Zıplanacak içerik

Yayamaz Kayımca

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Yayamaz Kayımca tarafından postalanan herşey

  1. Çocuksun Sen-II Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar Dursam ölürüm paramparça olur dünya Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak (Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç) Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı (Soluğunun elma kokması bundandı belki) Bir elma kokusuna tutundum düşerken Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle Çocuksun sen, çocuğumsun
  2. Çocuksun Sen-I Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen Kum taneleri var ya onlardan birindeyim Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum. Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil
  3. Bu Kent Öldürüldü Diyorlar Bu kent öldürüldü diyorlar kurşuna dizildi bir geceyarısı Hayaletler geziniyormuş şimdi sokak aralarında ve caddelerde baykuş tüneği olmmuş alanlar ve yarasalar uçuşuyormuş Silah ve esrar kaçakçıları altın çağını yaşarlarken artıyormuş bir yandan da kumarhaneler, meyhaneler Borsa oyunları, hileli iflaslar birbirini kovalayıp dururken nasıl çıkmışsa pek bilinmiyor yaygınmış şimdilerde rus ruleti İntiharların sayısı bilinmiyor çoğalıp duruyormuş fahişeler ve artık bunların hiçbiri olay bile sayılmıyormuş şimdi Bu kent öldürüldü diyorlar bahar gelmez artık buraya
  4. Bir Hüzün Mevsiminden Çıkarken Kalbim Ayrılıkların puslu aynasındadır bekleyişlerin solgun yüzü Bekleyişler ki demlenişidir sabrın damıtır sessizliği ve üzüncü damıtır gurbetin kavruk memesinden ve emzirir hasretin yanık yüzlü çoçuğunu Sen ey sabrın ve üzüncün dervişi başını zamanın göğsüne koy ve dinle yalnızlığın iç çekişlerini Yalnızlıklar ki suskun bir akşam üstüdür usulca örtülecektir gecenin sessiz tülünü ve düşecektir ince bir rüzgarla hüznün harmaniyesi Ey yenilgilerin bezgin kuşu suskunun sarı sıcağındasın bunca zaman bataklıklardan sızan sinsi ve pis bir kokudur içinde tortulaşan kuşku Ve bulutsu bir ağırlığın yüküdür gittikçe ağırlaşan gittikçe yüreğini zonklatan Sen ki şafağın göğü müsün imbikle göğsünde göğün sütünü ve emzir sönmekte olan yıldızları sonra başını solgun bir demet gibi hasretin kuru dallarına koy dinle köpüklü kıyıların çağlayanını imbatın serin elidir yüzünü okşayan Güneşi kopar dalından ellerine al ve durmadan canını yakan sözü bitir şiirin kalbine akıt artık umudun billur ırmağını kavruk çölüne yüzümün ve bir sevda gibi yanaş hayatın kıyılarına Yoksa ey kalbim tel bile olamazsın şiirin sazına...
  5. Gidiyor musun? Gidiyor musun? Yorgun düşmüş kervanlara katılıp Ağır ağır Beni susuz çöllere bırakıp Yanına gözlerini, gülüşlerini alıp Gidiyor musun? O çok sevdiğim bakışların mahzun Sükutu kaldırmadan dudaklarından Ellerimden sıyrılıp bir çırpıda Gerçekten gidiyor musun? Güneş gidiyor ardın sıra Bir çiçek soluyor Sen Sen gidiyor musun? Mevsimler değişiyor ansızın Kuruyor ağaçlarda yapraklar Deniz dalgalanıyor, Beni bıraktığın sahilde Simsiyah oluyor apaydınlık gün Sen gidiyor musun? Ardında bıraktığın yollara Yalnızlık tohumları ekip Ve beni bahçıvan bırakıp mahsulüne Dönmemek üzere gidiyor musun? Beraber ektiğimiz mutluluk tarlamız Kuruyor sevinç yağmurlarına hasret Geçen her dakika bir şeyler eksiliyor Bir şeyler koparıyor yüreğimden Sen bilmiyorsun Bir şaka gibi Bir rüya Bir yalan Bir kandırmaca İçimden gelmiyor gitme demek Ama bir şeyler eksiliyor Bir şeyler kopuyor yüreğimden, Sen bilmiyorsun Bir yaz yağmuruna takılıp Bir deli rüzgara sarılıp Gidiyor musun? Ertuğrul Bayam
  6. Türkiye, gariplikler ülkesi. Bir yanda milyonlarca insan yoksulluk sınırının altında yaşama savaşı verirken bir yanda emekçilerin hakları kolayca gaspedilmektedir. Öte yanda açlık ve sefalet içinde yaşayan insanların haklı mücadelesi yer bulmazken gazete ve TV’lerde paranın su gibi aktığı şölenler ballandıra ballandıra ekranlara geliyor. Türkiye yıllarca politikacıların hamasi nutuklarıyla oyalanıp durdu, sorunlara çözüm üretilemedi. Fakat ülkenin değerleri teker teker elden çıktı. Aslında yine “Biz Batının ahlakını aldık, bilimini ve fennini değil" diyerek halkın kafasını bulandıran Başbakanın sözlerinin bazılarında tam aksi zuhur etmiştir. Geçenlerde ülkemizde yarışmanın birine davet edilen ne idüğü belirsiz Paris Hilton adlı kişiliğe işadamlarından birinin Yeşilçam filmlerindeki gibi bir araba dolusu gül yollaması bana Gorki’nin “Ana” adlı ünlü romanında bahsi geçen haberi hatırlattı. Romanda bir Moskova gazetesinde manşetten yayınlanan haberde işçiler arasında kendilerini polise gammazlayan grev kırıcı bir patronun metresine altından vazo armağan edişinin yazdığı konuşuluyordu. Ülkemizde işadamları devletin tanıdığı yasal olanaklarla sırtından alın teri dökmeden köşeyi dönerken işçiler ve memurlar “Vatan Millet Sakarya” edebiyatıyla sömürülüp durdu. Sahip oldukları gazete ve televizyonlar ise en ufak bir hak talebinde onları yerden yere vurdu. Yeri geldiğinde şuraya buraya sürülen bu insanların aynı ülkedeki vatandaş oldukları unutuldu. Turgut Özal benim memurum işini bilir derken maaşları da sosyal hakları da günbegün eridi. İşini bilenler gelinen süreçte onun çok sevdiği zenginlerden mi oldular, hayır. Devletin memurları açısından Aziz Nesin’in deyişiyle durum 50 yıl önce neyse 50 yıl sonra da oydu; ay sonları yine zar zor getirildi ancak değişen tek şey elde ne var ne yok nerdeyse hepsinin satışa çıkarılışıyla beraber ekmek kapıları devletin ufalanarak giderek yok edilmesiydi. Bugün ortada görünen başka gerçek ise bu süreçten sonra ülkenin başına ondan daha muhafazakâr daha liboşunun gelmesidir. Onun da işadamı bursuyla Amerikalarda okuyup villalar gemicikler alan çocukları vardır. Öbür yanda geçen süreçte büyük bir olasılıkla çocuklarının yazgıları da kendilerininki gibi olacak olan memurların işini ne kadar bildiği en azından ramazanda belediyelerin kurduğu iftariyelik çadırlarda yaşanan izdihamlardan apaçık anlaşılıyor. Benzer tablolar elbette başındakilerin gerçekte neleri sevdiği bu halk tarafından fark edilmedikçe sergilenmeye devam edecektir.
