Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

KesKiNkAleM

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    995
  • Katılım

  • Son Ziyaret

KesKiNkAleM tarafından postalanan herşey

  1. KesKiNkAleM

    makaleler

    19 Mayıs Atatürkçü Düşünce Kulübü atatürk... ölümünün üzerinden 65 yıl geçmesine rağmen fikirleri, yaptıkları ve vizyonu anlaşılmaya çalışılıyor. her fikir sahibi gibi onun da muhalifleri var. sevgi ile nefret kavramları arasındaki atatürk'ün istismar edildiği ise öteden beri konuşuluyor. ancak türkiye'deki sosyal ve siyasi şartların, atatürk üzerine değerlendirmelerin sağlıklı yapılmasını zorlaştırdığı da bir gerçek. atatürk'ün doğru ve yanlışlarıyla tartışmaya açılmasını düşünenlerin sayısı az değil. bu görüşü savunan isimlerden birisi de şair attilâ ılhan. ılhan'a göre, yeni bir atatürk değerlendirmesine acilen ihtiyaç var. atatürkçülük, kemalizm, yüceltmeler, koruma kanunu gibi konuları, atatürk üzerine yıllardır araştırma yapan attilâ ılhan ile görüştük. sonuç, atatürk hâlâ net olarak bilinmiyor. uzun yıllardır atatürk konusunda çalışma yapıyorsunuz. bu zamana kadar farklı bir bilgi ile karşılaştınız mı? farklı tespitlerim oldu. son iki seçimdir halkın bazı partileri tasfiye etmesi, bu partilerin dış politikadaki başarısızlıklarından kaynaklanıyor. milli bir politika yerine batı'nın istekleri yerine getiriliyor. bu durum mustafa kemal paşa'da farklıdır. gazi, batı ile savaşmıştır; batıcı değildir. marksizm ile atatürkçülük birbirine zıttır fakat paşa, marksizme karşı değildir. o zamanlar bolşevizm vardı ve itibar görüyordu. türkiye büyük millet meclisi'nde kurulan ilk iki parti de komünisttir; türkiye komünist fırkası ve halk ıştirak fırkası. bunlardan bir tanesinin üyesi de mustafa kemal'dir. komünist düşünce için tevfik rüştü bey'i rusya'ya gönderiyor. falih rıfkı atay, 21 mart 1931'de cumhuriyet gazetesinde bu durumu yazıyor; 'cumhuriyet halk fırkası sol bir devrim fırkasıdır. solun unsurlarını sol dışında bırakarak kendini taşlaşmak tehlikesine atamaz' diyor. bütün bunlar atatürk'ün tam bir solcu olduğunu ortaya çıkarıyor. atatürk'ün solculuğu dış politika ile mi sınırlıydı? hayır. mustafa kemal paşa bir fransız devrimcisidir. sovyet devrimcisi değildir. demokrasiyi gerçekleştirmek istiyordu. fransız devrimi olduğu zaman dünyada emperyalizm diye bir şey yoktu. fakat kemalizm hareketi başladığında dünyada emperyalizm vardı. emperyalizme karşı savaş verdiğin zaman doğal olarak ulusal bir boyuta geliyorsun. ancak buradaki mücadele daha çok kendini korumak içindi. bunun için de gazi, kuzey cenahı ruslara veriyor, sırtını ıran'a dayıyor. sadabad paktı'nı kuruyor; içinde irak, ıran, afganistan var. bir de kuzey meselesini balkan paktı ile çözmeye çalışıyor. yani osmanlı'ya bağlı kavimlerle yeniden bir birlik oluşturuyor. suriyeliler gelip 'bizi kurtarın' diyor ancak gazi, 'bizim gücümüz sadece kendimize yeter. siz kendinizi koruyunuz. sonra federasyon veya konfederasyon düşünebiliriz' diyor. ama osmanlı'nın birleştiricilik vizyonu din birliğine dayanıyordu. gazi'nin ıslamiyet’e karşı bir tavrı yoktur. suriye için 'bizim istediğimiz tam bağımsız bir müslüman suriye cumhuriyeti'dir' diyor. ancak kendisi laiktir. çünkü fransızlar o tarihlerde lübnan'ı yarı hıristiyan hale getirmişlerdi. suriye için de böyle bir çaba vardı. ıran, irak için de aynı durum geçerliydi. bir konfederasyon ortaya çıkacak, lakin ıslamiyet üzerine oturan laik bir devlet anlayışı olacaktı. başındaki güç ise türkiye. mustafa kemal paşa başından beri kurtuluşu doğuda aradı. batıyı hiç düşünmedi. ıslamiyet üzerine oturtulmuş bir laiklik anlayışı diyorsunuz. laikliğin anayasaya alınmasıyla böyle bir ihtimal ortadan kalkmıyor mu? bir çelişki var. ancak insanlar bilmedikleri için yanlış yorumluyor ve öyle tavır alıyorlar. mustafa kemal'in laiklik hareketinde ıslamiyet'e direkt olarak bir taarruz yoktur, olamaz da. laiklik türkiye'nin anayasasına 1937'de girmiştir. bu tarihe kadar parti tüzüğünde tutuluyordu. gazi'nin ölümünden bir sene önce anayasaya sokuldu. ve bunu da ısmet paşa takımı ayarlamıştır. ısmet ınönü'nün uyguladığı program daha sonra atatürkçülük olarak görülmeye başlanır. atatürkçülükle yakından uzaktan alâkası yoktur. ısmet paşa'nın yanlış tatbikleri türkiye'de yanlış bir atatürkçülüğün oluşmasını sebep oldu. mustafa kemal paşa'nın yaptıklarını, söylediklerini üç cilde sığdırmışlar. gerisini dikkate almamışlar. gazi'nin kütahya'da yaptığı konuşma 70 sayfadan fazla; ancak söylev ve demeçler'de bu 6 sayfada veriliyor. orada dine, ıslamiyet'e dair bütün düşünceleri ortaya çıkıyor. bazı gerçekler ortaya çıkınca da en çok atatürkçü olanlar sinirleniyor. çünkü, havada oldukları ortaya çıkıyor. gazi irtica kelimesini dış destekli şeyh said isyanı için kullandı. yayımlanmayan metinlerdeki bilgiler çok mu önemli? özellikle ıslami kesim için çok önemli. gazi müslümanları çok ezdi, astı-kesti deniliyor. 