Altinay tarafından postalanan herşey
-
Felsefenin Tarihçesi
Evet, Özellikle Einstein’ın izafiyet teorisi ve kuantum fiziği insanın zihniyet yapısını köklü değişikliklere uğratmıştır... ama kitlelerin yani sokaktaki insanın zihniyet yapısına tam olarak sinmemiştir.....
-
Felsefenin Tarihçesi
İlk çağ felsefesinde nasıl bir hiyerarşi ouşmuş bilinemiyor, ondan düzgün bir felsefe tarihi ortaya çıkmıyor ama batı fırsatı ganimet bilip felsefeyi Yunan mucizesi olarak lanse ediyor. İnsanlığın binlerce yıllık birikimlerini kendine mal ediyor..... saygı bizden....
-
Felsefenin Tarihçesi
İşte Sokrates, Thales ve bütün filozoflar bu zihniyetin savunucularıdır.....
-
Felsefenin Tarihçesi
"ilk, tek, mutlak" söylemleri ilk defa Sümer rahipleri tarafından ortaya atılmıştır. Sümer zihniyeti insanoğlunu bir kanserli virüs gibi teslim almıştır ve hala insanoğlu bu zihniyetten çıkamamıştır...... Ancak Sümer rahipleri, kendilerinden önceki mitosları dönüşüme uğratarak günümüz insanının yada uygarlık tarihi boyunca insanın zihniyet yapısını ve mantık ölçülerini belirlerler. Statik-değişmeyen her şeyi dışta gören dogmatik zihniyet yapısı Sümer rahiplerinin icatlarıdır. Sümer rahipleri insanları doğa tanrılarından uzaklaştırarak, onları önce doğadan soyutluyorlar. Tanrısallık adı altında toplumu mutlak olarak egemen kılıyorlar. Buna göre, yerde gökyüzü düzeni gibidir. Her şeyin yeri ve hareket durumu bellidir. Tanrısallığın hükmü altında bir yaprak dahi kendiliğinden kımıldayamaz. Her şey bizim dışımızdaki Tanrı’dan gelir. Buda beraberinde kadercilik ve mutlakçılık bir zihniyet yapısını doğurur. Sümer rahiplerin yaratmış olduğu dogmatik zihniyet öylesine güçlüdür ki; günümüzde dahi aşılmış değildir. Sonrasında doğan felsefe ve bilimsel düşünce kendisini bundan dahi kurtaramamıştır..................
-
Felsefenin Tarihçesi
"Felsefenin dinden bagimsizligi, sokrates ile birlikte sona erdi ve ronesansa kadar ve ordan da aydinlanma cagina kadar da surdu." Bu hangi felsefeye göre düşündüğünüze bağlı, materyalist felsefeye göre düşünüyorsanız eğer felsefenin dinden ya da metafizikden bağımsızlığını savunabilirsiniz ve ona göre bir felsefe tarihi yazarsınız. Ama idealist felsefeye göre düşünüyorsanız felsefe dindenya da metafizikten bağımsız değildir.İdealist felsefeye göre felsefe tarihinin sümer'den başlaması gerekiyor. Metafiziksel bir çıkış var. Fiziksel çıkışda ise felsefe sadece akla indirgeniyor. Fiziksel akıl yürütme ile felsefe ve bilim tarihi beraber yürüyor ki bunu metafizikten hangi dönemde ayırabiliriz ve nasıl felsefe tarihi yazarız..... Sokrates demiş ki; “Ben bir şey biliyorsam, o da hiç bir şey bilmediğimdir.” ... Hangisinin daha iyi olduğunu ancak Tanrı bilir” sokrates bir ateist değil ki, metafizikle fiziği birbirinden ayırın. Thales, Her şeyin Tanrılarla (daimonlarla) dolu olduğuna inanmış.... hiç birisi dinden Tanrılardan bağımsız bir söylem geliştirmemiş.... Sümer rahipleri de Tanrılardan bağımsız bir söylem geliştirmemiş.... bu gün bile felsefe tarihini hangi kıstaslara göre yazacağımız belli değildir. Zaten felsefenin doğasında eleştirellik vardır. Derler ki; iki kişi birbiriyle aynı fikirdeyse onlardan birisi felsefeci değildir." Felsefi söylem de, üstünde hocan dahi olsa senin özgün felsefen olmalıdır..... Sokrates, Platon ve Aristo bunlar birbirlerinin öğrencileridir ama hepsinin özgün felsefi söylemi vardır. Felsefe tarihini ya da Bilim tarihini bir yerden başlatamayız ve birbirlerinden de ayıramayız...... Her şey insanoğlunun ortak atalarının mirasıdır, şahıslar sadece biligi birikimlerini bir adım ileri götürmüştür. Bir şahsı ya da dönemi temel alarak mantıklı bir sonuca varamayız..... Öncelikle düşünce tarihi ile felsefe tarihi ne zaman ayrışmıştır onu anlamalıyız ama elimizdeki yazılı belgeler Sümer öncesinde yok, yazıyı bile nasıl bir düşünsel evrim geçirerek bulduğu belli değil, çeşitli teoremler var..... sonuç olarak Düşünce ve felsefe tarihi ilk insana kadar götürülebilir.
