Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

hoppa

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    374
  • Katılım

  • Son Ziyaret

hoppa tarafından postalanan herşey

  1. Bu cümle kuranın hangi aytinde geçiyor ? Pardon işkence kötümü dediniz ? Maide 33.Allah ve elçisiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmağa çalışanların cezası: (ya) öldürülmeleri, ya çarmıha gerilmeleri, ya ellerinin, ayaklarının çapraz kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyada çekecekleri rezilliktir. Âhirette ise onlara büyük bir azab vardır. Bir suça hem dünyada hemde ahirette sonsuza dek azap ederek ceza vermek işkence olamaz değilmi? Olsa olsa allahın merhametindendir. Pardon işkence kötümü dediniz ? Nur 2. Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir gurup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun. Sopa deyip basite alacaksanız aşağıda linkteki videoyu izlemenizi öneririm. İşkence ne imiş görün. -http://www.dailymail.co.uk/pages/live/articles/news/worldnews.html?in_article_id=472442&in_page_id=1811- Bu adama vurulan kırbaç 20 tane varın siz bunun yüz tanesi nasıl olur artık düşünün. Sâffât 67 Sonra zakkum yemeğinin üzerine onlar için, kaynar su karıştırılmış bir içki vardır. Nisâ 56 Şüphesiz ayetlerimizi inkar edenleri gün gelecek bir ateşe sokacağız; onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini başka derilerle değiştiririz ki acıyı duysunlar! Allah daima üstün ve hakimdir. Bunlarda zaten işkence değldir değilmi? Allahın insanlara öngördüğü işkencelerin yanında, sözünü etiğiğiniz işkencelerin esamesi bile okunmaz
  2. Sevgiyi neden bu kadar yadırgıyorsunuz anlamak mümkün değil. Bunun lal lay lomla da bir alakası yok. İnsanlar bile (anne baba) evladını yetiştirirken,onca zahmete katlanırken, ileride bu çocuk büyüsünde sabah akşam bizi saygıyla ansın,ayaklarımıza kapansın diye düşünmez (siz bekliyormusunsuz) böyle bir menfaat beklemezken,hiç bir şeye ihtiyacı olmayan tanrı nasıl böyle bir karşılık bekler? Kafanızda tüccar bir tanrı şeklillendirdiğinizin farkındamısınız ?
  3. Bende binanın en tepesinde ki hilali ilginç buldum. Ay tanrısı inacınımı sembolize ediyor acaba ?
  4. Sayın Muallimi Ali hala sorumun yanıtını alabilmiş değilim efendim. Yukarıda ki ayetleride görüldüğü gibi musa şeriatına göre yahudilere cumartesi balık avlama ve iç yağların haram kılınmasından bahsediyor. Peki bu ayetler neden müslümanları bağlamaz, müslümanlara cumartesi günü balık avlamak ve iç yağları harammıdır?
  5. Sayın Muallimi Ali?(Yüce öğretmen?) Ayetin başındaki cümleyi niye sakladınız,yoksa açığa çıkmasından endişe ettiğiniz bir şeymi var? İşte ayetin tamamı 32- Bunun içindir ki, İsrâiloğulları'na: "Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur" hükmünü yazdık (farz kıldık). Şüphesiz ki onlara peygamberlerimiz açık delillerle geldiler. Yine de bundan sonra onların birçoğu yeryüzünde aşırı gitmektedirler. Şimdi efendim bu ayet müslümanları bağlamaz,çünkü musa şeriatından behsediyor. Malumunuz olduğu üzere kurandan önceki şeriatlar iptal olmuştur. Yok hayır msülümanlarıda bağlar diyorsanız, A’râf 163 Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor. Hani onlar cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi, cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte böylece biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk. En’âm 146 Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yahut bağırsaklarında taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram kıldık. Bu, zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezadır. Biz elbette doğru söyleyeniz. Yukarıda ki ayetleride görüldüğü gibi musa şeriatına göre yahudilere cumartesi balık avlama ve iç yağların haram kılınmasından bahsediyor. Peki bu ayetler neden müslümanları bağlamaz, müslümanlara cumartesi günü balık avlamak ve iç yağları harammıdır?
  6. Müslüman arkadaşlar, ne ayetlerde nede hadislerde domuzun denen yasak olduğuna dair beir delil olmadığı halde işte efendim domuzda tenyalar varmış,insan sağlığına zararları varmış, domuz eşini kıskanmazmış, pislik yermiş gibisinden bir sürü kılıf uyduruyorlar. İyi tamam. Peki normalde helal olan hayvanların, besmelesiz kesilmesi halinde islama göre yenilmesi haram. En’âm 121 Üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu büyük günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlar olursunuz Besmele çekilmeyince helal olan hayvanlarada mı tenyalar giriyor,ve zararlı hale geliyor otomatikmen ? Buna nasıl kılıf bulacaksınız çok merak ediyorum ?
  7. Evet sayın ftoyd,,Dünyada dini bir tek doğru anlayan sizsiniz. Zaten şeriatcı güçler sizden çekiniyor yoksa çoktaaaaan türkiyeyi irana çevirecekler. İyiki varsınız.
  8. hoppa

    CENNET YOK!

    Sayın hayhak,senin ve boşigin savunduğu vahdeti vucud felsefesini çok iyi biliyorum,dolayısıyla sizi anlıyorum. Anlamadığım şey ise panteizm kaynaklı bu düşünceyi ısrarla kuran islamı ile bağdaştırmaya çalışmanız. Hadi diyelimki geçmişte bu düşünceyi savunalardan bazıları katledilmiş,ve bundan dolayı bu düşücenin takipçileri can emniyeti açısından islami nüansları kullanmak zorunda kalmışlar ama sizlerin ne gibi bir endişesi var onu anlamıyorum.Kuran ile bağdaştırmadan düşüncenizi savunun bakalım benden tek bir kelime eleştiri alacakmısınız? Zira o düşünce, insan sevgisini esas alır,başkalarına inançlarından dolayı asla kin ve nefret beslemez,savaş çığlıkları atmaz. Böyle masumane bir düşüncenin nesini eleştireceğim? Vahtedi vucudun kuran ile zerre alakası olmadığı gün gibi apaçıkken,asırlardır sabıkalı bir kitap ile başdaştırıp bu temiz düşünceyi lekelemenize itiraz ediyorum. Umarım anlaşılmıştır.
  9. hoppa

    CENNET YOK!

