Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

ekonom

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    18
  • Katılım

  • Son Ziyaret

ekonom tarafından postalanan herşey

  1. ekonom

    MUTLULUK

    Hayatınız boyunca peşinden koştuğunuz, düşlerinizin altında yatan tek gerçek değil midir MUTLULUK?... Hani hedeferiniz vardır; umutlarla süslediğiniz... O hedeflere ulaştığınızda mutlu olacağınızı zannedersiniz. Gerçekte hissetiğinizse kısa süreli, anlık zevklerden başka bir şey değildir. Bugüne kadar neler yaşadığınıza şöyle bir bakın! Acaba hedeflerinizin sizi ulaştırdığı nokta MUTLULUK MU; ne dersiniz? Yeni doğan günle yeniden güzellikleri kucaklamak... Her sabah uyandığınızda, yepyeni bir güne başlamanın sonsuz heyecanını hissedebiliyor musunuz? Geçtiğiniz sokaklara dikkatle bakın! Yemyeşil ağaçların, masmavi gökyüzünün, rengârenk çiçeklerin oluşturduğu o eşsiz armoni size ne fısıldıyor? NE DERSİNİZ; Her geçen gün artan bir mutlulukla, hayatta olduğunuz için şükrediyor musunuz? Anlık zevkleri mutluluk zannedenler! Sizlere sesleniyoruz. MUTLULUK; iç dünyanızda, dış dünyanızda ve Allah ile olan ilişkilerinizde kesintisiz bir sulh ve sükûn halidir. Eğer siz de mutluluğu bulmak istiyorsanız; sözlerimize kulak verin! Sizler için kesintisiz mutluluğun sırrını veriyoruz! ÖLMEDEN ÖNCE ALLAH A ULAŞMAYI DİLEYİN,BÖYLECE ONU SEVDİĞİNİZİ İSPAT EDİN VE ALLAH SİZİ AHİRETTE CENNETİNE ALSIN, BU DÜNYADADA MUTLU KILSIN! Evet! Evet! Yanlış duymadınız. Sizler de mutluluğa doğru bir yelken açmak istiyor musunuz? Mavi gökyüzünde, beyaz bulutların ötesinde bir yerlere gitmek?.. Mutluluk ülkesinin her yanından mutluluk akan insanlarından bir olmayı diliyorsanız eğer; bunun hiç de zor olmadığını bilmenizi istiyoruz. Bu dünyadaki en mutsuz insan olduğunu düşünenler! SİZLERE SESLENİYORUZ. VE SİZ! Anlık zevkleri mutluluk zannedenler! SİZLERE SESLENİYORUZ. Bilin ki; hepiniz mutlu olmak için yaratıldınız. MUTLULUK SİZE ALLAH A ULAŞMAYI DİLEME TALEBİNİZ KADAR YAKIN.
  2. ekonom

    JAPON MODELİ

    JAPON MODELİ Bankacılık alanında, Japonya’nın bir zamanlar yaptığı gibi bir anlayış Türkiye’miz’de niçin daha oluşmadı? Tasarruf mevduatı, sigorta fonu ve BDDK ülkemize neler kaybettirdi? Tasarruf mevduatı, sigorta fonu büyük bir hatadır. Tasarrufun sigortası, tasarrufun kendisinde olmalıdır. %1 faiz indirimiyle (mevduat faizi azaltmakla), bankalar buna iştirak edebilirler. Butün dünyada bugün mevduat sigortası, sigorta şirketleri tarafından tatbik edilmektedir. Büyük bir risk de hiçbir ülkede oluşmamıştır. Bizim ülkemiz bu istikamette hasta bir ülkedir. Ne yazık ki bankacılarımız Japon bankacıları gibi ülkelerine canıgönülden hizmet etmek gibi bir hedefin sahibi değiller. Japon bankaları üretken yatırımlara %5’in üzerinde yatırım yapamayacaklarının sıkıntısı altında olmalarına rağmen, %5’lik yatırımları, çok sayıda finans kurumu gerçekleştirmiş ve üretken yatırımları oluşturmuştur. Ve o üretken yatırımlar bugün bütün dünyaya otomobil satmaktadırlar. Bütün dünyaya bilgisayar parçaları satmaktadırlar. Küçücük bir adada; hiçbir zaman kendisine yetecek gıda maddesi üretemeyen Japonya, Amerika’dan sonra üçüncü büyük ülke durumundadır. Amerika’dan sonraki ikinci ülke artık Japonya değildir, Kızıl Çin onun yerine geçmiş durumdadır. Ama dünya klasmanında Japonya, Almanya’dan evveldir.
  3. ekonom

    FAİZ DIŞI FAZLA

    FAİZ DIŞI FAZLA Ülkenin borçları olmasa, faiz dışı fazla, hiç önemi olmayan bir şeydir. Ama 2003 yılının başında Türkiye'nin gelir dengesinde bir büyük sıkıntı söz konusuydu. Türkiye'nin vergi gelirleri, borçlarının faizini bile ödemeye yetmiyordu. Türkiye bilerek, isteyerek Dünya Bankası ve IMF tarafından bu duruma itilmiştir. IMF'nin de Dünya Bankası'nın da (İlluminatinin iki uzantısı) bir tek hedefi vardı. Türkiye'yi bir sömürge yapmak. Bu sömürge, askeri işgalle gerçekleşen bir sömürge olmayacak, ekonomik işgalle gerçekleşen bir sömürge olacaktı. Ve bir Dünya Bankası uzmanının Türkiye'ye gelip de bir eyalet valisi rolünü üstlenmesi, illuminatinin bir tuzağı idi. Faiz dışı fazla, ülkenin faiz borçları yüzünden düşürüldüğü korkunç bir tuzaktır. Türkiye, hala birtakım sebepler dolayısıyla ciddi sağlam adımlar atamıyor. Mesela, Türkiye'nin denk bir bütçe yapması şu anda mümkün değildir. Öyle bir kuvvet ağırlığı var ki, o ağırlığın olduğu taraf masraflarını kesinlikle kısmıyor. Sevgili kardeşlerim, burada büyük problemler var. Türkiye yorganını ayağına göre uzatamıyor. Yorgan her zaman kısa kalmaya mahkum; bütçe açıkları sebebiyle... Ülke, faiz dışı fazlaya ulaşmış. Zaten o minvalde çalışıyor. Türkiye'nin gelirlerinden faizler çıktıktan sonra kalan fazla %6,5'tan daha fazlaysa, devletin problemi yok, demeye getiriliyor, Dünya Bankasıda IMF de. Aslında bu bir iflas tablosudur. Türkiye bütçesi, vergileriyle ve diğer gelirleriyle hem masraflarını karşılayabilmelidir hem de bütün borçlarının faizlerini ödeyebilmelidir. Açık vermeyen bir bütçeyle bu mümkündür. Ve şu anda buna imkan yoktur.
  4. ekonom