1950'lerde fransa'ya ilk gittiğimde, türkiye'de yeni yeni demokrasi havası esmeye başlamıştı. bu tarihlerde radyolarda, 'mevlid okutulsun mu okutulmasın mı?' diye tartışılıyordu. laik geçinen kişiler hayır bunlar kemalizme aykırı diyorlardı. fransa laik olmasına rağmen o tarihlerde bütün fransız radyolarında pazar günleri önce katolik ayini, arkasından protestan ayini, son olarak da yahudi ayini veriliyordu. bizde hâlâ bu yanlışlara düşülüyor. mustafa kemal 'irtica' lafını şeyh said'den sonra söylemeye başlıyor. ıngilizler kışkırtıyor şeyh said ve yandaşları da 'şeriat isteriz' diye bağırıyor. emperyalizm ile şeriatın iç içe geçtiğini gören ve saldırıya dönüştüren bu durum karşısında gazi mücadele etmek için irtica kelimesini kullanıyor. türkiye'de irtica kavramı çok daha geniş bir alana yayılarak kullanılıyor. dindar insanlar da aynı daire içinde ele alınıp dışlanıyor. siz gazi'nin bu kelimeyi niçin ve nerede kullandığını söylüyorsunuz. gazi'de böyle bir şey yok. ıstiklal mahkemesi isyan olursa görev alır. ısyan yoksa böyle bir şey düşünülemez. bütün bunlar ınönü'den sonra ortaya çıkan olaylar. sadece bunlar değil. bir noktaya dikkat çekeceğim ama üzerinde durmayacağım; gazi sağken masonluk yasaktı ama ınönü zamanında serbesttir. ınanç bakımından düşünceleriniz farklı olabilir, kendi seçiminizi kendiniz yapma, kendi inancınıza göre hareket etme hakkı sizindir. mustafa kemal paşa'nın başından beri savunduğu prensip budur. bugün ezan sussun diyenler var. kaynak olarak da atatürk'ü gösteriyorlar. böyle bir şey olabilir mi? ıster inan ister inanma bu bir inançtır, bin yıllık kültürdür ve saygı duymak zorunluluğu vardır. atatürkçülük ile bir doktrin olan kemalizmi nasıl bir çerçevede değerlendiriyorsunuz? kemalizm gazi'nin kendi yaptıklarıdır. ancak bütün bunlar halkın kendisinde olacak. bir doktrin olarak uygulanacak, istenilecek bir şey değildir. atatürkçülük bayrak gibi birleştirici bir simge fakat çoğu zaman iç çekişmelerin simgesi haline geliyor. ben atatürkçülüğü kabul etmiyorum. bu ınönü atatürkçülüğüdür. ben mustafa kemal paşa demek istiyorum. bir iç çekişme malzemesi yapılamaz. herkes istediği gibi atatürk'ü kullanamaz. gazi'nin demokrasiye inancı sonsuzdur. birileri onun şemsiyesi altında başkalarını ezemez, incitemez. ben böyle bir atatürkçülük istiyorum. çekişmeler istismarı doğuruyor. hatta siz bir konuşmanızda 1960 ve 1980 darbelerini bir atatürkçülük istismarı olarak değerlendiriyorsunuz. mustafa kemal paşa bunu bin defa söylüyor. ordu siyasete karışmasın diyor. gazi'yi iktidardan düşürmek için iki defa teşebbüs oluyor. gazi onlara diyor ki, ya askerliği ya da siyaseti tercih edin. demokrasilerde böyle bir şey olmaz. atatürk bir insandı, mitoloji ya da tabu değildi. onun da aşkları, zevkleri, hastalıkları ve hataları vardı diyorsunuz, hatta bu konuda bir çalışmanız oldu. neden böyle bir çaba içine girdiniz? olmayan bir adamı anlatıyorlar. öyle biri yok. böyle yüceltmeler olunca istismar doğuyor. ben hep gazi'nin insani yönlerini anlatıyorum. latife hanım'dan ayrıldığı zaman ısmet paşa'ya bir mektup yazıyor ve diyor ki; onu ankara'ya gönderiyorum, sanırım sizden ve fevzi paşa'dan aracı olmanızı isteyecek. fakat ben kesin kararlıyım. ben ona ve ailesine karşı her zaman saygılıyım. ama öteki tarafta onu hep birtakım kadınlarla dans ederken gösteriyorlar. şevket süreyya aydemir, 'tek adam' isimli kitabında 'kahraman putlaştırıldığı zaman ölür' derken, behçet kemal çağlar atatürk için mevlid yazıyor, kemalettin kamu ise şiirinde çankaya'yı kâbe'den üstün görüyor. bu gibi yüceltmeleri nereye koyuyorsunuz? bizim geleneğimizde şairler yağcıdır. bunlar da öyle abartmışlar, palavra yapmışlar. göklere çıkarıp aslan, kaplan diyorlar. bu hâlâ böyle devam ediyor. çoğu inandığı için değil meşhur olmak ya da bir yerlere ait olmak için yapıyor. bunlara hiç gerek yok. neysen o olmalısın. atatürk'ü hataları, yanlışlıklarıyla da kabul edeceksin. atatürk konusu gündeme geldiğinde tartışılan konulardan biri de 1580 sayılı koruma kanunu oluyor. örneğin toktamış ateş, 'bana bıraksalar hemen kaldırırım' diyor. sizce böyle bir kanun gerekli mi? demokraside böyle bir şey olmaz. mustafa kemal'i kanunla korumaya gerek yok. bu nasıl bir mantık anlamıyorum. bırakın insanlar konuşsun, yazsın, çizsin. herkes sevmek zorunda değil. her şey açılmalı. kurallarla yasaklarla bunlar olmaz. atatürkçü geçinenler, solcular, sağcılar, liberaller bir araya gelip yanlışlarını düzeltmeli. herkes kendisine göre yorumlayınca bir istismar ortaya çıkıyor. belgeler, arşivler sonuna kadar açılsın, kim nedir, ne değildir bilinsin. bütün bilgilerin olumlu olması da gerekmiyor. 11.10.2005 (Attila İlhan)