-
Felsefenin Tarihçesi
felsefeden ziyade tarihi bilgi yani insanlar geldim-gittim diyemi yazmışlar, bu Amerikan kıtasının keşfine benziyor. Kızıldereliler oradalar zaten sen gidince keşif oluyor. Kızılderelilerinde kültürü var, Kızıldereliler Avrupa kıtasına gelseydi, Avrupa kıtasını kızıldereliler mi keşfetmiş olacaktı. Felsefe'den önce tarihi bilgi diye bir şey yoktur. Düşünce tarihi vardır. Düşünce tarihi ilk insanın düşünmeye başladığı tarihte yani bundan 2-3 milyon yıl önce başlamıştır. Düşünce üzerine düşünmek olan felsefe tarihinin ise ne zaman başladığı tartışma konusudur. Önce düşünce tarihi nedir, felsefe tarihi nedir onu açıklamak lazım...... Felsefe tarihinin başlangıcını neyi kıstas alarak başlatabiliriz. Felsefe için dinden bağımsız düşünme deniyor ama felsefe kelimesinin türemesinde bile Tanrılar vardır. Bilge olan Tanrılardır, insan olsa olsa bilgi-sever olur denmiştir. Hani dinden bağımsızdı. Felsefe tarihinin başlangıcı muhlaktır ama uyanık batı nasıl Amerika'yı keşfettiyse, Yunan mucizesiyle felsefeyi'de keşfetti.....
-
Felsefenin Tarihçesi
Felsefeye giriş için eski Yunan'da doğdu söylemi yaygın ama felsefenin ne olduğu ve ne zaman doğduğu tartışma konusu.... Sümer rahipleri de ilk felsefeciler olarak kabul edilebilir, ilk felsefi söylemler Sümerler döneminde yapılmıştır. Düşünce tarihi ne zaman başlamıştır, ilk insan düşünmeye başladığında..... düşünce tarihi ile felsefe tarihini ayıran fark nedir..... düşünce üzerine düşünmekse felsefe, o zaman, yazılı Sümer metinleri ilk felsefi söylemlerdir..... ki eski Yunan'dan önce Hint ve Çin felsefeleri vardır yani eski Yunan'da başladı söylemi hava da asılı duran bir söylemdir.
-
Doğru bilginin kaynağı akıl mı deney mi? Yoksa Kant'ın savunduğu gibi her ikisi de mi?
Numen ve fenomen konusunda da bilgilerimiz farklı. Mesela "kedi" diyelim, "kedi" bir numendir. Fenomen ise kedinin görüntüsüdür. Kant der ki; Numenleri biz bilemeyiz olsa olsa onların bize göründüğü şekilde fenomen olarak biliriz..... Numenler kendiliğinden şeydir. Fenomenler bizim için şeydir. Biz kendliğinden şeyleri asla bizim için şeylere çeviremeyiz, numenleri gerçek boyutuyla bilemeyiz.... sadece gördüğümüz kadarıyla fenomen olarak biliriz.... dünya fenomenler dünyasıdır ve bu bir felsefi söylemdir. Ama materyalistler böyle bir söylemi kabul etmezler, fenomen diye bir şey yoktur. Gördüğümüz her şey numendir ve gerçek boyutuyla görürüz derler..... Ama numen ve fenomen kelimelerine ikinci anlamlar yüklenmişse ki yüklenmiş, bu birinci anlamlarının bu olduğu gerçeğini değiştirmez.....
