Yayamaz Kayımca tarafından postalanan herşey
-
Üsteki üyeyi ne kadar tanıyorsunuz..
Falla dinliyom yahuuu ilaçlarımı içiyom,şayap ,rakı v.s alkol içmiyom,basen uykusus kalıyom okadarcık şiyin bir çocuk işte
-
görünmez olsan ne yapardın..
Neee yahuuuu ben mıyım Bir görünmes olayım üstekinin üserine önce zift sonyamda tüy dökecem
-
Çağrışım
Ögrenci kabusu...............
-
SEN BU FORUMUN......
Sen kendini kandıy zor oldu ama kndime çelik kıyafet hazıylatım ehh zor oluyoo yürümem ama ossun garintideyim artıkın bana... sen bu formun cicisisin
-
AZ SONRA...........
Oytalıktan kaybodugun için işte Kumpir yiyecem (sende istiyonmu )
-
En son ne aldin?
Damam damam anladıkkkkk Bursercana alacam oklafa
-
FORUMDAN ÜÇ KİŞİYE ÇİÇEK VERECEĞİZ VE NEDEN VERDİĞİMİZİ YAZACAĞIZ..
Hıhhhhh işte sana bidene lalae vermicem aldıgımda işte hem ben belkide bursadayım ama senin için bidene bile almıçam hepsi benim olacak ohhhh Dostlugunu ,arkadaşlıgını insanlıgını unutmamış herkese yüregimdeki çiçekleri veriyorum
-
TARİKATLAR VE RADİKAL İSLAMCI AKIMLAR .....
Can Dündar: Biz de Türk basını kapsamındayız ya bunları söylüyorsunuz Türk basınına. Yaşar Nuri Öztürk: Bakın dünya üniversitelerinde 30 yıl okuttuğum tasavvuf Muhammed-i Vicdan ve şuura saltanat uğruna ambargo koyan Emevi dinciliğine sahabe neslinin bir reaksiyonu olarak çıktı. Ben burada tarikatları yerden yere çalmak filan gibi bir niyetim yok ama bir gerçeği tespit edelim. Böyle birbirini hırpalamanın bir alemi yok, bu yakışıksız bir şey. Şimdi ben kalkıp da mesela Mevlana’ya sataşır mıyım? Veya Abdülkadir Geylani’ye sataşır mıyım? Hiç alakası yok. Başka bir şey söylüyorum, bir dönemden bahsediyorum ben. Emevi’nin saltanatı din aracı yapmasına, oradan başlıyor, Evlad-ı Resul’ü bile katletmiştir bunun için. Bakın siyasal İslam’ın prototipi Emevi'dir. Emre Kongar: Bravo tabii. Bravo dedik hocam. Yaşar Nuri Öztürk: Buna reaksiyon olarak gelen tasavvuf büyük tasavvuf yani züht hareketi, esas ismi budur bunun. Sonra tarikatlar döneminde tekrar işi saltanat aracı yapmaya alet edilmiştir. Hepsi mi bunu yaptı? Niyetleri kötü müydü? Onu demiyorum ama bunu görmemiz lazım. Yani tarikatlardan bir sıkıntımız varsa, cemaatler çok iyi söyledi birisi. Holdinglerle tarikatı birbirine katmayın. Başka şey, çok öyle tarikatlar var ki bugün halen tasavvufun saf, temiz vicdanını temsil ediyorlar. Kimsenin bu ülkede Mevlevilerden şikayet var mı? Hazretilerden şikayeti var mı? Hatta Kadirilerden şikayeti var mı? Niye? Onlar tasavvuf ekseninde meseleyi derin bir temizlenme ve arınma olarak görüyorlar, hepimiz saygı duyuyoruz. Şimdi şikayet nerede? Burada teolojik çürüme var, İslam dünyasının esas meselesi teolojiktir. Benim böyle bir yazım da var, mesele teolojik diye. Onu düzeltmeden iki yolu var İslam dünyasının, ya bu dini ilahi kaynağı gibi yaşar işte o düzelmedir. O zaman yükselişe geçer veya bu dini bırakır. Bu dini bu şekilde yaşayarak İslam dünyası hiçbir yere gidemez. İşte bakın geldiği yer. Bugün Papa peygamberini haşa vekella bunu basın toplantısında söyledim, Neron’a bile tarihte reva görülmeyen hakaretlerle İslam’ın peygamberine hareket etti. Şimdi bu adam gelecek bir de Türkiye’de orayı burayı taciz edecek. Bu hayasızlığın ta kendisi değil mi? Bunları konuşmak lazım. Yani nerede tarikatlar? Elin günün sakalsızlığını, bıyıksızlığını mesele yapıp dinine, imanına musallat olanlar bugün neredeler? Peygamber tarihin en azılı katili, canisi diye tanıtılıyor dünyanın önüne. Gıkları çıkıyor mu? Niçin? AKP rahatsız olur. Çünkü AKP Hıristiyanlarla işbirliği içinde Türkiye’nin anasını ağlatıyor. Bunları söylesene kardeşim. Sen tarikat burada, ne anlatıyorsun. Bir üstelik de çoğu tarikat diyor. Tarikat değil, bir defa onları öğreneceksiniz. Şimdi bir şey daha var. Bu Aguste Comte hanımefendi dedi. Aguste Comte o gafı yapmıştır, Aguste Comte yalnız bilim adamı değildir. Aguste Comte filozoftur, felsefe bilimi değil. Tabi bilime ufuk açar ama felsefe bilim değil, filozofta bilgin değil onu da ayıralım. Şimdi bir şey daha söyleyeceğim ve benim bitiyor ondan sonra işim. Bugün diyorsunuz onu da görelim. Efendim Emre hoca bazı noktalarda haklı olarak dedi ki; bu tarikatlar neyse cemaatlar sizin ortak ifadenizle kendi yaşam tarzlarını dayatıyorlar, dayatınca tehdit oluyor ve bundan demokrasi de insan da rahatsız oluyor, toplum yani reaksiyonun arka planında bu var. Şimdi bir şey soracağım ben size, sizi tenzih ediyorum. Siz bu ülkenin hakikaten aydınlarından birisiniz, ben bunu her zaman söylüyorum. Şimdi bunlar dayatıyorlar hayatlarını bize. Bunlar ilkeldir, bunlar yontma taş devri mahlukatıdır diyen adamlar hangi vicdan, idrak ve insafla veya hangi şahsiyet ve onurla bugün bu dayatıyorlar, bunlar çağdışıdır, Türkiye’den bile bunlar dışarı atılmalıdır dedikleri adamların bugün ayaklarının altını yalıyorlar, paspas oldular menfaat için. Siz Türk aydının, Türk basınının, Türk iş çevrelerinin bu çürümesini, bu düşüşünü burada gündeme getirin. Yani tarikatlar demekle bu iş bitmiyor ki. Bakın tarikat, tarikat diye diye cambaza baktırdılar bu ülkede milleti. Şimdi tarikatlardan şikayet adı altında öyle bir düşüş kitlesi vücut buldu ki menfeati için ne Allah’ı var, ne vicdanı var hepsini satmaya hazır ve dün anasına avradına küfrettiği adamların bugün ayaklarının altında paspas oluyor. Bunu seyrediyoruz. Bunları da gündeme getirin. Yani bu ekranlardan halka böyle faydalı olun. Yoksa İsmail Ağa cemaati gibi her cemaatte kavga olur, kıyamet olur. Onu bırakın emniyet çözsün. Ben bunları söyleyeceğim. Burada bizim en önemli problemimiz şahsiyetsizlik, ilkesizlik ve imansızlıktır. İmanımız o olur, bu olur. Yani septikler hiçbir şeye inanmıyoruz dediler. Felsefe onlara diyor ki; hiçbir şeye inanmıyoruz demekte bir inançtır. Bakın şimdi bunu bir tarafa bırakalım ama şahsiyetsizlik bir iman değildir, iki yüzlülük iman değildir, alçaklık iman değildir, saygıya layık değildir. Dün sövdüğüne bugün paspas olmak şahsiyet değildir. Şimdi Türkiye’yi biraz da bu açıdan irdeleyin. Yani cemaatler orada falan. Esasında Türkiye’de aydın, bilmem ne basın mensubu, bilmem ne çağdaş falan filan geçinen ve çağdaşlık adına ve Türkiye’nin yüceltilmesi adına bu kadar ahkam kesen insanların son yıllarda gördük ki şahsiyet paydaları hiçbir tarikatın hiçbir çürümüşlüğünde görünmeyecek kadar düşüktür. Şimdi Türkiye bunu irdeleyecek. Artık 30 sene, 40 sene önceki tarikat bilmem neredeki sapmaları falan onlar aşıldı. Bugün en büyük çürüme, en büyük şahsiyetsizlik oradadır. Hani bunu tashih etmek lazım. Emre Kongar: Siyasette değil mi? Yaşar Nuri Öztürk: Siyasette ve aydınlarda. Aydınların aydınlarını tenzih ederim. Emre Kongar: Teşekkürler. Can Dündar: Teşekkür ederiz. Siz bize yapmamızı tavsiye ettiğiniz her şeyi yaptınız. Onun için medya adına da teşekkür ederiz. Yaşar Nuri Öztürk: Sen şimdi tarikat. Bir güzel okuyacaksın. Can Dündar: Ahmet Bey, hem hocamın bıraktığı yerden size döneyim, hem de biraz önce öğrenci arkadaşlardan da sorular istedik. Bir tanesinin sorusu var, Boğaziçi Üniversitesi’nden. Hem tekke ve zaviyeler kapatılmışken öğrenci evleri var diyor. Nurcan’ın bir sorusu var, o da diyor ki; Akp Kuran kurslarını tekrar açtı. Bu kurslar da cemaatlerin kaynağını oluşturuyor. Bu konuda Cumhurbaşkanının bir uyarısı oldu çok yeni. Kapatılmasını söyledi enstitülere bir şey olarak. Yani bu da bir çözüm önerisi. Yani bunların kapatılması lazım, başka çare yok. Şimdi hem bu tekke zaviyeler kanunu, hem Kuran kursları açısından siz nasıl bir çıkış öngörüyorsunuz? Ahmet Taşgetiren: Şimdi biraz sakin konuşmak isterim. Yaşar Nuri Öztürk: Sen sakin konuş. Bu adrenaline sen dayanamazsın. Ahmet Taşgetiren: Önce kısaca bir tasavvufla ilgili bir kaç değerlendirme yapayım. Can Dündar: Korkum şu ki; orada kaldık, bir türlü geleceğe bakamıyorum. Ahmet Taşgetiren: Şimdi empati diye ben önceki turda sözümü öyle bitirmiştim. Yani bir dünyayı doğru tanımlamak ve onlar açısından da düşünebilmek. Yani bu tarikat içinde yer alan insanlar hangi hassasiyetler taşıyorlar, nasıl bir dünyaları var bunu Türkiye’nin de yeterince tanıdığı kanaatinde değilim. Yani orada ifade ettim. Can Dündar: Tabi siz de ondan ayrı bir Türkiye varmış gibi bahsediyorsunuz. Yani o da Türkiye’nin bir parçası aslında. Öyle değil mi? Ahmet Taşgetiren: Hayır Türkiye’nin onu yani kamuoyunun diyeyim. Kamuoyunun bu alanı yeterince tanıdığı kanaatinde değilim. Medya bilgilendiriyor, medyanın da bu alandaki bilgisi son derece sınırlı. Mesela tasavvuf yeterince bilinmiyor. Aslında hocam da güzel anlattı, tasavvufun ne anlama geldiğini. Nihal hanım da güzel anlattı. Ben kısaca şunu ifade etmek isterim; onların sözlerine belki artı bir ilave olacak. Bir kalbi arınma olayıdır tasavvuf. Yani kalbinizi arındırıyorsunuz, nelerden? İşte insanın zaafı diye telakki ettiği diyelim hubbur yaset diye bir kavram var, baş olma sevdası. Bundan arındırıyor. Ne bileyim mal tutkusundan arındırıyor. İşte bir takım insanın nefsi zaaflarından arındırıyor ve şöyle bir şey; kalbi Allah’ın nazar edeceği bir alan haline getiriyor. Kalpteki kirlilikleri arındırıyor. Böyle bir olay. Şimdi İslam tarihinin belli bir döneminde işte hocam onu Emeviler dönemi olarak şey yaptı, bir yozlaşma sürecine giriliyor. O dönemde ben nasıl işte Muhammed-i ruhla hocamın çok güzel ifade ettiği Muhammed-i ruhla yeniden donanabilirim kaygısı içerisinde insanlar bir arayışa yöneliyorlar. O dönemin işte Cüneydi Bağdadi gibi, Hasan Basri gibi büyük mutasavvıfları var. Şimdi tasavvuf dünyası böyle bir dünya. Yani İslam içinde bir derinleşme olayı. Tarikat ne? Tarikat da bence yani bu işi bir önder kanalıyla yapma işi, onun elinden tutma işi, ona tasavvuf dilinde mürşid-i kamil deniyor. Yani kemal ehli bir yol gösterici insan demek. Ben bu mürşid kişiliğinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yani orada yozlaşma varsa tarikat yozlaşıyor, orada sağlıklı bir tip varsa tarikat sağlıklı işliyor. Şimdi mürşid aslında kendi kişiliğini terbiye etmiş ve Allah’ın yüceliğini en iyi idrak etmiş olan insandır. Onun için mesela mürşid’in kendisini putlaştırması diye bir hadiseden söz etmek söz konusu olmamalıdır. Yani teoride olmamalıdır. Bunlar söylüyorum. Can Dündar: Soruma da gelirseniz. Son bir kaç cümleyle lütfen. Ahmet Taşgetiren: Oraya geleceğim. Yani bir kere bu tasavvufun bu niteliği bilinmiyor. Can Dündar: Özüne aykırı diyorsunuz. Ahmet Taşgetiren: Yani siyasette çok iddialı olmak, baş olmak, işte bir yere tahakküm etmek bu tasavvufun o özüne aykırı bir şey bunun altını çizmek lazım bir. Can Dündar: Tamam. Ahmet Taşgetiren: Peki Türkiye’de tarikatların genel karakterini nedir? Benim gözlemim şu; yani bu alanda bulunan insanlar Türkiye’nin sade insanlarıdır. Yani çok iyi mürşitler vardır, gerçekten çok temiz, kendi kişiliğini arındırmış insanlar olduğunu biliyorum, tanıyorum ve çok güzel bağlı insanlar vardır. Ana özellikleri, benim tespitim şu; 1-Türkiye sevgisi, 2-Müslümanlık sevgisi. Türkiye’yi seviyor bu insanlar, bir vatan olarak bu ülkenin yücelmesini, büyümesini, onurlu bir ülke olmasını, dünyada ağırlığı olan bir ülke olmasını istiyor, seviyorlar. 