Zıplanacak içerik

bahtiyar_mustafa

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

bahtiyar_mustafa tarafından postalanan herşey

  1. ŞEKİLCİ OLMAMAK İslâmiyet ve Son Peygamber Hz. Muhammed'de (a.s.v.) asla şekilcilik yoktur. İslâmiyet baştanbaşa samimiyete, kişiye ve kişinin düşüncesine saygıya, sevgiye, hoşgörüye dayanır. Bu nedenle kişiyi, ibadetinde serbest bırakmıştır. Tanrı'nın her yönde olduğunu ve O'na her temiz yerde ibadet edilebileceğini önermiştir. İslâm'ın diğer Dinlerden ayrıldığı en önemli yanı, bu yönüdür! İslâmiyet Tanrı'yı her yerde bilir. Bu nedenle Camide ibadeti şart koşmamıştır. Bu zorunlu tutmama özelliği çok önemlidir. Gerçi, büyük bir zâtın ardında topluca Namaz kılmak, hep beraber içtenlikle, riyâsız olarak Tanrı'ya dua etmek çok faydalıdır. Sevabı çoktur. Ancak, bununla beraber kişiyi Camiye gelmeye zorunlu tutmaması, çok düşündürücüdür! Nedenleri vardır. İslâmiyet'ten başka bütün Dinlerde mabet (tapınak) vardır. İslâmiyet, mabedi kabul etmez. Çünkü mâbed; içinde mâbud (tapınılan şey) bulunan kutsal yer demektir. Bir totemci, toteminin bulunmadığı; bir Hristiyan, Hz.İsa'nın (a.s.) ve Hz.Meryem'in temsili resimlerinin bulunmadığı bir yerde ibadet edemezler. Onun için İslâmiyet, Mescit ve Cami (toplanılan yer) kabul etmiştir. İslâm'ın ilâhı Bir’dir ve "bir yerde" düşünülemez! O, Tanrı'yı "her yerde" bilir!.. Sonsuzu getirip, bir binanın içine sığdıramaz! (1) Ayrıca her kişinin, Tanrı'yla ilişki kurabileceğini kabul ettiğinden; kişinin düşünce ve ibadetine saygılıdır. İslâmiyet, kişide daha çok "istikamet (doğruluk), samimiyet (içtenlik) ve güzel ahlâk " arar. -"Kâlu Rabbünallahu sümmestekâmu- O inançlı kişiler, Rabbımız (yöneticimiz, büyüğümüz, efendimiz) Allah'tır.’’ Derler; sonra 'doğru' olurlar (Eğrilikten,yalancılıktan, dolandırıcılıktan, her türlü samimiyetsiz ibadet, söz ve davranışlardan kaçarlar.)!" Fussilet 30). Âyeti, bunun kesin ve tartışmasız delilidir. Demek ki, Tanrı'ya göre; "Tanrı'ya1 inanan; Rabbım, Efendim, Allah deyip, sonra doğru olandır!" Eğer bir kişi doğru değilse; "O kişi Rabbım Allah" dememektedir. Rabbımız Allah'dır diyen, doğru olandır!.. Mevlâna'nın, "Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol!" sözü, işte İslâm'ın bu gerçeğini yansıtan, çok önemli bir kural­dır. İslâmiyet'te, "Kilise disiplini" yoktur! Her konu, tartışmaya açık bırakılmıştır. Din adamı da yoktur! Herkes, Din adamıdır. Ancak bir öğreten ve bir de öğrenen vardır. Bu da kişinin, vazgeçilmez haklarındandır. İşte İslâmiyet bu hakkı kişiye tanıyan yeryüzündeki tek Dindir. Son Peygamber Hz. Muhammed (a.s.v.), toplumun her kesimindeki insanlarla her konuyu konuşur. Onlara saygılı davranırdı! Onları dinler, sözlerini kesmez, "Sus kâfir oldun!" demezdi. Herkesi insan bilir, her sınıfla konuşur, her sınıfla oturur (kalkar, yer içer), kimseye üstünlük taslamaz, asla büyüklenmez; Din öğreti ve hizmetinden dolayı kimseden ve toplumdan ücret