
Dr. Atil Derman
Φ Yeni Üyeler-
İçerik Sayısı
7 -
Katılım
-
Son Ziyaret
Dr. Atil Derman - Başarıları
-
Mesajima verdiginiz yanit icin tesekkur ederim. Korkarim, benim yazdiklarimdan "Araplarin ortacag ortunme kulturununu yumusatarak da olsa insanlarimiza empoze" etmeye calistigim sonucuna gitmissiniz. Kesinlikle Hayir. Kuran ogretisi (ozellikle bastiriyorum, UIS (Uydurulmus Islam Dini) demiyorum, Indirilmis Din den bahsediyorum) zaten modern akilci ihtiyaca gore giyinmeyi destekler, benim alinti yaptigim ayet "24:31 Inanan kadinlara da soyle, gozlerini sakinsinlar, iffetlerini korusunlar ve acikta olmasi gereken yerleri haric, alimli yerlerini gostermesinler. Ortulerini goguslerinin uzerine kapasinlar. Vucutlarinin alimli yerlerini kimseye gostermesinler" seklidedir. Emir cok nettir... basinizdaki ortuyu goguslerinize ortun.. bu kadar acik . o yuzden bugun basortusunu siyasi bir silah olarak kullanilmasi, hele hele Yaraticinin emri olarak kullanilmasi son derece gayri Kurani, ve ustelik yasaktir. Bunu arzetmek istedim. Kurandaki demokrasi, Ataturk ve Seriati konusundaki kisa yazimi da ekte goruslerinize sunuyorum, vakit ayirip sonunsa kadar okursaniz, degerli yorumlarinizi da bekliyorum: Öncelikle şeriatın lügat anlamının doğru yol demek olduğunu söylemekle başlamak isterim sözlerime. Dinsel manada konuştuğumuzda, şeriat teokratik yani tanrısal yol demektir. İslam konuşurken şeriattan bahsedilince, bu sefer Allah yolu manasına gelmektedir. Şimdi, bu kelime bugün şu söylediğim şekillerde kullanılmakta mıdır? Hayır, Ya ne şekilde kullanılmakta? Kur’an’da verilmiş toplumsal kural ve kanunlar şeklinde kullanılmaktadır. Bu yanlış bir kullanım şekli, tabii ki değildir. Yanlış olan, Kur’an’daki kural ve kanunların, diğer bir deyişle şer’i hükümlerin insanımıza anlatılış biçimidir. Hal böyle olunca, beşer, genlerinde zaten var olan temel ahlak bilgilerini dinsel öğretilerle hatırlamış, ama hükümlerin kendisine yalan yanlış aktarıldığını hissederek toplum yönetimi için konulmuş o muhteşem ilkeleri yerinde bırakarak, kendi kendine veya “batı”dan esinlenerek beşeri ilkeler koymuş ve toplumu bu ilkelerle yönetmeye başlamıştır. Makro planda bu ilkeler, krallık, diktatörlük, monarşi, oligarşi, teokratik cumhuriyet-demokrasi, laik cumhuriyet-demokrasi gibi ilkeler olurken, mikro planda liderlerin kendi ilkelerine indirgenmişlerdir ki bunlara burada değinmeyeceğim. Türkiye’de ise ilkeler yeni kurulan Cumhuriyet ile beraber gelmiş, makro ilke olarak cumhuriyette laiklik kabul edilmiş, mikro ilkeler olarak da, halkın kültürünün yanı sıra, Atatürk’ün geriye kalan 5 ilkesi mikro plan ilkeler panteonuna yerleştirilmiştir. Dikkat edilecek olursa, beşer, hayatının her safhasında ilkelere ihtiyaç duymuştur, onun içindir ki bu ilkelerin adları Helen veya Roma devirlerinde değişik fonksiyonları olan Tanrı adlarıyla karşılanmış ve panteonlarında yerlerini almışlardır. Tanrısal öngörü diyor ki, bir topluluk olarak bir araya geleceksin, bu bir araya gelen ve toplumu oluşturan bireylerin indirilmiş genel ahlaka aykırı olmamak kaydıyla, örf ve adetlerinin yanı sıra kendilerinin hemfikir olarak belirledikleri ilkeleri olacaktır. Bu bireyler, adlarını kendi koyacakları bir toplumu meydana getireceklerdir. Bu toplumun her bireyi örf ve adetlerin yanı sıra tüm ilkeleri kabul edeceklerdir. Kabul etmeyenler yandaki başka yerleşim birimine gidip orada yine aynı şekilde kendi toplumlarını kuracaklardır. Böylece toplumlar “medeni” olacaklardır. Yani diğer bir deyişle bir medeni toplumda her birey olmaz ise olmaz olan ilkelerini kayıtsız şartsız ve yüzde yüz bir oran ile kabul etmek durumundadır. Buna Kur’an’da “biat” denir (doğrudur, biat Kur’an’da peygambere yapılmıştır, ama artık peygamber yoktur ve sadece ilkeler vardır, bu da halkların kendi kendine oluşturması gereken ilkelere ilk örnek olan Kur’an hükümleridir. Bu daha sonra çeşitlenecek ve temeli genel –Kur’an- ahlakına dayalı değişik ve kabul edilen ilkeler olacaktır). Daha sonra insanlar aralarında tartışarak kendilerine bir yönetici seçeceklerdir. Bu tartışmaya Kur’an’da “şura” denir. Yönetici adayları adaylıklarını belirtecekler, kabul edilmiş ilkeler dâhilinde, her adayın kadrosu (partisi) vaatlerini açıklayacak, bireyler de kendi aralarında tartışarak bu adaylar arasından yöneticisini ve yönetici grubunu seçecektir. Zira yönetim erki halkın aynadaki bir yansıması gibi olmalıdır, yani şura yapmalıdır, bundan da görüldüğü üzere yönetim erki bir topluluk, bir “meclis” olmalıdır, olmalıdır ki halkın bir yansıması olabilsin. Meclis bireyleri emaneten aldıkları yönetim görevlerinde emanetlerine hıyanet etmeyeceklerdir (3:161). Şimdi soruyorum size, bu nedir? Bu, kelimenin tam manasıyla “Kur’an Demokrasisidir”, sadece demokrasi demiyorum, çünkü bu şekil bugün dünyada uygulanan demokrasileri aşmış bir yönetim şeklidir. Bugünkü şekilde, ilkelere uymayanların çekip gitme anlayışı, çekip gitme özgürlüğü yoktur. Onlar bir nevi “toplumu gerici” unsurlar olarak çıbanbaşları şeklinde toplumun ortasında öbek öbek dolaşıp durmaktadırlar. Atatürk’ün demokrasisi Kur’an Demokrasisine en yakın şekildir kanısındayım. Zira yeni Cumhuriyet, ilkelerini koymuştur (Atatürk ilkeleri), bu ilkeleri içeren Anayasasını yapmıştır, bu anayasayı top yekûn kabul etmiştir, yani biat etmiştir, meclisini kurmuştur halkın bir yansıması olarak, öyle ki meclisindeki bireylerin adına “milletvekili” demiştir (bu adlandırma yanılmıyorsam başka hiçbir diğer dünya ülkelerinin meclislerinde kullanılan bir adlandırma değil), bu kişiler milletten vekâlet almışlardır ve milleti yönetmek için aralarında şura yapmaktadırlar (istişare şura’dan gelmektedir), aralarında bir yönetici seçerler ve bunun adına “başvekil” derler (ne kadar muhteşem, başbakan değil, başvekil diyorlar, vekâleti alanların başı; başbakan, sen neye bakıyosun kardeşim?), tekrar