2-Müslümanlıklarını da seviyorlar ve şunu düşünüyorum ben bu dindar toplum diyebileceğimiz, bu tabanın, bu zeminin Müslümanlıkla Türkiye sevgisi arasında bir ayrım yapılmaya zorlanmamasını istiyorlar. Yani Müslümanlığı sanki yasaklı bir alan, sürekli gözaltında bulundurulması gereken bir alan, sürekli tehdit üretebilecek bir alan gibi telakki edilmesini sağlıklı bulmuyorlar. O zaman yaralanıyorlar. Yani Türkiye sevgisi ve Müslümanlık sevgisinin Türkiye’de bir ortak payda olmasını belki düşünüyorlar diye düşüneceğim. Yani bunun için de kriminolojik olaylar olmuyor mu, olur. Bütün toplumlarda olur bu. Buna yapılacak olan şey şudur; o kriminolojik olayı alırsınız ve onu gerekli biçimde sistemin öngördüğü çerçeve içerisinde değerlendirirsiniz. Yani yasaklanma konusu. Can Dündar: Ahmet bey süremizin sonuna geldik. Evet o konuyu ... Ahmet Taşgetiren: Şimdi aslında gerçekten daha önce uzun konuşuldu, zaman daraldı. Size de hak veriyorum belli bir sürede bitirmeniz lazım. Can Dündar: Ama bu özellikle son bir kaç cümle rica edeyim. Ahmet Taşgetiren: Şunu söyleyeyim; yani Mehmet bey söyledi, yasaklar bir sorun çözmüyor. Bana göre Sovyetler döneminde bu tarikat derinden aktı gitti ve bugün Sovyetler dağıldıktan sonra orada bu anlamda bir şey var yani yok edemiyorsunuz. Kaldı ki ben tarikat olgusunun, tasavvuf olgusunun Türk toplumunun genlerinde bulunduğunu düşünüyorum. Bu 1000 yıllık beraberliği var İslam'la Türk toplumunun. Bu 1000 yıllık beraberlik içerisinde Türkiye’nin kaderiyle paralel sorumluluklar üstlendiğini düşünüyorum bu zeminde yaşayan insanların. Onun için de yani tekke ve zaviyelerin kapatılmasının yani şu anda zaten tekke ve zaviyeden başka olgular var. Yani tarikat olgusu şu anda da tekke ve zaviyeden başka bir olgu. Nasıl bir olgu? Hizmet grupları halinde bir olgu. Can Dündar: Oraya dönmeyelim. Anladım ama mesajı. Ahmet Taşgetiren: Şimdi Nur hanım cemaatlerin öğrencilere burs verdiğini ifade etti. Evet burs veriyorlar ama bu bir tahakküm oluşturmuyor bana göre. Bunu bir sosyal hizmet olarak telakki ediyor. Yani daha iyi niyetli bakabilirsek. Can Dündar: Tekrar izin verirseniz cevap hakkı doğacak şeylere girmeyelim. Çünkü gerçekten sonuna geldik. Çok teşekkür ediyorum, mesajı aldık. Ahmet Taşgetiren: Sağolun. Can Dündar: Nur hanım siz cevap hakkını uzun kullandığınız için çok kısaca bir kaç cümleyle rica edeceğim. Nur Serter: Tamam. Ne yapılmalı ya ben cevap vereceğim. Can Dündar: Lütfen. Nur Serter: Öncelikle şöyle bir gerçek var; burası bir hukuk devleti, anayasamız var, yasalar var. Eğer tarikatlar ve cemaatler özgürce hareket etsin deniliyorsa yapılması gereken ilk şey hiç kuşkusuz anayasanın 174’ncü maddesi başta olmak üzere, 24’ncü maddesi de dahil değiştirmek ki ben tabii ki bundan yana değilim. Ancak öncelikle hukuk içinde tartışılması gereken bir konu olduğunun altını çizmek istiyorum. İkincisi, sıkı bir denetimin gerekli olduğuna inanıyorum. Camiiler niçin tarikat camileri olarak ayrılsın? Kim buna izin veriyor? İmamlar neden tarikatlar ve cemaatler tarafından atansın? Bu ülkede bir diyanet işleri başkanlığı var. Yasadışı Kuran kursları neden cemaatlerin elinde yetiştirsin öğrencileri? Gerekirse yasal Kuran kurslarının sayısı artırılsın. Ruhsatsız cemaat külliyeleri yapılıyor bu ülkede, dev gibi binalar dikiliyor. Neden olan ayrıcalık tanınıyor? Kendi içinde infaz mahkemeleri bile kuran cemaatler var. Neden bu kurumlara ciddi bir denetim yapılmıyor? Neden mali denetim yapılmıyor? Ben vergi verirken yapılıyor da neden cemaatler mali bir denetimin altında değil bir kere öncelikle bunların yapılması gerekiyor. İçişleri bakanlığı, maliye bakanlığı ve diyanet işleri başkanlığı. İkincisi, nitelikli siyaset orta vadede. Türkiye’de siyaset bu niteliksiz şekliyle devam ederse, siyasi partiler kanunu çıkarılmazsa, parti içi demokrasi işletilmezse, dokunulmazlıklar kaldırılmazsa bunların üstesinden gelinemez. Uzun vadede de eğitim sisteminin yeniden yapılandırılması, düşünen ve sorgulayan bir gençlik yetiştirilmesi, medyanın, sivil toplum örgütlerinin de toplumun eğitimine ağırlık vermesi gerektiğini çok kısa olarak söylemek istiyorum. Can Dündar: Çok teşekkür ederim. Tabi diyanet temsilcisi yok aramızda ama diyanetin yani 10-15 bin camii. Bizim kontrolümüz dışında. Çünkü yetişemiyoruz, buna bütçemiz yetmiyor diyor. Tabi bir yandan da biz diyanet işlerinin bütçesi artırıldığı zaman bu sefer de diyanet çok büyük bütçesi var diyoruz evet. Nur Serter: Bu kadar çok imam hatip okulu var, açıldı. Buradan yetişenleri kullansınlar işte imam olarak. Can Dündar: Yani o anlamda diyanetle ilgili bir sorun var ki burada tartışamadık. Çok kısa vaktimiz kaldı. Bir kaç cümle rica edeceğim. Nihal Bengisu Karaca: Bir kaç cümle sığdırır mıyım bilmiyorum ama yani sonuçta yani insan aklı ve işte resmi tarih, resmi kalıplar hep kendisini aklileştirebildikleri ve kendileriyle uyumlu olan fenomenleri anlamaya yatkındırlar ama ne yazık ki yani onların dışında da bazı fenomenler var. İnsanların kendilerini, inançlarını ibadetleriyle birlikte bu evreni tam olarak karşılayabilme hisleri gibi yani ve bunun için güvenli, kendileri için güvenli olan yollarından biri tarikat olabilir. Ben bunu garipsemiyorum. Hani kendim bir tarikat üyesi değilim. Çünkü benim değerler hiyerarşimde işte özgürlük daha yüksek bir yerde duruyor. Belki başkasının sözünü dinleme işte daha nasihat dinlemeye yatkın bir yapım çok fazla olmadığı için ben değilim ama bir başkası için de özgürlük değil de efendim hayatın anlamını kavrayabilmek, neden ben buradayım, benim nihai amacım ne, işte veya öldükten sonra nereye gideceğim ve orada ne olacağım yani iki dünya saadetine nasıl ulaşabilirim gibi makul bir takım sorular onun değerler hiyerarşisinde çok çok önemli bir yerdedir ve bu özgürlükten feragat eder ve zaten dinde hani özgürlüğü de çok batılı ve modern anlamda algılayabilirsiniz ama bunu dayatamazsınız başkasına. Çünkü en azından mesela bir sabah namazına kalkmak uyuma özgürlüğünden kendin için daha kutsal olan bir amaç için feragat etme durumudur en basitinden ve bunlar yani sadece cemaat ve tarikat dendiğinde yani dini durumlarında dışında bir takım şeyler de var, oluşumlar da var. Yani onlara artık giremedik, giremeyeceğiz sanırım ama ben şunu da söylemek istiyorum; güzel olan her şey bu dünyada içerisinde, hakikat payı bulunan her şey zaman istismara uğrar. Yani aynı zamanda istismara açıktır. Can Dündar: Bunu doğal karşılıyorsunuz evet. Nihal Bengisu Karaca: Yani din bunlardan biridir. Can Dündar: O da istismar edilmektedir. Nihal Bengisu Karaca: Yani insan sağlığı bunlardan biridir, işte aşk bunlardan biridir, anne ve babalık ebeveyn, aile olma bile bunlardan biridir. Yani aile olacak diye bir araya getirirsiniz insanları. Yani birbirlerini öldürürler. Yani anlatabiliyor muyum? Sonuçta istismar çıkıyor efendim buradan diye insanların kendisine anlam yüklediği ve oradan belli bir şekilde kendilerine tanımlayabildikleri ve anlamlandırabildikleri kaynakları referans alanlarını yasaklamak onları yeraltına indirmektir, göndermektir. Yani hayatın dışına sürmektir, onları kendi içlerine kilitlemektir ve dolayısıyla ondan sonra da kalkıp vay bunlar niye mali olarak denetlenemiyorlar diyemezsiniz. Yani bu mantıklı olmaz. Can Dündar: Peki çok teşekkür ederiz, çok teşekkür ederiz. Nihal Bengisu Karaca: Yani aksine denetleyebilmeniz için bunlarla karşılıklı konuşulabilecek ortak, makul noktalar bulabilmelisiniz. Bulamıyorsanız üzerinde çalışmalısınız. Can Dündar: Teşekkür ederim. Hocam siz ilk turda geniş bir analiz yaptınız. Onun için bu turda süremiz çok daraldığı için kısa bir final yapmanızı rica edeceğim. Emre Kongar: Evet çok kısa bir final. Din iyi bir şeydir, doğru. İnanç iyi bir şeydir, o da doğru, tersi de doğru. Müslümanlık iyi bir dindir, o da doğru. İnsanlar kalplerini arındırarak Allah adına kötülüklerden kendilerini ihtiraslardan kurtarabilirler. Tabi çeşitli yolları vardır ama en güzel yollarından biri dindir filan. Bunları tartışmıyoruz ki burada. Sayın Taşgetiren harika bir vaaz verdi ama yani bu programla hiçbir ilgisi olduğunu zannetmiyorum. Yani şimdi gerçeklere baktığımız zaman çıldırtıcı bir takım şeyler var. Diyanet görevlisi olduğu bilinen birisi nazara karşı içine ter karışmış abdest suyu içermesini öneriyor bu ülkede. Bunu yapan devlet görevlisi. Efendim bunu yapan devlet görevlisi. Bu ülkede İstanbul gibi bir kentin iki büyük belediyesinde evlenenlere verilen bilmem şeyde bir tanesinde, broşürde 9 yaşında kızların evlendirilmesinin caiz olduğu, karısını dövmesinin uygun olduğu yazılıyor. Yeni evlenenlere verilen resmi nikah töreninde. Türkiye bu noktada. Yani biz kimse ne İslamın ulviyetini, ne dinin işlevini filan tartışmıyor. Türkiye’de tartışılan şey başta da söylediğim gibi dinin siyasal amaçlı istismarıdır. Sanıyorum ki sayın Taşgetiren’in de, sayın Kutlular’ın da, sayın Bengisu’nun da tabii ki sayın hocam en başta olmak kaydıyla buna hiç itirazları yok. Burada bunu tartışıyoruz. Nihal Bengisu Karaca: Buna itirazım yok. Sadece spotları ..... bir de olayın başka bir boyutu var. Emre Kongar: Şimdi biz bunu tartışırken İslamın ulviliğinden, dinin işlevinden filan bahsetmek konuyu tamamen saptırmak, buna kimsenin itirazı yok. Sordukları zaman nesin diye işte Türküm, Müslümanım filan diyorsun zaten. Bunların siyaseten istismarıdır. İşte sayın Yaşar Nuri Öztürk’ün üzerinde durduğu nokta, bunu önlemek lazım. Bunun için de ... Mehmet Kutlular: Hocam bazı şeyler çok marjinaldir burada yani. Emre Kongar: Efendim marjinal filan olur mu, yapmayın. Mehmet Kutlular: İşte orada hocanın efendim abdest suyu falan bunlar. Emre Kongar: Birisi belediye başkanı, öbürü diyanet görevlisidir. Bunlar marjinal filan değil. Mehmet Kutlular: Bu marjinal şeyleri ...... uygun değil. Emre Kongar: İsmail Ağa camii cinayeti de birinci cinayette değildir, tarikatlar böyle şey neden kudret. Bakın bunun İslamla, bunun dinle bir ilgisi yok. Onun için lütfen alınmayınız. Lütfen müminler üzülmesinler, Müslümanlar üzülmesinler. Bunlar batıda da olur, Hıristiyanlıkta da olur. Nerede bir dinin, bir mezhebin veya bir tarikatın içine para, pul, iktidar, siyaset girerse bunları Papa’lıktaki skandalı unutmayın, banka skandalını. Daha yeni yani 3-5 yıl oldu. Girdiği zaman oluyor, bunları konuşalım. Hiç kimsenin mukaddes dinimize tahan eylediği yok. İşte karşımızda bu konuda en fazla şikayet eden ve çok ağır ben söylemem, siz maşallah çok cesaret sahibi olmuşsunuz politikaya gireli. Çok ağır yani eleştiriler getiremem ben. Yaşar Nuri Öztürk: Bir öğrenseniz siz de yani ben Kuran’dan öğrendiklerimi din adına söylemeyeceksem o zaman Kuran beni çarpar. Emre Kongar: Tabi, işte buyurun buyurun. Buradan bakalım, olaya buradan bakalım. Yani vaaz vermekle filan bu işler olmaz. Can Dündar: Hocam çok teşekkür ederim. Yaşar Nuri Öztürk: Şimdi ben 1-2 cümle söyleyeyim. Can Dündar: Hocam kapatmak zorundayız. Yaşar Nuri Öztürk: Kapat kapat yani yok 3 tane cümle söyleyeceğim. Can Dündar: Kapatalım da biz devam edelim yine. Yaşar Nuri Öztürk: Biz meleklerin kanatlarıyla uğraşırken Emre hoca, bak bugün meclise 9 tane madde sevk edildi, tasarı, 9 kanun ve uluslararası sözleşmelerin tashihi filan ama bir de orada vakıflar kanunu var ve onun içinde azınlık vakıflarına getirilen haklar var. Bunu kimse tartışmıyor. Papa meselesi de bir cambaz gibi çıktı. Oraya bakıyor herkes. Burada suriçi İstanbul’da bir Hıristiyan Rum Dükalığı hazırlanıyor, bunu niye konuşmuyor kimse? Bu ekranlar bunları niye konuşmuyorlar? Bana göre bunların hepsi cambaza bak numarasıdır, onları konuşalım ve Akp dindarlaşıyor, ne dindarlaşması. Nihal Bengisu Karaca: Hiç alakası yok. Nur Serter: AKP-AB-ABD ilişkisini konuşalım. Yaşar Nuri Öztürk: Akp Fatih’in kemikleri üzerinde bir Hıristiyan devletinin kurulmasını hazırlıyor, bunun gayreti içinde, işbirliği içinde. Şimdi burada bunları yapmayın ya. Can Dündar: Biz yapmadık bir şey hocam. Size söz hakkı verdik ve siz de konuştunuz. Çok çok teşekkür ediyorum hepinize katıldığınız için. İzin verirseniz bu tartışmayı kapatmak istiyorum burada. Efendim ilk program için bence gayet seviyeli ve güzel bir tartışma oldu. Çok kısaca özetlemek gerekirse belki aslında kimsenin İslam inancına, cemaat fikrine bir itirazı yok. Burada daha çok onun yozlaşmış örneklerinin nasıl tarikatlara dönüştüğü ve hocamın deyişiyle siyaset bulaştıkça nasıl bir zulme dönüştüğünü tartıştık ve bununla nasıl baş edeceğimiz konusu gündeme geldi. Emre Kongar: Tartışmaya çalıştık. Yaşar Nuri Öztürk: Sadece yasak meselesi değil. Şimdi ben 19’ncu yüzyıl Osmanlı dönemini tasavvufunu inceledim. Tezimin ana, kişi olarak konusu da kuşa dalıdır. Şimdi 1845 Kuşadalı’nın ölümü, Atatürk’ten 100 küsur yıl önce. Tekkeleri esas kapatan Atatürk değil, Kuşadalı’dır ve gerekçesi bizzat kendi tekkesini önce kapatmış, elini ayağını öpen padişahlara da buraları açmayın diyor. Çünkü buralar zaten bir zaruretten doğmuştu, peygamberin hayatında bunlar yok. Şimdi ise bunları meyhane ve kerhaneye dönüştürdüler, aynen tabir kendinin, tezimde var. Buralardan insanlığa ve İslama bir hayır gelmez. Yani çürümeyi buralardan yoklamak lazım. O zamanda da yasakçılık veya laik baskılar falan filan yoktu canım. İşte Osmanlı’nın dönemi. Can Dündar: Teşekkür ederiz. Yaşar Nuri Öztürk: Yani oraları da irdelemek lazım. Can Dündar: Dolayısıyla bugünkü şeyin kökeninde de biraz bu yozlaşmayı görüyorsunuz. Tabi burada belli bir konsensüs sağlanıyor, zannediyorum çözüme dönük şeyde belli anlaşmazlıklarımız var. Yani bazısı kapatılması gerekir, kapatılma kararında hassasiyet gösterilmesi gerekir, daha sıkı denetlenmesi gerekir önerilerinin yanısıra yasaklamakla hiçbir şey olmaz, tersine yeraltına ittikçe daha sonuç verir. Yaşar Nuri Öztürk: Kardeşim lütfen. Bakın diyanet dediniz Allah aşkına. Can Dündar: Hocam siz kapattırmayacaksınız programı. Yaşar Nuri Öztürk: Niye yasak veya yasak mı değil mi? Oraya niye getiriyorsun? İslamın gerçeğini öğreteceksin, o zaman ne tarikattan sıkıntı çıkar. Can Dündar: Ama hocam direk sadece İslam ve ... Yaşar Nuri Öztürk: Şimdi bakınız, hiçbir tarikatın yaptığı diyanetin yaptığı kadar kötü değil. Diyanetin senin anlattığın devede kulak. Neleri var onun? Esas hurafenin başını çeken devletin 1.5 katrilyonunu alan diyanettir. Resmi dokunulmaz, anayasal kurum. Siz buraları temizleyeceksiniz. Yani İslamın gerçeği ortada yokken falan filan tarikatı sineği oradan avlamakla batağı kurutamazsınız. Can Dündar: Teşekkür ederiz. Bunu da not almış olduk. Bu hafta tarikat, devlet, siyaset, ticaret ve cinayet ilişkilerini tartıştık. Haftaya bir başka konuda yeniden birlikte olmak üzere programı birlikte hazırladığım bütün arkadaşlarım adına sizlere iyi akşamlar diliyorum, hoşçakalın.
