Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

nizamulmulk

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    132
  • Katılım

  • Son Ziyaret

nizamulmulk tarafından postalanan herşey

  1. Kendine güvenen arkadaşlar manzum şekilde atışmaya varmısınız? Yüzyıllarca Anadoluda aşıklar tarafından ve günümüze kadar taşınan bu geleneği Foruma taşıyalım istedik.
  2. En azından kelimeler bizim Öz türkçede( Kurbağa dilinde) kullanıldığı gibi ingilizce orjinal halleriyle kullanılmıyorlar.
  3. sevgili Evrensel Sizce Töre cinayetlerini işleyenler Allah'ın emirlerini yerine getirmek için mi söz konusu cinayetleri işliyorlar. Yoksa örf adet gereği çevrede saygınlıklarını yitirdiklerini düşündüklerinden dolayı mı işliyorlar? Hemen hemen her konuyu dinle iliştirenlerin Cumhuriyet döneminde yapılan katliamları hangi mantıkla meşrulaştırdıklarını ise anlıyor değilim?
  4. Savaşa, emperyalizme, kapitalizme, din sömürücülerine, sahte kemalistlere, Ülkemin onuruyla oynayan siyasetçilere, baskıcı totaliter rejimlere, Egemenliklerini kan ve göz yaşına borçlu olan katil Amerika ve İsrail'e, Petrolden başka hiç bir şeyleri olmayan Amerikan ve İngiliz manda devletlere karşıyım. Ya siz? Nelere karşısınız?
  5. Arkadaşlar hepinizce malumdur ki Aynı ülkenin insanları olmamıza aynı kültürü paylaşmamıza Binlerce noktada ortak düşünmemize rağmen Malesef Sürekli Förüşlerimizdeki farklılıklara değinerek bir anlamda birbirimize yabancılaşmaktayız. Yine Marksist, liberalist, Milliyetçi, şeriatçı Görüşe sahip olanlarla bu ülkede yaşamak zorunda isek daha doğrusu birlikte yaşabiliyorsak Asgari müşterekler üzerinde birleşmemiz gerekir. Gelin görüşlerimizdeki ortak noktalara dikat çekelim ve göreceğiz ki Sürekli hasım(düşman) olarka gördüğümüz görüş sahipleri de bir çok noktada bizleri dahi bırakacak kadar güzel yanlara sahipler..
  6. Ali kardeşim Allah Azze ve Celle Bakara süresinde "Biz hiç kimseye gücünün yeteceğinden fazla yük yüklemeyiz." diye buyurmaktadır. Yani değerli kardeşim insan gücünün yetmediği hususlarda yükümlülük altında bırakılmaz. Söz gelişi Hacc'a gitmek için paranızın olması gerekir. Ailesinin nafakasını temin edemeyen bir kimsenin Hacc'a gitmesi veya zekat vermesi Zaten üzerine farz değildir. Sadaka ise apayrı bir alandır. Believer Kardeşimin bahsettiği gibi bazen bir müslümana güleryüz göstermek bazen de Yoldaki bir taşı kaldırmak da sadaka olarak nitelendirilir. Bununla birlikte Allah Azze ve Celle bizleri vasat bir ümmet kılmıştır. Bu nedenle Her işimizde ölçüyü kaçırmamamız gerekiyor. Yukarıda belirttiğin gibi "Yani fazlaca sabırlı olacam diye bir köşeye çekilmek de fazlaca iş yapacam diye her şeye sebepsiz atılmak da doğru değildir diye düşünüyorum ve daha bir çok ahlaki konuda da aynısını anlıyorum..." Sözlerine katılıyorum
  7. Sayın Erdoğan: Kral x ile yanyana olduğumuz doğru değil. Ondan yüzlerce konuda farklı düşünüyorum. Ama unutma ki : Bir yazımda Voltaire ve Rousseau arasında geçen bir olaydan bahsetmiştim. Voltaire Rousseau'nun yazılarını okurken çoğu kez onları saçma görürmüş Hatta Şu Rousseau'yu okurken dört ayak üzerinde yürüyesim geliyor diyormuş Ama Rousseau Toplum sözleşmesini yazdıktan sınra tutuklanınca Voltaire onu ziyarete gider ve der ki: Ben senin yazdıklarını kabul etmiyorum dahası onları saçma buluyoırum ama onları savunabilme özgürlüğünü sonuna dek savunacağım. Ben burada Dipnot ile yüzlerce kez tartıştım Bundan sonra da tartışacağım ama yarın dipnot forumdan uzaklaştırılırsa ilk tepkinin benden geleceğini de unutmayın. Sayın Erdoğan ben Kürtçü değilim ama Kürt