Zıplanacak içerik

Yayamaz Kayımca

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Yayamaz Kayımca tarafından postalanan herşey

  1. TÜRKİYE'NİN GELECEĞİ BÖLÜNME Mİ? BİRLİK VE KARDEŞLİK Mİ? Son aylarda eline bayrak alan sokağa çıkıyor. Bunun için bazen istemediği birilerinin basın açıklaması yapması, bazen Kürtlerin bir eylemi, bazen bir asker cenazesi, bazen de "teröristler bayrak yırttı" filan gibi bir yalan yetiyor. Son 6 ay içinde yol kesmeye; yasal parti binalarını basıp tahrip etmeye, buralara "bayrak çekme"ye, insanları sokakta linç etmeye kadar varan girişimlere tanık olduk. Öyle bir noktaya gelindi ki; özellikle de Kürtlere karşı protesto, saldırıda bulunmak, eğer elinde bayrak varsa meşru görülür oldu. Şimdi de 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nın böyle bir amaç için kullanılacağını gösteren girişimler yapılıyor. Bazı il ve ilçelerde, "Bayrağa saygı yürüyüşü" yapmak için "ittifaklar" oluşturulduğu haberleri geliyor. Bir dönemdir tırmandırılan ırkçı, şoven dalgaya karşı, Türkiye'nin işçileri, emekçileri ve halkı bir kardeşlik barikatı oluşturamadığı takdirde, benzer girişimlerin her vesileyle gündeme getirileceği görülüyor. BAYRAK BİR ÜLKENİN BÜTÜNLÜK VE BİRLİK SEMBOLÜDÜR Bayrak hemen her ülkede; "kutsal sayılan", "dokunulmazlık" taşıyan bir sembol. Tek ulustan oluşan ülkelerde ulusun ve ülkenin sembolü. Birden çok ulusun etnik gurubun yaşadığı ülkelerde ise bayrak "ülkenin sembolü"dür. Bu yüzden de toplumda bayrağa yapılan bir hakaret, topluma, ülkeye yapılmış bir hakaret olarak görülürken; bir ülkenin bayrağına saygı da, o topluma, o ülkeye, onun değerlerine saygı anlamına gelmektedir. Onun içindir ki, bayrak toplumlar için "birlik" ve "bütünlüğün" sembolü olagelmiştir. Ama bayrak "politik amaca sahip güç odakları" tarafından kendi alametleri olarak kullanılmaya başlandığında; birleştirici değerlerin sembolü olma gücünü yitirir ve hızla, milliyetçi fanatik çevrelerin elinde bölücülüğün bir aracı haline gelir. Türkiye'nin bayrağı da, ülkenin bağımsızlık, özgürlük, emperyalizme karşı verilmiş bir kurtuluş savaşı gibi olumlu değerlerini ifade eden bir sembolüdür. Ne var ki, bayrak, son günlerde kendisini milliyetçi, herkesten fazla yurtsever, herkesten fazla Türkiye'yi düşündüğünü iddia eden çeşitli odaklar tarafından bütünlüğü sağlamaktan çıkarılıp hızla bölücülüğün simgesi haline getirilmeye çalışılıyor. Geçtiğimiz Mart ayında Mersin'de (Newroz günü) gerçekleştirilen "bayrak provokasyonu"ndan beri; "bayrak sallamak", "sokağa çıkıp bayrağa saygı" marşları söylemek, yalan ve iftiralarla insanları linç etmeye kalkmak, ırkçı şoven çevrelerin her tür taşkınlıkların üstünü örtme şalı gibi kullanıldı. Bugün de bu güçler bu tehlikeli oyunu sürdürüyorlar. İlk bakışta "bayrak sallayarak" politika yapanlar ülkücüler, MHP kökenli kimi "sivil"çevreler gibi görülse de; gerçek bundan ibaret değildir. Çünkü, bu ırkçı şoven çevreler, asker ve sivil güç odaklarından yapılan; "terörle mücadele sadece askerin, polisin işi değildir, siviller de bu mücadeleye katılmalıdır" çağrısından "görev çıkarmakta" cesaret almaktadırlar. Onların bu görev çıkarması, emniyet güçleri, savcılar tarafından da alenen teşvik edilmektedir. Ne yazık ki, teşvikçiler bunlarla da sınırlı değildir. Kürt vatandaşlara ait işyerlerini, yasal partileri basan, linç girişiminde bulunan saldırganlar; CHP'den başlayarak milliyetçi sağcı ve "solcu" çevreler tarafından da "duyarlı vatandaşlar" olarak ilan edilerek adeta payelendirilmektedir. Devletin en üst asker ve sivil yetkililerinden oluşan Terörle Mücadele Üst Kurulu'nda bile bayrak üstünden siyaset yapan çevreler övülmüş, onlara sahip çıkılması istenmiştir. BAYRAĞA SAYGISIZLIK EDEN KİMLERDİR? Peki her vesileyle gösteri yapanlar, bayrağın arkasına geçerek, kendi siyasi sloganlarını haykıranlar; "Haydi bayrağa saygı yürüyüşü yapalım", "Haydi bayarağı yırtanları, teröristleri protesto edelim" diyenler kime karşı "bayrak sallamakta"dırlar? Ondan da önce "bayrağa saygısızlık yapan birileri mi vardır? Hayır. Gerçekte bayrağa saygısızlık eden, bayrağa saygısızlık ederek politika yapan belirli bir siyasi çevre yoktur. Bu konuda