    Sayın hayhak,bir ayeti kurandan cımbızlayıp vahdeti vucud düşüncesine göre çarpıtıyorsunuz. Bakalım bu iddianızın arkasında durabilecekmisiniz ? Bu yanıtım aynı zamanda sana destek veren kişiler içinde geçerli. Araf suresi 46- Cennetliklerle cehennemlikler arasında bir perde vardır. A'raf üzerinde de, her iki taraftakileri simalarından tanıyan kişiler vardır. Bunlar cennetliklere: "selâm olsun size" diye seslenirler. Bunlar henüz cennete girmemiş, fakat girmeyi arzu eden kimselerdir. 47- Gözleri cehennemlikler tarafına çevrilince de :"Rabbimiz! Bizi zalim toplulukla beraber eyleme!" derler. 48- A'raftakiler yüzlerinden tanıdıkları kişilere seslenerek şöyle derler: "Ne topluluğunuz, ne de büyüklük taslamanız, size hiç bir yarar sağlamadı". 49- "Allah onları hiç bir rahmete erdirmiyecek, diye yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı?" (Cennetliklere dönerek): "Girin cennete, artık size ne korku vardır, ne de siz üzüleceksiniz" derler. 50- Cehennemdekiler, cennettekilere: "Bize biraz su akıtın veya Allah'ın size verdiği rızıktan bize de verin." diye seslenirler. Cennettekiler de: "Allah, bunların ikisini de kâfirlere haram kıldı." derler. Cennet eğer dünyada ise, cehennemde dünyada olmalı, bunları birbirinden bağımsız ele alamazsınız.Zaten Hepsi bu dünyada diye bir ifade kullanarak buna dolaylı olarak işaret etmişsiniz. Bu ayetlere göre müslümanlar cennet hayatı,kafirler ise cehennem hayatı yaşıyor.O zaman şöyle bir manzara ortaya çıkıyor. Müslümanlar, cehennem hayatında yaşayan,ızıdırap çeken mazlumlara kafir oldukları için asla yardım elini uzatmayacaklar,biz size yardım edemeyiz çüünkü allah size bunları haram kıldı diye ihtiyaç içinde olan insanları geri çevircekler.Bilhassa siz,çünkü bu düşünceyi savunan sizsiniz. şu soruyu sormamada müsade edin lütfen. Siz bu ayetlere göre hayatınızı şekillendiriyormusunuz, yani yanınıza yardıma muhtaç olan biri gelse,bana bir yudum su ber dese,siz, hayır sana su veremem allah bunu kafirlere haram kıldı diye o kişiyi geri çevirirmisiniz?Eğer yapmıyorsanız savunduğunuz düşüncede samimi olmadığınız anlaşılır. Diğer önemli bir konu ise,eğer iddia ettiğiniz gibi cennet ve cehenem dünyada ise o zaman bu duruma göre cennetti yaşayanlar kafirler,cehennemi yaşayanlar ise müslümanlar oluyor.Müslüman ülkelerin ne halde olduğu apaçık ortada.Tüm teknolojik ve bilimsel ilerleme ,refah ta kafirlerin elinde. Bunda bir tuhaflık yokmu.? Yani allahın söylediğini tam tersine bir durum arzediyor Saygılar,iblise emanet olun.
  10. Boşig bey,yukarıdaki şıklarda bir hata yapmışsınız.Yukarıdakilerin hepsi şıkının altına sadece arap kültürü şıkkı,yetersiz. Çünkü kuran, yukarıda sayılanlarından bol mikta içermekle birlikte arap kültürüde bulundurur. Ne ararsan bulacağın ***
  11. hoppa

    İblisizm

    Ali veya muhammmed önemli değil. O kıssada alinin niçin öldürdüğüde yar alır onu atlamışsınız.Ali derki, ben seni Allah için öldürecektim. Peki allah için insanları öldürmek ne demek oluyor.Size göre yapılan savaşlar vatanı korumak için yapılmamışmı idi? Bir cümlenin başında bunu söyleyip hemen ardından yüz derece zıt bir açıklama yapmak zaten ancak dindarlara mahsus bir olay. ***********
  12. hoppa

    İblisizm

    Sayın larsie,elbetteki bana bildirilen kuralları ben yazıyorum.Ancak destekçi aradığım sizin zannınız.İnsanlar kendi gönül rızası ile bu dine destek veriyorlar. Bu sizi neden rahatsız etti anlamak mümkün değil ?
  13. hoppa

    İblisizm

    Sayın 7 renk,ben burda şahsi görüşümü beyan etmiyorum ki sözünü ettiğiniz kurala ters düşmüş olayım. Ben İblisin dini yayıyorum. Çok farklı şeyler. Yüce İblise emanet olun.
  14. hoppa

    İblisizm

    Sayın anti madde,Kimseyi ikna etmek gibi bir sorunumuz ve derdimiz yok efendim.Kimseyide zorla davet etmiyoruz.Dolayısıyla sizin bu alayvari ifadelerinizi kınıyorum.Sizi İnsanların kutsalına saygılı olmaya davet ediyorum. İnanmayabilrisiniz ama dalga geçme hakkınız olmadığını hatırlatmak isterim. Yüce İblise emanet olun.
  15. hoppa