-
TARİKATLAR VE RADİKAL İSLAMCI AKIMLAR .....
NEDEN? TARİKAT CEMAAT SİYASET-3 Can Dündar: Cemaate benziyor diyorlar ve herkes kendi açısından cemaati tarif etti. Sizinkini sorayım, neden cemaate ihtiyacımız var? Emre Kongar: Şimdi efendim konuya nasıl baktığınız tabi çok önemli. Şimdi buraya bir bizim ne yaptığımızı bilmeyen bir genç ve sistemden haberi olmayan birisini soksanız şuradan ne yapıyor bunlar deseniz, der ki işte; 6-7 kişi oturmuş, ayakta da bir adam işte bir şeyler tartışıyorlar filan. Halbuki bizi milyonlarca insan seyrediyor. Şimdi nereden baktığınız, nasıl baktığınız çok önemli. İzninizle çok kısa Şerif hocanın yaptığı biraz işte çok değerli Yaşar Nuri Öztürk’ün devam ettiği tarih filan böyle bir şeyin de bütün diğer arkadaşların da tabii sayın Kutlular’ın filan getirdiği şeye çok kısa uzatmadan 1-2 dakika içinde insanlık tarihi ve günümüzde geldiği nokta açısından bakmak istiyorum. Şimdi burada tartıştığımız konu inanç değil. Bir insanın inancını nasıl yaşayacağı da değil. Bu konuda her türlü iddia geçerlidir. Herkes inancını istediği gibi yaşar. İsterse grup halinde yaşar, isterse bireysel yaşar, isterse başını örterek yaşar, isterse şalvar giyerek yaşar. Hiç kimsenin çağımızda bunlara karışmaya ve bunları eleştirmeye de hakkı yoktur, doğrudur. Ne konuşuyoruz veya ne tartışıyoruz? Siz niye bu programın açılışını bu konuyla yapıyorsunuz? Tartıştığımız şey şu; bir inanç, herhangi bir inanç. İslam dininin bir mezhebi veya o mezhebin bir tarikatı veya Hıristiyan dini veya onun bir mezhebinin lideri Papa, Papa’nın söylediği bir söz ki ona da geleceğim. Neden önemli? Şundan önemli; din, mezhep, cemaat, tarikat inelim siyasallaştığı zaman başkalarının hayatlarına müdahale etmeye başlıyor. Burada konuştuğumuz şey onu hiç korkmadan açıkça söyleyelim. Bir insanın veya bir cemaatin veya bir tarikatın veya bir dinin ne kadar genişletirseniz genişletin, inancını siyaset aracılığıyla başkalarına empoze etme hakkımız var mı? Demokrasi bu mudur? Demokrasi buna izin vermeli midir? Burada konuşulan şey budur. Yoksa hiç kimse kimisi Nakşi imiş, kimisi bilmem Mevlevi’ymiş filan hiç mesele değil. Can Dündar: Ama şu oldu hocam hemen burada müdahale edeyim. Yani bu manzara Türkiye’ye yakışıyor mu diye fotoğraflar gördük Çarşamba’da. Yani Manzara tartışıldı ama yani. Emre Kongar: Neden? Hayır, o manzara bir tehdit olarak algılandı yapmayın. Bunu siz yapmayın sayın Dündar. Tam benim dediğim noktada zurnanın zırt dediği nokta tam o noktadır. Bu manzara Türkiye’ye yakışıyor mu diyenler bu manzarayı, bu manzaradaki giyimi, kuşamı, yaşam tarzını bize empoze edecekler, aman diye o siyasetin din ile birleşmesinin korkusudur. Şimdi bir defa meseleyi, problemi böyle koyalım açıkça. Hiç kimse bundan kaçmasın. Yani inanç özgürdür, tabii özgür. İnsan istediği gibi giyinir, tabii giyinir. İstediği sivil toplum örgütüne katılır, tarikata da katılır tabii ama o tarikat veya o mezhep veya o din başkalarının hayatlarına müdahale etme ve totaliter anlayışını ki kendi içinde özgürlük olmadığını hanımefendi de sayın Bengisu da kabul ediyor. Empoze etmeye başladığı anda ki o siyasettir, tehdit olur. Şimdi çok kısaca bunun kökleri nedir? Sayın Mardin çok iyi ifade etti eksiklerini ve yanlışlarını da sayın hocamız düzeltti. Şimdi Semavi dinlerin çıkışı birer siyasettir. Hele hele bizim dinimiz Hazreti peygamberimiz bizim, hem din kurucusudur, hem devlet kurucusudur. Devleti de kurmuştur. Dolayısıyla siyaset eşit dindir. Bu bütün tek tanrılı dinlerde de böyledir. İşte Yahudilik biliyorsunuz şu anda İsrail zaten laik bir devlet değil, bir din devletidir anayasasına göre. İşte Hıristiyanlık Roma’ya hakim olmuştur. Siyasallaşır siyasallaşmaz Roma’ya ikiye bölününce Ortodoks, Katolik ayrımı çıkmıştır. Neden? Çünkü imparatorluk ikiye bölünmüştür, siyasal din de ikiye bölünmüştür. Bizim dinimize dönelim. İlk tefrika Muaviye ile Hazreti Ali arasında çıkmıştır. Kuran-ı Kerim’de tanrı şöyle buyurdu, Allah şöyle buyurdu, Hazreti peygamberimiz şöyle sünnet eyledi veya hadisi şöyledir diye değil. Kim halife olacak diye çıkmıştır. Din eşit siyaset eşit tefrika. Şimdi din genel kavramıyla iktidarın bir aracı olduğu için, savaşlar din savaşları, imparatorluklar din imparatorlukları gayet doğal hiç kınamıyorum. Allah adına toprak alıyorsun ki zenginleşesin. Din, haçlılar böyle geliyorlar. Şimdi siyaset iktidar, din ile ideolojiyle, inançla iktidar birleşince muhalefet çıkıyor. Muhalefet çıkınca ne oluyor? Mezhep çıkıyor. Mezhepler muhalefeti temsil etmekte güçsüz kalınca sayın Mardin onu anlattı. Anlattığı şey aslında buydu, kendisi siyaset bilimcidir onu çok iyi bilir. Ondan sonra daha alt düzeye iniyor, tarikatlar çıkıyor. Şimdi tarikatlara baktığımız zaman bunların ilk çıkışından itibaren tamamen siyaset olduğunu görürüz. İşte bir sürü not hemen hatırlatayım çok kısaca. Karmatiğler, hocam söylesin işte. Korsan, siyaset, Hacere Esvet’i kaçırıyorlar. Yani Mekke’yi basıyorlar, Hacere Esvet’i kaçırıyorlar. Gemileri basıyorlar, malları pay ediyorlar ve yeminle giriliyor bilmem ne yapılıyor. Bir tür İslam tarikatı. Hurufiler. Fatih Sultan Mehmet döneminde yakmışlar, bizim Osmanlı bunları yakmış. Hem de Edirne müftüsünün, sonra şeyhülislam olan fetvasıyla. Neden? Çünkü saraya nüfus etmeye başlamış Hurufiler. Saraya nüfus etmese mesele yok. Nitekim sonra Horasan’da ayaklanıyorlar, işte Nesimi’ye filan kadar gidiyor. Şimdi Kadızadeler falan bilinen şeyler. Sayın Mardin bunu çok iyi anlattı. Nedir 17’nci, 18’inci yüzyılın özelliği? Onu işte sayın Kutlular galiba söyledi veya sayın hocam söyledi. Batının endüstri devrimiyle gelişmesi ve Osmanlı’nın geride kalmasına tepkidir. Onun için o kökten gelen radikal İslamcılar halen Amerika’yı, batıyı şeytan görür. O işte o tarihi köklere geliyor. Çünkü kurtuluşu geriye dönüşte, saf İslam’a dönüşte arıyor. Çünkü yenilmeyi ve geride kalmayı İslam’ın yozlaşmasına bağlıyor. Şimdi demek ki din eşit zaten siyaset olarak gelmiş. Bir küçük not, sosyolojik not; her nerede iktidar ile bir mezhep, bir din özdeşleşmişse o din o mezhep maalesef zulmün de aracı olmuştur ve bugün bazı tarikatların özenle siyasetten çekilmesinin altında ki sayın Kutlular da buna katılacaktır, hocam zaten orada onaylıyor, bu gerçek yatar. Klasik örnek; Şiilikteki hiyerarşi, molla hiyerarşisi İslam’da işte ruhban sınıf yok denir, Şiilikte mis gibi var. İran’ı 12 imam idare ediyor. İslam Şiiliğinin İran iktidarıyla özdeşleşmesidir. Osmanlı’da örfi hukukun gelişmesi, şerhi hukukun yanında yani bir nevi imparatorluğun yönetiminde din dışı hukuğun bir filan getirilmesi bir ölçüde bunu hafifletmiş ama yine Sünni iktidarı Alevileri sürekli baskı ve zulüm altında tutmuştur. Onun için Türkiye’de bugün Aleviler hep demokrasiden yanadır. Çünkü iktidar Sünnilerde olduğu için hep ezilmişlerdir. Ancak demokrasi isteyerek varlıklarını sürdürebilirler. Yani iktidar eşit ideoloji eşit din olduğu zaman zulüm kaçınılmaz oluyor. İster Sünni, ister Şii, ister Hıristiyan, ister Protestan. Katoliklerin zulmünden kaçan Protestanlar Amerika’da en ağız zulümleri yapmışlardır, öbür kendileri gibi yine mormonlara, şunlara, bunlara. Şimdi çağımızda, günümüzde. Can Dündar: Toparlamanızı rica edeceğim. Emre Kongar: Toparlıyorum hemen. Bush, Papa, AKP. Çok tehlikeli eğilim, hem dünyada, hem Türkiye’de görülüyor. Dünyada görülen tehlikeli eğilim Amerika’nın yeni dönemdeki yani Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonraki saldırganlığını eskiden komünizm tehlikesine bağlardı, şimdi yalan söyleyerek Irak’a geldi. Kitle imha silahları var dedi, Saddam El Kaide ile temasta dedi, ikisi de yalan çıktı. Şimdi diyor ki; İslam’a faşistler var, onun için geliyorum. Halbuki Hıristiyan işgalinde Irak zavallı Sünniler, Şiileri, Şiiler Sünnileri öldürüyor. Dolayısıyla Huntington’un o teorisini yaptığı medeniyetler, daha doğrusu dinler çatışmasını Bush iktidarı Hıristiyan, Müslüman diye dünyayı bölüp bir de Müslümanlara faşist diyerek kullanıyor kendi yayılmacılığı için. Can Dündar: Papa da buna alet oluyor. Emre Kongar: Evet. Papa’nın beyanı tamamen budur. Şimdi niye AKP iktidarını eleştiriyoruz, İsmail Ağa cemiyeti filan. AKP iktidarını, AKP’yi kuran yani Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kuran çekirdek kadro dinci kaynaktan gelen bir kadro. Kendileri de söylüyor, biz de biliyoruz. Değiştik diyor, değişmedik diyor filan ama geldiği yer işte “Batı şeytandır, Amerika şöyledir, Türkiye’yi ancak din kurtarır” filan. Yani siyasal İslam’dan geliyor. Onun için korkuluyor, eleştiriliyor. İsmail Ağa cemaati için söylenen bir meczubun saldırısı vs.’si hepsi doğrudur, o cemaatte daha önce de böyle şeyler olmuştur. Cemaatlerde böyle şeyler olur, hep bunun için meczuplar kullanılır, doğrudur ama o bir münferit vaka değil. Dünyanın dinler savaşına itildiği ve Amerika ile Papa’nın işbirliği halinde Müslümanlığı bahane ederek dünyayı işgal ettiği bir dönemde Türkiye’de de siyasi amaçla dini kullanmış bir grubun iktidarındayız ve cemaatler onun için ortaya çıktı. Konu katiyen insanların dini, imanı, ibadeti değildir. Her ciddi laik ve demokrat insan kendi de mümin olabilir, olmayabilir de ama mümin olmayanlar da başka müminlerin önünde saygıyla eğilir. Mesele kendi içinde demokrat olmayan tarikat veya cemaatlerin siyasallaşıp kendi o demokrat olmayan totaliter anlayışlarını herkesin üstüne empoze etme tehlikesi ve aynen sayın Bengisu’nun söylediği gibi ve işte sayın Kutlular filan da söyledi, demokrasinin sivil toplum örgütlerini destekliyor adı altında bu tehdide göz yummasıdır. Olay budur, bunu böyle teşhis edelim ondan sonra dürüstçe tartışalım. Can Dündar: Çok teşekkür ederim Emre hocam. Nihal Bengisu Karaca: Ben bana söz hakkı. Can Dündar: Hemen kısa bir ara verip direkt sizle başlayalım o zaman. Nihal Bengisu Karaca: Hayır sadece cevap. Emre bey’in hani söylediğim şeye. Can Dündar: Hemen dönüşte versem olur mu sözü hemen? Nihal Bengisu Karaca: Peki tamam. Can Dündar: Çünkü yani şu çıkıyor, herkesin birikti biliyorum. Son bir tur yapacağız ve herkesin o söz hakkına saygı duyuyoruz ama izin verirseniz yani kısa bir ara vereceğim ama döndükten sonra izleyicilere biraz da peki tablo budur ama ne yapacağız şimdi yani bu cemaatleri.... Nur Serter: Tablo tam çıkmadı. Tablonun daha konuşulacak birçok tarafı var. Can Dündar: Ama asıl ihtiyaç duyduğumuz şey de bu cemaatler ne olacak? Tarikatlar bundan sonra nasıl bir ilişki yürütülecek? Yani kapatılması, üzerine gidilmesi mi gerekiyor, serbest bırakılmasını savunanlar var. Biraz da izin verirseniz bunlar üzerine konuşalım. Cevap hakkı talepleri var. Önce onları karşılayalım. Hocam sizden başlayalım buyurun. Nur Serter: Evet. Tabii biz bugün burada tarikatların ve onlarla bağlantılı cemaatleri konuşuyoruz. Yoksa topluluk anlamında, cemiyet anlamında bir konuşma yapmıyoruz. Dolayısıyla tarikat