hedefe konanların başında HEP-DEHAP-DTH çizgisinde politika yapan kesimler gelmektedir. Ancak, bu çizginin en önde gelenleri -DEHAP Genel Başkanı da dahil- yetkili kişiler; Newroz'da yapılan, "bayrak provakasyonu"ndan beri; "Bayrak bizim de bayrağımız ona saygısızlık edilmesine izin vermeyiz" diye açıklamalar yapmaktadırlar. Ama bunlar, "mâlum çevreler" tarafından duyulmazdan, görmezden gelinmektedir. Hatta tam tersine; her fırsatta toplanan kalabalıklar, DEHAP binalarını basıp, oralara bayrak asarak, gösteri hakkını kullanan Kürtler'e saldırarak, kolay politika yapmanın bir yolu olarak bayrak istismarcılığı yapmaya devam etmektedirler. Newroz'da "bayrak yırttığı" gerekçesiyle birkaç çocuk yaşta insan göz altına alındı. Ama, bu çocuklara bayrağı verdiği kameralarda tespit edilen kişinin sorgulanmadan bırakıldığını ve bir daha da adından sanından söz edilmediğini herkes biliyor. Bu durum bile tek başına, olan bitenin belirli güç odaklarınca tezgahlanan bir provakasyon olduğunu açıklamaya yeterlidir. İYİ NİYETLE DE OLSA BAYRAK SALLAMAK KİME HİZMET EDİYOR? Bugünkü politik ortam öyle şekillendirildi ki, bayrağı alıp sokağa çıkan, "bölücülük ve terörizm kahrolsun" diye haykıranlar; aslında Kürtlere karşı bu sloganları haykırmış oluyorlar. Hal böyleyken, bu türden eylemlere yakın duran kimi sendikal çevreler; "Biz aslında AB'ye, ABD'ye karşı bayrak sallıyoruz. Niye Kürtlere karşı olsun" diyorlar. Bu belki bir iyi niyet. Ama olup biteni seyredenler böyle algılamadığı gibi, bu tür gösterilerin en hararetli yandaşları da böyle algılanmaması için ellerinden geleni yapıyorlar. Eğer işçiler, emekçiler ve onların örgütleri AB'nin, ABD'nin emperyalist planlarına karşı mücadele edecekse bunun platformu "bayrağa saygı", "bölücülüğü protesto" mitingi, ya da linç gösterileri olmamalıdır. Hiç oraya buraya savrulmadan, ABD emperyalizmini, onun saldırganlığını protesto ettiğini açıkça ilan edip; "ittifakın" da bu esas üstünden geliştirilmesi gerekir. Aksi takdirde, niyet ne olursa olsun; bugün içinde "asker" ve "sivil" yetkililerin rol aldığı ve Kürt-Türk düşmanlığı üstünden Türkiye'yi bir savaşa, iç kargaşaya sürüklemek isteyen güçlerin oyununa gelinmiş olunur. Kuşkusuz ki; politik ortamın bu tarzda oluşturulmasına sadece yukarıda sözü edilen ırkçılar, Kürt-Türk çatışması üstünden siyasi rant sağlamak isteyenler değil hükümet de çanak tutmaktadır. TÜRKİYE'Yİ KİM YÖNETMEKTEDİR? Başbakan Erdoğan "Kürt sorunu vardır" diyeli beri; sanki ülkeyi başkası yönetiyormuş gibi, sorunun çözümü için başkalarından adım atmasını bekliyor. En başta da Amerika'nın sorunu çözmesini istiyor. Sorunu kolayca çözebilmek için Türkiye'nin Kürtleri'yle görüşmek yerine, ABD'nin askeri ve sivil yetkilileriyle görüşüp; PKK'nin Kuzey Irak'ta barındırılmasına izin vermemesini istiyor. Sanki Kürt sorunu PKK'nin Kuzey Irak'ta var olmasıyla ilgiliymiş gibi. Ya da PKK Kuzey Irak'ta olmasa Kürt sorunu çözülmüş olacakmış gibi. Oysa gerçek tam tersidir. Türkiye'de Kürt sorunu olduğu için PKK vardır ve bunun için de; Kürt sorunu çözülmeden ne Kuzey Irak'ta ne de Türkiye'nin içinde askeri harekatlarla bu sorun çözüme kavuşturulamaz. Son 25 yıldır olup bitenler bunun göstergesidir. Ama başbakan bundan hiç ders almamış görünmektedir. Onun içindir ki; "Her gün şehitlerimiz al bayrağa sarılırken; analar, çocuklar ağlarken kimse bizden daha fazla sabır beklemesin!" demektedir. Başbakan kime "bizden daha fazla sabır bekleme" demektedir? Tabii ki başbakan böyle derken; "Tamam ben PKK'yi halledeceğim ama biraz zaman lazım" diyen ABD'ye sitem etmektedir. Bu bile açıkça göstermektedir ki; hükümet, PKK'nin Kuzey Irak'ta barınmasının önlenmesini ABD'ye havale etmiştir. Şayet, ABD Kuzey Irak'ta PKK'ye karşı harekete geçerse, Türkiye'de de sorunlar bitecek, Kürt sorunu diye bir sorun kalmayacak havası yaymaktadır. Dahası Başbakan Erdoğan sitemkârlığıyla ABD'ye, "Eğer sen bu işi halletmezsen biz Kuzey Irak'a gireceğiz" demek istemektedir. Aslında başbakanın bu "çıkışı" Amerika'yı tehdit gibi görünse de gerçekte Amerika'nın eline bir koz daha vermektedir. Çünkü ABD, yıllardır Türkiye'nin Irak'taki bataklığa bir ucundan batmasını