Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

zeyynepp

Φ Süper Üye
  • İçerik Sayısı

    4.469
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    1

zeyynepp tarafından postalanan herşey

  1. forumun en iyi kalpli kişilerinden biri frozene; Bir zamanlar, uçsuz bucaksız bir kum çölünün ortasında, yemyeşil yaprakları ile dibine gölge ve serinlik veren bir ağaç varmış. Çölün kavurucu ve acımasız sıcağı, kumları kızdırır ama bu ağacın yeşil yapraklarını kurutamazmış. Kızgın güneş ne yaparsa yapsın, yapraklar hep yeşil ve parlak olurmuş. Güneşin sıcağından bunalıp kaçan tüm hayvanlar, bu ağacın gölgesinde dinlenir, esen rüzgarın tüylerini okşayışına kendilerini kaptırıp, uyuklarmışlar kaygısızca. Ağacın dalları arasına yuva yapmış olan kuşlar, yaprakların gölgesinde güneşten korunup, kanat çırparak daldan dala uçuşur, şarkılar söylermişler mutluluk içinde... Çölün ortasında, kızgın kumlarla çevrili bu ağacın nasıl beslendiğini mi merak ediyorsunuz? Söyleyeyim: Sevgi ve mutlulukla beslenirmiş bu ağaç. Diğer ağaçlar gibi topraktaki suyu ve besinleri çölde bulamadığı için, sevgi ve mutluluktan sağlarmış gereksinimini. Bu ağacın sevgiden oluşan besini, diğer tüm ağaçlardan ayrı bir özellik katarmış ona. Yaprakları daha canlı, gölgesi daha serin, gövdesi daha güçlüymüş. Ona "Sevgi Ağacı" derlermiş. Gölgesinde barınan havyanların sevgisi, dallarında ötüşen kuşların neşesi, ağacı sevindirirmiş. Bu uçsuz bucaksız çölde işe yaradığını anlayıp, daha çok sevgi ve mutluluk yaymak için yaşarmış. Güneş bile, o kavurucu sıcağını tüm çöle yayan, suyu buharlaştıran, toprağı kurutan acımasız güneş bile, ona sevgi ile eğilir, ışınlarını ağacın üstüne yansıtmamaya çalışırmış. Ağaç, dibindeki hayvanların sevgisi çoğaldıkça büyür, büyüdükçe dallarını açar, yapraklarını kabartır, daha çok gölge yapmaya çalışırmış. Rüzgar da onu pek severmiş. Çölde köşe bucak dolaşıp, kumları öfkeyle bir yerden ötekine savurup duran rüzgar bile, ağacın çevresine gelince yumuşar, gölgesinde uyuklayan hayvanları serinletmeye çalışırmış. Hafif hafif estikçe, ağaç da yapraklarını sallar, çöl sıcağını uzaklaştırırlarmış el birliğiyle... Çöl ortasındaki Sevgi Ağacı, gölgesinde yaşayan hayvanların sevgi ve mutluluğu ile beslenip büyürken, gölgesindeki hayvanları da mutlulukla doyururmuş. Ağacın gölgesinde kedi ile fare kucak kucağa uyurken, köpekler kedilerin tüylerini yalarmış. Ağacın gölgesi büyüdükçe, altında daha çok hayvan barınır olmuş. Ağacın yaprakları büyüdükçe kalp biçimini alıyor, sevgi ile çarpıyormuş "pıt, pıt" diye... Bir gün, tüm havyanlar Sevgi Ağacı'nın gölgesinde mutluluk içinde yaşayıp giderken, uzaktan bir tilkinin kumlar üzerinde sürünerek ağaca doğru geldiğini görmüşler. Hepsi birden el etmişler tilkiye, "Çabuk yürüsün, ağacın gölgesine sığınsın" diye. Tilki tam ağaca yaklaşacağı sırada, sıcak çöl güneşi onun tüm gücünü emivermiş. Zavallı tilki, bitkin bir durumda kumlar üzerinde serilip kalmış boylu boyunca... Hemen üç küçük çöl faresi, kumların arasında yuvarlana yuvarlana, ölmek üzere olan tilkiye koşmuşlar. Kuyruğundan ve ayaklarından çekiştire çekiştire, ağacın gölgesine taşımışlar onu bin bir güçlükle... Tilki kendinden geçmiş bir durumda, ağacın gölgesinde hareketsiz yatarken, tüm hayvanlar sevinç çığlıkları atmışlar: "Yaşasın tilkicik kurtuldu" diye. Hepsi de Sevgi Ağacı'nın gölgesinin tilkiyi iyi edeceğini, bitkin ve baygın yatan tilkinin bir süre sonra kendine geleceğini biliyorlarmış... Sevgi Ağacı, çevresindeki havyanların düşündüklerini doğrularcasına, kalp biçimindeki yapraklarını eğmiş tilkinin