almazdı! Kimseyi sıkmazdı. Gayet toleranslı (hoşgörülü) davranırdı. îbadeti öğrettikten sonra kişi yi zorlamaz, sıkmaz, serbest bırakırdı. Amellerine değil, fikirlerine ve toplum içindeki doğruluğuna, toplum ile olan ilişkilerindeki davranışlarına bakardı. İbadetlerde kimseyi tecessüs (anlama merakı, gizlice bakma) etmez bunu şiddetle men ederdi! (2) Gerçek ve ilk Müslümanlık böyleydi ve onun özüne erenler arasında, halen de böyledir!. Ama sonraları, kral-papa ikilisi gibi Sultan-Şeyhülislâm ikilisi kabul edilince; durum, şekilciliğe, türlü Dini merasimlere dönüştürüldü. Bir nevi siyasi örgüt haline sokuldu. Kralların, Sultanların burjuvanın ve onlardan yana papaz ve mollaların, sahte şeyhlerin, kişisel çıkarlarına âlet edildi!.. İbadetlerde, Kilise Disiplinini aratan, Ruhbanlıktan da ötede bir "Sus! itaat et!.," şeklinde zorbalığa dönüştürüldü!.. Bunun acısını yüreğinde duyan gerçek Müslümanlar; Mevlânalar, Abdulkadir-i Geylâni, Seyyid Ahmed er Rufai, Muhyiddin-i Arabi, Maktul Suhreverdi, Cüneyd-i Bağdadi, Bayazıd-ı Bestami, Cemaleddin-i Efgani, Pakistan'lı Muhammed İkbal, Niyazi Mısri, Muhammed Abduh, Şeyh Bedreddin, Urfalı Şeyh Saffet, Mehmet Akif gibi aziz insanlar çok çırpındı, çok uğraştılar ama kimi öldürüldü, kimi sürüldü.,. İkbal'in dediği gibi; "İmparatorluğun fidanı kuvvetlenince, cihangirliğin adı, cihad oldu." Netice ne oldu?.. İzzetin yerini, zillet aldı. çünkü ne yapılırsa yapılsın; Sâf ve temiz Muhammed Dini kendi rayından çıkarıldığında, sonumuz zillet olur!.. Din'e ne olur?.. O'na hiçbir şey olmaz! Ornu sahibi korur!.. Sen korumaz da.O'nu başka yorumlarsan; O'nu doğru yorumlayacak başka bir millet yaratır. Önce yıkar, sonra en güzel nitelikte gerçekçi ve gerçeğe saygılı aydın bir millet yaratır!.. Ama tutucular, bağnazlar beğenmezmiş!.. Saçı uzunlara, başı açıklara kâfir dermiş!.. Zaten başka silahları yok ki; varsın desinler.... Ama unutmasınlar ki; O, Tanrı’nın öz eliyle yarattığı Güzel Muhammed (a.s.v.)de saçlı idi! Ve mübarek Efendimiz (a.s.v.) dalgalı saçlarını ortadan ikiye ayırıp tarar ve güzelliğine güzellik katardı! (3) Öyle ki; aşıklarını, deli edercesine!. (1) Allah, ancak kalp aynasında yansır."Yere,Göğe Sığmam Mü'min kulumun kalbindeyim". Bu Tanrı’'nın bir yere hulul ettiği, yani girdiği anlamında değildir. Zira "Mânevi Kalp", Nur'dan bir Ayna, bir yansıtıcıdır. Güneşin bir aynada yansıması gibi. (2)"Şu bîr gerçek ki ben Haniflik, hoşgörü ve kolaylık Peygamberi olarak gönderildim". (Ibn. Hanbel, C.5, S.266 Buhari, İman, 29) (3) Bkz. Sevgili Peygamberimizin "Hilye"sinİ anlatan Hadis ve İslâm Tarihleri. Kaynak: KAZIM YARDIMCI / ADIYAMAN
  2. bahtiyar_mustafa şurada bir başlık gönderdi: Din Felsefesi