istemektedir. Başbakanın bu sözleri karşısında Amerika, "Hadi gel kuzey Irak'a gir de birlikte operasyonlar yapalım" derse bunun sonuçları ne olur? Elbette ABD bunu bu kadar açık söylemez. Ama ABD, Türkiye'yi yöneten güç odaklarının bazılarında böyle bir heves görürse, TSK'nın Kuzey Irak'a girmesi için elinden gelen teşviki yapmaz mı? Örneğin sınırda provokasyonlar yaparak, olmadık dolaplar çevirerek bunu teşvik etmez mi? Peki Türkiye Kuzel Irak'a gerçekten girebilir mi? Girmesine girebilir, bazı alanları da ele geçirebilir. Ama sorun şudur ki, Kuzey Irak'tan geri çıkabilir mi; yoksa ABD'nin Irak'ta battığından daha derin bir bataklığa batmış mı olur? Bizzat askeri yetkililerin, bölgede görev yapmış üst düzey görevlilerin, "Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesi felaket olur" diyen raporları var! Eğer bütün bu gerçeklere rağmen kuzey Irak'a girilirse; bunun yakın vadedeki sonuçları, Türkiye'nin, İran ve Suriye ile de çatışmaya sokulmasını içerecek biçimde ABD'nin avcunun içine "çaresiz" bir biçimde düşmesi olacaktır. KÜRT SORUNUNU ÇÖZMEK HÜKÜMETİN VE MECLİSİN İŞİ DEĞİL Mİ? Son çeyrek yüzyılda görülmüştür ki; Türkiye için Kürt sorununun demokratik bir biçimde çözümü için bir tek yol vardır: O da Türkiye'nin kendi Kürtleriyle oturup sorunun çözümünün nasıl olacağını onlarla konuşmasıdır. Bu kimseyi küçültmez. İngiltere Kuzey İrlanda sorununu, İspanya BASK sorununu böyle çözüm yoluna soktular. Kimse de bu ülkelerin hükümetlerini, askeriyesi, polis güçlerini; "devlete karşı silah çekmiş güçlerle konuştu" diye aşağılamadı. Türkiye de ancak kendi Kürtleriyle oturup konuşursa; onların demokratik taleplerini karşılamak için bir çaba içinde olursa Kürt sorunu çözüm yoluna girmiş olacaktır. Böylece Türkiye, hem içerde Kürt sorununun çözümü konusunda adım attığı için demokratikleşme yolunda ilerleyecek, hem de ABD'nin Irak ve Ortadoğu konusundaki dayatmaları karşısında rahatlayacaktır. Bu, aynı zamanda Türkiye'nin komşularıyla iyi ilişkiler içine girmesinin başlangıcı da olacaktır. Hükümet, Meclis sorunu kendi sorunu, Türkiye'nin demokratikleşmesi sorunu olarak görüp; askeri operasyonların durdurulmasından başlayarak, Kürtlerin acil istemleri doğrultusunda adım atmaya başlamalıdır. Bu olmadan; Tayyip Erdoğan'ın "Kürt sorunu vardır, çözümü için çalışacağız" demesinin hiç bir kıymeti harbiyesi olmaz. Kürt sorunun çözümü için ABD'nin PKK'ye karşı girişeceği askeri harekâttan, AB'den gelecek öğütlerden fayda beklenirse, Türkiye'nin geleceği bugünden karanlık olur. KÜRT SORUNUNUN GERÇEK SAHİBİ İŞÇİ VE EMEKÇİLERDİR Hükümetin Kürt sorunu gerçeğini kabul ettiği halde, sorunun çözümü için adım atmaması, ABD'den, AB'den medet bekleyen bir pozisyonda olması; ırkçı, milliyetçi çevrelerin ekmeğine yağ sürmektedir. Sözde "duyarlılık", "duyarlı vatandaşlık" adına harekete geçen bu çevreler, sade vatandaşları; "Ya Kürtlerden, bölücülerden, teröristlerden ya da bizden yana olursunuz" zorlamasıyla kendilerinden taraf olmaya zorlayan bir siyasi hat geliştirmektedirler. Dahası bu ırkçı odakların görüşleri CHP gibi kendini demokrasiden yana tanımlayan parti ve çevreleri de giderek etkisi altına almaktadır. Sorarsanız; "Hayır biz PKK ile Kürtleri aynı görmüyoruz" diyeceklerdir. Ama, gelişmeler, Kürt sorunu ve onun talepleri üstünden şekillendiği için Kürt sorununun demokratik çözümünden yana olan Kürtler ve - elbette Türk kökenli de olsa- ilerici demokratik güçler hedefe konmaktadır. İşte bu yüzdendir ki, İnsan Hakları Derneği ve onun yöneticileri siyasi tavrına bakılmaksızın hedef ilan edilmiştir. Bingöl Savcılığı'nın; İHD'ye saldıranlar için dava açmaya gerek olmadığına karar vermesi ayırımcılığın nereye kadar vardığını gösteren bir ibret belgesidir. Son çeyrek yüzyıldır yaşananlar şunu açıkça göstermiştir ki; Türkiye'nin işçileri, emekçileri her milliyetten halkı, sendikalar başta olamak üzere her çeşit ve her kademeden emek örgütleri; Kürt sorununu Türkiye'nin bir sorunu olarak ele aldıkları ve çözümünün demokratik bir biçimde yapılması konusunda tavır geliştirdikleri ölçüde; Türk-Kürt kardeşliğinin temelini de atmış olacaklardır. Onun içindir ki; partimiz, sorunu