dediğimiz zaman din odaklı, dine bağlı bir topluluktan bahsediyoruz. O nedenle yani laikliğin kendisine esas edinmiş olan bir dernekle bir tarikatın tabii ki şakaydı belki ama karşılaştırılması şeyh-mürit ilişkisinin sürdüğü bir tarikatla gayet demokratik ilişkilerin sürdüğü derneklerin sadece Atatürkçü Düşünce Derneği için demiyorum, karşılaştırılması söz konusu değil. Bir şeyin altını çizmek istiyorum. Toplantının başından beri sürekli tekrar edilen bir konu var; baskı. Baskıdan dolayı cemaatler içe kapandı. Baskıdan dolayı sanki bir takım olumsuzluklar kendisini gösterdi diye. Aslında bu cemaatlerin ve tarikatların iç yapısı incelendiğinde dışarıdan gelen baskılardan ziyade kendi içlerindeki iç çekişmelerin bir takım olayların ortaya çıkmasında çok önemli rolü olduğu görülecektir. Şimdiki söz hakkımı kullanmış değilim. Sadece çok kısa bunu belirttim. Can Dündar: Değilsiniz tamam. Sadece cevap hakkını aldık. Şaka mıydı Atatürkçü Düşünce Derneği? Nihal Bengisu Karaca: Ben tarikatçı anlamında söylemedim ve zaten hatırlarsanız tarikat ve cemaati ayırdım. Yani bana kalırsa Atatürkçü Düşünce Derneği bir cemaat. Nur Serter: Cemiyet anlamında söylediniz. Nihal Bengisu Karaca: Yani bu konuda şaka yapmadım, tarikat değil. Çünkü mesela burs verecekleri öğrencileri onlar da seçiyorlar. İşte Nur hanım bazı şeyler yaptı, Anadolu’dan gelen bazı gençlere burs veriliyor. Yani buradaki ima aslında hani satır arası, ekonomik menfaat karşılığı bu gençler antidemokratik yapıların içine çekiliyor gibi. Nur Serter: Atatürkçü Düşünce Derneği burs vermiyor. Yanlış biliyorsunuz. İkisi ayrı kuruluş. Yani burs vermiyor. Nihal Bengisu Karaca: Çağdaş Yaşam Derneği var. Can Dündar: Ama benim anladığım siz şunu söylemek istiyorsunuz yani ona tercüme etmeye çalışıyorum kendimce anladığımı. Yani bu sadece dini tabanı olması gerekmeyebilir. Günümüzde modern cemaatler var. Nihal Bengisu Karaca: Yani kısmi inançlılık anlamında da söylenebilir. Yani sorgulanamaz kabul etmek, bir takım ilkelerin, bir takım yani aklileştirme, akılcılaştırma. Yani diğeri inanç temelli bir takım sorgulamamazlıklar. Nur Serter: Bir tanesi bilimin önderliğinde yürüyor, öbürü inancın önderliğinde yürüyor. Nihal Bengisu Karaca: Yani her cemaat önder-mürit ilişkisi sandığınız kadar keskin ve kesin değil. Nur Serter: Yok, bir tanesinde rehber olan bilimdir, öbüründe inançtır. Nihal Bengisu Karaca: Yani o konuda yanlış biliyorsunuz. Bir sürü cemaat var ve o anlamda . Nur Serter: Bir tanesi dogmalarla yürür, öbürü bilimle yürür. İkisini birbiriyle kıyas etmek mümkün değildir. Nihal Bengisu Karaca: Yani bilim de bir dogma olarak tezahür eder yer yer. Nur Serter: Bilim hiç bir zaman dogma değildir, bilim araştırmaya bağlı gelişmedir. Ahmet Taşgetiren: Şimdi Atatürkçü Düşünce Derneği’nin hangi bilimle hareket ettiği de sorgulanabilir bence. Nur Serter: Evet Atatürkçü Düşünce Derneği’nin aracılığıyla Atatürkçülüğü konuşacak ve tartışacaksak sanıyorum ayrı bir programa ihtiyacımız var. Nihal Bengisu Karaca: Hayır. Araştırmadan inanç hakkında genellemeler yapıyorsunuz mesela. Nur Serter: Eğer Atatürkçülüğü tartışacaksak Atatürkçülük her zaman bilimi önder kabul etmiştir. En önemli ayırt edici tarafı da budur. Can Dündar:: Atatürkçülük değil ama yani Nihal Bengisu Karaca: Tartışılabilir olduğunu düşünüyorum Atatürkçülüğün de. Yani yoksa Atatürk’ü karşıma alıp Atatürkçülük tartışalım gibi bir iddiam falan yok ama sorgulanamazlık, bazı şeylerin dokunulamazlığı konusunda, onlar da dogmalara sahiptirler. Yani laiklikte kendi dogmalarını yaratmıştır. Bunu söylemek istiyorum. Can Dündar: Biz burada cemaati tartışıyoruz. Nur Serter: Atatürkçülüğü tartışacaksak bunu ayrı bir programda yapabiliriz. Ben bunun altını çiziyorum. Can Dündar: İzin verirseniz yanlış anlamaları giderme açısından kısaca toparlamaya çalışayım. Siz diyorsunuz ki; Nihal Bengisu Karaca: Yani bilim hiçbir zaman dogma değildir diyor mesela Nur hanım ama yani Aguste Comte var mesela 1860 yılına kadar “Notherdam’da pozitivizm dinini kesin olarak yayacağıma inanıyorum gibi bir cümle kurmuş”. Yani nasıl bilimdir, işte bilimi din haline getirmek isteyen ve pozitivizmden bir din çıkaran önder, yani aydınlanma bilgi var söz konusu. Nur Serter: Bilim o noktada kalmış mı, ona bakın siz. O noktada duruyor mu? Nihal Bengisu Karaca: Ve bu mesela bunlar ruhban sınıfı bile yaratmışlardır yani. Pozitivist kiliseler yaratmışlardır. Nur Serter: Eğer öyle olsaydı bilim o noktada donmuş ve duruyor olurdu ama bilim o günden bugüne gelişmiştir ama inanç o noktada duruyor. Nihal Bengisu Karaca: Bilim adamlarından oluşan ruhban sınıfı oluşturmuş. Yani nede aşırıya ve radikalizme giderseniz kesin inançlılık yaratırsınız. Nur Serter: Yani çok anlamsız bir tartışma gerçekten, çok anlamsız. Nihal Bengisu Karaca: Siz çıkardığınız için anlamsız tartışıyoruz size ait. Mehmet Kutlular: Ben bu son meselede şunu söylemek istiyorum; tabi burada bir din anlayışı önemlidir. Ben inanıyorum ki din ile bilim çatışmaz. Çünkü bu kainatı yaratan, inanan olarak insan olarak söylüyorum Allah’tır. Kuran’ı da gönderen Allah’tır bana göre. Ben mümin ve Müslim. Öyleyse bu Kuran’ı gönderenin o kainatı yaratan ayrı biri değil ki çatışsın. İlim Allah’ın yarattığı varlıkların üzerinde çalışmalarla orta yere çıkarılan bir meseledir. Bu kainat kitabı, bunu da bu. Ben böyle anlıyorum dini. Onun için ilimle dini katiyen ayırmıyorum. Nur Serter: O zaman siz evrim teorisine karşı değilsiniz? Mehmet Kutlular: Evrim teorisiyle şimdi bunun ne alakası var? Nur Serter: Din en klasik çatışma noktası olduğu için söylüyorum. Mehmet Kutlular: Bana lütfen cevap vermeyin. Ben sizi dinledim benim de inancım bu. Nur Serter: Tamam ama yani o demektir. Mehmet Kutlular: Dolayısıyla ben ilimle ile dinin çatıştığına inanan insan değilim, birbirini tamamlayan olarak görürüm. Çünkü bu kainatı yaratanla, o dini gönderenin aynı olduğuna inanıyorum, din de budur zaten. Yani Kuran’ı gönderen ayrı, kainatı yaratan ayrı olursa terslik olur ama ikisi de aynı olursa. Can Dündar: Şimdi tabii ki dini ve bilimi tartışmıyoruz. Tarikatların burada dinin içinde olup olmadığını tartışıyoruz. Mehmet Kutlular: Ama şimdi burada tarikatlar meselesine, tabii ki bu tarikatlar bir ihtiyaçtan doğmuş ama farz et bir insan tarikata girmemiş olsa, yine cennete girer, yine hiçbir dini noksanlığı olmaz ama o kurulmuşsa, bir masada binaen kurulmuş, girene de sen niye görüyorsun da denmez yani. Tercih hakkıdır bu, tercih hakkıdır. Cemaatler var yani mesela. Bu holdingler diyorsunuz, şu holdinglerle dini bir ayırın. Yani Konya’da kurulan holding ile bende karşıyım ona bu kadar insanın parasını sömürmesine ama bu bir tarikat değil canım ama sadece dindarların istismar vasıtası olarak kullanılmış. Buna ne din müsaade eder, ne insanlık müsaade eder ama maalesef bunu yapmışlar. Can Dündar: Ama böyle bir sektör oluştu. Bunun siz de farkındasınız. Mehmet Kutlular: Oluştu ama yani bunu ille de efendim bir tarikat oluşturmadı. Can Dündar: Bazıları oluşturdu. Mehmet Kutlular: Sadece dindar olan o dindarları istismar edecek insanlar orta yere çıkarak bunu yaptı. Can Dündar: Ama tarikatların bir ekonomik gücü olmadı mı? Mehmet Kutlular: Hayır tarikatların değil ki onların. Hepsi kendisi aldı, çarptı gitti. Hangi tarikata gitti bu? Hiç, şahıslara gitti. Ben çünkü biliyorum Almanya’ya ben çok gittim. Bana sordukları zaman, ne diyorsunuz burada holding? Hiç birine vermeyin hepsi üç kağıtçıdır, paralarınız gider dedim. Bunu söyledim. Böyle de oldu nitekim. Yani şimdi dolayısıyla burada hocamın da din ille de siyaset manasına, ona da iştirak etmiyorum. Çünkü dinin yüzde 99’u ahlak, iman, ibadet o tarafı ama idari noktada da İslam bir şey getirmemiş, sadece bir adaleti getirmiş. Seçimi getirmiş, dört halife seçimle gelmiş burada. Bunları görüyoruz biz. Yani biz din devleti değiliz geçmişte ama dindar devletiz. Yani bizde şeyhler gibi, ağalar gibi Ayetullahlar idare etmez burada. Padişah bir şeyhülislamı almış, onu efendim istişari makamda bulundurmuş dini bir iş olduğu zaman sormuş ama hükmü veren padişah, veziri veya sadrazamları vermiş. Yani ağalar gibi değiliz biz. Can Dündar: Mehmet Bey tekrar tarihe dönmek istemiyorum. O yüzden Yaşar Nuri Hoca’ya döneceğim. Ondan önce ne talep ediyorsunuz? Mehmet Kutlular: Şunu söylemek istiyorum; burada hiçbir tarikatın mensubu bir şeyhi, bir tarikat mensubu da onu peygamber olarak görmez. Çünkü bu bir küfürdür zaten. Bizim peygamberimiz son peygamberdir, başka peygamberlik kimseye verilmez ki. Mehdilik ister, ayrı bu. Ben hidayetime vesile olan bir insana benim mehdim diyebilir bu, iddia edebilir ama bunun dini noktada, mehdilik, peygamberlik manasına da gelmez. Bunu da böyle bilmemiz lazım. Ondan sonra bu şeylerde yani hocam diyor ki işte; sadece toprak alma, işgal ederek. Hayır bizim bildiğimiz din tebliğ için gider. Zorla da kimseyi Müslüman yapmaz. Der ki; tamam o zamanın şartlarında böyle. Gider orada şeyini yapar, der ki; vergini verirsen, her şeyin dinin de inancın da sana aittir. Hepsi bu kadar. Yani onu zorla hiçbir zaman Osmanlı insanları Müslümanlaştırmamıştır. Can Dündar: Mehmet Bey şunu soracağım; şimdi ortaya bir tablo çıktı. Bir yanda cemaatler var, o fotoğraf var. Emre hocanın söylediği o fotoğrafın bütün Türkiye’ye bir yaşam tarzını dayatma ihtimali var. Öte yandan o cemaatin bize zaten bir yaşam tarzı dayatılıyor itirazı var. Sizin dile getirdiğiniz buradan yola çıkarak bir çatışma ve askeri müdahale ihtimali var. Bu durum karşısında şunu soracağım; yani ne yapmalıyız ki buradan kazasız belasız çıkmalıyız? Hani bir finale mi gidiyoruz? O finale giderken fauller oluyorsa da yani ne yapacağız ki cemaatler bu demokrasinin içinde layıkıyla yer alsın? Mehmet Kutlular: Tabii benim inancım şudur; bu toplumda devlet, millet kaynaşması olmadı. Niçin olmadı? Devlet çünkü bazı topluluklara haşarat nevinden baktı, hep tehlike olarak gördü. Bugün ben iltica denilen meselenin arkasındaki yatan mananın din olduğuna inanıyorum. Çünkü bu devlet demokrasilerde efendim milli iradenin üzerinde bir güç olmaz ama bizde bir 27 Mayıs var, bir 12 Mart var, bir 12 Eylül var, bir 28 Şubat var. Bu demokrasilerde olmaz ki bu. Hem milli irade hakimiyet milletin diyoruz, hem de milletin seçtiklerini alaşağı ediyoruz. Can Dündar: Ama tekkelere yasak kararı bir isyandan sonra çıktı biliyorsunuz. Mehmet Kutlular: Şunda bir konsensüs yapmamız lazım; inansın inanmasın, hangi tarikattan cemiyetten olursa olsun bu devletin değil mi veya bu devletin bu toprakların bir asli vatandaşı olduğunu ve herkes birbirine hürmet ve saygıyla baktığı, milletin indirdiği milletin bindirdiği bütün efendim kurumların da haddini bilip herkesin yerinde olduğu milletin namına efendim uçuruma gidiyoruz falan provokasyonlarıyla artık müdahalelere bu toplumun hepsinin karşı çıkması lazım, alkış tutması değil. Tarikatıyla da, dindarıyla da, cemiyetiyle de, Atatürkçüsüyle de, Kürtçüsüyle de, Alevisiyle de biz bu topraklarda yaşıyoruz. Bizim başka vatanımız yok. Birbirimize saygı gösterirsek, asgari müştereklerimizde birleşirsek burada demokratikleşmede bir, inanç ve fikir hürriyetinde herkes serbesttir. Kim eline sopa, silah alıyorsa beraber devletiyle, milletiyle, ordusuyla üstüne gidilmesi. Can Dündar: AKP Genel Başkan Yardımcısı’nın bir demeci oldu. Tarikatlar yasaklanmamalı, bu yasak kalkmalı şeklinde. Yani siz buna katılıyor musunuz? Yani bu yasağı kaldırarak belki burada zulüm aranabilir. Mehmet Kutlular: Hayır efendim. Tarikat yasaklanamaz, niye yasaklansın. Yasaklanmıştı o zaman ama yanlış bir şey bu. Şimdi ben bir şey söyleyeceğim. Hepimiz burada yaşıyoruz. 