  7. 30 Mart 1972'de, ülkemizde ve bütün dünyada gözler bir Karadeniz köyüne, KIZILDERE'ye çevriliydi. Mahir Çayan ve arkadaşlari, korkunç bir takip altında Ankara'dan Karadeniz'e geçmişlerdi. Burada, Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idamını önlemek için Ünye Radar Üssü'nde görevli emperyalizmin 3 ajanını rehin alarak Niksar'ın bir dağ köyü olan Kızıldere'ye sığınmışlardı.Günlerdir ülkemizde bütün devlet kuvvetleri, devlete karşı gelen, devlete isyan eden bu insanlarin peşine düşmüştü. Devlete karşı gelinemeyeceğini kanıtlamak gerekirdi. Bütün devlet kuvvetleri seferber edildi. Eski "devletlu" İsmet Paşa'ya çağrılar yaptırıldı. Mahir Çayan ve arkadaşlarını bulabilmek için yüzlerce insan işkenceye çekildi. Ülkenin her yanında tam bir savaş hali sürdürülüyordu... Takipler alabildiğine sıklaştırıldı. Büyük şehirlerde yıldırım harekatları düzenlendi. Her ev, her oda didik didik aranmaya çalışıldı. Sokağa çıkma yasağı kondu. Beş kişiden fazlasının birlikte gezmesi suç sayıldı. Nihayet, Mart ayının son günlerinde Mahir Çayan ve arkadaşlarının Karadeniz Bölgesi'nde olduklan tespit edildi. Mahir Çayan ve arkadaşlarını bulabilmek için yüzlerce insan gözaltına alındı. İlkokullar işkencehane olarak kullanıldı. İşkence, aleni, ortalıkta yapılıyordu. Karakollardan yükselen çığlık sesleri duyulmaktaydı. Hamile kadınlar işkence altına yatırılıyordu. Halkın umutsuz tepkilerinden bile çekinen, korkan egemen sınıflar, toplarıyla, tanklarıyla, komando birlikleriyle, generalleriyle, MİT paşalarıyla üşüştüler Karadeniz bölgesine. Ve muhbirlerinin ve cümle teknik olanaklarının yardımıyla halkın on yiğit savaşçısının Kızıldere köyünde olduğunu öğrenebildiler. Mübalağasız, ordularıyla kuşattılar Niksar bölgesini. Kızıldere köyü savaş alanı oldu. Köy evinde 10 yiğit ve evin çevresinde sayısız asker, bu koşullarda bir çatışmaya girdi. 30 Mart 1972 akşamı, bütün teleksler, bütün rotatifler, dünya radyolarının hepsi aynı haberi iletiyordu; KIZILDERE’DE 10 KİŞİ KATLEDİLDİ! Oligarşinin, tankı, topu, bazukası, paşası, maşası el birliğiyle, bu köy evinde kuşattıkları halkın 10 yiğit savaşçısını imha etmeyi nihayet becerebilmişlerdi. 10'lar, "biz buraya teslim olmaya değil, ölmeye geldik" diyorlardı. Ve öyle oldu. Teslim olmadılar. Direndiler. Öldüler. 30 Mart 1972, bundan böyle, devrimcilere yol gösteren bir direnme savaşının alevlendiği gün oldu. Faşizme karşı teslimiyetsiz bir mücadele anlayışına sahip olduklarından KIZILDERE DİRENİŞİ'ni gerçekleştirdiler. Üç yiğit devrimciyi, Deniz'i, Yusuf'u, Hüseyin'i ipe çekerek nelere kadir olduğunu kanıtlama çabasında olan oligarşinin, halk yığınlarına gözdağı verip devrimcileri yıldırmak arzusuyla tutuşan oligarşinin katliamına karşı direndiler. Yoldaşlarının kurtarılması uğruna kendilerini feda etmekten geri kalmadıklannı kanıtladılar. 10'lar, Kızıldere'de oligarşinin baskı ve tenkil politikasına, azgın sömürüsüne karşı çıktıkları için öldürüldüler. Devrim uğruna teslim olmayı değil, direnerek ölmeyi savundukları için öldürüldüler. KIZILDERE DİRENİŞİ, yaşanılan günlerde, bir rastlantı, bir istisna değildi. Daha önceden Hüseyin Cevahir ve Ulaş Bardakçı, Koray Doğan hunharca katledilmişlerdi. Daha sonraları, Deniz, Yusuf ve Hüseyin oligarşinin cellatları tarafından öldürüldü. İbrahim Kaypakkaya işkencehanelerde faşizme karşı yiğitçe direndi ve öldürüldü. Kızıldere katliamı ise bütün bu dönem boyunca halk yığınlarına uygulanan eziyetin bir parçasıydı. Ve bu direniş, halk yığınlarının hoşnutsuzluğunun en çarpıcı, en somut örneğinden başka bir şey değildi. Bütün bu olup bitenler, 12 Mart askeri darbesi ile başlayan karanlık günlerde yaşandı. Kızıldere'de halkın evlatlarının niçin hunharca katledildiğinin, bütün 12 Mart açık faşizmi döneminde onlarca yurtseverin neden kurşunlandığının, işkencehanelere, zindanlara atıldığının ve emekçi halkın azgınca sömürüldüğünün cevabı bu ünlü faşist muhtıranın veriliş amacında saklıdır. Fabrika önlerinde kurşunlanan grev gözcüleri, jandarma dipçiğinin altında inleyen yoksul köylüler, milli zulmün katmerlisine uğrayan, horlanan Kürt ulusu bu muhtıranın yalnızca sömürücülere hizmet ettiğini gördü ve yaşadı. 12 Mart dönemi boyunca hakim sınıflar daha fazla semirdi, emekçi yığınları daha fazla sömürdü. Evet, niçin ihtiyaç duyulmuştu 12 Mart muhtırasına? Çünkü, 1971'e gelindiğinde, oligarşinin muteber temsilcisi Tağmaç'ın deyişiyle sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aşmıştı. Halk yığınlarının mücadelesinin boyutları, kendiliğinden bir niteliğe sahip olmasına rağmen, hakim sınıfların sömürülerini disipline etme çabaları karşısında önemli bir engel teşkil edebiliyordu. Bütün örgütsüzlüğüne ve dağınıklığına rağmen, halkın mücadelesi oligarşinin oldukça telaşa kapılmasına yetmişti. Toplumsal huzursuzluk had safhaya ulaşmıştı. Üstelik, proleter devrimcilerin bu toplumsal huzursuzluğu örgütleme doğrultusundaki girişimleri oligarşi açısından bardağı taşıran son damla oldu. Bu bakımdan, 12 Mart askeri darbesi, sosyal uyanışın oligarşi lehine durdurulması yolunda atılmış bir adımdı. Öte yandan, ülke ekonomisinin çarpık gelişimine tekabül eden çelişkili ve zoraki bir ittifak olan oligarşik diktatörlüğün sorunları, yalnızca yükselen halk muhalefeti de değildi. 12 Mart muhtırası oligarşi içindeki çatışmalara da bir çözüm olmak zorundaydı. Oligarşinin değişik kanatları, halkın yükselen muhalefeti karşısında birleşirken, sömürüden pay alma kavgasında birbirlerine düşmüşlerdi. Bu kavga, oligarşiyi meydana getiren unsurların farklılığından kaynaklanıyordu. İktidardaki hakim ittifak, bir yanda emperyalizmin doğrudan uzantısı olan tekelci burjuvazi ve öte yanda toprak ağalarının ve tefeci tüccarların en irilerinin oluşturduğu kesimler tarafından meydana gelmişti. Aralarındaki bu ortaklık, zoraki bir ortaklıktı. Herbirinin tek başına cılızlığından ve emperyalizmin sömürüsünün karakterinden dolayı birlikte olmaları, sömürü sofrasını paylaşmada kendi aralarında dalaşmalarını engellemiyor, tersine körüklüyordu. Çünkü tekelci burjuvazinin nihai amacı tek başına iktidar olmaktı. Bu koşullarda, dışa bağımlı ve cılız tekelci burjuvazi ile oligarşi içinde temsil edilen tekel dışı unsurlar arasında nispi bir uzlaşma sözkonusuydu. Bunlardan, emperyalizmle ta başından bütünleşmiş olan tekelci burjuvazi, oligarşinin bel kemiğini oluşturur. Ve oligarşi içindeki siyasi sürtüşmeler, esas olarak, tekelci burjuvazinin ekonomideki sömürü payını tekel dışı unsurlar aleyhine artırma çabasından kaynaklanır. Ne varki, tekelci burjuvazi diğer unsurları tamamen tasfıye etme şansına sahip olamadığından, süreç içinde, kendisinin daha çok paya sahip olduğu yeni bir uzlaşma aramaktaydı. 1971'lere gelindiğinde, teşvik tedbirleri, finansman kanunları, vb. girişimlerde, tekelci buıjuvazi kendi dışındaki unsurların tasfiyesine yönelik adımlar atmıştı. Böylece, oligarşi içindeki sürtüşmeler önemli boyutlar kazanmış ve hakim sınıflar gerçekten yönetemez bir duruma düşmüşlerdi. Tekelci burjuvazi, oligarşi içindeki uzlaşmanın, kendi lehine yeniden kurulmasını arzulamaktaydı. Ve 12 Mart askeri darbesi, nispi bir istikrarın sağlanması amacıyla oligarşi içindeki bu nispi uzlaşmanın yeniden kurulmasına hizmet etmişti. İşte 12 Mart, sömürenler açısından, kimin daha fazla sömüreceğinin de bir kavgasıdır. Bu kavganın bir sömürü kavgası olduğunu ve kabağın her durumda sömürülenlerin başında patlayacağını unutmamak gerekir. Oligarşi içindeki çekişme yamyamların kendi aralarındaki çekişmedir. Kaynayan 12 Mart kazanının içinde pişen, emekçi halklardan başkası değildi. Didik didik edilen, etleri parçalanan, emekçilerdi; kurşunlanan, zindanlarda çürütülen, halkın öncüleriydi. 12 Mart ne getirdi, ne götürdü sorusunun en kısa cevabı budur... 12 Mart tüm halkımıza açlık, zulüm, baskı, pahalılıktan başka birşey getirmedi. Bütün bu dönem, faşizmin azgınca saldırdığı, kan içtiği bir açık terör dönemidir. Grevler yasaklanıyor, direnenler, zindanlara tıkılıyordu. Ülke, işkencehanelerin karanlığında ve darağaçlarının gölgesinde sıkıyönetimle yönetiliyordu. Halkların kurtuluşu yolunda mücadele eden devrimciler katlediliyor; yurtseverleri, hapislerde çürütmek, ipe çekmek için mahkemeler kuruluyordu. Bu dönem boyunca, ATAŞ'ta, MKE'de, Ereğli Kömür İşletmelerinde ve daha birçok işyerlerinde sayısız grevler ertelendi, yasaklandı. İşsizliğin, pahalılığın ölümle, katliamla birlikte kolkola gezdiği ülkede, emekçilerin en hayati hakları bir kalemde silindi. Örneğin, 1970'de 111 olan grev sayısı 1971'de 78'e düştü. Faşizmin en yoğun olduğu; 1972-73'de grev sayısı 48 ve 55'e kadar düştü. Faşizmin açık uygulamasıyla yarı yarıya azaldı grevler. Emekçilerin en doğal hakları gaspedildi. Yani hakim sınıfLar, vatan-millet-sakarya edebiyatı ile, devletin yüce çıkarlarını koruma çığlıkları ile ücretleri artırmanın, sosyal hakları elde etmenin yollarını tıkadılar. "Ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütünüz" diye Kürt ulusuna katliamlar uyguladılar, onların yaşama hakkına tecavüz ettiler. Bölücülük iddiasıyla Kürt demokratlarının yüzlercesini zindanlara tıktılar. Memurların, öğretmenlerin sendikalaşma hakları ellerinden alındı. Okullar birer medreseye çevrildi; yoksul köylülerin toprak istekleri jandarma dipçiğiyle bastırıldı. Küçük üretici, geçimini bile sağlayamadığı taban fiyatlarla susturuldu. Yine bu dönemdeki ücretlerdeki gelişmeye bakmak bile, çarkın kimin için döndüğünü ve bu çarkın kimlerin hakkını öğüttüğünü anlamak için yeterlidir. 1970 yılında 35.3TL olan gerçek işçi ücretleri, 1971'de 33.7 TL'ye ve 1972'de 33.3 TL'ye kadar düşürüldü. Emekçilerin yediği ekmeğin bir parçasına, içtiği çorbanın bir tasına açıktan el konuldu. Bir yandan baskı ve zulüm, öte yandan işsizlik, pahalılık emekçi yığınların üzerine bütün ağırlığıyla çöktü. Oligarşi, kana, paraya doymak bilmiyordu. Halkın iliğini, kemiğini sömürdükçe azgınlaştı. Azgınlaştıkça saldırdı. Kısacası 12 Mart döneminin bilançosu, halkın yaşam düzeyini düşürerek tekelci burjuvaziye mali kaynak yaratmak; baskı ve terörü artırarak halkın muhalefetini yıldırmak ve sessizce boyun eğmesini sağlamak; her türden zulüm ve sömürüyü katmerleştirmek diye özetlenebilir... Ve bir de, nispi durgunluk dönemlerinde, halkın çıkarlarının en keskin savunuculuğunu yüklenenlerin, gerçek savaş günlerinde çirkin yüzlerini açığa çıkarması bakımından önemlidir, 12 Mart dönemi: Kendisini "işçi partisi" diye gösterenler, sıkıyönetim kapan deyince kapanan, teslim ol deyince teslim olan bir trajedinin şarlatan oyuncuları oldular. İhbarcılık ettiler. Karşı-devrimci saflara geçip devrimcilere küfrettiler. Teslim olmayı reddedenleri maceracılıkla, anarşistlikle suçladılar. Oligarşi ile aynı tempoda, onun gönüllü borazanlığını yaptılar. Kimileri de bir köşede oturup olup biteni seyretti, karanlık günlerin kendiliğinden geçmesini beklemeyi yeğledi. Velhasıl, yoksul halkımız ve devrimciler 12 Mart dönemi boyunca bir kez daha gördü ateşi ve ihaneti. Belki, 12 Mart'ın dönekleri dönekliklerini unuttular, unutuldu sandılar. Ama halkımız kendisine ihanet edenleri unutmadı; kendi kurtuluş savaşçılarını hiç mi hiç unutmadı. Bunun içindir ki, beş yıl sonra yeniden anarken, diyoruz ki,12 Mart'ın zulmü unutulmayacak! Kızıldere Direnişi unutulmayacak! Kızıldere Direnişi, Devrimci Hareketimizin yenilgisine rağmen, yenilginin ortasında dimdik duran bir anıttır. Hakim sınıfların karanlık yüreklerinde bir korkudur. Halkların ezik yüreklerinde, biraz hüzün, ama daha çok bir ışık, bir umut kaynağıdır. Evet, 30 Mart 1972, oligarşinin sarhoş generallerinin zafer çığlıkları attığı bir gündü. Yiğit savaşçıların cesetleri üzerinde tepindikleri bir gündü. Ama ayıldıklarında kirli kanlarını donduran bir gerçekle karşılaştılar: Birde çok olup çokta bir olan, hepsi birer Mahir, hepsi birer Saffet; Hüdai, Nihat, Ahmet, Ertan, Ömer, Cihan, Sabahattin, Kazım olan halkın diğer evlatlarını hatırlamak zorundaydılar. Ne bazukaları, topları, ne de idam sehpaları yetmezdi çünkü hepsini teker teker, onar onar yok etmeye; ve bu coşkun seli durdurmaya. Karşılarında, her köyün bir KIZILDERE olmaya namzet oIduğu, her devrimcinin 10'lar arasına katılmaya can attığı korkutucu bir süreç ve bunun sonucunda devrimci mücadelenin er veya geç başarısı vardı. Ve 10'lar, Kızıldere'de bazukaların yaktığı, yıktığı köyevinin küllerine gömülmedi. 10'lar halkın kalbine, devrimcilerin bilincine gömüldüler. 10'lar öldüler. Ama hiçbir şey bitmedi. Daha 30 Mart sabahında, Ahmet Atasoy'un karısı Dürdane Kadın, işkencehanede zulmün en katmerlisinin, sancının en onurlusunun meyvesini verdi. Kurtuluş doğdu. Daha 30 Mart sabahında, devrimci hareketin militanları bir kez daha hınçla bilendiler. KIZILDERE DİRENİŞİ UNUTULMAYACAK!
