Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Ottoman26

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    49
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Ottoman26 tarafından postalanan herşey

  1. Papa, Fener Rum Patrikhanesi'ni ziyaretinde, Patrik Bartholomeos ile ortak bir deklarasyona imza attı. Şimdi ne olacak? Deklarasyonda, ''Papa 16. Benediktus ve Ekümenik Patrik Bartholomeos'u bir araya getiren bu kardeşçe buluşma, Tanrı'nın işi ve belirli bir anlamda onun hediyesidir'' denildi. Eski Papa ve patriklerin karşılıklı ziyaretlerinin unutulmadığı belirtilen deklarasyonda, ''Roma kilisesi ve İstanbul kilisesi arasındaki ilişkilerin yüzyıllarca kötü olduğuna''na işaret edilerek, ''Bu kötü geçmişten tam bir birliğe doğru ilerlemek için gerekli olan derslerin hala tamamıyla çıkarılmadığı, bu sürece aktif olarak katılmak gerektiğine inanıldığı'' belirtildi. Bir süre önce Belgrad'da toplanan iki kilise arasındaki ortak komisyonda teolojik diyaloğun başlamasından memnuniyet duyulduğu ifade edilen deklarasyonda, komisyonun çalışmalarının birkaç yıllık gecikmeden sonra ''dostluk ve iş birliği ruhu içinde'' tekrar başladığı ifade edildi. Deklarasyonda, komisyonun çalışmalarının kesintisiz olarak destekleneceği bildirildi. SEKÜLERİZM VE NİHİLİZMİN YÜKSELİŞİ Papa ve Patrik'in, ''özellikle Batı dünyasında olmak üzere sekülerizm, görececilik ve nihilizmin yükselişini görmezden gelemeyecekleri'' vurgulanan deklarasyonda, bütün bunların, dine çağrıyı yeniden ve güçlü biçimde tekrar yapılmasını gerektirdiği kaydedildi. Avrupa Birliği'nin oluşumuna giden süreci olumlu olarak gördüklerini belirten Papa ve Patrik, ''Birliğe giden yolda kültürel gelenekleri ve dinlerinin ayırdedici özellikleriyle birlikte azınlıkların mutlaka korunması gerektiğini'' bildirdiler. ''Avrupa'nın Hristiyan kökleri, gelenek ve değerlerinin de korunması gerektiği'' kaydedilen deklarasyonda, dünyanın Hristiyanların yaşadığı başka bölgeleriyle ilgili endişelerin de olduğu belirtildi. ''TANRI ADINA MASUM İNSANLARIN ÖLDÜRÜLMESİ'' Bu endişelerin özellikle, yaşanmak zorunda kalınan yoksulluk, savaşlar ve terörizmden, aynı zamanda yoksulların, göçmenlerin, kadın ve çocukların sömürülme biçimlerinden kaynaklandığı belirtilen deklarasyonda, bütün insanların haklarının korunması ve ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmeyi güçlendirmek için birlikte çalışmanın gerektiği kaydedildi. Deklarasyonda, ''Her şeyden önce Tanrı'nın adına masum insanların öldürülmesinin tanrıya ve insan onuruna bir hakaret olduğu'' vurgulandı. İsa'nın doğmuş ve yaşamış olduğu topraklar olan Orta Doğu'da barış davasına yürekten inandıklarını belirten iki taraf, bu bölgede barışın yeniden tesis edileceğini samimiyetle umut ettiklerini, Orta Doğu'da yaşayan farklı halklar, dinler ve kiliseler arasında birbirine saygılı bir arada yaşamanın güçlendirileceğini umduklarını ifade etti. Taraflar, bu amaçla, her türlü şiddet ve ayrımcılıkla mücadele etmek için dinler arası yakın bir iş birliğini teşvik ettiklerini de kaydettiler. rotahaber
  2. Papa'nın Diyanet İşleri Başkanlığı'nı ziyareti sırasında Ali Bardakoğlu'nun Papa'ya hitaben yaptığı konuşma büyük ilgi gördü. İşte Papa'ya verilen ince mesajlar: Papa- Diyanet İşleri Başkanı Prof. Bardakoğlu zirvesinde söze "Bismillahirrahmanirrahim, tüm resullere selam ve salavat olsun" diye başlayan Bardakoğlu Papa'nın önceki sözlerini hedef aldı: Bilimsel ve tarihsel verilere dayanmayan, adalet ve insaf ölçüleriyle bağdaşmayan iftiralardan son derece müteessiriz. İftiralardan müteessiriz Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu, görüşmesinin ardından Papa'ya şu eleştiriyi yöneltti: Son dönemde İslamofobi tırmandı. Tarihsel hiçbir veriye dayanmayan iftira ve iddialardan müteessir ve müştekiyiz. Papa 16. Benedict, Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu'na tarihi ziyaretini dün gerçekleştirdi. İlk kez bir İslam ülkesini ziyaret eden Papa, konuşmasını, açıklamalarıyla kırdığı Müslümanların gönlünü almak için, dinlerin ortak noktalarına vurgu yaptı. Bardakoğlu ise eylül ayındaki konuşmasında İslam'ın kılıç zoruyla yayıldığı sözlerini yanıt verdi. İki din adamının merakla beklenen görüşmesi, Bardakoğlu'nun makamında gerçekleşti. Beyaz peleriniyle görüşmeye gelen Papa, Bardakoğlu'na teşekkür ederek, "Sorumluluklarınızın bilincinde olarak size hürmet duygularımı sunuyorum, Türkiye'deki Müslümanları sevgi dolu hürmetle selamlıyorum" dedi. Türkiye'nin Hıristiyanlar için büyük önem taşıdığını söyleyen Papa, ilk Hıristiyan topluluklarının burada kurulduğunu, bu topraklarda edebiyatın ve sanatın yeşerdiğini vurguladı. Papa, "Hıristiyan ve Müslümanların ilerlemelerinin en uygun yolu birbirlerini samimiyetle daha iyi tanıma arzusuyla farklılıklarına saygı göstererek ve ortak yanlarını kabul ederek gerçek bir diyalogda buluşmaları olacaktır" dedi. RONCALLİ'NİN SÖZLERİNE ATIF Papa, 1935 yılında Vatikan temsilcisi olarak İstanbul'a gelen daha sonra 23. Jean olarak Papa olan Angelo Guiseppe Roncalli'nin, "Ben Türkleri seviyorum. Rab beni onlara gönderdi. Bu halkın doğal niteliklerini takdir ediyorum. Bu toplumunda medeniyetlerin kat ettiği yollarda bir yere sahiptir" sözlerine de atıfta bulundu. Tüm insanların ortak bir kökene sahip olduğunu söyleyen Papa, "Hıristiyan ve Müslümanların diyalogunda ortak anganjmanımızın simgesi ve bu uzun yolda saygı dostluk içinde sebat ve cesaret veren bir an olması için dua ediyorum" dedi. BARDAKOĞLU'NUN ELEŞTİRİSİ Bardakoğlu "Değerli Misafirimiz" diyerek hitap ettiği Papa'nın Müslümanları kıran "Muhammed, vaaz ettiği inancı kılıçla yayma emrinden başka hangi yeniliği getirmişti" sözlerine diplomatik bir üslupla yanıt verdi: "Son dönemlerde İslamın yeryüzüne 'kılıçla yayıldığı', Müslümanların potansiyel şiddet uygulayıcıları olduğu anlayışını ifade eden 'İslamophobia'nın giderek tırmandığını birlikte müşahede ediyoruz. Bilimsel ve tarihsel hiçbir araştırma ve veriye dayanmayan, adalet ve insaf ölçüleriyle de bağdaşmayan iftira ve iddialardan, adını barıştan alan İslam'ın her mensubunun son derece müteessir ve müşteki olduğunu ilan etmek isterim. Ayrıca bu kabil iddia ve girişimlerin, dinleri istismar ederek din adına yanlış işler yapanlara en büyük destek anlamına geldiği de unutulmamalıdır." DİNİ LİDERLERİN GÖREVİ Bardakoğlu, konuşmasında din liderlerinin yapması gerekenleri de şöyle ifade etti: "Biz dini liderlerin ve dini kurumların bu korku ve kaygılara dayalı ön yargıların esi olmaması ve sağduyulu davranması esastır. Biz dini lidere çok hassas bir görev düşmektedir. Farklı din ve inanç mensupları birbirlerinin dinlerini onaylamaya ve yargılamaya gerek duymaksızın bir araya gelerek konuşabilmeli ve sorunların çözümünde gayret göstermeli. " rotahaber
  3. Ottoman26

    Memura zam müjdesi

    Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, 2007 Ocak ayında çalışanların ücretlerine tahminen yüzde 2.8 oranında enflasyon farkı yansıtılacağını söyledi. Unakıtan, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülen, 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunun Tasarı üzerinde milletvekillerinin, memur maaşına ilişkin sorusunu yanıtlarken, “Bu yıl Ocak ayında da çalışanlara enflasyon farkı vereceğiz. Bu fark tahminen yüzde 2.8 olarak maaşlara yansıyacak” dedi. Kemal Unakıtan, iktidarları döneminde memur maaşlarında yüzde 88.8 oranında artış sağlandığını bildirerek, 2007 yılında enflasyon farkının da yansıtılmasıyla memurların ortalama maaşının 1091 YTL olacağını söyledi. CHP İstanbul Milletvekili Ali Kemal Kumkumoğlu'nun gecekondulardan 10-25 bin YTL arasında değişen miktarlarda ecri misil istendiğini hatırlatması üzerine Unakıtan, “Bürokratlar bu ülkede mevcut kanunları uyguluyor. Hazinenin arazisini gelip işgal edenlerden para isteniyor” dedi. rotahaber