ABD'nin, AB'nin gündeminden çıkarıp Türkiye'nin işçilerinin, halkının, emek örgütlerinin, sendikaların gündeme almasını savunmakta, bunun için çaba sarfetmektedir. Pek çokları sorunun böyle ele alınmasını bölücülük olarak görmektedir. Ama gerçek tam tersidir. Çünkü Kürt sorunu bugün ABD'den, AB'den alın da bölge ülkelerine, hükümetlerine ve Türkiye'nin bütün sermaye partilerinin ve sermaye örgütlerinin gündemindedir. Ve her biri bu sorunu istismar ederek Kürtleri kendi saflarına çekmeyi amaçlamaktadır. Oysa sorunun gerçek sahibi olan Türkiye'nin emekçilerine; "Siz bu işle uğraşmayın, bölücü olursunuz" denmektedir. Şu bir gerçek ki; Kürt-Türk bölünmesinden, Kürt sorununun çözülmemiş olmasından en çok işçi sınıfı ve sendikalar etkilenmektedir. Çünkü hemen bütün sendikaların üyelerinin önemli bir bölümünü Kürt kökenli işçiler oluşturmaktadır. Ne iyidir ki, bugüne kadar işçiler arasında bölünmeye varan çatışmalar çıkmamıştır. Ama ırkçı, şoven kışkırtmalar sürerse, en tepelerden "sözde vatandaş" açıklamalarına uygun tutumlar geliştirilirse bölünmenin nereye varacağını kimse kestiremez. KÜRT EMEKÇİLERİNİN BARIŞ VE KARDEŞLİK ELİ HAVADA KALMAMALIDIR Bırakalım enternasyonalizm, işçi sınınfının rolü gibi manevi ilkeleri sadece bu çıplak gerçekten dolayı bile sendikalar, Kürt sorununun kendi birliklerini esas alacak biçimde çözülmesini gündemlerinin ön sırasına almak zorundadırlar. Hükümete bu konuda talepler sunmak, işçilerin birliğini güçlendirmek için Kütlerin istemlerini gözeten tutumlar belirlemek, sorunun tartışıldığı platformlar açmak durumundadır. Aksi halde; sokaklarda "bayrak sallayıp" ülkenin yurttaşlarının bir bölümünü bölücü ilan etmek, ülkenin gerçekten bölünmesinden başka hiçbir şeye hizmet etmeyecektir. Bugün "bayrak" ırçkçıların, şovenlerin bir Kürt-Türk çatışmasından siyasi rant sağlayanların sembolü yapıldığı ölçüde birleştirici niteliğini kaybedecek ve ülkeyi bölmek isteyenlere hizmet eder duruma düşürülecektir. Türkiye'yi birleştirmenin yolu, keskin milliyetçilikten değil; her milliyetten halkı birleştirecek bir Türk-Kürt kardeşliğinin geliştirilmesinden; bayrağın birlik sembolü olarak şovenistlerin elinden alınmasından geçmektedir. Çünkü bugün en çok birlik-bütünlükten söz edenler en çok bölücülük yapar duruma düşmüşlerdir. Çünkü onların açtıkları yol Türkiye'yi gerçekten bölmek isteyen güçlere hizmet etmenin yoludur. Türk ve çeşitli milliyetlerden işçiler, emekçiler ve halk, Kürt işçi, emekçileri ve halkının bölünmek değil, tersine birlikte kardeşçe bu ülkede yaşamak istediklerine güven duymalıdırlar. Ama, tıpkı Türk kardeşleri gibi kendi dilini ve kültürünü kullanmak, geliştirmek gibi en temel demokratik hakları tanınarak... Bu gerçeği, geçtiğimiz günlerde Akyıl patronuna karşı direnerek haklarını kazanan Akyıl işçilerinden Ramazan Kalaycı'nın şu sözlerinden daha iyi ne anlatabilir: ".. Herşeyden önce Güneydoğu'da işçi olmak başlı başına bir sorun teşkil ediyor. Nedenine gelince; 82 yıldır gelen tüm hükümetlerin bölgemize üvey evlat gözüyle bakmaları ve buralara bir çivi bile çakmamaları ve barış ortamını yaratmayarak, işverenlere iş sahalarını açmayarak tüm halkımızı zor ve dar günlere düşürmeleridir... İnsanın aklına hemen şu soru geliyor. Acaba niye bizim bölgeye üvey evlat gözüyle bakılıyor? Akla da hemen şu cevap geliyor: Malumunuz Kürt sorunu... Herkese soruyoruz. Özellikle bizleri yönetenlere: Bizler üvey evlatlığı hak edecek ne yaptık? Biz Kürtler kurtuluş harbinde, Türklerle beraber düşmanları yurdumuzdan atmadık mı? Kore'ye beraber gönderilmedik mi? Beraber al bayrağı göklere çekmedik mi? Bizler Kürtler ve Türkler olarak aynı sıkıntıları çekip, aynı ekmeği yemedik mi? Tüm bunları yaptığımız biliniyor. Haksızlığa uğramamıza rağmen, çektiğimiz cefalara rağmen, gene de barış için çabalıyor ve elimizi her zaman barış için uzatıyor, uzatacağımızı herkesin bilmesini istiyoruz." Kürt emekçileri ve halkının uzattığı barış ve kardeşlik eli havada kalmamalıdır. Bu el Türk işçileri, emekçileri ve halkı tarafından sıkıca tutulduğunda şoven gerici çevrelerin provokasyonları boşa düşürülecek, kazanan Türküyle, Kürdüyle ülkemiz olacaktır. Partimiz Kürt sorununun her palatformda tatışılmasını; özelikle işçilerin emekçilerin bu tartımayı yaparak; Türk- Kürt kardeşliği temelinde, sorunun halkçı demokratik bir çözüme kavuşmasına zemin yaratmalarını savunmaktadır. Sorunu görmezden gelmek, ya da baskı ve şiddetle çözmeye kalkmak sadece Türkiye'yi bölünmeye sürükler. Kürt sorununun demokratik-halkçı çözümü için, Kürt-Türk kardeşliği için Kürt sorununun, ABD'nin, AB'nin tüm öteki gerici odaklarının elinde bir silah olmaması için partimiz tüm işçileri, emekçileri ve onların örgütlerinı görev başına çağırıyor.