  2. KesKiNkAleM

    Attila'ca

    AN GELİR an gelir paldır küldür yıkılır bulutlar gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet o eski heyecan ölür an gelir biter muhabbet çalgılar susar heves kalmaz şatârâbân ölür şarabın gazabından kork çünkü fena kırmızıdır kan tutar / tutan ölür sokaklar kuşatılmış karakollar taranır yağmurda bir militan ölür an gelir ömrünün hırsızıdır her ölen pişman ölür hep yanlış anlaşılmıştır hayalleri yasaklanmış an gelir şimşek yalar masmavi dehşetiyle siyaset meydanını direkler çatırdar yalnızlıktan sehpada pir sultan ölür son umut kırılmıştır kaf dağı'nın ardındaki ne selam artık ne sabah kimseler bilmez nerdeler namlı masal sevdalıları evvel zaman içinde kalbur saman ölür kubbelerde uğuldar bâkî çeşmelerden akar sinan an gelir -lâ ilâhe illallah- kanunî süleyman ölür görünmez bir mezarlıktır zaman şairler dolaşır saf saf tenhalarında şiir söyleyerek kim duysa / korkudan ölür -tahrip gücü yüksek- saatli bir bombadır patlar an gelir Attila ölür BEN SANA MECBURUM Ben sana mecburum bilemezsin Adını mıh gibi aklımda tutuyorum Büyüdükçe büyüyor gözlerin Ben sana mecburum bilemezsin İçimi seninle ısıtıyorum. Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor Bu şehir o eski İstanbul mudur Karanlıkta bulutlar parçalanıyor Sokak lambaları birden yanıyor Kaldırımlarda yağmur kokusu Ben sana mecburum sen yoksun. Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur Tutsak ustura ağzında yaşamaktan Kimi zaman ellerini kırar tutkusu Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından Hangi kapıyı çalsa kimi zaman Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor Eski zamanlardan bir cuma çalıyor Durup köşe başında deliksiz dinlesem Sana kullanılmamış bir gök getirsem Haftalar ellerimde ufalanıyor Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem Ben sana mecburum sen yoksun. Belki haziran da mavi benekli çocuksun Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin Kötü rüzgar saçlarını götürüyor Ne vakit bir yaşamak düşünsem Bu kurtlar sofrasında belki zor Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden Ne vakit bir yaşamak düşünsem Sus deyip adınla başlıyorum İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin Hayır başka türlü olmayacak Ben sana mecburum bilemezsin. Attila İLHAN çünkü ayrılık da sevdâya dahil çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili ADIM SONBAHAR nasıl iş bu her yanına çiçek yağmış erik ağacının ışık içinde yüzüyor neresinden baksan gözlerin kamaşır oysa ben akşam olmuşum yapraklarım dökülüyor usul usul adım sonbahar
  3. İşte Attila İLHAN'dan kısa ama düşündürücü bir kaç söz : Türkiye'nin bir hain kontenjanı var, bu nüfusun yüzde 10'udur. Türk aydını dediğimiz kişi, Batı'nın manevi ajanıdır. Eğitim, savunma ve ekonomi milli olmalıdır, olmazsa Sevr gelir. Batı diye bir şey yoktur. Bu hayali bir kavramdır. Almanya Almanya'dır,Fransa Fransa'dır. Birleşik, bütünleşmiş Batı diye bir şey yoktur. Türkiye'de basın Türk değildir.
  4. gizli aşk bu söyleyemem derdimi hiç kimseye zevke veda, neşeyede veda artık herşeye arzular bir bir hayal oldu baharımın gülleri soldu gönlüm hicran, hasret, gamla doldu sevdim amma, görmüyor bak gözlerim hiç kimseyi gizli aşk bir gizli dertmiş, feda ettim herşeyi arzular bir bir hayal oldu baharımın gülleri soldu gönlüm hicran, hasret, gamla doldu
  5. KesKiNkAleM

    genç parti

    büyük olasılıkla Dyp/Anap/Genç parti seçimlere birlikte girecek, Süleyman Demirel buna öncülük ediyor, ne yazık ki Akp ile aynı şeye hizmet edecek olan bu üç parti ile Türkiye'nin kazanacağı hiç bir gelecek yok, umarım seçimde hezimete uğrarlar, bir partinin poltikasında Ab teslimitçiliği varsa o bu topraklara hizmet getirmez ancak gizli sevr uygulamalarının maşaları olurlar. Cem Uzan atıp tutuyor atıp tutmak kolay tabi, bu ülke insanı artık gerçekleri görmeli, boş vaadlere kulak tıkamalı ve ülkenin bağımsızlık politikasını en üst kademede tutan zihniyetlere prim vermeli ve bu konuda parti liderlerine baskı yapılmalı. Türkiye içine kapanmak istemediği gibi oyuncak ve sömürge de olmak istemiyor, dünyaya açılmak demek her konuda taviz vermek demek değil, onurlu ortaklık ve onurlu politikacı istiyoruz.