  4. BAÜ Rektörlüğü için 8 aday yarışmış, tek bayan aday olan Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper, sandıktan birinci olarak çıkmıştı. Tunçsiper, bu karara ateş püskürüyor.. Balıkesir Üniversitesi Rektörlüğü için 10 Ekim 2006 tarihinde yapılan seçimlerde 8 aday yarışmış, tek bayan aday olan Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper, sandıktan birinci olarak çıkmıştı. Aldıkları oylara göre sıralanan ilk 6 aday YÖK tarafından değerlendirildikten sonra aday sayısı 3'e indirilirken, Bedriye Tunçsiper, Cumhurbaşkanlığı'na sunulan listede de yine ilk sırada yer almıştı. Yaklaşık 1 ay süren Çankaya Köşkü'ndeki değerlendirme sonucu Cumhurbaşkanı Sezer, YÖK'ün oy birliği ile üzerinde uzlaşı sağladığı kaydedilen Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper'in yerine ikinci sırada yer alan Prof. Dr. Şerif Saylan'ı BAÜ Rektörü olarak atadı. Karara ilk tepki de Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper ve eşinden geldi. Bedriye Tunçsiper, "Ben seçimi kazandım ama atama yapılmadı, bunun altını çizmek isterim. Kendisini kanıtlamış bir Cumhuriyet kadınıyım. Üniversitemiz, yeni kurulan bir üniversite. Dolayısıyla yeni bir yapılanma içerisinde, inşaat alanı anlamında, büyüme anlamında. Tabi buradan çıkar sağlamak isteyen bazı gruplar var. Bu grupların devreye girdiğini biliyorum, herkes de biliyor. Ne var ki ben üniversiteyi siyasileştirme taraftarı değilim. Bu nedenle de ne İsa'ya, ne Musa'ya yaranmak söz konusu değil benim için, bu mümkün de değil. Hiçbir kimseyle, hiçbir siyasi parti ile bir pazarlığa oturmadım, oturmam da mümkün değil. Dolayısıyla böyle bir pazarlığa oturduğunuz zaman vereceğiniz diyetin faturası çok ağır olacaktır. Bu çıkar grupları benimle anlaşma yapmak da istediler. Ama, ben onları yanıma yanaştırmadım, randevu vermedim, görüşmedim. Onların binalarına gitmedim. Çünkü, ben üniversiteyi bir siyasi arena yeri değil, bilim arenası, bilim yuvası olarak düşündüğüm için bilimsel kriterlerin daima ön planda olması gerektiğini düşündüm. Siyasiler bize karışamaz, üniversiteye siyasiler giremez, girmemelidir de. Rektörlüğe talip aday bir kimse de partilerin içine, parti binalarına girmemelidir. Evet, Cumhurbaşkanımız aldatılmış, kandırılmıştır. Ben bir Cumhuriyet kadını olarak hakkımın gasp edildiğini düşünüyorum. Vicdanen huzurluyum, kimseye diyet borcum yoktu. Hiçbir siyasi partiyle oturmadım, oturmam da mümkün değil. Gidip kapılarını çalmadım, bu da mümkün değil" diye konuştu. "Bana göre demokrasi darbe yemiştir" diye devam eden Tunçsiper, "Bir hukuk devleti içerisinde, özerk bir üniversite olduğunu savunuyorsak sonucun da bu paralelde olması gerekirdi. Bu nedenle, saygı duyduğum sayın Cumhurbaşkanımız'ın çıkar gruplarının, menfaat çetelerinin etkisiyle yanlış bilgilendirildiği düşüncesindeyim. İnşallah gelecekte güzel günlerin bizi beklediğini görmek ve düşünmek istiyorum" ifadelerini kaydetti. BAÜ Rektörlüğü'ne yapılan atamada eşine büyük bir haksızlık yapıldığını belirten Cenk Tunçsiper ise Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'i kınadığını açıkladı. Bir siyasi partinin merkez yürütme kurulu üyesi olan Tunçsiper, siyasi kimliğini hiçbir şekilde karıştırmadığı ve müdahil olmadığı eşinin rektör adaylığıyla ilgili yaşanan sürecin ibretlik olduğunu ifade etti. Cenk Tunçsiper, "Prof. Bedriye Tunçsiper Atatürkçü bir ailenin mensubu olan kişiliktir. Dolayısıyla hem sandığın, hem sivil toplum örgütleri, hem de YÖK'ün yaptığı tercihi Cumhurbaşkanı'nın değiştirmesini kınıyorum. Kafamda bazı soru işaretleri oluşuyor. Cumhurbaşkanımızın bu devletin önünde, Mustafa Kemal Atatürk'ün oturduğu koltukta oturan bir Cumhurbaşkanı olarak, onun devrimlerini devam ettirmesi gerekir. Bir Cumhuriyet kadınını Cumhuriyet üniversitesinin rektörlüğüne atamamasını ben Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper'in eşi olarak kınıyorum. Hayatım boyunca Ahmet Necdet Sezer ismini unutmayacağım. Ailemizde ve çevremizde bu isim özelliğini kaybetmiş, önemini yitirmiştir. Ben de 16 Mayıs tarihinde Cumhurbaşkanı'nın değişmesini ve bu Cumhurbaşkanı'nın görevinin bir an önce bitmesini hevesle bekleyen kamuoyunun arasına katılmayı düşünüyorum" diye konuştu. "Ana muhalefet partisinin referansı olmayan Bedriye Tunçsiper rektörlüğe atanmadı, bu referansı alan BAÇEV'in adayı atandı' gibi söylemler duyuyoruz" diye devam eden Cenk Tunçsiper, "Eğer bunlar doğru ise, yine o makamda oturan kişiyi bu tercihinden dolayı kınıyorum" dedi. Cenk Tunçsiper, sözlerini şöyle sürdürdü: "Cumhuriyet kutlamalarının yapıldığı gün Valilik binasında, CHP İl Başkanı ve yöneticileriyle karşılaştık. CHP İl Başkanı'nı çok iyi tanırım, sayın Münir Balkanlı. Sohbet ederken eşimin rektörlük seçiminde birinci çıktığını söyledim. O da kendisini CHP İl Merkezi'ne davet etti görüşmek üzere. Eşim bunun sebebini sorduğu zaman, 'Bize projelerinizi anlatın, size üniversitedeki CHP'li öğretim üyelerini davet edeceğiz. Eğer onlarla aranızda bir mutabakat olursa bir protokol imzalarız, bu protokol neticesinde de bir siyasi parti olarak belki sizi destekleyebiliriz' şeklinde görüş belirtti. Bilmiyorum, bir siyasi partinin üniversiteye rektör atamasında bu denli etkili olabileceği bana yanlış geliyor. Ayrıca, bir kamu kurumuna atanan müdürün, üniversiteye atanan rektörün bir protokol ile atanması da yanlışlık olacaktır. Bu da benim hatıralarım arasında kalacak kötü bir anıdır. Ben bu konularda hiç konuşmadım ve taraf olmadım. Konuşmayı da düşünmüyordum. Fakat, eşim haksızlığa uğradığı için o gün (Cumhuriyet kutlaması protokol huzurluyum, kimseye diyet borcum ykabulü) 7 kimseye diyet borcum yoktu. Şahit olduğum olayı, sorunuz üzerine cevaplandırıyorum. O gün, bu sorulara ben cevap vermedim, eşim şunu söyledi, 'Üniversitenin sorunu üniversitede çözülür, ben böyle bir şeyi kabul edemiyorum' dedi. Ve o buluşma gerçekleşmedi. Bir protokolden bahsedildiğine göre, o protokolün ne getirip ne götüreceğini kamuoyunun yorumuna bırakıyorum. Demek, bu konuşma ve görüşme ile yapılacak protokol etkili olacaktı ki protokol yapmaya ve bu konuda görüş birliğine varmaya davet ettiler. Bu protokol yapıldığı taktirde rektörlük konusunda yardımcı olunabileceğinin mesajını verdi. Fakat, biz bu işlere siyasetin bulaşmasını asla istemiyoruz, yanlış olur. Bu görüşmeler Valilik binasında oldu, şahit olan bürokratlar da vardı. Bunların isimlerini söylemem yanlış olur. Kendileri kamu görevlisidir, Balıkesir'de üst düzeyde görev alan bürokratlar vardı, bunlar artık onların dağarcıklarında kalacaktır. İsimlerini söylemem yanlış olur. Fakat yapılan bu görüşme ve diyaloglara şahit oldular". rotahaber
  5. bütün medya papanın gelişini be başbakanın onu karşılamasını olumlu bulmuş Türkiye nin tüm dünyaya ders verdiğini yazmıştır söylemiştir. başbakan karşılasa bir dert karşılamasa bir dert size yaranamayacak bu adam
  6. sn gecekusu ve gelincik ben kimseye kendimi kanıtlayacak değilim. yazdıklarım konusunda haksız olduğumu yazabilirmisiniz. nasıl gelincik in özel hayatı irdelenmesini istemezse bana göre cübbelide istemez aziz nesinde. madem cübbelinin özelini irdeledik o zaman aziz nesininkinide irdelemekte zarar görmüyorum. cübbelininkinddede suç unsuru görmüyorum jet skiye binmiş sende o kadar örnek alıcaksan hocaları yaşantısından cok hutbelerini uygularsın. kısaca bilmek istersende müslüman bir Türk genci olarak Atatürk ilke ve inkilaplarını benimsemiş ilerici çağdaş yaşamı destekleyen biriyim. bu arada Atatürk'ü ve cumhuriyeti kalkan olarak kullananlardan nefret ederim.