toplanırlar ve toplum için çok ama çok önemli olan Cumhuriyeti koruması için, Cumhuriyetin başı olacak “Cumhurbaşkanı”nı seçerler. Görevlerini de Anayasalarında tarif ederler. Kur’an Demokrasisi ile tek farkı, biat etmeyen azınlık kitleyi toplumdan uzaklaştıramamasıdır. Veya o kitle biat etmiş gibi görünüp (çünkü Anayasayı, yönetime gelene kadar kabul etmiş görünüyorlar, yoksa parti tüzüklerini YSK kabul etmezdi) toplumda sanki muhalif bir duruş sergileyedurmuşlardır. Bu noktadan hareketle sizin “kayıtsız şartsız din kurallarıyla işleyen devlet” nitelemenizdeki indirilmiş dinin kuralları işte bunlardır. Yoksa her meclis açılışında “Allahuekber” nidaları, Cuma günleri topluca namaza gitme, günde beş vakit yönetim erkiyle namaz kılma, v.s. değildir din kuralları. Bu sıraladıklarım uydurulmuş dinin kurallarıdır (neden uydurulmuştur onu da açıklıyalım; Cuma namazı kılmak için toplanmak illa ki fiziksel bir topluluk olmasını şart koşmaz, manevi toplanma da yeterlidir. Günde beş vakit değil üç vakit namaz vardır, ve her namaz için abdeste lüzum yoktur, abdest günde bir defa alınır, ve alınan abdesti de sadece uyku ve cinsel ilişki bozar, yani o koskoca dinin direği bir tek yellenmeyle yıkılmaz demek istiyorum, Allahuekber demek şirk koşmaktır, çünkü ekber kelimesi Arapçada “en büyük” demektir, sanki bir sürü büyük vardır da aralarında en büyüğü Allahtır manasına gelir, onun yerine sadece büyük demek için “kebir” kelimesi kullanılabilir, “Allahukebir” denebilir,vs vs vs). Eh, indirilmiş dini, hazır lop önümüze sunulmuş uydurulmuş din varken, öğrenmemeye yeminli bir toplum olarak, iyisi mi biz uydurulmuş şeriattan uzak duralım, fazla bulaşmayalım, anlamaya çalışmayalım, çok iş şimdi bütün bunları öğrenecen, anlayacan, uygulayacan!! Boş ver be’cilik oynamaya devam edelim. Çünkü, özetle, indirilmiş İslam inanışı ve hakimiyeti altında bir şeriat düzeni ancak indirilmiş İslam öğretileri, toplumun çoğunluk kesimi tarafından özümsenir, anlaşılır ve benimsenirse, kabul edilebilir, yoksa bugünkü ve yaşamış olduğumuz 15 asırda olduğu gibi, şeriat, bir takım şarlatanların şeriatı ise, o kalsın, almayalım derim ben Üstat. Diğer taraftan, toplumumuzun indirilmiş İslam öğretisini benimsemesi ve anlayabilmesi de bana çoook uzak bir gelecekmiş gibi görünüyor. Kur'an'a gore peygamberlik Muhammed Nebi ile birlikte son bulmustur. Bu sona erdirmenin anlami ve ozu, insanligin artik kendini, kendi gucleriyle yonlendirecek bir tekamul, bir gelismislik duzeyine erismis olmasidir. Artik, kitleleri Allah adina yonetecek, yonlendirecek kisiler devri son nebi ile kapanmistir, yani yonetim erkinin arkasinda ilahi, tanrisal ve kutsal dayanak goren anlayis, diger bir deyisle, teokrasi devri bitmis, $uuraaya dayali demokrasi donemi baslamistir. Bu ilke laiklik ilkesinden baska ne olabilir. Ama bu demokrasi donemi bir devlet sekli olarak algilanmamalidir Kur'an'da. Kur'an, yonetimde egemen olmasini istedigi ilkeler onermektedir, bir devlet sekli onermemektedir. Bu ilkeler acik denecek bir bicimde verilmistir. bunlarin bazilari biat, $uura, adalet, ehliyet, emanete saygi,kamu kaynaklarinin talan edilmemesi, baski ve manipulasyonun dislanmasi, emege saygi, paylasmak, en yakinlara yardim etmek, sadaka vermek gibi siralanabilirler. Sonuc olarak peygamberlik bitmistir, o halde bugun Allah adina yonetme hakki kisiler yerine ancak ilkelerin olur. Aslinda hukuk devletinin manasi adalet devletidir. Adaletin tecelli etmedigi yerde hukuk devleti aramak yanlistir.””” “””Ama asil ciddiye alinmasi gereken ehil ellere teslim edilmesi gereken sey, yonetim veya onun mevkiidir. Bizler bir sekilde yonetimi bu gunku yoneticilere emanet ettik, daha dogrusu yonetim sekil bozuklugu yuzunden, bugunku yoneticilerin ellerine gecti. Bugunku yoneticiler, kendilerini Allah yolunda olarak tarif eden yoneticiler. Bakin Allah ne diyor : 4(Nisa):58 Su bir gercek ki, Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasinda hukmettiğinizde adaletle hukmetmenizi emrediyor. Allah size bu sekilde ne guzel oğut veriyor. Allah Semi'dir, cok iyi duyar; Basir'dir cok iyi gorur. Cunku yonetim avamin konu edildigi alandir. Yonetici halki yonetmektedir. Yaradanin tarif ettigi "demokrasi"de ilkeler vardir ve bu ilkeler Yaradan tarafindan degil avamin kendisi tarafindan belirlenir. Bu ilkeler temel olan ilkelerdir. Bu ilkelere uymayanlar, zorla uydurulmazlar (2:256), baska bir yerde kendi ilkelerini mesru kilmak uzere giderler. Ilkelere uyan ve yerinde yurdunda kalan kesim, aralarinda tartisarak ($ura), demokratik bir secim ile (Biat) yoneticiyi ve mualifleri secerler. Yonetici salt cogunlukla secilmis olur. Ilkeleri kabul orani ise boyle bir toplumda yuzde yuzdur. Taraflar her konu uzerinde tartisir, konusurlar, ama temel ilkeler uzerine tartisma konusma yoktur, olamaz da. Cunku o toplumda kalanlar zaten ilkeleri kabul etmis kimselerdir. Bu arada kendi ilkelerini mesru kilmak uzere gidenlerde de durum aynidir. Ilkeleri uzerine kavga yoktur, onlar da aralarinda demokratik bir secim ile kendi yoneticilerini ve mualiflerini secerler. Bu toplumda da yonetici salt cogunlukla secilmis olur. Kur'an demokrasisi budur. Bize gelince, bizde ilkeler vardir, bu ilkeler Ataturk ilkeleridir. Bu ilkelere uymak istemeyenler zorla uydurulmazlar, BASKA YERE CEKER GIDERLER””””” Hatırlatmak babındandı. Saygılar sunarım, Dr. Atil Derman
-
BIN AYDAN HAYIRLI GECE
Dr. Atil Derman şurada cevap verdi: LeylaM başlık Dini Konular - Din - Dinler