    ÜRETKEN YATIRIMLAR

    URETKEN YATIRIMLAR Üretken yatırımlar olsa ne olur? Üretken yatırımlar eğer artarsa farklı bir dizayn oluşacaktır. Devletin gelirleri artacak, ekonomi hareketlenecektir. Paranın devir hızı yükselecektir. Bu, daha fazla üretim, daha fazla istihdam, daha fazla tüketim demektir. Ve Türkiye'nin yükselmesi buna bağlıdır. 2,5 milyon insanı iş sahibi kılarsak meseleyi çözmüş olacak mıyız? Hayır, olmayacağız. Devletin sırtındaki 2/3 fazlayı da özel sektörün çekeceği bir ortam vücuda getirmemiz lazımdır. Bu da sadece bir tek şeyle olur: Üretken yatırımlar... Üretken yatırımlar yeni istihdam demektir. Hem 2,5 milyon işsizin işe alınması hem de bu insanların gelir seviyesi sebebiyle harcamayı (talebi) yükseltmesidir. Her yeni üretken yatırım, üretimiyle katmadeğer oluşturacaktır.
  5. “Allah bizi mutlu olmamız için yaratsaydı, bizi her şeyden zevk alacak bir yapıda yaratmaz mıydı?” Böyle düşünen insanlar mutluluk ile zevkleri birbirine karıştırıyorlar. Bu insanlar mutluluğu yemek yemekte, farz olan orucu ya da namazı kılmamakta (madem mutlu olmamız isteniyor), mutluluğu müzik dinlemekte, Allah’ın bize imtahan olarak verdiği evlatlarımızda, mutluluğu sağlıkta, hiç hasta olmamakta, mutluluğu güzel giysilerde ve rahat yataklarda arıyorlar! Halbuki bunlar mutluluk değil sadece dünyanın geçici zevkleridir! Mutluluğun gerçek tanımını yapmak gerekirse mutluluk devamlı bir vetiredir... Devamlı huzur halidir, etrafınızdakı insanlarla sorunlarınızın, iç çekişmelerinizin bitmesi halidir. Eğer mutluluk devamlı bir vetire ise sizin mutluluğu geçici zevklerde aramanız doğru mudur sizce? Evet, herkes cenneti diler... Ahiret ve dünya mutluluğun sonucu cennettir! Allah’ın bize mukafatıdır! Bu zevkleri istemekle mutlu olamazsınız, cennete de gidemezsiniz. İstemeniz gereken şey Allah’a ulaşmayı dilemektir. Zaten Allah’a ulaşmayı dilediğiniz anda, Allah mutluluğun sırlarını size gösterecektir. Siz mutlu olmanın standartlarını bilmiyorsunuz! Gelin beraberce mutluluğun ne oldugunu, Kur’an-ı Kerim işiğinda öğrenelim... Allah’ın bütün insanları ulaştırmak istediği yegane hedef mutluluktur. İnsan, dünya mutluluğuna ve cennet mutluluğun programlanmış bir varlıktır. Hanif fıtratı bu demektir. İnsanın kendisine düşen görevleri yapması halinde Allah’a açılan bütün kapıların açılacağı, kapalı olan, Allah’a açılan açılması gereken bütün kapıların açılacağı, şeytanın kapılarının ise kapanacağı bir sonuca kişiyi ulaştırmak. Ve kişiyi iç dünyasında, dış dünyasında ve Allah ile olan ilişkilerinde mutlak bir saadete ulaştırmak. Kesintisiz bir sulh ve sukûn hali. İşte Allah’ın dîninden murad budur. Dîn niçin vardır? Dîn, bütün insanları Allah’ın mutluluğa ulaştırması için bir temel öğretidir. Dîn, insanları mutluluğa ulaştırabilecek olan yegane vasıtadır. İkinci bir vasıta yok sevgili kardeşlerim. Bu şümullü, geniş kapsamlı mutluluk müessesesi sizin herşeyinizle alakalıdır. Ruhunuzla, vechinizle, nefsinizle, aklınızla, iradenizle, herşeyinizle alakalıdır. Herşeyden evvel şunu unutmamalıyız; hepimiz sadece birer mahlûkuz, yaratığız o kadar. Evvela ne olduğumuzu bilelim ve yerine oturalım. Sadece, Allah tarafından yaratılan birer mahlûkuz, yaratığız. Sahibimiz, O; bizi yaratan. Neden bu Allah’a inanmayanlara o kadar çok acırım biliyor musunuz? Onlar Allah’a inanmıyorlar. Kendilerinin nelerin sahibi olduğundan haberleri yok. Bir kalpleri olduğunu, kalplerinde ekinnet olduğunu, idraki önleyen bir müessese olduğunu bilmiyorlar. Gözlerinin, görmedikleri bir perdeyle perdeli olduklarını bilmiyorlar. Kulaklarının vakra adlı bir engelle, Allah’a ait olan şeyleri duymaktan men edildiğini bilmiyorlar. Ve Allah’a ulaşmayı dilemedikçe, bu kapalı kapılardan hiçbirisi açılmaz.Kur’ani kerim Allah’in ogretsidir. Allah’ın öğretisi olan kur’ani kerim şeytanın öğretisinin bir boş öğreti olduğunu, insanın yapısına ne kadar aykırı olduğu gerçeğini insanlara öğretmek üzere Allahû Tealâ tarafından indirilmiştir. Öyleyse Allah’ın öğretisine dikkatle bakın ki; bütün insanların gözleri kördür, kulakları sağırdır, kalpleri idraksizdir. Evvela uzevlar uzerindeki engelleri Allah Araf suresinin 179. ayeti kerimesinde acikliyor. 7/Araf-179 Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne). Ve andolsun ki; cehennemi insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri (idrak hassaları) vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir. Allah’u Teala Peygember Efendimize şöyle hitap ediyor; 17/Isra-45 Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti hicâben mestûrâ(mestûren). Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, görmelerini engelleyen bir perde koyduk). 17/Isra-46 Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren). O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine (idrak etmeyi engellemek için) ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman, nefretle arkalarına döndüler. Kur’andaki İslamin üç temel saç ayağı üzerine oturtulduğunu bilmemiz lazım; 1- Vahdaniyet (Allah’a dünya hayatında ruhen ulaşmayı dileme) 2- Tevhid, fırkalara ayrılmama (Allah’ın tayin ettiği mürşide tabi olma, mürşid önünde tövbe) 3- Teslimler (ruhun,vechin,nefsin ve iradenin sahibi olan Allah’a teslimi icin zikir) Isra-46 da Allah’u Teala sen Rabbini vahid olarak zikretiğin zaman, onları Allah’a davet ettiğin yani Allah’a ruhen ulaşmayı dilemelerine çağırdığın zaman senden nefretle kaçtıklarını görürsün. 30/Rum-52 Fe inneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev mudbirîn(mudbirîne). Şimdi sen, ölülere (söz) duyuramazsın ve arkalarını dönüp giden sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. 30/Rum-53 Ve mâ ente bi hâdil umyi an dalâletihim, in tusmiu illâ men yu’minu bi âyâtinâ fe hum muslimûn(muslimûne). Sen, körleri dalâletten (kurtarıp) hidayete erdiremezsin. Sen ancak âyetlerimize inananlara işittirebilirsin. Onlar ise Bize teslim olanlardır. Gözlerdeki hicaben mesture, kulaklardaki vakra ve kalperindeki ekinnet sebebi ile kör, sağır ve dilsizdirler.Uzuvlar üzerindeki bu engellerin varlığı sebebi ile onlar ölüdür buyuruyor. Bu ölü olan insanların kulakları, kalbleri üzerinde mühür, basar hasaları üzerindede gısavet adlı engeller var. 2/BAKARA-6: “İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu'minûn(yu'minûne).” Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de, etmesen de (onlar için) eşittir (birdir). Îmân etmezler 2/BAKARA-8: “ Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem'ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve le hum azâbun azîm(azîmun).” Allah onların kalpleri üzerine (kalplerindeki rahmet kapısının üzerine) ve (kalplerindeki) işitme (sem'î) hassasının üzerine mühür vurdu (mühürledi). (Ve kalplerindeki) görme (basar) hassasının üzerine GIŞAVET (adlı) bir perde (çekti). Onlar için azîm (büyük) bir azap (var).. 45/CASIYE-23: “ E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).” Hevalarını (nefslerini) kendilerine ilâh edinenleri görmedin mi (habibim)? Allah, onları bir ilim üzere dalâlette bırakır. Onların kalplerindeki sem’î (işitme) hassasını ve kalplerini (kalpteki idrak hassasını) mühürler ve onların kalplerindeki basar (görme) hassasının üzerine gışavet (isimli bir perde) çeker. Öyleyse (artık) Allah’tan sonra kim bu kişiyi hidayete erdirebilir? Hâlâ düşünmez misiniz? Ne zamana kadar? Ne zamana kadar bu insanlar ölüdür? Çünkü Allahû Tealâ bunlara “ölüler” diyor. Allah’a ulaşmayı diledikleri noktaya kadar bu insanlar ölüdürler. 10/YUNUS-7: “İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme’ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).” Muhakkak ki; onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır. 10/YUNUS-8: “ Ulâike me’vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne)” İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir). 12/YUSUF-53: “ Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).” Ve ben nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam) çünkü nefs mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin rahim esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim mağfiret eden (günahları sevaba çevirendir), rahîm (rahmet nurunu gönderen, rahmetiyle nefsleri tezkiye ve tasfiye eden)dir. Ve Allah’ın rahim esması, onlar üzerinde tesir icra etmez. Öyleyse insanlar var; Allah’ın rahim esması üzerlerinde tesir icra ediyor. İnsanlar var; sadece Allah’ın Rahmân esmasıyla yaşıyorlar ömürleri boyunca. Allah’ın Rahmân esması herkesindir. İnsanlar Allah’ın sofrasından yerler, içerler, onun havasını teneffüs ederler. O onları dünyaya getirmiştir ve mutlu olsunlar diye dünyaya getirmiştir. Onlar ise mutsuzluğu seçmişlerdir. Seçerler. Onlar ise cehennemi seçmişlerdir Onu da seçebilirler. Eğer biz insansak, bizi O yaratmışsa, o zaman, yarattığı insanı niçin yarattığını merak etmeyecek miyiz? İlk adım, gözün açılması. Bu, araştırmanın neticesine bağlı. Eğer araştırmazsak, o zaman hakikati bilemeyiz. Zanna tâbî oluruz. Zan ise hak değildir. 53/NECM-27: “İnnellezîne lâ yu’minûne bil âhireti le yusemmûnel melâikete tesmiyetel unsâ” Gerçek şu ki; ahirete îmân etmeyenler, melekleri dişi isimlerle isimlendiriyorlar 53/NECM-28: “ Ve mâ lehum bihî min ilm(ilmin), in yettebiûne illez zann(zanne), ve innez zanne lâ yugnî minel hakkı şey'â(şey’en)” Onların bu sözler hakkında hiçbir bilgileri yok. Onlar, sadece zanna ittiba ederler. Muhakkak ki; zan, hakkı bilmek mecburiyetinden hariç tutamaz (müstağni kılamaz). 53/NECM-29: “ Fe a'rıd an men tevellâ an zikrinâ ve lem yurid illel hayâted dunyâ” Bizim zikrimizden yüz çeviren ve dünya hayatından başka birşey istemeyen kişiden yüz çevir 53/NECM-30: “ Zâlike mebleguhum minel ilm(ilmi), inne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bi menihtedâ.” İşte onların ilimden yana ulaşabildikleri (son sınır) budur. Şüphesiz, senin Rabbin, Kendi yolundan sapanı en iyi bilen O'dur ve hidayet bulanı da en iyi bilen O'dur Bu ayetler bize ispat ediyorki Allah’a ulaşmayı dilemeyen dünya hayatını dileyen kişiler zanna tabi oluyorlar. Zan ise hakikati içermez. Öyleyse bizim düşündüklerimize,,zanlarimiza Allah’ın söyledikleri, hakikatleri uymayabilir. Ama hepsini reddetmeden önce, incelemek mecburiyetinde değil miyiz? Ancak incelediğimiz zaman Allah’ı sevmeye başlarız. Allah’tan hoşlanırız, birinci safha. Allah’ı sevmeye başlarız, ikinci safha. Allah’a aşık oluruz, üçüncü safha ve Allah’a hayran oluruz, dördüncü safha. Görüyor musunuz sevgili kardeşlerim, yaratık yaradanına karşı başlangıçta hiçbir şey duymuyor? Duymaması için bütün şartlar hazır; gözleri kör, kulakları sağır, kalbi dilsiz, kalbi idraksiz. Öyleyse Allahû Tealâ niçin yaratmış biz insanları? Öyle idraksiz bir şekilde yaşayalım diye mi? Yoksa, “bu yaradılışın bir sebebi olmalı. Birtakım insanlar bazı laflar ediyorlar.yuzlerce tarikat,yuzlerce mursit var piyasada hepsi kendi reklamini yapiyorlar diye bir şeyler söylüyorlar. Acaba ne söylüyorlar” diye merak etmeyecek miyiz? ONLARIN ARASINDA BİR SÜRÜ SAHTEKAR VAR, O ALLAH’TAN BAHSEDENLER ARASINDA TAMAM. AMA SAHTEKARLARIN ARASINDA, ALLAH’IN GERCEK DOSTLARI(EVLIYALARI DA VAR. İnceleyin. İnsanlar, sonunda mutlaka hedeflerine ulaşacaklardır. Doğruyu öğreneceklerdir. O zaman Allah’a ulaşmayı dileyeceklerdir. 29/ANKEBUT-5: “Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).” Kim Allah’a mülâki olmayı, (ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı) dilerse, Allah’ın tayin ettiği o gün mutlaka gelecektir. Allah işitir ve bilir. Ve gözlerinin açıldığını ve görmeye başladığını, kulaklarının açıldığını; işitmeye başladığını, kalbindeki ekinnetin alınıp, yerine ihbat konulması sebebiyle, irşad makamının söylediklerini idrak etmeye başladığını görecekler. 22/HAC-54 Ve li ya’lemellezîne ûtul ılme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin). Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, resûlün, nebînin) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, ona îmân etmeleri, onların kalplerinin onu, (Allah’ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm’e hidayet edendir. 2/BAKARA-45 Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne). (Allah'tan) sabırla ve namazla yardım (istiane) isteyin. Fakat muhakkak ki bu (HACET NAMAZI ile kişiyi Allah'a ulaştıran MÜRŞİD'i sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir. 2/BAKARA-46 Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne). O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarını ve (sonunda ölümle) mutlaka O'na döneceklerini bilirler. (Yakîn derecesinde inanırlar.) Allah’a ulaşmayı dileyen uzuvlar ve hasalar üzerindeki engellerin alındığı bu insanların önünde, o güne kadar hiç hissetmediği bir yeni boyut açılacaktır. Bir ufuk; Allah’ın ufku. Ve o zaman o kişi, her gün biraz daha şükredecektir, hamd edecektir Allahû Tealâ’ya. Onu, “dünya” adı verilen bu gezegende dünyaya getirip, hayat verdiği için. Öğrendikçe, Allah’a karşı sevgisi, tutkusu ve neticede hayranlığı artacaktır. Düşünebiliyor musunuz? Bir insanın, bir tek hücresinde 23 çift kromozom var. 23 çift kromozomun her biri, DNA sarmalları taşıyor ve bir insanda tam yetmiş trilyon hücre var. Bu hücre yapısı içinde o kadar küçük bir âlemde, Allahû Tealâ öyle bir sonsuz yaratım muhtevası oluşturmuş ki; aslında her insan bir kâinattır. Hücreniz atomlardan oluşmuştur. Atomlar elektron ve karşıt elektronların oluşturduğu proton, nötron ve çevre elektronlarından oluşmuştur. Ve dizaynında “uzay” vardır. Tıpkı makroâlemde güneş sistemleri gibi, mikroâlemde de atomlar söz konusudur. Hünnes ve Künnes kanunlarına göre çalışan bu sistemlere dikkatle bakın. 81/TEKVİR-15 Fe lâ uksimu bil hunnes(hunnesi). Artık hayır; yemin ederim (gündüz) sinip (gece) dönen (gezegen)lere. 81/TEKVIR-16 El cevâril kunnes(kunnesi). Bir akış içinde yerini alanlara. Mikroâlem ile makroâlemin arasında bir fark göremeyeceksiniz. Aynı kudret elinin, mikroâlemi de makroâlemi de yarattığını göreceksiniz. Hayranlığınız artacak. İşte o yaratıcı, herşeyinizle sizi yaratmış. 2 tane yarım hücre bir bütünü oluşturuyor ve hücreden yetmiş trilyon hücre vücuda geliyor. Ve herşeyinizle kâinattaki en üstün varlık oluyorsunuz; insan. Allah’ı idrak etmek yetkisinin en üstünü ve “mutluluk” adlı simgenin en üst seviyedeki varisi; insan. Mirasçısınız. Mutluluğun mirasçısısınız. Kâinatın mirasçısısınız. Bu içinde yaşamakta olduğumuz dünyanın, arzın mirasçısısınız. O’nun yaratığı olmaktan, bir gün gurur duyacaksınız. İnsan olarak yaratıldığınız için, Allah’a sonsuz hamd ve şükredeceksiniz. Düşünün ki; sizi karşılıksız yarattı. Biliyor musunuz sevgili kardeşlerim, hepiniz bir hazinesiniz. Hepiniz trilyardersiniz. Şu gören gözlerinizle, işiten kulaklarınızla, çalışan bütün uzuvlarınızla siz bir hazinesiniz. Ne demek istiyorum? Bu hazineden mahrum olan insanların, size bedavadan verilen bu görme hassasının, işitme hassasının, düşünme hassasının, her türlü organınızın çalışma standartlarının sahibi olmayan insanları düşünün. Onlar, o size şu anda bedava verilip de, çalışmakta olan o sistemlerden, kendilerinde olmayana sahip olmak için, ellerindeki bütün serveti verebilirler. O servetlerin hepsinin sahibisiniz. Çünkü sizde onların hepsi var. Burada Allah’a ne kadar şükretmemiz gerektiğini vurgulamak istiyorum. Mutlu olmak için yaratıldınız ve Allahû Tealâ sizden ve hepinizden, sizin mutlu olmanızın dışında hiçbir şey istemiyor. Hemen bir kısmınız diyeceksiniz ki: “İyi de Allahû Tealâ, namaz kılmamızı emretmiş. Oruç tutmamızı emretmiş. Zikir yapmamızı emretmiş. Bir sürü angaryalar. Hepsini yüklemiş üstümüze.” Onlar mı? Onlar angarya değil sevgili kardeşlerim. Onları yaşayabilecek seviyeye geldiğiniz zaman, her birinin doyulmaz zevkler olduğunu yaşayacaksınız. Bir namaz kıldığınız zaman, bütün evrenin karşınızda gözleriniz kapalı olduğu halde, perde perde açıldığını gördüğünüz zaman, Allah’a ne kadar çok şükredeceksiniz biliyor musunuz? Bir gün, kâinatı yaratanı göreceksiniz. Hayır, bu baş gözlerinizle değil. Kalbinizdeki gözünüzle. O zaman Allahû Tealâ’ya ne kadar hamd edeceksiniz, şükredeceksiniz biliyor musunuz? Sizi ona layık gördüğü için. O size bunları niçin karşılıksız verdi? Sadece sizi mutlu etmek için yaratıyor ve “mutlu ol” diyor. “Sen mutluluğun ne olduğunu bilmezsin. Ama benim öğrettiğim kişiler var. Onlardan öğreneceksin.” diyor 21/ENBİYA-7 Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne). Ve senden önce, vahyettiğimiz rical (erkekler) den başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun. Allahû Tealâ. Böyle dediği için de, O’na gücenmeyin sakın. Bunu, sizin güzelliklere ulaşmanız için yapıyor. Sadece tek bir hedefi var; hepinizin mutlaka saadete ulaşmasını istiyor. Muradı ne? Muradı, bütün kullarının sulh ve sukûn içinde bir saadeti yaşamaları. Şu kısacık, 50-60 senelik, diyelim 100 senelik bir dünya hayatından sonra, kıyâmetten sonra sonsuz bir cennet hayatı yaşamasını da istiyor. Herkesin cennete girmesini o kadar kolay şartlara bağlamış ki; insan olarak yaratılmanızın size ne kadar büyük bir torpil olduğunu o zaman anlıyorsunuz. Sevgili kardeşlerim bir tek dilek; Allah’a ulaşmayı dilemek, mutlaka cennet. Ne karşılığı? Bir dilek karşılığı; Allah’a ulaşmayı dilemek. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, mutlaka Allah’ın cennetine giriyor. Hem de üçüncü kat cennete kadar, karşılıksız Allahû Tealâ onu ulaştırmayı garanti etmiş. Sevgili kardeşim, sevmeyen yapar mı bunu? Düşünebiliyor musunuz? Şu dünya üzerinde yarattığı ne varsa, hepsini sizin için yaratmış. 45/CASİYE-13: Ve sehhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh(minhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne). O’dur ki, O yüce Allah’tır ki; bütün göklerde ve bütün arzlarda (hayat olan âlemlerde yarattığı) herşeyi katından sizlerin (insanların) emrine musahhar kıldı. Muhakkak ki; bunda, düşünen bir kavim için âyetler vardır. Ne yapmış? Her seyi emrimize vermiş. “Yarattım” diyor. “Hepsi sizin. Sizin için yarattım” diyor. Yerleriyle, gökleriyle bir kâinatı, herkesin hayata getirildiği yerdeki, o gezegenlerin hepsini, biz insanlar için yaratmış ve yaratmakla kalmamış, emrimize vermiş. Kimlerin emrinde? Emre almayı liyakatle sürdürebilecek olan kişilerin emrinde. Öyleyse o liyakati kazanmanıza bağlı. Sadece bu dünya değil, kâinat sizin. Her gece kâinatın dilediğiniz noktasına gidebilirsiniz. Allah herşeye kaadirdir. Bu yetkiyi size verdiği gün, başka bir mutluluğu yaşayacaksınız. Göreceksiniz ki; fizik bedeniniz, siz ondan ayrıldığınız zaman, uykuya giriyor. Ama siz o anda, onun içinde değilsiniz. Sonsuz bir kâinat önünüzde açık. Kaybolma ihtimaliniz de yok. Nereye giderseniz gidin. Sonsuz mesafeler, bir hiçtir. Neyi düşünürseniz düşünün. Onunla, Allah ile olan ilişkilerinizde, herşey sizin emrinize verilmiş. Siz insansınız. Onların hepsine layıksınız. Öyleyse bu layık olmanız nihai bir liyakattir. Yani her kademenin sonunda elde edeceğiniz hedeflere liyakat kespedeceksiniz. Onların hepsinin potansiyel liyakati, sizde mevcut. Ama onları sırayla kuvveden fiile çıkaramadıkça, ne ruhunuzu ne fizik vücudunuzu, ne nefsinizi, ne iradenizi Allah’a teslim edemezsiniz. Edemezseniz, daha üst, daha üst, daha üst seviye mutlulukları yaşayamazsınız. İlkel bir saadeti yaşarsınız. Oysa biz size diyoruz ki: “Siz bir insansınız. Öyleyse mutlulukların en üstününü yaşamaya ehil olarak yaratıldınız.” Çünkü hepiniz hanif fıtratıyla yaratıldınız. Bu demektir ki; siz dört teslimi de gerçekleştirebilirsiniz. Ruhunuzun, vechinizin, nefsinizin, iradenizin Allah’a teslimi. Allah’ın iradesine bağlanmak ve böylece sadece doğrulardan hareket etmeyi başarabilmek. Allah’ın iradesiyle, sonsuz mutlulukları yaşamak. 