  7. papayı sonucta cumhurbaşkanı davet etmiş ama akp yede cumhuriyet gazetesi rol biçmiş. başbakan acıklamıştı görüşmeden önce "Papa Sayın Cumhurbaşkanının davetlisi olarak Türkiye'ye geliyor. Esenboğa Havalimanı'nda kendisiyle görüşeceğiz. Geleneklerimize yaraşır bir konukseverlik göstereceğiz. Ziyaretin küresel barışa katkı sağlamasını diliyorum. Marjinal spesifik veya dar bir görüş sergileyenleri bu konuda tavırları oldu. Bunlar bizim medeniyetimizde yok. Peygamberlerin hepsine iman vardır. Başkaları ne demiş o bizi ilgilendirmiyor. Biz kendimize bakarız. Konukseverliğimiz bellidir. Kendi peygamberimizden aldığımız ahlak ile yakışır bir şekilde davranacağız. Basit hesaplarla siyasi ranta dönüştürme çabaları boştur. Siyasetçiler başta olmak üzere dini kanaat önderlerinin mesajları çok önemli." cumhurbaşkanımızında acıklaması Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in dün Çankaya Köşkü aracılığıyla yaptığı açıklamada, Papa'nın kendi davetlisi olduğunu vurgulaması dikkat çekti. Açıklamada Papa için, "Vatikan Devlet Başkanı" sıfatı kullanılarak Cumhurbaşkanı Sezer'in "çağrılısı" olarak Türkiye'ye resmi ziyarette bulunacağı belirtildi. Diplomatik kaynaklar, Türk ve dünya basınında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Papa ile görüşüp görüşmemesi konusunda yapılan spekülasyonlara yanıt olarak, Cumhurbaşkanı Sezer'in "Davet bana ait" açıklaması yapma ihtiyacı hissetmiş olabileceğini ve kaydettiler. haberi tek taraflı cumhuriyet gzt öğrenecegimize dünya basını nasıl bakmış papanın gelişine bir göz gezdirelim; Yabancı medyada Papa'nın ziyaretni şöyle verdi: REUTERS VE AFP: PAPA TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİNİ DESTEKLİYOR Reuters ve AFP haber ajansları, Başbakan Erdoğan'ın, Papa'nın Türkiye'nin AB'ye girmesini arzu ettiğini söylediğini duyurdu. BBC: PAPA, "TÜRKİYE'NİN AB'YE GİRMESİNİ ARZU EDERİZ" DEDİ Katolik dünyasının ruhani lideri Papa 16'ncı Benedikt'in aylardır merakla beklenen dört günlük resmi Türkiye ziyareti başladı. Esenboğa Havalimanı Şeref Salonu'nda Papa 16'ıncı Benedikt ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan baş başa bir görüşme yaptı. Başbakan Erdoğan, Papa’ya Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemesini rica ettiğini ifade ederek, Papa'nın, "Biz siyasi değiliz ama bizler Türkiye’nin AB’ye girmesini arzu ederiz" şeklinde bir ifade kullandığını söyledi. “Papa, daha önce onunla görüşmek için fazla meşgul olduğunu söyleyen Başbakan Erdoğan tarafından karşılandı” ifadesi kullanılan haberde, çok sıkı güvenlik önlemlerine de dikkat çekildi. AP: TÜRKİYE DİN VE KÜLTÜRLER ARASINDA KÖPRÜDÜR AP ajansı, Erdoğan'ın Papa'yı havaalanında karşıladığını bildirdi. Papa'nın Başbakan ile görüşmesinde İtalyanca konuştuğunu bildiren AP, Papa'nın "Demokratik İslam ülkesi olan Türkiye kültürlerarası köprüdür" dediğini aktardı. CNN INTERNATIONAL: PAPA KARDEŞLİK MESAJINI VERDİ Papa’nın Türkiye ziyaretinin bir “kardeşlik” mesajı ile başladığını kaydeden CNN İnternational ise, Papa’nın Başbakan Erdoğan’a “Dinler arasında köprü olduğu için Türkiye’ye gerçekten gelmek istedim” dediğini aktardı. Erdoğan’ın Papa gelmeden ancak bir gün önce görüşeceğini bildirdiğine dikkat çeken CNN, Diyanet İşleri Başkanlığının önünde bir protesto gösterisinin yapıldığını da bildirdi. LE FIGARO: ERDOĞAN’IN KARŞILAMASI ÖNEMLİ BİR İŞARET Fransız Le Figaro gazetesi ise, Papa’nın Esenboğa Havaalanında Başbakan Erdoğan tarafından karşılanmasını “önemli bir diplomatik işaret” olarak nitelendirdi. Gazete, Erdoğan’ın ziyaretin dünya barışına katkıda bulunacağı değerlendirmesine dikkat çekti. PAPA'NIN ZİYARETİ ALMAN MEDYASINDA Papa 16. Benedikt'in Türkiye ziyareti, Alman medyasında geniş şekilde yer aldı. Alman özel televizyon kanalları "N24" ve "N-TV", Papa'nın Esenboğa Havalimanında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı görüşmeyi haber bültenlerinde canlı olarak verdi. Canlı yayın sırasında yapılan yorumlarda, Papa-Erdoğan buluşmasının önemli olduğu ve büyük bir sembolik önemi bulunduğu belirtildi. ARAPLAR DA YAKINDAN İZLEDİ Arap dünyasının sesi El Cezire de canlı olarak aktardığı ziyaret için, "Bir Papa’nın yaptığı belki de en hassas ziyaret" yorumunu yaptı. Haberde, çok sayıda kişinin daha Papa’nın gelmeden protesto gösterilerine başladığına dikkat çekildi. Bir başka Arap kanalı El Arabiya da habere geniş yer verdi. İran televizyonları ise Papa’nın ziyaretini vermek yerine, önceki gün yapılan protesto gösterilerini ekranlara getirmeyi tercih etti. habertürk
  8. ALİ NESİN: DOĞRU "Babam, Teşvikiye'deki evde Ateş'in anlattığı gibi Vedia Hanım'ın kendisini aldattığını söyledi. Babam, hâlâ kayınvalideme aşıktı. Evlenmeden önce nikah davetiyesini Vedia Hanım'a götürdük. Beni çok sevdi. Sonra görüşmelerimiz devam etti. Ancak ben cesaret edip o günü soramadım, ama anlatımlarından Aziz Nesin'in Bursa sürgününün aralarındaki ipleri tamamen kopardığını anladım." Aziz Nesin'in oğlu Prof. Ali Nesin de ağabeyi yazar Ateş Nesin'i doğruluyor ve "Ateş Nesin annesinin aldatma olayını sık sık bana anlatıyordu" diyor. KOMÜNİST DİYE ORDUDAN ATILDI Muhalif ve Marksist düşüncelerinden dolayı yaşamı boyunca kovuşturma, tutuklama ve sürgünlerle yaşayan Nusret (Aziz) Nesin, ortaokuldan sonra girdiği Kuleli Askeri Lisesi'nden sonra Harp Okulu'ndan istihkam teğmeni olarak mezun oldu. Trakya görevinden sonra Kars'a tayin olduğu sırada II. Dünya Savaşı başlamış ve Türkiye'de savaş ekonomisi uygulanmaya konmuş ve her türlü temel yiyecek ve tüketim maddeleri karneyle halka verilmeye başlamıştı. ERZAK BAHANESİYLE Halk arasında baş gösteren yoksulluk, üniversite ve orduda muhalefetin oluşmasına sebep olmuştu. Takma isimlerle gazetelere şiir ve denemeler gönderen Aziz Nesin, deşifre olunca askeri istihbarat tarafından yakın takibe alındı. Oğlu Ateş Nesin'in anlattığına göre, Kars'taki bölüğünü tahliye sırasında yolda karşılaştığı köylülerin askerden erzak dilenmesi üzerine, eratın tayınlerının bir bölümünü dağıtmasından sonra açılan soruşturmadan sonra askeri mahkemede alınan kararla ordudan atıldı. Ateş Nesin, erzak dağıtma olayını, bahane olarak gösteriyor. Sabah Erdal Şimşek Aziz Nesin'in oğlu Prof. Ali Nesin de ağabeyi yazar Ateş Nesin'i doğruluyor ve "Ateş Nesin annesinin aldatma olayını sık sık bana anlatıyordu" diyor. ben uydurmuyorum oğlu yazmış kitabı ordan sabah gazetesi aktarma yapmış ben uydurmadım sonucta haberi.