Kadir gecesi konusuna gelince, yaptigim analizler sonucunda Kadir Suresi birinci ayet icin su sonuca vardim : 97:1- Biz onu Kadir gecesinde indirdik, Burada Kadir gecesinde indirilen "o" Kur'an'mis gibi dusunulebilir. O gece bir bayram gecesidir ve periodik bir sekilde kutlanmaktadir, zira o gece bin aydan daha hayirlidir (97:3). Peki bu gecede ne kutlanmalidir? Kur'an'in indirilisi mi? Hayir, cunku Kur'an bir gecede degil 23 senede indirilmistir. Yine hayir, cunku oyle olsaydi, Kur'an'in icerisinde olan 97. surenin birinci ayeti "Biz onu Kadir gecesinde indirdik" degil "Biz bunu Kadir gecesinde indirdik" derdi. Demekki burada sozu edilen sey "Kur'an" degildir. Oyleyse bu kutlu "sey" nedir ki melekler ve "ruh" fecre kadar her isi yapmak uzere Rab'lerinin izniyle iner de iner, huzur vardir, esenlik vardir (97:4-5). Bu kutlu sey Kur'an olamaz, Yaradan bir suru Kitap indirmistir, onlar neden kutlu degillerdir? Bence bu kutlu sey "isimleri ogrenmis insanin, 'adem'in" ta kendisidir. Onun icin degil midir tum evren yaratilmistir, onun icin degil midir tum varliklar yaratilmistir, o degil midir Allah tarafindan yaratilacagi mujdelenen meleklere? Evet, bi zatihi kendisidir, o gece inen "Adem"dir yeryuzune. Kudret iste bu Kudret gecesinde onu yeryuzune indirmistir, meleklerle ve "Ruh" ile. Buradaki "Ruh", biz ona ruhumuzdan ufledikteki "ruh"tur. Bu oyle bir seydir ki degisik bir boyutta yaratilan "Adam"in yeryuzunde dinamik hale getirilmesi icin kullanilan "katalizor"dur, yani can'dir. Bunlar yeryuzune o gece inmistir, ve orada "Adem"e her seyi kolaylastirmak uzere isler yapacaklardir. Iste bu gecenin adi Kur'an'da Kadir gecesi yani Kudret gecesi olarak adlandirilmistir ..... peki 97:2- Kadir gecesini sana idrak ettiren nedir? (Ve ma edrake ma leyletülkadr), yani o gecenin biz kadir gecesi oldugunu nasil idrak edicez, nasil anliyacagiz? Cevabi Kur'an kendi vermistir: 97:3-Kadir gecesi bin aydan daha hayirlidir. 97:4-Melekler ve Ruh, Rablerinin izniyle o gecede her is icin iner de iner! 97:5-Bir esenlik ve huzur vardir; surup gider o, tan yeri agrincaya kadar! Kadir gecesi iste boyle tarif edilen bir gecedir, o geceyi idrak edebilmek icin, esenlik ve huzur dolu, tum dualarin kabul gordugu bir gece aramalidir, yoksa Ramazan ayinin son on gecesinde aramakla hicbir yere varilmaz..... diye dusunuyorum.Bir de sunu unutmayalim : 6:60- O, odur ki, geceleyin sizi öldürür. Gün boyunca neler yapýp neler kazandýðýnýzý biilir. Sonra, belirlenmiþ süre iþletilip tamalansýn diye, gün içinde sizi diriltir. Nihayet O'nadýr dönüþünüz. Sonra, yapýp ettiklerinizi size haber verecektir. 39:42- Allah, canlarý, ölümleri sirasinda alir, ölmeyenleri de uykulari; sirasinda. Sonra, haklarinda ölüm hükmü verdiklerini alikoyar; ötekileri, belirlenen bir süreye kadar saliverir. Bunda, iyice düsünen bir toplum için elbette ibretler vardir. 78:9-Uykunuzu ölüm kildik Her gece oldurulup, her gunduz iade ediliyoruz, belki de Kadir gecesi her gecedir ? Saygilarimla, Dr. Atil Derman -
ŞERİHAT VE KURAN'A GÖRE KADIN...
Dr. Atil Derman şurada cevap verdi: SO_RATES başlık Dini Konular - Din - Dinler
Ben de bu basliga istinaden Kuran ve Kadina Dayak konusunu islemek istiyorum: Tevbe suresinin 5. ayeti ve bunun gibi ayetleri yorumlamaya hic gerek yok ki, hersey acik secik yaziyor zaten. Dogrusunu isterseniz ben, bu meal yazanlarda bir nebze art niyet oldugu kanisindayim. Bir ayetin Turkcesini okudugum zaman eger ayetin manasinda bir carpiklik var ise surekli "benim Allah'im boyle bir soz soyleyemez"den yola cikip o sekilde Arapca manasina egiliyorum. Meshur kadinlarinizi dovunuz ayetini aynen asagiya koyuyorum 4(Nisa):34- Erkekler; kadinlari gozetip kollayicidirlar. Sundan ki, Allah, insanlarin bazilarini bazilarindan ustun kilmistir (Zira Allah her birine farkli yetenekler ve ozellikler vermistir.) ve erkekler mallarindan bol bol harcamislardir. Iyi ve temiz kadinlar saygilidirlar; Allah'in kendilerini korudugu gibi, gizliligi gereken seyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktugunuz kadinlara once ogut verin, sonra onlari yataklarinda yalniz birakin ve nihayet onlari dovun! Bunun uzerine size saygili davranirlarsa artik onlar aleyhine baska bir yol aramayin. Allah cok yucedir, sinirsizca buyuktur. Burada erkekler kadini kollamaktadir, gozetmektedir, ama kadinlarin iffetsizliklerinden suphe duyarsan ogut veriyosun, sonra yatagi terkediyorsun, bu da olmaz ise dovuyorsun. Dovdugun zaman sana saygili davranir ise, baska yol aramiyorsun, daha ne arayacaksin zaten? Iste bunu benim Allahim soylemez !!! Allah bir sey soylediginde bu soylemi bazi seyleri duzeltmek icindir ancak. O devirde zaten erkekler kadinlarini dovmekteydiler, Allah da soyleyince, haaa iyi yapiyorlarmis demek ki mi diyecegiz. Bu ayet bu sekliyle Islam literaturune kara bir yazgi olarak gecmistir. Sadakatsizlik ve iffetsizlik kavramlarindaki sinirlar bile erkegin yorumuna birakilmistir. Sadakatsizliklerinden korkmasi yeterli bir sebep erkegin karisini dovmesi icin. Yani suphenin ispatlanmasi bile gerekli degil, ufacik bir suphe, hooop paldir kuldur, vur abaliya. Tabiidir ki ayetin asil manasi boyle olamaz, ve degildir de zaten. Tum meallerde, bir kelime gozlerden her nedense kacmistir. Bu da vellati baglacidir. Vellati acik sekli sudur : ve-ella-ti Ve: baglac kelimedir ve akiciligi ifade etmek baglaminda konmustur Ella : olumsuzluk bildiren on takilardan biridir ti: siz anlamini verir ve ardindan gelen fiil veya fiillerin ikinci cogul sahista cekilmesini saglar. Ayetin ilgili kismi : "Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktugunuz kadinlara once ogut verin, sonra onlari yataklarinda yalniz birakin ve nihayet onlari dovun!" Ayetin ilgili kisminin transliterasyonu soyledir : "vellatý tehafune nüþüzehünne fe ýzuhünne vehcüruhünne fil medaciý vadribuhünn" Goruldugu gibi cumle "Vellati" sozcuguyle baslamaktadir, ama ne yazik ki mealinde bu kelimeye yer verilmemistir, zira mealde olumsuzluk (Negation) belirten hic bir ifade yoktur. Yasar Nuri Ozturk, Edip Yuksel, Suleyman Ates gibi meal yazarlari, "darb" kelimesinin son anlaminin dovmek oldugunu, ilk anlam olarak evden cikarmak, uzaklastirmak anlamini verdigini soyleyerek ayeti yumusatmaya