14 asir evvel asri saadeti yasayan sahabe, bu dort teslimi gerceklestirerek ,asri saadete ulastilar.Iste sahabenin hepsi evela Allah’a ulasmayi diledikten sonra AHSEN OLAN Peygember efendimize tabi olarak ,ruhlarini Allah’a teslim edip hidayete erdiklerini Allah Zummer suresinin 17,18. ayeti keerimesinde soyle acikliyor 39/ZÜMER-17 Vellezînectenebût tâgûte en ya'budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ibâd(ibâdi). Onlar ki; şeytana kul olmaktan içtinab ederler (kaçınırlar) ve Allah’a yönelirler. Onlara müjdeler vardır. Kullarımı müjdele. 39/ZÜMER-18 Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi). Onlar (sahâbe), sözleri işitirler ve onların (sözlerin) ahsen olanına (Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından söylenilenine) tâbî olurlar. İşte onlar, hidayete erenlerdir (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıranlardır). Ve onlar, ulûl'elbabtır (daimî zikrin sahipleridir). Sahabenin hepsi fizik bedenlerinide Allah’a teslim etmişlerdir. 3/AL-I IMRAN-20 : “Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).” Eğer seninle tartışmaya kalkarlarsa, o zaman de ki: “Ben ve bana tâbî olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah’a teslim ettik.” O kitap verilenlere ve ÜMMÎ’lere de ki: “Siz de (fizik vücudunuzu Allah’a) teslim ettiniz mi?” Eğer teslim ettilerse o zaman (onlar) andolsun ki; hidayete ermişlerdir. Eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen (görev) ancak tebliğdir. Allah kullarını BASÎR’dir (görendir). Sahabenin hepsi nefslerinide Allah’a teslim etmişlerdir. 98/BEYYINE-5: “Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).” Onlar emrolunmadılar. Sadece hanifler olarak, Allah için dînde halis (nefslerini halis kılmış) kullar olmakla emrolundular. Ve namaz kılmakla ve zekât vermekle emrolundular. İşte kayyum olan dîn budur. Ve sahabenin hepsi iradelerinide Allah’a teslim etmişler. 2/BAKARA-136: “Kûlû âmennâ billâhi ve mâ unzile ileynâ ve mâ unzile ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya'kûbe vel esbâtı ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ ve mâ ûtiyen nebiyyûne min rabbihim, lâ nuferriku beyne ehadin minhum ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne).” Deyin ki: "Biz Allah'a, bize indirilenlere, İbrâhîm'e İsmail'e, İshak'a, Yâkub ve torunlarına indirilenlere, Musa ve İsa'ya verilenlere ve (diğer) nebîlere, Rab'leri (tarafı)ndan verilenlere (sahife, kitap ve vahiylere) îmân ettik. Onların arasında hiçbir ayırım yapmayız (fark gözetmeyiz), zaten biz, O'na teslim olanlarız. Sevgili kardeşlerim, bu dort teslimi yani ruhu, fizik bedeni, nefsi, iradeyi Allah’a teslim ettiginiz zaman Allah size kucak kucak mutluluk sunuyor Allahû Tealâ. Yeter ki; siz yaşamak isteyin bu saadeti. Peki bu kadar kolaysa, neden insanlar yaşayamıyor? İşte problemimiz de, o. Onun için bu mutluluk sohbetini yapıyoruz size. Evvela bu mutluluğa engel olan bir nefsiniz var. Nefsiniz, baştan aşağıya afetlerle dolu. 1-kin ve nefret, 2-kufur, 3-yalan, 4-haksızlık ve zulum, 5-hased ve dusmanlik, 6-cehalet, 7-cimrilik , 8-ofke, 9-isyan, 10-sabırsızlık, 11-kibir ve gurur, 12-hırs ve şehvet, 13- nankörlük, 14-zan, 15- dedikodu, 16- iptilalar, 17- vefasızlık 18- mürailik, 19- fitne ve fesat. Böyle bir dizaynda ne olur diyeceksiniz? Bunlar varsa, bana ne. Sevgili kardeşlerim, durun bakalım. Biliyor musunuz nefsinizin afetlerinin özelliklerini? Nefsinizin afetleri, sizi mutlu kılmak için Allah’ın verdiği hiçbir emre itaat etmek istemez. Onların hepsini asla yapmak istemez, hiçbirini yerine getirmek istemez. Yetmez, Allah neyi yasak etmiş ise onları da mutlaka yapmak ister nefsinizin afetleri. Ve nefsiniz %100 afetlerle doludur. 100 ünite diyelim afet. Nefsiniz bu tarafta. Bu tarafta ise yüz ünite haslet. Yani %100’ü ifade etmek için 100 ünite diyorum. %100 hasletle ruhunuz yaratılmış. Onun özellikleri, Allah’ın bütün emirlerine mutlak itaat etmek, mutlaka gerçekleştirmek bütün emirleri. Hedefleri bu. Allah neyi yasak etmiş ise asla işlememek. İşte ruhunuzun hasletleri bu standartlar içinde. Öyleyse şunu hesaba katacaksınız. Ne zaman Allah’ın emrini yerine getirmiyorsanız, ne zaman Allah’ın yasak ettiği bir fiili işliyorsanız, arkasından Allahû Tealâ size azap eder. Üzerinizde azap bırakır. Ne zaman Allahû Tealâ’nın emirlerini yerine getirmiyorsanız veya yasak ettiği bir fiili işliyorsanız, siz o anda şeytanın emrindesiniz. Hiçbir zaman fark edemezsiniz şeytanın emrinde olduğunuzu. Bu kurnaz yaratık, korkunç bir zekaya maliktir ve sizin iç sesinizi taklit ederek, kendi negatif emellerini sizin düşüncenizmiş gibi, size empoze etmeye çalışır ve çoğunlukla ona itaat edersiniz. Çünkü nefsinizin afetleri de zaten tam şeytanın düşündüklerini ister. Allah’ın emrettiklerini yapmak istemezler. Yasak ettiği fiilleri ise işlemek isterler. Öyleyse şeytanın ekmeğine nefsinizin afetleri yağ sürüyor. Unutmayın ne zaman bir emri çiğnerseniz, madde 1. Ne zaman bir yasağa riayet etmezseniz, madde 2, Allah mutlaka size azap eder. Belki de bana diyeceksiniz ki: “İşte görüyor musun? Allah bize azap ediyor.” Acaba neden azap ediyor? Doğruları öğrenesiniz de onları yaşayasınız ve her hareketinizden sonra, size huzur ve mutluluk ulaştırsın diye. Bu, sizin elinizde. O noktaya ulaşabilirsiniz kolayca. Allahû Tealâ yolun yarısından fazlasını, hatta dörtte üçünü garanti etmiş. Dörtte üç noktasına kadar, sizi kendisinin liderliğinde hedeflerinize ulaştıracağına dair yemin vermiş. Allah’ın ahdi var: “Kim bana ulaşmayı dilerse, ben onu kendime ulaştırırım.” (Ankebut-5). Ve % 151 Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasakların hiçbirini işlemeyen bir hüviyet kazanacak iç dünyanız. Ve bunun birinci %100’ü ruhunuzun hasretleri. Allah’ın bütün emirlerini yerine getiriyor. Yasak ettiği fiilleri asla işlemiyor. Nefsinizin afetlerinin de % 51’i yok olmuş. İkinci %100’ün %51’i, Allah’ın bütün emirlerini gene yerine getirip, yasak ettiği fiilleri işlemiyor. Öyleyse ruhunuzda bir %100 var. Nefsinizde de bir %51 var. 200’de 151 Allah’ın istikametinde çalışmaya başlamış. Öyleyse ne kalmış geriye? 200’de 49. 200’de 50 deseniz, %25’i ifade eder. Sevgili kardeşlerim, ALLAH sizi oraya ulaştırmakta kararlı. Bir tek talebiniz üzerine, sizi üçüncü kat cennetin sahibi yapmaya hazır. Ve nefsinizin afetlerinin de %51’ini alarak, sizin iç dünyanızda %75’lik bir sulh ve sukûnu oluşturmak için ALLAH hazır. Ama şeytan da hazır. O da, sizin mutsuz olmanız için herşeyi yapar. Bütün gayretiyle sizi mutsuz etmek için her nevi hileyi, vesveseyi yapar. Unutmayın, başlangıçta hepinize dediklerini yaptırabilir. Çünkü arkasında, nefsinizin afetlerini, taleplerini çok iyi kullanma yeteneği var. Yetmez. Zaten nefsinizin afetlerininkiler, şeytanın talepleriyle aynı talepler. 24/NUR-21: “Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).” Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir). Ve neyi yaptırırsa, hep nefsinizin afetlerine kumanda etmek suretiyle yaptırır. Onlara tesir etmek suretiyle yaptırır. Tesir etmesi de, söylediğimiz gibi hiç de zor değil. Çünkü zaten nefsiniz öyle yapmak istiyor. Ona göre yaratılmış. Ona göre programlanmış. Ruhunuz ise, Allah’iin emirlerini yerine getirmek, şeytanın hiçbir talebini yerine getirmemek üzere yaratılmış. 17/ISA-85: “Ve yes’elûneke anir rûh(rûhı), kulir rûhu min emri rabbîve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ(kalîlen).” Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir.” Ve size, (ruha ait) ilimden sadece az bir şey verildi. Ne emirler cephesinde, ne nehiyler cephesinde. Yani tekamülün son safhasında yaratıldı ruhunuz. Allah’tan geldi. Tekrar Allah’a dönecek. İslâm'ın yaşanması, tasavvuf adını alır. Tasavvuf bir yaşam biçimidir. Hayat tarzı. Bu hayatı yaşayan insanlar, acaba neden mutlu oluyor hiç düşündünüz mü? Çünkü öyle bir noktaya ulaşıyorlar ki; orada iç dünyalarında da mutlak saadet, kesintisiz bir sulh ve sukûn hali oluşuyor. Dış dünyalarında da, başka insanlarla ilişkilerinde de kesintisiz bir mutluluk, bir sulh ve sukûn hali oluşuyor. Allah ile olan ilişkilerinde de, hem emirler cephesinde, Allah’ın emirleri cephesinde, hem de nehiyler cephesinde, Allah’ın yasakları cephesinde kesintisiz bir sulh ve sukûn hali oluşuyor. İç âleminizde de mutluluk. Dünya mutluluğu için Allah’ın hedefi işte bu. Ona ulaşasınız diye yaratıldınız. Ulaştığınız zaman, ne kadar çok ona hamd ve şükredeceksiniz biliyor musunuz? Herşey öylesine mükemmel dizayn edilmiş ki; bir yaratık olarak, bunların idrakine varmanız, rabbinize şükran borcunuzu sonsuz büyüklüğe çıkartıyor. O’nu tanıdıkça küçülüyorsunuz ve O’na hayran olduğunuz devrede, yani iradenizi de O’na teslim ettiğiniz zaman bakıyorsunuz ki; siz sadece kocaman bir sıfırsınız. O ise, düşünebileceğiniz ve düşünemeyeceğiniz bütün cephelerinde mükemmelliği, eksiksizliği temsil ediyor. Nasıl hayran olmazsınız, sevgili kardeşlerim? O eksiksiz. Tam mükemmel. Siz de her geçen gün, O’nunla kendinizi karşılaştırdığınız zaman, sıfıra doğru yaklaşıyorsunuz. O’nu tanıdıkça, yaklaşıyorsunuz. Bir mahlûk olmanın, yaratık olmanın neticelerine ulaşıyorsunuz. Ama biliyor musunuz? Sizin Allah karşısındaki bu küçülmenizin mukabilinde de, mutluluğunuz devamlı büyüyor. Varlıklarınızı Allah ile mukayese ettiğiniz zaman, bir yaratık olmanın o idrakine yavaş yavaş ulaşıyorsunuz. Bu sizi devamlı sıfıra doğru yaklaştırıyor. Tam sıfır olamazsınız. Ama O’nunla mukayese ettiğiniz zaman, kendinizi sıfır olarak düşünebilirsiniz. O’nu tanıdıkça, evvelce O’nun hiç bilmediğiniz vasıflarını, O size keşfettirdikçe, O’na olan hayranlığınız arttıkça, kendinize bakacaksınız. O konuda da sıfırsınız. Başka konularda da sıfırsınız. Aklınıza Allahû Tealâ’nın cephelerinden hangisi gelirse, her sahada o eksiksiz bir mükemmelliği, siz de sadece eksiklerle donatılmış bir yapıyı temsil edersiniz. Ama unutmayın, bu idrak müessesesi devam ettiği sürece, Allah sizi her geçen gün daha çok, daha çok, daha çok sevecektir. Kâinattaki düşünebileceğiniz en büyük dostun, O olduğunu göreceksiniz. Onun için O’na aşık olacaksınız. O’nu o kadar çok seveceksiniz ki; O’nun dışındaki insanlara karşı duyduğunuz, duyabileceğiniz, dünya insanın en büyük sevgisinden daha öte de olan sevgilerimiz, Allah’a karşı duyduğunuz sevginin yanında küçücük kalacak. Sevginin ne olduğunu öğretecek Allahû Tealâ size. Ve “Allah’ı çok seversem, başka insanları sevemem” diyen insanların, ne kadar yanlış düşündüğünü öğretecek Öyleyse bu sevginin dizaynı içerisinde, Allah’a aşık olacaksınız ve hayran olacaksınız. Sizlerle Allah arasında bir muhteşem sevgi dizaynı. “Mutluluk” denilen müesseseye baktığımız zaman, demiştik ki; bir insanın iç dünyasında, dış âleminde ve Allah ile olan ilişkilerinde kesintisiz bir mutluluk hali. İnsanlar neden mutsuzlar? Çünkü Allahû Tealâ’nın onları mutlu etmek için var ettiği temel standartların yaklaşımında değiller. Uzak kalıyorlar hedeflere. Allah’ın sırf onları mutlu etmek için vücuda getirdiği, “dîn” adı verilen müesseseyi reddediyor. Reddetmeyenleri de iblis yoldan çıkartmış. Mutluluğun dışında bırakmış onları. Neden insanlar mutsuz? Hadi gelin beraber bakalım. Bir insanın mutlu olabilmesi, o kişinin nefsindeki afetlerin tamamen yok olmasına bağlı. “Zikir” adı verilen bir işlemle, nefsinizdeki bütün afetler, daimî zikre ulaşarak yok olacaktır. Hepsi faziletlerle yer değiştirecektir. O “fazl” adı verilen nurlar, nefsinizin kalbinde yerleştikleri zaman, nefsinizi bütünü ile işgal ettikleri zaman, nefsinizin bütün afetleri yok olmuş olacak. Bunun manası, nefsinizin bütün sistemi, yani içinde bulunan bütün faziletler, Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmeyi dileyen, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik kazanacaklar. Öyleyse ruhumuzun hasletleri ne yapıyordu? Allah neyi emretmişse onu mutlaka yapmak istiyorlardı. Allah neyi yasak etmişse onu da mutlaka yapmamak istiyorlardı. Yani Allah’ın emrine ve yasaklarına tam olarak riayet ediyorlardı. Peki nefsinizin kalbini gelip, işgal eden bu faziletler? Onlar da aynı. Yani Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen özelliğe kavuşuyorsunuz. Nefsinizle ruhunuz, aynı paralelde oluyor. Aynı paralelde, aynı standartlarda. Hadi gelin, şimdi sizinle bakalım, insanlar şu dünya hayatında neden mutsuzdur? Nefsinin tamamı afetlerle dolu olan bir insan düşünün. Bu kişinin iç dünyasında kavga var. Allah neyi emretmişse, nefsinin afetleri asla yapmayı istemiyor, neyi yasak etmişse, onları da yapmak istiyor. Şeytan da, nefsin afetlerini daha da azdırıyor. Ama öbür taraftan bu kişinin bir de ruhu var. Ruh, Allah’ın bütün emirlerine itaat etmek istiyor. Yasaklarına da riayet etmek istiyor. Yasak ettiği şeyleri işlememek istiyor. Yani nefsin kabul ettiği şeylerle, ruhun kabul ettiği şeyler, hem yasaklar cephesinde, hem de emirler cephesinde tamamen birbirine zıt. Nefsin istediğini, ruh reddediyor. Ruhun istediğini, nefs reddediyor. Hangi konuda akıl bir karar alacaksa, ikisi birden akla, birbirine tamamen ters düşen şeyleri söylüyorlar. İkisi de ısrarlı kendi dediğinin yapılması konusunda. Ruh neden ısrarlı? Ruh için başka bir alternatif yok Tekamülün zirvesinde yaratılmış. Allah’ın en güzel şeylerini yerine getirmekle vazifelendirilmiş. Allah’ın emrettiklerini yapan, yasak ettiği hiçbir şeyi işlemeyen bir özelliğin sahibi. Fizik vücut da öyle davransın istiyor ve ısrar ediyor bu konuda. Çünkü dizaynı buna göre. Nefs de, sadece afetlerle dolu. Dizaynı da, tam onun tersi. Bu sebeple devamlı kavga halindeler. Her ikisi de, kendi dediğinin kabulünü, karşı tarafın dediğinin kabul edilmemesini istiyor ve bu sebeple aralarında bir diyalektik kavga söz konusu. İç dünyanızda kesintisiz bir kavga var. Kavga varsa, orada mutluluk yoktur. Yetmez nefsinizin afetleri ile şeytan aynı paralelde olduğu için ve Allah’ın aşağı yukarı bütün emirlerinin reddedildiği, yasak ettiği her fiilin işlendiği bir ortamda aklınız şuur kazandığı için, hem şeytanın azdırmasıyla, hem de aklınızın, nefsinizin taleplerine uygun standartlarda oluşu sebebiyle, genel olarak Allah’ın yasak ettiği şeyleri işliyor insanlar. Emrettiklerini de gerçekleştirmek istemiyorlar. Böyle yapıldığı sürece de Allahû Tealâ da onlara azap veriyor. Allah’ın emirlerinin yapılmadığı her işlevde, kişi bir huzursuzluk duyar. İşte bu onlara Allah’ın verdiği azaptır. Şeytanın dediğinin yapıldığı her olayda, Allah o kulunun üzerine azap bırakıyor. Peki sonra? Yasak ettiği fiilin işlenmesinde de aynı sonuç. Öyleyse bu kişi iç dünyasında iki ayrı sebepten dolayı mutsuzdur: 1) Allah’ın emirlerini de çiğniyor, yasaklarını da çiğniyor. Her Allah’ın emrettiği emri ve yasağı çiğnediğinde, Allahû Tealâ ona azap ediyor. Bu sebepten huzursuz kişi. 2) İç dünyasında devamlı kavga olduğu için huzursuz. Mutluluk bir sulh ve sukûn halidir, uyuşma halidir. Sukûnetin ve sulhun var olabilmesi için, iki tarafın uyum sağlaması gerekir. Hem kavga sebebiyle, nefsle ruh arasındaki kavga sebebiyle, hem de Allah’ın emir ve yasaklarının devamlı çiğnenmesi sebebiyle kişi huzursuz. Kişisel olarak namaz kılması lazım. Kılmıyor; ruh nefse azap ediyor. Allah fizik vücuda azap ediyor. Kişi Allah’ın yasak ettiği fiilleri işliyor. Yine ruhun yasağı devam ediyor. Allah fizik vücuda azap ediyor. Bir taraftan Allah’ın verdiği azap, öbür taraftan devamlı bir iç dünyadaki kavga. Nefsin askerleriyle, ordularıyla, ruhun orduları devamlı birbiriyle kapışma halinde, savaş halinde. Kıyasıya bir savaş sürüyor kişinin iç dünyasında ve bu devamlı bir huzursuzluk manasına geliyor. Sonra kişinin bir de dış dünyasına bakalım. Dış dünyasında da kişi huzursuz. Hangi sebepten huzursuz? Başka insanlarla olan münasebetlerinde, nefsi o başka insanlara sert davranışlarda bulunuyor. Onları kıracak davranışlarda bulunuyor. Bu sebeple kişi başkalarının canını sıkan, onları huzursuz eden her negatif davranışında, bu kişi huzursuz oluyor. Çünkü Allahû Tealâ ona mutlaka, başkalarının kalbini kıran her davranışında azap ediyor. Bu kadarla kalsa iyi, ama kalmıyor. Çünkü kalbini kırdığı, kötü davrandığı kişi, kötülük yaptığı kişi intikam almak hissini taşıyor ve bundan intikam almak üzere harekete geçiyor. İntikamını, fırsat bulursa mutlaka alıyor. Bu kişinin intikam alması sebebiyle, intikam alan kişiye dehşetli kızıyor kişi. Kendisine yapılmış bir hakaret, bir kötü davranış olarak değerlendiriyor ve tâbî bu, onu üzüyor. Kişi hem başkasına zulüm ettiği zaman huzursuz oldu. Hem de ondan aynı olay kendisine geri geldiğinde üzüntü konusu etti. İki defa üzüldü. Bu kadarla kalmıyor. Burada kendisinden intikam alan kişiden intikam almak sevdasına düşüyor ve intikam almak için fırsat kolluyor. İntikamını alabilirse, yeni bir günah işlediği için yine Allahû Tealâ ona azap edecektir. Yine üzülecektir kişi. İntikamını alamazsa, şuur altı birikime ulaşacaktır. Alınamamış intikam; yani kin oluşacaktır. Kin, alınamamış intikamın sembolüdür ve böylece bu kişi, ardarda huzursuz olacaktır. Başka insanlarla olan ilişkilerinde hep huzursuz olacaktır. Peki Allah ile olan ilişkilerinde? Allah’ın bir emrini yerine getirmediği zaman, Allahû Tealâ ona azap edecektir. Yasak ettiği fiilini işlediği zaman, yine azap edecektir. Yani bu kişi hep bir azaba muhatap olacaktır. Emirler cephesinde de, yasaklar cephesinde de. Öyleyse bu kişi, iç dünyasında mutsuz ve huzursuz. Dış dünyasında da, başka insanlarla olan ilişkilerinde de mutsuz ve huzursuz. Allah ile olan ilişkilerinde de mutsuz ve huzursuz. Öyleyse Allah’ın mutlu olmak için yarattığı insanoğlunun haline bakın. Herkes mutsuz. Herkes huzursuz. Herkes sıkıntılı. Allahû Tealâ bizi bunun için yaratmadı sevgili kardeşlerim. Eğer bu kişi daimî zikre ulaşmış olsaydı, nefsindeki bütün afetleri temizlemiş olsaydı, yerine ruhunun hasletleri gelmiş olsaydı, iç dünyasında durum ne olacaktı gelin bakalım beraberce. Bakalım. 