-
Doğru bilginin kaynağı akıl mı deney mi? Yoksa Kant'ın savunduğu gibi her ikisi de mi?
"Insanoglu uclu yapidadir. Fiziki zihni ve kavramsal." Dil bu üçlü yapının neresindedir..... Yani benim fiziki bir bedenim var burada dil "anlamlı tekrarlanabilen ses çıkarıyor." İkincisi zihnim hem sesle ve hem resimle koordineli çalışan bir olgu. Üçüncüsünde kavramda dile resimsel ve sessel bir karşılık veriyor. Mesela dilsiz birisi kedi resmini çizerek resimsel bir kavram ifade edebiliyor, doğru mu anlattım acaba...... kavramların karşılığında zihnimizde semboller mi oluşuyor ve zihnimizin çalışması bu sembollerin(yazı,resim, işaret) harekete geçirilmesiyle mi oluyor.....
-
Doğru bilginin kaynağı akıl mı deney mi? Yoksa Kant'ın savunduğu gibi her ikisi de mi?
"Insanoglu bir seyi algiliyor- !? +buna "var" isareti veriyor+ bu vara kavram veriyor + bu kavrami algiladigi ile ozdeslestiriyor ve bu kavram uzerinden de bilgi turetiyor." "Insanoglu uclu yapidadir. Fiziki zihni ve kavramsal" Şimdi.... insanoğlu bir şeyi algılıyor-!? ( Bu algılamayı fiziki zihinlemi yapıyor. Fiziki zihnin ilk çıkış noktası göz sinirlerinin algılamasımıdır.) Fiziki zihnimiz bu "var"a kavram veriyor. Kavram bellekte arşivleniyor, tekrar o şeyi gördüğünde " kedi" diyelim. Bellek gördüğün şey'in karşılığında "kedi" kavramını hatırlıyor ve dil "kedi" diyor. Bellek zihindeki "kedi" resmine karşı, Fiziki zihin "kedi" diyor. Zihinde oluşan "kedi" kavramı bilgi oluyor. Yani bilgilerimizin toplamı zihnimizde oluşan kavramların toplamıdır..... doğru mu anlattım...... "Burada onemli olan algi farki. Cunku insanoglunun iki cesit algisi var, ki bu da beyninin zihni soyutlamasindan kaynaklaniyor. Duyu ile algilama- fenomen ve gozlem, somut Duyum ile algilama- numen, akil ve soyut." eğer doğru anlattıysam bu "duyu ile algılama-fenomen ve gözlem, somut oluyor. "Duyum ile algılama-numen, akıl ve soyut" peki duyum ile algılama bu nasıl oluyor..... göz sinirleri de bunda çıkış noktas mı, bunda nasıl bir hiyerarşi takip ediyor......
-
Doğru bilginin kaynağı akıl mı deney mi? Yoksa Kant'ın savunduğu gibi her ikisi de mi?
teşekkür ederim, bir şey daha sormak istiyorum.... insan zihni ile hayvan zihni arasındaki fark nedir. Örneğin maymun bizim yaptığımız neyi yapamıyor.İnsanın zihinsel farklılaşması nasıl olmuştur. Onlarda da 5 duyu var mesela, onlarda da zihin var..... biz nerede gelişim göstermişizde onlardan farklılaşmışız.....
-
Doğru bilginin kaynağı akıl mı deney mi? Yoksa Kant'ın savunduğu gibi her ikisi de mi?
"Insanoglu uclu yapidadir. Fiziki zihni ve kavramsal." Dil bu üçlü yapının neresindedir.....
-
Doğru bilginin kaynağı akıl mı deney mi? Yoksa Kant'ın savunduğu gibi her ikisi de mi?
"Insanin bilmezi, tamemen onun fiziki zihni ve kavramsal yetisi temelindedir." peki nasıl bir sistem çalışıyor..... örneğin gördüğümüz şey numenmidir, fenomenmidir. Numen nedir? fenomen nedir? fizik zihnimiz ve kavramsal yetimiz ne zaman devreye giriyor ya da bu devre nasıl çalışıyor.... kavram zihnimizde nasıl oluşuyor, belleğimize nasıl depolanıyor, gerektiğinde hangi uyaranla devreye giriyor, kavramsal yetimiz nasıl çalışıyor, hangi durumda işlev görüyor......