calismislardir. Zaten cok zarif ve yumusak olan bir ayet daha fazla yumusatilamaz. Saniyorum meal yazmak cok zor bir ugras, ve yine zannediyorum ki bu adi gecen yazarlar cok iyi Arapca bilmelerine karsin, ilk Turkceye tercume olan Elmalili Hamdi Yazir'in tercumesine bakarak ondan kopya cekmislerdir. Elmalili bu ilk tercumede bu yanlisi yapmis, ve bu yanlis bugune kadar surekli tekrarlanagelmis olabilir kanisindayim. Ayetin bu kisminin tercumesi "vellati" sozcugunu de isin icine katinca aynen su sekle donusur : "Kadinlari, sadakatsizliklari ve iffetsizliklerinden korkuyorsaniz, once ogut veriniz, sonra yataklarinda yalniz birakiniz, sakin DOVMEYINIZ" Buna benzer yuzlerce yanlis tercume var Kur'an meallerinde. Nisa:1 ayeti de bunlara bir ornektir. Nisa:1 ayetinin ilk bolumu soyledir: Ey insanlar! Sizi bir tek canlýdan yaratan, ondan onun eþini de vücuda getiren ve o ikisinden birçok erkekler ve kadýnlar üreten Rabbimize karþý gelmekten sakýnýn. Burada tum muslumanlarin anladigi sey "Allah Ademi bir tek candan yaratiyor, Ademden de esi Havvayi yaratiyor, ve o ikisinden birsuru erkek ve kadin uretiyor" dur. Hiristiyan ve Musevi ogretisinden de giderek, tabi ya ayni sey iste, Havva anamiz Ademin bir kaburga kemiginden yaratilmamismiydi, tamamdir deyip bu ayeti bu sekilde tercume eder ve bu sekilde anlariz. Ama "resetlenmis" beyinler bakin nasil anliyor. Ayetin transliterasyonu sudur: Ya eyyühen nasütteku rabbekümüllezý halekaküm min nefsiv vahýdetiv ve haleka minha zevceha ve besse minhüma ricalen kesýrav ve nisaa Ayetin birinci kisminin tercumesi ise soyledir: Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan (nefsden) onun diþi eþini (zevce-ha) de yaratan, ikisinden pek çok erkek ve kadýn üreten Rabbinizi dinleyin. Boyle bir mealde olay degismistir. Burada soylenen sey: Erkek bir tek nefsden yaratilmis, yine o nefsden disi es yaratilmis, ve bunlar aralarinda bircok erkek ve kadin uretmislerdir. Bir kere ayetin ozunde kadin-erkek esitligi yatmaktadir. Zavalli kadin erkegin kaburgasindan yaratilip da ********** bir ureme makinasi haline sokulmamistir, ve bu cok ince bir sekilde yapilmistir. Cok uzattim, biliyorum, ama butun bunlari kisa ve oz anlatmak mumkun degil. Size tesekkur ederim ki yazdiklarimi sabir gostererek okuyorsunuz. Saygilar sunarim Dr. Atil Derman -
Degerli kardeslerim, yaklasiminiza saygi duymakla birlikte, Kuran'i Kerim'e tam uyum icinde olmamiz gerekitigini hatirlatirim: Ortunme ayetleri Kur'an'da Nur ve Ahzab surelerinde gecmektedir. Ikisini de aynen veriyorum: 24:31 Inanan kadinlara da soyle, gozlerini sakinsinlar, iffetlerini korusunlar ve acikta olmasi gereken yerleri haric, alimli yerlerini gostermesinler. Ortulerini goguslerinin uzerine kapasinlar. Vucutlarinin alimli yerlerini kimseye gostermesinler; ancak kocalari, babalari, kocalarinin babalari, ogullari, kocalarinin ogullari, kardesleri, erkek kardeslerinin ogullari, kiz kardeslerinin ogullari, diger kadinlar, cinsel iktidara sahip olmayan erkek hizmetkarlar ve isciler ve kadinlarin cinsel yonlerini henuz anlamayan cocuklar haric. Gizledikleri alimli bolgelerini sergilemek/bildirme k icin ayaklarini yere vurmasinlar. Ey inananlar, topluca ALLAH'a yoneliniz ki basarili olasiniz. 33:59 Ey peygamber, hanimlarina, kizlarina ve inananlarin kadinlarina dis giysilerini uzerlerine almalarini soyle. Bu, onlarin (erdemli kadinlar olarak) taninip hakarete ugramamalari icin daha elverislidir. ALLAH Bagislayandir, Rahimdir. Bu iki ayette de basin ortunmesinden bahsedilmemistir. Ne kadar ilginctir ki Nur(24) suresi 31'inci ayette ortu yerine arapca "humur" gecmektedir. Humur hamr'in coguludur. Bu ortuler bu ayette ne yapiliyorlarmis? Gogusun uzerine atilirlarmis. Diger taraftan "vucudun alimli yerleri" olarak tercume edilen kelime "ziynet" kelimesidir. Ziynet kelimesi ayni turkcedeki gibi "sus esyasi" manasina geldigi gibi, diger manasi da kadinlarin memeleri ve kalcalaridir. Ayetin sonunda onun icin ayaklarin yerlere vurarak hareket etmeleri kadinlara yasaklanmistir ki, bu "ziynet" yerleri o yasaklanan hareketler ile suh bir sekilde salinirlar ve kiritirlar. Ahzab 59'da dis giysi yerine arapca "celabe" kelimesi gecmektedir ki tam olarak dis giysisi, dis gomlegi manalarindadir. Simdi ben size bambaska bir ayet sunuyorum... bu ayet bize nasil abdest alacagimizi anlatan ayettir : 5:6 Ey iman edenler! Namaza kalktiginiz zaman yikayin: (1) yuzunuzu, (2) dirseklere kadar ellerinizi. Sivazlayin: (3) basinizi, (4) ve topuklara kadar ayaklarinizi da................ ayet devam eder ama namaz abdestini sadece baslangicinda anlatir ayetin. Simdi burada namaza kalkilinca, yuz ve dirseklere kadar eller yikanmakta, bas ve ayaklar sivazlanmaktadir, yani mesh edilmektedir. Namaz abdesti bu kadardir ve bu kadar basittir. Hic de hiristiyanliktaki gibi ucleme, trinite yoktur, yani uc kere her uzvu yikamak sonra da her uzuv icin uc adet dua, ah bi sasirdin mi yandin, cehennemliksin Neyse, burada abdest alinirken bu uzuvlar yikanmaktadir da neden acaba gobek yikanmamaktadir, misal? Neden acaba makat yikanmamaktadir, bi baska misal? Neden koltuk altlari yikanmamaktadir? Nedeni basittir, bu yerler kapali yerlerdir, havaya ve toza maruz kalmamis yerlerdir. Hummm, bu namaz abdesti ayeti sadece erkeklere mi nasil abdest alinacagini ogretmektedir? Hayir, oyle bir ifade yoktur. Hitap iman edenleredir, kadiniyla, erkegiyle. Simdi gelelim neden namaz abdesti esnasinda basin sivazlandigina. Bas sivazlanmaktadir, cunku BAS ACIKTIR, toza maruz kalmistir. Kur'an'daki Islam'da iman sahibi insanin BASI ACIKTIR dostlar. Eh madem is boyledir, ben de burada net bir sekilde ifade ediyorum: KURAN'DA BAHSI GECTIGI GIBI ORTUNMEK GEREKLI AMA BASI ORTMEK KURAN'A AYKIRI VE HARAMDIR Bu iki noktaya soyle bir degineyim dedim. Saygilarimla Dr. Atil Derman Istanbul
-
Seriata inanmayanlar Kafirdir! Nedenmi?