4/NİSA-103 Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten). Namazı bitirdiğinizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken) Allah’ı hep zikredin! Güvenliğe kavuştuğunuzda namazı erkânıyla kılın. Çünkü; namaz, mü’minlerin üzerine, vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur Nefsin afetleri yok. Yerini faziletler almış. Yani o kişinin nefsi, Allah’ın bütün emirlerini mutlaka yapmak istiyor. Allah’ın yasak ettiği fiilleri de asla işlemek istemiyor. Ruhunun hasletleri de aynı şeyi, aynı standartlarda istiyor. Yani Allah’ın emrettiğini ruh yapmak istiyordu. Şimdi nefs de yapmak istiyor. Çünkü ruhun içi de, nefsin içi de hasletlerle dolu, faziletlerle dolu. Allah’ın yasak ettiği fiilleri ikisi de istemiyorlar yapmayı. Öyleyse ruhla nefs, paralel bir dizaynın içine girdiler. Ruhla nefsin orduları arasında sulh ve sukûn ahdi yapıldı. Nefsin ve ruhun kavgası bitti.Cunku kisi nefsinin kalbinde 24 saat Allah’i zikrediyor,yani Allah’ın bütün emirlerini ikisi birden %100 istiyor. Ve kişi yerine getiriyor emirleri. Allah’ın bütün yasaklarına kişi mutlaka riayet ediyor. Öyleyse, burada bir güzellik var; Allah’ın emirlerine riayet, yasak ettiği fiilleri asla işlememek. Ama hem ruh için geçerli, hem de nefs için geçerli. Kavga bitmiştir. Kişinin iç dünyasında sulh ve sukûn hasıl olmuştur. Daimî zikre ulaşan bir kişinin iç dünyasında, böylece bir muhteşem sulh ve sukûn hali oluşuyor. Bitti mi? Hayır, bitmedi. Kişinin dış dünyasında da aynı şey, söz konusu. Başka insanlarla olan ilişkilerinde ne yapıyor bu kişi? Bu kişinin nefsi de, ruhu da, başkalarına kötü bir davranışı asla vücuda getirmez. Başkalarına yardım eder kişi. Ama onlara karşı bir haksız davranışta hiçbir zaman bulunmaz. Bulunmayacağı için, bu kişi hiçbir zaman huzursuz olmaz. Allah ona azap etmez. Çünkü bu kişi başkalarını huzursuz eden, rahatsız eden, onlara kötü davranan bir insan hüviyetinden tamamen çıkmıştır. Öyleyse Allahû Tealâ’nın o kişiye azap etmesi söz konusu olmayacaktır. Demek ki; nefsinin afetleri kendisine hükümdar olan bir kimse, başkalarına kötü davranırken, daimî zikre ulaşan bir insan başkalarına kötü davranmıyor. Ve birincinin yaşadığı kötü davranıştan sonra, Allah’ın ona azap etmesini yaşamıyor artık bu daimî zikre ulaşan kişi. Başkalarına yaptığı bütün davranışlarda, onların rızasını kazanmış bir kişi olarak, onları üzmeyen, huzursuz etmeyen bir insan olarak, Allahû Tealâ’nın onu katiyen azaplandırmadığı, tam aksine her davranışından sonra ona huzur verdiği bir insan oluyor dış dünyasında. Sahabenin hepsi Allah’in yardimi Peygember efendimizin sefaatiyle daimi zikre yani sulh ve sukuna mutluluga ulastilar; 3/Ali imran-119 Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri). Ey mü’minler)! Siz öyle kimselersiniz ki; onlar, sizi sevmedikleri halde siz, onları seversiniz ve siz Kitab’ın bütününe îmân edersiniz. Onlar, sizinle karşılaştıkları zaman: “Îmân ettik.” derler. Ama tenhada, kendi başlarına kaldıkları zaman size olan öfkelerinden (dolayı), parmak uçlarını ısırırlar. De ki: “Öfkenizden ölün.” Hiç şüphesiz Allah, sinelerde olanı bilir. 41/FUSSİLET-33 Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne). "Muhakkak ki; ben, Allah’a teslim oldum.” diyerek Allah’a çağırandan ve nefsi ıslâh edici ameller işleyenden daha güzel söz söyleyen kim vardır. 41/FUSSİLET-34 Ve lâ testevîl hasenetu ve les seyyieh(seyyietu), idfa’ billetî hiye ahsenu fe izellezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm(hamîmun). Hasenat (sevaplar) ile seyyiat (günahlar) eşit değildir. Sen yapılanı ahsen olan (davranışla) söndür (önle). O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, muhakkak ki yakın dost olmuştur Tabiî bu kişi başkalarının kalbini kırmadığı için, başkalarına huzursuzluk vermediği için, onları sıkıntıya sokmadığı için Allahû Tealâ ona devamlı huzur veriyor ve o etrafındaki insanlar da, bu kişiden intikam almak durumunda kalmıyorlar. İntikam almaları için bu kişinin onlara bir kötülük yapması lazım. Yok böyle bir olay. O zaman bu kişi, nefsindeki afetleri yok eden kişi, kendisinden intikam alınmayan bir insan. Öyleyse hem birinci açıdan mutlu, hem de ikinci açıdan mutlu. Tabiî kendisinden intikam alınmadığı için, onun da başka bir insandan intikam alması hiçbir zaman geçerli değildir. Böyle bir şey hiçbir zaman vücut bulmaz. Üçüncü cepheden de kişi huzursuz olmuyor. Ne oluyordu eskiden? Bu kişi intikamını alamadığı takdirde, stres oluşuyordu onda. Şuur altı birikimi oluşuyordu, stres oluşuyordu. İntikam alırsa, haksız fiil işlediği için Allahû Tealâ ona azap veriyordu. Yani başkasından intikam alsa da huzursuz, intikamını alamasa da yine huzursuz kişi. Şimdi intikam olayı yok. Stres ise hiçbir şekilde oluşamaz. Çünkü kişinin iç dünyasında nefsinin manevi kalbinde stresi oluşturabilecek olan hiçbir özellik kalmamış. Bu kişi hiç kimseden intikam almayı istemiyor ki; intikamını almadı diye stres oluşsun. Öyleyse görüyorsunuz ki; daimî zikre ulaşmış olan bir kişinin, iç dünyasında daimî bir sulh ve sukûn hali oluşuyor. Dış dünyasında da daimî bir sulh ve sukûn hali oluşuyor. Allah ile olan ilişkiler? Orada da aynı şey var. Allah ile olan ilişkilerin emirler cephesi: Allah neyi emretmişse, bu kişi mutlaka yerine getiriyor. Beş vakit değil, yedi vakit namaz kılıyor. Zikri, daimî zikir. Ramazan ayların dısındada her persembe gunu ve kandıl gunlerınde oruc tutuyor zekat sadece %25 degil birr olan %2.5 de buna ekliyerek kazancinin %5 ini hak sahiplerine veriyor. Parasi varsa mutlaka hac farizasini yerine getirir. Kisaca Allah neyi emretmişse en güzel biçimde yerine getiren, her Allah’ın emrini yerine getirdiğinde de, Allahû Tealâ tarafından devamlı mükafatlar verilen, devamlı Allah’ın rızasını kazanan, Allah’ın ona devamlı huzur verdiği bir insan. Emirler cephesinde böyle. Ya yasaklar cephesinde? Orada da öyle. Çünkü bu kişinin, hiçbir zaman Allah’ın yasak ettiği bir fiili işlemesi, şeytan ne kadar kendisini kışkırtırsa kışkırtsın mümkün değil. O zaman bu kişi, ne emirler cephesinde, ne de nehiyler cephesinde, Allah’ın yasak ettiği bir şeyi işlemesi mümkün olmayan, emrettiği bir şeyi ise yapmaması mümkün olmayan bir kişi. Öyleyse her an, her saniye devamlı derecât kazanan, her fiilin arkasından da Allahû Tealâ tarafından devamlı taltif edilen, mükafatlandırılan, Allah’ın kendisine devamlı huzur verdiği bir insan. Hem o etrafındaki insanlara huzur veriyor. Etrafındaki insanlardan da huzur dönüyor kendisine. Hem Allah ile olan ilişkilerinde kişi huzurlu. Böylece kişi, iç dünyasında kesintisiz bir sulh ve sukûn halinin sahibi. Yani nefsiyle ruhu arasındaki kavga sıfırlanmış. Dış dünyasında, başka insanlarla olan ilişkilerinde gene kesintisiz bir sulh ve sukûn haklini yaşıyor. Allah ile olan ilişkilerinde de durum aynı. Bu kişi sonsuz bir mutluluğun sahibi, sonsuz bir sulh ve sukûn halinin sahibi. İç dünyasında da, dış dünyasında da, Allah ile olan ilişkilerinde de. İşte kim İslâm'ı yaşarsa, o zaman ehli tasavvuftur o kişi. Kur’ân’daki İslâm’ı yaşayan kişi ehli tasavvuftur. Ku’ân’daki İslâm’ı, sahâbe gibi yaşayan kişi, Ku’ân’daki İslâm’da emredilenleri yapan, yasak edilenleri yapmayan kişi, o kesintisiz bir iç dünya huzurunun, dış dünya huzurunun ve Allah ile olan ilişkiler huzurunun sahibidir. Kesintisiz bir sulh ve sukûn hali yaşar 3 âleminde de. İç âleminde, dış âleminde, Allah ile olan ilişkilerinde. Öyleyse sevgili kardeşlerim Allahû Tealâ sizi bunun için yaratmış; Hanif fıtratının gereklerini yerine getirin de, bu sonsuz mutluluğa layık olun diye. Peki bu dünya saadeti nedir? Dünya saadeti yavaş elde edilen, adım adım, yavaş yavaş zirveye doğru tırmanan, ama onu elde ettiğiniz andan itibaren yaşamaya başladığınız bir mutluluk halidir. Cennet saadeti hemen elde edilir. Ama hemen yaşanmaz. Kıyametten sonra yaşanacaktır. Öyleyse cennet saadeti ne zaman elde edilir? Kim cennete gitmek istiyorsa Allah'ın reçetesi hazır. Allahû Tealâ diyor ki: “Sadece bir tek emrim var; bana ulaşmayı dileyeceksin. Ruhunu ölmeden evvel bana ulaştırmayı dileyeceksin. Diledin mi? Ben mutlaka seni birinci kat cennetime alırım. Eğer sana hayat verirsem, işlevlerim ardarda gelir. Ama seni eğer ben cennetime ulaştıracaksam, mutlaka bana ulaşmayı dilemek mecburiyetindesin” diyor Allahû Tealâ. İşte Allahû Tealâ, Allah'a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin gideceği yerin, cehennem olduğunu söylüyor. Yunus suresinin 7. ve 8. âyetlerinde diyor ki: 10/YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne). Muhakkak ki; onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır. 10/YUNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne). İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir). Kim Allah'a ulaşmayı dilemezse, bilin ki; o Allah'ın âyetlerinden gâfil olan bir insandır. Dünya üzerinde kazandığı unvanlar falan, Allah'ı hiç alakadar etmiyor. O kişi kim ise? O kişi Allah'a ulaşmayı dilemiyorsa. Allahû Tealâ diyor ki “O benim âyetlerimden gâfildir”. Peki gâfil olan bir insan? Gâfil olan bir insan, cennet saadetini kazanamaz. Gideceği yer, mutlaka cehennemdir. İyi ama bu insan 80 yaşında ölmüş, 15 yaşında sorumluluğunu idrak etmiş. İslâm'ın 5 şartını yerine getirmeye başlamış ve aralıksız 80 yaşına kadar devam ettirmiş. Cennetlerden cennet beğenemiyor. Ama gideceği yer, o cennetlerin hiçbirisi değil. Gideceği yer, ne yazık ki cehennem. Allah'a ulaşmayı dilemedikçe, insanın kurtuluşu mümkün değildir. Peki dilerse? Dilerse mutlaka Allah'ın cennetine girer. Diyor ki Allahû Tealâ, Vel Asr Suresinde: 103/VEL ASR-1: Vel asr(asri). Asra (zamana) yemin ederim. 103/VEL ASR-2: İnnel insâne le fî husr(husrin). Muhakkak ki; insanlar, hüsrandadırlar. “İnsanlar hüsrandadırlar.” Yani kazandıkları dereceler, kaybettikleri derecelerden azdır. Onlar cehenneme gireceklerdir. Ebediyyen orada kalacaklardır. “Onlar nefslerini hüsranda bırakanlardır, hüsranda olanlardır” diyor, Allahû Tealâ Mu’minun 103’te. 103/VEL ASR-3: İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr(sabri). Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar) hariç ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar) hariç ve (Allah'a ruhen ulaşıp) Hakk'ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) hariç ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç. “İllellezine âmenû”: Ama âmenû olanlar hariç. Allah'a ulaşmayı dileyenler hariç. Onlar kim, onlar hüsranda olmayanlar. Onların durumu ne? Kazandıkları dereceler, kaybettikleri derecelerden fazla. Çünkü Allah'a ulaşmayı diliyorlar. Bu, Allah için yeterli. O kişi, Allah’a ulaşmayı diliyorsa, mutlaka hüsranda değil. Mutlaka, Allah ona öyle dereceler kazandırıyor ki; kazandıkları dereceler, bu kişilerin, kaybettikleri dereceleri aşıyor. 8/ENFAL-29 Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec'al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi). Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar. Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve sizi mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah büyük fazl sahibidir Ne yapıyor Allahû Tealâ? Görür görmez, rahim esmasıyla tecelliye başlıyor. Bu tecelli kişinin gözlerindeki hicabı mestureyi Allah'ın almasına sebebiyet veriyor. Derecât kazandırıyor kişiye. Kulaklarındaki vakrayı almasına sebebiyet veriyor. Derecât kazandırıyor.Kalbinin muhrunu aciyor,derecat kazandiriyor.Kalbindeki kufur kelimesini ve ekineti alirken derecat veriyor. Allahû Tealâ O kişinin kalbine ihbati koyuyor derecat kazandiriyor.Boylece o kisi 7 furkanin sahibi oluyor. 1. furkan gozundeki hicaben mesturenin alinmasi 2.furkan kulaklarindaki isitmeye mani olan engelerin alinmasi 3.furkan kalbinin muhrunun acilmasi 4.furkan isitme hasasinin uzerindeki muhrun acilmasi.5. furkan kalbin uzerindeki muhrun alinmasi. 6. furkan gorme hasasinin uzerindeki gisavet adli perdenin alinmasi 7. furkan Allah’in ayetlerinin idarak edebilmesi icin kalbine ihbatin konmasiyla kisi 7 furkanin sahibi oluyor. Allah kisinin kalbine hidayeti koyuyor. Allahû Tealâ. Kalbinin nur kapısını Allah'a çeviriyor. Gene derecât kazandırıyor. Göğsünden kalbine, göğsünü şerh ederek nur yolu açıyor. Gene derecât kazandırıyor. Kişi daha 1-2 saat zikir yapar yapmaz, nefsinin kalbinde %2 nur birikimi gerçekleşiyor. Gene derecât kazandırıyor. Ve bu kazandıkları dereceler, mutlaka kaybettikleri dereceleri aşıyor kişinin. Ve böylece Allah'a ulaşmayı dileyen kişi, cennet mutluluğunun 1. katının garantisinde. O kadar mı? Hayır. 3 katın da garantisinde. Cennetin 3. katına kadar garantisi var. Böylece Allahû Tealâ o kişiye Mürşidini de göstererek 12 ihsan veriyor. Mürşidine ulaştırıyor. Ondan sonra ne oluyor? Mürşidine ulaşınca, tâbiiyet gerçekleşince,Allah’u Teala kisiye 7 nimet veriyor.1.nimet kişinin başının üzerine devrin imamı geliyor. 40/MUMİN-15: “ Refîud derecâti zûl arş(arşi), yulkîr rûha min emrihî alâ men yeşâu min ibâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).” Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh ulaştırır. 2.nimet Allahû Tealâ kalbine îmân kelimesini yazıyor. Bu kişi mü’min oluyor. 58/MÜCADELEe-22: “ Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).” Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya) îmân eden kavmi, Allah'a ve resûlüne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın. Velev ki; onlar, babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır. Ve onlar, Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (devrin imamının ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar. Orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah'tan razıdırlar. İşte onlar, Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki; Allah, taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir. 3.nimet Allah’u Teala o gune kadar kisinin isledigi gunahlari furkan 70 gore sevaba ceviriyor. 25/FURKAN-70: “İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen)” Ama (mürşidin önünde) tövbe eden ve (mürşidin önünde tövbe etmek suretiyle kalbine îmân yazıldığı için îmânı artan) mü’min olan ve (aynı sebeple) nefsi ıslâh edici ameller işleyen kişinin Allah, günahlarını sevaba çevirir. Ve Allah, günahları sevaba çeviren ve rahmet gönderendir. 4.nimet Ruhu vücudundan ayrılıyor, Allah'a doğru sıratı müstakime, Allah'a ulaştıracak olan sıratı müstakime vasıl oluyor ruh. 78/NEBE-39 Zâlikel yevmul hakk(hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben). İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisini Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah'a ulaşan kişiye Allah), meab (sığınak, melce) olur. 5.nimet Nefs tezkiyeye başlıyor, 40/MU’MIN-40: “Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mû'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).” Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, mü'minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve orada hesapsız rızıklandırılacaklardır. 6.nimet fizik vücut da nefsin tezkiyesine paralel olarak, şeytana kul olmaktan kurtulmaya başlıyor. 7.nimet Kişinin iradesi de, nefsin afetlerin azalmasına paralel olarak güçleniyor. Allah'a teslim için devamlı hazırlanıyor kişi. Ve o kişiye o güne kadar 1’e 10 verirken, 1’e 100’e, 1’e 700’e kadar çıkaracak Bu dizayn içerisinde Allah'ın güzellikleri söz konusu ve Allah'ın ardarda verdiği ihsanlar. 12 tane ihsanın sonunda, kişi tâbî olunca ardarda 7 tane de ni’met alıyor.. Kişi nefs tezkiyesine başlıyor. Zikir yapıyor, nefsine giren nurlardan fazıllar, îmân kelimesinin etrafında toplanmaya başlıyor. Îmân kelimesinin, manyetik alanı sebebiyle bu toplanma %7’yi bulduğu zaman fazilet birikimi, ruh 1. gök katına ulaşıyor. 2. defa %7 nur birikiminde ruh 2. kata ulaşıyor. 2.,3.,4.,5.,6.,7. defa nur birikimleri. Ruh 7. gökkatına ulaşıyor. 7 tane âlem geçiyor, Allah'ın Zat’ına ulaşıyor ve kişi 21. Basamakta. Ruhu Allah'a ulaşmış. Kim ulaştırmış? Allah ulaştırmış. Şura suresinin 13. âyeti kelimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki: 42/ŞURA-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted'ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu). "Dîni ikame edin ve fırkalara ayrılmayın." diye dîn olarak Nuh'a vasiyet ettiğimizi, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi, sizin için de (Allah) şeriat kıldı. Müşriklere, kendilerini davet ettiğin şey (Allah'a davet ve tek Allah'a inanmak) ağır geldi. Allah, kimi dilerse onu Kendisine seçer ve Kendisine yöneleni, O'na (Kendisine) ulaştırır. Öyleyse kişinin Allah'a ulaşabilmesi için, mutlaka Allah'a yönelmesi; yani Allah'a ulaşmayı dilemesi lazım o kişinin. Allah'a ulaşmayı dileyen kişi. Onların adına “müniyb” olanlar “eniybü” olanlar diyor Allahû Tealâ ve kişi Allahû Tealâ tarafından mutlaka kendisine ulaştırılıyor. Allah'a ulaşmayı dileyen kişi 1. kat cennetin sahibidir. Allah'ın böylece ardarda verdiği 10 ihsanla Mürşidine ulaşıp da tâbî olan kişi, bu noktadan itibaren 2. kat cennetin sahibidir. Ruhu ölmeden evvel Allah'a ulaşan kişi 3. kat cennetin sahibidir ve Allah burada sözünü yerine getirmiş olur. Yani kim Allah'a ulaşmayı dilerse Allah onu hangi şartlar içinde olursa olsun, mutlaka kendi Zat’ına ulaştırır. Kişinin nefsinin kalbinde %2 rahmet %49 fazilet olmak üzere, %51 nur birikimi sağlanmıştır. Kişinin ruhu Allah'a ulaşmıştır. Nefsinin afetleri %51’nin kaybı kadardır. Ve aslında kişi 21. basamaktadır. 28 basamağın 4’te 3’ünü aşmıştır. 28 basamağın 21 tanesi çıkmıştır. Nefsinin ve ruhunun hasletleri toplamında, hasletler toplamın %75’ni; 4’te 3’ünü bulmuştur 21 basamakta kişinin. Haslet ve fazilet toplamında nasıl 21 basamak, 28 basamağın 4’te 3’ü ise, %75 ise kişinin nefsinin kalbinde toplanan nurlar da, ruhun faziletleriyle beraber %75’i hatta %76’yı bulur. Ama yuvarlak hesap buna %75 dersek ikisinin arasında tam denge olur. Yolun %75i, basamakların %75’i, 21 basamak tırmanılmıştır. Ve nefsin ve ruhun faziletle haslet toplamında %75 olmuştur. Sevgili kardeşlerim bunun güzel olan tarafı, bu noktaya kadar kişinin hiçbir dahili yok. Ona namazı sevdiren, orucu sevdiren, zikri sevdiren Allah’tır. O kişi sadece Allah'a ulaşmayı dilemiştir. Allah'tan 12 ihsan almıştır. 2. hamleyi yapmıştır; Mürşidine ulaşıp tâbî olmuştur. Bu sefer de 7 tane ni’met almıştır. Ve ondan sonra da, onun ruhunu Allah'a ulaştıran, gene Allah'tır. Ama sanki kişi bunları hepsini kendisi yapmış gibi, Allahû Tealâ onu 3. Kat cennetiyle mükafatlandırıyor. Dünya saadetlerinde nefsin afetleri itibariyle oranı %75. Ama tatbikatta bu rakam %50’ye düşer. %50 civarına düşer. Çünkü şeytan kişiyle devamlı meşgul olup, onu mutsuz etmek için büyük gayretlerin sahibi olur. Cennet saadetinin buraya kadarı, Allah'ın bir hediyesi. Yani “kim bana ulaşmayı dilerse, o bana ulaşmaz. Ben onu kendime ulaştırırım.” diyor Allahû Tealâ. “Ben kulumu o kadar çok severim ki; sadece bana ulaşmayı dilesin. Benim için yeter.” Sevgili kardeşlerim, görüyor musunuz? Allahû Tealâ'nın sizleri ne kadar çok sevdiğini. Bir tek dileğinizle, Allahû Tealâ sizi kendine ulaştırıp, Allah'ın evliyası yapmaya hazır. Bir tek dileğinizle. Yaparsa ne olur? Yaparsa 3. kat cennetin sahibi olursunuz. Allah'ın evliyası olursunuz. Buraya kadar Allah'ın sözü var. Kendisi söylüyor. Kim bana ulaşmayı dilerse, ben onu mutlaka kendime ulaştırırım. Söyledik Şura suresinin 13. âyeti kerimesi. Ya sonra? Buraya kadar, sevgili kardeşlerim. Allah'ın yardımı buraya kadar. Kim Allah'a yönelirse, Allah'a ulaşmayı dilerse, bu noktadan yani 3. basamaktan 22. basamağa kadar şeytanın o kişi üzerinde hiçbir tesiri oluşmaz. Allah'ın koruyucu zırhı, kişinin üzerindedir. Ağzıyla kuş tutsa, o kişiye zarar vermesi mümkün değildir. O kişiyi yoldan çevirmesi mümkün değildir. Kişiyi mutlaka kendi Zat’ına ulaştıracaktır. Tehlike var mı? Bundan sonra var. Bundan sonra eğer o kişi dönerse, Allah'tan dönerse ya da mürşidinden dönerse Allah'tan veya mürşidinden şüpheye düşerse Allahû Tealâ herşeyi ondan geri alır. Allah'a ulaşmayı dilemeden önceki haline iade eder. Onun için, evliya olmak, Allahû Tealâ'nın büyük bir ihsanıdır. Ama onu koruyabilmesi için kişinin Allah'a tevekkül etmesi gerekir. Şeytan âmenû olmayanların dostudur. Yani Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin dostudur. Onlar şeytanın adımlarına tâbî olan insanlardır. Ve onlara tesir eder iblis. Ve Hidayete erdikten sonra, kişi ruhunu Allah'a ulaştırdıktan sonra, eğer o kişi Allah'a tevekkül etmezse, o zaman tekrar şeytanın tasallutunun içine girer. Yani zikirlerini devam ettirmezse, arttırmazsa, Allah'a güvenmezse. Tevekkül etmek Allah'ı vekil etmek, Allah'a güvenmek demek. Güvenmezse kişi, kuvvetini kaybeder. Ve şeytan onu tekrar tuzağına düşürür. Bu tuzak, o kişinin fıska düşme
  6. ekonom