  6. Sevr'e Protesto Kürtlerin içinde "bağımsız Kürdistan" kurmak isteyen küçük bir milliyetçi grup da vardı. Başlarında Şerif Paşa'nın bulunduğu bu "Jön Kürtler", İtilaf Devletleri ile anlaşarak önce Kasım 1919'daki Paris Konferansı'nda sonra da 10 Ağustos 1920’deki Sevr Anlaşması'nda boy gösterdiler ve Sevr'e "Kürt halklarının Türkiye'den bağımsızlık elde etmeleri" yönünde bir madde eklettiler. Ancak bu küçük Kürt milliyetçisi kadro, Doğu Anadolu'daki Kürt liderler tarafından şiddetle kınandı. Erzincan'dan on ayrı Kürt aşiret lideri, Fransız Yüksek Komiserliğine "Türklerin ve Kürtlerin soy ve din itibarıyla kardeş olduklarını" vurgulayan protesto telgrafı yolladı. Bediüzzaman Said Nursi, Ahmet Arif ve Mehmet Sıddık, Kürtler adına yayınladıkları ortak yazıyla, Sevr Anlaşması’nı lanetlediler. Kürt din alimleri de Milli Mücadele lehinde Anadolu müftülerinin yayınladığı fetvayı imzaladılar. Lozan görüşmeleri yapılırken Batılı devletlerin Kürtleri "azınlık" olarak görmekte ısrar etmeleri üzerine ise Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey 3 Kasım 1922'de Meclis kürsüsüne çıkıp şöyle demişti: "Avrupalılar diyorlar ki, 'Türkiye'de yaşayan akalliyetlerin (azınlıkların) en büyüğü, en kesretlisi (kalabalığı) Kürtlerdir.' Bendeniz Kürdoğlu Kürdüm. Binaenaleyh bir Kürt mensubu olmak sıfatiyle sizi temin ederim ki Kürtler hiç bir şey istemiyorlar. Biz Kürtler vaktiyle Avrupa'nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımız altında çiğnedik ve bütün manasıyla bize hak vermek isteyenlere iade ettik... Türklerle beraber kanımızı döktük, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak istemedik ve istemeyiz." Bir sonraki celsede ise, Bitlis, Erzurum, Kastamonu, Mardin, Muş, Siirt, Urfa, Pozan, Diyarbakır, Van milletvekillerinin hepsi şu cümlelerin altına imza attılar: "Türk, Kürt bir kütle-i vahidedir. Kürtler, hiç bir vakit Türkiye camiasından ayrılamaz ve bunu ayırmak için hiç bir kuvvetin tesiri yoktur." (Kaynaklar ve daha fazla detay için bkz: Mustafa Akyol, "Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek", 2006) 80 Yıl Sonra "Soy ve din kardeşi" oldukları Türklerle birlikte Türkiye için canlarını ortaya koyan tüm bu "çılgın" Kürtlerin bugün kemikleri sızlıyor olmalı. Çünkü Kürtlük adına hareket ettiğini ileri süren bir terör örgütü 30 binden fazla vatandaşımızı katletti ve hala da kan dökmeye devam ediyor. Türkiye'ye ve Türklüğe karşı fanatik bir nefretle dolu etnik Kürt milliyetçiliği, hem Türklere hem de Kürtlere acı ve ölüm getiriyor. Öte yandan da bir grup marjinal Türk ırkçısı, "tarih boyu Kürt ihaneti" masalları uydurarak, Kürt vatandaşlara karşı husumet körüklüyor. Türkiye'nin etnik bir gerilime sürüklenmemesi için, her iki etnik milliyetçiliği de yenmemiz gerek. Ve bunun bir yolu "çılgın Türklerin ve Kürtlerin" gerçek hikayesini yeniden hatırlamak. "Bir hilal uğruna" birlikte savaşmış ve can vermiş o yüzbinlerce şehidin hatırası, Türkiye'nin bölünemezliğinin en dramatik işareti olsa gerek. Yazan: Mustafa Akyol
  7. Bekir Coşkun'un din uleması olduğunu ifade eden olmadı, ancak bazı tespitleri çok yerinde, özellikle de din tüccarları hakkında olanları. Evrensel/İnançsal tartışma yapacak çok aydınımız var onlar kulak verenlerde var. Türk Aydını eğer sırtını Ab'ye dayamamışsa, sesini duyuracağı bir platform bulmakta zorlanıyor ama senin söylediğin gibi kuru felsefe yapmıyorlar, gerçekleri dile getirenlere takiyeci zihniyet ket vurmasa, susturmasa, meydan verse bak gör neler olacak, ama bindikleri dalı kesen bu takiyecilerin sonu yakın aslan kardeş.
  8. Türkiye'nin pek çok sorunu var yukarıda sıralananlar bu sorunlardan bazıları bende katılıyorum bu görüşlere, birde Türkiye insanının önemli bir sorunu var aynı hatayı sürekli tekrar etmek, bir kısım sahtekarın oyuncağı olmak gibi. İnsanların en tehlikelisi açık sözlü olmayanları, onlar zaman zaman ortaya çıkıyorlar ve insanların duygularını sömürerek kendi çıkarlarına taraftar buluyorlar. Türkiye'de bugün en büyük sorun Kemalizm düşmanlarıdır, (teröristler ve yeşil devrimciler) teslimiyetçi, Ab'ci, antilaik, anticumhuriyetçi, takiyeci *********. Onlar birgün gelecek ve çıktıkları ******** geri dönecekler. Taki yeniden uygun ortam bulup halkın içine fesat karıştıracakları güne kadar orada kalacaklar ama malesef insanlık onlardan ebediyen kurtulamıyor bir virüs gibi ilacı görünce kaybolacaklar vücut zayıf düşünce yeniden hortlayacaklar. Ama Allah'a şükür bu virüslerin ilaçlarıda mevcut.