  8. 3 üye bugün doğum gününü kutluyor! edebiyatdiyarı(26), duuyguu(21), Ay-yILdIz(21) NİCE NİCE YILLARA.....
  9. Kendini bildi bileli mor menekşeyi çok severdi. Çocukluğunun geçtiği ikikatlı evin bahçesinde bahar geldiğinde mor mor açar, mis gibi kokarlardı..Annesi mor menekşeleri hep duvar kenarına dikerdi.. gölgeyi sever menekşelerderdi..Oysa ögretmeni bitkilerin güneş ışınları ile fotosentez yaptığını anlatmıştı onlara .Bitkiler güneş ışığına muhtaçtı.Mor menekşeler ne tuhaf bitkilerdi , her bitki güneşi severken,onlar nedengölgeyi tercih ediyorlar diye düşündü durdu Hande...Küçük, ufacık aklı ile aslında menekşelerin diğer çiçeklerden farklı olduğunu keşfetmişt i, işte belki de menekşeler bu yüzden bu kadar güzeldi.Herkesden farklı olursan, bu hayatta değerli olursun yargısına varmıştı.Daha o yıllarda farklı olmak için uğras vermeye başladı. ilk olarak, okulda kimsenin yanına oturmak istemediği Hacer'in yanına oturmak istiyorum ögretmenim diyerek başladı farklılıklarla süren hayatı. Hacer bile şaşırmış şaşkın şaşkın bakıyordu onun yüzüne. Hacer çok dağınık, biraz anlama zorlukları olan problemli bir ailenin kızı idi. Hande ise mühendis Kamil Beyin biricik kızı. Ögretmen pek oturtmak istemedi önce Hacer'in yanına Hande' yi. Daha sonra bir tatsızlık çıkmasın diye öğretmen Hande'nin annesini çağırdı. Annesi eve geldiklerinde Hande'ye sordu : - Neden yavrum Hacer in yanına oturmak istiyorsun? Hande cevap verdi : - Geçen baharda menekşeler ekiyorduk hani anne, o gün sen bana menekşeler güneşi sevmez demiştin, oysa her bitki güneşi sever. Menekseler farklı, belki de bu yüzden bu kadar güzeller. Hacer'in ya nına kimse oturmak istemiyor. Ben farklı olmak istiyorum. Belki Hacer de güzeldir, onu fark etmek istiyorum, dedi. Annesinin ağzı açık kalmıştı. İlkokul 4.sınıf öğrencisi kızının olgunluğuna hayran kalarak - peki kızım kimin yanında istersen oturabilirsin, ' dedi. Pazartesi Hande Hacer'in yanında oturmaya başladı. Hem Hande tedirgindi, hem Hacer.Birbirleri ile hiç konuşmuyorlardı. Diğer kızlarda soğumuştu Hande'den. Nasıl Hacer gibidağınık, bir şeyi, iki kere anlatınca anlayan fakir bir kızın yanına oturmayı istemişti.En çok alınan doktor Cemal Beyin kızı Esin'di. Anne babaları her hafta sonu görüşüyorlar, Hande ve Esin birlikte oynuyorlardı. Nasıl olur da kendi yerine Hacer'i seçerdi. Çok gururu kırılmıştı Esin'in. Hande ile konuşmuyordu.Birgün Hande ve ailesi Esinlerle dağ köylerinden birinde gerçekleştirilecek bir panayıra katılmak için sözleştiler. Hande gene Esin'in somurtacağını bildiği için gitmek istemiyordu.İçin için de Hacer'e kızmaya başlamıştı ark adaşları ile arasının bozulmasına sebep olmuştu.Neden sanki bu kadar dağınıktı, neden her şeyi iki kerede anlıyordu? Yoksa aptal mıydı?Sonra menekşeleri hatırladı hemen düşüncelerinden utandı. Hacer farklı diye yargılamaması gerekiyordu. Hacer'in, kimsenin bilmediği güzelliklerini keşfedecekti. Buna tüm gücü ile inandı. Panayıra gittiklerinde Esin somurtarak karşısında oturuyordu, Hande ile konusmuyordu. Hande canı sıkıldığından biraz dolaşmak için annesinden izin aldı. Köy yolunda yürümeye başladı. Hava iyice soğumuş ve ayaz iyice artmıştı, kar atıştırmaya başlamıştı. Hande karı çok seviyordu, yürüdü, yürüdü. Köye gelmişti. Bir evin önünde durdu. Evin penceresinde ki saksıya gözü ilişti. Gözlerine inanamıyordu, bunlar mor menekşelerdi. Ama kıştı ve menekşeler soğuğu hiç sevmezlerdi eve dogru bir adım attı. Kapıda beliren gölgeyi çok sonra fark etti bu Hacerdi. Hande'ye gülümsüyordu. - Hoşgeldin Hande buyurmaz mısın?, dedi. Biraz ürkek, şaşkınlıkla kapıya doğru ilerledi Hande ve içeri girdi. Oda sıcacıktı odun sobası her yeri ısıtmıştı. Menekşeler diyebildi sadece Hande... - Bu soğukta ? Hacer gülümsedi ; - Onlar annem için, annem onları çok sever. Sonra yatakta yatan kadını fark etti Hande. 'Annen hasta mı?' dedi. 'Evet 2 sene önce felç oldu ona ben bakıyorum, bizim kimsemiz yok, birtek ineğimiz var onunla geçiniyoruz. Ama tüm işler bana baktığı için derslere çalışacak pek vaktim olmuyor, dedi Hacer utanarak. Bir de bizim köyden şehre araç yok, bu yolu he r gün yürüyorum o yüzden de çok yorgun okula geliyorum dersleri anlamakta güçlük çekiyorum. Hande'nin gözleri dolmuştu. Dışarıdan gelen ses ile kendine geldi. Annesi onu arıyordu. Çok merak etmiş olmalıydı. Dışarıya koştu ve annesine sarıldı, ağlıyordu. Bir müddet sonra anne bu Hacer diye tanıştırdı sıra arkadaşını. Hacer'in yaptığı sıcak çorbadan içtiler birlikte. Hande annesine anlattı Hacer'in hayatını, ağlayarak. 'Bir şeyler yapalım anne' dedi. O hafta annesi ve Hande, Hacerlere gidip annesi ve Hacer'i kendi evlerine taşıdılar. Hacer artık Handeler den okula gidip geliyordu, ne dağınıktı, ne de aptal. Sınıfın en iyi öğrencisi olmuştu. Seneler geçti Hacer ve Hande bir arkadaş değil, iki kız kardeşlerdi artık. Mor menekşeler Hande'ye Hacer'i armağan etmişti. Hacer'e ise hem Hande'yi, hem hayatı. Seneler sonra ikisi de evlendi. Hacer şimdi bir doktor. Hande'den vicdanın ne kadar önemli olduğunu öğrendi, hastalarına vicdanıyla birlikte şifa dağıtıyor. Hande ise b ir ögretmen. Çocuklara farklı olan şeyleri sevmeyi de ögretiyor. Bir kızı var adı, Hacer Menekşe. Hayatta en çok sevdiği iki şeye birini daha ekledi Hande. LÜTFEN SEVGiNiZE ÖNYARGI KOYMAYIN. HERŞEY SEVİNCEYE KADAR FARKLIDIR SEVDİKTEN SONRA İSE SEVGİNİN DİLİ HEP AYNIDIR
  10. Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: arman başlık Forum Oyunları
    Anlamsız..........