    İblisizm

    Sorularıızın cevapları ilk iletide var efendim, bir daha dikkatli okumanızı tavsiye ederim. Yüce İblise emanet olun.
  16. hoppa

    İblisizm

    Şu an bana bildirilenler bunlardan ibaret.Yeni bildirileri saklamam asla söz konusu olamaz.Gelirse mutlaka açıklarım.Yüce İblise emanet olun Saygılar
  17. hoppa

    İblisizm

    İblisizm,tanrı ve iblis kavramlarının dinler tarafından saptırıldığı, aslında kötülüklerin tanrı, iyiliklerinde iblisin ürünü olduğunu,tanrı ile iblis arasında ki savaşın iblisin galibiyeti ile sonuçlanacağı düşüncesini savunan yeni bir akımdır. İblisin yüceliği ve üstünlüğü şundandır. İnsanın mutluluğunu ve kardeşliğini çekemeyen dinlerin tanrıları (Allah’ta dâhil) insanları üstün, üstün olmayan, iyi ve kötü,inanan ve inanmayan kavimler diye ayırmışlardır. Bu ayırım insanlık için dövüş ve kavgalara sebep olmuştur. Bu haksızlığı gören Yüce İblis, haklı olarak tüm tanrılara karşı çıkmış onlara isyan etmiştir. Yüce İblis emirlerini insanlara şiddet yoluyla değil de iyilikle kavratmak istemektedir. Onun emirlerini yerine getirmeyenler insan kardeşliğini, hakkı, hukuku sevmeyenlerdir. Zaten yaşamlarında da kendi kendilerini cezalandırmaktadırlar. Günümüzdeki satanizm ile yakından uzaktan bir ilgisi ve bağlantısı yoktur. İblisizm,in temel kuralları Sorulmadıkca görüş yada tavsiye verme Etnik köken, din, ırk veya sınıf ayrımı yapmadan, toplumsal barış ve huzur için çalış Dinleyecegine emin olmadıkca derdini kimseye anlatma Başkasının evinde evsahibine saygı göster,aksi taktirde evine gitme Karşındakininde isteği olmadıkça cinsel ilişkiye girme Dünyanın neresinde olursan, hükümete ve evrensel yasalara uy. İblisizm dinine girmeyenlere sakın düşmanlık besleme Başkasına yük olduğu ve kurtulmak istediği şeyler hariç, kendine ait olmayan hiçbir seyi alma Arzularını elde etmeni sağlayacak şekilde kullandığın sürece büyünün gücüne inan aksi taktirde kullanma Kendini muhatap etmeye gerek görmedigin hiçbir şeyden şikayet etme Kınayanların kınamasına aldırış etmeden,İblisizm dinine sadık ol. Çocuklara zarar verme Sana zarar vermedikce hayvanları öldürme! Hayati tehlike olmadığı sürece,cinleri yardıma çağırma Haftada bir, tek yaratıcı Yüce İblisi anma ayinine katılmayı ihmal etme Yüce İblisin seçtiği elçi olarak bana bildirdiği müjdeyi açıklıyorum. Yüce İblisi memnun ederek ölen sadık kullar öldükten sonra yeni yaşamlarında,hiç bir dert,sıkıntı,keder,hastalık görmeden sonsuza dek mutlu ve bahtiyar olarak yaşayacaklardır. Yüce iblisin dinine girmeyenler ise, öldükten sonra toprak olup sonsuza dek yeniden yaşama şansını kaybetmiş olacaklardır.
  18. Bugünkü modern tıbba göre erkekler içinde bakaret testi yapmak mümkün.Detayına girmek istemiyorum. Aynı şey erkekler içinde geçerli olsun.Evlilikten önce ilşki yaşayan erkekler **** olarak değerledirsin ve yallah babasının evine postalansın. Böylece insanların onuruyla oynamanın,haksız yere insanları damgalamanın ne olduğunu kendileri yaşayınca belki anlarlar
  19. İlkel insanların hayali bir tanrıya atfen oluşturdukları toplum kuralları.
  20. Sen böyle diyorsun ama ayeti iptal ediyorsun.Eğer dediğin gibi olsa ayette cana,can derdi.Ama öyle demiyor hüre hür,kadına kadın,erkeğe erkek. Eğer bir erkek kadını öldürürse erkek öldürülemez.
  21. hoppa

    Şok,şok,şok.