    MUHAMMED ALİ ADEM (İNSAN-I KAMİL) Tanrı, “Ruhumu insana üfürdüm” (Sad, 72) sözü ile insanın üstünlüğünü açıklamıştır. Tanrı’nın Zâti Nuru olan ve O’nun başta bilim olmak üzere, bütün güzel nitelikleri ile vasıflanmış olan Ruh, bu hakla maddi ve Mânevi bütün nesnelerden üstün olacaktır. Ayrıca Ruhta, düşünme ve icat etme -yaratma- niteliği de bulunduğundan, Tanrı ona Halifem, Elçim, Nebim, Velim ve Varisim demiştir. İnsan bedeni de diğer nesnelerden daha güzel ve mükemmel yaratılmıştır. Nesneler içinde dik durma hakkı insana tanınmıştır. İnsanın dik duruşu, Ona âlemlerin ve içindeki maddi Mânevi nesnelerin başkanı ve tasarruf edicisi, yöneticisi olanaklarını vermiştir. Şekl-i insan ve insanın yüzünde bulunan Tanrı’nın hikmetleri ve sırları, Onun üstün olduğunu gösterir. İnsan dik durduğu zaman Arap harfleri ile Elif (A) , rüku ettiği (yatay) zaman dal (D) , secde ettiği (ters dönüş) zaman Mim (M) harfi şekillerini alır. Bu harfler sırası ile yan yana geldiğinde “ÂDEM” kelimesi çıkar. İlk insana Âdem adının verilmesi bu hikmet ve nedendendir. Ayrıca insan secde ettiğinde Arapça harflerle “MUHAMMED” kelimesini yazar. Muhammed, Tanrı tarafından öğülmüş anlamınadır. Son Peygamberin bu adla adlanması da, Onun yüceliğini ve Peygamberliğini gösterir. Her Peygamber gibi son Peygamberin de adı özeldir. Ve kendilerinden önce hiçbir kişi o adlarla adlanmamıştır. Muhammed, İsa, Musa, İbrahim, Nuh, Âdem, Dâvud, Yahya, Zekeriya, İshak, Yakub, İsmail, Harun, Lut, Hud, İdris, Şit, Âdem ve benzeri bu kişilerden önce hiçbir kişi bu adları almamıştır. İnsanlık tarihi bunun tanığıdır. Bu gerçek, adı geçen kutsal kişilerin, Tanrı tarafından istıfa edilmiş -seçilmiş- olduğunu gösterir. Peygamberler ve Tanrı dostu Veliler, Tanrı’nın kelimeleridir. Ruhun bir adı da ” Tanrı kelimi' dir. Hz. Muhammed, Güneş gibi Tanrı’nın en büyük belirtisi, Ruhların babası “Eb-i Mukaddes” olması yönünden de “Cevâmiül kelim - kelimelerin toplamı”- adını almıştır. Tanrı dostları Veliler içinde ise, adı özel olan tek Veli, Hazret-i Muhammed’in amcası oğlu Hazret-i Ali’nin adıdır. Kendisinden evvel hiçbir kişi Ali adını almamıştır. Bu nedenle O en büyük Tanrı Velisine, Şâh-i Velâyet, Veliyullah ve Keremallahü Vechehu – Tanrı yüzünü tekrim etti - denilmiştir. Çocuk -cenin-, anasının karnında secde şeklinde, elleri kulaklarında, dizleri karnına çekik bir halde durur. Başı aşağı, ayakları yumuk bir şekilde Arapça harflerle Muhammed kelimesi şeklini çizer. Bu ise, Tanrı’nın insana, Muhammed –öğülmüş- adını vermiş olduğunu gösterir. Secdede insan Muhammed kelimesini çizer. Şairin, “Yokluğumla aşikârım, Ehl-i Beyte âidim, Secdemin şeklindeki ismi Muhammed şahidim” beyti bu gerçeği yansıtmaktadır. Ve şu iki dize ile de II.Mahmut'un kız kardeşi Mevlevi Dervişi Adile Sultan Peygamberimiz Cenab-ı Mustafa'yı(S.A.V) ve Pâk Ehlibeyti'ni ne güzel tanımış ve sevgisini ifade etmiştir: ''Esselatuvesselam ey Nuru Zatı KİBRİYA Esselatuvesselam ey Ehli Beyti MUSTAFA'' Namazın şekillerinin en önemlisi secdedir. Namaz üç şekilden ibarettir. Buna kıyam –ayakta duruş-, Rüku –yatay durma-, sücut-ters dönme- denir. Bu ibadeti yapan insan bütün bitkilerin, bütün hayvanların ve bütün