  9. evet aynen yazdıklarımı neden tekrar ettin anlayamadım. benim sadece insanların özeli ise özelinde kalsın fakat cübbeli ahmet hocanınki bu bir başkasıda olabilirdi mesela sanatcıda olabilirdi hatta sizde olabilirdiniz bende olabilirdim özel hayatım bana kalmalı ben sadece 2 kişi arasında yaşanan tepkileri bekledim. cübbelininki özel değil aziz nesininki özel hayatmış... Allah rahmet eylesin bu zamana kadar kalsaydı oğlunun acıklamalarından sonra kalpten giderdi herhalde. halkın dilinde aziz nesin için acı ve klasik bi espiri olurdu buynuz ve cila meselesi.
  10. Yargıtay, Onursal Başkanı Sami Selçuk, günümüz Kemalistlerinin Atatürkçülüğü 1930'larda tutuklayarak Atatürk'e en büyük kötülüğü yaptıklarını savundu. Yargının zirvesinde görev yapanlar listesinde felsefi derinliği, edebi zevki ve özgürlükçü yaklaşımıyla son dönemin en dikkat çeken isimlerinden biridir Prof. Dr. Sami Selçuk. Hukukçu kimliğinin verdiği ciddiyet de onun ‘âkil adamlığının’ ayrı bir veçhesidir. Hem uygulamanın hem de teorinin hakkını vermeye çalıştığı içindir ki, pek çok tartışma konusu soru olarak bir de ona yöneltilir. Herkes gibi bizim de sorularımız vardı; ama en çok onun ‘fikrî’ serüvenini merak ediyorduk doğrusu. Sami Selçuk’la yargının meselelerinden, kısa siyasi serüvenine, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den, düşünce ve fikir ilişkisine kadar pek çok konuyu konuştuk. 82 Anayasası’yla ilgili açtığımız bahsi kısa kesti. 82 Anayasası küresel anlamda bir anayasa değildir; dolayısıyla yeni bir anayasa yazmak zorunludur ona göre. “Halka sevdirecek yerde halktan soyutlanarak Cumhuriyet’e sahip çıkılmasını yadırgadım. Halktan gelen demokrasi isteğinin Cumhuriyet’le buluşması gerektiğini düşündüm hep.” diyen Sami Selçuk’un özgürlükçü fikirlerle tanışmasında darbelerin önemli rolü oldu. “Düşünceler ve inançlar kınanamaz” felsefesine önem veren bir hukuk adamıdır o; biraz siyaset, biraz riyaset; ama fazlasıyla fikir ve hukuk var hayatında. En çok da bilmiyorum deme erdeminden yoksun olmamızdan yakınıyor: “Bilim; bilimsel merak ve sağlıklı kuşkuya dayanır. Meraklı değiliz. Bu yüzden ne Einstein çıkarıyoruz ne de Edison. ‘Bilmiyorum’ sözcüğünü bile söylemekte zorlanan bir toplumuz. Çünkü, bilgimizi sorgulamıyoruz. Sokrates, Descartes, Spencer, Bachelard açığı yaşıyoruz.” Kendisinin hiçbir parti veya akımın içinde olmadığını; ancak AK Parti’yi AB yolunda başarılı bulduğunu, Atatürk yaşasaydı onun da AB’den vazgeçmeyeceğini dile getiriyor Sami Selçuk. Eski Yargıtay Başkanı ile görüştüğümüz Bilkent Üniversitesi’nde sert bir hukuk adamından ziyade, güler yüzlü bir hoca ile karşılaştık. -AİHM’nin Türk yargıcı Rıza Türmen bir gazeteye yaptığı açıklamada, 301’inci maddenin tek başına sorun olmadığını belirterek, hâkim ve savcıları “Türkiye’deki hâkimlerde daha çok devleti koruma içgüdüsü var.” diyor. Ona göre ‘301 değil hâkimler değişmeli. ‘Siz bu görüşe katılıyor musunuz? Yargıçların özgürlüklerle ilgili direnişinden söz edilebilir mi? Bütünüyle katılmıyorum. Kuşkusuz, yargıçların ve savcıların hak ve özgürlük temelli bir anlayışa sahip olmaları, küresel düzeyde hukuktaki gelişmeleri çok yakından izlemeleri zorunlu. Ancak bu yetmez. Yasa hükümlerinin suçların yasallığının alt ilkesi olan kesinlik/belirginlik ilkesi doğrultusunda birden çok anlama gelmeyecek anlatımlar ve sözcüklerle kaleme alınmaları da zorunlu. Bu yapılmaz ise söz konusu ilke dolanılmış olur. 301. madde bu açıdan sakat. Bir de Türk uygulamasında kavramların yerleşiklik kazanmamış olmasını buna eklerseniz, durumu kolaylıkla değerlendirebilirsiniz. Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde en çok ve bu arada bir gün içinde on bir kez hüküm giymiş bir ülke. Asıl bunlar bizim saygınlığımızı örseliyor. Ulusçuluk, ülkeyi bu durumdan kurtarmakla olur. -Yaşanılan yerleşik ve evrensel kavram sorunu Türkiye’yi AB önünde mahcup eder hâle getirdi diyorsunuz? Evet. Demokrasimizin ve hukukumuzun en önemli sorunu, terim/kavram sorunudur. Demokrasinin, hukukun küresel terimleri/kavramları üzerinde mülkiyet hakkımız yok ki özlerini değiştirelim. Yalnızca yararlanma/intifa hakkımız var. O kadar. SEZER BAŞKASININ METNİNİ OKUDU; OLACAKLARI SEZMİŞTİM -Yüksek yargı organlarının, özellikle Yargıtay’ın kararları kamuoyunda tartışılıyor. Bu durumu, yüksek yargı kararları vasıtasıyla politik bir tavır sergileniyor şeklinde algılayanlar var. Yanılıyorlar mı? Yanılıyorlar. Unutulmamalıdır ki, kamuoyunun ilgilendiği, özellikle siyasal niteliği ağır basan davalarda yargı son sözü söylediğinde bundan rahatsız olanlar, bu tür yorumlara sık sık başvuracaklardır. Bu her ülkede yaşanan ve çözülememiş bir olaydır. -Adli yıl açılışlarında zat-ı alinizin de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in de yaptığı konuşmalar tarihe geçti. Fakat Sezer’in cumhurbaşkanlığı dönemi, o konuşmayı ‘devrim’ gibi görenler için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Dolayısıyla ‘yeni cumhurbaşkanı kim olmalı?’ tartışmalarında ‘saygın bir hukukçu olsun’ cümlesi geçmiyor artık. “Asker cumhurbaşkanı, sivil siyasi cumhurbaşkanından sonra sivil hukukçu cumhurbaşkanı tek bir denemeden sonra rafa kaldırılmıştır.” denilebilir mi? Cumhurbaşkanının o konuşmasını bir başkası yazmıştı. Yazanı biliyorum. Kaynaklara yollama yoktu. Bunu yadırgamıştım. Yazan arkadaşımıza söylemiştim. Bu tür konuşmaları elbette yetkili kendi yazmak zorunda değil. Ancak kendi yazdığınız bir konuşma ile başkasının yazdığı bir konuşma farklı sonuçlar ve etkiler doğurur. İnsan kendi yazdığı konuşmayı inanarak okur. Başkasının yazdığı son çözümlemede sadece bir emanettir. -Zaman zaman Sezer’i eleştiriyorsunuz. Sezer’in cumhurbaşkanlığı adaylığı söz konusu olduğunda olabilecekleri öngörmüş müydünüz, yoksa sizde mi, bizler gibi Cumhurbaşkanı Sezer’i zamanla müşahede ettiniz? Eleştirmekten çok saptamalar yapıyor, gerçekleri dile getiriyorum. Evet, sezgi düzeyinde öngörmüştüm. Küresel değerleri ve gelişmeyi salt Türkçe yapıtlardan izlemek olanaksızdır. -Cumhurbaşkanı Sezer’in devlet başkanlığının meşruiyet sorunu içerdiğini söylüyorsunuz? Anayasa Mahkemesi üyeliğinden ayrılmadan aday olup seçilmesi Anayasa’ya kesinkes aykırı idi. ANAP ADAYLIĞIM VEFA GEREĞİYDİ; TARAFSIZIM -ANAP’tan milletvekili adayı olarak siyasete adım attınız. İsminiz Turkuaz hareketi içinde geçiyor. Siyasete girme kararınızı hiç kendi içinizde tartıştığınız oldu mu? Sözgelimi 3 Kasım öncesi AK Parti’den hiç teklif almış mıydınız? Ben o dönemde Avrupa Birliği’ni en iyi izleyen ve bilen parti üzerinde durdum, o