üzerine. Dallarını ve yapraklarını sallamış, serinletmiş sıcaktan bitkin düşen tilkiyi. Sonra rüzgar yardıma gelmiş. En yumuşak okşayışı ile serin serin üflemiş tüylerini. Diğer hayvanlar sevinç gösterisini sürdürmüşler, "Ağaç daha çok beslensin, tilkiyi kurtarsın" diye. Kuşlar cıvıl cıvıl ötüşmüşler, "Yapraklara renk gelsin, pıt pıt kalp gibi çarpsın" diye... Sevgi ve mutluluk ilacını alan tilki, yavaş yavaş kendine gelmeye başlamış. Önce soluk almış derinden. Ciğerlerine sevgi ve mutluluğu çekmiş bir nefeste. Kanı ısınmış. Kuyruğunu sallamış mutlulukla. Ayaklarını oynatmış yavaşça. Kendine gelip gözlerini açınca, çevresinde oynaşan, mutluluk çığlıkları atan havyanlara bakmış gülümseyerek. Sevgi Ağacı onu iyileştirip, eski gücüne yeniden kavuşunca, kendine gelmiş ve birden ayağa kalkmış. Şöyle bir gerindikten sonra silkinmiş. Tüylerine yapışmış çöl kumlarını temizlemiş daha güzel görünmek ve rahatlamak için. Kumlardan arındıktan, Sevgi Ağacı'nın gölgesinde mutluluğu kana kana içip, kendine geldikten sonra, tüm hayvanlara teşekkür etmiş, yardımlarını esirgemeyip, kendisini hayata döndürdükleri için... Ama tilki bu rahat durur mu? Hayvanların arasında dolaştıkça sinsi sinsi, birinden aldığını diğerine, bire bin yalan katıp, aktarmaya başlamış. Hayvancıklar eskisi gibi birbirlerini sevgi ile okşayacaklarına, birbirlerine hırlamaya başlamışlar. Dişlerini gösterip, bir diğerini kovalamışlar düşmanca. Onların birbirlerine kızıp hırlamaları tilkiyi pek sevindirmiş. Sinsice gülmüş: "Yaşasın, aralarındaki dostluğu yıktım" diye. Dosluk ve sevgi yıkılıp, hayvanlar birbirlerine düşünce, birlikteliklerinden doğan güçleri kalmayacak, tilki de bir yolunu bulup, tek tek tuzağa düşürüp yiyecekmiş havyanları. Kurgusunu sinsice uygularken düşünememiş Sevgi Ağacı'na zarar verdiğini. Havyanların birbirlerine olan sevgisi ve güveni azalınca, ağaç beslenemez olmuş. Önce yaprakları küçülmüş, mutluluk suyunu içemediği için. Sonra güneşin yakıcı ışınlarına engel olamamış. Küçülen yaprakların arasından sızan ışınlar, gölgesini azaltmış. Barış yok olmuş. Barışın yerini korku ve kuşku almış. Kuşlar dallar arasında kaçışıp durmuşlar, tilkinin tuzağından kurtulmak için. İçlerine bir korkudur girmiş. Korkan kuş ötebilir mi? Susmuşlar hepsi de... Sevgi olmayınca güçsüz kalan ağacın dalları zayıflamış, yaprakları dökülmüş süzülerek. Rüzgar da yardım edemez olmuş ağaca. Sıcak kumlar üflemiş gölgesine. Tüm hayvanlar, kum fırtınalarından korunmak için kovuklara sinmişler, birbirlerinden uzak. Kaçışan, kovalanan hayvanlar varmış ağacın tükenmek üzere olan gölgesinde... Bu duygusal yıkımı gören üç küçük fare bir kenara çekilip, aralarında bir plan yapmışlar, diğer hayvanlar görmeden, kimse ne yapmak istediklerini bilmeden, tilki duymadan. Bir gün tilki sıcakta uyuklarken miskin miskin, yanına yaklaşmışlar sessizce. Zayıflamış gölgeden sürükleyerek, kızgın çöl kumunun üzerine taşımışlar tilkiyi uyandırmadan. Sıcak çöl güneşi durur mu? Hemen atılmış tilkinin üzerine. Daha önce yarım kalan işini bitirmiş. Almış tilkinin tüm gücünü. Sıcak çöl güneşi tilkinin gücü ile doyarken, üç küçük fare, zayıflamış gölgenin altında duran diğer hayvanlara seslenmişler. Aralarındaki kavgaya son vermelerini, yoksa sevgi ağacının tümüyle güçsüz kalacağını, kendi sonlarının da tilkininkinden pek farklı olmayacağını anlatmışlar dilleri döndüğünce... Önce hayvanlar homurdanmış ve farelerin sözlerine kulak asmak istememişler, ama her an gücü tükenen Sevgi Ağacı'nın acı dolu yakarışları ve ağlayarak dökülen yapraklarını görünce çaresiz boyun eğmişler