    BAGCIYAN-I RUM

    Bugün ülkemizde bir takım konuların halli için bir takım kriterler aranmakta.Bunların başında da Kopenhag kriterleri gelmektedir.Binikiyüzlü yıllarda kurulan Ahi Evran teşkilatı esnafı sanatkarı Allah’a bağlamış ,o zamanlar yanlış yapan esnafın pabucunuda dama atmıştı.Buna paralel olarak Ahi Evran Hz.lerinin eşide Bağcıyan-ı Rum (Anadolu Kadınlar Birliği )teşkilatını kurmuştu. Bu iki teşkilat Osmanlı İmparatorluğu zamanında daha gelişmiş ve tüm dünyaya örnek olmuştur.Şimdi bazı kardeşlerimiz diyeceklerki bu işler 800 sene önce olmuş ,bugün artık teknoloji ilerledi şartlar değişti,şöyle oldu,böyle oldu.Tarih tekerrürden ibarettir.O günlerde ne olduğunu tam olarak bilemezsek bugün neler yapılması gerektiğini çözemeyiz diye düşünüyorum.Zaten çözemediğimiz içinde içerde ve dışarıda kriterler arıyoruz.Son takıldığımız kriterler ise AB nin Kopenhag kriterleri. Ne AB birliği ve nede Amerika hiçbir zaman Selçuklular zamanında kurulan ve Osmanlılar zamanında gelişen bir Esnaf ve sanatkarı olan Ahi Evran teşkilatı ve Anadolu Kadınlar Birliği olan Bağcıyan-ı Rum gibi kadınların Allah için ekonomiye katkıda bulunmalarını sağlayan bir teşkilat kuramamışlardır.Bu iki teşkilat ve birde Osmanlı da yükselme devresindeki Askeri teşkilat aleme nizam veren Osmanlı İmparatorluğunun omurgasını teşkil ederler.Amerika bugün Osmanlı nasıl olmuşta 600 sene 28 ülkeyi sulh ve sukun içinde yönetmiş sorusunun cevabını arıyor.İşte bu anlattıklarımız onların aradığının cevabı oluyor.Ama ne Amekika nın nede Avrupa nın bu sistemi kurupta Osmanlı gibi başarılı olması mümkün görülmüyor.Neden? Bu teşkilatların başarılı olabilmesi ancak o teşkilatlara bağlı olanların tasavvufu yaşaması ile mümkündür.Yani Allah’a ulaşmak niyetiyle kişinin Allah’ın onun için ezelde tayin ettiği mürşidine tabi olması gerekmektedir.İşte bu şekilde Allah’ın yoluna giren bu insanlar her yaptıklarını Allah için yaparlar ve en güzelini yapmaya çalışırlar başka insanları mutlu etmek ve böylece Allah’ın rızasını kazanmak uğruna.Filistini bir Osmanlı onbaşısının idare ettiğini düşündükçe bu sistemin ne kadar muhteşem bir sistem olduğu bir kere daha idrak ediyorum. Ve Osmanlıya olan hayranlığım bir kere daha artıyor.Bir İsrail başbakanı bir yerel seçim sırasında bir şehri ziyaret ediyor.Kendi partisinden olan belediye Başkan adayı ile konuşurken Belediye başkan adayı başbakana şöyle diyor: Ben diyor Osmanlıdaki yönetim gibi yönetim istiyorum.Osmanlı bir onbaşı ile Filistin’i yönetirdi. Geçtiğimiz Pazar günü dünya kadınlar günü olarak kutlandı ancak hiç kimse Bağcıyan-ı Rum dan bahsetmedi.Çünkü bizimkilerde ilk kadın teşkilatı olan Ahi Evran Hz.lerinin hanımına kurdurduğu Bağcıyan-ı Rum (Anadolu Kadınlar Birliği) dan haberdar değiller. Başkalarına mutluluk vermek için ,onları memnun etmek için çalışan Ahi Evran Teşkilatı. Buna paralel olarak ve destek olarak kurulan Bağcıyan-ı Rum Teşkilatı hep başında Allah ile konuşabilen bir mürşid-i kamil ile kaimdi.Keza Askeri Teşkilatta öyle.Bir mürşide tabi olmayan,başka insanların mutlu olmaları için,onlara hak ve adalet götürülebilmesi için ölmeyi bilmeyen Osmanlı da askere alınmazdı.İşte Osmanlı nın yükselme devresi süresince dünyaya hükmetmesi yani nizamı alem olması bu teşkilatlar vasıtasıyla Allah ile kurduğu yakın ilişkilere bağlıdır.Osmanlının duruklaması ve çökmeside bu teşkilatların bozulması sebebiyledir.Tarih tekerrürden ibarettir.Bakarsınız Allah yeniden Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmış olan bu teşkilatları kurdurur aleme nizam vermek üzere.Gelecek günler böyle insanların omuzlarında yükselecektir..
  7. Teşekkürler,Allah razı olsun.
  8. ekonom

    TÜRKİYE VE AB

    İnsan haklarından bahseden Avrupa gerçektende insan haklarına riayet etmektemidir.Yoksa çatal dillemi konuşmaktadır?Bize nüfus planlaması yapın derken kendileri çocuk yapan ailelere çocuk parası vermek suretiyle nüfus artışını teşvik etmektedirler.Bizi Avrupabirliğine almayacaklarını bile bile Türkiye yi oyalamaktadırlar ve Türkiye buna 40 yıldır kanmaktadır.Osmanlı tarihini biraz bilirsek Kanuni zamanında kaç defa Türk ordularının Almanya'da Regensburg'a kadar,İsviçre'de Appenzell'e kadar girdiklerini ve karşılarında savaşacak ordu bulamaklarınıda bilmemiz gerekir.Osmanlı ya meydan okuyan Avrupa Osmanlı nın karşısına çıkmaya cesaret edememiştir.Şayet Regensburg'a giderseniz şehir meydanında bir Osmanlı akıncını öldürebildikleri için Almanların anıt diktiklerinide görürsünüz.Bu kafa yapısındaki avrupa insanlarının Türkiye yi avrupa birliğine almalarını beklemek hayalden de öte Türkiye aleyhine bir olaydır.Türkiye aklını başına toplamalı ve Türki Cumhiretlerle bir birliğe gidip dünyanın 1. gücünü oluşturmalıdır,içindeki düşmanlarına rağmen bunu başarmalıdır ve tarih sahnesinde aleme nizam veren konuma gelmelidir.
  9. ekonom

    HEDEFLER

    Türkiye nin çözümlere ihtiyacı vardır.Bizim çözümlerimize itiraz edenlerin sadece itirazla kalmayıp kendi çözümlerini ortaya koymaları gerekmektedir. Hedefleri olan bazı ülkelerin hedefi TÜRKİYE dir.Hedefi yok edilmiş Türkiye nin hedefi ne olmalıdır ve bu hedeflere nasıl ulaşmalıdır sorusunun cevabını sizden bekliyoruz Erdoğan Bey. saygılarımla...
  10. ekonom