  9. Onarmaya ÇaliŞmak Mi, Yikip Yenİden BaŞlamak Mi? Kumdan bir kale düşünün. Çevresine güzel su kanalları yapmış, hendekler kazmışsınız. Yalnız öyle bir yere inşa etmişsiniz ki kalenizi, dalgalar güçlendikçe önce su kanalları doluyor, sonra heybetli surlarınız tuzlu suyun ellerinde giderek erimeye başlıyor. Sizse elinizde küçük plastik kovanız, sahilden topladığınız kuru kumlarla surları onarmaya çalışıyorsunuz. Yaptığınız yamalar, bir sonraki dalganın darbesiyle çirkin şekiller almaya başlıyor. Küçük plastik kovanızla habire koşturup duruyorsunuz. Kan, ter ve panik içinde!.. O kadar odaklanmışsınız ki "onarmaya", bu yıkımın artık sizin kontrolünüzde olmadığını göremiyorsunuz. Oysa bir dursanız, durup da yukarıdan baksanız kaleye, çamur haline gelmiş surlara ve dalgalara; onarmaya harcadığınız sürede yepyeni bir kale inşa edebileceğini göreceksiniz. Denizin biraz ötesinde, yeni bir başlangıç yapabileceksiniz. Yaşam da birçoğumuz için böyle geçip gidiyor. Katlanamadığımız bir işimiz, sevmediğimiz bir çalışma ortamımız ya da gururumuzu inciten bir yöneticimiz oluyor bazen. "Alışmaya" çalışıyoruz. İncinen yerlerimize her gün küçük yamalar dikiyoruz. Ertesi gün sökülüyor yamalarımız, yara bere içinde, delik deşik, yorgun argın dönüyoruz evlerimize. "İşimi sevmiyorum ama dayanmak zorundayım!" diyoruz. Her şeyi bırakıp düşlerimizin peşinden gitmek, bir lüksmüş, şımarıklıkmış gibi görünüyor gözümüze. Öyle ki utanıyoruz da bazen, gitme düşlerimizden! Parasal anlamda risk alalım ya da almayalım; "Çevrem ne der? Yıllardır çalışıp aldığım teriflerim ne olur?" kaygılarımız, hırslarımızdan ve profesyonel (!) değerlerimizden vazgeçemeyişimiz ve daha birçok neden bile bizi yeni başlangıçlardan alıkoyabiliyor. Aynı durum ilişkiler için de, bitmiş ama süregelen evlilikler için de, hani o hep gidip yerleşmek istediğimiz huzur dolu sahil kasabası için de geçerli; değil mi? Bazen bir şeyi onarmak için, önce tamamen yıkmak gerekmez mi? Hayatınızdaki bazı kumdan kaleler, denize karışmayı çoktan hak etmedi mi? Alıntı.. Bu anlamlı yazıyı bana öm atarak gönderen arkadaşıma teşekkür ediyorum, benim için çok büyük bir anlam ifade ediyor, çünkü biri banainsanların duygularını önemseyenlerin hala var olduğunu gösterdi . O adını vermeyeceğim değerli arkadaşıma bu çiçek.
  10. Başka bir aşk istemez, aşkınla çarpar kalbimiz, Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünki biz; Gül ki sen, neşenle gülsün ay, güneş, toprak, deniz, Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünki biz. Bir güneşten bir zamanlar, ay kadar kaldındı dün, Dün biraydın, sislenen boşlukta yıldızsın bugün; Benzin uçmuş bak, ne rüyadır, bu akşam gördüğün? Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünki biz. Beklesin Türkoğlu ‘nun azminde kuvvet bulmayan, Sel durur, yangın söner elbette bir gün Ey Vatan; Süslenir, oynar yarın, dün ağlayıp matem tutan, Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünki biz. KURTULUŞ ARAYIŞLARI: Mondros Ateşkesinden sonra kurulan veya yeniden canlanan parti ve kuruluşları, İstanbul’da kurulan parti ve kurumlar, taşradaki teşekküller olarak ikiye ayırabiliriz.17 I - İstanbul’da Kurulan Parti ve Kurumlar: a ) İstanbul’daki Yurtsever Parti ve Teşeküller : — Vilson Prensipleri Cemiyeti — Osmanlı Hürriyetperver Avam Partisi — Teceddüt Partisi — Millî Ahrar Partisi — Millî Türk Partisi b ) Yurtsever Partiler Arasında İşbirliği Kurmaya Çalışan Topluluklar — Millî Kongre — Vahdet-i Milliye heyeti c ) Bazı yenen devletlerin amaçlarını desteklemeye hazır olan olan parti ve kurumlar18: — İngiliz Muhipler Cemiyeti — Hürriyet ve İtilâf Partisi — Sulh ve Selâmet-i Osmaniye Partisi — Nigehban Cemiyet-i Askeriyesi II - Taşradaki Teşekküller : a ) Düşmanla mücadele amacıyla kurulmuş yurtsever teşekküller : — Trakya - Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi — Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti — İstihlâs-ı Vatan (vatanı kurtarma) Cemiyeti — Trabzon Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti — İzmir’de Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti — Kilikyalılar Cemiyeti — Güney Kafkas Teşkilâtı19 b ) Osmanlılıktan ayrılmak amacını güden ve millî mücadeleye karşı olan teşeküller: 20 — Kürt veya Kürdistan Teali Cemiyeti — Şark-i Karip Çerkezleri Temin-i Hukuk Cemiyeti — Ilay-ı Vatan Cemiyeti — Tarik-i Selâh Cemiyeti — Teali-i İslâm Cemiyeti — Meslekî bünyede olan parti ve cemiyetler Yıl 1919 Mustafa Kemal ve yanındakiler Samsun'dan başattılar bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesini ve ona karşı birleşenlerde Kurtuluş Mücadelecilerini türlü iftiralarla karalamaya ve halkı onlara karşı kışkırtmaya çalışmışlardı. Yıl 2007 Kemalistler oyunu gördüler 14 Nisan'da Ankara'da kavga istemediklerini ama ulusal çıkarlar adına mücadeleye hazır olduklarını. Şimdi onlara saldıranlarla 1919'da Kurtuluş Mücadelecilerine saldıranlar aynı zihniyetin tohumları. Vatanın tarlasına, arazisine ecnebi bayrakları astıranları alkışlayan, Türkün onurunu Avrupa'da pazara çıkaran, Milli bütünlüğü dağıtmaya çalışan, yerin altında ve üstünde bulunan kaynaklarımızı Yahudilere satanlara hayranlık duyan, Cumhuriyet Düşmanları yine sahnede. Bugün ulusalcı sivil topluluklar ve sendikalar dünün müdafacıları ile aynıdır, bağımsızlık mücadelesini yapanlar onlardır. Onları suçlamak için türlü cinayetleri işleyenler bu vebali Ulusalcıların üzerine yıkma gayretindedir ama bu oyunda bozulacak. Şu zihniyete bakın ki bir tarafta, Türkiye Cumhuriyetini toprağı ve rejimiyle savunanlara bu iftiraları atanlar, Kuran üzerine can almaya yemin edenlere, alkış tutuyor, tek kelime etmiyor. Bu sözde dindarlar Amerikanın ve Avrupanın kapısında medet umuyorlar, kendi ideallerini Avrupanın direktifleri ile halka dayatıyorlar, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Nerede kaldı sizin dindarlığınız bre gafiller. Bu mudur islam olmak?