27 sene tarikat yasaklandı. Bitti mi? Hayır. 50’den sonra birden mantar yerden biter gibi bitti. Demek ki bu yasak bir işe yaramıyor. 27 Mayıs yaptık iltica ve anayasa ihlal edildi diye. 4-5 sene bir baskı rejimi, peki hep bunların üstüne gidildi bitti mi? Bitmedi. 12 Mart bitirdi mi? 12 Eylül bitirdi mi? Can Dündar: Serbesti bir çare diyorsunuz. Mehmet Kutlular: Bu tarikatı bir dini noktada, istismarcılara karşıyım. İstismar edenlere karşıyım. Can Dündar: Anlamak açısından soruyorum, şunu mu söylüyorsunuz? Mehmet Kutlular: Sadece bunu Kuran ve sünnet dairesinde bir tarikat manasıyla kişinin gelişimi noktasında kabulleniyorsa buna hakkaya tanınır, bu yasaklanmaz. Can Dündar: Bu yasaklanmaz, denetim altında tutulur bunu öneriyorsunuz. Mehmet Kutlular: Denetim altında devlet tutamaz bunu zaten. Toplum da tutamaz. Can Dündar: Yani orada bir adli bir şey olduğu zaman ya da içeride bir taviyet ilişkisi var. Mehmet Kutlular: Adli meselede her zaman devlet devlettir. Kanunlara karşı herkes eşittir. Can Dündar: Sayın genel başkan. Yaşar Nuri Öztürk: Efendim. Can Dündar: Siyaset meselesine gelelim. Şimdi genel başkan kimliğinizle ama önce sorumu izin verirseniz sorayım. Yaşar Nuri Öztürk: Sorunu sor, önce cevap haklarımı sonra sözümü. Can Dündar: Siz bir genel başkan olarak hem kendi partiniz açısından, hem gördüğünüz manzara açısından buradan nasıl bir çıkış öngörüyorsunuz? Sizin partinizde de tarikat mensupları var, siz de söylediniz. Nasıl çıkacağız bunun içinden? Yaşar Nuri Öztürk: Şimdi tamam anladım. Bir defa bu tarikat meselesini sen ciddi bir etüt et. Ben Fatih Altaylı’ya bir programda dedim; burada ilahiyatçıları filan tartışıyorsun, evvela git Kuran’ı bir oku. Şimdi tarikat meselesini oku, başta Şerif Mardin Hoca da burada yanlış şartlandırmalar yaptı. Mesela İhvan-ı Müslümin tarikat diye tanıtıldı. Bu adamlar tarikata, tasavvufa karşı. Teorisyenleri Seyyid Kutub. Seyyid Kutub’un ilk mütercimlerinden biri Türkiye’de benim. Seyyid Kutub tarikata, tasavvufa hatta ateş püsküren bir adam. Şimdi bunu burada Şerif Hoca söyledi, sen de bunu aldın gidiyorsun. Cemaat tarikat karıştı birbirine. İsmail Ağa tarikat mi, cemaat mi? Şimdi İsmail Ağa’dan biri burada olup onlara kendisini tanıttırmak lazım. Yani bilmiyorum Ahmet Bey onlar adına ben tanıtım yapabilirim der mi, olması lazım. Çünkü İsmail Ağa, İsmail Ağa. Yani jenerikten beri İsmail Ağa ama onları anlatan biri yok burada. Can Dündar: Davet ettik gelmediler, onu söyleyeyim. Yaşar Nuri Öztürk: Peki ama onlar kendilerini tarikat diye mi tanıtıyor, cemaat diye mi? Her tarikat bir cemaattir ama her cemaat bir tarikat değildir. Bunları düzelteceğiz. İhvan-ı Müslümin hiç tarikat değil, tarikat ve tasavvufa karşıdır. İkincisi, şimdi Müslümanlığı kurtarmak için batı ile ilişkileri sıklaştırmak lazımdır, ben buna şiddetle karşıyım. Batıyla ilişkiler niye diyoruz da akıl ve bilimle ilişkiler demiyoruz? Yani hem İslam’ın peygamberi bilim ve hikmete yani ilkeye işaret etmiştir, hem de Mustafa Kemal bu devletin banisi muasır medeniyeti seviyesinin üstü demiştir. Batı nerede demiş. Mustafa Kemal’in bir tane batılılaşın, batıcı olun dediği bir cümle var mı bana birisi söylesin. Can Dündar: Çağdaşlaşmayı dile getiriyor. Yaşar Nuri Öztürk: Bunları yutturdular millete. Şimdi maalesef bunlara senelerce karşı çıkanlar bugün bunların meddahlığını yapıyor. O da ayrı bir talihsizliktir. Şimdi başka bir şey, Akp döneminde İslamileşme gelişti. Kim söyledi? Tam tersi Akp döneminde Türkiye şiddetli bir biçimde Hıristiyanlaştırıldı. İşte bugün bakın Papa’nın söylediği. Ben saat 10 buçukta büyük millet meclisinde basın toplantısı yaptım. Japonya’dan ve New York Times’tan ses geldi, onlarla da bir röportaj yaptım. Akşama doğru buldular beni. Şimdi bakın bunu yani millete burada oturup bu ekranlardan yalan söylemeyelim. Zaten adına Türk basını dedikleri şey, ne manada Türk basınıysa bu milleti mahvediyor. Böyle bir şey olmaz, böyle şey olur mu? AKP döneminde Türkiye şiddetli ve süratli bir biçimde Hıristiyanlaşıyor. Hıristiyanlığa teslim olmakla kalmıyor, Hıristiyanlaştırılıyor. Teferruatına gitmeyeceğim, Kuran’ın İncilleştirilmesi, namazın karmalaştırılması, camiinin kiliseleştirilmesi hep bu dönemin ürünleridir. Başörtüsü meselesi. Başörtüsü mağdurları, başörtüsü mağdurlarının Türkiye özelinden dünya genelinde ıstırap arenalarına, kulvarlarına sürülmeleri de yine AKP döneminde. Bunları söylemeden burada gak guk ederek çıkıp gitmeyelim. Yani akşamımız boşa gidiyor. Can Dündar: Söylediniz. Yaşar Nuri Öztürk: Söyleyeceğim tabi.
-
TARİKATLAR VE RADİKAL İSLAMCI AKIMLAR .....
TARİKATLAR, DİNİ CEMAATLAR VE 22 TEMMUZ-4 NAKŞİBENDİLERİN OYLARI AKP'YE Nakşibendilerin en önemli kollarından biri olan Iskenderpaşa cemaati geçen seçimde AKP'yi destekledi. Bir dönem Erdoğan'ın da devam ettiği bu cemaatin oylarının önemli ölçüde AKP'ye gideceği belirtiliyor. Abdulhalik Gücdevani tarafından sistemleştirilen tarikat, 1318-1389 yıllan arasında Türkistan'da yaşayan Hace Muhammet! Bahauddin Naksıbend tarafından kuruldu. "Kalbin üzerine nakış yapan, süsleyen" anlamına gelen Nakşibendilik zikir esasına dayanıyor. Türkistan'da başlayan tarikat, Anadolu ile Balkanlar'a da yayıldı. Nakşibendiliğin Anadolu'da güçlenmesi 19. yüzyıla rastlıyor. Bahauddin Nakşıbend'e bağlı akımın Halidiye kolu Iskenderpaşa, Ismailağa, Erenköy, Kaşgari kollarıyla ülkemizde de etkisini sürdürüyor. Bugün Nakşibendi tarikatına mensup olan ya da en azından bir dönem bu tarikat geleneğinden geçmiş ya da etkilenmiş olan pek çok siyasi var. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı Bülent Arınç, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in isimleri bu çerçevede vurgulanabilir. Iskenderpaşa cemaatinin ilk şeyhi Mehmet Zahid Kotku olarak biliniyor. Kotku'nun yetiştirdiği müritler arasında Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Recai Kutan gibi Türk siyasi hayatına damga vurmuş ünlü şahsiyetler var. Kotku'nun ölmeden kısa bir süre önce Necmettin Erbakan'a, "Sen siyasete gir", damadı Esad Coşan'a ise "Sen de cemaati devam ettir" şeklinde telkinde bulunduğu biliniyor. Kotku'nun 13 Kasım 1980'de ölümünden sonra tarikatın başına damadı Esad Coşan geçti. Yaklaşık 20 yıl gibi bir süre tarikatı yöneten Coşan döneminde cemaat, Turgut Özal'ın liderliğindeki ANAP ile BBP'ye yakın durdu. Refah-Yol iktidarı dönemindeki uygulamaları beğenmeyen, Erbakan'ın hatalar yaptığını ve bu nedenle de tarikatların baskı gördüğünü, hareket serbestilerinin kısıtlandığını savunan Coşan, bu görüşlerini açık bir dille ifade edince Erbakan ile yollan büyük ölçüde ayrıldı. Coşan döneminde Iskenderpaşa cemaati oldukça büyüdü. Gazete, öğrenci yurtlan, dershane ve radyo kuran cemaat, yurtdışında da yayıldı. Esad Coşanın 2001 yılında ölümünden sonra oğlu Nurettin Coşan'ın başa geçmesiyle cemaatte gerileme dönemi başladı. Genç şeyh, cemaati toparlayabilecek bir güce sahip olamadı. Şeyhliğin babadan oğul geçmesi de cemaatte ciddi tepkilere neden oldu. "Sağduyu" isimli bir parti kurulduysa da bir varlık gösteremedi. AKP'yi Desteklediler Cemaat, 3 Kasım 2002 genel seçiminde AKP'ye destek verdi. Hatta verdiği desteği bir basın açıklamasıyla kamuoyuna da duyudu. Cemaatin lideri konumunda bulunan Nurettin Coşan, seçimin hemen öncesinde Sağduyu Partisi adına yaptığı açıklamada, "AKP, farklı seçmen kitlelerin beklentilerinin odaklandığı bir sentezi daha başarı bir biçimde oluşturarak, diğer partilerden daha avantajlı bir konuma gelmiştir. Bu yüzden bu seçimlere özel, desteğimiz AKP'yedir" demişti. Cemaat lideri Coşan, 1 Mart'taki tezkere oylaması öncesinde internet sitesinde bir bildiri yayımlayarak, AKP milletvekillerine tezkereye direnmeleri çağrısında da bulunmuştu. Coşan, 25 Şubat 2003 tarihli bildirisinde şunları söylemişti: "Zorbalık ve küstahlığın istikbalimizi ve istiklalimizi tehdit eder duruma geldiği zor günler yaşıyoruz. Yetkilileri ve hükümeti, doğru politikalar üretmeye ve uygulamaya çağırıyoruz. Tarihimizi gözden geçirelim. Komşularımızla dost ve barış içinde geçinmeyi başardığımız şart ve zeminleri analiz edelim. Ortak zeminlerimizi güçlendirelim. Farklılıkları, barışı riske sokacak hale getirmeyelim. Eğer tefrika aranacak olursa, parmak izi her insanda farklıdır. Halbuki fıtrattaki teyhid, insanlık için tek çözümdür. Biz inançlıyız! Biz güçlüyüz! Güç silahta, parada değil, adalet, doğruluk ve Hak'tadır. Dolayısıyla, Sayın AKP milletvekilleri, fayda uzun vadeli, ilaç acı olabilir. Ama, duygusal olmayın! Bu tezkere oylaması bir inanç işidir. Sağduyulu olun! İnsaflı olun! Yakın tarihimizdeki basiretsiz idarecilerimizin düştüğü gaflete, yanlışa düşmeyin. Sorumluluğunuzun gereği, doğru olanı yapın, tezkereye 'Hayır' deyin." Coşan'ın bu çıkışının, AKP grubunda 100 dolayında milletvekilinin fire vermesinde etkili olduğu söylenmişti. Resmi Açıklama Yok İskenderpaşa cemaati, 22 Temmuz seçimlerinde duruma ve seçim bölgesine göre adaylara destek veren esnek bir politika uyguluyor. Coşan, seçim öncesi internet sitesinde henüz "resmi" bir açıklama yapmış değil. Cemaatin radyo ve internet sitesinde AKP hükümetinin imam hatipler ve türban yasağı konusundaki bazı uygulamaları sıkça eleştiriliyor. Bununla birlikte cemaate yakın kaynaklar, desteğin bu seçimde de önemli ölçüde AKP'ye gideceğini belirtiyor. Sivas'tan bağımsız milletvekili adayı olan Muhsin Yazıcıoğlu da Esad Coşan etkisinden dolayı, cemaatin tam desteğine sahip. Bu haliyle Yazıcıoğlu, hem Gülen cemaati, hem de lskenderpaşa cemaatinin açık desteğini yanına almış gözüküyor. Resmi Adayı Gündüz Geçen dönemde AKP milletvekili olan, 22 Temmuz seçimi için İstanbul 1. Bölge'den 4. sırada yeniden aday gösterilen İrfan Gündüz, lskenderpaşa cemaatine yakınlığını gizlemiyor. Gündüz, "Esad Coşan'la baba oğul gibiydik" diye konuşuyor. Tarikatların kapatılmasına karşı çıkan Gündüz, Başbakan Erdoğan'la birlikte aynı seçim bölgesinden aday. Marmara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi'nden Esad Coşan'ın doktora öğrencisi olan Gündüz, cemaat tarafından yakından tanınıyor.