kadar. ANAP’ın sayın genel başkanına da yansızlık ve nesnelliğin benim yaşam biçimim olduğunu, partici olmayacağımı söylemiştim. AKP de bana başvurdu. Sayın Erdoğan’la görüştük. Ancak, benim kıramayacağım kişiler ve kurumların, bu arada beni başkan seçenlerin görüşlerinin dışına çıkmamaya özen gösterdim. Bu, dürüstlük ve vefa ilkelerinin gereğiydi. Onlar beni seçmeselerdi siz de beni tanıyamayacaktınız, benimle görüşen siyasetçiler de. AKP’yi AB yolunda başarılı buluyorum. Şu anda hiçbir partinin ve akımın içinde değilim. Yansızım ve yansız kalmaya, nesnel olmaya özen gösteriyorum. Turkuazcılar da, herkes gibi, benimle görüştüler. Ama, yalanladığım hâlde, bu akımın içinde olduğum algısını yadırgıyorum. DARBELERLE GELEN ‘ÖZGÜRLÜK’ -Efendim biz de birçokları gibi sizin özgürlükçü söyleminizi takdir ediyoruz. Elbette sizin de özgürlükçü fikirlerle tanışma ve benimseme serüveniniz vardır sanıyorum. Bizimle paylaşırsanız sevinirim. Teşekkür ederim. Uygar dünyanın izlediği yolu gözetiyorum. Birbirinden çok farklı, en uçtaki görüşlerin sahipleriyle bile diyalog içindeyim. Diyalojik ilkeden hiçbir zaman vazgeçmedim. Kimseye kapımı kapatmadım, kapatmıyorum. Katıldığı TV’ye, görüştüğü insanlara, okuduğu gazeteye göre insanlar hakkında yargılar oluşturan sığ bir ortamda, bu ilkemden hiç ödün vermedim, vermiyorum. Bu sığlığı yenmek, kırmak isterdim. Demokrat olmak, görüşleri ve duruşlarıyla sizinle yüzde yüz ters birinin hak ve özgürlükleri tehlikeye düştüğünde kendi hak ve özgürlükleriniz tehlikeye düşmüşçesine içtenlikle karşı çıkmaktır. Karşı çıkarsanız, o zaman demokrat olursunuz. Karşı çıkmaz sevinirseniz, faşist olursunuz. -Özgürlükçü düşüncelerle tanışmanız 12 Eylül’de mi oldu? Daha önceleri. 27 Mayıs 1960’ta yedek subay öğrencisi idim. Harp Okulu’nun kapısında nöbet tuttum. O günkü basının durumunu gördüm. Bastille’in işgalindeki ruh hâlini yaşıyorlardı insanlar. Darbecilerin bile üstesinden gelemedikleri çirkinlikleri, saldırganlıkları, yıkımları gözlemledim. Hukukun, meşruluğun önemini o gün anladım. Cumhuriyet seçkinlerinin halka çok uzak olmalarını, halkı değerlendirme yeteneğinden yoksun diye küçümsemelerini hiç onaylamadım. Halka sevdirecek yerde halktan soyutlayarak cumhuriyete sahip çıkılmasını yadırgadım. Halktan gelen demokrasi isteğinin cumhuriyetle buluşması gerektiğini düşündüm, hep. -Demokratik taleplerin cumhuriyetle buluşmadığını mı düşünüyorsunuz? Hala sıkıntılarımız var. Ama çözülecek. Kolay değil. Fransa’da bile 1789’dan bu yana beş cumhuriyet yaşandı. Demokrasi bir ülküdür. Yakalanamaz. Ama yakalanmaması, sürgit ardından koşulması daha iyi. Dinamizmi sağlar. Yapıcı bir işlevdir bu. -Daha öncesi için kendi fikir dünyanızı nasıl tanımlarsınız? Ben bir Atatürkçüyüm. 1981 yılında sunduğum bildiride de belirttiğim gibi Atatürkçülüğü hiçbir zaman ideoloji olarak algılamadım. Son çözümlemede, bilimin yaşama geçirilmesi olarak algıladım. Atatürkçülük, esnekliğini ve çağa uygulanırlığını bu yapısından ve gücünden alıyordu. Oysa günümüzün Kemalistleri, Atatürkçüğü 1930’larda tutuklayarak anakronizme (tarih yanılgısına) düşüyorlar ve Atatürk’e de en büyük kötülüğü ediyorlar. İnanıyorum ki, Atatürk yaşasaydı, bilimin dediğini yapardı. Bu da elbette şöyle sonuçlanırdı: Çağcıl demokrasinin gereklerine uymak, AB’ye de girmek. ‘ZARAR’DAN VAZGEÇMEDİM -Türkiye’de zamanını okuyarak geçirenler ve yazanlar hep zarardadır derken neyi kastediyorsunuz? Bilimsel yapıtların en az okunduğu ülkelerden biriyiz. Kendi alanımdan bir örnek vereyim. Ceza hukukunun babası İtalyan düşünürü Beccaria’nın ünlü yapıtı (Suçlar ve Cezalar), 1764’te yayımlandı. 1765’te Papaz Morellet, Fransızca’ya çevirdi. İki ülkede de baskı üstüne baskı yaptı. Kırk yıl içinde birçok dile çevrildi. Osmanlı’nın bir eyaleti olan Yunanistan’da 1802’de basıldı. Türkçe’ye 184 yıl sonra Fransızca’dan çevrildi. İki baskı yaptı. İki yüz kırk yıl sonra İtalyanca’dan çevrildi. En az 120 bin hukukçunun yaşadığı ülkede ancak bin tane alıcı bulabildi. Başka söze gerek var mı? -Peki okuyan, yazan bir kişi olarak kendinizi ‘zararda’ gördüğünüz oldu mu hiç? Evet, gördüm. Ama hiç vazgeçmedim. Halkıma borçluyum. Gücümün yettiğince yazarak, konuşarak bu işi sürdüreceğim. Biraz önce bir meslektaşım telefon etti. Bir olaya kızmış. Boş vermesini söyleyince bana çok hoşgörülü olduğumu söyledi. Tartışmalarda kişiliğime yıllarca saldırdınız; ama beni kızdırmayı başaramadınız diye cevap verdim. Bunun üzerine güzel bir itirafta bulundu: “Gerçekten haklısın. Seni kızdırmayı başaramadık.” Zira bana en çok saldıranlardan biri de o idi. Bu açıdan içim rahat. Düşünceyi açıklama özgürlüğünü uygulamaya geçirdiğime inanıyorum. -“Bu nasıl kafa?” denemez diyorsunuz… Denemez. Çünkü görüşler, düşünceler, inançlar kınanamaz. Kınamak, ilkelliktir. -Düşünceden arındırılmış bir hukuktan söz edilebilir mi? Hukuk bütün disiplinlerden yararlanır. Özellikle de felsefeden. Eğer matematik kafanız yoksa, iyi savunma yapamazsınız. Yorumda bocalarsınız. SAMİ SELÇUK’UN ÇANKAYA KRİTERLERİ -Nasıl bir cumhurbaşkanı görmek istersiniz? Ulusal ve küresel değerlere, demokrasinin vazgeçilmez temel ilkelerine sahip çıkan, ve mümkünse en az bir yabancı dil bilen, dünyayı ve halkının titreşimlerini yakından izleyen, bunlara göre görüşler üreten, güvenilir kimliği ile ülkenin her köşesinde yaşayan bütün insanları kucaklayan, kutuplaştırmaları önleyen, kurumları ve insanları ortak noktalarda ve değerlerde buluşturabilen, kendisinin görüşlerine ters düşen insanların haklarını ve özgürlüklerini bile, hoşgörünün de ötesinde bir içtenlikle savunan bilge bir cumhurbaşkanını bulacağımıza inanıyorum. “Hukukun, meşruluğun önemini darbeyle anladım. Cumhuriyet seçkinlerinin halka çok uzak olmalarını, halkı, değerlendirme yeteneğinden yoksun diye küçümsemelerini hiç onaylamadım. Halka sevdirecek yerde halktan soyutlayarak Cumhuriyete sahip çıkılmasını yadırgadım.” rotahaber
  11. kimsenin avukatlığını yapacak değilim hiç bir tarikat ve dini kuruma cemaate, partiye vs.. de bağlılığım yok. özel hayat diyen arkadaşa sormak istiyorum cübbeli ahmet hocanınki özel hayat değilmidirki bunu burada cok eleştirenler oldu? ben mesela cuma namazına giderim ve benim için önemli olan hocanın hutbesidir dinlerim namazı kılar cıkarım gidipte hocanın özel hayatı beni ilgilendirmez. burada özel hayat kişiden kişiye değişiyormu aziz nesininki özel oluyorda cübbelininki özel olmuyormu? siz aziz nesinin kitabını edebiyatını okursunuz yaşantısını benimsemezsiniz cemaatide cübbelinin hutbesini dinler yaşantısını benimsemez.
