KesKiNkAleM tarafından postalanan herşey
-
NOSTALJİK ŞARKILAR TOPİCİ
gizli aşk bu söyleyemem derdimi hiç kimseye zevke veda, neşeyede veda artık herşeye arzular bir bir hayal oldu baharımın gülleri soldu gönlüm hicran, hasret, gamla doldu sevdim amma, görmüyor bak gözlerim hiç kimseyi gizli aşk bir gizli dertmiş, feda ettim herşeyi arzular bir bir hayal oldu baharımın gülleri soldu gönlüm hicran, hasret, gamla doldu
-
genç parti
büyük olasılıkla Dyp/Anap/Genç parti seçimlere birlikte girecek, Süleyman Demirel buna öncülük ediyor, ne yazık ki Akp ile aynı şeye hizmet edecek olan bu üç parti ile Türkiye'nin kazanacağı hiç bir gelecek yok, umarım seçimde hezimete uğrarlar, bir partinin poltikasında Ab teslimitçiliği varsa o bu topraklara hizmet getirmez ancak gizli sevr uygulamalarının maşaları olurlar. Cem Uzan atıp tutuyor atıp tutmak kolay tabi, bu ülke insanı artık gerçekleri görmeli, boş vaadlere kulak tıkamalı ve ülkenin bağımsızlık politikasını en üst kademede tutan zihniyetlere prim vermeli ve bu konuda parti liderlerine baskı yapılmalı. Türkiye içine kapanmak istemediği gibi oyuncak ve sömürge de olmak istemiyor, dünyaya açılmak demek her konuda taviz vermek demek değil, onurlu ortaklık ve onurlu politikacı istiyoruz.
-
Bu Kurt dusmanliginin kaynagi ne?
Sevr'e Protesto Kürtlerin içinde "bağımsız Kürdistan" kurmak isteyen küçük bir milliyetçi grup da vardı. Başlarında Şerif Paşa'nın bulunduğu bu "Jön Kürtler", İtilaf Devletleri ile anlaşarak önce Kasım 1919'daki Paris Konferansı'nda sonra da 10 Ağustos 1920’deki Sevr Anlaşması'nda boy gösterdiler ve Sevr'e "Kürt halklarının Türkiye'den bağımsızlık elde etmeleri" yönünde bir madde eklettiler. Ancak bu küçük Kürt milliyetçisi kadro, Doğu Anadolu'daki Kürt liderler tarafından şiddetle kınandı. Erzincan'dan on ayrı Kürt aşiret lideri, Fransız Yüksek Komiserliğine "Türklerin ve Kürtlerin soy ve din itibarıyla kardeş olduklarını" vurgulayan protesto telgrafı yolladı. Bediüzzaman Said Nursi, Ahmet Arif ve Mehmet Sıddık, Kürtler adına yayınladıkları ortak yazıyla, Sevr Anlaşması’nı lanetlediler. Kürt din alimleri de Milli Mücadele lehinde Anadolu müftülerinin yayınladığı fetvayı imzaladılar. Lozan görüşmeleri yapılırken Batılı devletlerin Kürtleri "azınlık" olarak görmekte ısrar etmeleri üzerine ise Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey 3 Kasım 1922'de Meclis kürsüsüne çıkıp şöyle demişti: "Avrupalılar diyorlar ki, 'Türkiye'de yaşayan akalliyetlerin (azınlıkların) en büyüğü, en kesretlisi (kalabalığı) Kürtlerdir.' Bendeniz Kürdoğlu Kürdüm. Binaenaleyh bir Kürt mensubu olmak sıfatiyle sizi temin ederim ki Kürtler hiç bir şey istemiyorlar. Biz Kürtler vaktiyle Avrupa'nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımız altında çiğnedik ve bütün manasıyla bize hak vermek isteyenlere iade ettik... Türklerle beraber kanımızı döktük, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak istemedik ve istemeyiz." Bir sonraki celsede ise, Bitlis, Erzurum, Kastamonu, Mardin, Muş, Siirt, Urfa, Pozan, Diyarbakır, Van milletvekillerinin hepsi şu cümlelerin altına imza attılar: "Türk, Kürt bir kütle-i vahidedir. Kürtler, hiç bir vakit Türkiye camiasından ayrılamaz ve bunu ayırmak için hiç bir kuvvetin tesiri yoktur." (Kaynaklar ve daha fazla detay için bkz: Mustafa Akyol, "Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek", 2006) 80 Yıl Sonra "Soy ve din kardeşi" oldukları Türklerle birlikte Türkiye için canlarını ortaya koyan tüm bu "çılgın" Kürtlerin bugün kemikleri sızlıyor olmalı. Çünkü Kürtlük adına hareket ettiğini ileri süren bir terör örgütü 30 binden fazla vatandaşımızı katletti ve hala da kan dökmeye devam ediyor. Türkiye'ye ve Türklüğe karşı fanatik bir nefretle dolu etnik Kürt milliyetçiliği, hem Türklere hem de Kürtlere acı ve ölüm getiriyor. Öte yandan da bir grup marjinal Türk ırkçısı, "tarih boyu Kürt ihaneti" masalları uydurarak, Kürt vatandaşlara karşı husumet körüklüyor. Türkiye'nin etnik bir gerilime sürüklenmemesi için, her iki etnik milliyetçiliği de yenmemiz gerek. Ve bunun bir yolu "çılgın Türklerin ve Kürtlerin" gerçek hikayesini yeniden hatırlamak. "Bir hilal uğruna" birlikte savaşmış ve can vermiş o yüzbinlerce şehidin hatırası, Türkiye'nin bölünemezliğinin en dramatik işareti olsa gerek. Yazan: Mustafa Akyol
-
Kim dindar kim değil.