  11. Bu söylediklerine sen inanıyormusun? Tek bir tane istedin tek bir tane belirttim. Osmanlıda kadınlar orduda bile görev almış buyrun: “Kadın kimliği”nin sağlam zemini dindir Ama önce “Kadın kimliği”ni sağlam bir zemine oturtmak gerekiyor. Kuşkusuz o zemin dindir. İlâhî kitabımız, “kadın”ın, “erkek”le birlikte cennette var edildiğini söylüyor ki, erkeğin birkaç saat, ya da birkaç gün (birkaç ay yahut yıl) önce yaratılmış olmak dışında bir imtiyazı yok… Erkeğin kadından bir süre önce yaratılmış olması ise, asla sorgulanamaz İlâhî bir tercihtir. Bu tercihte belki asıl vurgulanmak istenen, erkeğin kadına ihtiyacıdır. Çünkü Hz. Âdem Cennet’te mutlu olamamış, bir “eş=arkadaş” istemiştir. Başka bir deyişle “kadın”a ihtiyaç duymuştur. Bir bakıma kadınsız bir cennet bile düşünememiştir. Kısacası Hz. Havva (kadın), bir yarım kalmışlığı (erkeğin yarım yamalaklığını) bütünleme isteğinin ürünüdür. Yaratıcı Kudret, böyle murad etmiştir. Öte yandan, İslâm dininin başlangıcında da kadın unsuru en ön saftadır. Peygamberimizden (s.a.v.) sonraki ilk Müslüman, Hz. Hatice’dir. Bu muhteşem kadın, kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü bir dönemde, iş kadını olarak kendini kabul ettirebilmiş, sevdalandığı insana (Efendimize) evlenme teklif edebilecek kadar da cesur ve mert davranabilmiştir. Silahlı ve savaşçı kadın teşkilatı Peygamber-i Âlişan, peygamberlik müjdesini alır almaz akrabalarından herhangi bir erkeğe değil, sadece Hz. Hatice’ye sırrını açmıştır. Onunla bütünlenerek güçlenmiş, moral bulmuş, onun desteği ile peygamberliğini açıklamıştır. Hayatın ve dinin başlangıcında nasıl kadın önderler varsa, ilk Müslüman-Türk unsurların Anadolu’ya girişinde de kadın önderler vardır. Âşık Paşazâde’nin “Bâciyân-ı Rûm” olarak isimlendirdiği bu teşkilât üzerinde ilk kez Alman müsteşrik (oryantalist) Franz Taeschner durmuştur, ancak o günün toplumsal yapısında kadınların böyle bir teşkilât kurmuş olabileceklerine ihtimal vermediği için, Âşık Paşazâde’nin yanıldığını, yahut bir istinsah hatası yaptığını düşünmüştür. Ona göre, Paşazâde, “Hâciyân-ı Rûm” (Anadolu Hacıları) veya “Bahşıyân-ı Rûm” (Anadolu Sihirbazları veya Ruhanîleri) yazacakken, bir istinsah hatası sonucu “Bâcıyân-ı Rûm” yazmıştır. Ancak bunların olabilmesi için, o devirde Anadolu’da “Hacı” olmuş Türkmenlerin “Hacıyân-ı Rum” isimli bir örgüt kurmaları veya eski Türkler’de kendilerine “Bahşı” denilen sihirbazların örgütlenmiş olmaları gerekir. Tabii bu mümkün değildir. Nitekim tarihçi Prof. Fuad Köprülü, Âşık Paşazâde’nin “Bâciyân-ı Rûm” olarak adlandırdığı kadın teşkilâtı hakkında olabildiğince kapsamlı bir çalışma yapmış, bu çalışmanın sonunda Frans Taeschner’in öne sürdüğü iddiaların geçerli olamayacağını hükme bağlamış, “Bâciyan-ı Rûm”un, “Silâhlı ve savaşçı kadınların kurduğu bir teşkilât” olma ihtimalini tarihçinin dikkatine sunmuştur. Ancak Fuad Köprülü bu teşkilâtın mahiyeti ve çalışmaları hakkında çok açık bilgiler vermemektedir. Osmanlı’da komutanlık yapan kadınlar Orhan Gazi zamanında Anadolu’nun birçok yöresinde Türkmenler arasında bulunup gözlem yapmış, özellikle de Türkmen hanımların çeşitli alanlardaki faaliyetlerine şahit olmuş olan meşhur Mağribli gezgin İbn Battuta ise “tarikat” çerçeveli kadın oluşumlarından söz etmektedir. Ayrıca Niğdeli Kadı Ahmed 1340 yılında tamamladığı “el-Veledü’ş-Şefik” adlı eserinde Niğde dolaylarında Taptuklu Türkmen dervişlerin hanımlarının faaliyetlerini kaydetmektedir. Meşhur Süryani tarihçi Malatyalı Ebu’l-Ferec (Gregory) de bir münasebetle bu “Bâciyan-ı Rûm”dan bahsetmiştir. Mevlevî yazar Ahmed Eflâkî