  12. SEV-ÇEV-ÇYDD Şimdi bunlardan SEV’i biraz yakından tanıyalım: SEV, Sağlık ve Eğitim Vakfı - Fahri Başkan: Şevket Sabancı - Mütevelli Heyeti: Yaşar Yaşer (Başkan), Sema Gökçen (Başkan Yardımcısı), Mete Akyol, Josef Amado, Ceyda Aydede, Prof. Dr. Mustafa Aysan, Örsçelik Balkan, Tarık Bozbey, Gülsen Çapa, Şükran Çelebi, Candan Çilingiroğlu, K. Erhan Dumanlı, Muhteşem Ekenler, Dilek Erzik, Kenneth Frank, Hasan Güleşçi, Tülay Güngen, Mehmet Gür, İlter H. Gürel, Esin Hoyi, Oktay İşcen, Bülent Kalpaklıoğlu, Feyhan Kalpaklıoğlu, Hazım Kantarcı, Prof. Dr. Ahmet N. Koç, Prof. Dr. Sedefhan Oğuz, Prof. Dr. Zeynep İ. Önsan, İbrahim Paksoy, Yılmaz Poda, Demir Sabancı, Naci Sığın, Tamer Şahinbaş, Ejide Tanık, Prof. Dr. Aykut Toros, Sait Tosyalı, Prof. Dr. İlter Turan, Yrd. Doç. Dr. Engin Ünsal, Füsun Üstün, Dr. Warren H. Winkler, Mehmet Yaltır. - Onursal Mütevelliler: Zeliha Dural, Anna G. Edmonds, Burhan Karaçam, Johannes Meyer, Sevindik Özev, Sevim Öztahtacı, Harold Schoup, İstemihan Talay, Müjde Tekil, Berin Tümer. - Yönetim Kurulu: Tamer Şahinbaş (Başkan), Prof. Dr. Serdar Küçükoğlu Sait Tosyalı, Ceyda Aydede, Şebnem Day, Esin Hoyi, İbrahim Paksoy, Prof. Dr. Sedefhan Oğuz, Prof. Dr. İlter Turan. - Projenin Adı: İşten Eve Sağlık: Genç İşçiler ve Eşleri İçin Cinsel Sağlık Eğitim ve Bilgilendirme Merkezi - Tarih: 03.04.2006 AB’den Aldığı Para: 191.000 Avro -Açıklama: 2005 yılının başında, Üsküdar Gazetesi sahibi Adnan Odabaş, gazetesinde, ‘Bağlarbaşı’nda Misyoner Okulu’ ve ‘Başbakan’a Misyoner Komşu’ başlıklı iki haber yazdı. Adnan Odabaş, bu haberlerinde şu bilgileri veriyordu: * SEV (Sağlık ve Eğitim Vakfı) ile Prof. Dr. Türkan Saylan’ın başkanlığını yaptığı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYD) işbirliği içindedirler. * SEV, Dünya Kiliseler Birliği’ne bağlı Amerikan Board ile ilişkilidir, aynı binada çalışmaktadırlar. Amerikan Board’un bünyesinde bulunan Protestan Kilisesi, 1830 yılından beri Türkiye’de faaliyet göstermekte ve emrindeki Bible House (İncil Evi) Şirketi ile misyonerlik faaliyeti yürütmektedir. * SEV, Türkiye’de Protestan misyonerliği yapmaktadır. Adnan Odabaş’ın Üsküdar Gazetesi’nde çıkan bu haberleri üzerine SEV mahkemeye başvurdu ve Üsküdar 4. Hukuk Mahkemesi’nde dava açarak Adnan Odabaş’tan 30 milyar TL. manevi tazminat talep etti. Mahkeme, MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı)’den bilgi istedi. Olaylar şöyle gelişti: ** 2 Mayıs 2005 tarihinde MİT, mahkemeye gönderdiği yanıtta, Amerikan Board’un İncil Evi (Bible House) Şirketi aracılığıyla Türkiye’de Protestanlığın yayılması için uğraş verdiğini doğruladı. MİT, Mahkemeye gönderdiği raporunda; Üsküdar SEV İlköğretim Okulu, Üsküdar Amerikan Lisesi, İzmir Amerikan Lisesi, İzmir SEV İlköğretim Okulu, Tarsus Amerikan Lisesi, Tarsus SEV İlköğretim Okulu ve Gaziantep Amerikan Hastanesi’nin Amerikan Board ile bağlantılı olarak çalıştığını da bildirdi. MİT’in Mahkemeye gönderdiği raporda, son yıllarda mülk edinmeyen Amerikan Board Heyeti’nin tasarrufu altındaki mülklerini de SEV’e devrettiği ve faaliyetlerini SEV aracılığıyla yürüttüğü bilgisi de yer almaktaydı. ** MİT’ten gelen bilgileri değerlendiren Üsküdar 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, 12 Aralık 2005 tarihinde verdiği kararda, SEV’in 30 milyar TL. tazminat talebini reddetti. ** Mahkeme kararını değerlendiren Üsküdar Gazetesi sahibi Adnan Odabaş şunları söyledi: “Gazetemizde yer alan haberlerin hepsi MİT raporuna ve Tapu Kadastro Müdürlüğü’nden aldığımız belgelere dayanmaktaydı. SEV, bunların yalan olduğunu iddia ediyordu. Haklılığımız mahkeme kararıyla ortaya çıktı.” Adnan Odabaş, SEV’in, Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ile ilişkisi olduğunu da anlattı ve şu çarpıcı açıklamayı yaptı: “Bunlar hep birlikte çalışıyor. Bunlar 20 Nisan 2001 tarihli MİT Raporunda sabittir.” ** Adnan Odabaş’ın Nisan 2005’de bir kitabı çıktı: ‘Dikkat Misyoner Geliyor’. Bu kitapta şu bilgiler yer almaktaydı: 1. Yaşar Yaşer’in başkanlığını yaptığı SEV (Sağlık ve Eğitim Vakfı) ile eşi Gülseven Yaşer’in başkanlığını yaptığı ÇEV (Çağdaş Eğitim Vakfı), birlikte çalışmaktadırlar. Başkanlığını Gülseven Yaşer’in yaptığı ÇEV, deprem bölgesinde eğitim ve öğretim evi projesi hazırlayarak Amerikan Board’dan parasal yardım talebinde bulunmuştur. Başkanlığını Prof. Dr. Türkan Saylan’ın yaptığı ÇYDD, Atatürk ilke ve inkılaplarını kalkan olarak kullanıp, birçok kişi ve kuruluştan yardım adı altında para toplamış, ilgili bakanlıklardan izin almaksızın yurt dışından parasal yardım almıştır. ÇYDD başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan, Hıristiyan kökenlidir. Şimdi, buraya kadar anlatılanları kısaca özetleyelim: SEV, Türkiye’de Hıristiyan Protestan misyonerliği yapmaktadır. ÇYDD, SEV ile birlikte çalışmaktadır. ÇEV de SEV ile birlikte çalışmaktadır. SEV ile birlikte Türkiye’de Hıristiyan Protestan misyonerliği yapan ÇEV, aynı zamanda bir deprem projesi için de Amerikan Board’dan para yardımı istemiştir. ÇEV’in para yardımı istediği Amerikan Board, Dünya Kiliseler Birliği’ne bağlıdır. Amerikan Board’un bünyesinde bulunan Protestan Kilisesi, 1830 yılından beri Türkiye’de faaliyet göstermektedir ve emrindeki İncil Evi (Bible House) Şirketi aracılığıyla misyonerlik faaliyeti yürütmektedir. Şimdi, bir de ÇEV (Çağdaş Eğitim Vakfı)’nın Yönetim Kuruluna bir göz atalım: ÇEV, Çağdaş Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu: - Yönetim Kurulu Başkanı: Gülseven Yaşer - 2. Başkan: (E) Org. Şener Eruygur - Yönetim Kurulu Üyeleri: Prof. Dr. Nur Serter, Prof. Dr. Necla Ara, Pınar Tünenç, (E) Tuğgeneral İdris Koralp, Yusuf Güsar, Leyla Pekcan. 20 Nisan 2001 tarihli MİT raporunda Protestan Misyonerliği yaptığı kesinleşmiş Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV)’in 2. Başkanı (E) Org. Şener Eruygur, 25 Haziran 2006 tarihinden beri Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)’nin Genel Başkanıdır! 20 Nisan 2001 tarihli MİT raporunda Protestan Misyonerliği yaptığı kesinleşmiş Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV)’in Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Nur Serter, 25 Haziran 2006 tarihinden beri Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)’nin Genel Başkan Yardımcısıdır! Şimdi ADD üyelerine dönüp soruyoruz: Siz bu durumu içinize sindirebiliyor musunuz? Yılmaz Dikbaş Araştırmacı-Yazar Atatürkçülüğün bir maske olarak kullanılmak istendiğini belirten Yılmaz Dikbaş, 'Profesör unvanı bulunan ve kendilerine 'aydın' diyen insanların aslında Atatürk'ü ve Atatürkçülüğü bir maske olarak kullandıkları ortaya konulursa, halkımız onlar hakkındaki en doğru kararı verir. Biz onu yaptık. Şener Eruygur da Nur Serter de Atatürkçü söylemlerde bulunuyorlar, 'Biz Atatürkçüyüz' diyorlar. Ama biz insanların söylemlerine değil, eylemlerine bakarız. Bunlar Atatürkçü Düşünce Derneği'nin düşüncesine ters eylemler içindedirler. AB'den hibe almak Atatürkçü düşünceye tam terstir. Çünkü Atatürkçü olmak demek ulusal devlet yanlısı olmak demektir' diye konuştu.' http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=57613,10,120
  13. zabıta yönetmeliğine dayanarak ceza kesiyorlar. tabi encümen kararıda rol oynuyor bu uygulamada. 23 ilce belediyesindede olan bu uygulamayı gercek hayata sadece üsküdar belediyesi gecirmiştir. adam içilmesin demiyor bunu parklarda yapmayın diyor deniz som ve yandaşlarınada cagrıda bulunuyor gelin davetlim olun kız kulesinin karşısında değilde sizi direk kız kulesinde ağarlayayım diyor.