insanların tümünün birden ibadetini yapmış olur. Bu nedenle namaz, büyük ibadet olmuştur. Tanrı bu büyük kazancı sadece insana vermiştir. Ancak bu ibadet, Tanrı’ya tam inançla ve son Peygamber Muhammed A.S’ın yaptığı gibi yapılacaktır. Tanrı’ya dua -yalvarma- anlamına olan namaz, insanı fuhuştan ve kötülükten uzaklaştırır. “İnnesselate tenha anil fehşâi vel münker - Namaz insanı fuhuş ve kötülüklerden alıkor” (Ankebut, 45) Âyeti ile bu durum açıklanmıştır. Namaz, iyice temizlenmeden kılınmaz. Tanrı’nın huzuruna temiz bir beden ve tam inançla duran bir kul, Tanrı’nın maddi Mânevi lütfuna uğrar. Namaz kılanın bedeni ve kalbi temiz olur. Temizlik, bedeni ve Ruhu sıhhata kavuşturur. Ayrıca namaz harekettir. Günde beş vakit namaz kılan hareketli ve canlı olur. O insanda tembellik, uyuşukluk olmaz. İnançla tutulan oruç da Tanrı’ya ibadettir. Oruç nefsi –kötü arzuları- kırar, insanı iradeli ve azimli yapar. Kalbi ve şuuru, sindirim organlarının yaptığı tazyikten bir zaman için uzak tutup dinlendirir. Ayrıca kan dolaşımı ve sinir sistemi üzerinde olumlu etki yapar. İnsanı kötü duyguları ile mücadeleye alıştırır. Açlığın çetinliğini duyurup, insanın ruhunda ve kalbindeki gizli bulunan insaf ve acıma duygularını tahrik eder. Yoksul insanlara acındırır, yoksulluğun zor olduğunu gösterir, yoksul insanlara yardım edilmesi gereğini duyurur. Herkesin insan bilinmesine ve onlara sempati duyulmasına sebep olur. Ancak, bütün güzel ibadetler gibi bu çok önemli iki ibadet de –namaz ve oruç- gerçek bir inançla, sadece Tanrı’nın rızası ve sevgisi kazanılmak için yapılmalıdır. İbadetler kulluk görevidir. İnsanın, Tanrı’sı ile arasında bir sırdır. İbadetleri desinler, görsünler diye yapmamak, elden geldiğince gizli yapmak lâzımdır. Tanrı gizli ibadeti sever. Onun için Hazret-i Muhammed farz ibadetleri dışında, insanları gizli ibadete fazlası ile teşvik etmiştir. Yukarıda anlatıldığı gibi, insana Tanrı vermiş olduğu üstünlükten dolayı, serbesti ve tasarruf –yönetim- olanağını da vermiştir. Ayrıca, maddi Mânevi bütün âlemleri başta melekler olmak üzere Gökleri, yeri ve aralarındaki bütün nesneleri onun emrine vermiştir. Bu nitelikleri ile insan, Tanrı adına iş gören bir yüceliğe kavuşmuştur. Bu serbesti ve yüceliğinden dolayı da Tanrı’ya karşı sorumlu tutulmuştur. İnsanın yüzü, iki taraflı Arapça harflerle Ayn, burnu Lam, ağzı, üst dudakları ortadan ikiye bölünmüş şekilde Ya harfleri ile süslenmiş, hem en güzel sureti almış, hem de insan yüzünde bu harflerin birleştirilmesi ile ''Ali Ali! İnsan Üstün, Üstün…- Aliyyül âlâ –pek yüce” yazılmıştır. Bu da insanın üstünlüğünün Tanrı eli ile isbatıdır. İnsanda beş dış duyu ve beş iç duygu vardır. Dış duyular: görme, işitme, koklama, konuşma ve dokunma duyularıdır. İç duygular: hayal, vehim, hatıra, hafıza, tefekkür duygularıdır. Bunlar da ayrıca insanı bezeyip süslemiştir. ''Adem'i Bul Ademi Nefha-i Haktır demi Bulmayan Adem demi Matla-ı (İçi) şeytan olur. Sırrı HAKİKAT eğer Haşime etse eser Kafira kılsa nazar Mazharı iman olur. Ali Aba'ya eren Vasılı Mevla olur Mürşidimiz ALİ'dir Mürşidin inkâr eden Tabii Mervan olur. (Mutasavvıf Şair Haşimi) HUUU MEDED YA ALİ(k.v) ! Bu veriyi, Varlık isimli kitabımızda daha ayrıntılı olarak okuyabilirsiniz. KAZIM YARDIMCI / ADIYAMAN / TÜRKİYE 8 KASIM 2006