Bekir Coşkun'un din uleması olduğunu ifade eden olmadı, ancak bazı tespitleri çok yerinde, özellikle de din tüccarları hakkında olanları. Evrensel/İnançsal tartışma yapacak çok aydınımız var onlar kulak verenlerde var. Türk Aydını eğer sırtını Ab'ye dayamamışsa, sesini duyuracağı bir platform bulmakta zorlanıyor ama senin söylediğin gibi kuru felsefe yapmıyorlar, gerçekleri dile getirenlere takiyeci zihniyet ket vurmasa, susturmasa, meydan verse bak gör neler olacak, ama bindikleri dalı kesen bu takiyecilerin sonu yakın aslan kardeş.
-
Türkiyenin en önemli sorunu nedir?
Türkiye'nin pek çok sorunu var yukarıda sıralananlar bu sorunlardan bazıları bende katılıyorum bu görüşlere, birde Türkiye insanının önemli bir sorunu var aynı hatayı sürekli tekrar etmek, bir kısım sahtekarın oyuncağı olmak gibi. İnsanların en tehlikelisi açık sözlü olmayanları, onlar zaman zaman ortaya çıkıyorlar ve insanların duygularını sömürerek kendi çıkarlarına taraftar buluyorlar. Türkiye'de bugün en büyük sorun Kemalizm düşmanlarıdır, (teröristler ve yeşil devrimciler) teslimiyetçi, Ab'ci, antilaik, anticumhuriyetçi, takiyeci *********. Onlar birgün gelecek ve çıktıkları ******** geri dönecekler. Taki yeniden uygun ortam bulup halkın içine fesat karıştıracakları güne kadar orada kalacaklar ama malesef insanlık onlardan ebediyen kurtulamıyor bir virüs gibi ilacı görünce kaybolacaklar vücut zayıf düşünce yeniden hortlayacaklar. Ama Allah'a şükür bu virüslerin ilaçlarıda mevcut.
-
hayatı en iyi ne anlatır?
Onarmaya ÇaliŞmak Mi, Yikip Yenİden BaŞlamak Mi? Kumdan bir kale düşünün. Çevresine güzel su kanalları yapmış, hendekler kazmışsınız. Yalnız öyle bir yere inşa etmişsiniz ki kalenizi, dalgalar güçlendikçe önce su kanalları doluyor, sonra heybetli surlarınız tuzlu suyun ellerinde giderek erimeye başlıyor. Sizse elinizde küçük plastik kovanız, sahilden topladığınız kuru kumlarla surları onarmaya çalışıyorsunuz. Yaptığınız yamalar, bir sonraki dalganın darbesiyle çirkin şekiller almaya başlıyor. Küçük plastik kovanızla habire koşturup duruyorsunuz. Kan, ter ve panik içinde!.. O kadar odaklanmışsınız ki "onarmaya", bu yıkımın artık sizin kontrolünüzde olmadığını göremiyorsunuz. Oysa bir dursanız, durup da yukarıdan baksanız kaleye, çamur haline gelmiş surlara ve dalgalara; onarmaya harcadığınız sürede yepyeni bir kale inşa edebileceğini göreceksiniz. Denizin biraz ötesinde, yeni bir başlangıç yapabileceksiniz. Yaşam da birçoğumuz için böyle geçip gidiyor. Katlanamadığımız bir işimiz, sevmediğimiz bir çalışma ortamımız ya da gururumuzu inciten bir yöneticimiz oluyor bazen. "Alışmaya" çalışıyoruz. İncinen yerlerimize her gün küçük yamalar dikiyoruz. Ertesi gün sökülüyor yamalarımız, yara bere içinde, delik deşik, yorgun argın dönüyoruz evlerimize. "İşimi sevmiyorum ama dayanmak zorundayım!" diyoruz. Her şeyi bırakıp düşlerimizin peşinden gitmek, bir lüksmüş, şımarıklıkmış gibi görünüyor gözümüze. Öyle ki utanıyoruz da bazen, gitme düşlerimizden! Parasal anlamda risk alalım ya da almayalım; "Çevrem ne der? Yıllardır çalışıp aldığım teriflerim ne olur?" kaygılarımız, hırslarımızdan ve profesyonel (!) değerlerimizden vazgeçemeyişimiz ve daha birçok neden bile bizi yeni başlangıçlardan alıkoyabiliyor. Aynı durum ilişkiler için de, bitmiş ama süregelen evlilikler için de, hani o hep gidip yerleşmek istediğimiz huzur dolu sahil kasabası için de geçerli; değil mi? Bazen bir şeyi onarmak için, önce tamamen yıkmak gerekmez mi? Hayatınızdaki bazı kumdan kaleler, denize karışmayı çoktan hak etmedi mi? Alıntı.. Bu anlamlı yazıyı bana öm atarak gönderen arkadaşıma teşekkür ediyorum, benim için çok büyük bir anlam ifade ediyor, çünkü biri banainsanların duygularını önemseyenlerin hala var olduğunu gösterdi . O adını vermeyeceğim değerli arkadaşıma bu çiçek.