-
Doğru bilginin kaynağı akıl mı deney mi? Yoksa Kant'ın savunduğu gibi her ikisi de mi?
Teşekkür ederim de fenomen ile numen arasındaki fark nedir......
-
Doğru bilginin kaynağı akıl mı deney mi? Yoksa Kant'ın savunduğu gibi her ikisi de mi?
Soru aslında insan nasıl biliyor.....
-
Doğru bilginin kaynağı akıl mı deney mi? Yoksa Kant'ın savunduğu gibi her ikisi de mi?
gnostisizm bilinemezciliktir. Bilemiyorum kelimesinin karşılığıdır. Bilgi kategorisine girmez. Bilgiyi deney yoluyla bilmemiz deneyciliktir.Yani suyu beş duyumuzla algılyoruz. dokunma, görme, tatma bilgimizle suyu algılıyorsak deneysel(Ampirik) olarak su vardır. Bu bilgi deneysel bilgidir. İngiliz deneyciliği olarakta bilinir. Fransız akılcılığının kurucusu ise Descardes'tir. Der ki; sıcak suyu soğuk hissedebiliyorum, düz dönen tekerleği ters dönüyor gibi görebilirim. Duyularım beni aldatıyor, bütün duyularımı beni yanılttığı için onlardan gelen bilgilere güvenemem diyor. Gözlerini kapatıyor ve bütün duyularımı reddediyorum diyor ve geriye bir tek şey kalıyor, düşüncem. Onu da reddediyorum diyor ama reddedemiyor ve sonunda "Düşünüyorum, öyleyse varım" diyor. Bilgimizin kaynağı akıldır diyor. Kant ise bilgimiz deneyle başlar ama deneyle bitmez diyor. Deney verileri aklımızın kategorilerinde bilgiye dönüşür diyor yani Deneycilik-Akılcılık diye üçüncü bir yol seçiyor. Bilgi felsefesinin (Etimolojinin) tarihsel temel iki söylemine karşı Kant üçüncü bir söylem geliştirmiştir. Yani bilgi ağacının iki gövdesinin ortasındaki üçüncü bir gövdeyi bize göstermiştir. Olguculuk(pozitivizm), Sezgicilik( Entüisyonizm) ve benzeri gibi bir sürü akım, bilgi ağacının üç ana gövdesinin dallarıdır...... Saygılar......
-
Doğru bilginin kaynağı akıl mı deney mi? Yoksa Kant'ın savunduğu gibi her ikisi de mi?
İnanç doğru bilgi ile yanlış bilginin ortasındadır. İnanmak bilgi değildir. Varsaymaktır. O zaman kesin bilgi yoktur, varsayımsal söylemler vardır. Su varmıdır, yokmudur. Bu soruyu soramıyorsak, suyun varlığı bir bilgidir.Eğer birileri su yoktur diyorsa mantıklı açıklamaları da varsa o zaman suyun var olup olmadığı muhlaktadır ve ben o zaman suyun var olduğuna inanıyorum derim. Sonuçta suyun varlığı bir bilgi değildir. İnanç dini olsun olmasın, olduğu gibi kabul etmektir. Bilgi değildir.
-
Cinsiyetçiliği Ortadan Kaldıran Okul
Saygı bizden sayın politika, ayrıyeten size de teşekkür ederim sayın glferay
-
Cinsiyetçiliği Ortadan Kaldıran Okul
Birde sayın politika Türk kozmogonisinde kadın ve erkek ayrı ayrı yaratılmıştır yani bizim var olduğumuz günden beri cinsiyet ayrımcılığımız yoktur...... Türk kozmogonisinde dikkat edilecek bir nokta da kadının yaratılışıdır. Sami(Arap) kozmogonilerinde Havva, Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Yani ayrı bir varlık, başlı başına bir yaratılış olmayıp ondan ayrılmış bir parçadır. Halbuki Türk kozmogonisinde kadın (hatun) kişinin bir parçası değildir. O, Karahan tarafından ayrıca yaratılmış olup Yer Hatun ismiyle Yerlik Han’a muadil bir kuvvet teşkil eder. Kozmogoninin bu hususi vasfı, eski Türk ailesinin Peder-şahî değil, fakat pederî bir esasa göre kurulmuş olmasından ileri geliyor.(Yani babanın bir kral gibi mutlak otoritesi yoktur, fakat Aile reisi olarak otoritesi vardır. Burada kadının hareket alanı bulunmaktadır. Hakan’ın işi olduğu zaman devleti Hatun’un yönettiği de bilinmektedir.) Türk Tefekkür Tarihi- Hilmi Ziya Ülken- Yapı Kredi Yayınları-1982 Baskı-Sayfa 34.