de, keza, eserinin bir yerinde Konya’daki bir kadınlar cemaatinden söz etmiştir… Bacılar Teşkilâtı’nın faaliyetlerine dair başka bir bilgiyi “Menâkıb-ı Evhadü’d-din-i Kirmânî”de buluyoruz. Bu görüşe göre, hanımlar arası bu teşkilât, önceleri “Fakiregân” diye de anılıyordu. Ancak teşkilâta mensup olan genç kız ve kadınlar birbirine “Bacı” diye hitap ettikleri için, kadın ve kızların meydana getirdikleri teşkilâta daha yaygın olarak “Bâciyân” (Bacılar) denilmeye başlanmıştır. Şimdiki bilgilerimizle bu tabiri ilk olarak kullanan da Âşık Paşazade’dir. Bendeniz, Kayı Han Aşireti’nin (Osmanlı Devleti’ni kuran aşiret) Anadolu’ya gelişini anlatan “Merhaba Söğüt” (Kültür Bakanlığı Yayınları ve Nesil Yayınları, 0212 551 32 25) isimli kitabımı kaleme alırken, Türkmen kadınlarının, erkeklerin yanı sıra örgütlendiklerini, hattâ “Bey Ana”, “Bacı Bey”, “Gazi Ana” gibi unvanlarla (rütbeler) komutanlık yaptıklarını görmüş, doğrusunu isterseniz, beklemediğim bu durum karşısında hayretler içinde kalmıştım. Bugünkü İslâm dünyasında kadının yerini hatırlarsak, konu daha da ilginç bir hal alıyor. Araplar bunu, kadını aşağılayan eski geleneklerin etkisiyle yapıyorlar diyelim, ya biz neden yapıyoruz? Bizans’ın fethine kadar, sosyal hayatta kadının tartışmasız bir rolü ve aktivitesi var. Ancak bunun Bizans’ın fethiyle birlikte kırıldığını ve kadının git gide kendi içine kapandığını görüyoruz. 1200’lerde kadını, yerine göre derviş, yerine göre savaşçı olarak selamlayan misyon, büyük fetihten sonra çökmeye yüz tutmuş, nihayet 1800’lü yılların sonunda, tıpkı şimdikine benzer yasaklar yürürlüğe girmiştir.
  12. Kuran'da olmayan şey rivayettir, rivayetlerinde güvenilirliği tartışılır. Güvenilirliği tartışılmaz olana itibar etmek Müslüman için daha akıllıcadır. Ayeti değerlendirelim, neye işaret edilmekte, dünyasal sevgiye, onları Allah'tan ve bildirmiş olduklarından (bilgiyi getirenin değerinden ve Allah yolunda ölümü göze almaktan) daha çok sevmenin tebliğe aykırı olduğu ifade ediliyor. Ve peşinden ne deniyor, Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Hadis buyurulanı değerlendirelim, beni herşeyden daha çok sevmedikçe iman etmiş sayılmazsınız. Çelişkiyi farketmiyormusun?
  13. Yazdıklarından az çok haberim olmasa, seni ulema sanacağım. Hoşunuza gitmeyen şeyler duyunca din ******i yapıverirsiniz insanları, sonrada başkaları öteki yapıyor öylemi? Senin anladığın anlamda bir din ancak Vatikan'ın uygulamak istediği türde bir dini anlayışa tekabül eder. Malum Rahiplerin ve Rahibelerin yaşamını bilirsin. Adanmışlık. İslam böylemidir? En azından senin anladığın İslam diyelim?
  14. Dtp halkın seçtiği parti oldu öylemi ve politikalarıda pkk ile birebir örtüşüyor nedense? Peki neden Diyarbakır dışından oy alamaz bu Dtp ve buna rağmen nasıl ayakta kalabilir? Dtp hangi yönetime dahil olmuş? ******** *********? ********** ******** ***** Kürtçeyi merşu ve ikinci resmi dil yapmak derdi ile bölücülük politikalarını yönetenler, dini kullanarak insanları millet/ümmet olarak ikiye bölmek isteyenlerle işbirliği içindedir. Türkiye Cumhuriyetini yıkmak için bu iki kesim elbirliği ile çalışıyor.
  15. Fethullahçıları tanırım, Bir tek ağızdan çıkmışcasına aynı hikaye anlatılır, Fethullahın rejiminde. Atatürk ve kurmuş olduğu sistem onlar için savaşılması gerken sistemdir. Ama neden, çünkü sömürücülerin kuklaları kitleleri en kolay nasıl sömüreceklerini bilir ve hepsini kullanır, Fethullahta malum bir şahıs. Korku politikası yürütüldüğü çok doğru o korkuyu salanlar milleti galeyana getirir aman din elden gidiyor tutun bir yerlerden korkusudur.