  11. nice nice yıllara hepinise........................... ................... Özelikle şiir dostu ELİFLE yüreginizdeki duygusal ,anlamlı yanınızın sürmesi dilegimdir.........
  12. Umarım güsel şeyler adına bir süre uzaklaşıyorsunduy MINEU..............sevginle kal..................
  13. MUHSİN ERTUĞRUL SAHNESİ YIKILAMAZ! Sahne Yıkıcılarına Ve İstanbul Yağmasına Dur De! Emperyalizmin İçteki Ortakları; Cumhuriyetin Kazanımlarına , Kültür Varlıklarımıza Ve Sahnelerimize Gözünü Dikmiş, Onları Yıkmak İstiyorlar. İstanbul'un Tarihi Ve Kültürel Dokusunu Yok Eden, Kongre Vadisi Projesi İle Bir Kültür Anıtını Tarihe Gömmeye Çalışan Anlayışa Teslim Olmayacağız. Sistemli Politikalarla Türkiye'yi, Çağdaş Değerlerden Uzaklaştırmaya,Muhafazakarlaştırmaya,Sanatla Bağını Koparmaya Çalışan Zihniyete Karşı Direneceğiz. AKM'yi yıktırmadık. Rant politikalarına kurban edilmek istenen Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin yıkılmasına da izin vermeyeceğiz. Karanlığı sanatla aydınlatmak için, İnsanı insana insanla anlatmaya devam edebilmek için, Yıkım Emri Bekleyen Kepçelere Dur De! Sorumluları Son Kez Uyarıyoruz . Kamu Sorumluluklarını Yerine Getirmeye Davet Ediyoruz. Biz Aşağıda İmzası Olanlar; DURMAK YOK, AYDINLIĞA DEVAM. Orhan Aydın – (NHKM), Orhan KURTULDU - (TOMEB İst.Temsilcisi), Tamer LEVENT-(TOBAV Gn.Bşk.), Çetin SOYSAL-( CHP İstanbul Milletveklili), Eyüp MUHÇU-(MİMARLAR ODASI İstanbul Büyükkent Şb.) , Bedri BAYKAM-(UPSD Gn.Bşk.), Prof. Türkan SAYLAN –(ÇYDD Gn.Bşk.), Av. Nazan MOROĞLU –( İst.Kadın Kuruluşları Birliği Bşk.), Süleyman ÇELEBİ-(DİSK Gn. Bşk.), Ali Rıza KÜÇÜKOSMANOĞLU-(Disk Yönetim Kurulu Üyesi) Av.Kazım KOLCUOĞLU-(İst. Baro Bşk.), Dr. Kemal SEVGİSUNAR-(Kültür Sanat-Sen Gn.Bşk.),
  14. Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: kaplan-200 başlık Güncel Konular
    Zaten size özelikle alın kutlayın diyen olmadıki...........zaten o provaksyonlar degilmi kişileri bu noktaya getiren!!NEWROZ kürtlerindir PKK ların degil!!bunu neden ayrıd edemiyorsunuz veya neden kabulenmek bukaday zor?evet gene yineliyorum umarım TÜRK ve KÜRT ler bir arada bunu kutlama şansımız olur!
  15. Nice yıllar...........................
  16. ALINTI(Yayamaz Kayımca @ 03-24-2008, 20:09) Bunları benim fareler sandım gittim baktım çıkss degilmiş benimkiler kafesleyinde NİCE NİCE YILLARA......... Ahanda Yayamaz Kayımca beni kutlamış ya, ölsemde gam yemem artık... Takip ediyordum foruma sık girdiğim zaman ama hiç konuşamamıştık değil mi? Sevindirik oldum, sağolasın... Şey nedemek efendimmmm beni mahçup ettinis aman öyle ölüm mölüm v.s v.s ifadleri kulanmayın sakın ben sevindiyik olmadımda mutlu oldum asçık....tekrar nice yıllaya saglık,huzur,mutluluk ve asçık para sizinle olsun TENGER BOŞİG................
  17. AYRIMCILIĞA UĞRAMAMA HAKKI - TEMEL BİR HAK “Elinde bir kerpeten vardı. Sürekli telefonun nerede olduğunu soruyordu. Ona, hiç görmediğimi söyledim. Bunun üzerine başparmağımı uzatmamı söyledi. Başparmağımı tuttu ve kerpetene yerleştirdi. Kerpetene sertçe bastırdı ve başparmağımı ezdi. Daha sonra ne olduğunu hatırlamıyorum.” Bangladeşli dokuz yaşında bir erkek çocuğu bir polis tarafından gördüğü muameleyi bu şekilde anlatıyor. Herkesin işkence ve kötü muamele tehdidinden uzak yaşamaya hakkı vardır. Uluslararası hukuk, açık ve net olarak işkenceyi her koşulda yasaklar. Evrensel kınamaya rağmen, işkenceciler hala sayısız kurban üzerinde zorla fiziksel ve zihinsel şiddet uygulamaya devam ediyorlar- ve başları derde girmiyor. Uluslararası Af Örgütü işkenceyi ilk ifşa etmeye başladığından bu yana dünya oldukça değişti. İşkenceye karşı mücadelede karşılaştığımız zorluklar ve olanaklar da değişti. İşkencenin herhangi belli bir siyasi sisteme özel olmadığı açıktır. İşkence diktatörlüklerde olduğu gibi demokrasilerde de, askeri hükümetlerde olduğu gibi sivil hükümetlerde de meydana geliyor. İşkence kurbanlarının, siyasi tutuklular kadar adli zanlılar, muhalifler kadar dezavantajlı kişiler, inançlarından dolayı olduğu kadar kimlikleri nedeniyle hedef alınanlar olduğu da bir o kadar açıktır. Kurbanlar erkek, kadın, yetişkinler ve çocuklardır. İşkence nedir? İşkence, yasaklanan fiiller listesiyle tanımlanamaz. İnsan hakları sözleşmeleri işkenceyi, sözleşmelerin amaçları ve oluşturuldukları farklı kapsamları da yansıtarak bir kaç değişik biçimde tanımlar. Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Davranış veya Cezaya Karşı Sözleşme, devlet görevlileri tarafından veya onların rızası veya kabulü dahilinde yapılan ihlalleri kapsar. Bu sözleşme, işkenceyi bilgi ya da itiraf elde etmek, ceza, korkutma, ya da baskı amaçlı, ya da “ ayrımcılığa dayanan herhangi bir nedenle”, “kişiye fiziksel ve ruhsal olarak ağır acı veya ıstırap veren kasten yapılan tüm fiiller” olarak tanımlar. “İşkence” ve diğer “zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı davranış ve cezayı” (kötü muamele) birbirinden kesin olarak ayırabilecek bir çizgi çizmek imkansızdır. Bir kötü muamele fiilinin işkence olup olmadığı, ihlalin çeşidini ve şiddetini de içeren bazı faktörlere dayanır. Hem işkence, hem kötü muamele uluslararası hukukta her koşulda yasaklanmıştır. İşkencenin içeriği Polis memurları yasaları ve toplumun tüm üyelerinin haklarını korumaktan sorumludur. Buna rağmen, devletin işkence yapma olasılığı en yüksek görevlileri polis memurlarıdır. 1997’den beri 140’tan fazla ülkede polisin işkence ve kötü muamele yaptığı rapor edilmektedir. Çoğu ülkede polis vahşeti için açılan davaların sayısı, şikayet sayısının sadece küçük bir bölümünü oluşturur; mahkumiyetler ise çok daha azdır. Günümüzde savaşlardaki kayıpların çoğu asker değil sivildir. Bugünün çatışmalarında sivil halkı terörize etmek savaşı sürdürmenin yaygın bir yöntemi haline geldi. Bu genellikle işkencenin kullanılmasını da kapsıyor. Örneğin, son dönem çatışmalarında tecavüz sistematik bir savaş silahı olarak kullanılmaktadır. İşkence, kötü muamele ve kasıtlı ihmaller çoğu ülkenin hapishanelerinde oldukça yaygındır. Bazı mahkumlar için bu, hapis cezasının ölüm cezası haline gelmesi demek oluyor. Uluslararası Af Örgütü adli bedensel cezanın da – bir organın kesilmesi, damgalama, kamçılama ve kırbaçlama gibi – işkence veya kötü muamele oluşturduğuna inanmaktadır. “Bana, betondan yapılmış bir yatağa uzanmamı söylediler. Her köşede bir halka var… Bana yüz üstü yatmamı söylediler ve sebebini sorduğumda [bir memur] beni yere itti ve levhayı üzerime koyarak elektrik verdi. Kaslarımı hareket ettiremedim. Ellerimi halkalara kelepçelediler ve sonra ayaklarımı zincire vurarak, zincirleri halkalara kelepçelediler. Bana levhayla bir kez vurdular ve onu üzerimde bıraktılar. Beni öldüreceklerini düşündüm. 17 saat kadar yalnız bıraktılar. Tuvalete gitmem gerektiğini söylediğimde bana “çocukken hiç üzerine işemedin mi?” dediler. Ben de öyle yapmak zorunda kaldım. Tesiste 1997-98 yılları arasında işkence ve kötü muamele olduğu iddialarının ardından ABD (Marianna, Florida) Jackson Bölgesi Islah Kurumundan Göç ve Vatandaşlık Servisi (INS) tarafından transfer edilmiş bir tutuklunun yeminli ifadesinden. Cezasızlıkla mücadele Bazı hükümetler işkenceyi, gücü ellerinde tutma stratejilerinin bir parçası olarak kullanıyorlar. Birçok hükümet insan hakları konusunda konuşuyor ve bu söylemleri onların işkencecilerden hesap sorma konusundaki büyük siyasi isteksizliklerini gizliyor. Devletler etkin koruyucu önlemler geliştirme, bütün işkence şikayet ve bildirimlerini zamanında, tarafsız ve etkin olarak soruşturma, sorumluları adalet önüne çıkarma ve kurbanlara giderim sağlamakla yükümlüdür. Ne var ki, birçok ülkede işkencecilerin cezalandırılmaması çok yaygındır. Dünya çapındaki işkence mağdurlarının çoğu için adaletin yerine gelmemesi açık bir gerçektir. Birçokları için şikayet başvuruları ve işkencecilerin yargı önüne çıkarılması girişimleri adaletle değil daha fazla taciz ve baskıyla sonuçlandı. Cezasızlık, diğer her bir unsurdan daha fazla, işkencenin yasa dışı olmasına rağmen, hoşgörüleceği mesajını verir. “Cezasızlık” kural, adalet istisna olmayı sürdürse de, son yıllarda kendi ülkelerinde adaletten kaçmış olan işkence zanlılarının ya başka ülkelerdeki ulusal mahkemeler ya da uluslararası ceza mahkemeleri önünde hesap vermeleri konusunda çok önemli tedbirler alınmaya başlandı. Ayrıca, işkence ve diğer insanlığa karşı işlenen suçlar, savaş suçları (işkence dahil), ve soykırım suçlarını yargılayacak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) kurulmasıyla da çok önemli bir adım atılmış oldu. Özel kişilerin yaptığı işkence İşkence, genellikle polis memurları, askerler, istihbarat elemanları, hapishane gardiyanları ve devletin diğer aracıları tarafından yapılıyor. Ama her zaman değil! İşkence aynı zamanda silahlı siyasal grup