  14. arkadasım demekki gündemi gazeteleri haber sitelerini karıştırmamışsın ben aynı haberi 5-6 yerde gördüm ama bu siteyide kimindir değildir bilmem ama sana bi kaç site ismi vereyim onlar ne taraftan sen bil aynı haberi yayınlayan habertürkün linki http://www.haberturk.com/haber.asp?id=6579...p;dt=2006/11/22 o da sabah gazetesinden almış. sabah gazetesinin haberi http://arsiv.sabah.com.tr/2006/11/22/gnd107.html merak ettiğim habertürk ve sabah grubu hangi dinci kesimdir?
  15. bunu akp li belediye başkanı yaptığı için karşısınız bana göre eğer sol bir partinin belediye başkanı aynı yasağı koysa karışmazsınız. zaten diğer belediyelerdede bu ceza olayı var ve uygulayan yok. yapılan eylemi doğru buluyorsanız siz eşinizi, cocuklarınızı, bayan tanıdıklarınızın orada gönül rahatlığı ile gezip dinlenip stres atabilecegini düşünüyormusunuz. ya da şu şekilde sorayım sizin evinizin altında her gün 3-5 şarapcı olsa memnun olurmusunuz sokakta ve parklarda içki içilmesine karşı değilsiniz ya sizin evin altındada içilsin o zaman. belki siz sarhoş olmuyorsunuz ama herkesin sarhoş olma limiti ayrıdır ve bunun sınırını bilemezsiniz.
  16. tüm öğretmenlerin öğretmenler gününü kutluyorum. uzun uzun gazete sayfalarını buraya aktarıp bu günü direk kendi ifadeleri ile kutlamak yerine bu yolu secen arkadasa hayret ettim. bu günü bile siyasi arenaya taşımanın bi anlamı varmıdır bilemiyorum.
  17. Cumhuriyet yazarı Deniz Som ve beraberindekilerin Üsküdar'da kamuya açık bir parkta laiklik adına içki içmesi yeni bir tartışma başlattı. Vatan Gazetesi yazarı Ruhat Mengi dünkü '10. Yıl Marşı böyle söylenmez' başlıklı yazısında alkol alıp marş söyleyen grubu, "Bir kere parklar uluorta elinde şarap bardağıyla gezinecek yerler değildir. Ayrıca bunu yaparken laiklik sloganı atma ve 10. Yıl Marşı'nı söyleme hakkına sahip değillerdir." sözleriyle eleştirdi. Hürriyet gazetesi yazarı Mehmet Yılmaz ise sapla samanın birbirine karıştırılmaması gerektiğine dikkat çekerek, ABD'de park ve sokaklarda içki içmenin yasak olduğunu kaydetti. Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Başkanı emekli Orgeneral Şener Eruygur da protestonun tarzını tenkit ederek, "Atatürkçü olmakla içki içmek arasında bir bağ kurulamaz. İçki içmeyi marifet sayan bir anlayış içerisinde olamayız. Keşke hiç kimse içki içmese." diye yazdı. ADD adının pazar günkü eyleme karıştırılmış olmasına tepki gösteren Eruygur, "Gösterinin derneğimizle ilgisi bulunmuyor." dedi. Eruygur, protestoya giden ADD üyelerinin derneği temsilen değil, eyleme bireysel olarak katılmış olabileceğini aktardı.
  18. içki yasağını hemen İslamiyete bağladınız peki avrupada, rusyada ve amerikadaki parklardaki içki yasaklarınıda kamu yararınamı yoksa orada da İslammı egemendir?
  19. "Babam arada uzun süreliğine kaybolurdu. Bir gün ansızın gelip evde beklemediği misafirle karşılaşınca anneme iki tokat atıp boşandı. Ölümünden iki yıl önce de 'Anneniz yabancı bir adamla sofrada bluzunun düğmeleri açık oturuyordu. Beni görünce hemen bluzunu iliklemeye çalıştı' demişti." Nesin'in oğlu: Annem babamı aldatıyordu Ateş Nesin, "Babam arada kaybolurdu. Uzun süre ortada olmuyordu. Bir akşamüstü yemek saatinde ansızın eve gelen babam içeride beklemediği misafirle karşılaşınca anneme iki tokat attıktan sonra boşandılar" dedi. Yazar Aziz Nesin'in oğlu Ateş Nesin, kısa bir süre önce piyasaya çıkan "Babam Aziz Nesin" isimli kitabında annesi Vedia Hanım'ın babasını aldattığını söylüyor. Ateş Nesin'in kitabında ünlü yazarın hapis ve sürgünle geçen yaşamına ilk kez aileden biri tarafından ışık tutuluyor. Kitabında, Aziz Nesin'in politik muhalifliğinden dolayı sürekli polis tarafından takip edildiğini ve arada tutuklandığını yazan Ateş Nesin, "Babam arada kaybolurdu. Uzun süre ortada olmuyordu. Bir akşamüstü yemek saatinde ansızın eve gelen babam içeride beklemediği misafirle karşılaşınca anneme iki tokat attıktan sonra boşandılar" dedi. Röportaj sırasında zaman zaman gözleri dolan Ateş Nesin, babasına olan özlemini sıklıkla vurgularken, "insani bir hata yaptı" dediği annesini hala affedip affetmeme ikilemini yaşıyor. Ateş Nesin, o günleri şöyle anlatıyor: "Laleli'deki küçücük ahşap evde oturuyorduk. Babam, yazdığı yazılardan dolayı sürekli olarak polis kovuşturmasındaydı. Sık sık tutuklanırdı. Arada sürgün de edilirdi. Annem 20 yaşında çok güzel bir kadındı. Ekonomik olarak durumumuz hiç iyi değildi. Büyükbabam Abdülaziz Bey, evinin bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri satarak geçimini temin ederken, bir yandan da bize yardımda bulunmaya çalışıyordu. Yiyecek yemek dahi bulamıyorduk. Annem'in bir ara kadınlı erkekli arkadaşları peydahlandı.İki gözlü odada rakı sofraları kurulurdu. Komşularımız eşli veya kadınlı erkekli gelirlerdi." "İKİ TOKAT ATARDI" "Bir akşam ansızın babam eve gelir ve büyük bir şaşkınlık yaşar. Ablamla ben korkudan hiçbir yere bakmamaya çalışarak büzüldüğümüz odanın bir köşesinde 'şrak' diye iki tokat sesi duyarız, o kadar... Babam, ölümünden iki yıl önce, Teşvikiye'deki evinde eşim Ayşegül'ün yanında, ölünceye dek unutmadığı bu olayla ilgili bize dertlenerek bakın ne dedi: 'Anneniz yabancı bir adamla sofrada bluzunun düğmeleri açık oturuyordu. Beni, yani kocasını karşısında görünce toparlanıp bluzunun düğmelerini iliklemeye çalıştı!" Ateş Nesin'ineşi Ayşegül Nesin de eşini doğrulayarak o günü şöyle anlatıyor: ALİ NESİN: DOĞRU "Babam, Teşvikiye'deki evde Ateş'in anlattığı gibi Vedia Hanım'ın kendisini aldattığını söyledi. Babam, hâlâ kayınvalideme aşıktı. Evlenmeden önce nikah davetiyesini Vedia Hanım'a götürdük. Beni çok sevdi. Sonra görüşmelerimiz devam etti. Ancak ben cesaret edip o günü soramadım, ama anlatımlarından Aziz Nesin'in Bursa sürgününün aralarındaki ipleri tamamen kopardığını anladım." Aziz Nesin'in oğlu Prof. Ali Nesin de ağabeyi yazar Ateş Nesin'i doğruluyor ve "Ateş Nesin annesinin aldatma olayını sık sık bana anlatıyordu" diyor. Kaynak:haberalemi.com
  20. bende deniz som ve arkadaslarını kınıyorum. parkların amacı nedir? her yerde içki içiliyorsa deniz som evinin kapısının önünde 3-5 tane şarapcı olsun istermi. o zaman neden kamunun ortak malı, cocukların ve insanların eğlence ve dinlence yerleri olan parkları işgal etmektedir anlamış değilim. neyse 1 yasakta aydının kavacık köyünden geldi. orayada gitmeyi düşünürmü?
  21. bu bilmem kacıncı anket halen irticayı tehdit görüyosunya helal olsun. sadece kendi bildiklerin doğru herkes yalan bir siz doğrusunuz! irtica= namaz kılmak, oruc tutmak ise bende irticacıyım. ama laik Cumhuriyetimizi sözde kalkan olarak kullananlardan daha cok seviyorum. herşeyi Atatürk kalkanı arkasına saklanarak irtica diye haykıranlardan daha cok Atatürk ü seviyorum.neyseki bu halen tanımını bile bilmediğiniz irtica (arapcada geri dönüş, gerici) diye gecen kelimeyi ağzında sakız yapanlardanda nefret ediyorum. asıl irticacı ve değil gibisinden ülkedeki vatandaşları 2 ye bölmeye çalışanlar asıl tehlike onlardır.