Dr. Atil Derman şurada cevap verdi: feneriumx başlık Dini Konular - Din - Dinler
Şeriat ile yönetilen memleketlerde uygulanan hukuk, o memleketlerde hüküm süren mezheplerin hukuku olduğu aşikar. Hatta öyledir ki, mezhep kurucusu diye addedilen imam, o mezhepte uygulanan kanunları görse mezarında hop oturur, hop kalkar idi. Genelde şeriat ile yönetilen ülkelerde yapılan, yepyeni bir hukuk sistemi getirip başlarını ağrıtacaklarına, şer'i hukuku eğip büküp çarpıtarak uygulamak kolaylarına gider. Bunu yapmak çok kolay bir şeydir. İnsanların inançlarıyla oynamak çok basittir, insana şeriat hükümlerini istediğin şekilde eğip büküp anlattığın vakit, o insan bu hükümleri reddedemez, çünkü bu hükümler bir inanç sisteminin hükümleridir. Bu sistem Emevilerle başlamış ve 1400 sene böyle devam etmiştir. İşte bu noktada çok dikkat edilmesi gereken bir husus vardır : Şeriat hükümleriyle İslam hukuk sistemini, İslami hükümleri birbirlerine karıştırmamak. Bu yapılmıştır ve çok büyük de bir başarıya ulaşılmıştır. Ama bunu yapanlar İslamı sömürmüşlerdir. Çarpıtma işlemi sözlü bir biçimde yapıldığı gibi, Kur'an ayetleri tercüme edilmeye başlandığı devirlerde, bu çarpıtma işlemi yazılı hale de dönüştürülmüştür. Bakın Maide:33 ayeti ne demektedir: (mealden veriyorum) 5(Maide):33- Allah ve resulüyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası şudur: Öldürülürler yahut asılırlar yahut elleriyle ayakları çaprazlamasına kesilir yahut bulundukları yerden sürülürler. Bu onlar için dünyada bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir azap vardır. Bunun yanısıra, Kur'an'da zulmün sembolü olan Firavun bakın Şuara:49'da ne demektedir: 26(Şuara):49 Firavun haykırdı: "Ben size izin vermeden ona inandınız ha! Anlaşıldı, o sizin hepinize sihirbazlığı öğreten büyüğünüz. Yakında bileceksiniz. Yemin olsun, ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve yemin olsun sizi toptan asacağım." Bu 33. ayete yukarıdaki yorumuyla bakarsak,Allah'ı n da tıpkı lanetlediği Firavun gibi, otoritesine karşı çıkanlara aynı acımasızlıkla karşılık verdiğini ve bunu yaparken de Firavundan örnek aldığı bir işkence türünün ardısıra yürüdüğünü kabul etmemiz gerekir. ancak doğru tavır tabii ki Kur'an'ın bu tarz bir cezalandırma sistemini reddetmesidir. Maide:33 innema kelimesiyle başlar. 5(Maide):33- İnnema cezaüllezıne yüharribunellahe ve rasulehu ve yes'avne fil erdı fesaden ey yükattelu ev yüsallebu ev tükattaa eydıhim ve ercülühüm min hılafin ev yünfev minel ard zalike lehüm hızyün fid dünya ve lehüm fil ahırati azabün azıym Bu kelime bir negasyon anlamı kattığı cümlelerde, Hiç kuşku yok ki .... gerekmez/değildir manasını veren bir tümleçtir. Ama her ne hikmetse bu kelime tüm meallerde dikkate alınmamıştır. Hal böyle olunca bakın Maide:33'ün anlamı ne şekilde değişikliğe uğramaktadır : 5(Maide):33- Allah ve resulüyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların karşılığı (cezası), öldürülmeleri yahut asılmaları yahut elleriyle ayaklarının çaprazlamasına kesilmesi yahut başka bir yere sürgün edilmeleri, DEĞİLDİR. Oysa onlar için dünyadaki en rezil karşılık budur. Ahirette de onlara büyük bir azap vardır. Bu iki ayeti vermemin sebebi sizin bahsini ettiğiniz hırsızlık ayetine yaklaşımımın ön bilgisini vermekti. O hırsızlık ayetine gelince bakın ortaya neler çıkmaktadır. Maide:38'in mealini aynen kopyalıyorum : 5(Maide):38- Hırsızlık yapan erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah Aziz'dir, Hakim'dir. Şimdi yukarıdaki açıklamaların ışığı altında Allah böyle bir ifade kullanabilir mi? sorusunu sormamız gerekmektedir. Cevap kullanamaz, kullanmamalıdı r olacaktır, çünkü ayetin sonunda vurgulandığı üzere, O Azizdir, O Hakimdir. Ayetin transliterasyonuna bakıldığında : 5(Maide):38- Ves sariku ves sarikatü faktau eydiyehüma cezaem bi-ma keseba nekalem minellah vallahü azızün hakım Dikkat edileceği üzere burada da bir ma bağlacı bulunmaktadır. "maa kesebaa nekaalem" tümcesi, "ellerini kesmeyin" şeklinde çevrilince bakın ayetin tercümesi ne hale gelmektedir : 5(Maide):38- Hırsızlık yapan erkek ve kadının, yaptıklarına Allah'tan bir karşılık (ceza) olarak ellerini KESMEYİN. Yemin olsun ki Allah Aziz'dir, Hakim'dir. Bu ayetin üzerinde neden bu kadar durdum? Çünkü biliyordum ki Yusuf:74-75 ayetleri bize şunu bildiriyordu : 12(Yusuf):74-Sordular: "Eger yalan söylüyorsanız, hırsızlığı yapanın cezası nedir?" 12(Yusuf):75-"Onun cezası," dediler, "Kimin torbasında bulunursa o kişi alıkonur. Biz zalimleri böyle cezalandırırız. " Görüldüğü üzere Kur'an'da bir çelişki yoktur, çelişki olmamalıdır, ve işte buradan hareket ile kolayca anlaşılabilir ki Islam hukukunda "Hırsızlığın" cezası yani karşılığı "alıkonulma"dı r. Bu ceza ağır bir cezadır ki Allah ibret alınacak bir cümleyle ayeti sonlandırmaktadı r : Biz zalimleri böyle cezalandırırız. Şeriat ile İslamı işte bu yüzden birbirine karıştırmamak gerekmektedir. Uygulayıcı nihayetinde kendi zalimliğini ortaya koymuş, bunu yapabilmek için de Kur'an'ın sevecenliğini, rahmetini, sonsuz sevgi ve şevkatini kendi zulmüne alet etmiş, inançları sömürmüştür. Buna aldanıp, lütfen "İndirilmiş Islam" ile "Uydurulmuş Islamı" birbirine karıştırmayalım. Saygılarımla Dr. Atil Derman -
Atatürk - [Laiklik\Demokrasi - Şeriat]
Dr. Atil Derman şurada cevap verdi: cdsa başlık Dini Konular - Din - Dinler
Öncelikle şeriatın lügat anlamının doğru yol demek olduğunu söylemekle başlamak isterim sözlerime. Dinsel manada konuştuğumuzda, şeriat teokratik yani tanrısal yol demektir. İslam konuşurken şeriattan bahsedilince, bu sefer Allah yolu manasına gelmektedir. Şimdi, bu kelime bugün şu söylediğim şekillerde kullanılmakta mıdır? Hayır, Ya ne şekilde kullanılmakta? Kur’an’da verilmiş toplumsal kural ve kanunlar şeklinde kullanılmaktadır. Bu yanlış bir kullanım şekli, tabii ki değildir. Yanlış olan, Kur’an’daki kural ve kanunların, diğer bir deyişle şer’i hükümlerin insanımıza anlatılış biçimidir. Hal böyle olunca, beşer, genlerinde zaten var olan temel ahlak bilgilerini dinsel öğretilerle hatırlamış, ama hükümlerin kendisine yalan yanlış aktarıldığını hissederek toplum yönetimi için konulmuş o muhteşem ilkeleri yerinde bırakarak, kendi kendine veya “batı”dan esinlenerek beşeri ilkeler koymuş ve toplumu bu ilkelerle yönetmeye başlamıştır. Makro planda bu ilkeler, krallık, diktatörlük, monarşi, oligarşi, teokratik