söylenenlere. Birbirlerine sarılıp özür dilemişler. Eskisi gibi barış, sevgi ve mutluluk içinde yaşamak istediklerini dile getirmişler ağlayarak. Utanç gözyaşları oluk oluk aktıkça, birbirlerine duydukları kini temizlemiş kalplerinden. Sonra, kıpır kıpır çarpıntılarla sevgi yeniden filizlenmiş. Çiçekler açmaya başlamış kalplerde. Gülmüşler olanlara, kurnaz tilkinin yaptıklarını düşünüp. Kuşlar da ötmeye başlamışlar mutluluğu müjdeleyerek. Aralarındaki sevgi yeniden yeşerince, Sevgi Ağacı da susadığı mutluluktan içmiş kana kana. Böylece Sevgi Ağacı yeniden canlanıp büyümeye başlamış. Hem de eskisinden daha güçlü ve daha görkemli olmuş... Yaşamları eski günleri aratmayıp daha da iyi olunca tüm hayvanlar bir araya gelmişler. Bir tanecik Sevgi Ağacı'nı korumak istemişler. Onu her yere yaymak için kuşlar görevlendirilmiş. Kuşlar sevgi ağacının tohumlarını uçurup, her gittikleri yere dikeceklermiş. Böylece, Sevgi Ağacı bir yerde solup, yok olmaya yüz tutsa da, bir başka yerde büyümeye devam edebilecekmiş. Sevgi Ağacı'nı olası tehlikelerden uzak tutmak ve onu daha güvenle büyütmek için, görünmez yapmaya karar vermişler. Kuşlar, görünmeyen Sevgi Ağacı tohumlarını, dünyanın her yerine yaymışlar... Zamanla her yerde Sevgi Ağaç'ları büyümüş, kocaman yaprakları, upuzun dallarıyla birbirlerini kucaklamışlar, "Tüm sevgiler ve mutluluklar birleşsin, birbirlerinin gücüne güç katsın" diye... Dünya üzerinde bir yerlerde, kuyruğunu sallayan köpeğe sevgi ile yaklaşıp, onun tüylerini okşayan birisini görürseniz, bilin ki oralarda Sevgi Ağacı vardır. Dallarını eğmiş, kalp biçimdeki yapraklarıyla sevgi pınarından içiyordur. Sevgi Ağacı'nı, el ele gezen, birbirlerini seven, kucaklayıp öpen insanların arasında da görebilirsiniz. Onların sevgisi ile beslenip, mutluluk gölgesi altında onları koruyordur. Sevgi Ağacı'nı göremezseniz, hemen utanç gözyaşları ile kalbinizdeki kini ve kötülükleri yıkayın. Kalbinizde sevgi filizleri açılsın. İnsanları, hayvanları ve doğayı sevin. O zaman her yerde yemyeşil Sevgi Ağaç'larını görürsünüz. Sizi yakıcı güneşten, tilkinin sinsi kurnazlıklarından korumaya çalışır. Size sevgi ve mutluluğun gölgesini, serinliğini sunar. Onun gölgesinde, doğal sevginin mutluluğu ile yaşarsınız sonsuza değin. birazcık uzun ama ben çok beğendim bu hikayeyi
  2. küçük hesaplarla geçiyor yaşam büyük kavgalar hep küçük şeyler için arsız ayaklar altında alın teri kırılgan naif elleri yalanlar yalanlar yalanlar bulutların ardındaki güneş gibi gerçek sevilmeye muhtaçken kimileri kirli avuçlara düşüverecek yağmur geri verecek buharlaşan sevgimizi yağmur sessizce silecek kibirimizi vadide akmayı öğrendi nehrimiz kas katı insanların arasında sevincin resmi olacak doğa birgün biz genişleyip denize varınca yağmur bazen tutkudan delirince kapanmalı kendine yağmurun kucağında doymalı sessizliğe yağmur
  3. dün hiç gelmedi zaten/ anlamadım Gün döndü bugün / nasılsa karlar pembe Uyuyan gecenin korkusuz sabahı geldi Yüreğim uçsuz bozkırlarda dolanır Bir tebessüm eksik gözlerinde / duyarım Sözlerin zihnime yazıldığı an, her an Kimsesiz kendimin benliği ağlaşır sessizce Bir söz var, bir sözün var / yakaladım Parmağınla devşirdiğin kızarmış narın Acımsı tadı yayılır dilimin ucuna / yanarım Dedim ya, ahengi yok kumsaldaki gölgenin Kıyıya vuran dalganın ötesi deniz, ötesi aşkım Narin balıkların küçük ağızları sayıklar seni-beni Gündüz düşü görmedim, gece düşüyüz ikimiz birden Zamanlar ayartır kimliğimi, rüzgara diklenir gün boyu Unuttum yarını, dün hiç gelmedi zaten / anladım ahmet çelikkol