kardeşlerime de yüzlerce noktada hak veren biriyim. Benim Görüşüm evrenseldir. Dünyaya Sadece Doğu Anadoludan bakmak mantıklı olmadığı gibi Dünyadaki onca savaşlara rağmen gözleri sadece Doğu anadoludaki gelişmelere dikmek de doğru değildir. Evet Ben bir çok noktada kürt kardeşlerime hak veriyorum ; ama bu kürtçü olduğum anlamına gelmez. Kaldı ki şimdi Iraktaki zulme karşı yazılar yazsam Iraklımı olacam; ya da Baas rejimini savunan biri olarak mı değerlendirilecem? Benim Kürt sorununa değinmem terörü desteklemem anlamına gelmez. Ben sadece Beynini milliyetçilikle yiyen kişiler kadar kör ve sağır değilim. Dahası yazılarıma bakarsan Orada bu ülkede yaşayan herkesin bu ülkede benim kadar hakkı olduğunu yazdım. Bu nedenle Benimle aynı hakka sahip olan birine karşı amiyane bir tabirle "horozlanarak" Bu vatan benim sen hainsin deme hakkım da yok. Ama bu vatanın evladı olmayana pek ala bunu söylerim. Hasılı Erdoğan: Kralx ile buluştuğumuz nadir noktalar var yanyana değiliz ama ben Onun forumdan atılmasına karşıyım. Ben düşünce özgürlüğünde sınır olmamasına inanırım...........
  8. Hasan Sabbah Nizamulmülk Ömer Hayyam Bir de Athos Portos ve Aramis
  9. Zıplayan Dana nickini ilk gördüğümde dakikalarca gülmüştüm Hasılı benim enb eğendiğim nick zıplayan dana .
  10. Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı? Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı! Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun! Yandık! diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun! Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında, Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında, Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm; Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm! Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn'i, En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn'i!... Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz'ın Âteşli muhitindeki sûzişli niyâzın Emvâci hurûş-âver olurken melekûta? Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet, Teslis ile çöksün mü bütün âleme zulmet? Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban? Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin, Solsun mu o parlak yüzü Kur'an-ı Hakim'in? İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet? Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet? Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ? Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ! Câni geziyor dipdiri... Can vermede mâsûm! Suç başkasınındır da niçin başkası muhkûm? Lâ yüs'ele binlerce sual olmasa du kurbân; İnsan bu muammalara dehşetle nigeh-bân! Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık; Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık! Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın... Yaksaydın a mel'unları... Tuttun bizi yaktın! Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi: Binlerce cevâmi' yıkılıp hâke serildi! Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted: Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed! Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar, Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar! En kanlı senâatle kovulmuş vatanından, Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan! İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok... Nâ-hak yere feryâd ediyor: âcize hak yok! Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi? Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî! M. Akif ERSOY Zulmun nihayet bulması Temenisiyle Regaib kandiliniz mübarek olsun......