-
Türk Kozmogonisi (Evrendoğumu)
Hilmi Ziya Ülken Türk Kozmogonisi (Evrendoğumu) İnsanoğlu benliğinin idrakine vardıktan sonra, bu evren nasıl meydana gelmiştir diye kendi kendine soru sormuştur, her milletin kendine göre bir açıklama şekli var, buna kozmogoni(Evrendoğum) deniyor. Konunun uzmanı Rahmetli Felsefecimiz Prof.Dr. Hilmi Ziya Ülken’in(1901-1974) bu konudaki araştırma sonuçları. Muhtelif parçalarını dağınık olarak gördüğümüz Türk kozmogonisinin en tam şeklini Radloff, Altay Türklerinde bulmuştur. Ona göre âlemde hiçbir şey yokken yalnız Karahan ve su vardı. Karahan(Gören) ve su (görünen) idi. Yani epistemolojik(bilgibilimsel) lisanla biri suje(özne), diğeri ise obje(nesne)’yi temsil ediyordu. Karahan şekilsiz görünmeyen(özne) bir kuvvet olarak, Su’dan(Nesne’den-Kaos’dan) kişiyi yarattı. Ve böylece kendini yalnızlıktan kurtarmak istedi. Bu yaradış şeklinde iki akidenin esaslarını görüyoruz. Bir taraftan orada hayatın menşei olarak suyu kabul eden Thales’in kozmolojisini buluyoruz.......... Diğer taraftanda İslam tasavvufunda devam eden..... Fakat orada kuvve halinde olan şey Allah tarafından, fiili hale çıkarılmış....... Eski Yunan’da Platon ve Aristo felsefelerinin bu kozmolojiye dayandığı görülüyor. En eski menbalarıyla yani (Hiong-Nuo ve Sumer) Türk kozmogonilerinde ve onlar vasıtasıyla yekdiğerine bağlanan Çin ve İran kozmogonilerinde umumiyetle cretionisme fikri görülür. Onların Akkadlar zamanından Kur’an’a kadar gelen bütün mukaddes kitaplarda Allah’ın âlemi ve insanı ‘yoktan var ettiği’ kanaati mevcuttur. Garp felsefesi Sumer ve Yunan aslından gelen eternisme ile Hıristiyanlıktan gelen creationisme fikirlerinin mücadelesine sahne olduğu gibi; İslam felsefesi de –aynı suretle- Türk, İran ve Yunan aslından gelen kozmolojik telakkilerle Kur’an’ın “hilkatçilik”i arasında bir mücadele sahnesi olmuş ve bütün İslamî tasavvuf bunu “ezelcilik” lehine tefsir etmeye çalışmıştır. “Kişi” ve “Karahan” su üzerinde uçmağa başladılar. Fakat kişinin gururu ve ihtirası Karahan’ı aşmaya ve başını göklere yükseltmeye sevketti. Karahan onu cezalandırmayı düşündü. Suyun dibine batırarak “bilmek” ve “uçmak” iktidarlarını ondan aldı. Fakat sonradan bu tek ve sevgili mahlukuna acıyarak ona “bilmek”i iade etti. Yalnız gurur ve rekabetinin yanlış yollara sürüklediği “uçmak”ı ona geri vermedi. Onu bir yere bağlamak ve yaşatmak için denizin dibinden bir yıldız(yulduz) yükseltti. Bundan bir avuç toprak aldı ve böylece adalar ve dağlar meydana çıktı. Fakat kişi bir türlü uslanmadı. Yine yaratanla boy ölçüşmeye kalktı. O zaman Karahan (Yayık) isminde bir melek gönderdi. Onun vasıtasıyla kişiyi yeraltına tardetti ve Erlik(Yerlik) Han diye ad koydu. İnsanlar onun neslinden yetişti. Burada kişinin Karahan’la mücadelesi, Prometheo’nun Zeus ile mücadelesini hatırlatıyor. Diğer cihetten sami kavimlerdeki şeytanın gururu, Allah’la rekabeti ve evvelce onun sevgili meleği olduğu