  4. frozencim şimdi okudum bu yazıyı çok duygulandım Sizin için ne derece önemi var bunu bilmiyorum ama ben bu satırları yazarken gözümden damlalar akıyor klavye üzerine. Erkekler ağlamaz lafı bana göre değil. Ağlamaktan hiç utanmadım,duygularım,acılarım beni boğduğu zaman hep ağladım.Yine ağlıyorum... Sizleri tanımıyorum ama sizlerle paylaşmak istiyorum.Lütfen;bu satırlara bir seven olarak sahip çıkın ve lütfen yazılı satırlar olarak geçmeyin. Okudukça yeryüzünde insanlar neleri yaşarmış diyeceksiniz buna eminim. Bir memur ailenin en küçük çocuğu olarak babamın tayininin çıktığı bir köye taşındık.Huzursuzdum,okulumu bir köy okulunda okumaktansa ,şehirde medenice okumak istiyordum.kaydımı yaptırdı babam okula.İlkokul 4. sınıftan başladım köy okuluna.Beni bir sınıfa verdiler.Öğretmen köyde yabancı olduğumu biliyordu ve hangi sıraya oturmak istiyorsan otur dedi bana.Bir kızın yanı boştu sadece oraya oturdum.Hayatımı adadığım,gidişiyle beni bitiren insanla ilk o zaman tanıştım.İsmi Altınay idi.Çocuk yaşımda bile onun güzelliği beni çok etkilemişti.Masmavi gözleri,gamze yanakları ile arada bir bana dönüp gülüşü,yanlış yazdığım notlarımda kendi silgisiyle defterimdeki hatayı silmesi beni o minik yaşımda ona bağladı.O dönemlerde çocukça bir arkadaşlıktı. Zaman ilerledikçe onsuz tek saniye geçiremiyordum.ya ben onlara gidip ders çalışıyor, yada o bize geliyordu.Mükemmel bir paylaşımcıydı.Yüreğini,sevgisini,dostluğunu daha o yaşta vermişti bana.İlkokulu birlikte okuduk ve aynı sırada bitirdik.Hep onunla hep ona biraz daha alışarak. Ortaokula geçtiğimizde ailelerimize rica ettik ve bizi aynı okula yazdırdılar, hatta aynı sınıfa,hatta aynı sıraya oturmamız için babalarımız öğretmenlere adeta yalvardılar.Başarmıştık. Yine aynı sıradaydık.Geride kalan ilkokul dönemindeki iki yılda anladım ki onsuz hayat bana huzur vermiyordu.Yaşımız olgunlaştıkça o beni,ben onu daha çok seviyordum.Çocukça başlayan arkadaşlığımız sevgiye aşka dönüşmüştü ortaokul yıllarımız bitmek üzereyken.Şehir merkezinde.Ailelerimiz liseye geçtiğimiz sırada ortak bir karar aldılar.Buna göre tek ev kiralayacak ikimiz aynı evde kalacaktık.Annem de bizimle kalacaktı.Allah\\\'ım o karar bize iletildiğinde dakikalarca sarmaş dolaş kutlamıştık bunu.Ona aşık olmuştum.Aynı duyguları o da paylaşıyordu ve bunu fark eden ailelerimiz okul bittiğinde evlendirelim diye karar almışlardı bile.Ona tapıyordum artık.Haşa Allah\\\'a şirk koşar gibi günah işlercesine seviyordum.İlk elini tuttuğumda sakın bir daha bırakma demiştim. Yanakları kızarmıştı,utanmış ve başını önüne ! eğmiş,gülümsemiş ve elimi sıkı sıkı kavramıştı.Artık her gün elele tutuşup okula gidiyor okuldan çıkarken elele dolaşıyor geziyor öyle gidiyorduk evimize.Arada bir elleri terler ve her terleyişte elini elimden kurulamak için çekerdi.Bunu her yaptığında kızar elimi bırakma diye azarlardım,hep tamam tamam diyerek gülümser ve hızla elini avucuma sokuştururdu. Her şey harikaydı,dünya cennet gibiydi gözümüzde.Yıllar akıp gidiyordu mutluluk içinde.Nihayet liseyi de bitirmek üzereydik.karne dönemi gelmişti.Karnelerimizi aldık hiç kırığımız yoktu.Sevinçle sarıldık birbirimize elimi tuttu.bunu kutlamak için bir cafeye gidip cola içerek kutlayacaktık.Okulun az ilerisinden geçen bir çakıl yol vardı.Her zaman toz duman içinde olurdu.çakıllarla kaplıydı.O yolun benim ve ölürcesine sevdiğim insanın ayrılmasında bu kadar rol oynayacağını bilsem hiç girer miydik o yola.Neler vermezdim o yolu yürümemek için. Eli yine elimdeydi,ansızın elini çekti,terlemişti yine eli.Sanırım dört adım atmıştım.Dönüp yine azarlayacaktım.