  11. Daha öncede belirttiğim gibi dipnot gibiler ağızlarından kelimeleri sadece savururlar. Benim gibiler ise doğururlar. Sancısını çekerler ondan sonra sizlerle paylaşırlar. şimdi Kemalistlerin Dinsiz olmadıklarını, Mü'min olabileceklerini, islam dini mensubu olabileceklerini ve fakat Müslüman olamayacaklarını bu kelimenin Türkçe karşılığını yazarak izah etmeye çalışayım. Müslüman: Teslim olmuş mü'min : iman eden şimdi Sayın sardunya söyler misiniz DİNOT ve onun gibi düşünenler gerçekten Allah'a ve onun indirdiklerine teslimiyet derecesinde inanıyorlar mı? Teslim olmak Öncelikle Allah'ın yaratıcılığını kabul etmekten ve onun indirdiklerini tartışmaktan hele Dipnotun yaptığı gibi saldırmaktan vazgeçmek anlamına gelir. Sevgili sardunya: Dİpnot ve yamyam Kemalist değil mi? ikisinin de yazılarından İslam dini ile ilgili Bir gayrı müslümden farklı düşünmediklerini çıkardım. hatta tam bir kötü niyet ifadesi gördüm. Resmen dine savaş açan bu şahısları Müslüman( Allah'a Teslim olmuş) kişiler olarak nitelendirmek ne kadar doğru? Bununla birlikte Açıklamalar bölümünde bir kaç kez biz Müslüman Dünya görüşüne bağlı olanlar ifadesini kullandım. Aslında alıntı yapılan cümlemde de Müslüman Dünya görüşüne bağlı olanlar ve klemalistler diye bir ifade kullanacaktım. En azından sayın sardunya seni ve senin gibileri kullandığım ifadenin dışında tutmak için( tenzih etmek için) NOT: Yazımın ilk pasajında Müslüman Dünya görüşüne bağlı olanlar ve kemalistler ifadesini kullanmama rağmen son pasajındaki ifadeyi kuyruklarına dolayanlara söyleyecek sözümde yok.......... Müslüman tabirinin genel kullanım şeklini de düşünerek Yani toplumun genelinde anlaşılan şeklini de düşünerek Müslüman Dünya görüşüne bağlı olanlar ifadesine yer vermiştim....
  12. Arkadaşlar hepinizce malumdur ki Müslüman dünya görüşüne bağlı olanların yazıları değişik nedenlere sansürlenmekte iken Ateist Ya da Kemalist arkadaşların yazıları ise hoş görü ile karşılanmaktadır. Malumunuz kralx Arkadaşımız forumdan uzaklaştırıldı. Benimse 6 uyarım var. üstelik uyarılarıma baktığınızda Hakaret içerdiği iddia edilen kelimeler ile ilgili olarak daha önce açıklama yapmıştım. Ama tüm bunlara rağmen Dipnot isimli şahsın Yobaz Gerici Mürteci gibi sözcükleri ile Yamyam nickli arkadaşımızın eşşek vs gibi tabirleri ve küçük düşürücü insanları suçlayıcı ifadeleri ise silinmemektedir. Acaba Forumda Kemalistler için daha fazla mı düşünce özgürlüğü var yoksa Müslümanlara karşı bir tahammulsüzlük mü?
  13. Kralx kardeşim Düşünce özgürlüğünü savunduğu iddiasında olanlar malesef yazdığımız bir kaç kelimeye dahi tahammul etme dirayetini gösteremediler. Daha öncede Sol görüşlü bir camiaya ait bir forumda yazdığım yazılar sebep gösterilmeden silindiği için forumu terketmiştim. Bu forum da benim için vazgeçilmez değil. Buradaki arkadaşlarla birleşerek farklı forumlarda da yazın hayatımıza devam edebiliriz. Ama unutma ki Bu gün senin veya benim forumdan atılmamıza seyirci kalanlar aynı akıbetle karşılaşacaklardır. Forumdan uzaklaştırılmanı şiddetle kınıyorum. Ve Forum yöneticilerinin bu çifte standartlarına son vermelerini aksi taktirde forumda yer alan ve düşünce özgürlüğünü kayıtsız şartsız savunan bütün arkadaşların da tepkilerine maruz kalacaklarını bilmelerini ve bunun her şeyden önce Forumun sonu olacağını da belirtmek isterim. Gelin gücümüzü gösterelim ve tepkilerimizi açık bir şekilde dile getirelim. Forumda düşüncelere ne kadar tahammul var....... dilerseniz bunu ayrı başlık altında da açabiliriz.
  14. Segili Kralx kardeşimin görüşlerini nazarı itibare alarak senle olan tartışmama son veriyorum. forumda defalarca yazdığım gibi sayın yamyam: LUTF İLE HASİDİ BEHDAHA NEDAMET GELMEZ TELH OLAN MEYVEYE SUKKERLE HELAVET GELMEZ. NABİ Yani kötü niyetli hasetkar bir kimseye sürekli lutufta bulunarak onu yaptıklarından ötürü pişman edemezsiniz. Acı bir sebzeye şeker dökerek onu tatlandıramazsınız.