-
Halk Meclise Akın Etti Vatandaş Giremiyor..
Başka bir aşk istemez, aşkınla çarpar kalbimiz, Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünki biz; Gül ki sen, neşenle gülsün ay, güneş, toprak, deniz, Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünki biz. Bir güneşten bir zamanlar, ay kadar kaldındı dün, Dün biraydın, sislenen boşlukta yıldızsın bugün; Benzin uçmuş bak, ne rüyadır, bu akşam gördüğün? Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünki biz. Beklesin Türkoğlu ‘nun azminde kuvvet bulmayan, Sel durur, yangın söner elbette bir gün Ey Vatan; Süslenir, oynar yarın, dün ağlayıp matem tutan, Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünki biz. KURTULUŞ ARAYIŞLARI: Mondros Ateşkesinden sonra kurulan veya yeniden canlanan parti ve kuruluşları, İstanbul’da kurulan parti ve kurumlar, taşradaki teşekküller olarak ikiye ayırabiliriz.17 I - İstanbul’da Kurulan Parti ve Kurumlar: a ) İstanbul’daki Yurtsever Parti ve Teşeküller : — Vilson Prensipleri Cemiyeti — Osmanlı Hürriyetperver Avam Partisi — Teceddüt Partisi — Millî Ahrar Partisi — Millî Türk Partisi b ) Yurtsever Partiler Arasında İşbirliği Kurmaya Çalışan Topluluklar — Millî Kongre — Vahdet-i Milliye heyeti c ) Bazı yenen devletlerin amaçlarını desteklemeye hazır olan olan parti ve kurumlar18: — İngiliz Muhipler Cemiyeti — Hürriyet ve İtilâf Partisi — Sulh ve Selâmet-i Osmaniye Partisi — Nigehban Cemiyet-i Askeriyesi II - Taşradaki Teşekküller : a ) Düşmanla mücadele amacıyla kurulmuş yurtsever teşekküller : — Trakya - Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi — Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti — İstihlâs-ı Vatan (vatanı kurtarma) Cemiyeti — Trabzon Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti — İzmir’de Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti — Kilikyalılar Cemiyeti — Güney Kafkas Teşkilâtı19 b ) Osmanlılıktan ayrılmak amacını güden ve millî mücadeleye karşı olan teşeküller: 20 — Kürt veya Kürdistan Teali Cemiyeti — Şark-i Karip Çerkezleri Temin-i Hukuk Cemiyeti — Ilay-ı Vatan Cemiyeti — Tarik-i Selâh Cemiyeti — Teali-i İslâm Cemiyeti — Meslekî bünyede olan parti ve cemiyetler Yıl 1919 Mustafa Kemal ve yanındakiler Samsun'dan başattılar bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesini ve ona karşı birleşenlerde Kurtuluş Mücadelecilerini türlü iftiralarla karalamaya ve halkı onlara karşı kışkırtmaya çalışmışlardı. Yıl 2007 Kemalistler oyunu gördüler 14 Nisan'da Ankara'da kavga istemediklerini ama ulusal çıkarlar adına mücadeleye hazır olduklarını. Şimdi onlara saldıranlarla 1919'da Kurtuluş Mücadelecilerine saldıranlar aynı zihniyetin tohumları. Vatanın tarlasına, arazisine ecnebi bayrakları astıranları alkışlayan, Türkün onurunu Avrupa'da pazara çıkaran, Milli bütünlüğü dağıtmaya çalışan, yerin altında ve üstünde bulunan kaynaklarımızı Yahudilere satanlara hayranlık duyan, Cumhuriyet Düşmanları yine sahnede. Bugün ulusalcı sivil topluluklar ve sendikalar dünün müdafacıları ile aynıdır, bağımsızlık mücadelesini yapanlar onlardır. Onları suçlamak için türlü cinayetleri işleyenler bu vebali Ulusalcıların üzerine yıkma gayretindedir ama bu oyunda bozulacak. Şu zihniyete bakın ki bir tarafta, Türkiye Cumhuriyetini toprağı ve rejimiyle savunanlara bu iftiraları atanlar, Kuran üzerine can almaya yemin edenlere, alkış tutuyor, tek kelime etmiyor. Bu sözde dindarlar Amerikanın ve Avrupanın kapısında medet umuyorlar, kendi ideallerini Avrupanın direktifleri ile halka dayatıyorlar, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Nerede kaldı sizin dindarlığınız bre gafiller. Bu mudur islam olmak?