Çünkü hem elimi bırakmış,hem de geride kalmıştı.Dönüp baktığımda Dünya başıma yıkıldı.Sanki gök kubbenin altında kaldım.yerdeydi ve yüzünden kan fışkırıyordu.ne yapacağımı bilemedim üzerine kapandım yüzüne yapışmış saçlarını kaldırdığımda hayatımı bitiren o görüntüyle karşılaştım.Başı kesilmiş bir tavuk gibi çırpınıyordu.Suratına bir taş parçası bıçak gibi saplanmıştı ve bakmaya doyamadığım mavi gözlerinden biri akmıştı.Suratının yarısı yoktu.Hırlıyordu bana bir şeyler demek istiyor kanla kaplı diğer gözünü temizleyerek bana bir şeyler demeye çalışıyordu.Yoldan geçen bir kamyonun tekerinin altından fırlayan bir taş suratına saplanmıştı.Ölürcesine bir aşkı,geleceğimizi kibrit büyüklüğünde bir taş parçasının bitireceğini bilemezdim.Donuk donuk hiç konuşamadan yüzüne bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. Ellerini tuttum kaldırdım başını göğsüme dayadı ve elimi sıkı sıkı tuttu.Akan kan ellerimize damlıyordu.Yoldan geçen bir araba durmuş bizi seyrediyordu,hastaneye yetiştirelim dediğimde kanlı olduğu için almadı ve kaçtı gitti.Kimse arabaya almıyordu.çevreme bakıp yardım eden demekten,ona dönüp seni seviyorum,beni bırakma,dayan demekten başka bir şey yapamıyordum.İki dakikalık bir çırpınıştan sonra kucağımda öldü.Cennet olan Dünya 5 dakikada cehenneme döndü.Tam dokuz yıl oldu onu yitireli. Kendime olan güvenimi yitirdim.Artık kimseyi sevemem,kimsede beni sevemez korkusundan kurtaramıyorum kendimi. alıntıdır.... Bu yazıyı okurken sizinde eliniz terlediyse o zaman bilin ki sizde sevdiniz…. duygulandınız hatta ağladınız ama işte kader…
  5. baktım ne güzel kızım be yav ben
  6. kocaman bi alkış sana çok güzel bi yazı kalkıp aynaya bakmak lazım durup üzülmek yerine kendine gelmek lazım....
  7. okuduğum yazılarda senin (frozen) ve zates2003ün yazıları benim ruh halime ayna tutuyor şu an için üzgünüm,kırgınım,küskünüm....
  8. Son kez sevgili… Son kez sussun da dilim sen konuş… Sen konuş Allah aşkına… Son bir kez.. Son kez,bir yalan söyle bana… Seni seviyorum de mesela…
  9. işte Gidiyorum, Bir şey demeden, arkamı Dönmeden, Şikayet etmeden, hiçbir şey almadan, Bir şey vermeden, Yol ayrılmış görmeden, Gidiyorum... Hayat mutsuzlukla harcanacak kadar uzun değil sevgilim. Dışarıda bir yaşam var, heyecanlarıyla, mutluluklarıyla, cıvıl cıvıl akan bir yaşam. Biz burada "biz" olabilmenin kavgasını verirken, ve tüm mutsuzluğumuza rağmen bunu başaramazken, dışarıda bir yaşam geçiyor. Doğan her güneş için ömürden gidiyor derler. Ömrümüzden gidiyor sevgilim. Hayat ellerimizden akıp gidiyor... Madem ki istiyorsun öyleyse durma git Beni düşünme rahat ol yalnız kalabilirim Sende bilirsin hiç bir acı sonsuza dek sürmez Hatta her an yeniden sevebilirim Mutlu olmak istedim ben sadece. Seninle ve mutlu olmak istedim. Sensiz mutlu olmamın imkanı yoktu sanki. Öyle çok sevdim ki seni, sen olmazsan gülemem, sen olmazsan yaşamayı sevemem gibi gelmişti. Oysa çok sevmek yetmiyormuş mutlu olmak için. Tek istediğim mutlu olmaktı. Seninle mutsuz olmaktansa, sensiz mutsuz olmayı kabulleniyorum şimdi. Belki sadece birimiz mutlu olabiliriz böylece... Senin mutluluğun benim sevincimdir sevgilim... Ne küslük var ne pişmanlık var kalbimde Yürüyorum sanki senin yanında Sesin uzaklaşır her bir adımda Ayak izim kalmadan Gidiyorum... Seninle olmak her şeye değer demek isterdim sana. Seninle olmak için mutsuzluğu göze alabilirim demek isterdim. Ama olmadı. "biz" olmayı başarabilseydik, sınırsız, çıkarsız sevebilseydik, belki. Sana karşı hiçbir kızgınlık yok içimde. Sen her zaman seveceğim ama mutsuzluk içinde anımsadığım hoş bir anı olacaksın. İkimiz içinde