üyeleri veya bazı durumlarda sivil bireyler tarafından da yapılabiliyor. Uluslararası Af Örgütü, sivil bireyler tarafından uygulanan şiddet hareketlerini, ancak bunlar uluslararası standartlardaki işkence kavramının türü ve şiddetine uyduğunda ve devletler bu tür şiddet hareketlerine karşı etkili koruma sağlama zorunluluğunu yerine getirmekte başarısız olduğunda işkence olarak tanımlar. Devletler halklarını sadece kendi birimleri tarafından yapılan işkenceye karşı değil, aynı zamanda sivil bireyler (“devlet dışı kimseler”) tarafından yapılan benzer uygulamalara karşı korumakla da sorumludur. şiddet içeren ırkçı saldırılara karşı koruma sağlamayı başaramazlarsa devletler işkenceye izin vermek veya işkenceyi kabullenmekten dolayı sorumlu duruma düşebilirler. Aynı zamanda, işkenceyi ve kötü davranışı engellemekte, bu tür ihlaller olduğunda onları araştırmakta, ileri sürülen suçluların aleyhinde dava açmakta, adil davalarla adaleti sağlamakta, ve kurbanlara yeterli bedel ve tazminatın diğer türlerini sağlamakta etkili adımlar atmakta yeterli gayret sarfetmezlerse sorumlu tutulabilirler. Mesela bir devlet, ev işlerinde çalışanlara kötü davranışlarda bulunulmasını, bu kötü davranışın işverenin özel mülkünde olduğu veya bu tür uygulamaların sosyal veya kültürel değerlerle kabul edilebilir sayıldığını ileri sürerek suçluları yargılama sorumluluğundan kaçamaz. Ayrımcılık İşkence ayrımcılığı körükler. Tüm işkenceler kurbanın insanlıktan uzaklaşmasını, işkence yapanla işkence gören arasındaki insani ilişkinin yok olmasını içerir. Eğer kurban hor görülen bir sosyal, siyasi veya etnik gruptan ise, bu insanlıktan uzaklaştırma süreci daha da kolaylaşır . Ayrımcılık, kurbanın bir insan olarak değil de bir nesne olarak görülmesine ve bu yüzden de kurbana insanlık dışı davranılmasına sebep olduğundan, işkencenin yolunu açar. Devletleri, devlet dışı aktörler tarafından yapılan ihlalleri engellemekten ve bu kimseleri cezalandırmaktan sorumlu tutmak, ayrımcılığa uğrayan kişilerin insan haklarını savunma mücadelesi için çok önemlidir. Her gün bu ayrımcılık kendisini gerek aile içi şiddet, gerekse ırkçılık veya eşcinsel düşmanlığı biçiminde şiddet olarak gösteriyor. Kurumsallaşmış ayrımcılık, genellikle kurbanların yetkililerden koruma ve destek alamayacağı anlamını taşıyor. Hükümetler yükümlülüklerini yerine getirmek konusunda seçici olamazlar. Nerede olursa olsun ve kurban veya suçlu kim olursa olsun, hükümetler herkes için işkence ve kötü muameleyi sona erdirmek için mücadele etmelidir. İşkenceye karşı kampanya Teknolojik gelişmeler hem işkence yöntemlerini hem de onunla mücadele etme yollarını etkilemiştir. Elektro-şok aletleri zapt etmek, kontrol altına almak veya cezalandırmak için geliştirilmişlerdir. Aynı zamanda, iletişim teknolojisi işkenceye karşı çalışanların yeni yöntemlerle örgütlenebilmesine olanak sağlamaktadır. Bugün işkencecilerin saklanması daha zor; nereye giderlerse gitsinler, yeni uluslararası eylemci ağları ve koalisyonları onları her yerde izleyebilmektedir. İşkencenin yaygınlığı korkutucu gözükebilir ama eylem birliği üzerine kurulu bir kampanya, güç ve motivasyon potansiyeline sahiptir. İşkenceciler toplumun kayıtsızlığından güç almakta. Bizim görevimiz kayıtsızlığı öfkeye, öfkeyi harekete geçirmektir. Şiddet kurbanları için acı ve ıstırap, suçluların kim olduğuna, devletin işkenceyi teşvik edip etmediğine ya da kurbanları diğerlerinin şiddet eylemlerinden korumamasına bakmaksızın, çok büyüktür. Devletler bu ihlalleri engelleme, kovuşturma ve mağdurlara giderim sağlamakla yükümlüdür. Uluslararası Af Örgütü bu yükümlülükleri yerine getirmeleri için tüm devletlere çağrıda bulunmaktadır.
  18. TARİKATLAR, DİNİ CEMAATLAR VE 22 TEMMUZ-1 Başlarken Türkiye'nin çok partili döneme geçişiyle birlikte tarikatlar ve cemaatler siyasette etkili olmaya başladı. Her seçim döneminde tarikat şeyhleri, cemaat önderleri, destekledikleri siyasetçileri müritlerine işaret etti. Demokrat Parti ile başlayan süreç 1980 darbesinden sonra renk değiştirdi. Bu tarihe kadar sadece seçmen olmakla yetinen tarikatlar, artık seçilen olmaya başladı. Müritler de aktif siyasete girdi. Tarikatlar, farklı siyasal partileri destekleseler de hep sağ görüşlü siyasal oluşumlar içinde yerlerini aldı. Sadece merhum Bülent Ecevit'in DSP'si cemaatlerden oy almayı başardı. Meclis'e girmeyi başaran müritler, Ankara'ya gittikten sonra da şeyhlerini unutmadıklarını gösterdi. Yeri geldi bunu sadece sözlü ifade ettiler, yeri geldi ellerindeki yetkiyi, tarikatları ya da cemaatleri için kullanmaktan çekinmediler. Önümüzdeki seçimlerde de hemen hemen her tarikatın ve cemaatin, siyasi partilere dönük bazı beklentileri ve hesapları var. Siyasi parti liderleri de onların oylarına talip olduklarını, seçime az bir süre kala yaptıkları manevralarla gösteriyor. Kısacası, tarikatlar ve cemaatler memnun, siyasi partiler de... Milliyet, bu yazı dizisinde tarikat ve cemaatlerin 22 Temmuz seçiminde oynayacakları role büyüteç tutuyor. Gülen cemaati AKP'yi destekliyor Fethullah Gülen cemaatinin AKP listelerinde 30 dolayında milletvekili adayı olduğu belirtiliyor. Gülen'i eleştirdiği söylenen eski Adalet Bakanı Cemil Çiçek'e destek yok. Sivas'ta BBP'li Yazıcıoğlu destekleniyor Yurtiçinde ve yurtdışında açtığı okullarla tanınan Gülen cemaatinin yıldızı ilk kez 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın başbakanlığı döneminde parladı. Zaman gazetesi ve Samanyolu televizyonu cemaate bağlı. Devletin çeşitli kademelerinde kadrolaşmalarıyla sık sık kamuoyunun gündemine gelen cemaatin lideri ise Fethullah Gülen... 28 Şubat sürecinde ABD'ye giden Gülen, cemaatini buradan yönlendiriyor. Talay'ı desteklediler 2002 seçimlerinde, bölgelerdeki adaylara göre değişik partilere destek veren Fethullah Gülen cemaati, özellikle İsmail Cem'in Genel Başkanlığını yaptığı Yeni Türkiye Partisi'nden (YTP) Gaffar Yakın ile YTP'nin Genel Sekreterliğini yapan eski Kültür Bakanı İstemihan Talay'a açık destek çıkmıştı. DSP baraj kaygısı nedeniyle desteklenmedi. AKP'ye ise yeniden 28 Şubat süreci yaşanır korkusuyla açıktan destek verilmemişti. Ancak, AKP'ye oy verilmemesi yönünde cemaate telkinde de bulunulmamıştı. Aslında, destek vardı ama bu yüksek sesle telaffuz edilmiyordu. Bu seçimlerde ise kayıtsız şartsız destek var. Cemil Çiçek tepkisi Fethullah Gülen'den seçim için açık bir konuşma beklenmiyor. Ancak, cemaate yakın yayın organı Zaman gazetesi hükümetin uygulamalarından memnun. Gazeteden AKP'ye açık destek veriliyor. Ancak, AKP Ankara milletvekili adayı ve eski Adalet Bakanı Cemil Çiçek'e ise destek yok. Nedeni, cemaat tarafından çok net bir şekilde ortaya konuluyor. Hürriyet yazarı Ahmet Hakan'ın isim vermeden yazdığı ve daha sonra kamuoyunda Cemil Çiçek'e atfedilen, "Bu Fethullah Gülen de çok oluyor" sözleri, cemaatte büyük tepki yarattı. Çiçek'in desteklenmeyeceği kesin bir ifadeyle Ankara'da dile getiriliyor. Cemaatin önde gelenleri, geçmişte Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile cemaatin bugün olduğu ölçüde yakın olmadığına dikkat çekiyor. Geçmişte, Özal'ın ANAP'ına açık destek veren Gülen cemaati, bugün AKP'yi ANAP'ın devamı olarak görüyor. İcraatlarını da Özal'ın icraatlarına benzetiyor. AKP milletvekilleri adayları içinde cemaate yakın 30 dolayında isim olduğu, bunlarında seçilebilecek sıralardan aday gösterildiği söyleniyor. Nevval Sevindi'ye destek Zaman gazetesinden 2 ay önce ayrılan Nevval Sevindi DP'den aday olmasına rağmen desteklenecek. Fethullah Gülen ile seri röportajlar kitabı bulunan ve uzun süre Zaman gazetesinde köşe yazarlığı yapan Nevval Sevindi, cemaate olan yakınlığıyla biliniyor. DP İstanbul milletvekili adayı olan Nevval Sevindi, bu konuda konuşmak istemiyor. Sevindi, sadece, ayrıldıktan sonra adaylık süresince gazetenin kendi isminden tek kelime bahsetmediğini belirterek kırgınlığını dile getiriyor. Kendisinin cemaatten biri olmadığının altını çizen Sevindi, okurları arasında kendisini seven çok sayıda insan olduğunu, bu noktada cemaate bağlı insanların kendisini destekleyeceğini düşünüyor. Milli Görüş'e destek yok Gülen cemaati, geçmişte pek çok bölgede adaylara göre farklı siyasi partileri destekledi. Bir dönem merhum Bülent Ecevit'in DSP'sine açık destek veren cemaat, bu seçimde DSP'ye, dolayısıyla CHP'ye destek vermiyor. Bu da cemaatin asıl desteği isme verdiğini gösteriyor. Cemaat, Necmettin Erbakan'ın partilerine ise hiç destek olmadı. Hatta 28 Şubat sürecinde Fethullah Gülen, Erbakan'ı açıkça eleştirdi. Milli Görüşçülerle cemaatin yıldız hiç barışmadı. BBP'ye değil, Yazıcıoğlu'na Bağımsız adaylık için Genel Başkanlığını yaptığı partisi BBP'den istifa eden Muhsin Yazıcıoğlu'nun Gülen cemaatinde önemli bir yeri var. 1999'da Gülen'in vaaz kasetleri kamuoyuna yansıdığında