-
TARİKATLAR VE RADİKAL İSLAMCI AKIMLAR .....
TARİKATLAR, DİNİ CEMAATLAR VE 22 TEMMUZ-3 Süleymancı kardeşlerin biri AKP'li, diğeri DP'li Süleymancıların "liderliği"ni Ahmet Arif Denizolgun ile Mehmet Beyazıt Denizolgun yapıyor. Bakanlık yapan Ahmet Denizolgun, ANAP'ı destekliyordu. Bugün DP'den Antalya 1. sıradan milletvekili adayı. Mehmet Beyazıt Denizolgun ise AKP'den İstanbul 1. Bölge 12. sıradan milletvekili adayı Kamuoyunda Süleymancılar olarak bilinen cemaat çok etkin bir şekilde siyasetin içinde. Cemaatin kurucusu Süleyman Hilmi Tunahan 1888 yılında Bulgaristan'ın Silistre şehrinde dünyaya geldi. Tunahan, İstanbul'da Sultanahmet ve Süleymaniye gibi önemli camilerde vaizlik yaptı. Çevresini kısa sürede genişleten Tunahan, yasak olduğu dönemde açtığı kaçak Kuran kurslarıyla cemaatini gitgide büyüdü. Tunahan'ın ölümünden sonra damadı Kemal Kaçar yerine geçti. Kaçar daha sonra Adalet Partisi'nden (AP) milletvekili seçildi. Süleymancıların siyaset dünyasıyla tanışmaları da böyle başladı. Üç dönem AP milletvekilliği yapan Kaçar, Meclis'te dış ilişkiler komisyonlarında görev aldı. Bu nedenle de cemaatin yurtdışında etkisi büyüdü. Kaçar 2000 yılında vefat etti. Hiç oğlu olmadığından cemaat liderliği, Tunahan'ın diğer kızının çocukları olan Ahmet Arif Denizolgun ile Mehmet Beyazıt Denizolgun'a kaldı. Ağabey Mehmet Beyazıt Denizolgun, cemaatin 'İstişare Murakebe Başkanlığı'nı yürütüyordu. Daha sonra iki kardeşin yolları ayrıldı... İki kardeş uzun yıllardır birbirleriyle konuşmuyor. Tunahan'ın torunu 1991'de Refah Partisi'nden Antalya'dan milletvekili seçilen ve daha sonra ANAP hükümeti döneminde Ulaştırma Bakanlığı yapan Arif Ahmet Denizolgun, bu seçime kadar ANAP'ı destekliyordu. Süleyman Hilmi Tunahan'ın öz torunu olan Denizolgun, Süleymancılar olarak isimlendirilen cemaatin lideri kabul ediliyor. Denizolgun, Demokrat Parti'den Antalya 1. sıradan milletvekili adayı gösterildi. 'Ağabeyimin gücü yok' Ahmet Arif Denizolgun öncelikle Süleymancılar ismine ve 'bölündüler' yorumlarına karşı çıkıyor. 'Biz Süleyman satmıyoruz' diye tepki gösteren Denizolgun, kendilerini Süleyman Hilmi Tunahan'ı sevenlerin oluşturduğu bir birliktelik olarak tanımlıyor. Tarikat ve şeyh yakıştırmalarını kabul etmeyen Denizolgun, ağabeyi Mehmet Beyazıt Denizolgun'un birlikteliği bölecek kadar gücü olmadığını belirtiyor. Seçim öncesi söyleyeceği her sözün tepki toplayacağını, bu yüzden pek fazla konuşmak istemediğini belirten Denizolgun, DP'yi desteklemelerinin nedenini, "AKP dini kullanıyor. Dini kullanıp siyaset yapanlara karşı çıkıyorum. Din ticari bir araç değildir" diye açıklıyor. Kardeşim zikzak çiziyor Ağabey Mehmet Beyazıt Denizolgun, AKP'nin kurucuları arasında yer aldı. 2002 seçiminde AKP'den İstanbul Milletvekili seçildi. 22 Temmuz seçimlerinde de İstanbul 1. bölge 12. sıradan milletvekili adayı oldu. Mehmet Denizolgun, cemaatin lideri olarak kardeşinin göründüğünü, ancak, artık bir partiye blok oy döneminin bittiğini belirtiyor. Mehmet Beyazıt Denizolgun, bu seçimlerde de her partiye oy çıkabileceğini söylüyor. Kardeşiyle ayrılığın sebebini, ticari, siyasi ve cemaat içi bir tartışma olarak nitelendiren Denizolgun sorularımızı şöyle yanıtladı. Cemaatin bu seçimde bakış açısı, tavrı ne olabilir? Geçen seçimde sakin durdum. Her ne kadar ANAP diye tutturdularsa da cemaat onların istediğini yapmadı. Zorlamakla olmadığı görüldü. 'Her oy ANAP'a' dendi, ama, en azından yarısı AKP'ye geldi. Kardeşim şimdi ANAP'tan DP'ye gitti. Yine, zorla 'DP'ye verin' diyecekler. Ancak insanlar bu sefer yine AKP diyecek. Cemaatlerde, başörtüsü ve imam hatip sorunun çözülmemesinden dolayı AKP'ye bir tepki var. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu mesele hassas bir mesele. Bu iş, öyle hemen olacak bir mesele değil. Bizim daha önceki söylemlerimizden de biliyorsunuz... Birinci önceliğimiz bu mesele değildi. Birinci önceliğimiz ekonomiydi. Bu mağdur insanların hepsi kardeşimizdir. Ben şunu söyleyeyim: Başı açık ile başı kapalı arasında hiç bir mesele yok. Onlar kendi arasında fevkalade anlaşıyorlar. Başörtüsünü samimi olarak takanlar anlaşıldıkça, sorun ortadan kendiliğinden kalkacaktır. Onların böyle bir tepkisi olmasını normal mi karşılıyorsunuz? Onların tepkilerinin çok olacağını sanmıyorum. Halkın içinde geziyoruz, bu tür tepkilere de rastlamıyorum. Herkes, her şeyin nasıl olduğunun farkında. Ama, Saadet Partisi bazı argümanlar geliştirecektir. Etkili olacağını sanmıyorum. Kardeşinizin DP'ye geçmesi sizi nasıl etkiler? Ben, size söylemiştim. 'O yerinde durmaz, bir yerden girer' demiştim. Onun hakkında çok da konuşmak istemiyorum. Blok oy tavrı olmayacak. Kardeşim MHP'ye gitti. Bizim partiye bile geldi. Zikzak çiziyor. İnsanlar çok zikzak yapanlara güvenmiyor. İsmail Amasyalı CHP'den aday adayıydı, sonra çekildi. Bu cemaatte bir etki yapar mı? İsmail Bey, kendi başına hareket eden biridir. Onun pek fazla cemaat üzerinde etkisi olmaz. Zaten, kendi isteğiyle CHP'den istifa etti. Menzil tarikatı AKP'ye yakın Genelkurmay'a eleştirileri nedeniyle AKP tarafından da uyarılmasına rağmen Kutlu, Adıyaman'dan birinci sıraya yerleşti. Kutlu'nun tarikata yakın olduğu belirtildi Menzil tarikatının kurucusu Muhammed Raşid Erol'un babası Seyyit Abdulhakim Hüseyni, Nakşibendi tarikatının önde gelen isimlerinden... Babasının 1972 yılında ölmesinden sonra Menzil tarikatını kuran Erol, bir süre Ankara'da faaliyette bulunduktan sonra, Adıyaman'a bağlı Menzil köyüne döndü. Tarikatını burada genişleten Erol, 1993 yılında romatizma hastalığından öldü. Erol'un yerine oğlu Feyzettin Erol geçti. Nakşilerin Adıyaman Menzil kolu oldukça kalabalık bir cemaate sahip. Hemen her ilde örgütlenmeleri var... Tarikatın özellikle Adıyaman, Ankara ve İstanbul'da etkisi büyük. Siyasetle çok iç içe olan tarikat, 2002 seçimleri öncesinde BBP'ye ile AKP'ye oldukça yakın durdu. Özellikle AKP içinde tarikata yakın isimler 2002 seçimlerinde desteklendi. Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın Menzil tarikatına yakın olduğu iddia ediliyor. Akdağ döneminde bakanlıkta Menzil tarikatının kadrolaşma içinde olduğu sık sık gündeme geldi. Olay vekil aday Şeyh Feyzettin Erol'un 18 Kasım 2003 günü verdiği iftara pek çok milletvekili katıldı. Bu milletvekilleri arasında öne çıkan ise AKP Adıyaman Milletvekili Hüsrev Kutlu oldu. Cemaate yakın isim olan Kutlu, Atatürk'ün Meclis'teki mareşal üniformalı resminin kaldırılmasını ve Çankaya'dan Muhafız Taburu'nun çıkarılmasını istemiş, bundan dolayı da Genelkurmay Başkanlığı'ndan açıklama gelmişti. AKP yönetimi de Kutlu'ya uyarı cezası vermişti. Kutlu, daha sonra Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesindeki büyük tartışmalara yol açan açıklamaya da tepki göstermişti. Kutlu, "Bu açıklamayı bir muhtıra olarak yorumluyorum. Demokrasi namusumuzdur. Namusumuza tecavüz edilmiştir. Genelkurmay Başkanı'nı ya da bu açıklamayı yapanları görevden almayanların laikliğe özde bağlılığından şüphe ederim" demişti. AKP Genel Merkezi'nden aynı gün yapılan açıklamada, "Partimiz Adıyaman Milletvekili sayın Hüsrev Kutlu'nun bugün bazı haber ve yayın organlarında yer alan açıklamasında haddi aşan ve yanlış değerlendirmelere yol açabilecek ifadeler kullandığı belirlenmiş olup, bu açıklamasıyla ilgili olarak adı geçen milletvekilimize gerekli uyarı yapılmıştır" denildi. 22 Temmuz seçimlerinde 155 milletvekili AKP listelerinde yer bulamazken, AKP yönetimince iki kez ciddi olarak uyarılan Kutlu, Adıyaman'dan birinci sırada aday olmayı başardı. Bunda, Kutlu'nun Menzil tarikatına yakın olmasının etkisi olduğu söyleniyor. CHP'ye girip vazgeçen eski DYP'li Amasyalı Süleymancıların önde gelen ismi olarak bilinen DYP eski milletvekili İsmail Amasyalı, CHP Kocaeli milletvekili aday adayıydı. Amasyalı, daha sonra adaylığını geri çekti. Ancak, bu durum Süleymancıların bu seçime nasıl çok parçalı girdiklerini gösteriyor. İsmail Amasyalı ile Süleymancıların yolculuğu 1980'den sonra başladı. Cemaat mensupları, Amasyalı için şunları söylüyor: "Cemaat, ihtilal sonrası zor günler yaşarken, Amasyalı cemaate sahip çıktı ve yardımlarda bulundu. Bunun mükafatı olarak da 1991 seçimlerinde cemaatin desteğini alarak milletvekili oldu. Cemaat olarak borcumuzu fazlasıyla ödedik. Ancak, kendisi daha sonra şahsi hatalar yaparak cemaate zarar vermeye başlayınca yollarımızı ayırdık." Ancak, bu görüşe rağmen Amasyalı'ya karşı hâlâ vefa duygusu içinde olanlar var. Cemaatler partilerden nasıl yararlanıyor? Cemaatlerin seçim dönemlerinde destek verdikleri siyasal partiler, iktidara geldiklerinde, oy borçlarını cemaatlerin kadrolaşmalarına göz yumarak ödüyor. Cemaat mensuplarının devlet kurumlarında kilit noktalara atamaları yapılıyor. Cemaatlerin okul, yurt, kurs gibi faaliyetlerine hükümetler arsa ve finans sağlıyor. Cemaatlerin yasal pürüzlü işlerine de göz yumuluyor. Bu birliktelik bir sonraki seçime kadar devam ediyor. Yeni seçimde ise cemaatler iktidar partisinden istediklerini alamadıkları takdirde kendilerine yeni bir siyasal parti buluyorlar.
-
TARİKATLAR VE RADİKAL İSLAMCI AKIMLAR .....