  2. Doğu bölgelerin de belki biraz daha zor kadın olmak! İki evli bir köylü vatandaşa soruyor televizyon gezgincisi: -Niye iki evlendin amca? Cevap tahmin edileceği gibi -İki evlenmesem bu çifte bu çubuğa kim gidecek,zerzevatı kim sulayacak,inekleri kim sağacak!!! Bir anne aynı gezgin televizyoncuya; -İki kızımız vardı,sattık onları,diyor.SATTIK!!! ANNE!!!içselleşmiş bir dram…. Ağır işçi,ırgat,maraba kadın ne dersen de…Tarlada,ahırda,evde mutfakta,gece,gündüz hep o vardır,uyanıktır,ayaktadır,hizmettedir. Kadın dövülür mü?Dövülür.Kadın azarlanır mı?Elbet,normal işleyiş gibidir bu.<Sus be kadın!>en saygın ilişkilerin içinde yer alır.Bir itilmiş-Kakılmış ilişkisidir bu… Kızlarımız daha 15’şine basmadan zorla gelin edilir bu diyarlarda…Ne okumaktan haberi vardır nede çocukluğundan!Çocuk olmamıştır ki hiç!Kendi dünyasında hayal kurmasına bile izin verilmemiştir.Bir gün bir bakmıştır ki!gelenekler ve töreler yüzünden 3-5 kuruşa,başlık parasına <satılmıştır.>Ve bitmiştir kuramadığı hayalleri ve umutları.Kabullenmekten başka şansı kalmamıştır o berbat hayatı,çünkü o daha küçücük bir< çocuktur >!!! Kız çocuğumuz biraz büyüdüğünde ya kısır olduğu için,yada başka gereksiz gerekçeler yüzünden,üzerine bir kuma getirilir ve hayat onun için çıkılmaz bir hal almıştır.Boşanma hakkına sahip değildir doğuda kadın.Başka bir hayatı seçme şansı yoktur.Ya ölmektir sonu,yada ölmek! Evliliklerde yöresel güç etkilidir.Para gibi,ağalık gibi etkiler,zaman zaman kadınların dünyasını da darmadağın eder,erkeklerin dünyasını da…Sevgiler,umutlar,hayaller,hedefler ve istekler tırpanlanır gider. Doğuda,kadın sorunları,töre cinayetleri,kumalık buna benzer daha bir çok sorun,teoride çözüme hedeflense de,pratikte maalesef bu mümkün olamamıştır.Zira batı ve doğu zaman içerisinde,birbirlerinden soyutlanarak yaşadıkları dönemlerin de etkisiyle,farklı gelişmeler göstermişlerdir.Ahlaki sınırlandırmalar ve kadına yönelik ayrımcılık bir çok toplumda kendisini gösterse de,doğuda bu sorunlar batıdan farklı şartlarda gerçekleşmiş ve daha yavaş bir süreç izlemiştir.Her şeyden önemlisi batının belli ölçüde bağımsız olarak gelişen bu ahlak sistemi <töre> ismini almıştır.Oysa doğuda ahlak kuralları sistemleştirilmiş ve isimlendirilmiştir.Kadın,pek çok toplumda erkeğin himayesi altında yaşamayı tercih etmiş ve ettirilmiştir. Doğuda ki sorunlar özelliklede töre cinayetleri çözülmeye çalışılıyor.Ya da öyle gösterilmeye…Zira siyasi partiler bir yandan oy toplamak için aşiretlerin gönlünü hoş tutmaya çalışırken,bir yandan kadın kollarında töre komisyonları oluşturuluyor.Aşiret demek,oy demek...Aşiret demek,töre demek…Aşiret demek,cinayet demek… Oy ile can arasında sıkı bir çekişme var.Bugün,bu çekişme oy lehine devam ediyor.Kadınlar ve aile kurumu ise <can çekişiyor.> Doğu’nun sorunları bir bütündür.Yani kadın sorunları deyip geçmek yetersiz kalabilir.O kadar geniş bakılması gerenken bir konudur ki!tarifi bile çok ağır oluyor zaman zaman,bu sorunların çözümünün kökten olabilmesi için bakış açılarının da mümkün olduğunca geniş olması gerekir.Aşiret düzeni yıkılmadıkça töre sorunu çözülemez. Her şeyden önce bu sorunların çözülmesinde en önemli etken <samimi> olmaktır. Özellikle doğu bölgesindeki sorunlara,ülkemizin,toplumumuzun ve insanlarımızın daha duyarlı,teorikte kalmayan çözümler oluşturmalarını,hiçbir sorunu yüzeysel çözemeyeceklerini,her olayın özüne ve detayına bakmalarını,özellikle her şeyin eğitimden geçtiğini,bu yolları yürürken azınlık değil,çoğunluk olmak gerektiğini unutmamalıyız. Bir gün her yönüyle <medeni insanlar ve ülkeler> arasında olmak ümidiyle….