-
FİTNE NEDİR? FİTNECİ KİME DENİR VE GÖREVİNİ NASIL YAPAR?
Bu söylediklerine sen inanıyormusun? Tek bir tane istedin tek bir tane belirttim. Osmanlıda kadınlar orduda bile görev almış buyrun: “Kadın kimliği”nin sağlam zemini dindir Ama önce “Kadın kimliği”ni sağlam bir zemine oturtmak gerekiyor. Kuşkusuz o zemin dindir. İlâhî kitabımız, “kadın”ın, “erkek”le birlikte cennette var edildiğini söylüyor ki, erkeğin birkaç saat, ya da birkaç gün (birkaç ay yahut yıl) önce yaratılmış olmak dışında bir imtiyazı yok… Erkeğin kadından bir süre önce yaratılmış olması ise, asla sorgulanamaz İlâhî bir tercihtir. Bu tercihte belki asıl vurgulanmak istenen, erkeğin kadına ihtiyacıdır. Çünkü Hz. Âdem Cennet’te mutlu olamamış, bir “eş=arkadaş” istemiştir. Başka bir deyişle “kadın”a ihtiyaç duymuştur. Bir bakıma kadınsız bir cennet bile düşünememiştir. Kısacası Hz. Havva (kadın), bir yarım kalmışlığı (erkeğin yarım yamalaklığını) bütünleme isteğinin ürünüdür. Yaratıcı Kudret, böyle murad etmiştir. Öte yandan, İslâm dininin başlangıcında da kadın unsuru en ön saftadır. Peygamberimizden (s.a.v.) sonraki ilk Müslüman, Hz. Hatice’dir. Bu muhteşem kadın, kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü bir dönemde, iş kadını olarak kendini kabul ettirebilmiş, sevdalandığı insana (Efendimize) evlenme teklif edebilecek kadar da cesur ve mert davranabilmiştir. Silahlı ve savaşçı kadın teşkilatı Peygamber-i Âlişan, peygamberlik müjdesini alır almaz akrabalarından herhangi bir erkeğe değil, sadece Hz. Hatice’ye sırrını açmıştır. Onunla bütünlenerek güçlenmiş, moral bulmuş, onun desteği ile peygamberliğini açıklamıştır. Hayatın ve dinin başlangıcında nasıl kadın önderler varsa, ilk Müslüman-Türk unsurların Anadolu’ya girişinde de kadın önderler vardır. Âşık Paşazâde’nin “Bâciyân-ı Rûm” olarak isimlendirdiği bu teşkilât üzerinde ilk kez Alman müsteşrik (oryantalist) Franz Taeschner durmuştur, ancak o günün toplumsal yapısında kadınların böyle bir teşkilât kurmuş olabileceklerine ihtimal vermediği için, Âşık Paşazâde’nin yanıldığını, yahut bir istinsah hatası yaptığını düşünmüştür. Ona göre, Paşazâde, “Hâciyân-ı Rûm” (Anadolu Hacıları) veya “Bahşıyân-ı Rûm” (Anadolu Sihirbazları veya Ruhanîleri) yazacakken, bir istinsah hatası sonucu “Bâcıyân-ı Rûm” yazmıştır. Ancak bunların olabilmesi için, o devirde Anadolu’da “Hacı” olmuş Türkmenlerin “Hacıyân-ı Rum” isimli bir örgüt kurmaları veya eski Türkler’de kendilerine “Bahşı” denilen sihirbazların örgütlenmiş olmaları gerekir. Tabii bu mümkün değildir. Nitekim tarihçi Prof. Fuad Köprülü, Âşık Paşazâde’nin “Bâciyân-ı Rûm” olarak adlandırdığı kadın teşkilâtı hakkında olabildiğince kapsamlı bir çalışma yapmış, bu çalışmanın sonunda Frans Taeschner’in öne sürdüğü iddiaların geçerli olamayacağını hükme bağlamış, “Bâciyan-ı Rûm”un, “Silâhlı ve savaşçı kadınların kurduğu bir teşkilât” olma ihtimalini tarihçinin dikkatine sunmuştur. Ancak Fuad