  3. bahtiyar_mustafa şurada bir başlık gönderdi: Din Felsefesi
    ŞEKİLCİ OLMAMAK İslâmiyet ve Son Peygamber Hz. Muhammed'de (a.s.v.) asla şekilcilik yoktur. İslâmiyet baştanbaşa samimiyete, kişiye ve kişinin düşüncesine saygıya, sevgiye, hoşgörüye dayanır. Bu nedenle kişiyi, ibadetinde serbest bırakmıştır. Tanrı'nın her yönde olduğunu ve O'na her temiz yerde ibadet edilebileceğini önermiştir. İslâm'ın diğer Dinlerden ayrıldığı en önemli yanı, bu yönüdür! İslâmiyet Tanrı'yı her yerde bilir. Bu nedenle Camide ibadeti şart koşmamıştır. Bu zorunlu tutmama özelliği çok önemlidir. Gerçi, büyük bir zâtın ardında topluca Namaz kılmak, hep beraber içtenlikle, riyâsız olarak Tanrı'ya dua etmek çok faydalıdır. Sevabı çoktur. Ancak, bununla beraber kişiyi Camiye gelmeye zorunlu tutmaması, çok düşündürücüdür! Nedenleri vardır. İslâmiyet'ten başka bütün Dinlerde mabet (tapınak) vardır. İslâmiyet, mabedi kabul etmez. Çünkü mâbed; içinde mâbud (tapınılan şey) bulunan kutsal yer demektir. Bir totemci, toteminin bulunmadığı; bir Hristiyan, Hz.İsa'nın (a.s.) ve Hz.Meryem'in temsili resimlerinin bulunmadığı bir yerde ibadet edemezler. Onun için İslâmiyet, Mescit ve Cami (toplanılan yer) kabul etmiştir. İslâm'ın ilâhı Bir’dir ve "bir yerde" düşünülemez! O, Tanrı'yı "her yerde" bilir!.. Sonsuzu getirip, bir binanın içine sığdıramaz! (1) Ayrıca her kişinin, Tanrı'yla ilişki kurabileceğini kabul ettiğinden; kişinin düşünce ve ibadetine saygılıdır. İslâmiyet, kişide daha çok "istikamet (doğruluk), samimiyet (içtenlik) ve güzel ahlâk " arar. -"Kâlu Rabbünallahu sümmestekâmu- O inançlı kişiler, Rabbımız (yöneticimiz, büyüğümüz, efendimiz) Allah'tır.’’ Derler; sonra 'doğru' olurlar (Eğrilikten,yalancılıktan, dolandırıcılıktan, her türlü samimiyetsiz ibadet, söz ve davranışlardan kaçarlar.)!" Fussilet 30). Âyeti, bunun kesin ve tartışmasız delilidir. Demek ki, Tanrı'ya göre; "Tanrı'ya1 inanan; Rabbım, Efendim, Allah deyip, sonra doğru olandır!" Eğer bir kişi doğru değilse; "O kişi Rabbım Allah" dememektedir. Rabbımız Allah'dır diyen, doğru olandır!.. Mevlâna'nın, "Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol!" sözü, işte İslâm'ın bu gerçeğini yansıtan, çok önemli bir kural­dır. İslâmiyet'te, "Kilise disiplini" yoktur! Her konu, tartışmaya açık bırakılmıştır. Din adamı da yoktur! Herkes, Din adamıdır. Ancak bir öğreten ve bir de öğrenen vardır. Bu da kişinin, vazgeçilmez haklarındandır. İşte İslâmiyet bu hakkı kişiye tanıyan yeryüzündeki tek Dindir. Son Peygamber Hz. Muhammed (a.s.v.), toplumun her kesimindeki insanlarla her konuyu konuşur. Onlara saygılı