  3. Hrant Dink ve 'gerçek cümleler' Neşe Düzel, Radikal'de yayımlanan 'Pazartesi Konuşmaları'nı kitaplaştırdı: 'Hesaplaşma', Doğan Kitap'tan çıktı. Düzel'in, 23 Mayıs 2005'te Hrant Dink'le yaptığı röportaj da yer alıyor 'Hesaplaşma'da. "Soykırım değil de katliam ya da facia ya da kıyım ya da toplu cinayet denirse ne değişiyor?" diye sormuş Neşe Düzel. "Benim için hiçbir şey değişmez" demiş Hrant Dink. "Olanı biteni, yaşananları anlatmakta bütün bu kelimeler kifayetsiz zaten. O dönemde yaşananlar sadece ölenlerin ya da öldürenlerin tarihi değil ki. Soykırım aslında hukuki bir terim. Ben insana ait olan bir olayın bu kadar hukuki bir terime hapsedilmesini ve buradan bir sonuç, bir siyaset üretilmesini kabullenmekte zorlanıyorum. Soykırım kelimesi bana hiçbir şey ifade etmiyor. Geçmişte yaşananları anlatan gerçek cümlelere ihtiyacımız var bizim. Gerçek cümleler içinde de ölenler var, öldürenler var, sürülenler ve sürenler var, kurtulanlar ve kurtaranlar var, iyilik yapanlar ve kötülük yapanlar var, kalanlar ve dönenler var. Bir toplumu yaşamış olduğu topraklardan zorla alıp altın uçaklarla başka bir yere taşısanız bile onun yaşam alanıyla, köküyle ilişkisini kesmiş olursunuz ki, bu başlı başına bir acıdır. Koca bir tarihi bir kelimenin ve bir rakamın içine hapsetmek ve insanı unutarak, tarihi hukuksal bir kabul haline getirmek doğru değil. Rakam tartışmalarına girdiğinizde, tek bir insanın hiçbir şey ifade etmediğini görüyorsunuz. Bu insanı deli ediyor. Rakamların ötesinde yaşananlar ve insanlar önemli. Ölenler de, kalanlar da önemli. Bu ülkede kalanlar üzerine konuşmak daha zor." "Nasıl daha zor?" diye soruyor Düzel. "Ben bir kere denedim. 'Yetim bir Ermeni kızı' (Sabiha Gökçen) diye haberini yaptım. Türkiye üzerime yürüdü. Ermeniler arasında da kalanlar konusunda konuşmak zor. Bir Ermeni tarihçiye sordum. 'Türkiye'de kalanlar, Müslüman olanlar var, çocuklar var. Bunlar üzerine bir araştırmanız var mı?' dedim. 'Gerek yok' dedi Ermeni tarihçi. Çünkü onları yok sayıyorlar, öldü kabul ediyorlar." "Ermeni sorununun tartışılması Türkiye'deki Ermeni vatandaşlarımızın gündelik hayatını nasıl etkiliyor?" diye de sormuş Neşe Düzel. "Olumsuz ve olumlu, iki yönde etkiliyor" demiş Hrant Dink. "Bu konunun bu kadar çok konuşuluyor olması ve tabu olmaktan çıkması ve bu arada bizi anlayanların ortaya çıkması bir ruh huzuru yaratıyor. Ama anlattıkları tarih ve sert üsluplarıyla bizi üzenler de çok var. Karşındaki adam haddini bilmiyor, kalkıyor sana, 'Sen işbirlikçisin' diyor. O anda insanın dengesi bozuluyor. Biz bu tür tartışmalara katılsak bir türlü, katılmasak bir türlü. Katılmasak içimiz içimizi yiyor. Biz de atalarımızın evlatlarıyız, onlara yapılan haksızlığı çıkıp konuşmak zorundayız. Ama öyle bir üslup da tutturmalıyız ki, konuşurken birlikte yaşadığımız insanları da üzmemeliyiz, bir gerilim yaratmamalıyız. Biz şu ana kadar hem Türkiye'ye hem Avrupa'ya hem de Ermeni dünyasına olumlu katkılarda bulunduk. Çünkü bizim durduğumuz yer her iki tarafı da anlamaya çalışan, her iki tarafa da doğruyu anlatmaya çalışan bir yer." "Sokaklarda düşmanlıkla karşılaşıyor musunuz?" "Münferit vakalar oluyor. Biz gazetemizde bunu genel vakalarmış gibi sunmamaya, çoğaltmamaya çalışıyoruz. Ne içeride ne de dışarıda bir panik yaratılsın, ne de bu birileri tarafından kullanılsın istiyoruz. Mesela mezarlıklarımızdan birine on beş gündür musallat olundu, tahribatlar yapılıyor." "Yaşlı Ermenilerden tehcir günlerine dair anılar dinlediniz mi?" "Çok. Şu anda hepsi üşüşüyor beynime. Hiçbiri diğerinden daha az acıklı, daha az etkileyici değil. Acıları konuşmak değil, acıların varlığını, yaşandığını hissetmek bence önemli. 