Köprülü bu teşkilâtın mahiyeti ve çalışmaları hakkında çok açık bilgiler vermemektedir. Osmanlı’da komutanlık yapan kadınlar Orhan Gazi zamanında Anadolu’nun birçok yöresinde Türkmenler arasında bulunup gözlem yapmış, özellikle de Türkmen hanımların çeşitli alanlardaki faaliyetlerine şahit olmuş olan meşhur Mağribli gezgin İbn Battuta ise “tarikat” çerçeveli kadın oluşumlarından söz etmektedir. Ayrıca Niğdeli Kadı Ahmed 1340 yılında tamamladığı “el-Veledü’ş-Şefik” adlı eserinde Niğde dolaylarında Taptuklu Türkmen dervişlerin hanımlarının faaliyetlerini kaydetmektedir. Meşhur Süryani tarihçi Malatyalı Ebu’l-Ferec (Gregory) de bir münasebetle bu “Bâciyan-ı Rûm”dan bahsetmiştir. Mevlevî yazar Ahmed Eflâkî de, keza, eserinin bir yerinde Konya’daki bir kadınlar cemaatinden söz etmiştir… Bacılar Teşkilâtı’nın faaliyetlerine dair başka bir bilgiyi “Menâkıb-ı Evhadü’d-din-i Kirmânî”de buluyoruz. Bu görüşe göre, hanımlar arası bu teşkilât, önceleri “Fakiregân” diye de anılıyordu. Ancak teşkilâta mensup olan genç kız ve kadınlar birbirine “Bacı” diye hitap ettikleri için, kadın ve kızların meydana getirdikleri teşkilâta daha yaygın olarak “Bâciyân” (Bacılar) denilmeye başlanmıştır. Şimdiki bilgilerimizle bu tabiri ilk olarak kullanan da Âşık Paşazade’dir. Bendeniz, Kayı Han Aşireti’nin (Osmanlı Devleti’ni kuran aşiret) Anadolu’ya gelişini anlatan “Merhaba Söğüt” (Kültür Bakanlığı Yayınları ve Nesil Yayınları, 0212 551 32 25) isimli kitabımı kaleme alırken, Türkmen kadınlarının, erkeklerin yanı sıra örgütlendiklerini, hattâ “Bey Ana”, “Bacı Bey”, “Gazi Ana” gibi unvanlarla (rütbeler) komutanlık yaptıklarını görmüş, doğrusunu isterseniz, beklemediğim bu durum karşısında hayretler içinde kalmıştım. Bugünkü İslâm dünyasında kadının yerini hatırlarsak, konu daha da ilginç bir hal alıyor. Araplar bunu, kadını aşağılayan eski geleneklerin etkisiyle yapıyorlar diyelim, ya biz neden yapıyoruz? Bizans’ın fethine kadar, sosyal hayatta kadının tartışmasız bir rolü ve aktivitesi var. Ancak bunun Bizans’ın fethiyle birlikte kırıldığını ve kadının git gide kendi içine kapandığını görüyoruz. 1200’lerde kadını, yerine göre derviş, yerine göre savaşçı olarak selamlayan misyon, büyük fetihten sonra çökmeye yüz tutmuş, nihayet 1800’lü yılların sonunda, tıpkı şimdikine benzer yasaklar yürürlüğe girmiştir.
-
DİNE KARŞI DİN
Kuran'da olmayan şey rivayettir, rivayetlerinde güvenilirliği tartışılır. Güvenilirliği tartışılmaz olana itibar etmek Müslüman için daha akıllıcadır. Ayeti değerlendirelim, neye işaret edilmekte, dünyasal sevgiye, onları Allah'tan ve bildirmiş olduklarından (bilgiyi getirenin değerinden ve Allah yolunda ölümü göze almaktan) daha çok sevmenin tebliğe aykırı olduğu ifade ediliyor. Ve peşinden ne deniyor, Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Hadis buyurulanı değerlendirelim, beni herşeyden daha çok sevmedikçe iman etmiş sayılmazsınız. Çelişkiyi farketmiyormusun?