halde sonradan yeraltına tardedilmesi üsturesi da aynı mahiyettedir. Âdemin cennetten tardı ve yeryüzüne gönderilmesi ile Türk kozmogonisinin bu üsturesi birbirine daha yakındır. Uçmak’ın kişiden alınması şayanı dikkattir. Uçmak’ın cennet olduğu ve böylece bu cümlenin aynı zamanda cennetten tardı ifade ettiği de görülüyor. Bilmek ve Uçmak, akıl ve ihtiras gibi ruhun iki kudretine takabül ediyor. İnsanın gururunu kırmak için kendisinden ihtirasın alınarak yalnızca mutedil ve sakin akılla bırakılmasını ifade etmektedir. Türk kozmogonisinde dikkat edilecek bir nokta da kadının yaratılışıdır. Sami(Arap) kozmogonilerinde Havva, Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Yani ayrı bir varlık, başlı başına bir yaratılış olmayıp ondan ayrılmış bir parçadır. Halbuki Türk kozmogonisinde kadın (hatun) kişinin bir parçası değildir. O, Karahan tarafından ayrıca yaratılmış olup Yer Hatun ismiyle Yerlik Han’a muadil bir kuvvet teşkil eder. Kozmogoninin bu hususi vasfı, eski Türk ailesinin Peder-şahî değil, fakat pederî bir esasa göre kurulmuş olmasından ileri geliyor.(Yani babanın bir kral gibi mutlak otoritesi yoktur, fakat Aile reisi olarak otoritesi vardır. Burada kadının hareket alanı bulunmaktadır. Hakan’ın işi olduğu zaman devleti Hatun’un yönettiği de bilinmektedir.) Türk Tefekkür Tarihi- Hilmi Ziya Ülken- Yapı Kredi Yayınları-1982 Baskı-Sayfa 34. Not; Hilkat=Yaradılış, tabiat, fıtrat
-
Cinsiyetçiliği Ortadan Kaldıran Okul
Ben teşekkür ederim sayın politika...
-
Doğru bilginin kaynağı akıl mı deney mi? Yoksa Kant'ın savunduğu gibi her ikisi de mi?
Doğru bilginin kaynağı akıl mı deney mi? Yoksa Kant'ın savunduğu gibi her ikisi de mi?
-
Cinsiyetçiliği Ortadan Kaldıran Okul
Onların dilleri sıkıntılı zaten, erkek ya da bayanı belirtmek gerekiyor ama bizim dilimizde "siz" dediğin zaman erkek ya da bayanı belli etmiyor. Onlar vikinglerin torunu, insanları ayaklarından bağlayıp, bağırsaklarını dışarı akıtan vikinglerin torunu, kültürlerinin geçmişi karanlık..... dillerine yansımış cinsiyet ayırımı gayet normal ama biz kimin torunuyuz..... Söylenir ki, bir gün; Cengiz Han, tüm hanlarını toplamış, sağ yanına da eşini oturtmuş; Cengiz Han hanlarına, — “Ben Hanlar Han’ı Cengiz Han, hepinizin hanıyım”, eşini göstererek; — “Bu da benim HAN’IM” demiş. İşte erkeklerin “eşim” anlamına söyledikleri “hanım” kelimesi oradan geliyormuş… Ne kadar insanca değil mi? Kadının adı da var, yeri de , saygınlığı da, işte özlediğimiz Türk ailesi tablosu .
-
GuNuN SoZu (SeNCe)
Neyi bilebilirim, ne yapmalıyım ve ne umabilirim...... Kant....
-
Cinsiyetçiliği Ortadan Kaldıran Okul
Bu insanın fıtratına aykırı, erkek çocuk bebekle oynamaz, kız çocuk arabayla oynayabilir belki ama annesinin ya da çevresindeki bayanların araba kullandığını görmesi gerekiyor. Erkek çocuk bebekle oynasa zaten kız çocuğunun elinden bebeği alıp oynar ama oynamıyor. Zorlamakta yanlış, kendi haline bırakmak gerekiyor.