büyük tepki toplarken, eski BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu Gülen'e destek olmuştu. Cemaat bu olayı, o tarihten bu yana hiç unutmadı. Cemaat, partisinden istifa edip Sivas'tan bağımsız aday olan Yazıcıoğlu'nu bu bölgede destekleyecek. Ancak BBP'nin diğer şehirlerdeki bağımsız adaylarına aynı destek verilmeyecek. Hala oğlu aday gösterilmedi Fethullah Gülen'in halasının oğlu olan Kazım Avcı, Erzurum AKP'den aday adayıydı. Avcı, "Fethullah Gülen dayımın büyük oğludur. Öteden beri milletvekilliğini düşünüyordum. Kendisine de danıştım ve olumlu yanıt aldım. Ben her şeyimi zaten kendisiyle istişare ederim" diye açıklamada bulunmuştu. Ancak, bu açıklama, hem cemaatte hem de AKP'de olumsuz karşılandı. Cemaatin önde gelen isimleri, böyle bir görüşmenin olmadığını söyledi. Avcı'nın Gülen'in ismini açıkça kullanmaktan kaçınmadığı için cemaat içinde tepki çektiği biliniyor. Bu yüzden Avcı'nın Erzurum'dan aday gösterilmemesine cemaat kırgın değil, hatta memnun. Said-i Nursi ve Nurculuk Nurculuk, Bediüzzaman Said - i Nursi olarak bilinen, 1873 doğumlu Said - i Kürdi'nin 130 parçadan oluşan "Risale - i Nur" isimli altı bin sayfalık eserini yazmasıyla doğdu. Bu kitapları okuyup Said - i Nursi'nin fikirlerini benimseyenlerin oluşturduğu cemaat, "Nurcular" olarak anıldı. Said - i Nursi, cumhuriyetin ilk dönemlerinde yasaklı bir konuma geldi. Said - i Nursi'nin Demokrat Parti iktidarında serbest bırakılması nedeniyle, Nurcular önce bu partiye ardından Adalet Partisi'ne yakın oldu. Said - i Nursi'nin 1960 yılında ölmesinden sonra talebeleri tarafından cemaat genişletildi. Cemaat, bugün Fethullah Gülen ile Mehmet Kutlular tarafından farklı kanallardan devam ettiriliyor, çok parçalı bir görünüm arz ediyor. Nurcularda en kalabalık ve güçlü kanalı Fethullah Gülen cemaati oluşturuyor. Yeni Asyacılar olarak da bilinen Mehmet Kutlular'ın da azımsanmayacak bir cemaati bulunuyor. Bu iki cemaatin de önümüzdeki seçimlere bakışı farklı. Nasıl etkili oluyorlar? Hemen her cemaatin illerde ve ilçelerde bölge imamları ya da bölge liderleri bulunuyor. Bu liderler, merkezden, yani şeyh ya da cemaatin en tepesindeki isimden aldıkları işaretleri, haftalık toplantılarda cemaat mensuplarına aktarıyor. Böylelikle, hangi parti ya da hangi adayın destekleneceği her yerleşim birimine ulaşıyor. Cemaat mensupları daha sonra toplum içinde, çalıştıkları yerlerde, yakın çevrelerine bu yönde telkinlerde bulunuyor. Özellikle de cami cemaati arasında bulunan çok sayıda kararsız seçmen, cemaatlerin bu telkinleriyle karar veriyor. Cami görevlileri, aynı cemaate mensupsa, bu telkinin gücü iyice pekişiyor. 'Hocanın gösterdiği yol doğrudur' noktasından hareket edilerek kararsız cami cemaati istenildiği gibi yönlendiriliyor.
  19. F.Gülen'in Yedeğinden Fetvalar “Fetullah Gülen öldü” haberi üzerinden epey bir zaman geçti. “Yaşıyorum” deyip kanlı canlı programlar yapacağına, otomatiğe bağlanmış fetvaları geliyor Amerika’dan. Hâlbuki boynu bükük duruşu ve arkadan verilen ışık ile nurlar içinde imiş gibi bir görüntü tüm dedikoduları bitirirdi. Biz de ölüye mi diriye mi yazdığımızı bilirdik. Türkiye’de, bir olay oldu mu F.Gülen hemen o konuda fetva veriyor. Ayni cepheden, benzer tarz yaklaşım bol miktarda var. Hasan Cemal’i, Taha Akyol’u, Mete Tuncay’ı, Fehmi Koru’su, Tayyib Erdoğan’ı sosyal hutbeleriyle biliyoruz. Bunların yanına bir de Gülen ekleniyor, işin manevi cephesi tamamlanıyor. Bu sefer Şehit cenazeleri hakkında ahkâm kesmiş. Nisan ayında da yine benzer bir röportaj ile “Türk Milleti” diyen, “vatan, ülke, ülkü, bayrak” sözlerini dilinden hiç düşürmeyen ve hatta “din, iman, Kur’an” fedaisiymiş gibi arz-ı endam eden bir sürü eli kanlı insan bozması var meydanlarda. Bunlar “milli ruh” diye diye milletin önüne kuyular kazıyorlar,” demişti. Bu veciz ve önemli söylemi hatırlattıktan sonra gelelim BOP Şeyhülislam’ının fetvasına. Son dönemde söyledikleri, Yunanlı yarı Tanrı, Zeus’un mahdumu Herkül adlı sitenin, “kırık testi” bölümünde yayınlanıyor. İslâmi söylemlerin arasına, Washington’un rahatsız olduğu konular usturubuyla yerleştiriliyor ve ne kadar günahkâr olduğumuzu öğreniyoruz. Röportajın başlığı, “Kınalı Kuzular ve Şehit Cenazelerindeki Saygısızlıklar”. ABD’nin dini lider kadrosunda ki hocası F.Gülen’e soruyorlar: · Son günlerde, şehitlerimizin cenaze törenlerinin adeta mitinge dönüştürülmesini ve bu vesileyle bazı devlet büyüklerinin protesto edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? · … Bir kısım şovmenler tarafından yapılan taşkınlıkların ve atılan sloganların ne dinde yeri vardır ne de millî geleneklerimizde.. Peygamber Efendimiz’in vaaz’ ettiği çerçeve içinde hareketlerini belirlemeyenler din açısından mü’minlerden değildir; onlar kopuk kimselerdir. Efendimiz’den kopmuşlardır onlar, dinin özünden kopmuşlardır… Fetullah Gülen, şehit cenazelerinde ki infiali tenkit ederken ipin ucunu kaçırıyor ve törene katılanları “Müslüman” olmamakla suçluyor. Hz. Muhammed(s.a.v)in vaazı çerçevesinde harekete, Amerikan menfaatleri doğrultusunda fetva vermek giriyor mu diye soruyor vatandaş? Şehit yakınlarına “şovmen “diyen Gülen onları aforoz ediyor ve iktidarı kutsuyor söylemi ile. İslâm’ı, ABD ve AKP iktidarı dairesine oturtuyor Küresel düzenin hocası. “Cephesi, Bugün Gazetesinde yayınlanan , 'Erler ölüyor subaylar nerede' söylemi ile çakışıyor.” Provokatör dediği kişiler 1984 den beri bitmez tükenmez bir enerji ile şehit cenazelerini kaldırmaktadır. Kötü niyetle cami harimine sokulduğunu söylediği bu kişiler, hangi kötü niyetin içindedir, açıklarsa öğrenmiş oluruz. İşbirlikçi AKP iktidarına arka çıkmak, Gülen’in görevi haline gelmiş besbelli. “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” diyen bir başbakanın şaibeli raporla evde oturan oğlu için, “Burak gitsin askere” denilmesi ile İslâm’dan çıkmış olduklarını öğrenmiş oluyoruz. Cenaze törenlerinde yapılan bazı işaretlerin yersiz olduğunu ve bunu belki de o partiyi kötületmek isteyen kişilerce yapıldığını söyleyerek, “hem nalına hem mıhına “vuruyor. Şehit cenazelerinde “değişik çılgınlıktan” bahsediyor ki, böyle birkaç cenazeye katılmış birisi olarak, gençlerin ne kadar olgun davrandıklarına şahit oldum. AKP iktidarının seçim yatırımına verdiği bu fetva ile yardımcı olan bir Gülen var karşımızda. Dini siyasete alet etmenin günahından bihaber, şehit cenazesi idare etmeye kalkıyor okyanusun öte ucundan. Avrupa ve Amerika’nın kışkırttığı PKK yı seçim yatırımına dönüştürme hazırlığı yapan Başbakan Erdoğan’a bir tek kelam etmemektedir. Ne diyelim de şehit cenazelerinin millî ruhu uyandırmasına mani olalım fikrine odaklanmaktan, PKK aleyhine iki satır yazmadıklarının farkındalar mı acaba? Bu cenazelere katılanlar, “Hınç duydukları” zümreyi halkın nazarında kötü duruma düşürüyor diyor Gülen. Ona göre her gün gencecik fidanlar ***** kurşunlarla devrilebilir, buna katlanmalı ve hiç tepki verilmemelidir. Devlet adamlarını kötülemek ise İslami kurallara göre zinhar günahtır. Başbakan Erdoğan, ABD; Irak, Afganistan başta olmak üzere Dünya’nın çeşitli yerlerinde insan öldürürken; “Kahraman Amerikalı askerlerin en az kayıpla geri dönmelerine duacı “ olmaktan bahsetmesini hangi İslami kalıba sokuyor da tepki vermiyor Fetullah Efendi? Buna da bir ayet ya da hadis ayarlamışsa öğrenelim diyoruz. Fetullah Gülen ya da yedeği, röportajın devamında kolluk kuvvetlerine görevini hatırlatıyor diyor ki: “Demek ki, şehit cenazelerinde görmeye başladığımız protestolar, bir kısım provokatörlerin işidir… Bunları bulup çıkartma ve huzur bozuculara hadlerini bildirme vazifesi devletimizin istihbarat örgütlerine ve adalet kurumlarına düşmektedir… Allah’ın izin ve inayetiyle, şakîler emellerine ulaşamadıkları gibi şekâvetin sesi-soluğu da bütünüyle kesilecektir.” AKP iktidarı son şehit cenazesinde bayrakları toplattı, Üstler arandı, cami içine ve tören alanına vatandaşları sokmadı. Amerikalı hocanın deyimi ile provokatörler toparlandı. “Allahın izni ve inayeti” ile şakiler emellerine ulaşamayacak ve eşkıyalığın sesi kesilecektir” diyor. Hoca ABD de, “Eşkıya”nın tarifini şaşırmış besbelli! Satırlarının içinde, PKK’nın hamisi Amerika’ya, sömürgesi Irak’a ve işleri Arap saçına döndüren AKP iktidarına bir tek sitemli cümlesi yok. Demek ki onlar Kur’an ve Peygamberin Sünneti çerçevesinde hareket ediyorlar. Şer cephe; iktidarı, medyası, stratejik ortağı ve sahte hocası ile topyekun geliyor. Onlar geldiğinde, biz burada olacağız efendim. Not: 22 Temmuz 2007 seçimlerinde Fetullah Gülen Cemaati, A dan Z ye takım olarak AKP yi desteklerken, Yeni Asyacı tabir edilen diğer Nurcu gurup DP ye arka çıkacaklarını açıkladı. Gördünüz mü “cemaatler” ne için var? 23 Temmuz 2007 sabahında ya “AKP ya da AKP+DP hükümeti” çıkarma faaliyetine omuz veriyorlar.