-
Kim dindar kim değil.
Yazdıklarından az çok haberim olmasa, seni ulema sanacağım. Hoşunuza gitmeyen şeyler duyunca din ******i yapıverirsiniz insanları, sonrada başkaları öteki yapıyor öylemi? Senin anladığın anlamda bir din ancak Vatikan'ın uygulamak istediği türde bir dini anlayışa tekabül eder. Malum Rahiplerin ve Rahibelerin yaşamını bilirsin. Adanmışlık. İslam böylemidir? En azından senin anladığın İslam diyelim?
-
Bu Kurt dusmanliginin kaynagi ne?
Dtp halkın seçtiği parti oldu öylemi ve politikalarıda pkk ile birebir örtüşüyor nedense? Peki neden Diyarbakır dışından oy alamaz bu Dtp ve buna rağmen nasıl ayakta kalabilir? Dtp hangi yönetime dahil olmuş? ******** *********? ********** ******** ***** Kürtçeyi merşu ve ikinci resmi dil yapmak derdi ile bölücülük politikalarını yönetenler, dini kullanarak insanları millet/ümmet olarak ikiye bölmek isteyenlerle işbirliği içindedir. Türkiye Cumhuriyetini yıkmak için bu iki kesim elbirliği ile çalışıyor.
-
ADD BİR KADIN ..
Fethullahçıları tanırım, Bir tek ağızdan çıkmışcasına aynı hikaye anlatılır, Fethullahın rejiminde. Atatürk ve kurmuş olduğu sistem onlar için savaşılması gerken sistemdir. Ama neden, çünkü sömürücülerin kuklaları kitleleri en kolay nasıl sömüreceklerini bilir ve hepsini kullanır, Fethullahta malum bir şahıs. Korku politikası yürütüldüğü çok doğru o korkuyu salanlar milleti galeyana getirir aman din elden gidiyor tutun bir yerlerden korkusudur.
-
Kim dindar kim değil.
Sen ara bakalım, belki bulursun bulduğunda haberimiz olsun. İrtica ile saklambaç... İRTİCA var mı, yok mu?.. Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı ve komutanlar "var" diyorlar, Başbakan, TBMM Başkanı ve şürekaları "yok" diyorlar. Ve muhtemelen sizin kafanız karışıyordur. Var mı, yok mu?.. Şüphesiz Cumhurbaşkanı ve komutanlar, Türk istihbarat örgütlerinin en taze ve doğru bilgilerine sahipler. Başbakan da o bilgilere sahip olmasına sahip. Ama o Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin onayladığı BM kararlarını bile yok sayıp, terörist El Kadı’ya kefil olacak kadar taraftır. Var mı, yok mu irtica?.. Pekiii... Cumhurbaşkanı’nın, Genelkurmay Başkanı’nın, komutanların, irtica olmadığı halde, durup dururken "irtica var" diye uydurmaları olası mı? İrticanın Danıştay’ı basıp, türban kararı aldı diye yargıçları kurşuna dizmesi... Başka dinlerin ibadethanelerinin basılıp papazların bıçaklanması ya da öldürülmesi... Çarşamba gibi ülkenin dört bir yanında tarikatların eyaletler kurmaları... Bugün çocukların neredeyse yarısının tarikat kurs ve okullarında eğitim görmeleri... Kentlerin giderek tesettüre bürünmesi... Devlet kadrolarının artık imamlardan oluşması... Meclis Başkanı’nın, Başbakan’ın ve iktidardaki siyasi parti önde gelenlerinin açık ve net biçimde Anayasamızdaki laiklik kavramını beğenmeyip değiştirmek istemeleri... Ama asıl: Son kamuoyu yoklamalarında, Türk toplumunun büyük bir kısmının, iktidarın dümen suyuna kapılarak Batı değerlerinden uzaklaşıp, Arap ve Doğu değerlerine kayması... Say, say bitmez... Tüm bunlar size bir şey ifade etmiyorsa, televizyonlardaki görüntülere, gazetelerdeki fotoğraflara bakamaz mısınız: ABD’den gelen görüntüler, size laik ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin fotoğrafı gibi geliyor mu?.. Yoksa sanki İran ailesi, ABD’deymiş gibi mi?.. Sizce hangisi?.. Yoksa yine de melül melül bakıp soracak mısınız: "İrtica var mı, yok mu?.." Bekir Coşkun
-
Önce Hepimiz Ermeniydik Simdi Hepimiz Hristiyan Olduk
Bir keresinde Bekir Coşkun'un köşe yazısında bir tespitini okumuştum ve çok doğru bulmuştum. Şöyle diyordu; önce insan olamadan, dindar olmaya kalkarsak, insan olamadığımız gibi dindarda olamayız.