  16. Sen ara bakalım, belki bulursun bulduğunda haberimiz olsun. İrtica ile saklambaç... İRTİCA var mı, yok mu?.. Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı ve komutanlar "var" diyorlar, Başbakan, TBMM Başkanı ve şürekaları "yok" diyorlar. Ve muhtemelen sizin kafanız karışıyordur. Var mı, yok mu?.. Şüphesiz Cumhurbaşkanı ve komutanlar, Türk istihbarat örgütlerinin en taze ve doğru bilgilerine sahipler. Başbakan da o bilgilere sahip olmasına sahip. Ama o Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin onayladığı BM kararlarını bile yok sayıp, terörist El Kadı’ya kefil olacak kadar taraftır. Var mı, yok mu irtica?.. Pekiii... Cumhurbaşkanı’nın, Genelkurmay Başkanı’nın, komutanların, irtica olmadığı halde, durup dururken "irtica var" diye uydurmaları olası mı? İrticanın Danıştay’ı basıp, türban kararı aldı diye yargıçları kurşuna dizmesi... Başka dinlerin ibadethanelerinin basılıp papazların bıçaklanması ya da öldürülmesi... Çarşamba gibi ülkenin dört bir yanında tarikatların eyaletler kurmaları... Bugün çocukların neredeyse yarısının tarikat kurs ve okullarında eğitim görmeleri... Kentlerin giderek tesettüre bürünmesi... Devlet kadrolarının artık imamlardan oluşması... Meclis Başkanı’nın, Başbakan’ın ve iktidardaki siyasi parti önde gelenlerinin açık ve net biçimde Anayasamızdaki laiklik kavramını beğenmeyip değiştirmek istemeleri... Ama asıl: Son kamuoyu yoklamalarında, Türk toplumunun büyük bir kısmının, iktidarın dümen suyuna kapılarak Batı değerlerinden uzaklaşıp, Arap ve Doğu değerlerine kayması... Say, say bitmez... Tüm bunlar size bir şey ifade etmiyorsa, televizyonlardaki görüntülere, gazetelerdeki fotoğraflara bakamaz mısınız: ABD’den gelen görüntüler, size laik ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin fotoğrafı gibi geliyor mu?.. Yoksa sanki İran ailesi, ABD’deymiş gibi mi?.. Sizce hangisi?.. Yoksa yine de melül melül bakıp soracak mısınız: "İrtica var mı, yok mu?.." Bekir Coşkun
  17. Bir keresinde Bekir Coşkun'un köşe yazısında bir tespitini okumuştum ve çok doğru bulmuştum. Şöyle diyordu; önce insan olamadan, dindar olmaya kalkarsak, insan olamadığımız gibi dindarda olamayız.
  18. Ha, yani senin arzuladığın Fethullah rejimi faili meçhulleri aydınlatacak öyle mi? Yoksa o cinayetlerin bir çoğunun altından o adamın adımı çıkacak? ben ne anlatmışım, sen ne anlatıyorsun?
  19. Bunu görmek için 7 yaş üstü zekaya sahip olmak yeterli. Demokrasiden daha iyisini biliyorsanız önerin.
  20. Sorduğum hiç birşeye cevap vermedin ve nihayet bütün söyleyeceklerin bitti bu sefer kişisel yoruma geçtin. Arkadaş ben geçtim pek çok şeyi, aştımda sen aşamadıklarını bir düşün, nedir seni bu kadar geren mesele? Sözde ulusalcıdan söz etmek istiyorsan et, sana kim engel oluyor, dini kullanan sahtekarlardan söz etmemizden neden rahatsız oluyorsun? Bunları konuşmazsak onlara göz yummuş olmazmıyız, onların bu dine zarar verdikleri kada hiç kimse vermiyor, ama aşamıyor insanlar işte, onlarla kendilerini özdeşleştirmişler.
  21. evet meseleniz anlaşılmıştır, bütün anlatımlarınızın özeti budur. dine dayalı bir devlet yönetimi talebiniz aşikar. yani Fethullah'ın hayalini kurduğu şey.
  22. Sevdiğimiz herkesin doğumgününü kutlarız, adı üstünde sünnet Kuran değildir, ve sünnet Hz. Muhammed'den çok önceden gelen bir gelenek ve şimdi tıpta bunu sağlıklı buluyor. şeytan taşlamakta Hz. İbrahim'den gelen bir gelenek, taşlamazsan dinden çıkmazsın. Bu sadece sembolik birşey. Verdiğin ayeti iyi oku, salat ve selam etmek ne, beni herşeyden çok sevmek ne, sence bunlar birbiriyle çok mu alakalı? Kuran peygamberi sevmeyin demez, Kuran iman edin der, selam ve salat nedir onu öğren bari.
  23. tam ona sarılırken gördüm pencereden gülünecek ne vardı gülüyordun ya öperken bu gece seninle olalım canım derken sildim seni o anda kalbimden neydi kopan içimden yıllar zincirimden öldüm sanki yaşarken kaçtım hemen ben o sahneden kendimi buldum ben çalıştığım bu yerde azalır acılarda belki git gide uykusuz her gece, bu soğuk kahvede sabahlarım bazen günlerce rüyalarıma gelme diye uykusuz her gece, yorgun ölesiye unuturmuyum seni yorulsam her gece masada boş bardaklar kirlenmiş tabaklar çoğalıyor önümde bitmesin sabaha kadar yakmıyor elimi artık bu kaynar sular yoruldukça kaybolur acılar
  24. Shakira Albert Einstain Cem Yılmaz
  25. Aşk'ın cinsiyeti yok arkadaşım, aşk diye yollara düşüyoruz bulduğumuzda kaybediyoruz, ya da çok geç kalmış oluyoruz, ama cesaret demişsin onda çok haklısın biz cesaretimizi toplayana, kararımızı verene kadar zaman akıp gidiyor, çok şey değişiyor. Erkekler siz kadınlar kadar cesur değil biz ince hesaplar yaparken kaybetmiş olduklarımızı, siz kadınlar kısa zamanda yeniden inşa edebiliyorsunuz. Akıllıca olanda bu galiba, çünkü hayat çok kısa, saniyelerin bile önemi var hayatta.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.