    Din İşleri Yüksek Kurulu, 15/06/2006 tarihinde Dr. Muzaffer ŞAHİN’in başkanlığında toplanarak, namaz vakitlerinin oluşmadığı bölgeler ile yatsı namazı vaktinin geç oluştuğu bölgelerde namaz vakitlerinin tespiti konusunu görüşmüş ve yapılan müzakerelerden sonra aşağıdaki sonuca ulaşılmıştır: Namaz Vakitleri İslâm’ın beş temel esasından biri olan namaz, günün belli zaman dilimleri içerisinde yerine getirilmesi gereken bir farzdır. Vakit namazın şartlarından biri ve farz olmasının sebebidir. Yüce Allah, “Şüphesiz namaz vakitli olarak farz kılındı” buyurmaktadır (Nisa 4/103). Bu nedenle, namazların vakitlerinden önce kılınması caiz olmadığı gibi, vaktinden sonraya bırakılması da caiz değildir. Problem Namaz vakitlerinin belirlenmesinde, dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesinden kaynaklanan güneşin doğması, batması, gölgenin boyu, şafağın belirmesi kaybolması gibi özel durumlar esas alınmıştır. Bu durumlar ile aralarındaki süreler sabit olmayıp, mevsimlere ve bulunulan yere göre değişmektedir. İslâm bilginleri namaz vakitlerinin oluşmadığı yerler hakkında görüş beyan etmiş olmakla birlikte, yatsı vakti çok geç oluşup teravih namazı ve imsak konusunda sıkıntıya düşülen yerler hakkında her hangi bir açıklamada bulunmamışlardır. Söz konusu problemin çözümü amacıyla 1980 yılında Brüksel’de 18 ülkeden temsilcinin katılımıyla I. Avrupa İslâm Semineri düzenlenmiştir. Ancak problemin çözümüne yönelik yapılan bu çalışmada alınan kararlar da dinî ve sosyal bazı sıkıntıların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Brüksel toplantısında yatsı vaktinin takdirle belirlenmesine geçiş için başlangıç noktası olarak 45º enlem alınmıştır. Halbuki namaz vakitleri 49º enleme kadar astronomik belirtilere göre tahakkuk etmektedir. Bu durum, takvimlerimizde yatsı namazı vaktinin, mevsimlere göre bazı bölgelerde hakiki vaktinden 17 – 74 dakika daha önce gösterilmesine yol açmaktadır. Ayrıca vakitlerin takdirinde, herhangi bir dayanağı bulunmaksızın Mekke’ye göre takdir yapılmıştır. Gündüz veya Gecenin Oluşmadığı Bölgeler Kuzey ve güney 49º enleminden itibaren kutuplara doğru yaz aylarında bazı günlerde yatsı ve imsak vakitleri oluşmamaktadır. 66º enlemlerinden itibaren sadece yatsı ve imsak vakitleri oluşmamakla kalmayıp mevsimlere ve bölgelere göre diğer vakitler de oluşmamaktadır. 66º kuzey enleminde 13 Haziran – 29 Haziran arasında 17 gün güneş devamlı ufkun üstünde kalmakta, 30 Haziranda güneş yuvarlağının alt kısmı ufkun altına inmekte, 2 Temmuzda ise 23:44’de batmakta ve 00:24’de doğmaktadır. Kutba yaklaştıkça güneşin batmadığı günlerin sayısı artmaktadır; 68º enleminde 51 gün, 70º enleminde 72 gün, 72º enleminde 86 gün güneş batmamaktadır. Kutuplarda ise güneş 6 ay devamlı ufkun üstünde devretmekte ve hiç batmamakta, 6 ay da devamlı ufkun altında devretmekte ve hiç doğmamaktadır. Bu bölgelerde gündüzün oluşmayıp takdir edildiği dönemlerde ise, öğle namazının vakti için, takdir edilen gündüzün ortasına 4 dakika ilave edilmesi ve takdir edilen öğle ile akşam namazının ortası da ikindi namazının vakti olarak belirlenmesi uygun olacaktır. Bazı Vakitlerin (Yatsı ve İmsak) Oluşmadığı veya Şafağın Geç Kaybolduğu - Fecrin Erken Doğduğu Bölgeler İlmî verilere göre, 12º’de denizci tanı, 18º’de ise astronomik tan meydana gelmektedir. Fecir ve şafak kızıllığının kaybolma zamanı bu iki derece arasında gerçekleşmektedir. Başkanlık takvimlerinde en son had olan 18º esas alınmaktadır. Ancak astronomik tanın tanımına bakıldığında, her halükarda yatsı vaktinin bundan önce oluştuğu; imsakin de daha sonra başlaması gerektiği anlaşılmaktadır. Başkanlık takvimlerinde esas alınan kriterlere göre 45º - 50º enlemleri arasında kalan bölgelerde, vakitler genellikle teşekkül etmektedir. Ancak özellikle yaz aylarında güneşin batmasıyla akşam şafağının kaybolması ve sabah şafağının zuhuru ile güneşin doğması arasındaki süreler çok uzun olduğundan, yatsı ve imsak vakitleri konusunda sıkıntıya düşülmektedir. Çünkü bilhassa yaz mevsiminde, güneşin batmasıyla batı ufkundaki şafak denilen kızıllığın kaybolması arasındaki süre yaklaşık 3 saat, bazı yerlerde daha çok olmaktadır. Çok kısa bir süre sonra da doğu ufkunda “fecir” denilen sabah şafağı zuhur etmektedir. Ramazan ayının yaz mevsimine rastladığı yıllarda, şafağın kaybolması ve fecrin doğmasına göre teravih kılma veya yatsıdan sonra sahur yeme imkanı olmadığı gibi, yatsı namazının dahi vaktinde kılınamayacağı günler ve yerler bulunmaktadır. Gece ve gündüzlerin mutedil olarak teşekkül ettiği 45º kuzey ve güney enlemleri arasında kalan bölgelerde yatsı vaktinin başlangıcı ile sonunu belirten hadisler ve içtihatlar arasında herhangi bir çelişki olmadan amel etmek mümkündür. Ancak mevsimlere göre akşam şafağının gecenin üçte birinden veya yarısından sonra kaybolduğu bölgelerde, yatsı namazının başlangıcını belirten hadislere göre yatsı namazının vakti de sona ermiş bulunmaktadır. Buna göre hadisin baş tarafı ile amel edilirken, son tarafı ihmal edilmektedir. Astronomik olarak akşam şafağıyla sabah şafağının simetrik oluşu ve namaz vakitleri ile ilgili hadislerin tamamı göz önünde bulundurularak güneşin batışıyla doğuşu arasındaki süre gece itibar edilerek üçe bölünüp güneşin batışına eklenerek yatsının en geç oluşma vakti hesaplanır. Yatsının gerçek vakti bundan önce gerçekleştiği sürece hakiki vakitle amel edilmeli, yatsının hakiki vaktinin girişi gecenin üçte birinden sonra gerçekleşmesi halinde ise, gecenin üçte biri yatsı namazının vakti olarak esas alınmalıdır. Ayrıca yatsının çok geç oluşup çalışanların sıkıntıya düşmeleri durumunda akşam ile yatsı namazının akşam namazının vaktinde birleştirilerek kılınabileceğinin kendilerine bildirilmesi yararlı olacaktır. Hz. Peygamber (a.s.) normal şartlardan farklı olan yolculuk, yağmur, çamur gibi durumlarda öğle ile ikindi ve akşam ile yatsıyı cem-i takdîm ve cem’-i tehir ile birleştirerek kıldığı sahih hadislerde yer almaktadır (Buhârî, Taksîru’s-Salât, 15; Müslim, Salatu’l-Müsâfir, 5-6; Tirmizî, Salât, 282; Ebû Dâvûd, Salât, 274). Abdullah b. Abbas, Rasulullah (a.s.)’