TARİKATLAR, DİNİ CEMAATLAR VE 22 TEMMUZ-2 Kadiriler bölünürken Yeni Asyacılar DP'ye Nurcuların ikinci büyük kolu olan Yeni Asyacıların "lideri" Kutlular, AKP'yi eleştiriyor, DP'yi desteklediklerini söylüyor. Kadirilerin Baş kolu kendi partilerini, diğer kolu ise AKP'yi destekliyor Nurcuların ikinci büyük kolunu Yeni Asyacılar grubu oluşturuyor. Bu grubun lideri Mehmet Kutlular. Cemaata yakın yayın organı ise Yeni Asya gazetesi... Cemaat lideri Kutlular'ın, Said-i Nursi'nin ölümünün 39. yılında Kocatepe Camii'nde okutulan mevlidin ardından 1999 depremiyle ilgili yaptığı açıklama büyük tepki yaratmıştı. Kutlular, "Deprem, Allah'ın insanlara yönelik bir uyarısıydı" demişti. Bu sözleri nedeniyle yargılanan Kutlular, Ankara 1 No'lu DGM tarafından 2 yıl 1 gün hapis cezasına mahkûm edildi. Kutlular'ın kızı 1995 yılında 17 yaşındayken uyuşturucudan hayatını kaybetti. Yeni Asyacıları Gülen cemaatinden ayıran en önemli özellik, siyasi duruştaki farklılık. Yeni Asyacılar, Demokrat Parti'den (DP) hiç vazgeçmedi. DP'nin devamı olduğuna inandıkları partilere destek verdiler. 1980 sonrasında da DYP'yi desteklemeyi sürdürdüler. Bugün de Mehmet Ağar'lı DP'yi destekliyorlar. AKP'nin şirinliği tutmaz Mehmet Kutlular, DP ile onun devamı olduğunu düşündükleri partilere olan desteğin nedenini, şeyhleri Said-i Nursi'ye bağlıyor. Kutlular, demokratlığın İslam diniyle uzlaştığını belirtiyor. Kutlular, destekleri karşılığında hiçbir şart ileri sürmediklerini vurguluyor. Hiçbir partiden beklentileri olmadığını söyleyen Kutlular'la seçim sürecini konuştuk. İşte, Kutlular'ın yanıtları: - Sol partilerde sağ adaylar, sağ partilerde sol eğilimli adaylar var. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? CHP, kendi politikasının iflas ettiğini gördüğü için sağdan adaylar alıyor. CHP, değişime ihtiyaç duyuyor. Sağa yaklaşıyor. Sağ ise geniş bir yelpaze. Milliyetçiden, dini kullanana kadar herkes var. AKP'de aynı. O da bu şekilde iktidarı koruyamayacağını anladı. Özellikle askeri cenaha şirin görünmek istiyor. Ancak her ikisi de tutmayacak. Tabanları bunları reddedecek. AKP sorunları çözemedi - AKP, sağ kesimin beklentilerine cevap verebildi mi? Hayır, veremedi. Çünkü, bizim sağ dindar kesim ikinci sınıf insan muamelesi gördü. Bu yüzden çekingenler. AKP geldiğinde, 'Biz bedel ödemeye hazır değiliz' dedi ve olay bitti zaten. Kendi tabanını memnun edecek başörtüsü, imam hatip, YÖK gibi hiçbir soruna el atmadılar. Önceki seçimde oy veren dindar kesimin pek çoğu bu seçimde oy vermeyecek. - Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde başörtüsünden dolayı yaşanan kriz AKP'nin işine yaradı mı? Bence yaramadı. Tam ters bir etki yapacak. Kendi tabanı böyle algılar. Ama, geniş taban oyun olduğunu görüyor. Anayasa Mahkemesi'nin bunu iptal edeceğini herkes biliyor, bunlar mı bilmiyordu? Önceden önlem almadılar. Bağımsızları yanlarına çekebilirlerdi. Mehmet Ağar'a, 'Sizden yardım istediler mi?' diye sordum. 'Hayır' cevabını verdi. Seçime böyle girmek istediler. - Hep, Demokrat Parti çizgisinde oldunuz. Bu seçim yine aynı çizgide mi devam edeceksiniz? Çizgimizi hiç değiştirmedik. Misyonlar belli. Ben Müslüman olarak milliyetçiliğin yanında yer alamam. Irkçılık yoktur dinimizde. CHP'nin misyonu da belli. Bizim demokrat, hürriyetçi misyonumuza aykırıdır. Tüm darbelerde CHP askerin yanındadır. Demokrasi evrenseldir, dine de uygundur. Dört halife seçimle gelmiş. Benim bağlı olduğum Said-i Nursi, 'Meşrutiyeti alkışladım' diyor. Tek parti döneminde sürgüne uğradı. Demokrat Parti gelince, 'En uygun burasıdır, ehvenişer olan budur. Oyunuzu DP'ye verin' diyor. Bizim için bugün de böyledir. - Mehmet Ağar DP misyonunu taşıyabilir mi? Bir ziyaretinde Mehmet Ağar'a, 'Senin demokratlığın nereden geliyor?' diye sordum. '1960 ihtilalinde, benim babam Menderes'in Adana Emniyet Müdürü olarak atadığı insandır. Menderes yargılanırken babam da tevkif edildi. Ben hapishanelere yemek taşıdım' dedi. Bu adamdan demokrat olur. 27 Mayıs'ın ıstırabını yaşamıştır. Söylemlerinde de demokrasi aleyhine kötü sözleri yok. - Tarikat ve cemaatlerin seçimlere etkisi ne olabilir? Bir partiyi iktidar yapacak kadar güçleri yoktur. Ama, bir partiye barajı aştıracak kadar etkileri vardır. Ancak, ben, çok tarikat ve cemaatin AKP'ye oy vermeyeceğini düşünüyorum. - Fethullah Gülen cemaati AKP'ye yakın duruyor mu?. Geçen seçimde değildi. Geçen seçimde DSP, YTP hatta CHP'ye yakındı. Neden? Hocanın bir kaseti servise verildi. Gülen ABD'ye gitti. Devlet, o döneme kadar kendisini destekliyordu. Sonra, asker tepki gösterince, onu destekleyen Ecevit bile korktu. Gülen, hâkim gücün yanında olmak ister. Geçmişte DSP'yi desteklemesinin sebebi de askere Ecevit'in yakın olmasıydı. Kendisini savunabilecek insanlara ihtiyacı var. Tarikatlar yasal mı? Tekke ve Zaviyeler 30 Kasım 1925 tarihinde 677 sayılı kanunla kapatıldı. Tarikatlar da bu kanunla birlikte ortadan kalktı. Şeyhlik, müritlik, dervişlik gibi unvanların da kullanılması aynı kanunun birinci maddesince yasaklandı. Reşat Ekrem Koçu'nun İstanbul Ansiklopedisi'ne göre kanunun çıktığı tarihte İstanbul'da tarikatlara bağlı 307 merkez vardı. Tarikatlar, çok partili sisteme geçişle birlikte yeniden faaliyetlerine başladı. Bugün tarikat merkezlerinin sayısının kapatıldıkları günden daha çok olduğu belirtiliyor. Kadirilerin Kuşçuoğlu kanadı AKP'ye yakın Kadirilerin ikinci kolunu ise Hasan Galip Kuşçuoğlu'nun cemaati oluşturuyor. Ankara merkezli cemaat, AKP'ye yakın dursa da bunu açıkça belli etmiyor. Hasan Galip Kuşçuoğlu Kültür ve Eğitim Vakfı Mütevelli Heyeti üyesi Halil Karahasanoğlu şöyle konuşuyor: "Biz hiçbir siyasi partinin yanında açıkça yer almadık. Galip Efendi, 'Filanca partiye oy verin' demez. Bazen, 'Filanca yer hayırlı olur' dediği olur. Ancak, herkes sandık başında hürdür. Siz istediğiniz kadar söyleyin, adam orada bildiğini yapar. 'AKP, başörtüsü, imam hatip sorunlarını çözmedi' demek insafsızlık olur. Çözmelerine izin vermediler. Araba veriyorlar ama benzin koymayıp son sürat git deniyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında bunları yaşadık. Ekonomik olarak da bir fidan ekildi, şimdi meyveleri toplanacak." Galip Kuşçuoğlu kimdir? Kadiri Rufai tarikatının şeyhi. Fatih döneminin ünlü astronomi bilgini Ali Kuşçu'nun soyundan geldiği söyleniyor. 1919 Çorum doğumlu olan Kuşçuoğlu, Nakşi ve Mevlevi şeyhliğini birlikte temsil eden amcası Bekir Efendi'nin yanında yetişti. 19 yaşında derviş olarak Hacı Mustafa Efendi'nin dergâhına intisap etti, 1956'da Maraşlı Mustafa Yardımedici'den icazet aldı. Teknik okul mezunu olan Kuşçuoğlu'nun televizyon kanallarında 'şiş burhanı' (vücutlara şişler batırılarak yapılan ritüel) görüntüleri yayımlanmıştı. Tıp dünyasından pek çok ünlü ismin de Kuşçuoğlu'nun sohbetlerine katıldığı biliniyor. Hem şeyh hem başkan Abdulkadir Geylani tarafından kurulan ve onun öğretilerini kabul edenlerce oluşturulan Kadirilik, Anadolu'ya Eşrefoğlu Rumi tarafından 15. yüzyılda geldi. İstanbul ve Balkanlar'da açılan Kadiri tekkeleri hızla çoğaldı. Kadiri tekkeleri varlıklarını günümüzde de sürdürüyor. Kurtlar Vadisi dizisinde Polat Alemdar rolünü oynayan Necati Şaşmaz, daha önce yapmış olduğu bir açıklamada, soylarının Abdulkadir Geylani'den geldiğini söylemişti. Babası Abdulkadir Şaşmaz'ın da Kadiri tarikatı şeyhlerinden olduğu ileri sürülmüş ve bir zikir ayininde görülen fotoğrafları basında yer almıştı. Aynı görüntülerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bir süre basın danışmanlığını yapan Ahmet Tezcan da yer almıştı. İki kolu var Türkiye'deki en eski tarikatlardan olan Kadiriler, iki kol halinde devam ediyor. Bunlardan birinin lideri, Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı da olan Haydar Baş. Kamuoyunda profesörlük unvanı tartışmalarıyla da gündeme gelen Kadiri şeyhi Baş'ın partisi, 2002 seçimlerinde ciddi bir başarısızlığa uğramıştı. Bu seçimde, MHP ile Milli Görüş'ten kaçan oyların peşine düşen Baş, kendi kurduğu Mesaj isimli televizyon kanalından cemaatine vaaz veriyor. Haydar Baş, sık sık AKP'ye yükleniyor. Baş, hükümetin başörtüsü ile imam hatip sorununu çözmek istemediğini ve takiye yaptığını ileri sürüyor. AKP'nin savunduğu din anlayışının Kuran'da ve Peygamber sünnetinde yeri olmadığını iddia eden Baş, "Bunların İslam anlayışı ABD'nin anlayışıdır. AB'nin ve Vatikan'ın şekillendirdiği 'Ilımlı İslam' anlayışıdır. Bu anlayışın Türk milletinin imanıyla, kimliğiyle ve medeniyetiyle alakası yoktur" diyor.
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Kürt-Türk Kardeşliğinin Baş Düşmanı: Burjuva Devlet İdeolojisi Onlarca senedir Türkiye’nin gündeminden düşmeyen Kürt sorununda PKK örgütünün „terörist“, „düşman“ ve „hain“ olarak ilan edildiği ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşanan çatışmaların sadece PKK’nın kendi iç yapısal tutumundan kaynaklandığı önde sürüldü. Nitekim bununla da kalınmadı ve PKK’nın, kendisini Kürtler’in „özgürlüğü“ misyonunun temsilcisi olarak tanıtması ve medyanın da bu söylemi kullanması sonucu PKK ve diğer „terör“ örgütü olarak tanımlanan politik silahlı gruplar, savundukları ideoloji ve temsil ettikleri halk dahil baş düşman ilan edildi. Ancak bu sorun hiçbir zaman burjuva devlet ideolojisinin özeleştirisi halini almadı. Burjuva devletçiliğini Kant’dan alarak sistematize etmiş olan Hegel, 1821 yılında, yani bundan yaklaşık 180 sene evvel kaleme aldığı „Grundlinien der Philosophie des Rechts“ (Hukuk Felsefesinin Temelleri) çalışmada, varolan devletçilik anlayışının özünü yansıtmakla kalmamış, aynı zamanda da onu geliştirmiştir. Kant’ın fazlasıyla metafizik ve dini olan hukuk ve devlet anlayışına Hegel pratik ve sistematik bir içerik kazandırmıştır. Politik hayatta deneyimlediğimiz sorunlar, çelişkiler ve çatışmaların belli bir ideolojik arka plana sahip olduğu açıktır. Kürt sorununu bir burjuva devlet ideologunun yazdıkları üzerinden deşifre etmekse Kürt ve Türk halklarının arasına sokulan nifakı anlamak açısından bir zorunluluk teşkil etmektedir. Kürt „sorunu“ olarak gündeme oturan problematik, Türkler’in Anadolu’ya göç etmesinden çok önceleri Mezopotamya’nın kuzey batısı, Anadolu’nun güneydoğu ve doğusu ve Kafkasya’nın güneyinde yaşayan Kürt kavimlerinin topraklarının göçmen Türkler tarafından gasp edilmesinden beri güncelliğini korumuştur. Zamanla güçlenen Türk, Arap ve Pers devletleri karşısında baskı altına alınan ve tehdit edilen Kürt toplulukları yaşadıkları bölgelerde güçlerini kaybetmiş ve kendi devletlerini ve iktidarlarını kuramayacak bir konuma itilmişlerdir. Devletleşme sürecinde Mezopotamya coğrafyasında yerel devletlerce Batılı saldılırılarına karşı bir özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi söylemi benimsenmiştir. Orta Doğu devletlerinde dışarıya karşı bir bağımsızlık politikası provoke edilirken bu devletlerin kendi içlerindeki durum göründüğünden farklıdır. Konu Türkiye bağlamında ele alındığında ortaya birçok çelişki ve sorun çıkıyor: Batılı işgalci devletlere karşı bir kurtuluş savaşı vermiş olan Atatürkçü Türk devleti, o zamanın düşman ideolojisi olarak işgalciliğin ve emperyalizm olarak ilan edilmesine rağmen hem geçmişine, hem de bugünün Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı tezine bakıldığında, benimsediği kimlik bazında çelişkiye düşmektedir. Yani bağımsızlık tezini savunan bir devlet ideolojisi bir başka halkın bağımsızlığına hem geçmişte, hem de bugün mani olmaktan dolayı bir iç çelişmeye düşmektedir. Yani ortada bir bağımsızlık söz konusudur. Ancak bu bağımsızlığın faturası başka bir halka kesilmektedir. Kürt sorununda deneyimlediğimiz pratik çelişkilerin arkasında ideolojik çelişkilerin ve çatışmaların olduğunu görmek Hegel’in Hukuk Felsefesinin Temelleri baz alındığında hiç de zor değil. Kitabının üç farklı yerinde Hegel, Kürt sorununun oluşumunda bir tez, bir antitez ve bir de sentezin temelini atmıştır. Kürt sorununu burjuva devletçiliğinin bir ürünü olarak ele aldığımızda, bu üç ayaklı diyalektik düzenek bize gerek PKK’nın, gerekse de içi boşaltılmış kemalizm ideolojisinin sorunsal temelinden ayrı tartışıldığını göstermektedir. Yani PKK’yı tek hedef olarak ilan etmenin ardındaki suni halk düşmanlığı söylemi, aslında devletçilik ideolojisinin kendi iç çelişkilerinin bir ürünüdür. Hegel’in Kürt sorunu bağlamında devreye