'Arşivlere girelim, belgelere bakalım' deniyor ya... Biz esas insanlara bakalım. Bugün dünyaya dağılmış her bir Ermeni bir belgedir. Her biri kendi kökünden kopuk, her birinin kayıpları, acıları var. Diasporadaki hırçınlığın da nedeni bu zaten. Onlar hâlâ kökünü arıyor. Yarattığı dört bin yıllık uygarlığı arıyor. Çünkü gittiği yere yabancı, orada kök salamıyor. Asimile oluyor, bitiyor. Çocuğuna Ermenice öğretemiyor. Çocuğunu Ermeni kimliğiyle yaşatamıyor." "Gündelik hayatınızda Ermeni olmayan arkadaşlarınızla bu sorunu tartışabiliyor musunuz?" "Tartışıyoruz, konuşuyoruz. Hepimiz için bir terapi oluyor bu. Seninle şu an yaptığımız konuşma da bir terapi aslında. Yazıyı okuyanlar için de bir terapi olacak bu. Türkiye çok doğru bir yola girdi. Ermeni sorunu tabu olmaktan çıkarıldı, konuşulmaya başladı." Hüzünlü, öfkeli, çaresiz, mahcup, andık...
  4. Ben asla kendimi tükenmiş,bitmiş,umutsuz görmiyorum ve görememde.......Ve lütfen böyle bir yazıyı kabulenmiş gibi görünmiyelim...Türkiye de niceleri öldü,yaşları büyütüldü asabilmek için,doguda vurdular 13 yaşındakini PKK lı diye,panzerin altında ezildiler,gözaltında yok edildiler,işkencelerde konuşturamadıklarında kendini astı,4 kattan attı dediler........Yani dediginiz gibi hergün niceleri gitti ama bu bizim yılmamızı,tükenmemizi,duygularımızı köreltmeyi,elimizin klumuzun baglanmasını gerektirmes........Dahada dirençli,daha kararlı dahada bir ayaklarımızın üstünde burada oldugumuzu göstermeliyis..........
  5. duygularım cebimde bazen bozdurup harcıyorum biriktiriyorum bazen yığıyorum üst üste elimde aklımdan arta kalan fazlalıklar en ücra köşesinde dilimin sivilceler büyüyor ergen küfürler ürüyor beynimde edepsiz ve sıcak ne varsa kimde, gizli saklı? neyi taşıyorsa mini etekler? papatya desenli pazen entariler basma fistanlar ve amerikan bezi şiir gibi dökülsün diyorum lirik aldatılmış korkular bürüyor beni nice hayınlıklar uçuşuyor içimde eriyip bitiyor aşk ve hasret __________umut ve öfke __________sevgi ve nefret isimsizce kararan kızıllığın patlayan şakağında durgun sular kadar ölüdür şafaklar fasl-ı hicaz makamında bıçak ve kefen eceli sayıklıyor aşklar lanetli düşlerin girdabında öfkeli sanki sevmiyor gibiyim artık seni artık okşamak istemiyor gibiyim günahla kirli saçlarını göğüslerin yatak olsa, ay ışığı yorgan ovalansa mahrem yerlerim kadınca dövmeler ve kasılmalar erkekçe teselli verir mi acep illetli vakitlere kovmak fecri merhametsiz diye süngü çekmek aydınlığa mehtabı bozkırlarda kovalamak manasız bir yürüyüştür seninle olmak anlamın duyulmayan çığlığı, buharlaştığı zaman türküleri unuttum çünkü, dilim kırık tuttuğum dilekler isyan ediyor bana öptüğüm çiçekleri unuttum artık ne zaman göz kıpmışlardı? bilmem ki hangi baharlarda duygularım pazarda, kelepir bundan gayri iz sürüp karda ölülerle pazarlık yapacağım mezarda satacağım haraç-mezat sen ey griye mahpus hayat! sonunda öğrettin bana aşklar nasıl atılırmış yabana duygular nasıl ölür açmamış çiçeklerde? kumrular neden suskun? niçin görmüyor kulaklar? gözler duymaktan yoksun öğrettin bana halbuki eskiden ben kalbi olduğuna inanırdım taşların ateşin vicdanını duyardım içimde yağmurun ağladığını katıksız bir lokma yırtarken yetimin boğazını rüzgarın kızdığını duyardım yükselterek avazını demir erirdi su ve ateş erirdi karıncalar azıklarını öksüzlere verirdi Azrailin ağladığını duyardım içimde Kabil`de Filistin`de Bosna yanardı buruk düşler sarardı bakireleri, kanlı tüller altında bombalar yağardı Bağdat`ta sağanak sağanak şemsiye olurdu güller, ümitler sığınak bir hüzün bürürdü balıkarı Mora`da bulutlar yangınları söndürmeye yürürdü çaresiz bakışları görürdüm Marmara`da pişmanlık yaşardı toprak göz yaşları