-
ADD BİR KADIN ..
Ha, yani senin arzuladığın Fethullah rejimi faili meçhulleri aydınlatacak öyle mi? Yoksa o cinayetlerin bir çoğunun altından o adamın adımı çıkacak? ben ne anlatmışım, sen ne anlatıyorsun?
-
Kim dindar kim değil.
Bunu görmek için 7 yaş üstü zekaya sahip olmak yeterli. Demokrasiden daha iyisini biliyorsanız önerin.
-
Tehlikecinin farkında mısınız ?
Sorduğum hiç birşeye cevap vermedin ve nihayet bütün söyleyeceklerin bitti bu sefer kişisel yoruma geçtin. Arkadaş ben geçtim pek çok şeyi, aştımda sen aşamadıklarını bir düşün, nedir seni bu kadar geren mesele? Sözde ulusalcıdan söz etmek istiyorsan et, sana kim engel oluyor, dini kullanan sahtekarlardan söz etmemizden neden rahatsız oluyorsun? Bunları konuşmazsak onlara göz yummuş olmazmıyız, onların bu dine zarar verdikleri kada hiç kimse vermiyor, ama aşamıyor insanlar işte, onlarla kendilerini özdeşleştirmişler.
-
Kim dindar kim değil.
evet meseleniz anlaşılmıştır, bütün anlatımlarınızın özeti budur. dine dayalı bir devlet yönetimi talebiniz aşikar. yani Fethullah'ın hayalini kurduğu şey.
-
DİNE KARŞI DİN
Sevdiğimiz herkesin doğumgününü kutlarız, adı üstünde sünnet Kuran değildir, ve sünnet Hz. Muhammed'den çok önceden gelen bir gelenek ve şimdi tıpta bunu sağlıklı buluyor. şeytan taşlamakta Hz. İbrahim'den gelen bir gelenek, taşlamazsan dinden çıkmazsın. Bu sadece sembolik birşey. Verdiğin ayeti iyi oku, salat ve selam etmek ne, beni herşeyden çok sevmek ne, sence bunlar birbiriyle çok mu alakalı? Kuran peygamberi sevmeyin demez, Kuran iman edin der, selam ve salat nedir onu öğren bari.
-
NOSTALJİK ŞARKILAR TOPİCİ
tam ona sarılırken gördüm pencereden gülünecek ne vardı gülüyordun ya öperken bu gece seninle olalım canım derken sildim seni o anda kalbimden neydi kopan içimden yıllar zincirimden öldüm sanki yaşarken kaçtım hemen ben o sahneden kendimi buldum ben çalıştığım bu yerde azalır acılarda belki git gide uykusuz her gece, bu soğuk kahvede sabahlarım bazen günlerce rüyalarıma gelme diye uykusuz her gece, yorgun ölesiye unuturmuyum seni yorulsam her gece masada boş bardaklar kirlenmiş tabaklar çoğalıyor önümde bitmesin sabaha kadar yakmıyor elimi artık bu kaynar sular yoruldukça kaybolur acılar
-
Tanışmak istediğiniz ilk 3 kişi
Shakira Albert Einstain Cem Yılmaz
-
£rk£k D£diğin Nasıl Olmalı :) :)
Aşk'ın cinsiyeti yok arkadaşım, aşk diye yollara düşüyoruz bulduğumuzda kaybediyoruz, ya da çok geç kalmış oluyoruz, ama cesaret demişsin onda çok haklısın biz cesaretimizi toplayana, kararımızı verene kadar zaman akıp gidiyor, çok şey değişiyor. Erkekler siz kadınlar kadar cesur değil biz ince hesaplar yaparken kaybetmiş olduklarımızı, siz kadınlar kısa zamanda yeniden inşa edebiliyorsunuz. Akıllıca olanda bu galiba, çünkü hayat çok kısa, saniyelerin bile önemi var hayatta.
-
Bir gün içimden gittin, anladım.