ın ümmetine sıkıntı olmadığını göstermek amacıyla korku, yağmur gibi bir illet olmaksızın, Medine’de öğle ile ikindi ve akşamla yatsıyı birleştirerek kıldığını nakletmiştir (Müslim, Salâtu’l-Müsâfirîn, 6; Tirmizî, Salât, 26; Ebû Dâvûd, Salât, 274; Ahmed, Müsned, I/223, 251, 283, 346, 354, H.No:1953, 2265, 2557, 3235, 3323). Bazı bilginler, adet haline getirilmemek kaydıyla, yolculuk, yağmur, korku gibi bir sebep olmaksızın da namazları cem’ etmenin caiz olacağını beyan etmişlerdir (Nevevî, Şerhu Müslim, V/219). Kabul etmek gerekir ki, şafak normalden çok geç kaybolan yerlerde yatsı namazı için şafağın kaybolmasını beklemekte karşılaşılan zorluk ve meşakkat, müçtehitlerin namazların cem edilerek kılınmasına (birleştirilerek bir vakitte kılınmasına) cevaz verdikleri zorluklardan çok daha ağırdır. Namazların cem edilerek kılınmasının gayesi zorluğu kaldırmak olduğuna göre, bu bölgelerde yaşayan Müslümanlar gerektiğinde namazlarını cem edebilirler. Bu doğrultuda hazırlanacak takvimlerin toplumda kabul görmesi, namazların cem’i konusunda halkın aydınlatılması ve uygulamada karşılaşılacak problemlerin tespiti ve çözümü amacıyla, özellikle yurtdışı personelimizin eğitimine yönelik seminerler düzenlenmesi yerinde olacaktır. Yukarıda zikredilen açıklamalar ışığında; 1) 66º - 90º enlemleri arasında kalan bölgelerde gündüz veya gecenin oluşmadığı (güneşin tamamen veya kısmen batmadığı/doğmadığı) dönemlerde, gündüz ve gecenin oluştuğu 64º enleminin esas alınarak en kısa gece veya gündüzün 3 saat kabul edilmesinin uygun olduğuna, a) Bu bölgelerde, gecenin oluşmadığı dönemlerde, güneşin batışından 1 saat sonra yatsı vaktinin, 2 saat sonra da imsakin başlamasının, Gecenin oluşup üç saatten fazla sürdüğü dönemlerde, vakit alameti belirlenemediği takdirde, güneşin batışı ile doğuşu arasındaki sürenin 1/3’i güneşin batışına eklenerek yatsı, 2/3’si eklenerek imsak vakitlerinin takdir edilmesinin, Uygun olduğuna, Ancak imsak alameti açıkça görüldüğünde, ona uyularak amel edilmesi gerektiğine, Bu bölgelerde gündüzün oluşmayıp takdir edildiği dönemlerde ise, öğle namazının vakti için, takdir edilen gündüzün ortasına 4 dakika ilave edilmesi ve takdir edilen öğle ile akşam namazının ortası da ikindi namazının vakti olarak belirlenmesinin uygun olduğuna, 2) Gündüz ve gece oluşmakla birlikte, yatsı veya imsakin oluşmadığı veya akşam şafağının çok geç batıp fecrin erken zuhur ettiği bölgelerde ise, güneşin batışıyla fecrin doğuşu arasındaki süre üçe bölünüp güneşin batışına eklenerek yatsının en geç oluşma vaktinin hesaplanmasına, yatsının gerçek vakti bundan önce gerçekleştiği sürece hakiki vakitle amel edilmesinin, şafağın kaybolmasının gecenin üçte birinden sonra gerçekleşmesi halinde ise, gecenin üçte birinin yatsı namazının vakti olarak kabul edilmesinin uygun olduğuna, takvimlerin bu kriterler doğrultusunda hazırlanmasına, fecrin oluşmadığı dönemlerde, en son oluşan vaktin, tekrar fecir oluşuncaya kadar dondurulmasına, 3) İlmi verilere göre şafağın kaybolması/oluşması astronomik tandan daha düşük derecelerde oluştuğundan ve bunun tespit edilerek takvimlerde uygulanması halinde, özellikle kuzey ülkelerinde önemli bir rahatlık meydana getireceğinden, yatsı ve imsak vakitlerinin hangi derecelerde oluştuğunun tespit edilmesine yönelik rasatlar yapılmasına, 4) Buna rağmen yatsının çok geç oluşup, çalışanların sıkıntıya düşmeleri durumunda akşam ile yatsı namazının akşam namazının vaktinde birleştirilerek kılınabileceğinin kendilerine bildirilmesi yararlı olacağına, 5) Hazırlanacak takvimlerin toplumda kabul görmesi, namazların cem’i konusunda halkın aydınlatılması ve uygulamada karşılaşılacak problemlerin tespiti ve çözümü amacıyla, özellikle yurtdışı personelimizin eğitimine yönelik seminerler düzenlenmesinin yararlı olacağına, Karar verildi. Din İşleri Yüksek Kurulu, 17.10.2002 tarihinde Kurul Başkanı Doç.Dr.Şamil DAĞCI’nın başkanlığında toplandı. Dinî Soruları Cevaplandırma Komisyonunca hazırlanan “Kadınların Şahitlik ve Mirastaki Durumları” konusundaki rapor görüşüldü. Yapılan müzakereler sonunda: İslam dininde, kadınlara yeterli değer verilmediği, kadın - erkek eşitliğinin bulunmadığı ileri sürülmekte ve buna delil olarak da kadınların mirastaki payları ve şahitliği gündeme getirilmektedir. Halbuki dinimizin temel kaynağı olan Kur'an ve sünnete bakıldığında durumun böyle olmadığı açıkça görülmektedir. A. Kadın - Erkek Eşitliği İslâm'a göre, kadın ve erkek eşit ve birbirini tamamlayan varlıklardır. Gerek ontolojik olarak, gerekse dinî sorumluluk, hukukî ehliyet, temel hak ve hürriyetler bakımından ilkesel bazda kadın erkek ayrımı söz konusu değildir. Ancak kadının konumunun belirlenmesinde, bu ilkesel esasların yanı sıra, İslâm'ın doğup geliştiği toplumlardaki sosyal ve kültürel çevre, özellikle ataerkil aile yapısı etkili olmuştur. Bu durum, İslâm toplumlarında farklı kadın anlayışlarının ortaya çıkmasının da sebebidir. Kadın ile ilgili Kur'an ayetlerini anlamada ve yorumlamada, ayetlerin sosyo-kültürel nüzul süreci ve lafzî anlamının yanı sıra hangi gayelerin esas alındığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca, kadının sosyal ve hukuki statüsü konusunda daha ileri adımlar atılması Kur'an'ın ruhuna aykırı değildir. Bunun yanı sıra Kur'an-ı Kerim'in ana ilkeleri ve Hz. Peygamber'in kadın ile ilgili genel tavır ve prensipleri ışığında, cinsiyet ayırımını çağrıştıran, kadını kadın olduğu için aşağılayan ve temel hak ve