    HEDEFLER

    HEDEFLER: Osmanlı'nın mirascısı Türkiye.Hiç bir hedefi olmayan,hedefleri saptırılmış ve hedefsiz hale getirilmiş bir ülke.İçerde de,dışarda da hedefi yok. Osmanlı nın mirascısı olan bu ülke ne yaptığını bilmiyor ne yazıkki. Eğitimde hedefi yok, ne yapacağını bilmeyen insanlar yetişiyor üniversitelerinde.En yüksek öğretim kurumlarında araştırma geliştirme yok.Öğretim görevlileri ingilizceden çevirdikleri metinleri kendi yazıları gibi göstermeye çalışıyorlar,yani kopya çekiyorlar,kendilerinden eğitime bir şey katamıyorlar.Ülkenin kilit noktalarında, ülkenin düşmanları ile işbirliği yapmayı kendilerine vazife addeden insanlar türemiş.Ülkenin gelişmemesi için ellerinden geleni yapıyorlar dış güçler adına.İlluminatinin adamları islam ???kaleleri birbir fethederken diğerleri bakar olmuş,sanki Allah Kuran'da bir islam ülkesine saldırı olursa top yekün orda olun demiyormuş gibi.Yükselme devri boyunca Osmanlı bu vazifeyi bilhakkın yerine getirmişti.Şimdi suspus,hatta zaman zaman onlara yardım eden yada yardım etmek zorunda kalan bir Türkiye.Ne kadar hazin değilmi. Bir insan düşünelim birlikte bir hedefi,ideali olmayan.O insan için hayat kimbilir ne kadar sıkıcı olurdu? Belki sonunda intihara bile sürüklenebilirdi o kişi.Ülkeler içinde aynı şey söz konusudur.Osmanlı nın mirasçısı Türkiye mutlaka hedefleri olan bir ülke olmak mecburiyetindedir.İçerde sürekli yatırım yapan,ekonomik olarak gelişmeyi sağlayan,hatta dünyaya ekonomiyi öğreten.Yetmez fen ilimlerini, özellikle nükleer fiziği öğreten.Dışarıda dünya adaleti ondan sorulan bir ülke.Türkiye bu hedefleri olmak zorunda olan bir ülkedir.Olmazsa ne olur? İşte dünyadaki bugünkü tablo olur.Herşey hercümerc içinde kalır ve yer yüzü adaletsizlikle dolar.Kuvvetin sahipleri kendilerini hep haklı konumda görürler ve zayıflara zulmederler.Yükselme devresindeki Osmanlı bugün var olsaydı,böylemi olurdu?Olmazdı değilmi?Osmanlı önce Türki cumhuriyetlerle birleşir ve dünyanın 1. gücü olurdu.Sonra ardından birer birer islam ülkeleri Osmanlı ya katılırdı.O zaman Osmanlı aleme tekrar nizam veren Osmanlı olurdu.Peki yükselme devri süresince Osmanlı nasıl olmuşta aleme nizam vermiş.Hedefleri çok büyük olan Osmanlı da bireylerinde hedefleri vardı.ONLARIN HEDEFİ ALLAH'TI, ÖLMEDEN ÖNCE ALLAH'A ULAŞMAKTI ,ALLAH İLE YAKIN İLİŞKİLER KURMAKTI Kİ,BUNU ÇOK GÜZEL BAŞARMIŞLAR.ALLAH'A DOST OLMUŞLAR,ALLAH'TA ONLARA DOST.KORKMAYIN DİYOR ALLAHU TEALA BİR AYETİNDE BÜTÜN DÜNYA SİZE DÜŞMAN OLSA,DOST OLARAK BEN YETERİM.AMA BÜTÜN DÜNYA SİZE DOST OLSA,BEN SİZE DÜŞMANSAM YİNE YETERİM DİYOR.O HALDE İNSANLARIMIZIN DÜNYA HAYATINDAKİ HEDEFLERİ ALLAH'A ULAŞMAK OLMALI DEĞİLMİ SEVGİLİ KARDEŞLERİM,Kİ ALLAH BİZE DOST OLSUN,BİZDE ONUN DEDİKLERİNİ YAPARAK ALEME TEKRAR NİZAM VERELİM. SONUÇ OLARAK TÜRK İNSANIN YAŞARKENKİ HEDEFİ VE TÜRKİYENİN İÇTE VE DIŞTA HEDEFLERİ OLMAK ZORUNDADIR.HEDEFİ OLMAYAN İNSANLAR VE ÜLKELERİN NEREYE VARACAKLARINI DAHA DOĞRUSU BİRYERE VARACAKLARINI SÖYLEMEK ZOR..ALLAH RAZI OLSUN.
  11. ekonom

    TÜRKİYE NİN BORÇLARI

    TÜRKİYE’NİN BORÇLARI: İç ve dış borçtan kurtulmanın yolu, üretken yatırımlardır. Bu yatırımlardan sağlanan kârın devlete ulaştıracağı vergiyi devletin, borçlarına ödemek imkanına kavuşmasıdır. Devlet şu anda kazandığı borçlarının faiz ve taksitlerini ödeyemez durumda görünüyor. Öyleyse işsizler ordusunu eritmemiz lazımdır. 2,5 milyon insana iş bulmak mecburiyetinde Türkiye... Bunun için sadece bir tek yol var, ikincisi yok! Alternatifi olmayan bir yol: Üretken yatırımlar... Yatırım parayla olur. Eğer bu parayı yabancı ülkelerden borç alarak yatırım yapmak isterseniz, bu parayı, yatırımların dışında harcamamak zorunda olmamıza rağmen evvelkiler çok büyük oranda borçlandılar ve aldıkları borcu israf ettiler. Alınan bu paralar yatırımlarda kullanılmadı. Eğer borç alırsanız sadece yatırım için almalısınız. Ve mutlaka bunun fizibilite hesaplarını yapmak mecburiyetindesiniz. Normal bir fizibilite etüdünde görülen marketing neticesinde üreteceksiniz, ne satacaksınız, ne kadar üretip satacaksınız? Bu etüd mutlak olarak yapılamalı. Tecrübeli fizibilite etüdü yapan firmalar konunun gerçeğini yakalamışlardır. O standartlardan hareketle yola çıktığınız zaman üretken yatırımların vücuda getirdiği bir ağ ile ülke gelir sağlamaya başlayacaktır. Bu gelirinizden devlete vereceğiniz payla devlet idare edilecektir. Ne kadar çok insan çalışırsa, ne kadar çok insan ne kadar çok kâr ederse ve o kârdan devlete ne kadar çok vergi verirse, devlet borçlarını o kadar kolay öder. Bizimkiler borcu aldılar, yatırım yapmadılar. Borcu har vurup harman savurdular. Rakamlar ortada. Nerede başlıyor borcumuz? 1992’de gayrisafi milli hasılaya göre %49.8 olan toplam borcumuz 2002 yılının sonunda 120.4 (% gayrisafi milli hasıla 180 milyar dolar ve toplam iç ve dış borcumuz 216.7 milyar dolar. Oran %120.4) %50’nin altında olan borç (49.8), %120’ye çıkıyor. Bir korkunç çıkış söz konusu. Borç azalmıyor sevgili kardeşlerim, artıyor. Bu, içerideki işbirlikçilerle dışarıdakilerin Türkiye’yi nasıl bir soygun ülkesi haline getirdiklerinin bir ölçüsünü verir sadece bir korkunç tuzak: İlluminati’nin tuzağı Türkiye’yi şişe geçirmiş, şiş kebabı gibi devamlı ateşte kızartmıştır. Ve gerçekten, bunca yıldır bu kadar ikaza rağmen, hiçbir şeyin değişmemesi Türkiye’ye çok şeyler kaybettirmiştir. Türkiye; çökmemiştir, çökertilmiştir! Bu borç batağının arkasında ne vardır biliyor musunuz? Türkiye’nin ülke olarak yatırım yapamamasını temin ederek Türkiye’yi parselleyip satın almak imkanını kazanmak... Eğer bu ülke borç ödeyecek yerde o ödediği borçları yatırımlara sevk edebilse, bir füze hızıyla kalkınır. Ama böyle bir imkânın sahibi değidir. Dışarıdakiler (illüminati), içerideki ve dışarıdaki ülkenin düşmanları... Her taraftan bu ülkenin elini ayağını bağlamayı başarmışlardır. Ama sadece konu bizimle alâkalı değil, sevgili kardeşlerim, bütün dünya için aynı şey söz konusudur. İlluminati, bugün için dünyayı ele geçirmiş durumdadır. Yapılması lâzım gelen şey çok açık ve kesindir. Üretken yatırımlar. En büyük oranda... Üstelik de içimizdeki işbirlikçilere rağmen bunu başarmak mecburiyetindeyiz
  12. Türkiye ekonomisinin düzelmesi için çözümler: 1-Altın karşılıklı para: 1.1-Altın karşılıklı para ile enflasyon o an sona erer,yalnız yeni paraları eskileri ile değiştirmek için 2 ay gibi zamana ihtiyaç vardır. 1.2-Altın karşılıklı para ile enflasyon sebebi ile oluşan sermaye kanaması sona erecektir. Bir örnek vermek gerekirse;100 milyar sermayeli bir işletme bir yıl sonunda 100 milyar kazanmış olsun.Enflasyon oranıda %100 olsun.Bu durumda işletme para kazanamamıştır.Ama devlete %46 kurumlar vergisi vermesi gerekecektir.O halde sermayesinden % 46 eksilmiş olacaktır.İşte bu duruma iktisatta sermaye kanaması olarak adlandırılmaktadır.Altın karşılıklı para ile bu durumda tarihe karışacaktır. 1.3-Dünyada ki endeğerli para altın karşılıklı ve enflasyonsuz Türk parası olacaktır.Diğer bütün paralar ister dolar,ister euro olsun,altın karşılıklı değildirler ve her sene %2.5 ile %5 arasında enflasyona maruz kalmaktadırlar,yetmez bu paraların sahibi olan ülkeler kendi ülkelerinin dışındaki ülkelerden ithalat yaptıkları zaman,karşılığı olmayan ve matbaada basılmış ve maliyeti sıfıra yakın olan bu paraları öderler.Bir örnek vermek gerekirse Amerika her yıl 1,3 trilyon dolar diğer dünya ülkelerinden ithalat yapmakta ve karşılığında maliyeti sıfıra yakın matbaada bastırdıkları dolarları ödemektedir.Bir başka ifade ile her yıl 1,3 trilyon dolara yakın malı bedavadan ithal etmektedir.İşte Altın karşılıklı TL ile Amerika’nın doları ve Avrupa’nın eurosu artık bu işlevleri göremez olacak ,onların yerini merkez bankasında altın karşılığı olan TL alacaktır. 2-Üretken Yatırımlar: Enflasyon ve sermaye kanamasının durdurulması ile birlikte ülkenin kalkınabilmesi için yatırım yapılmak mecburiyeti vardır.Klasik iktisatçılar sürekli Türkiye'de kaynak yetersizliği var bu nedenle yatırım yapılamaz demektedirler.Oysa bankalardan hergün ekonomiye akan ve aynı gün geri dönen para nehirleri vardır.1990 yılında bu miktar günde 2 milyar dolardı.Ekonomiye akan paralardan %10 u yatırıma aksa bankaya geri dönen para miktarında bir eksilme olmayacak ,ama Türkiye hergün ama hergün 200 milyon dolar yatırım yapma imkanına sahip olacaktır. 365 gün ile çarptığımızda yılda 73 milyar dolar sadece bankaların yatırım yapma imkanı vardır. Ancaaak bunu bilen illuminati ki ,IMF ve Dünya Bankası illuminatinin ileri karakoludur,Türkiye'de bankaları ele geçirmeye başlamış bugün 81 Türk bankasından geriye 19 Türk bankası kalmış ,yabancı banka sayısı ise 22 ye yükselmiştir.İllumanati 36 ülkede dünyayı ele geçirmek üzere bu oyunları oynamış ve o ülkeleri perişan etmiştir.Brezilya,Arjantin,Venezuella, Endenozya,Türkiye bunlardan birkaçıdır.Dünyanın en zengin 10 ailesince kurulmuş olan illuminatinin arkasında deccal ve adamları vardır.Deccalin arkasında şeytan olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.Ve dünyayı kana bulamak üzere harekete geçmişlerdir.Ama hamdolsun ki Allah herşeye kaadirdir.Allah razı olsun.
  13. ekonom

    TÜRKİYE VE AB

    Türkiye yıllardır Avrupa Birliğine girmek için bir çabanın sahibi.Adamlarda Türkiye yi Birliğe almamak için bir gayretin sahipleri.Netice sıfıra sıfır elde var sıfır.Türkiye ABD dende AB den büyük bir birliği kurma imkanına sahiptir.Türki Cumhuriyetlerle birlikte Türkiye nin nüfusu 300 milyon civarındadır.Türki Cumhiretlerle kurulacak bir birlik dünyanın en büyük topluluğunu oluşturacaktır yetmez dünyada 1.gücün sahibi olacaktır.Avrupa Birliği nin Türkiye ye verebileceği bir şey yoktur.Altın karşılıklı bir para ile dünyanınen değerli parası TL olacaktır.Kaynak yetersizliği var denilen Türkiye de kaynaktan bol bir şey yoktur.Bankalardan ekonomiye ve ekonomiden bankalara hergün 2 milyar dolar civarında para gidip gelmektedir.Bunlardan sadece %10 u yatırımlara dönüştürülse (ki likid akışta bir eksilme söz konusu olmamaktadır)Türkiye bir iki yıl içinde dünyanın en gelişmiş ekonomisine sahip olacaktır.Birde bu işin içine Türki Cumhuriyetleri katarsanız netice ortaya çıkar.O halde Avrupa nın ve ABD nin Türkiye ye öğreteceği bir şey yoktur.Ama Türkiye onlara çok şey öğretebilir.Cennete Allah'a ölmeden önce ulaşmayı dilemekle gidileceğini ,tasavvufu yaşamayı,Allah'ın ahlakı ile ahlaklanmayı bizdeki tasavvufu yaşayanlardan öğreneceklerdir.
  14. ekonom