doğru olan böylesi git İnan bana sandığın kadar üzgün değilim İçimde yepyeni bir hayata başlamanın Sevinci ve heyecanı var artık git... Belki böylesi doğruydu. Hiç doğru insan olamadık birbirimiz için. Doğru yaşam değildi. Doğru zaman değildi. Oysa çok sevdim seni. Sen her zaman çok sevdiğim ve asla unutmak istemeyeceğim acı bir anı olarak kalacaksın sevgilim. Git... Git...me dur ne olursun Gitme kal yalan söyledim Doğru değil ayrılığa daha hiç hazır değilim Aramızda yaşanacak yarım kalan bir şeyler var Gitme dur daha şimdiden deliler gibi özledim alıntı...
  10. frozen yazın çok güzel çok beğendim özellikle şu cümleyi
  11. hoşbuldum ama yarın sabah yolcuyum bu yaz okulu yüzünden ömrüm yollarda geçiyor hikayeyi beğenmene sevindim ablacım sende kendine çok iyi bak
  12. Mamutlar ve vahşi atların 12 bin yıl önce Buz Çağından hemen sonra kısa bir süre içinde soyları tükenmişti. Bilim dünyasında mamutlara da dinozorlar gibi yüksek sempati duyuluyor. İlk insanların, 12 bin yıl önce Sibirya’dan Bering Boğazı’nı aşarak Kuzey Amerika’ya ayak bastıkları varsayılıyor. Mamutlar ve vahşi atların da yaklaşık olarak 11 bin 500 ila 12 bin 500 yıl önce yok oldukları düşünüldüğünde, bu türlerin insanların aşırı avlanmasına kurban gittiği fikrine ulaşılıyordu. Uzmanlar, soyları tükenen eski memelilerin yerini bugünkü modern türlerin aldığını düşünüyor. Araştırmada, Amerika kıtasının en kuzey bölgelerinden 9 ila 18 bin yıllık bizon, antilop, vahşi geyik ve insan fosillerini incelendi. Yeni tezi ortaya koyan Guthrie, bizon ve vahşi geyik popülasyonlarının 12 bin yıl öncesinde sanıldığı gibi açlık yaşamadığını, hatta daha fazla üreme şansı yakaladıklarını ifade ediyor. Halbuki fosiller bu türlerin insanlar tarafından vahşi atlar veya mamutlara göre daha avlandığını gösteriyor. O halde vahşi geyiklerin ve bizonların tüm zorluklara karşın hayatta kalmaları nasıl açıklanıyor? Guthrie’nin buna yanıtı şöyle: “İlk insanları bulabildikleri tüm hayvanları avlıyordu, at eti ilk zamanlarda bizon etinden daha çok tercih edildiği için bir süre atlara yönelmiş olabilirler, ancak mamut veya atların insanlarca avlandığını gösteren fazla kanıt yok. Oysa insanların yaşadığı bölgeler bizon ve vahşi geyiklerin kalıntılarıyla dolu.” Guthrie, mamut ve vahşi atların insanlar tarafından soyları tükenecek kadar öldürülmüş olamayacağını, bu hayvanların yok olmasının bir başka nedeni olduğunu belirtiyor. Guthrie, ayrıca fosil kalıntıların büyük bir salgın hastalığın soyların tükenmesine neden olmuş olabileceği tezini desteklemediğini ifade ediyor ve ekliyor; “Zira büyük bir salgın hastalık türlerde ani bir yokoluş olarak ortaya çıkardı, ayrıca vahşi geyik ve bizon gibi virüsü bulaşması muhtemel hayvanlar da böyle bir bulgu yok.” Guthrie, Amerika kıtasının kuzeyinin 13 bin ila 11 bin yıl öncesinde önemli bir iklimsel dönüşüme sahne olduğunu vurguluyor; “Bu dönemde hayvanların vücut boylarının değiştiğini görüyoruz, ısı değişimi olduğu biliyoruz ve tam bu sırada insanlar kıtaya ayak bastı. 13 bin yıl önce hayvanların besin değeri yetersiz kuru otları yediğini düşünüyorum. Sonrasında Alaska ve Yukon bölgesi ısınınca ırmaklar şişti, otlar yeşerdi; bizonlar ve vahşi geyikler daha iyi beslendi daha hızlı ürediler.” Bölgedeki iklim değişikliği otlak arazilerin yerini çamların almasına neden oldu. Çamlar çimlerin yerine geçince, hayvanlar için uygun otlaklar ortadan kayboldu. Bu durum mamutlar, vahşi atlar, vahşi geyikler ve bizonlar için de geçerliydi, ancak Guthrie, bizonların ve geyiklerin buna uyum sağladığını ve ayakta kalmayı başardığını