hürriyetlerden mahrum bırakan bütün haber ve rivayetlerin ya özünden saptırılmış ya da uydurma olduğu dikkate alınmalıdır. Söz konusu uydurma haber ve rivayetlerden dolayı, İslâm dinini ve Peygamberini suçlama ilmî ve ahlakî değildir. Kadına hiçbir değerin verilmediği, kız çocuğuna sahip olmanın utanç verici bir durum kabul edildiği, bu nedenle bazen kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü bir dönemde İslâm, davetin başladığı ilk yıllarında kadını muhatap olarak kabul etmiş, bu konuda kadın erkek arasında herhangi bir ayrım yapmamıştır (bk. Leyl 92/3-10). -2Hz. Peygamber Medine'ye hicret ettiğinde, erkeklerde olduğu gibi, kadınlardan da bîat almıştır (Mümtahine 60/12). Bu, sosyal ve dinî hayatta hak ve sorumluluk açısından İslâm dininde kadın ile erkek arasında bir ayrım olmadığını göstermektedir. Mücadele sûresi, örnek Müslüman kadının siyasi otorite nezdinde hakkını elde edebilmek için gösterdiği çabaları anlatan bir sûredir. Siyasi otoritenin itirazlarına rağmen kadın haklı davasında ısrar etmiş, uğradığı zulmü Allah’a şikayet etmiştir. Bu kadının, haklarını elde edebilmek için gösterdiği örnek gayret ve çaba Allah’ın takdirine mazhar olmuştur: Sonuç olarak İslâm dininde yaratılıştan gelen fizyolojik ve psikolojik farklılıkların ötesinde, kadın – erkek arasında bir ayrım yapılmamıştır; Allah katında bir insan ve kul olarak her ikisi de eşittir. Kur'an-ı Kerim kadın ve erkeğe eşit olarak hitap etmektedir. Dinî yükümlülüklerde, ibadetlerde, ahlakî değer ve faziletlerde kadın – erkek arasında bir fark bulunmamaktadır. İslam'da insanlar arasında tek değer ölçüsü takvadır. B. Kadının Şahitliği Bazı İslam bilginleri, Kur’an-ı Kerim'deki borçlanma ayetinden hareketle, iki kadının şahitliğinin, bir erkeğinkine denk olduğunu belirtmişlerdir. Söz konusu ayette; Ey iman edenler! Belirli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın.(…) (Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir. Şahitler, çağrıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar.(…) buyurulmaktadır (Bakara 2/282). Görüldüğü üzere âyet, vadeli borçların şahit tutularak yazılmasının, ihtilafları önlemek bakımından yararlı olacağını bildirmek için inmiştir. Bu itibarla, ayette geçen yazın emri, bağlayıcı mahiyette olmayıp, tavsiye niteliğindedir. Hemen bütün alimler bu konuda görüş birliği içindedirler. Diğer taraftan ayette geçen “Bu onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir.” ifadesi, bu ayetin tek kadının şahitlik yapamayacağını değil, alacağın güvenceye alınması için, bir erkek yerine iki kadının şahit tutulmasının önerildiğini göstermektedir. Nitekim, mahkemede şahitliğin ifasında tek bir kadının şahitliğinin geçerli olduğu bu ifadeden anlaşılmaktadır. Şöyle ki ayette mahkemede şahitliğin ifası sırasında iki -3-kadının da bulunmasının zorunlu olduğu ifade edilmeyip, aksine birinin unutabileceği kabul edilerek, diğerinin (yani tek bir kadının) şahitliğinin yeterli olabileceğine işaret edilmektedir. Şahitlikte aslolan, adaletin tesisi ve hukukun işlerliğini sağlamak için, bir suç veya hakkın ispat edilmesidir. Hak veya suç ne ile ispat edilebiliyorsa o, gerek hukukta ve gerekse dinimizde delildir. Nitekim sadece kadınların şahitliğiyle sabit olabilecek hususlarda, tek başına kadının şahitliğinin geçerli olduğu alimlerin ittifakıyla kabul edilmiştir. Şahitlikle ilgili diğer ayetlerde, şahitlik konusunda erkek – kadın ayrımı yapılmamıştır: Kadınlarınızdan fuhuş (zina) yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin...(Nisa 4/15) Ey iman edenler! Birinizin ölümü yaklaştığı zaman, vasiyet sırasında aranızda şahitlik (edecek olanlar) sizden adaletli iki kişidir. Yahut seferde olup da, başınıza ölüm musîbeti geirse, sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder... (Maide 5/106) Boşanan kadınlar iddetlerinin sonuna varınca onları güzelce tutun, yahut onlardan güzelce ayrılın. İçinizden iki adil kimseyi şahit tutun. Şahitliği Allah için dosdoğru yapın... (Talak 65/2) Namuslu kadınlara zina isnad edip de sonrada dört şahit getiremeyenlere, seksen değnek vurun... (Nur 24/4) Bu ayetlerde Arapça'daki erkek sığasının kullanılmasından hareketle bazı bilginler, bu konuda sadece erkeklerin şahitliğinin geçerli olduğunu ileri sürmüşlerdir. Oysa ki bütün dil bilimcilere ve İslam bilginlerine göre, erkek için kullanılan çoğul sığası, kadınları da içerir. Arapça dil kurallarına göre, söz konusu şahitler, erkek olabileceği gibi, kadın da olabilir. Bu da yukarıda zikredilen ayetlerde geçen “şahit” kelimelerinin kadınları da kapsadığını, dolayısıyla kadının şahitliğinin erkeğinkine denk olduğunu gösterir. Bunun böyle olduğuna, Nûr sûresinin 6-9. âyetleri delil teşkil etmektedir: Sonuç olarak, konuyla ilgili ayetler birlikte değerlendirildiğinde, kadının şahitliğinin erkeğinkine denk tutulabileceği anlaşılmaktadır. C. Kadının Mirasçılığı İslam’dan önce kadının sabit ve belirli bir miras hakkı yoktu. Hatta o dönem Arap toplumunda, kadının mirasçı olması bir tarafa, kendisi mirasa konu olmaktaydı. İslam dini, -4-kadına sağlanan diğer haklarla birlikte, mirasçı olma hakkını da vermiştir. Bu hak, kadını korumayı ve hukukunu tespit etmeyi amaçlayan diğer âyetlere uygun olarak düzenlenmiştir. Nitekim kadınlarla ilgili bir takım hukukî düzenlemelerin yer aldığı Nisâ sûresinin 7. âyetinde şöyle buyurulmaktadır: “Ana-baba ve akrabaların (miras olarak) bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır; ana-baba ve akrabaların bıraktıklarından kadınlara da pay vardır. Allah bırakılanın azından da, çoğundan da bunları farz kılınmış birer hisse olarak belirlemiştir”. Mirasla ilgili âyetler birlikte değerlendirildiğinde şu sonuçlar çıkarılabilir: Kur’an’ın kadını değersiz sayması söz konusu değildir. Bilakis konu ile ilgili âyetlerin