cumhuriyet-demokrasi, laik cumhuriyet-demokrasi gibi ilkeler olurken, mikro planda liderlerin kendi ilkelerine indirgenmişlerdir ki bunlara burada değinmeyeceğim. Türkiye’de ise ilkeler yeni kurulan Cumhuriyet ile beraber gelmiş, makro ilke olarak cumhuriyette laiklik kabul edilmiş, mikro ilkeler olarak da, halkın kültürünün yanı sıra, Atatürk’ün geriye kalan 5 ilkesi mikro plan ilkeler panteonuna yerleştirilmiştir. Dikkat edilecek olursa, beşer, hayatının her safhasında ilkelere ihtiyaç duymuştur, onun içindir ki bu ilkelerin adları Helen veya Roma devirlerinde değişik fonksiyonları olan Tanrı adlarıyla karşılanmış ve panteonlarında yerlerini almışlardır. Tanrısal öngörü diyor ki, bir topluluk olarak bir araya geleceksin, bu bir araya gelen ve toplumu oluşturan bireylerin indirilmiş genel ahlaka aykırı olmamak kaydıyla, örf ve adetlerinin yanı sıra kendilerinin hemfikir olarak belirledikleri ilkeleri olacaktır. Bu bireyler, adlarını kendi koyacakları bir toplumu meydana getireceklerdir. Bu toplumun her bireyi örf ve adetlerin yanı sıra tüm ilkeleri kabul edeceklerdir. Kabul etmeyenler yandaki başka yerleşim birimine gidip orada yine aynı şekilde kendi toplumlarını kuracaklardır. Böylece toplumlar “medeni” olacaklardır. Yani diğer bir deyişle bir medeni toplumda her birey olmaz ise olmaz olan ilkelerini kayıtsız şartsız ve yüzde yüz bir oran ile kabul etmek durumundadır. Buna Kur’an’da “biat” denir (doğrudur, biat Kur’an’da peygambere yapılmıştır, ama artık peygamber yoktur ve sadece ilkeler vardır, bu da halkların kendi kendine oluşturması gereken ilkelere ilk örnek olan Kur’an hükümleridir. Bu daha sonra çeşitlenecek ve temeli genel –Kur’an- ahlakına dayalı değişik ve kabul edilen ilkeler olacaktır). Daha sonra insanlar aralarında tartışarak kendilerine bir yönetici seçeceklerdir. Bu tartışmaya Kur’an’da “şura” denir. Yönetici adayları adaylıklarını belirtecekler, kabul edilmiş ilkeler dâhilinde, her adayın kadrosu (partisi) vaatlerini açıklayacak, bireyler de kendi aralarında tartışarak bu adaylar arasından yöneticisini ve yönetici grubunu seçecektir. Zira yönetim erki halkın aynadaki bir yansıması gibi olmalıdır, yani şura yapmalıdır, bundan da görüldüğü üzere yönetim erki bir topluluk, bir “meclis” olmalıdır, olmalıdır ki halkın bir yansıması olabilsin. Meclis bireyleri emaneten aldıkları yönetim görevlerinde emanetlerine hıyanet etmeyeceklerdir (3:161). Şimdi soruyorum size, bu nedir? Bu, kelimenin tam manasıyla “Kur’an Demokrasisidir”, sadece demokrasi demiyorum, çünkü bu şekil bugün dünyada uygulanan demokrasileri aşmış bir yönetim şeklidir. Bugünkü şekilde, ilkelere uymayanların çekip gitme anlayışı, çekip gitme özgürlüğü yoktur. Onlar bir nevi “toplumu gerici” unsurlar olarak çıbanbaşları şeklinde toplumun ortasında öbek öbek dolaşıp durmaktadırlar. Atatürk’ün demokrasisi Kur’an Demokrasisine en yakın şekildir kanısındayım. Zira yeni Cumhuriyet, ilkelerini koymuştur (Atatürk ilkeleri), bu ilkeleri içeren Anayasasını yapmıştır, bu anayasayı top yekûn kabul etmiştir, yani biat etmiştir, meclisini kurmuştur halkın bir yansıması olarak, öyle ki meclisindeki bireylerin adına “milletvekili” demiştir (bu adlandırma yanılmıyorsam başka hiçbir diğer dünya ülkelerinin meclislerinde kullanılan bir adlandırma değil), bu kişiler milletten vekâlet almışlardır ve milleti yönetmek için aralarında şura yapmaktadırlar (istişare şura’dan gelmektedir), aralarında bir yönetici seçerler ve bunun adına “başvekil” derler (ne kadar muhteşem, başbakan değil, başvekil diyorlar, vekâleti alanların başı; başbakan, sen neye bakıyosun kardeşim?), tekrar toplanırlar ve toplum için çok ama çok önemli olan Cumhuriyeti koruması için, Cumhuriyetin başı olacak “Cumhurbaşkanı”nı seçerler. Görevlerini de Anayasalarında tarif ederler. Kur’an Demokrasisi ile tek farkı, biat etmeyen azınlık kitleyi toplumdan uzaklaştıramamasıdır. Veya o kitle biat etmiş gibi görünüp (çünkü Anayasayı, yönetime gelene kadar kabul etmiş görünüyorlar, yoksa parti tüzüklerini YSK kabul etmezdi) toplumda sanki muhalif bir duruş sergileyedurmuşlardır. Bu noktadan hareketle sizin “kayıtsız şartsız din kurallarıyla işleyen devlet” nitelemenizdeki indirilmiş dinin kuralları işte bunlardır. Yoksa her meclis açılışında “Allahuekber” nidaları, Cuma günleri topluca namaza gitme, günde beş vakit yönetim erkiyle namaz kılma, v.s. değildir din kuralları. Bu sıraladıklarım uydurulmuş dinin kurallarıdır (neden uydurulmuştur onu da açıklıyalım; Cuma namazı kılmak için toplanmak illa ki fiziksel bir topluluk olmasını şart koşmaz, manevi toplanma da yeterlidir. Günde beş vakit değil üç vakit namaz vardır, ve her namaz için abdeste lüzum yoktur, abdest günde bir defa alınır, ve alınan abdesti de sadece uyku ve cinsel ilişki bozar, yani o koskoca dinin direği bir tek yellenmeyle yıkılmaz demek istiyorum, Allahuekber demek şirk koşmaktır, çünkü ekber kelimesi Arapçada “en büyük” demektir, sanki bir sürü büyük vardır da aralarında en büyüğü Allahtır manasına gelir, onun yerine sadece büyük demek için “kebir” kelimesi kullanılabilir, “Allahukebir” denebilir,vs vs vs). Eh, indirilmiş dini, hazır lop önümüze sunulmuş uydurulmuş din varken, öğrenmemeye yeminli bir toplum olarak, iyisi mi biz uydurulmuş şeriattan uzak duralım, fazla bulaşmayalım, anlamaya çalışmayalım, çok iş şimdi bütün bunları öğrenecen, anlayacan, uygulayacan!! Boş ver be’cilik oynamaya devam edelim. Çünkü, özetle, indirilmiş İslam inanışı ve hakimiyeti altında bir şeriat düzeni ancak indirilmiş İslam öğretileri, toplumun çoğunluk kesimi tarafından özümsenir, anlaşılır ve benimsenirse, kabul edilebilir, yoksa bugünkü ve yaşamış olduğumuz 15 asırda olduğu gibi, şeriat, bir takım şarlatanların şeriatı ise, o kalsın, almayalım derim ben Üstat. Diğer taraftan, toplumumuzun indirilmiş İslam öğretisini benimsemesi ve anlayabilmesi de bana çoook uzak bir gelecekmiş gibi görünüyor. Kur'an'a gore peygamberlik Muhammed Nebi ile birlikte son bulmustur. Bu sona erdirmenin anlami ve ozu, insanligin artik kendini, kendi gucleriyle yonlendirecek bir tekamul, bir gelismislik duzeyine erismis olmasidir. Artik, kitleleri Allah adina yonetecek, yonlendirecek kisiler devri son nebi ile kapanmistir, yani yonetim erkinin arkasinda ilahi, tanrisal ve kutsal dayanak goren anlayis, diger bir deyisle, teokrasi devri bitmis, $uuraaya dayali demokrasi