vurguluyor; “İlk insanların kıtaya ayak basmasından bin yıl sonra dahi vahşi geyikler ve bizonlar yaşamlarını sürdürüyordu.” Dinozorların soyunun tükenmesi gibi, mamutların da yokolması bilim dünyasında en çok tartışılan konulardan biri. Son çalışma Amerika kıtasının kuzey bölümleri için önemli ipuçları içeriyor olsa da, birçok bilim insanı yeryüzünün diğer bölgelerinde bu hayvanların soyunun insanların avlanmasından dolayı tükendiğini savunmaya devam ediyor. Yeni tezin kıtanın güneyinde Texas, Arizona gibi bölgelerindeki tükenmeleri açıklayamadığı da dile getiriliyor. Bu nedenle kimi uzmanlar insanoğlunun aşırı avlanmasının da mutlaka bir etken olduğu görüşünde. Kaynak: New Scientist
  13. Vakitsiz Ayrılık Ve bitti sonunda... İmkansızlık örtüsünü yırtıp söz verdiğimiz geceden seksen beş gün sonra söylenecek söz değil şiir bile yok bir veda,bir sebep...nasıl ayrılık bu! Vakitsiz ayrılık desem... Hangi ayrılık vakitlidir ki zaten. Ütüsüz gömlek gibi huzursuzum, yetim ifadesi duruyor ellerimde en sevdiğim Çamlıca bile şarkılar söylemiyor ela gözlerime Kolay olanı seçtin düşmüş kozalaklar gibi Rüzgara,yağmura direnebilmektir yiğitlik Oysa sen güneş açtı diye özeniverdin Bahar sevdalısı muhacir kuş leyleğe Ne yapayım şimdi; çamaşır,bulaşık Ütü,yemek,biçki-dikiş ve nakış Unutturur mu dersin saatler,günler Hatta yaşanacak hicran dolu seneler İlk göz ağrımı seni bana? Unutsaydı Cahit Sıtkı unuturdu ölmeden Söyletme beni,unutsaydı İlk göz ağrım unuturdu ilk göz ağrısını! Her şey seni hatırlatıyor Ruhsuz fincanlarda kahve kokusu Çaydanlığın dibindeki kireç tortusu Mehtaplı gecedeki yalnızlık duygusu Kırmızı Zambak ve daha neler... Hepsi alışmış sana bana sevdamıza Nasıl karışsınlar ki yalnızlığa! Seni unutmak için ilkin Telefonumu sattım yok pahasına ...pişman olup geri döndüm dükkana Zalım! Satıvermiş hatıralarımı Duygusuz belki taş yürekli bir adama Sonra terk ettim bu şehri ve seni Kilometrelerce uzağa Bitlis’e gittim Tövbeler ettim sevgiye-sevgiliye Dinlemedim yüreğimi,söz vermiştim zihnime Kurtulmuştum güya ıstıraplarımdan... Gürün’de görünce yıldızları,hilali Sere serpe uzanırken dağların kucağında Gözlerin,ille de gözlerin geldi aklıma Olmamıştı,göle çaldığım maya ihanet ermemişti Nasreddin Hoca’ya Çalkalanmış gazoz şişesi misali Dönüverdim sensizliğime,İstanbul’a. Kıvranırken içimde hicran yaraları Çocukluğumun geçtiği sokaklara Gazi Çınarcık’a gittim. Güneş tarifsiz doğup dağların ardında Şaire gün doğururcasına batıyordu Sığmıyordum dünyaya ve kızıyordum Madam Bovary’nin yaptıklarına. Bu kez içimde depremler oluyordu Ruhsuzca veda ediyordum Çınarcık’a. Ve denizin ortasında anlamıştım Geri dönüyordu acılarım İstanbul’a. Tam beş ay oldu sen gideli Sen gideli gözüme uyku girmedi Yüzüm bir lahza gülmedi İçimde kopan fırtına bir anlık dinmedi Radyoda benim için bestelenmiş gibi Hasret,hicran şarkıları bitmedi Devlet ekonomisi düzelmedi Amerika’da ikiz kuleler çöktü Türkiye Afganistan’a asker gönderdi Ben yine çok şey öğrendim haayttan Mesela Rumi aylardan Teşrin-i Sani... Seni unutmak için Spilbergh gibi Hayal gücümü çalıştırdım fayda etmedi Dualar ettim gündüz ve geceleri İş aradım durdum mesaili Nefret etmeyi denedim olmadı Bir top kumaşı diktim olmadı Doluya koydum almadı Boşa koydum dolmadı Seni unutmak için Ne yaptım ne ettimse olmadı Olmadı unutamadım seni! Dedim ya; Bu ayrılık çok vakitsizdi. Esra Aksu