davranırdı! Onları dinler, sözlerini kesmez, "Sus kâfir oldun!" demezdi. Herkesi insan bilir, her sınıfla konuşur, her sınıfla oturur (kalkar, yer içer), kimseye üstünlük taslamaz, asla büyüklenmez; Din öğreti ve hizmetinden dolayı kimseden ve toplumdan ücret almazdı! Kimseyi sıkmazdı. Gayet toleranslı (hoşgörülü) davranırdı. îbadeti öğrettikten sonra kişi yi zorlamaz, sıkmaz, serbest bırakırdı. Amellerine değil, fikirlerine ve toplum içindeki doğruluğuna, toplum ile olan ilişkilerindeki davranışlarına bakardı. İbadetlerde kimseyi tecessüs (anlama merakı, gizlice bakma) etmez bunu şiddetle men ederdi! (2) Gerçek ve ilk Müslümanlık böyleydi ve onun özüne erenler arasında, halen de böyledir!. Ama sonraları, kral-papa ikilisi gibi Sultan-Şeyhülislâm ikilisi kabul edilince; durum, şekilciliğe, türlü Dini merasimlere dönüştürüldü. Bir nevi siyasi örgüt haline sokuldu. Kralların, Sultanların burjuvanın ve onlardan yana papaz ve mollaların, sahte şeyhlerin, kişisel çıkarlarına âlet edildi!.. İbadetlerde, Kilise Disiplinini aratan, Ruhbanlıktan da ötede bir "Sus! itaat et!.," şeklinde zorbalığa dönüştürüldü!.. Bunun acısını yüreğinde duyan gerçek Müslümanlar; Mevlânalar, Abdulkadir-i Geylâni, Seyyid Ahmed er Rufai, Muhyiddin-i Arabi, Maktul Suhreverdi, Cüneyd-i Bağdadi, Bayazıd-ı Bestami, Cemaleddin-i Efgani, Pakistan'lı Muhammed İkbal, Niyazi Mısri, Muhammed Abduh, Şeyh Bedreddin, Urfalı Şeyh Saffet, Mehmet Akif gibi aziz insanlar çok çırpındı, çok uğraştılar ama kimi öldürüldü, kimi sürüldü.,. İkbal'in dediği gibi; "İmparatorluğun fidanı kuvvetlenince, cihangirliğin adı, cihad oldu." Netice ne oldu?.. İzzetin yerini, zillet aldı. çünkü ne yapılırsa yapılsın; Sâf ve temiz Muhammed Dini kendi rayından çıkarıldığında, sonumuz zillet olur!.. Din'e ne olur?.. O'na hiçbir şey olmaz! Ornu sahibi korur!.. Sen korumaz da.O'nu başka yorumlarsan; O'nu doğru yorumlayacak başka bir millet yaratır. Önce yıkar, sonra en güzel nitelikte gerçekçi ve gerçeğe saygılı aydın bir millet yaratır!.. Ama tutucular, bağnazlar beğenmezmiş!.. Saçı uzunlara, başı açıklara kâfir dermiş!.. Zaten başka silahları yok ki; varsın desinler.... Ama unutmasınlar ki; O, Tanrı’nın öz eliyle yarattığı Güzel Muhammed (a.s.v.)de saçlı idi! Ve mübarek Efendimiz (a.s.v.) dalgalı saçlarını ortadan ikiye ayırıp tarar ve güzelliğine güzellik katardı! (3) Öyle ki; aşıklarını, deli edercesine!. (1) Allah, ancak kalp aynasında yansır."Yere,Göğe Sığmam Mü'min kulumun kalbindeyim". Bu Tanrı’'nın bir yere hulul ettiği, yani girdiği anlamında değildir. Zira "Mânevi Kalp", Nur'dan bir Ayna, bir yansıtıcıdır. Güneşin bir aynada yansıması gibi. (2)"Şu bîr gerçek ki ben Haniflik, hoşgörü ve kolaylık Peygamberi olarak gönderildim". (Ibn. Hanbel, C.5, S.266 Buhari, İman, 29) (3) Bkz. Sevgili Peygamberimizin "Hilye"sinİ anlatan Hadis ve İslâm Tarihleri. KAYNAK KAZIM YARDIMCI / ADIYAMAN

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.