donemi baslamistir. Bu ilke laiklik ilkesinden baska ne olabilir. Ama bu demokrasi donemi bir devlet sekli olarak algilanmamalidir Kur'an'da. Kur'an, yonetimde egemen olmasini istedigi ilkeler onermektedir, bir devlet sekli onermemektedir. Bu ilkeler acik denecek bir bicimde verilmistir. bunlarin bazilari biat, $uura, adalet, ehliyet, emanete saygi,kamu kaynaklarinin talan edilmemesi, baski ve manipulasyonun dislanmasi, emege saygi, paylasmak, en yakinlara yardim etmek, sadaka vermek gibi siralanabilirler. Sonuc olarak peygamberlik bitmistir, o halde bugun Allah adina yonetme hakki kisiler yerine ancak ilkelerin olur. Aslinda hukuk devletinin manasi adalet devletidir. Adaletin tecelli etmedigi yerde hukuk devleti aramak yanlistir.””” “””Ama asil ciddiye alinmasi gereken ehil ellere teslim edilmesi gereken sey, yonetim veya onun mevkiidir. Bizler bir sekilde yonetimi bu gunku yoneticilere emanet ettik, daha dogrusu yonetim sekil bozuklugu yuzunden, bugunku yoneticilerin ellerine gecti. Bugunku yoneticiler, kendilerini Allah yolunda olarak tarif eden yoneticiler. Bakin Allah ne diyor : 4(Nisa):58 Su bir gercek ki, Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasinda hukmettiğinizde adaletle hukmetmenizi emrediyor. Allah size bu sekilde ne guzel oğut veriyor. Allah Semi'dir, cok iyi duyar; Basir'dir cok iyi gorur. Cunku yonetim avamin konu edildigi alandir. Yonetici halki yonetmektedir. Yaradanin tarif ettigi "demokrasi"de ilkeler vardir ve bu ilkeler Yaradan tarafindan degil avamin kendisi tarafindan belirlenir. Bu ilkeler temel olan ilkelerdir. Bu ilkelere uymayanlar, zorla uydurulmazlar (2:256), baska bir yerde kendi ilkelerini mesru kilmak uzere giderler. Ilkelere uyan ve yerinde yurdunda kalan kesim, aralarinda tartisarak ($ura), demokratik bir secim ile (Biat) yoneticiyi ve mualifleri secerler. Yonetici salt cogunlukla secilmis olur. Ilkeleri kabul orani ise boyle bir toplumda yuzde yuzdur. Taraflar her konu uzerinde tartisir, konusurlar, ama temel ilkeler uzerine tartisma konusma yoktur, olamaz da. Cunku o toplumda kalanlar zaten ilkeleri kabul etmis kimselerdir. Bu arada kendi ilkelerini mesru kilmak uzere gidenlerde de durum aynidir. Ilkeleri uzerine kavga yoktur, onlar da aralarinda demokratik bir secim ile kendi yoneticilerini ve mualiflerini secerler. Bu toplumda da yonetici salt cogunlukla secilmis olur. Kur'an demokrasisi budur. Bize gelince, bizde ilkeler vardir, bu ilkeler Ataturk ilkeleridir. Bu ilkelere uymak istemeyenler zorla uydurulmazlar, BASKA YERE CEKER GIDERLER””””” Hatırlatmak babındandı. Saygılar sunarım, Dr. Atil Derman -
Atatürk'ün Demokrasisi - Şeriat karşılaştırması !
Dr. Atil Derman şurada cevap verdi: cdsa başlık İslam ve Şeriat
Öncelikle şeriatın lügat anlamının doğru yol demek olduğunu söylemekle başlamak isterim sözlerime. Dinsel manada konuştuğumuzda, şeriat teokratik yani tanrısal yol demektir. İslam konuşurken şeriattan bahsedilince, bu sefer Allah yolu manasına gelmektedir. Şimdi, bu kelime bugün şu söylediğim şekillerde kullanılmakta mıdır? Hayır, Ya ne şekilde kullanılmakta? Kur’an’da verilmiş toplumsal kural ve kanunlar şeklinde kullanılmaktadır. Bu yanlış bir kullanım şekli, tabii ki değildir. Yanlış olan, Kur’an’daki kural ve kanunların, diğer bir deyişle şer’i hükümlerin insanımıza anlatılış biçimidir. Hal böyle olunca, beşer, genlerinde zaten var olan temel ahlak bilgilerini dinsel öğretilerle hatırlamış, ama hükümlerin kendisine yalan yanlış aktarıldığını hissederek toplum yönetimi için konulmuş o muhteşem ilkeleri yerinde bırakarak, kendi kendine veya “batı”dan esinlenerek beşeri ilkeler koymuş ve toplumu bu ilkelerle yönetmeye başlamıştır. Makro planda bu ilkeler, krallık, diktatörlük, monarşi, oligarşi, teokratik cumhuriyet-demokrasi, laik cumhuriyet-demokrasi gibi ilkeler olurken, mikro planda liderlerin kendi ilkelerine indirgenmişlerdir ki bunlara burada değinmeyeceğim. Türkiye’de ise ilkeler yeni kurulan Cumhuriyet ile beraber gelmiş, makro ilke olarak cumhuriyette laiklik kabul edilmiş, mikro ilkeler olarak da, halkın kültürünün yanı sıra, Atatürk’ün geriye kalan 5 ilkesi mikro plan ilkeler panteonuna yerleştirilmiştir. Dikkat edilecek olursa, beşer, hayatının her safhasında ilkelere ihtiyaç duymuştur, onun içindir ki bu ilkelerin adları Helen veya Roma devirlerinde değişik fonksiyonları olan Tanrı adlarıyla karşılanmış ve panteonlarında yerlerini almışlardır. Tanrısal öngörü diyor ki, bir topluluk olarak bir araya geleceksin, bu bir araya gelen ve toplumu oluşturan bireylerin indirilmiş genel ahlaka aykırı olmamak kaydıyla, örf ve adetlerinin yanı sıra kendilerinin hemfikir olarak belirledikleri ilkeleri olacaktır. Bu bireyler, adlarını kendi koyacakları bir toplumu meydana getireceklerdir. Bu toplumun her bireyi örf ve adetlerin yanı sıra tüm ilkeleri kabul edeceklerdir. Kabul etmeyenler yandaki başka yerleşim birimine gidip orada yine aynı şekilde kendi toplumlarını kuracaklardır. Böylece toplumlar “medeni” olacaklardır. Yani diğer bir deyişle bir medeni toplumda her birey olmaz ise olmaz olan ilkelerini kayıtsız şartsız ve yüzde yüz bir oran ile kabul etmek durumundadır. Buna Kur’an’da “biat” denir (doğrudur, biat Kur’an’da peygambere yapılmıştır, ama artık peygamber yoktur ve sadece ilkeler vardır, bu da halkların kendi kendine oluşturması gereken ilkelere ilk örnek olan Kur’an hükümleridir. Bu daha sonra çeşitlenecek ve temeli genel –Kur’an- ahlakına dayalı değişik ve kabul edilen ilkeler olacaktır). Daha sonra insanlar aralarında tartışarak kendilerine bir yönetici seçeceklerdir. Bu tartışmaya Kur’an’da “şura” denir. Yönetici adayları adaylıklarını belirtecekler, kabul edilmiş ilkeler dâhilinde, her adayın kadrosu (partisi) vaatlerini açıklayacak, bireyler de kendi aralarında tartışarak bu adaylar arasından yöneticisini ve yönetici grubunu seçecektir. Zira yönetim erki halkın aynadaki bir yansıması gibi olmalıdır, yani şura yapmalıdır, bundan da görüldüğü üzere yönetim erki bir topluluk, bir “meclis” olmalıdır, olmalıdır ki halkın bir yansıması olabilsin. Meclis bireyleri emaneten aldıkları yönetim görevlerinde emanetlerine hıyanet etmeyeceklerdir (3:161). Şimdi soruyorum size, bu nedir? Bu, kelimenin tam manasıyla “Kur’an Demokrasisidir”, sadece demokrasi demiyorum, çünkü bu şekil bugün dünyada uygulanan demokrasileri aşmış bir yönetim şeklidir. Bugünkü