de (Boğazkale) “Hattuş-Karum” adıyla kurulan şehir, bu ticaret merkezlerinden biriydi. Asur’ a bağlı olan bu Karumlar ticaret ve yol güvenliği için yerel yöneticilere vergi veriyorlardı. Bu ticaret ilişkileri Anadolu’yu kültürel, ekonomik ve politik yönden etkilemiştir. M.Ö. 2000 yıllarında Anadolu yazıyı tanımıştır. Bu çağın önemli eserleri silindir ve damga, mühürler, tabletler, insan ve hayvan heykelcikleri ile hayvan biçimli içki kaplarıdır (riton). Çanak-çömlek yapımı, çarkın kullanılmasıyla büyük gelişme göstermiştir. Anadolu’da yaşamakta olan sanat, yerli gelenek ve görenekler Mezopotamya’ dan gelen etkilerle gelişmiş, yeni bir boyut kazanarak daha sonraki Hitit sanatının temelleri atılmıştır.
-
(:>) BEN yeniyim galiba
efe doga şurada cevap verdi: efe doga başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalımhosbuldukkkkkkkkkkkkk hoşbulduk cadimi ne niy eskiyim yaff alalalala
-
10 parmak
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.