  20. Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: kaplan-200 başlık Güncel Konular
    Ben newroz un bayram olduğu kanısında değilim evet bayram olarak kutlanılabilir örneğin türklerin ergenondan çıkışı kürtlerin zalim dehakı yenişi veya başka bir milletin kendi tarihinden başka bir kesiti olabilir ancak nedeni ne bayram nede hoş bir gün olması değil kürt halkının efsanesi olan demirci kawanın o tarihlerdeki zulme başkaldırısının bir ürünüdür 21 mart yoksa baharın gelişi ile alkası yoktur o zaman ki durum ve şartta zalimlere karşı mücadele de bir sembol olmuştur newroz ve şimdiye de ışık tutmaktadır bizlere bir bayram gibi dayatılmasının da bilinçli bir politika olduğunu düşünüyorum ve tekrar söylüyorum ne 1 mayıs ne 8 mart ne 21 mart BAYRAM DEĞİL FAŞİZME ,KAPİTALİZME ,EMPERYALİZME karşı mücadele günlerinin adlarıdır........... Newroz..Herkes eminim aynı anlamı çıkarıyor bu kelimeden. EMPERYALİZM ve FAŞİZM'in , gruplaşan, kutuplara ayrılan bu dünyada dönen oyunların karşısında durmaktır. Ben Dünya'lıyım,Türkiye'liyim,ve her bayramda hakkım var diyebiliyorum. Sizlerin de böyle düşündüğünü buradan okuyabilmek isterim. Paylaşmayı bildiğimiz sürece yaşayabilir ve ayakta kalabiliriz. Başka yol yok.Güzel bir şiirle baglamaktan yanayım...... NEVROZ İçimde Nevroz ateşi Her Mart ayı geldiğinde Alev alev yoktur eşi Her Mart ayı geldiğinde özgÜrlÜğe doğru böyle Uç uçta git gÜvercinim Git de bize barış getir Uç uçta git gÜvercinim özgÜrlÜğÜn meşalesi Döner gözÜmde haresi Hep yanıyor tam şurası Her Mart ayı geldiğinde özgÜrlÜğe doğru böyle Uç uçta git gÜvercinim Git de bize barış getir Uç uçta git gÜvercinim NEWROZ HEPİMİZİN BAYRAMIDIR..Ve diyorum ki umarım TÜRK ve KÜRT ayrımı yapmaksızın bu günleri birlikte kutlıyacagımız günler uzak degildir....................
  21. Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: kaplan-200 başlık Güncel Konular
    Başta newrozun ne olduğunu kimin için ne ifade ettiğini bilmeden lütfen yazmayınız... NEWROZ; new, ve ruj yani roj kelimelerinden oluşmaktadır new yeni demektir(ingceyede farsçadan geçmiştir.) roj gün manasına gelmektedir. yani yeni gün manasında. bence yerleşik hayatın bi bayramıdır tarımcılarım emekçilerin bayramıdır; günün uzaması bereket kazanması dır bence... kürtlere olan anlamına gelince kawanın yazın gelişiyle baş kaldırış isyanının sembolüdür. Newroz Nedİr? Newroz, Kürt halkının demirci Kawa önderliğinde Dehak zulmüne isyan ateşini tutuşturduğu ve zaferle taçlandır dığı gündür .New: Yeni, Roz: gün, "Yenigün" anlamına gelir .Bahar yeniliktir . Hareketlilik ve canlılıktır kışın tembellliğin,monotonluğunun ve donukluğunun silkinişidir.Bahar mevsimi mücadele ve başkaldırı günleriyle doludur.Aradan 2616 yıl geçmesine rağmen, direniş özünü kaybetmeksizin her 21 Mart günü coşkuyla Kürt ve İran halklarınca kutlanan Newroz, halkların özgürlüge olan özlemini ve inancını da taşır yüzyıllardır , tarihteki soykırımlara, katliamlara,Halepçelere, yok etme politikalarına rağmen bugüne dek içeriği zenginleşerek, güncel olaylarla birleşip gelen Newroz'un giderek serhildanlarla daha az yayılması aynı zamanda Kürt kültürünün köklerinin zenginliğini de göstermektedir. Bu başkaldırı ve zalimleri yakan ateş son yıllarda daha fazla dağı,daha fazla meydanı ve daha fazla alanı aydınlatıyor.Yeni Dehaklar ateşi söndüremiyorlar, ama özgürlük ateşi yeni Dehak'ları da yakıp daha da gürleşecek ve din, dil, ırk, ulus, cins farklılığı gözetmeksizin tüm emekçilerin birlikte kavgasının yolunu aydınlatacaktı. Kürt tarihinde Newroz Bayramının çıkışı ve tarihi bir kaç şekilde anlatılmaktadır. B.Nikitin, Newroz'un ) tarihinin çok eski yıllara dayandığını ve mitolojik bir kabukta, somut tarihi olaylann saklı olduğunu ve onu efsaneleştirdiğini belirtiyor. Yazılı kanıtların çok az olduğu dönemlerde Newroz'un tarihsel gelişimini sagııklı bir şekilde yazmak tarihçileri zorlamışbr .Kürt tarihçileri, Kürtlerin en eski dini olan Zerdüşt'ün Kitabı Zendavester'de, Firdevs'in Şerefnamısinde Ömer Hayyam'ın Newroz namesinde ve Şerefxan'ın Şerefnamısinde ve günümüzde çeşitli yazılı eserlerde Newroz değişik şekillerde işlenmiş, bugüne taşınmıştır . Bir efsaneye göre, M.O. 612 yılında Asur İmparatorlugu Mezopotamya halklarına, Kürtlerin ataları olan Medlere, lran'lıların ataları Perslere, Ermenilerin ataları Urartulara ve şimdi soyları tükenen Hurilere, Babillere, Elamlılara çok zulüm yapıyordu. Med Generali Keyasker tüm halkların da desteğini alarak Asur zulmüne ve zalim Dehak'a karşı ayaklanır. 21 Mart 612 yılında Asurluların başkenti Ninova'yı kuşatır .Zalim Kral Dehak'ı sarayıyla birlikte yakar . Keyasker'e eski Med ve Pers dilinde "lider, önder, komutan, Ozan" anlamına gelen ''Kawa'' denilir. Bu günden sonra, bütün Mezopotamya halkları özgür olur.Ve bugüne Kürtçe ''Newroz'' (yenigün) derler.Her 21 Mart günü zalim Dehak'ın sarayını yakan ateşi yakıp Newroz'u bir bayram olarak kutlarlar. Başka bir efsaneye göre, M.Ö. 1896 yılından 1176 yılına kadar egemenlik kurmuş olan Kassitli Kürtler, egemenliklerinin ilk yıllarında Babil'i ikinci kez işgal ediyorlar. Söylenceye göre, Kral Cemşid bir taht üzerinde Kürt kenti olan Demawed'den Babil'e götürülürken, yüzü o kadar parlıyor ki, halk onu güneşe benzetir ve gök iki güneş gördü derler , bugüne Newroz denir. Cemşid'in Babil'e girdiği gün 21 Mart'tı. Bugün her yıl bayram olarak kutlanır. Bununla bağlantılı olarak bir başka söylence de şöyle: Cemşid'den itibaren kutlanan Newroz . tôrenlerinde Kürtlerin ateşe bagıılıkları nedeniyle ,dağlarda, alanlarda ateşler yakılır , oyunlar oynanır . M.Ö. 612 yılında Demirci Kawa her yıl kutlanan bayramlardan yararlanıp, bayram için toplanan halkın varlığından yola çıkarak dağlarda Newroz ateşi yaktırıp , isyanı başlatmıştır .Aradan geçen zaman içinde Newroz bayramı ile bu başkaldırı birleştirilmiştir. Firdevs'in Şeyhnamısine (974-999 yıllarında yazılmış) göre, zalim Asur Kralı Dehak'ın omuzunda iki yılan çıkmıştır .Onlara her gün iki Kürt gencinin beyninin verilmesini Dehak'ı etkisi altına alan bir ifrit şeytan önerir. Ve her gün iki Kürt gencinin beyni bu yılanlara yedirilir .Ancak, insaf sahibi bazı kişiler-bir söylenceye göre Demirci Kawa-bir süre sonra ikinci beyin olarak kestikleri hayvan beynini vererek zulmü yumuşatmaya çalışırlar .Kaçırdıkları ikinci genci dğlıara yollarlar. lşte bu dağlarda toplananlar Kürt halkını oluşturmuşlardır. Demirci Kawa da beyinleri Dehak'ın yılanlarına yedirilen 17 Kürt gencinin babasıdır .Y akalanan 18.oğlunu kurtarmak için Dehak'ın sarayını basar. Şeyhnamıye göre, Kawa saraydan çıkarken sarı- kırmızı-yeşil renkli deri önlüğünü isyan bayrağı olarak kulanır. lsyan zaferle sonuçlanır, yönetim Feridun'a (Med Kralı) teslim edilir.Med yenilgisinden sonra bu bayrak lran'a götürülür ve bir anı olarak saklanır. .