    BIG BANG

    Kur’ân’ın söyledikleriyle, Big Bang birbirine tamamen uyuyor. Prof. Hubble ve arkadaşı, bu büyük patlamayı keşfettiler. Bu profesör, daha evvel bu teorinin geçerliliğini ispat eden aslî unsur olarak Nobel mükâfatı kazanmıştı. Kazandığı Nobel mükâfatının sebebi şuydu: Yıldızların hâlâ birbirinden ayrılmakta olduğunu; yani kâinatın hâlâ büyümekte olduğunu ispat etmişti Profesör Dr. Hubble. Allahû Tealâ Enbiya Suresinin 30. âyet-i kerimesinde diyor ki: 21/ENBİYA-30: E ve lem yerellezîne keferû ennes semâvâti vel arda kânetâ retkan fe fetaknâhumâ, ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy(hayyin), e fe lâ yu’minûn(yu’minûne). O inkâr edenler (kâfirler) görmüyorlar mı ki; (başlangıçta) muhakkak ki göklerle yer birbiriyle bitişik iken, bir iken (bir tek noktayı oluştururken) Biz, onları fetkettik (mekânlarından kopardık ve dağıttık). Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı? Bu dağıtım olduğu anda, zaman başladı. Bir merkezî noktadan, ışık hızının altındaki bir hızla, bu sonsuz partiküller dizisi, kâinatı oluşturmak üzere yola çıktılar. Kâinat oluştu ve yolculuklarına (kâinat oluştu ama) onlar hâlâ devam ediyor. Yani kâinat aynı hızla büyüyemiyor. Çünkü artık gezegenler oluşmuş durumda. Ama onların birleşik alanları, bir kâinat büyütme sistemini hâlâ devam ettiriyor. Yıldızların birbirinden ayrılması, ışık hızının altındaki bir hızı oluşturur. Öyleyse muhtevaya baktığımız zaman Allahû Tealâ’nın hız kanunlarını görüyoruz. Işık hızı, merkezî hız kanunudur. Hız kanunları, 3 grupta oluşur: 1- Işık hızının altındaki hızlar 2- Işık hızı 3- Işık hızının üstündeki hızlar Işık hızının altındaki hızlar, kinetik enerjiyle elde edilen hızlardır. Işık hızının kinetik enerjiye ihtiyacı yok. Işık hızı, kendi enerjisini kullanır ve bu enerji, onu mutlaka ışık hızıyla hareket ettirir. Biliyorsunuz; E=mc2. Yani Enerji=Kütle x Işık Hızının Karesi. İşte kütleyle ışık hızının karesi kadar bir enerjiyi, bütün kitleler muhtevalarında taşırlar ve bu ışık hızının oluşmasında ve aşılmasında, bu enerji kullanılır. İlim adamları, hâlâ enerji arıyorlar. Bir negatif enerji bulacaklarmış da, o negatif enerjiyle ışık hızının ötesinde hızları başaracaklarmış! Habire arayıp dururlar. Kütlenin kendi iç yapısında bu enerjinin mevcut olduğunu hiç düşünemezler. Einstein diyor ki: “Eğer bir kütle kinetik enerjiyle (itiş enerjisiyle) ışık hızına ulaşabilseydi (aslında ulaşamaz), bu kütle sonsuz olurdu.” Bu, mc2 formülünün tabiî neticesidir. Gerçekten de bu kütlelere tatbik ettiğiniz eğer itme gücüyse (itiş gücüyse, kinetik enerjiyse), o zaman o kütlenin hüviyeti değişmedikçe, o kütleyi ışık hızının ötesinde hareket ettiremezsiniz. Allah’ın koyduğu kanunlara dikkatle bakın. Allahû Tealâ’nın bir yarım ağırlıklar kanunu var. 1. Kanun: Bütün karşıt elektronlar, elektronların sayısına eşittir. 2. Kanun: Ne kadar sağ spinli elektron varsa, o kadar sol spinli elektron vardır. 3. Kanun: Ne kadar karşıt elektron varsa, o kadar elektron vardır ve bu elektronların her birinin ağırlığı, karşıt elektronların ağırlığının iki katıdır. 4. Kanun: Bütün karşıt elektronlar pozitif enerji taşırlar; bütün elektronlar da negatif enerji taşırlar. Acaba bu pozitif ve negatif enerjiler, size bir fikir verdi mi? Bütün elektronların ve karşıt elektronların içinde, ışık hızının yarı hızı gizlidir. Eğer bir elektron ve karşıt elektronu biraraya getirebilirseniz, negatif ve pozitif iki yarım hız, bir bütünü oluşturur ve ışık hızıyla bu nesneler harekete geçer. Bütün fotonlar, ışık hızıyla hareket eden ışınlardır. Elektrik lambalarından çıkan bütün ışıklar, ışınlardan oluşur. Bu ışınların da, bütün ışınların da adı fotondur. Nasıl oluşur biliyor musunuz? Eğer birtakım madenlere (tungsten gibi, tungstram gibi) veya bir kısım gazlara (florasan lambalarında kullanılan gazlar) elektrik enerjisini verirseniz ne olur? Bütün karşıt elektronların ağırlığı, elektron ağırlığının yarısı kadardır. Bunun mânâsı: Bütün karşıt elektronların devir sayısı, elektron devir sayısının yarısı kadardır. Bir elektronun saniyede ne kadar döndüğünü bilmiyoruz. Ama basit bir rakamla konuşalım. Diyelim ki; bir elektron saniyede 100 defa dönüyor (Basit bir ölçü olsun diye söylüyorum). Bunun karşılığında, bir karşıt elektronun devir sayısı, mutlaka 50’dir. Yani bütün karşıt elektronların ağırlığı ve tabiatıyla devir sayısı, bütün elektronların ağırlığı ve devir sayısının yarısı kadardır. Bütün karşıt elektronlar negatif ağırlık taşırlar, bizim dünyamıza göre sıfırın altında negatif bir ağırlığın sahipleridir. Bu söylediğimiz madenlerde ve gazlarda öyle bir özellik vardır ki; elektrik enerjisi bunlara ulaştığı zaman bunlar, karşıt elektronların devir sayısını elektron devir sayısından çok daha hızlı bir şekilde arttırır. Arttırırsa ne olur? Bir yerde, elektron devir sayısıyla karşıt elektronun devir sayısı eşit hale gelir. Eşit hale geldiği anda, birbirinden etkilenen (+) ve (-) güçler birbirini çekerek enerjiyi açığa çıkartır. (+) elektrik yüklü bir karşıt elektronla (-) elektrik yüklü bir elektronu, en yakından geçen elektron ve onun en yakınında bulunan bir karşıt elektron, karşıt yükleri sebebiyle birbiriyle birleşirler. Birleştikleri anda, tepki hangi istikamette onları iterse, o istikamette saniyede 300.000 km’den biraz daha fazla bir hızla harekete geçerler. Bu yolculuk lineerdir; yani doğrusal bir yolculuktur. Hız, saniyede yaklaşık olarak 300.000 km’dir. Buna ışık hızı deniyor. Kur’ân-ı Kerim’de ışık hızından bahsediliyor. Işık hızı, bir itiş enerjisine ihtiyaç göstermez. Ayrıca hiçbir itiş enerjisi, ışık hızına bir kitleyi, bir kütleyi ulaştıramaz. Bir elektronla bir karşıt elektron, aslında bir kütle oluşturur. Çünkü birisi bir âlemin, diğeri başka bir âlemin. Ama ikisi de kendi âleminin yapılarını vücuda getirir. Işık duvarı üzerinde her istikamet, ışık duvarının bir parçasıdır. Her istikametin üzerinde hareket eden bir foton, bir tarafında bir kanadı zahirî âleme ait olan, diğer kanadı berzah âlemine ait olan bir muhteva taşır. Bir kenarı bir elektron, diğer kenarı bir karşıt elektron oluşturan bir sistem. Eğer zahirî âlemde bir foton oluşturabildiysek, bu fotonun bir tarafı mutlaka bir elektrondur; diğer tarafı ise bir karşıt elektrondur. Ve Einstein ölmeden evvel, bütün fotonların parçacık özelliğini keşfetmişti. Ama bunu bir türlü mânâlandıramıyordu. Son derece basit bir sebeple mânâlandıramıyordu. Çünkü bütün fotonların ağırlığının sıfır olduğu, kesinlikle tespit edilmişti. Hâlâ bu kanun, değişmiş değildir. Şu elektrik lambalarından süzülen ışıklar, gama fotonlarını oluşturur. Bütün fotonların olduğu gibi gama fotonlarının da ağırlığı mutlak olarak sıfırdır. Bir elektronun ağırlığı, bir karşıt elektronun ağırlığının 2 katıdır. Eşitlendiği anda ağırlık sıfırlanmıştır. Neden? (-) elektronun ağırlığı (-) ağırlık olduğu için, (+) elektronun ağırlığı (+) ağırlık olduğu için ve birisi negatif ağırlık, birisi pozitif ağırlık olduğu cihetle ve iki ağırlık birbirine eşit olduğu cihetle (+) A ile (-) A (ağırlıklara A diyorum); eşittir, sıfır eder. Bu fotonlar ışık hızıyla, saniyede 300.000 km ile bir elektron, bir karşıt elektron olmak üzere iki tane partikülle hareket halindedir. Şimdi dikkat edin. Bu gama fotonunu bir kurşun duvara vurdurursanız eğer, ortaya bir elektron çıkar, bir de karşıt elektron çıkar. Elektronu takip edebilirsiniz, ağırlığını da her zaman ölçebilirsiniz. Ama karşıt elektronun bir an enerjiyi kullanarak ışımasını gördükten sonra, onu gözden kaybedersiniz, bir daha görmeniz de imkânsızdır. Çünkü bu âleme ait olan bir varlık değildir. Bu âleme ait olan ölçülerin (görmeye ait olan ölçülerin) hiçbirisi onu teşhis edemez. Görürsünüz, gözden kaybedersiniz, bir daha yakalamanız mümkün değildir. Ama elektronu takip edebilirsiniz. Bir şeye daha dikkatinizi çekerim. Kurşun duvara vurduğu noktada, birbirinin tam aksi istikamette hareket haline geçen iki tane faktör göreceksiniz. Yani şu noktada (parmaklarımı görüyorsunuz) olursa, birisi diğerinin tamamen aksi istikamette harekete geçer. Birisi gözden kaybolur; öteki takip edilebilir. Takip edilebilen, elektrondur. Bizim devrimizin sevgili âlimleri, negatif ağırlıkları kabul etmezler, derler ki: “Öyle negatif ağırlığın filan olması mümkün değildir.Öyleyse bu olayı bir faraziye olmaktan öteye hiçbir zaman geçiremezler. Neden? Çünkü sonuç şöyle: Bir elektronun ağırlığı var. Kurşun duvara vuran bir foton, evvelâ bir elektron ortaya çıkarıyor. Bir elektronun, diyelim A kadar ağırlığı var. Bir de başka bir nesne daha var. Negatif ağırlıklara inanmayan bizim sevgili âlemimizin büyük âlimleri, neyi görüyorlar? Şunu söylüyorlar: “Elektronların ağırlığı vardır, kesin. Diğer maddenin de mutlaka bir ağırlığı vardır ve bu ağırlığın negatif ağırlık olması mümkün değildir.” Öyleyse açmaz burada başlıyor. Bu açıdan olay burada başlıyor. Ne görüyoruz? Şunu görüyoruz: Eğer elektronun ağırlığı A ise; ötekine de pozitif bir ağırlık izafe ettiysek, ona da B diyelim. Bir foton sıfır ağırlıkta olduğuna göre; 0= diye başlamamız lâzım denkleme. 0= A + B oluyor. Ağırlıklara ne koyarsanız koyun; hepsi sıfırın üzerinde. Ve dünya, böyle bir açmazın içinde. Şimdi derin derin düşünür bizim sevgili âlimlerimiz, acaba bunu nasıl kanunlaştırabiliriz diye. Oysa ki Allahû Tealâ kanununu koymuştur. Birisi, diğerine eşdeğer bir negatif ağırlığı taşıyor ve bu sebeple netice sıfırdır. Yani elektronun ağırlığına A diyelim. “A kadar (-) ağırlık” + “gene A kadar; ama bu sefer bu dünyanın (+) ağırlığı”… (+) ağırlıkla (-) ağırlık birbirine eşit olduğu için, birbirini götürüp netice sıfırlanıyor. İşte mesele bu kadar basit. Öyleyse, bu bir foton yapısıdır. Foton yapısına ulaşabilmek için elektron ve karşıt elektronun ağırlığını eşitlemeniz gerekti. Böyle bir şey için de bazı gazlar için ve bazı madenler için elektrik enerjisi yeterlidir. Öyleyse böyle bir dizaynda, büyük patlamaya baktığımız zaman, zamanın oluştuğunu görüyoruz. Bir noktadan ayrılan noktaların, zamanı başlattığını görüyoruz. Hareket ve zaman, birbirinin oluşumuna zemin hazırlayan iki tane faktör. Allah’ın bütün partiküllere verdiği kinetik enerji hâlâ devam ediyor (itiş enerjisi). Işık hızının altındaki bir hızla, bu sonsuz partiküller dizisi kâinatı yaratmış. Kâinat hâlâ hareket halinde büyümeye devam ediyor. Ve yıldızlar, tabiatıyla birbirinden ayrılıyor, yoklukta daha büyük bir sahayı işgal ediyorlar. Kâinat büyüyor ve zaman da geçmişten geleceğe doğru akıyor. Ama bir gün, kinetik enerji bitecek. Bittiği zaman, artık dünya adı verilen bu gezegenin bir toz zerresi olduğu bu kâinatta, bir durma olayı söz konusu olacak. Kâinat itiş enerjisi bittiği için artık büyüyemeyecek ve bir noktada dengelenecek, duracak, ondan sonra da gravitasyonun tesiriyle, büyüme hızının azalması başlayacak. Bir devre sonra büyüme (gravitasyonla büyüme hızı eşit güce ulaştığı zaman) duracak. Kütlenin hızı sıfırlandığı cihetle; yani gravitasyona ters olan hızı gravitasyon sebebiyle azalarak, azalarak, azalarak sıfırlandığı anda, zaman durmuş olacak. Gravitasyon başladığı zaman, bütün büyük kütlelerin küçük kütleleri kendine çekme özelliği kuvvet olarak ortaya çıktığı andan itibaren, küçülme başlayacak. Hubble’ın Nobel mükâfatı kazanan teorisi tersine dönecek, kâinat küçülmeye başlayacak. İşte bu küçülme noktasından itibaren zamanın geriye dönmesi söz konusu ve zaman ta başa kadar, kâinatın yaratılmasına kadar geri dönecek. Ve kıyâmet günü başlayan zamanın geri dönme durumu, sonsuz bir hızla hareket halinde kâinatı yok edecek olan bir dizaynı oluşturuyor ve geriye dönen zaman parçaları içinde hayata bütün insanların geri dönmesi söz konusu. Yaşadıkları âlemde kendilerini çekecek bir kuvvet olmadığı için Allahû Tealâ’nın İndi İlâhi’sindeki alanda; yani Mahşer Meydanı’nda insanların toplanması söz konusu. Sonra sur’a ikinci üfürme; hepimizin ölümü… Sur’a üçüncü üfürme; yeniden dirilmemiz aynı yaşta… Ve zaman geriye dönüp de yaratılma noktasına geldiğinde her şeyin yok olması, sadece Allahû Tealâ’nın müsaade ettiği cennetin ve cehennemin kalması söz konusu, bir de İndi İlâhi’nin… İşte böylece zaman, Big Bang ve kâinat üzerindeki konu tamamlanıyor. Kur’ân-ı Kerim ile Büyük Patlama birbirini tamamlıyor, birbirini teyit ediyor. Büyük Patlama doğru bir bulgudur, Kur’ân-ı Kerim’e de tamamen uygundur ve Allahû Tealâ onu bütünüyle dile getiriyor. Belki sevgili âlimlerimize biraz ağır gelecek; ama şunu bilmelerinde yarar var: Hiçbir ilim, Kur’ân-ı Kerim’e aykırı olamaz. Eğer böyle bir ilim biliyorsanız, o bir eksik ilimdir. İşte siz fiziği, nükleer fiziği, pozitif bir ilim olarak düşünürsünüz, öyle değil mi? Ama bu âlemdeki bakış açınızla negatif ağırlıkları yakalayamadığınız için, çift foton olayını çözemezsiniz. Einstein da ışık partiküllerinin parçacık özelliğinin neye dayalı olduğunu bilebilseydi, bugün dünya üzerinde pek çok şey daha aydınlanmış olacaktı. Einstein bir dâhi idi. Ama De Broglie, bu parçacık özelliklerinde doğruyu yakalamıştı, Einstein’ı da aşmıştı. O’nun kuantum nazariyesine baktığınız zaman, orada her partiküle bir dalganın; yani her elektrona bir karşıt elektronun eşlik ettiğini, kesinlikle onu yakaladığını görecektiniz. Durgun kütlenin hızı ne olursa olsun veya durgun olsun (sıfır noktasında olsun), dalganın hızı daima ışık hızının ötesinde çıkıyor.
  15. ekonom