Unutulmuyor, bitmiyor, geçip gitmiyor Her gece olduğundan biraz daha muhtacım sana Kırgınım aslında, kızgınım Hayır sana değil Seni kırıp üzen şu aptallığıma. Ne olursa olsun, Zamanım da mekanım da değişmiyor Hep, her zaman aynı yere çıkıyor yollar; Sana!.. Uzun zaman oldu içimdeki maviler donalı. Kendim seçtim sevdayı tek başıma yaşamayı. Yalnızlığımın sorumluluğunu taşıyacak kadar da yürekli olduğumu düşünür ve söylerdim herkese gururla. Geceler sancı olur işlerdi içime ama yüreğimde yaşattığım sevdamı düşündükçe, içime yayılan sıcaklık alıp götürürdü tüm sancılarımı... Ne kadar zamandır böyleyim, ne kadar zamandır en yakın dostum özlem, hatırlamıyorum. Sanki zaman durdu. Evet özlüyorum ve özlemeyi de seviyorum. Çünkü özlemin içinde aşkım, mutluluğum, umutlarım var. Gidenlerin ardından ağıt yakmamayı öğreneli çok uzun zaman oldu ama sen bambaşkaydın. Kimseyi senin kadar sevmemiştim ki. Seni birine anlatmaya kalksam sözcükler yetmiyor, kelimeler acizleşiyor. Neye benzetsem, hep bir yanın eksik kalıyor... Gülemiyorum artık? En iyi yapabildiğim şeyi kaybettim? Aslında önce seni ve senle birlikte herşeyimi kaybettim. Yanımda yoksun. Olsan sarılırdım sana sıkı sıkı. Bırakmazdım, sıkılır, bağırır çağırırdın ama ben biraz daha fazla sarılırdım sana. Biliyorum benden bağımsızdın, hiç sahip olamadım sana. Olmakta istemedim aslında, çünkü hep yanımda olacaktın... Ya da ben öyle sandım... Dinlediğim her şarkıda, her yağmurda ıslanışımda, dalgaların kayalara çarpışında, her nisanda ve her eylülde, sen yeniden gidiyorsun benden. Ben bu ayrılışların acısını yaşarken, birgün gidebileceklerini düşünerek, kimsenin gelmesine izin vermiyorum… Sana ilk satırlarımı yazdığımda, yine mum ışığı vardı odamda. Soğuk, beyaz bir defterin her şeyi hayale dönüştüren sayfalarında, ilk kez seni yaşamıştım. Şimdi uzun yağmurların ardından yine mum ışığıyla dolu odamda, yine ve hala sana yazıyorum. Çünkü ben her hayal kırıklığım, her duvara çarpışımdan sonra hala sana dönüyorum. Ortasından kopartıldığı için hiçbir zaman sonu gelmeyecek günlerimize dönüp, hala seni arıyorum... Çünkü seni hala ..........
-
...SEN ESTİKÇE BEN TİTRERİM...
Kelebek biraz geç oldu ama güç olmasın doğum günün kutlu olsun. Hayattan ne bekliyorsan o seni bulsun.
-
hayatı en iyi ne anlatır?
Benim hayatım seni sevmekle başladı, seni sevmekle son bulacak. Nereye, kime gidersen git, bende ki seni alamayacaksın... Biliyor musun, yine bu kentin sokaklari ıslak. Bulutlar ağlıyor, bense onlara eşlik ediyorum. Ağladığımı kimseler fark etmiyor. Sırılsıklamım ve en çocuk halimle üşüyorum... Böyle bir yağmurlu gecede çıkıp gelmiştin. O andan sonra yüreğime sakladım, her solukta duyabilmek için seni. Başımız yoktu bizim, sonumuz da olmayacak. Bir anda başladık. Dokunan kadar dokunulanın da sarsıldığı o an boyunca yaşadık seninle aşkın tüm evrelerini; tüm umudunu, şefkatini ve fırtınalarını. Tek bir dokunuşta bir büyük sırrı paylaşarak yaşadik o muhteşem kavuşmayı ve hemen ardından kahreden o ayrılığı. Ben sana yenik düştüm... Sensizlik çok kalabalık geliyor yüreğime; taşıyamıyorum. Öyle birşey ki bu; yağmurlarla birlikte ağlıyorum sana, bana... Yüreğime katıyorum seni katabildiğim kadar. Ruhum bembeyaz perdenin arasından sıyrılıp senin karmakarışık hayalinle dolaşiyor sensiz gecelerimde. O zifiri karanlıkta dualar ediyorum. Kendime bile dilemediğim dileklerle sürüyorum seni aydınlığa. Tükenmiyecektik... Tükenmiyecektim... Boğazım düğüm düğüm. Bu öyle birşey ki; acılarin en kahırlısı. Ve ben kahroluyorum.. Söylesene. Sen benden Vazgeçebildin mi? Oysa derdim ki; benim kırılgandır umutlarım... Biliyorum ki uzağa atarım yakınıma düşersin... Bu kadar yakınıma düşeceğini nerden bilirdim. Ve bil ki çok sevdim seni kisa bir zamanda; bu lanet olasi mesafelere inat...