İs1amiyete kadar gelip geçen hanedanlıklar çeşitli mücevherlerle bayrağı süsler, lslamiyetin yayılmasıyla birlikte bayrağın üzerindekiler ganimet olarak askerler tarfından paylaşılırken, bayrak da yakılır. Nevroz Bayramı farklı biçimlerde tarihe geçse de,ortak bir kaç noktada anlamını bulur. İlk olarak Newroz, 2616 yıllık yıllık geçmişiyle en eski özgürlük bayramıdır. İkinci olarak, Kürt halkının Demirci Kawa önderliğinde zulme, sömürüye, baskıya karşı bir başkaldırı günüdür. Üçüncüsü, Newroz'un isyan ve özgürlük ateşi diğer ezilen ve sömürülen halkları da sarıp giderek evrenselleşmiş, aradan geçen yüzyıllara rağmen, özündeki başkaldırı ve direniş geleneğini yitirmeksizin somut olaylarla örülerek özgürlük mücadelesi yürüten halkların elinde günümüze değin yaşaya gelmiştir . Newroz ateşle bütünleşmiştir.onun içindir ki dağlarda ateşler yakılır.Çünkü ateş aydınlıktır , karanlığa meydan okumanın adıdır.Yüzyıllardır her 21 Mart'ta ülkenin dört bir yanında Newroz ateşi yakıp, mücadele çoşkusunu yükselten ezilen Kürt ulusu kendi kimliğine sahip çıkıyor.Yıllarca örülen korku duvarları yerle bir ediliyor. Son yıllarda mücaadelede hızla ön safalara fırlayan Kürt emekçileir , ulusal kurtuluş mücadelesinde aktif olarak yerini alırken, yeni Kürdüyaratıyor .Dünya ve Türkiye , kamuoyu Kürt Sonununu' ve mücadelenin boyutlarını Kürt serhildanlarında ve elde silah gerilla mücadelesine korkusuzca, katılan Kürt emekçilerinin mücadelesinde görebiliyor. Kürt ulusal mücadelesi Newroz kutlamalarıyla yeniden dirilişin ve özgürlük yoluna düşüsün tarihini yazdılar ve burjuvaziye korku sldırlar.bir zmanlara yasaklanna nwerozların şimdilerde önünün açılması zorunluluğu kürt emkçileirnin bu zorlu savaşımlarıyla başarılmıştır. 21 Mart'lardaNewroz ateşinin Kürdistan'ın her tarafını sardması, kadınlarıyla, çocuklarıyla, öğrenci ve esnafıyla Kürt ulusunun ezici , çoğunluğunu mücadeleye kattığını gören aydınlıktan korkan beyinlerin, yüreklerin karanlıkta kalmasında, körelmesinde, naylonlaşmasında çıkarı olan egemen sınıfları ve çağdaş Dehakları telaşlandırdı ve taktik değiştirmeye zorladı. 1990 Mart'ında faşist diktatörlük "Türk Bayramı'' adı altında Newroz'u valiliklerce törenlerle "kutla''maya başladı. Yine o bayatlamış taktiği ileri sürdüler .Ne de olsa devlet güçlüydü ve bir avuç eşkiyaya pirim veremezdi (!) ( Faşist dikütatörlük Newroz'un özünü boşaltma, pasifize etmek ve onun Misak-ı Milli sınırlarına zarar vermesini engellemek ve ne kadar demokrat (!) ( olduklarını kanıtlamak için böyle bir manevraya ) girişip Newroz'un öz be öz Türk bayramı olduğu demagojisini ileri sürdü.Sözümona, Türkler Orta Asya'da Ergenekon dağında mahsur kaldıklarında, tam nesilleri tükenmek üzereyken Asena'' adındaki bir kurt çıka gelmiş ve 21 Mart günü Türklerin atalarına yol göstererek Anadolu'ya getirmiş ve Türkler, o günden beri 21 Mart'ı Türk bayramı olarak kutluyorlarmış. Ancak, yüzyılardan beri bu bayramı ; illegal kutluyor olacaklar ki, kimse de duyamamış! Diktatörlüğün bu manevrası da sökmedi,.Bu komedya’ya Türk halkı da inanmadı. Bu yalan, diktatörlüğün çaresizliğinin, çürümüşlüğünün yeni bir kanıtı oldu. Kürt halkı kendi bayramını yasal olsa da olmasa da coşkuyla, ülkenin .dört bir yanını Newroz ateşiyle aydınlatarak kutluyor. Her Acem ve Kürt halkları Newroz bayramını direniş ve başkaldırı günü olarak kutlaya geldiler.Botan'da tutuşturulan Newroz ateşi ülkenin batısından doğusuna her yerde yakılarak hakların kardeşleşme şıarı ile bütünleştirildi. Yine her yıl Newroz ateşini daha gür yakan Kürt emekçileri emperyalistler ve uşaklarına karşı özgürlük mücadelesini geliştirip ileriye taşı*********** tüm ezilenlen ve sömürülenleri emekçilere yürnmeis gereken yolu gösterdiler. Tarih yapraklarına direniş ve özgürleşme günü olarak geçen Newroz bayramı tüm emekçi halklara kutlu ve mutlu olsun.
  22. (Biz) Olamadık Zamanımız kalmadı (biz) li günlere Artık sadece Sen Ve Ben Kaldık (biz) olamadık bir türlü Yalvarmama rağmen Adamlığıma bakmadan. Olamadık (biz) olamadık Sen Ben Kaldık koca şehirde Aynı kaldırımlarda yürüdük, Farklı zamanların Aynı düşleriydi belki el ele Ne mutlu baktık Martıların üzerimizde uçuşmalarına Her şey iyiydi de (biz) olamadık Sen Ben Kaldık Şehrin, Herhangi bir yerinde Hep (biz) olmayı hayal ettiğimiz Düşlerinde Yazık Çok yazık Bir aile olamadık seninle 28.12.2005 Saat: Oysa Ne çok istemiştim biz olmayı
  23. Doğmamış Çocuklarımın Anasına Nerdesin? Doğmamış çocuklarımın anası Muhtemelen güzel kadınım, Şimdi şu an İstanbul’un neresindesin? En kalabalık caddelerinde yürüyor musun? Üsküdar da kız kulesini seyredip Yalnızlığınla oturmuş bir banka Benimi düşünmektesin? Çamlıca dan boğaza bakıp Saçlarını rüzgarlarda savurup Mavi denizi gibi İstanbul’un Soğuktan üşümekte misin? Küçük bir çay bahçesinde, Çay mı içiyorsun arkadaşlarınla? Otobüste misin,? İşyerinde mi,? Evde misin,? Başın mı ağrıyor? Yemek mi hazırlıyorsun? Ne yapıyorsun bensiz Gün be gün yaklaşıyorum sana Yüzünü göremediğim Hasret kaldığım ellerin, Çeyiz mi hazırlıyor,? Yoksa Ağlıyor musun? İstanbul’un Bilmediğim bir sokağında, Bilmediğim bir caddesinde misin? Benden uzakta Beykoz’da mı Üsküdar’da mı, Taksimde, Sultan Ahmet de, Dualarda mısın yoksa Nerdesin? Gördüm mü yoksa Güzel gözlerini Aynı yoldan mı geçtik acaba? Aynı sinema salonunda Aynı film emi ağladık beraber.? Aynı minibüste, Paranı mı uzattım, Hiç tanımadığım şoföre? Teşekkür ettin mi bana? Gözlerime baktın mı acaba? Bekliyor musun yoksa beni? Bebekte Deniz kenarında Hüzünlümü sün acaba? Doğum günün ne zaman kadınım? 18 imi ekimin Mayısın 7 simi Ağustosun 8 imi Burcun ne? Kaç kardeşsin? En büyükleri misin? En küçüğümü? Evin tek nazlı kızımı yoksa? Öksüz ve yetim misin benim gibi? Anneni yenimi kaybettin? Yasını mı tutuyorsun kardeşinin? Kimsin acaba? Nerdesin? Kiminlesin? Ellerini tutamadığım Gözlerinde dolaşamadığım Evimin gülü Doğmamış çocuklarımın anası kadınım, İstanbul’un neresindesin? Bekliyor musun beni? Özlüyor musun? Pencerenin kenarından bakarak Bütün ışıklarını yakıp şehrimin Yağmurları camına vuran Serin bir akşamında İstanbul’un Yaşın kaç Ya boyun? Şişman mısın? Zayıf mısın? Beyaz mı tenin? Esmer misin,? Kumral mı,? Sarışın mı Gecelerimi süsleyecek Gözlerin ne renk acaba? Şimdi şu an Abdest mi alıyorsun? Namaz mı kılıyorsun? Dua mı ediyorsun Allah’a? Hayırlı bir eş nasip et diye? Acaba Sende hayırlımı sın? Yoksa umarsız mısın Barlarda mısın,? Erkeklerle misin? Bu kadar uçarı mısın? Aşkına veda mı ettin? Şimdi şu an Onun için mi ağlıyorsun? , Yoksa hala seviyor musun? Umarım iyisindir Hayatımın anlamı Doğmamış çocuklarımın anası, Kadınım, Emin ol İstanbul’u sevdiğim gibi Seveceğim seni Bu koca şehrimin, Kalabalıklarında bir gün Karşına çıkacağım. Kendine iyi bak İkimiz için 21,12,2005 Umarım beni beklediğin pencereden Kayan yıldızı görüp Seni en yakın zamanda bulmamdır Tuttuğun dilek. Ertuğrul Bayam
  24. Bunları benim fareler sandım gittim baktım çıkss degilmiş benimkiler kafesleyinde NİCE NİCE YILLARA.........

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.