getirdiği düzenlemeler, İslam’ın kadınların hukûkî şahsiyetlerini tanıdığını, onların hak ve hukukunu belirlemeye özel bir itina gösterdiğini; haklarının zayi edilmemesi için gerekli hukukî tedbirleri aldığını ortaya koymaktadır. Nitekim Kur’an’ın, kadının da erkek gibi mirasta hak sahibi olduğunu açık ve net bir şekilde ifade etmesi, iddia edildiğinin aksine kadına verilen değeri gözler önüne sermektedir. . İlgili âyetlere göre şayet bir anne-babanın çocuğu vefat eder de miras bırakırsa, ölenin çocukları da varsa, anne-babanın her birine mirasın altıda biri verilir (Nisa 4/11). Burada görüldüğü gibi bir anne olarak kadına, çocuğunun mirasından verilen pay, bir baba olarak erkeğe verilen paya denktir. Bu da açıkça göstermektedir ki, kadına erkeğin payının yarısı kadar hisse verilmesi genel bir hüküm değildir. Hatta bu âyet, ölenin çocuğu yok ise, annenin, mirasın üçte birini alacağını da açıkça ifade etmektedir. Konu ile ilgili âyetlerde, bir erkeğin veya kadının, anne veya babası vefat etmişse ve çocuğu da yoksa, sadece bir erkek veya kız kardeşi varsa, mirastan her birine eşit olarak altıda bir hisse düşeceği ifade edilerek, kadın ile erkeğin eşit hisse alacakları hükme bağlanmıştır (Nisa 4/12). Bu hususta, kadının hangi durumda olursa olsun, mirastan erkeğin payının yarısı kadar pay alacağı iddiasının ne derece sathî ve maksatlı bir iddia olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir. Kız ile erkek kardeşlerin birlikte mirasçı olmalarında kıza bir, erkeğe iki hisse verilmesinin sebepleri şöyle sıralanabilir: a) İslam hukukuna göre, ister anne, ister eş, ister kız çocuğu, isterse kız kardeş olsun, kadının geçimi kendisine ait olmayıp; oğul, koca, baba veya erkek kardeşin sorumluluğundadır. Çoğunlukla kadın kendisi dışında başkalarının geçimini sağlamakla da -5-yükümlü değildir. Erkek ise tam aksine, hemen bütün toplumlarda eşinin, kızının, annesinin veya kız kardeşinin geçimini sağlamakla mükelleftir. Bu sebeplerdir ki “nimet külfete göredir” esasına uygun olarak, eşinin, kızının, annesinin veya kız kardeşinin geçimini sağlamakla yükümlü olan erkeğe, böyle bir yükümlülüğü olmayan kadının payının iki misli verilmiştir. Kadın kendi mal varlığında istediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir. Kadının malî durumu yerinde olsa dahi, ailenin harcamalarına iştirak etme zorunluluğu yoktur. Bu açıdan bakıldığında, kadın ile erkeğin eşit pay alması durumunda, erkek ailenin geçimini sağlamakla yükümlü olduğu halde, kadının böyle bir sorumluluğu olmadığından denge erkek aleyhine bozulmuş olacaktır. c) Erkek evlenirken, eşine “mehir” vermekle yükümlüdür. Kadının ise, evlilikten doğan böyle bir yükümlülüğü olmamakta, aksine eşinden mehir almaya hak kazanmaktadır. d) Kadın boşandığı takdirde iddet süresinde onun barınma, yeme-içme, giyim, tedavî gibi nafakasını ödemek kocanın görevi olduğu halde; kadının kocasına karşı böyle bir sorumluluğu yoktur. Görüldüğü gibi malî mükellefiyetler bakımından kadın erkeğe karşı eşit olmak bir yana, avantajlı bir konumda bulunmaktadır. Pek çok konudaki malî yükümlülükler erkeğe yüklenmiştir. İşte yukarıdaki sebeplerden dolayı, kardeşler arası miras taksiminde, malî yükümlülüklerinin ağırlığına uygun olarak erkeğe iki hisse; hemen hiçbir malî yükümlülüğü olmayan kadına ise bir hisse verilmiştir. Bu da adalet ve hakkaniyete en uygun olan taksimdir. Yukarıda zikredilen dayanak ve gerekçeler ışığında; a) İslâm'a göre, gerek ontolojik olarak, gerekse dinî sorumluluk, hukukî ehliyet, temel hak ve hürriyetler bakımından ilkesel bazda kadın erkek ayrımı söz konusu olmadığına, Şahitlik konusunda, borçlanma ayetinde belirtilen ve dönemin şartları ışığında, kadınların ticarî faaliyetlerdeki pasif rolünden kaynaklanan farklılığın, genel düzenleme içermediğine, c) Konuyla ilgili ayetler birlikte değerlendirildiğinde, kadının şahitliğinin erkeğinkine denk olduğuna, d) Kardeşlerin miras paylaşımında kadınların payının, erkeklere nispetle farklı olarak düzenlenmesinin, erkeğin çeşitli alanlardaki mali sorumluluğunun kadına nispetle daha ağır olmasıyla doğrudan ilişkili olduğuna, e) Kadının ihtiyacının daha fazla olduğu veya erkeğin mali sorumluluğun daha az bulunduğu durumlarda, karşılıklı rıza ile bu paylaşımın daha farklı bir şekilde yapılabileceğine, Karar verildi. Tamamdır..olay bitmiştir arkadaşlar.. biz boşuna tartışıyormuşuz o kadar.. ahanda karar verilmiş..bir daha kuranda kadın erkek eşit değil falan gibi *****************
  22. Bir erkek kadını öldürürse bakara 178 e göre hükmü ne olacak,bir yerlerden kopya yapmadan cevap ver bakalım eğer becerebileceksen ?
  23. Değişen ne oldu ki ? Kuran,ha kendi içindeki hükmü kaldırmış ha kendinden önceki hükümleri kaldırmış. Kurana göre o kitaplarıda allah gönderdiğine göre (ayetlerle sabit) sonuç itibarı ile allah indirdiği bir hükümü kaldırmış oluyor. Hangi sebeple olursa olsun bir topluma uygulanan ceza başka bir toplumda değiştiriliyorsa bu, en başta allahın bilgisiz ve adaletsiz,adam kayırıcı olduğunu gösterir.Aynı suça farklı ceza uygulamanın başka bir izahı olamz çünkü. Deneme yanılma yoluyla insanlar tecrübe sahibi olur ve yanlışlardan vazgeçerler.Eğer allah iddia edildiği gibi sonsuz bilgi sahibi olsa idi zina suçuna tevratta recm ile öldürme hükmünü indirmezdi.Kuranda bu 100 sopayla hafifletildiğine göre bu allahın recm cezasından yanlış yaptığını apaçık bir belgesidir. . Size göre kaldırılma sebebi demekki bu Yüne size göre bugün müslümanım diyen bu toplumda kurana uymuyor. Öyle ise kurandaki bazı hükümlerde kaldırılması gerekiyor.Ama bunun için yeni bir kitap gelmesi gerekiyor. Belki allah yüz sopayıda ağır bulup kaldırmak istiyordur ama bu kadar yaz bozdan sonra inandırıcılığı kalmaz diye endişeleniyordur herhalde?
  24. Selam hoppa...