    MADDE VE ANTİ MADDE

    Madde nedir? Hidrojen atomlarının birleşmesidir. En basitinden en karmaşık yapıya kadar aynı şey, aynı esaslar hakimdir. Hidrojen atomunda, merkezde mutlaka bir proton vardır, çevrede de bir tane elektron dönmektedir. Merkezdeki proton 3676 tane karşıt elektronla 3675 tane elektrondan oluşur. 3675 tane elektronla karşıt elektron birbirini dengeler, nötrleştirir, nötralize eder. 3676. karşıt elektron sebebiyle merkezî çekirdek; yani proton (+) elektrik yükünü temsil eder; çevrede dönen elektron da (-) elektrik yükünü temsil eder. İşte (+) yük ve (-) yük, bütün elektrik yükleri manyetik alanın elektriğe dönüşmüş şekilleri olduğu için birbirini kesin olarak çekerler ve hareket halinde olan elektron, merkez tarafından öyle bir kuvvetle çekilir ki; bu onun hareketini ne merkeze çekilerek ne de yörüngeden kaçarak devam ettirmesini sağlar. Böylece eliptik bir yörünge üzerinde bütün elektronlar, protonlar etrafında dönerler. Merkeze en yakın oldukları noktada en yüksek hız, en düşük manyetik alanın sahipleridir. Merkezden en uzak oldukları noktada da en yüksek manyetik alan, en düşük hızın sahipleridir ve hızla manyetik alan çarpımı, eliptik yörüngenin her noktasında daima birbirine eşittir. İşte bu bir madde yapısıdır. Yani merkezinde 3675 tane elektronla 3676 tane karşıt elektron bulunan bir nesne. Şimdi anti maddenin oluştuğu 4 tane âlem var. Birinde madde var; zahirî âlemdeyiz biz. Biz zahirî âlemin müntesipleri için, burada bulunanlar için, zahirî âlemin fizik yapısıyla yaşayanlar için sadece zahirî âlem maddeyi içerir. Bu âlemin karşıtı yani berzah âlemi, anti maddeden oluşur. Cinlerin âlemi, kendi dizaynları içinde fiziktir; ama bize göre fizik ötesidir, fiziğin tersidir. O da bu âlem için anti maddeyi içerir, onların berzah âlemi de anti maddeyi içerir, emr âleminin ruha ait elektronları da anti maddeyi içerir bu âleme göre, zülmanî âlemin elektron yapısı da anti maddeyi içerir. Öyleyse her biri anti maddedir. O halde "Anti madde nedir?” O âlemin gene atom yapısına baktığımız zaman, bütün anti hidrojen atomlarında o âleme göre gene 3675 tane elektron var, 3676 tane karşıt elektron var ve o âleme göre maddenin bir ağırlığı var. İşte, eğer insanlar o âleme ait olan bir anti maddeyi yakalayabilmiş olsalardı (bir hidrojen atomunu), hidrojen atomunun yapısında 3675 tane karşıt elektron, 3676 tane elektrona tekabül eden (yani bizim âlemimizdeki ölçümlemeye göre ) ve etrafında elektron yerine anti elektron denen bir sistem göreceklerdi. Yakalamış olsaydık bunu görecektik. Ama bu imkânsız. Çünkü anti madde, negatif ağırlığın sahibi. Yani burada bir hidrojen atomunun (basit rakamlarla karşılaştırmak için söylüyorum) 10 gram olduğunu düşünün. Bir cinin yaşamakta olduğu gayb âleminde, gene bir hidrojen atomu -10 gram ağırlığında olur ve bu âlemde onu tartamazsınız, ölçüler sıfırın altında olduğu için ölçemezsiniz. İşte anti maddenin bir görüntü yapısı vardır: Merkezinde anti proton olan, çevresinde de anti elektron dolaşan bir özellik. Anti protondan murat, gene bu âlemin protonu; fakat elektrik yükü pozitif değil negatif. Çevrede dönen elektronsa, yükü pozitif olan bir elektron. Nasıl oluşuyor? Bu bir anti madde değil. Bu sadece, bir hidrojen atomunun şekil değiştirmesi. İsviçre ve Almanya'dan geçen 27 kilometre uzunluğunda bir elektron hızlandırıcısı var. Bu 27 kilometre uzunluğundaki elektron hızlandırıcısının içinden, ksenon gazı geçiriliyor ve elektronlara, protonlara, atomlara bombardıman yapılıyor. Ve bu bombardımanla bakıyorsunuz, bir hidrojen atomunun içinden bir proton bir kayba uğramış. İki tane karşıt elektronu gitmiş. 3676 tane karşıt elektrondan 2'si giderse, 3674 kalır. Elektronların yapısı değişmemiş, 3675 tane var. Öyleyse ne oldu? 3674 tane karşıt elektronla 3674 tane elektron, birbirini nötralize eder. Ama bu sefer 3675.'si bir karşıt elektron değil, elektron. O zaman merkezdeki elektrik yükü, negatif elektrik yüküne dönüştü. Böyle bir sistem, çevreden o sırada geçmekte olanlardan sadece karşıt elektronu kendisine çekebilir. Çünkü (-) elektrik yüklü nesneler, (+) elektrik yüklü nesneleri çekecektir. (+) elektrik yüklü nesne de bir karşıt elektrondur. Yörüngeden geçerken, geçiş hızıyla çekim hızı arasındaki denge, onu bir yörüngeye oturtur. Bu yörüngede (eliptik yörüngede) dönmeye başlayınca karşıt elektron, bu, bir atom yapısının tersi yapıyı içerir; yani merkezinde (-) elektrik yükü hakim olan, çevrede dönen karşıt elektronda da (+) elektrik yükü hakim olan, şimdiki hidrojen atom yapısının tamamen tersi bir yapı görüyoruz. Böyle bir nesne tespit edildi. Bizim sevgili âlimlerimiz de zannettiler ki; bu bir anti maddedir. Bu bir anti madde değildir. Bu, değişime uğramış bir hidrojen atomudur sadece. 2 tane anti elektron kaybetmiş olan ve bu sebeple elektronları 1 fazla hale gelen, çok basit bir hidrojen atomu. Ama durum tersine döndü. Çevrede dönen (+) elektrik yüklü bir nesne, merkezin de elektrik yükü (-) elektrik yükü oldu. Bunlar, son derece basit realiteler. Ama zamanımız âlimleri, bunlardan haberdar değiller. Haberdar olmadıkları için de herşey teoride kalıyor, bir türlü tatbikata geçemiyorlar .Onlar, Allah'ın bütün bunların sahibi olduğunun genellikle farkında değiller, hep aynı masalları anlatıyorlar.Böyle bir atomu yakalayınca "Anti maddeyi bulduk." dediler. Halbuki tarttılar, ve onun bir ağırlığı olduğunu da tespit ettiler. Onu da söyleyemiyorlar . Çünkü ağırlığı olduğunu söyledikleri zaman, pozitif ağırlığın sahibi olduğunu söylerlerse, bunun anti madde olmadığı kesinlikle anlaşılacak. Ve böyle bir aldatmaca içerisinde günler geçiyor. Şimdi gerçekten bir anti maddenin keşfi söz konusu olabilir mi? Buna zaten dünyamızın ihtiyacı yok. Anti maddenin keşfi gerekmiyor. Anti maddenin bu âlemdeki tartılarla, ölçülerle tartılabilmesi mümkün değildir. Ama gelecekte ki; yakın bir gelecekte bu inşaallah tatbik edilecektir.Bir sistemle yerçekimi kuvvetinin sıfırlanması söz konusu olabilir. İşte ne zaman yerçekimi kuvvetini sıfırlayabilirseniz veya sıfırın ötesine geçirebilirseniz, o zaman dünyadan o kadar enerji sarf etmeden ayrılmış olacaksınız. Maddenin içindeki kendi enerji, bunun için yeterlidir. Bir yapı değişikliğiyle, bir hava gemisini ağırlıksız olarak hareket ettirebilirsiniz. Fiziksel ölçüde ne kadar ağır olursa olsun, onun yapısını değiştirebildiğiniz zaman ağırlığı sıfırlayabilirsiniz, sıfırın ötesine de indirebilirsiniz. Onu yaptığınız zaman, dünyada çok şeyler değişir. Eski Mısırlıların o, o zamanki insan gücüyle ulaştırılması mümkün olmayan piramitlere, o koca koca kayaları nasıl yerleştirdiğini biliyor muydunuz? İlim de bilmiyor daha. Ama onlar bunu keşfetmişlerdi. Dünyada birçok defa atom savaşı olduğunu, kayalardaki izler kesinlikle belirtiyor. Bu atom savaşlarından sonra çıkan insanlar da, mağara insanlarını oluşturuyor. Çünkü radyasyon sebebiyle hücre yapıları tamamen dejenere olmuş insanlar; konuşamıyorlar, bütün ilimlerini unutmuşlar, hayvanlar gibi mağaralarda yaşayabilen bir sistem oluşturuyorlar.
  16. ekonom

    TÜRKİYE'NİN BORÇLARI

    TÜRKİYE’NİN BORÇLARI: İç ve dış borçtan kurtulmanın yolu, üretken yatırımlardır. Bu yatırımlardan sağlanan kârın devlete ulaştıracağı vergiyi devletin, borçlarına ödemek imkanına kavuşmasıdır. Devlet şu anda kazandığı borçlarının faiz ve taksitlerini ödeyemez durumda görünüyor. Öyleyse işsizler ordusunu eritmemiz lazımdır. 2,5 milyon insana iş bulmak mecburiyetinde Türkiye... Bunun için sadece bir tek yol var, ikincisi yok! Alternatifi olmayan bir yol: Üretken yatırımlar... Yatırım parayla olur. Eğer bu parayı yabancı ülkelerden borç alarak yatırım yapmak isterseniz, bu parayı, yatırımların dışında harcamamak zorunda olmamıza rağmen evvelkiler çok büyük oranda borçlandılar ve aldıkları borcu israf ettiler. Alınan bu paralar yatırımlarda kullanılmadı. Eğer borç alırsanız sadece yatırım için almalısınız. Ve mutlaka bunun fizibilite hesaplarını yapmak mecburiyetindesiniz. Normal bir fizibilite etüdünde görülen marketing neticesinde üreteceksiniz, ne satacaksınız, ne kadar üretip satacaksınız? Bu etüd mutlak olarak yapılamalı. Tecrübeli fizibilite etüdü yapan firmalar konunun gerçeğini yakalamışlardır. O standartlardan hareketle yola çıktığınız zaman üretken yatırımların vücuda getirdiği bir ağ ile ülke gelir sağlamaya başlayacaktır. Bu gelirinizden devlete vereceğiniz payla devlet idare edilecektir. Ne kadar çok insan çalışırsa, ne kadar çok insan ne kadar çok kâr ederse ve o kârdan devlete ne kadar çok vergi verirse, devlet borçlarını o kadar kolay öder. Bizimkiler borcu aldılar, yatırım yapmadılar. Borcu har vurup harman savurdular. Rakamlar ortada. Nerede başlıyor borcumuz? 1992’de gayrisafi milli hasılaya göre %49.8 olan toplam borcumuz 2002 yılının sonunda 120.4 (% gayrisafi milli hasıla 180 milyar dolar ve toplam iç ve dış borcumuz 216.7 milyar dolar. Oran %120.4) %50’nin altında olan borç (49.8), %120’ye çıkıyor. Bir korkunç çıkış söz konusu. Borç azalmıyor sevgili kardeşlerim, artıyor. Bu, içerideki işbirlikçilerle dışarıdakilerin Türkiye’yi nasıl bir soygun ülkesi haline getirdiklerinin bir ölçüsünü verir sadece bir korkunç tuzak: İlluminati’nin tuzağı Türkiye’yi şişe geçirmiş, şiş kebabı gibi devamlı ateşte kızartmıştır. Ve gerçekten, bunca yıldır bu kadar ikaza rağmen, hiçbir şeyin değişmemesi Türkiye’ye çok şeyler kaybettirmiştir. Türkiye; çökmemiştir, çökertilmiştir! Bu borç batağının arkasında ne vardır biliyor musunuz? Türkiye’nin ülke olarak yatırım yapamamasını temin ederek Türkiye’yi parselleyip satın almak imkanını kazanmak... Eğer bu ülke borç ödeyecek yerde o ödediği borçları yatırımlara sevk edebilse, bir füze hızıyla kalkınır. Ama böyle bir imkânın sahibi değidir. Dışarıdakiler (illüminati), içerideki ve dışarıdaki ülkenin düşmanları... Her taraftan bu ülkenin elini ayağını bağlamayı başarmışlardır. Ama sadece konu bizimle alâkalı değil, sevgili kardeşlerim, bütün dünya için aynı şey söz konusudur. İlluminati, bugün için dünyayı ele geçirmiş durumdadır. Yapılması lâzım gelen şey çok açık ve kesindir. Üretken yatırımlar. En büyük oranda... Üstelik de içimizdeki işbirlikçilere rağmen bunu başarmak mecburiyetindeyiz.
  17. Türkiye ekonomisinin düzelmesi için çözümler: 1-Altın karşılıklı para: 1.1-Altın karşılıklı para ile enflasyon o an sona erer,yanlız yeni paraları eskilerle değiştirmek için 2 ay gibi zamana ihtiyaç vardır. 1.2-Altın karşılıklı para ile enflasyon sebebi ile oluşan sermaye kanaması sona erecektir. Bir örnek vermek gerekirse;100 milyar sermayeli bir işletme bir yıl sonunda 100 milyar kazanmış olsun.Enflasyon oranıda %100 olsun.Bu durumda işletme para kazanamamıştır.Ama devlete %46 kurumlar vergisi vermesi gerekecektir.O halde sermayesinden % 46 eksilmiş olacaktır.İşte bu duruma iktisatta sermaye kanaması denmektedir.Altın karşılıklı para ile bu durumda tarihe karışacaktır. 2-Yatırım: Enflasyon ve sermaye kanamasının durdurulması ile birlikte ülkenin kalkınabilmesi için yatırım yapılmak mecburiyeti vardır.Klasik iktisatçılar sürekli Türkiye'de kaynak yetersizliği var bu nedenle yatırım yapılamaz demektedirler.Oysa bankalardan hergün ekonomiye akan ve aynı gün geri dönen para nehirleri vardır.1990 yılında bu miktar günde 2 milyar dolardı.Ekonomiye akan paralardan %10 u yatırıma aksa bankaya geri dönen para miktarında bir eksilme olmayacak ama Türkiye hergün ama hergün 200 milyon dolar yatırım yapma imkanına sahip olacaktır.365 gün ile çarptığımızda yılda 73 milyar dolar sadece bankaların yatırım yapma imkanı vardır. Ancaaak bunu bilen illuminati ki IMF ve Dünya Bankası illuminatinin ileri karakoludur,Türkiye'de bankaları ele geçirmeye başlamış bugün 81 Türk bankasından geriye 19 Türk bankası kalmış ,yabancı banka sayısı ise 22 ye yükselmiştir.İllumanati 36 ülkede bu oyunları oynamış ve o ülkeleri perişan etmiştir.Brezilya,Arjantin,Venezuella, Endenozya,Türkiye bunlardan birkaçıdır.Dünyanın en zengin 10 ailesince kurulmuş olan illuminatinin arkasında deccal vardır.Deccalin arkasında şeytan olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.Ve dünyayı kana bulamak üzere harekete geçmişlerdir.Ama hamdolsun ki Allah herşeye kaadirdir.Allah razı olsun.
  18. ekonom

    ILLUMINATI

    Küresel imparatorluğun başkenti olan Meru’da (Hollanda) 10-15 Ocak tarihleri arasında yapılan kutlamalarda, Maharishi 2003 yılını “İdeal Yönetim Yılı” olarak ilân etti ve Kral Raja Raam’ın problemsiz bir yönetim yaratmak için “büyük planını” (Master Plan) başlattı. Kral Raja Raam, 12. Kraliyet Buyruğu’nu açıklayarak bütün hükümetleri problemlerden arınmış bir yönetime davet etti. Kraliyet buyruğu, küresel imparatorluğun, hükümetlere bu konu ile ilgili her türlü bilgi ve tekniği temin etmeye hazır olduğunu bildirmekte ve hükümetleri küresel imparatorluk ile kontrat yapmaya davet etmektedir. Kraliyet buyruğunda yer alan maddeye göre “Dünya Barışı Projesi çerçevesinde yetiştirilen barış uzmanlarının, eğitim, barınma, istihdam gibi ihtiyaçları, finansman konusunda hükümetlere hiçbir baskı uygulanmadan karşılanacaktır. Kral Raja Raam, herhangi bir hükümet bu kontratı imzaladığında, başlamaya hazır olduğunu belirtti. Maharishi, Kral ve kabinesindeki 40 bakanın rehberliğinde, Hindistan’da kurulacak grupların, bu yılın odak noktası olduğunu ekleyerek, 2003’ün, insanlığın en büyük hedefini yakaladığı yıl; refah ve barışın altın çağı olacağını, söyledi.” 2003 yılı, gerçekten Maharishi’nin ilân ettiği gibi; “ideal yönetim yılı” mıdır? Küresel imparatorluğun başkenti olan Meru’da 10-15 Ocak tarihleri arasında yapılan kutlamalarda; Maharishi 2003 yılını ‘İdeal Yönetim Yılı’ olarak ilan etmiş. Ne yapacaklardı? Maharishi ve küresel imparatorluk, dünyanın en büyük 3000 belediyesinde, 200 kişinin rahatlıkla kalabileceği, tam 3000 tane saray inşa ettirecek. Bunun ışığı altında açıklamaları değerlendirelim. “Ve Kral Raja Raam, 12. Kraliyet Buyruğu’nu açıklayarak bütün hükümetleri problemlerden arınmış bir yönetime davet etti.” Problemlerden arındırma, onların taktikleri. Transandantal meditasyon problemleri arıtır mı, yoksa artırır mı; deneyen görür. Transandantal meditasyon; şeytanın insanlığın başına açtığı büyük bir dertdir. “Kraliyet Buyruğu, küresel imparatorluğun hükümetlere bu konu ile ilgili her türlü bilgi ve tekniği temin etmeye hazır olduğunu bildirmekte...” Dünya Kralı, tebaalarına bütün dünya ülkelerine yazılar gönderiyor artık. Maşallah! “...ve hükümetleri küresel imparatorluk ile kontrat yapmaya davet etmektedir.” Şeytanın bu tarzda hakimiyeti altına giren bir grup, dünya imparatorluğu için hedeflerine doğru hiç kimseden yardım istemeden; 3000 tane sarayı inşa edebilecek paranın su gibi harcanması için hazır. Bu büyük paraların sahipleri şu anda 8 tane uydudan dünyaya sesleniyor. Şeytanın emrinde bir imparatorluk... Küresel imparatorluk ile kontrat yapmaya davet ediyormuş, Kral; Dünya Kralı. “Kraliyet buyruğunda yer alan maddeye göre ‘Dünya Barışı Projesi’ çerçevesinde yetiştirilen barış uzmanlarının eğitimi, barınma, istihdam gibi ihtiyaçları, finansman konusunda hükümetlere hiçbir baskı uygulanmadan karşılanacaktır.” Hem adamlar 3000 tane saray inşa ettirecekler, hem de her bir sarayda oturacak 200 kişi, 3000 tane 200 kişi... Düşünebiliyor musunuz? 3000 tane 200 kişi... Bütün bu insanlar, çoktan illuminatinin buyruğuna girmişler. Dünya imparatorluğunun birer maşası olmuşlar. 3000 tane 200 kişi. Hesaplayın. Eğer 100 kişi olsaydı 300 bin olacaktı. 200 olduğuna göre 600 bin kişi şu anda, o 200 kişilik sarayların her birine yerleşmek üzere hazır. Bu bir dünya istilâ plânıdır ve kansız, harpsiz, ekonomik bir istilâ. Ve insanları kandırarak bu transandantal meditasyon denen şeytanî müessesenin içine çekme planı. Kral Raja, herhangi bir hükümet bu kontratı imzaladığında, başlamaya hazır olduğunu belirtmiş. Maharishi de kral ve kabinesindeki 40 bakanın rehberliğinde Hindistan’da kurulacak grupların, bu yılın odak noktası olduğunu söylemiş. Hindistan, transandantal meditasyonun zaten temel yeri. Bu gruplar Hindistan’da çok. Herhalde Raja, büyük şehri eline geçirmiş durumda. Ve Maharishi, 2003’ün insanlığın en büyük hedefini yakaladığı yıl; refah ve barışın altın çağı olacağını eklemiş. Önümüzdeki günlerde görürüz altın çağ mı? Yetmez! Daha da öteye gitmişler; 2003 yılı ideal yönetim yılı olarak ilân edilmiş yukarıda açıklandığı gibi. Gerçekten ideal yönetim yılı mı? Bu sadece ideal bir şeytana yaklaştırma yolu!
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.