girdiği nokta, onun, burjuva devlet ideolojisini yapılandırdığı esnada, -farkında olmadan da olsa- ana tezini çelişkileri ve yıkıcı sonuçlarıyla beraber bir „bütün“ olarak ifade etmesidir. Hegel burjuva devletçiliğinin halk üzerindeki tutumunu dayanışma üzerine, anti-tezini halkların birbirleriyle çelişkisi üzerine ve sentezi de devletin her türlü şiddeti ve gücü üstünlük mücadelesi uğruna kullanabileceğini meşru kılması üzerine kuruludur. Hegel devletçilik ideolojisini eksiksiz olarak ortaya koymuştur. Burjuva devletçiliğinin çelişkileri ve yıkıcılığıyla bir bütün olarak ele alınması Hegel’in burjuva ideolojisini çelişkili veya yanlış anlamasından değil, tam tersine onun, devlet ideolojisini yalın bir nesnellik içinde tüm çelişkileriyle ortaya koymasından ileri gelmektedir. Dolayısıyla Hegel devleti çelişkili olarak anlatmaz. Bunun yerine onu çelişkileri içinde eksiksiz anlatır. Keza kendi yazınında Hegel devleti olumlamış, yani ona karşı olumsuz ve eleştirel bir tavır almamıştır. Hegel devleti sadece anlatmakla kalmaz, aynı zamanda onu över ve destekler. Tezinde bireylerin kendi ben-merkezli çıkarlarının engellenmesi ve vatandaşların ortak çıkarlar çerçevesinde tek bir güç, yani devlet otoritesi ve hiyerarşisi altında toplanması fikri savunulmaktadır. Sabit, dogmatik bir düşünme biçimi provoke edilmekte ve saf bireysel ve özgür bir benlik yerine, devletin bütünlükçü ve bütünleyici yapısı altında bireyler toplanmak istenmektedir. Tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye topraklarında yaşayan tüm milletlerin birleşerek batılı güçlere karşı kendi bağımsızlığını savunmasında olduğu gibi. Bu teze zıt pratik birkaç deneyim Türkiye’de kemalizmi temsil etmek iddiasında olup Amerika tarafından finanse edilen askeri darbelerde baş aktör olma görevine talip ordunun varlığı, Soğuk Savaş yıllarında Sovyetler Birliği’ne karşı Amerikan ordusunun ülkeyi askeri üs olarak kullanmasına izin verilmesi, Özal devrinden itibaren yabancı sermaye sahiplerinin ve firmaların ülkeye akın etmesine göz yumulması, IMF’nin boyunduruğu altına girmek, AB’nin ırgatı olmak ve en son olarak da ABD’nin Orta Doğu projesinin baş kuklası haline gelmektir. Anti-tezde Hegel halkın iç ve dış sınırlarının çizilmesinin gerektiğini ve halk dayanışmasının aynı devlete ait olan bireylerin sadece kendi aralarında gerçekleştirmesi sonucu mümkün kılınacağını söylemektedir. Halk olarak da kastedilen devletin egemenliği altında toplanan veya toplanılan insan kitlesinden başka birşey değildir. Halkın dayanışması demek, dışarıdan gelen saldırılara karşı devlet çatısı altında birleşen bireylerin devletin bütünlüğünün yıkılmasına karşı direnmesi demektir. Demek ki devletçilik bağlamında farklı halkların ya da devletlerin birbirleriyle birleşmesi değil, halkların birbirlerine karşı kendi aralarında birleşmesi ve bütünleşmesi söz konusudur. Devletin varlığı uğruna halklar devlet ideolojisinin soyut varlığı uğruna birbirlerinin düşmanı konumunda bulunmaktadırlar. Bunun dışında Hegel anti-tezde halkın veya milletin bir bağımsızlık mücadelesi için kendi devletini kurması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu devletin kurulması veya savunulması demek, başka hükümdar bir devlete karşı tavır almak, kendi halkını örgütleyerek kendi devletini kurmak ve kendi halkından güç alarak diğer halka karşı bir çatışma planlamaktan geçmektedir. Bunlara örnek olarak –her ne kadar Amerikan desteği ve emriyle MİT tarafından kurulmuş olsa da- PKK’nın iddia edilen hedefi budur. Propagandası yapılan PKK’nın hedefi Kürtler’in Türkler’den bağımsız bir devlet kurması ve bu doğrultuda da kendi halkını Türkler’e karşı örgütlemesidir. Buna karşı kendi devletçilik geleneğinden dolayı Türk devletinin göstereceği tepki, PKK örgütüne karşı-saldırı biçiminde olacaktır ve PKK’nın kendi içinde özgürleşme olarak tanımladığı hareketi terör, düşmanlık veya kriminal vaka olarak etiketlemektedir. Kendi bütünlüğü için Türkiye Kürtler’e karşı askeri bir tedbir almıştır. Son tahlilde PKK’nın izlediği politika Türk devletçilik anlayışından özünde farklı değildir. Halk örgütlenmesi yolu üzerinden dinamize olan Kürt-Türk çatışması devletlerden bağımsız düşünüldüğünde halklar arası dolaylı olarak yapılan bir savaştır. Ortada soyut bir devlet üstünlüğü fikri vardır. Çatışmanın ana nedeni halklar arası savaş değil, devletler arası savaştır. Devletlerin savaşının faturasını ise organize edilen halklar ödemektedir. Sol literatürde „halkçılık“ olarak bilinen kavramla devletin kendince tanımladığı halkçılık kavramı arasında bazı örtüşen ve ayrışan noktalar vardır. Sol literatürde halkçılıkla kastedilen, elde bulunan kaynakların halkın tümü için eşitçe kullanımı ve dağıtımıdır. Yani burada devlet halk için vardır. Devletin varlık nedeni halktır, çünkü devlet halka hizmet eder. Bu anlamda devletçilik olumlu bir unsur olarak görülebilir. Ancak burjuva devletinin kendi halk tanımı devlet için varolan bir halktır ki, bu Hegel’in ve tüm bir burjuva devlet ideolojisinin benimsediği tanımdır. Burada halk değil, devlet birinci plandadır. Devletin varlık amacının halk oluşundan ziyade halkın varlık amacının devlet oluşu burjuva devletçiliğinin temel anlayışıdır. Dolayısıyla burjuva devletleri arasındaki savaşın mağduru halk olacaktır. Halklar çarpışacak, halklar birbirini katledecek ve halklar birbirini öldürecektir. Ancak devlet varlığını sürdürecektir. Halkçılığın ilk tanımına dönersek burjuva devletçilik anlayışında bir çelişki yakalamış oluruz. O da devletin halk olmadan varlığını sürdüremeyeceğidir. Burjuva devletinin çelişkisi kendi soyut ve maddi olmayan varlığı uğruna kendi halkını kırıma uğratmaya prensipte hazır oluşudur. Sonuçta burjuva devletine göre halklar birbirlerine kırdırılır, ortada bir tür özgürlük rüzgarı estirilir. Ancak durumdan sadece devletin kendi soyut ve maddi olmayan varlığı istifade etmektedir. Hegel’in tez ve anti-tez çatışması sonucu vardığı rasyonal sentez devletin soyut ve maddi olmayan varlığı uğruna şiddet ve güç kullanımının meşru bir zemin kazanmasıdır. Devlet kendi soyut ve maddi olmayan varlığı içindeki soyut ve maddi olmayan “özgürlüğü” için kendi boyunduruğu altında tuttuğu halkı başka bir halka karşı sürmektedir ve devletçilik ideolojisi üzerinden karşılıklı bir soykırım yapılmaktadır(sadece Kürt değil, aynı zamanda tıpkı Ermeni olaylarında olduğu gibi). Devletçiliğin halk bağlamındaki özeti halkların karşılıklı soykırımıdır. Her nasıl PKK halkçı bir söyleme uzaksa, Türk burjuva devleti de o denli halkçılıktan uzaktır. Devletin, gücü ve şiddeti meşru kılmasının sonucu halk olgusunun devlet ve güçle özdeşleştirilmesi ve PKK’nın kendisinin de Orta Doğu’da yaşayan Kürtler’in tamamını temsil ettiği veya temsil etmesi gerektiği görüşü yaygınlık kazanmasına neden olmuştur. Çünkü PKK’nın arkasında devlet ideolojisi yanında bir halk kitlesi aranmıştır. PKK-Türk ordusu arasındaki çarpışmanın bir Kürt-Türk halklarının çarpışmasına kayması, kısaca devlet ideolojilerinin zıtlaşmasının faşist bir bölünmeye dönüşmesi yine Hegelci devlet ideolojisinin kendi doğasından kaynaklanan bir üründür. Sonuç::::::::::::::::::::::::: Hegel’in devlete, burjuva ideolojisine ve onun ürünlerine olan yaklaşımı bizi bugün Türk ve Kürt düşmalığına sürüklemiştir. Hegelci burjuva devlet anlayışını ve düşünme biçimini kıramadıkça ve kendi halklarımızı ve insanımızı bir devlet ve devletçilik ideolojisi üzerinden kategorize etmekten vazgeçmediğimiz sürece Kürt ve Türk halkları egemen güçler tarafından birbirlerine düşman kılınacaktır. Tabi ki işin içinde Amerika’nın da parmağı vardır. Yani Türk-Kürt çatışması sadece Hegelci devlet geleneğinin kendi doğasından kaynaklanmamaktadır. Hegelci devlet ideolojinin kendi iç çelişkileri dışında var olan teorik temellere de Türkiye ABD, AB ve IMF emperyalizminin boyunduruğu altında olduğundan sadık kalmamıştır ve tanımına bakıldığında tam anlamıyla “özgür” olmamıştır. Yani tüm çelişkilerine rağmen Türkiye tam bir burjuva devlet olmamıştır. Burjuva emperyalizminin eksik kaldığı yer, sömürgeleşme politikasıyla doldurulmuştur. Gerek petrol kaynaklarına ulaşmak, gerek bölgedeki diğer ülkelere egemen olmak, gerekse de iki halkın birbiriyle çatışması sırasında her iki tarafa da silah satarak kar etmek Amerikan’ın başlı başına amacıdır. Yapılması gereken 1- Amerika’nın bölgeden tamamen silinip atılması, 2- Türkler’in ve Kürtler’in Hegelci burjuva devlet söyleminden uzaklaşıp halkçı bir devlet anlayışına yakınlaşmak konusunda karşılıklı anlaşmalarıdır. Burjuva devletinin şiddet ve savaş yanlısı söyleminden arınıldığı oranda halkların kardeşliğinden, ortak paylaşımdan ve eşitlikçilikten söz edilebilir. Faşizmin temellerini atan Hegel bu açıdan Türkiye’nin Kürt politikası bağlamında büyük bir öneme sahiptir. Halkçılık Hegelci anlayıştan arındırılmadığı sürece Türkler Kürtler’i, Kürtler de Türkler’i kendilerine düşman bileceklerdir ve her iki halk da birbirlerini katletmeye devam edecektir.
-
DİPNOT'lar...
Türkiye deki camii sayısı:77.000(yaklaşık 1500 camiinin yapımı devam etmekte) 14.403 tane cami yaptırma derneği mevcut...yani ortalama her 345 kişiye bir camii düşüyor Şimdi diyebilirsiniz ki bunlarda ne var...belki ilk bakışta pek göze batmıyor,fakat diğer asgari-egzeri ihtiyaçların gün yüzüne çıkan rakamları,bir acı ve çok tehlikeli gerçeği gösteriyor... Türkiyedeki hastahane sayısı:1220...Sağlık ocağı sayısı:6300...doktor sayısı 77.344...hastane yatak sayısı 189.000 işte size an acı karşılaştırma.... Türkiyede her 345 kişiye bir cami düşerken,her 60.000 kişiye bir hastane düşüyor Aynı anda 189.000 kişi hastanede yatabilirken,tam 26.000.000 kişi namaz kılabiliyor... Önümüzdeki 1-2 yıl içinde yapılması planlanan 30 ila 40 civarında hastane varken yapılması planlanan 1440 camii inşaatı var... ve EĞ-SEN e göre 200.000,hükümete göre ise 96.000 öğretmen açığı var... Birde hani Anayasamızın 2. maddesinde yer alan ve kaldırılmasını bırakın kaldırılması için teklifi bile söz konu olmayan SOSYAL ibaresi ülkemizde ne durumda.... Kütüphane sayımız:1435...sadece 13 ilde devlet tiyatrosu var....ve işte yine acı ve bir gerçek... Türkiyede sadece 1 opera,11 bale,10 heykel,18 sinema,18 resim,38 tiyatro derneği var... ama Cami yaptırma ve kuran kursu dernekleri sayısı kaç dersiniz...tam tamına 14.403... birde mali kaynaklara ve düzenlemelere bakalım; Üledeki dini faliyetleri düzenleme ve yürütme görevini üstlenen Dinayet İşleri Başkanlığının 1997 yılı bütçesi 66 trilyon iken günümüzde bu rakam 1.2 katrilyonu(tl) gecmekte yine geliyoruz acı karşılaştırmalara.... Türkiyede tam 8 bakanlığın bütçesi,dinayet işleri başkanlığının bütçesinden daha az... 20 üniversite ve dört bakanlığın ortak bütçesi dinayet işleri başkanlığı bütçesine eşit İşte dinayet işlerine ayrılan bütçe,işte devletin temel yapı taşlarına ayrılan bütçe... Diyanet İşleri Başkanlığı : 1.2 Milyar Y.T.L. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI : 783 Milyon DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI : 563 " BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI : 677.219.000 ULASTIRMA BAKANLIĞI : 687.265.000 SANAYI VE TICARET BAKANLIĞI : 280.095.000 EN. VE TABİİ KAY. BAKANLIĞI. : 249.296.000 KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI : 632.417.000 ÇEVRE VE ORMAN BAKANLIĞI : 404.396.000
-
DİPNOT'lar...
Evet ERDAL ATABEK söyliyecek söz bırakmamış..sağolasın GELİNCİK....artık alışkanlık ve uyuşma su,hava toprak gibi dogal oldu...........
-
FORUMDAN ÜÇ KİŞİYE ÇİÇEK VERECEĞİZ VE NEDEN VERDİĞİMİZİ YAZACAĞIZ..
Ben bunların hepsini aldım en sefdigim çiçekleyin içinde papatya..................hımmm Bursa çok yakın ziyayeyet ederim lalelerini çalmak için.....
-
hangi şarkıyı dinliyorsun?
Kıvırcık ALİ..................3 .cü gurbet.....
-
ÖZLEDİKLERİMİZ
Nefes almayı....................
-
En son ne aldin?
İlaç....................
-
SEN BU FORUMUN......
Sen acaba beni yayamaslık yaparken yakalıyacakmı diye düşündügümsün......
-
AZ SONRA...........
Bursercanı döfecem
-
Çağrışım
Zaman..........
-
Üsteki üyeyi ne kadar tanıyorsunuz..
Güsel yüregini biliyorum,arkadaşlıgını biliyorum demek ki az çok tanıyoyum
-
hişşşt..!alttaki neden...?
hişt altaki neden oytalıkta yoksun????
-
Şu Anki Durumunu Smileyle Belirtme
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.