  22. kafanı yorduğun konuya bak avrupa birliğine girersek ne olurmuş o zaman avrupa konusunda biraz bilgi öğren haber sitesine gelen yorumlardan anlarsın avrupanın ve amerikanın içkiye bakışını haber sitesine gelen bi kac yorum .... ben rusyada yasiyorum burda sokakta, parkta, bahcede bira dahil olmak uzere herturlu alkollu icki icmek para cezasini gerektiriyor karsi olunmasi halindede hapis cezasi.Ayrica bu karar iki yildir uygulaniyor ve hic kimsede bu karari (cok tartismiyor) ..... çoookkk iyi yapmış zaten avrupa ve amerikada bunun cezası baskanın uyguladığından çok dafa agır .kararı destekliyorum ..... Su an burada eline alip ickiyi parka gitseydim ....bir guzel de soyle firt firt cekseydim...biliyormusunuz ne olurdu...polis yanima gelirdi...sonra uyarirdi...alkolun etkisiyle karsi koysam beni oldurme hakkina sahip olurdu ama oldurmezdi sanirim...buyuk ihtimalle 2 gun hapis yattirirlardi beni...3. gunde mahkemeye cikartip 100 $ para cezasi verip beni serbest birakirlardi sanirim...burasi amerika....homeless lar bile icki icerken posete sanip iciyorlar disarida ...... Haberin sacmaligina bak, kardesim Amerikayada gitsen Avustralyayada gitsen oradada ceza kesiyolar hemde ayakta, niye guceniyorsunuzki hatta sokakta sigara icmeye bile ceza var bazi yerlerde. bence cok sacma bir haber. Icki iceceksen git evinde ic yada bara git restorana git sana laf diyenmi var. Alkolikmisinde sokakta icki icecen. Haber bence cok gereksiz...
  23. yenilgiye şimdiden hazımsızlık başlamış. gecen secimde benim arkadaslarım akp li milletvekili adaylarla dolaştılar ev ev dükkan dükkan ama tek bir kurus ve tek bir erzak dağıtılmadı. arkadaslarım dediklerimde cok farklı akp den yakından uzaktan alakası olmayan sahıslardı. unu yagı sekeri bizim memlekette dyp-anap dagıttı ama sonuc yine hüsran oldu.
  24. Özellikle 11 Eylül saldırılarının ardından İslamla terörü özdeşleştirmek için yürütülen uluslararası propagandalara karşın, Ortodoks dünyasının önemli merkezlerinden Rusya'da son yıllarda Müslümanlığı seçenlerin sayısı artıyor. Rusya'nın 144 milyonluk nüfusunun yaklaşık 20 milyonu Müslümanlardan oluşuyor. İslam geleneksel olarak ülkenin güney kesimlerinde, özellikle Kafkasya'da yaygın bir din. Savaşın yoğun yıllarında Rus medyası da Çeçenlerle, dolayısıyla Müslümanlarla terörizmi neredeyse eşanlamlı kullandı. Ancak İslamiyetle ilgili bu olumsuz havaya karşın, Rusya'da Müslümanların sayısı son dönemde artmaya başladı. Propaganda geri tepti Sürecin en dikkat çeken yönü, Ruslar arasında da din değiştirenlerin görülmesi. Müslümanlığı seçenlerin yüksek sayılara ulaştığını iddia etmek güç olsa da bu yönde bir ilginin ortaya çıktığını, konuya yakın herkes kabul ediyor. Müslüman ailelerden gelenler arasında da son dönemde ibadete yönelenlerin sayısında artış var. Bunların bir bölümü İslam karşıtı propagandaya duydukları tepkinin kendilerini ibadete yönelttiğini gizlemiyor. 5 bin kişilik cami 10 milyonu aşkın nüfusunun yaklaşık iki milyonu Müslümanlardan oluştuğu sanılan Moskova'da, toplam dört cami var. Bunlardan en çok tanınanı ve daha çok Tatarların rağbet ettiği merkez caminin bulunduğu alanda beş bin kişilik yeni bir cami yapılıyor. "Tarihi Cami" olarak bilinen 200 yıllık camiye ise daha çok Orta Asya ve Kafkas kökenlilerle sayıları az da olsa Türkler gidiyor. Burası, diğerleri gibi özellikle cuma namazı sırasında doluyor ve yer bulamayanlar soğuk havada avluda seccade ya da gazete üzerinde namaz kılıyor. Hazret: İnternet etkiledi Kuran ve Arapça kurslarını yöneten cami görevlisi Ramil Hazret bazı Ortodoksların İslamiyete yönelmesini, "Bence bu kişiler kafalarındaki sorulara yanıt bulmaya çalışıyorlar. Günümüzde internet yardımıyla pek çok bilgiye ulaşmak mümkün. Böylece İslamiyetle tanışıyorlar" diyor. Hazret, İslamda Hıristiyanlıktaki gibi aracı bulunmamasının bu kişileri etkilediğini, ayrıca alkol gibi alışkanlıklardan kurtulmak isteyenlerin Müslümanlığı seçtiğini düşünüyor. Moskova'da yerel halkın Müslümanlara nasıl davrandığı sorusuna ise, "Moskovalılar genel olarak yabancıları sevmez. Ama bunun nedeni daha çok sosyo-ekonomik sorunlar" yanıtını veriyor. Anna'ydı, Münire oldu Moskova'da Müslümanlığı seçen Ortodokslar genellikle evli çiftlerden oluşuyor ve çoğu zaman, önce kocalar din değiştiriyor. Eşinin Müslüman olmasından sonra İslamiyeti kabul edenlerden Münire, Kuran kursuna giderek yeni dinini tanımaya çalışıyor. Soyadını vermeyen ve kesinlikle resim çektirmeyen Münire, "Çevremizde tanıdığımız Müslümanlar vardı. Eşim onlardan etkilendi. Sonra ben Müslüman oldum. Artık yeni hayatımıza uygun yaşıyoruz" diyor. "Yeni hayat", günde beş vakit namaz kılınması, kadınların başlarını kapatması, eve artık domuz eti girmemesi ve misafirlerin bile sigara içmesine izin verilmemesi anlamına geliyor. Münire'nin kurs arkadaşı Çeçen genç, "İlk geldiğinde hâlâ Rus adı Anna'yı kullanıyordu. Hep birlikte oylama yaparak Münire adını taktık" diyor. Aynı Çeçen, kendisinin Kuran kursuna devam etmesinin nedenini ise, "Dinimin ayrıntılarını öğrenmek" diye açıklıyor. Kuran ve Arapça kurslarına genellikle gençler ve yaşlı kadınlar devam ediyor. Müslümanlığı seçen keşiş Müslüman olan Ruslardan biri de daha geçen yıla kadar manastırda yaşayan keşiş Mihail Kiselyov. Babası da rahip olan Kiselyov, din eğitimi aldıktan sonra Tanrı'ya en iyi hizmet yolunun keşişlikten geçtiğine karar vermiş. Kiselyov, internetteki "islam.ru" sitesine yaptığı açıklamada, "Ama kitaplarla gerçek hayatın uymadığını gördüm. Keşiş, ideal Hıristiyan demek. Fakat çevremde böyle insanlar göremeyince hayal kırıklığına uğradım. Üstelik, kendimi aile kurmaktan mahrum etmenin Tanrı'nın benden istediği bir şey olmadığını anladım" diyor. Eski keşiş bu yıl Müslüman olarak Mikael adını almış. Kurslar düzenleniyor Moskova'nın Müslümanlar için kıyafet satan tek mağazası "Cemile" ile "helal et ürünleri"nin satıldığı küçük bir dükkânın da bulunduğu camide hafta sonları Kuran ve Arapça kursları veriliyor. Kurslara Tatarlar, Çeçenler, Abhazlar ve yeni Müslüman olan Ruslar katılıyor. Söz konusu cami, bayramda toplanan fitrelerle 100 yoksul Müslümana 500 ruble (yaklaşık 26 YTL) yardım yapıyor. haberturk
  25. ölümü düşünün doğru seyler yazmıssın ne zaman osmanlı padişahlarının içkiye ve kadına düşküğü başladı batışıda hızlandırdı. ... marcus un dediği bir nokta var Tekbaşına islami değerleri rehber edinmek bir imparatorluğu bu denli uzun vadeli ayakta tutmaya yetmez. Fatih Sultan Mehmet'i incelediğinizde Matematik,fizik ve diğer bilim dallarına olan ilgisini görebilirsiniz. Sanata ve sanatçıya verdiği destekte onun bilimle sanatı aynı potada eritme çabalarından yalnızca birkaçıdır. .... islam dini bilim ve tekniği her zaman desteklemiş geçmişteki ünlü doktorlar bilim adamları matematikciler müslümandır. bilindiği üzere şimdiki bize demokrasi dersi vermeye kalkan avrupadan daha adil yönetim ve insan haklarına saygı vardı.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.