  14. bir sevda masalı.... bir varmış,bir yokmuş evvel zaman içinde,kalbur zaman içinde, çok güzel bir deniz kızı, deniz kıyısında her sabah şarkı söylermiş. bir gün tesadüfen ordan geçen balıkçı,kızın sesini duymuş. onu gizlice seyretmiş ve ona aşık olmuş. bir gün deniz kızı balıkçıyı fark etmiş önceleri çok korkmuş ama sonra o da balıkçıyı sevmiş sevda bu ya o da balıkçıya aşık olmuş. her gün aynı saatlerde kayalıklarda buluşur olmuşlar... sonunda evlenmeye karar vermişler ama onları çekemeyenler denizler kralına haber vermişler zalım kral iki sevgiliyi ayırmış ve deniz kızını denizlere hapsetmiş sevgilisini göremeyen deniz kızı yıllarca gözyaşı dökmüş bir gün iyi kalpli bir yunus deniz kızına acımış onu hapisten kaçırıp sırtında taşıyarak, sevgilisinin yanına,karaya çıkarmış. daha sonra iki sevgili Tanrıya dua ederek kendilerini bir daha ayırmaması için yalvarmışlar. Tanrıda sevenlerin duasını kabul etmiş onları sonsuza dek birlikte kalacakları göklere almış.... işte bu nedenle hiç kimse yıllardır deniz kızını denizlerde,okyanuslarda görememişler çünkü o suda değil sevgilisi ile göklerdeymiş..... çok güzel bi hikaye umarım beğenirsin... 1 ay kadar yokum kendine çok iyi bak diloş sevgilerimle
  15. uzun bir süre düşündüm buraya ne yazabilirim diye.... paylaşmak istedim şiir ya da bir yazı veee bu şiirde karar verdim umarım beğenirsin bu arada 1 ay kadar yokum kendine çok iyi bak ve beni unutma Sen Geldiğin Zaman... Sen geldiğin zaman bu şehre Limanlar sus pus olurdu Yağmurlar yağardı Hiç durmazdı Taşlar yosun tutardı Her yer sen kokardı Sen geldiğin zaman bu şehre Güneş bir doğup bir batardı İçimde serseri bir korku dolaşırdı Anlayamazdım Sen geldiğin zaman bu şehre Yakamoz saklardı yüzünü göstermezdi Hiç bir anlamı olmayan Uzaktaki ufuk çizgisinde saklıydı belki de Kaderimiz...
  16. ****tuz ve su**** Hintli bir yaşlı usta,çırağının sürekli şikayet etmesinden bıkmıştı.Birgün çırağını tuz almaya gönderdi.Yaşamındaki herşey için mutsuz olan çırak döndüğünde,yaşlı usta ona,bir avuç tuzu,bir bardak suya atıp içmesini söyledi.Çırak yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. "Tadı nasıl?"diye soran yaşlı adama "Acı" diye cevap verdi öfkeyle. Usta çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı.Sessizce az ilerdeki gölün kıyısana götürdü veçırağına bu kezde bi avuç tuzu göle dökmesini ve sonra içmesini söyledi.Söyleneni yapan çırak,ağzının kenarındaki suyu silerken aynı soruyu sordu: "Tadı nasıl?" "Ferahlatıcı" "tuzun tadını aldınmı?" "hayır" bunun üzerine yaşlı adam suyum yanına diz çökmüş çırağın yanına oturarak şöyle dedi: "yaşamdaki acılar tuz gibidir,ne azdır,ne de çok.acının miktarı hep aynıdır.ancak bu acının acılığı neyin içine konulduğuna bağlıdır.acın olduğunda yapman gereken tek şey,acı veren şeyle ilgili duygularını genişletmektir.onun için sende bardak olmayı bırak göl olmaya çalış...." evet ablacım bu yazıyı biraz önce okudum ve hemen seninle ve forumdaki arkadaşlarla paylaşmak istedim.forumdaki yazılarım dikkatini çekmiş ve benle üzüntümü paylaşmak istedin.verdiğin tavsiye için ve benimle paylaştıkların için sana teşekkür ederim veee bende artık bu yazıdaki gibi bardak olmayı bırakıp göl olmayı deniycem.... uzun bi süre(yaklaşık 1 ay)forumda olamıycam malum yaz okulum var kendine çok ii bak ablacım sevgilerimle......
  17. ben şehir dışında okuduğum için eğer istanbulda bi toplantısı olursa ve bende istanbulda olursam seve seve katılırım
  18. zeyynepp

    Çağrışım

    armağan uzun
  19. zeyynepp

    Çağrışım

    fevkinde
  20. zeyynepp

    Çağrışım

    bülent ersoy
  21. zeyynepp

    Çağrışım

    şarkı...
  22. zeyynepp

    Çağrışım

    arkadaşım
  23. zeyynepp

    Çağrışım

    baba babacım
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.