nehir olmuş akardı şaşkın şaşkın bakardı mehtap duyardım damla damla yaş dökerdi yapraklar hıçkırıklar damıtılırdı sanki korkular korkuları bağlardı ağlardı bülbüller derin derin ölümü üşüten sıcaklığı yansırdı yerin hayallerin ıslandığını duyardım bulutların gölgesinde ayrılığın harlandığını bir bebeğin süt kokan nefesinde rahimlerine sığınırdı gebe kadınlar çocuklar yitik sevdalara ağlardı ateş böcekleri kandil olurdu mezarlıklara kabir sualleri bile bir başkaydı orada arşa yükselen `âh`ları duyardım İzmit`te Sakarya`da işlenmemiş günahları gece korurdu tüm şefkatiyle beklenen sabahları duyardım sevgililer ayrılınca ateş yanmaz olurdu gönüller ışığını gecelerde bulurdu sen bana bakmayınca dünyaya bakmazdı ay karanlığı sayardım, küskün aşk kalbe akmayınca gökyüzüne bir merdiven dayardım sen yanımdayken çoğalırdı yıldızlar sen gidince azalırlardı ince ince ağlardı gece her şeyde sen vardın ölüm bile hoş gelirdi aşk ne kelime sen yanımdayken meydan okurum ölüme.. ey adını kulaklarımdan bile gizlediğim deniz gözlü! dem bu demse cehennem fışkırıyor damarlarımdan adı konulmamış gidişinle boşandım hatıralarımdan şart olsun üçten dokuza hislerim yokluk kokuyor artık teneşir suyu kadar ceviz renkli acı morarıyor ufukta ağıt yağıyor gökten ve kabus ne vahiy bu, ne fetret yerde matem, bulutta isyan yağmursuz topraklarda çoğalıyor hasret soğuk yangınlar fışkırıyor susuzluğa doymuş kirpiklerden diz boyu hüzün ve ter göz yaşları kurumuş umut dilenmekten avuçlar dilenci dikenler ilaç olmuş çaresiz yaralara İsa`ya gülümsüyor İblis şeytanca güller firar ettiğinden beri renklerinden dilinmiş şerha şerha yürekler Eyüp şaşkın bugün, Yakup öfkeli ne hayata ip var, ne ölüme sehpa duygular asmış beni gönlümün darağacında ben duyguları asmışım sallandıra sallandıra bu muydu yoksa kastın? sıcak yatak, ılık deniz ve para. 2002 Asım Yapıcı
  6. Edebiyatına,bilgisine güvendigim...............
  7. Amannnn sana hiç gitmedi şık duymadı üserinde degiş çabuk uyuss muş senden bana kalmas ki Ne alaka oldu yesmen
  8. Sen yap yolıyaçam de bensana dyes veririm allam ya bide numaya yapmasmı Numaracı oyuncu çocuklar geliyooooo
  9. Avatarsıs olanısın
  10. Yayamaz Kayımca şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Forum Oyunları
    Uykum geldiiiii gidiyoyum gelecemmmmm
  11. Şebnem Ferah...................Çakıl taşları....................
  12. Çig küfteyi güsel yapanıymış
  13. Uyuuusssss ne olaçak bana çig küfte yapacaktı...yapmadı gel bana yumruk at diyen oyuncaklar geliyoooo
  14. Valla feci kızgın biri geliyoo aklıma
  15. Ya sen beni tanıyon bu kesin gibim olmaya başladı Tuttu................ Kalbinin kırıklıgını göstermeyi sefmiyorsun.....
  16. Efet ben kaçıyım azçık ..........sağol
  17. Bakmak ve görmek arasındaki farkı keşke herkes görebilse veya tanımlıyabilse................................ Tuttu... Bünyen alışmaya çok elverişli(kişiye)
  18. Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: arman başlık Forum Oyunları
    Kızgın....................
  19. Aynen................ Ya biri beni banlasın benim en as 2 saat uyumam lasımmmm
  20. Çıksssss tutmadı hiçbir zaman o gösle bakmadım benim için hep degişiklik ve eglence oldu Kendini göstermeme adına sürekli maske ile dolaşıyorsun...
  21. Nicki ile gözümün önüne nefis bir denis kısı gelmesi
  22. Faslası ile tuttu beni tanıyonmu (kendimle yanlısım ama) gece veya gündüs alkol sana destek gibi.....
  23. kısdımmm ammmaa şimdi sana hala yatmadımmmmm,,yatmam lasımmmm
  24. Heeee 149 kg tutu.......................... senden içeri bir sen daha var.. (buda tuttu...) kalabalıktaki yanlızlık bunaltıyoo....

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.