şekilde, ilkelere uymayanların çekip gitme anlayışı, çekip gitme özgürlüğü yoktur. Onlar bir nevi “toplumu gerici” unsurlar olarak çıbanbaşları şeklinde toplumun ortasında öbek öbek dolaşıp durmaktadırlar. Atatürk’ün demokrasisi Kur’an Demokrasisine en yakın şekildir kanısındayım. Zira yeni Cumhuriyet, ilkelerini koymuştur (Atatürk ilkeleri), bu ilkeleri içeren Anayasasını yapmıştır, bu anayasayı top yekûn kabul etmiştir, yani biat etmiştir, meclisini kurmuştur halkın bir yansıması olarak, öyle ki meclisindeki bireylerin adına “milletvekili” demiştir (bu adlandırma yanılmıyorsam başka hiçbir diğer dünya ülkelerinin meclislerinde kullanılan bir adlandırma değil), bu kişiler milletten vekâlet almışlardır ve milleti yönetmek için aralarında şura yapmaktadırlar (istişare şura’dan gelmektedir), aralarında bir yönetici seçerler ve bunun adına “başvekil” derler (ne kadar muhteşem, başbakan değil, başvekil diyorlar, vekâleti alanların başı; başbakan, sen neye bakıyosun kardeşim?), tekrar toplanırlar ve toplum için çok ama çok önemli olan Cumhuriyeti koruması için, Cumhuriyetin başı olacak “Cumhurbaşkanı”nı seçerler. Görevlerini de Anayasalarında tarif ederler. Kur’an Demokrasisi ile tek farkı, biat etmeyen azınlık kitleyi toplumdan uzaklaştıramamasıdır. Veya o kitle biat etmiş gibi görünüp (çünkü Anayasayı, yönetime gelene kadar kabul etmiş görünüyorlar, yoksa parti tüzüklerini YSK kabul etmezdi) toplumda sanki muhalif bir duruş sergileyedurmuşlardır. Bu noktadan hareketle sizin “kayıtsız şartsız din kurallarıyla işleyen devlet” nitelemenizdeki indirilmiş dinin kuralları işte bunlardır. Yoksa her meclis açılışında “Allahuekber” nidaları, Cuma günleri topluca namaza gitme, günde beş vakit yönetim erkiyle namaz kılma, v.s. değildir din kuralları. Bu sıraladıklarım uydurulmuş dinin kurallarıdır (neden uydurulmuştur onu da açıklıyalım; Cuma namazı kılmak için toplanmak illa ki fiziksel bir topluluk olmasını şart koşmaz, manevi toplanma da yeterlidir. Günde beş vakit değil üç vakit namaz vardır, ve her namaz için abdeste lüzum yoktur, abdest günde bir defa alınır, ve alınan abdesti de sadece uyku ve cinsel ilişki bozar, yani o koskoca dinin direği bir tek yellenmeyle yıkılmaz demek istiyorum, Allahuekber demek şirk koşmaktır, çünkü ekber kelimesi Arapçada “en büyük” demektir, sanki bir sürü büyük vardır da aralarında en büyüğü Allahtır manasına gelir, onun yerine sadece büyük demek için “kebir” kelimesi kullanılabilir, “Allahukebir” denebilir,vs vs vs). Eh, indirilmiş dini, hazır lop önümüze sunulmuş uydurulmuş din varken, öğrenmemeye yeminli bir toplum olarak, iyisi mi biz uydurulmuş şeriattan uzak duralım, fazla bulaşmayalım, anlamaya çalışmayalım, çok iş şimdi bütün bunları öğrenecen, anlayacan, uygulayacan!! Boş ver be’cilik oynamaya devam edelim. Çünkü, özetle, indirilmiş İslam inanışı ve hakimiyeti altında bir şeriat düzeni ancak indirilmiş İslam öğretileri, toplumun çoğunluk kesimi tarafından özümsenir, anlaşılır ve benimsenirse, kabul edilebilir, yoksa bugünkü ve yaşamış olduğumuz 15 asırda olduğu gibi, şeriat, bir takım şarlatanların şeriatı ise, o kalsın, almayalım derim ben Üstat. Diğer taraftan, toplumumuzun indirilmiş İslam öğretisini benimsemesi ve anlayabilmesi de bana çoook uzak bir gelecekmiş gibi görünüyor. Kur'an'a gore peygamberlik Muhammed Nebi ile birlikte son bulmustur. Bu sona erdirmenin anlami ve ozu, insanligin artik kendini, kendi gucleriyle yonlendirecek bir tekamul, bir gelismislik duzeyine erismis olmasidir. Artik, kitleleri Allah adina yonetecek, yonlendirecek kisiler devri son nebi ile kapanmistir, yani yonetim erkinin arkasinda ilahi, tanrisal ve kutsal dayanak goren anlayis, diger bir deyisle, teokrasi devri bitmis, $uuraaya dayali demokrasi donemi baslamistir. Bu ilke laiklik ilkesinden baska ne olabilir. Ama bu demokrasi donemi bir devlet sekli olarak algilanmamalidir Kur'an'da. Kur'an, yonetimde egemen olmasini istedigi ilkeler onermektedir, bir devlet sekli onermemektedir. Bu ilkeler acik denecek bir bicimde verilmistir. bunlarin bazilari biat, $uura, adalet, ehliyet, emanete saygi,kamu kaynaklarinin talan edilmemesi, baski ve manipulasyonun dislanmasi, emege saygi, paylasmak, en yakinlara yardim etmek, sadaka vermek gibi siralanabilirler. Sonuc olarak peygamberlik bitmistir, o halde bugun Allah adina yonetme hakki kisiler yerine ancak ilkelerin olur. Aslinda hukuk devletinin manasi adalet devletidir. Adaletin tecelli etmedigi yerde hukuk devleti aramak yanlistir.””” “””Ama asil ciddiye alinmasi gereken ehil ellere teslim edilmesi gereken sey, yonetim veya onun mevkiidir. Bizler bir sekilde yonetimi bu gunku yoneticilere emanet ettik, daha dogrusu yonetim sekil bozuklugu yuzunden, bugunku yoneticilerin ellerine gecti. Bugunku yoneticiler, kendilerini Allah yolunda olarak tarif eden yoneticiler. Bakin Allah ne diyor : 4(Nisa):58 Su bir gercek ki, Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasinda hukmettiğinizde adaletle hukmetmenizi emrediyor. Allah size bu sekilde ne guzel oğut veriyor. Allah Semi'dir, cok iyi duyar; Basir'dir cok iyi gorur. Cunku yonetim avamin konu edildigi alandir. Yonetici halki yonetmektedir. Yaradanin tarif ettigi "demokrasi"de ilkeler vardir ve bu ilkeler Yaradan tarafindan degil avamin kendisi tarafindan belirlenir. Bu ilkeler temel olan ilkelerdir. Bu ilkelere uymayanlar, zorla uydurulmazlar (2:256), baska bir yerde kendi ilkelerini mesru kilmak uzere giderler. Ilkelere uyan ve yerinde yurdunda kalan kesim, aralarinda tartisarak ($ura), demokratik bir secim ile (Biat) yoneticiyi ve mualifleri secerler. Yonetici salt cogunlukla secilmis olur. Ilkeleri kabul orani ise boyle bir toplumda yuzde yuzdur. Taraflar her konu uzerinde tartisir, konusurlar, ama temel ilkeler uzerine tartisma konusma yoktur, olamaz da. Cunku o toplumda kalanlar zaten ilkeleri kabul etmis kimselerdir. Bu arada kendi ilkelerini mesru kilmak uzere gidenlerde de durum aynidir. Ilkeleri uzerine kavga yoktur, onlar da aralarinda demokratik bir secim ile kendi yoneticilerini ve mualiflerini secerler. Bu toplumda da yonetici salt cogunlukla secilmis olur. Kur'an demokrasisi budur. Bize gelince, bizde ilkeler vardir, bu ilkeler Ataturk ilkeleridir. Bu ilkelere uymak istemeyenler zorla uydurulmazlar, BASKA YERE CEKER GIDERLER””””” Hatırlatmak babındandı. Saygılar sunarım, Dr. Atil Derman