  25. Başlığı okuyanlar belki şaşıracak ama kuran,kısas ayetinde aynen böyle emrediyor. Müslüman olduğum zamanlarda bu ayeti suçluların cezalandırılması olarak algıladığım için çok yerinde bir ceza olarak görüyorsum. Oysaki ayet suçluların değil masumların cezalandırılmasını emrediyor. Bakara 178 Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır Ayet apaçık,hüre hür,kadına kadın,köleye köle diyor.İslamda kölelik kaldırılmılştır,islam kadına değer verir diyenlerin kulakları çınlasın. Daha önce ki başlıklarımda kuranın kadını bir eşya olarak gördüğünü belirtmiştim. Ali İmran 14.. İnsanlara; kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının eşyasıdır. Oysa varılacakyerin (ebedî hayatın) bütün güzellikleri Allah katındadır. Kısas ayeti bu anlayışı destekliyor. Zira kadın ve köle bir eşya gibi görüldüğünden öldürülme vakalarında,ancak onlar gibi statüde olanlar kısas edilebiliyor. Bir erkek kadını öldürürse kısas edilemiyor. Çünkü ayet kadına kadın diyor.Dolasısıyla erkek kısas edilemeyeceğinden,kadına denk bir başka eşya olarak erkeğin ailesinden masum bir kadın öldürülmesi gerekiyor. Ancak mağdur olan taraf insaflı davranıp kısas yerine kan bedeline razı olursa katilin ailesinden masum olan bir kadının ölümden kutulma şansı var.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.