  15. Kral X'i yaptığı çalışma dolayısıyla tebrik ediyorum. En azından emek vererek Böylesi bir çalışmanın altına imza atmış. Yalnız gerek ÇELAKIL'ın kitaplarında geçen gerekse de önceki dönemlerde bir takım müslümanlarca da dile getirilen ve mucizevi olarak nitelendirilen bir çok husus dine zarar vermektedir. Söz konusu çalışmalar doğrudan dine mal edilmemekle birlikte dinsel kılıfa büründürülmektedir. oysa ki Çelakıl'ın kıyamet ile ilgilli söylediklerinin tutmaması bir anlamda kendi görüşlerinin iflası anlamına gelecektir. Kaldı ki kralX kardeşimin sunduğu grafikte Allah yazısı ancak görmek isteyenlerin biraz da zorlamayla görebilecekeleri bir yazıdır. Allah Azze ve celle Yarattığı her MAhluka imazısını atmıştır. Bu kadar mucizeyi göremeyen birinin söz konusu grafikteki Allah yazısını görmesini bekleyemezsiniz herhalde. Ayrıca inanan insanların bu tip çalışmalarla imanlarının artacağına inanmayanlarınsa bu tip çalışmaları görünce secdeye kapanacaklarına ise kesinlikle inanmıyorum. bunu sizlerde takdir edersiniz herhalde.
  16. Fıkıh nedir? Bugün genellikle "İslam Hukuku" mânasında kullanılan fıkıh kelimesi arapçada "derinlemesine anlamak, kavramak, tam bilgi sahibi olmak" ma- nasına gelmektedir. Bir terim olarak fıkh'ın ma- nası tarih içinde "aynı yönde, fakat özelleşerek" değişiklikler göstermiştir. İnsanlara doğru yolu göstermek, isteyene dünya ve ahirette mutlu olma- nın anahtarını vermek üzere gelen İslâm Dini, Kur'ân-ı Kerim'in Son Peygamber'e vahyedilmesi ile başlamıştır. Hz. Peygamber'in, Allah'tan gelen vahyi (Kur'an'ı) insanlara ulaştırma yanında, onu açıklamak, uygulamak, detay boşluklarını doldur- mak gibi görevleri vardır. İşte bu görevler "S ü n- n e t" denilen ikinci yol gösterici kaynağı vücuda getirmiştir. S ü n n e t O'nun sözleri, davranış ve tasvipleridir. Fıkıh'ın, bugün bildiğimiz ilim şek- linde teşekkül etmesinden önce, dinin iki kaynağı Kur'an ve Sünnet'in açık ifadesine dayanan bilgi- lere "İ l i m", insanların bu iki kaynağa dayanan anlayış, yorum ve düşüncelerine de "f ı k ı h". de- niyordu. Bu devrede ilim "n a k l i"; yani vahye da- yanan bilgiyi, fıkıh ise "a k l i" yani nakil üze- rinde akıl yorarak elde edilen bilgiyi temsil edi- yordu. Bir an için bir yamyamla konuştuğumu unutaraktan sana çok geleceğini bile bile ,anlama güçlüğü çekeceğini önceden sezmeme rağmen belki: diyerekten söz konusu yazıyı yazdım. Şimdi yamyamcım 600 lü yıllara günümüz gözüyle bakarsan zaten hata yaparsın. 600'lü yıllarda günümüzdeki gibi bir eğitim sözkonusu değil ve bu eğitim siz tarih bilmezlerin belirttiği gibi 5 yıl filan da değil. günümüz değer yargıları ile 600'lü yılların değer yargıları bir olamaz. ama yukarıda belirttiğim gibi insandaki değişmez özellikler Kuran'da düzenlenir. değişebilir özellikler ise ictihatlara bırakılır. Yani yamyamcım senin anlamakta direttiğin husus İCTİHAT kurumunu bilmemendir. sana kızların 9 yaşında evlenmeleri ile ilgili bir hadis sunar mısın? dedim ama sen laf kalabalığından başka bir şey yapmadın. şimdi sana tekrar soruyorum. İslamda evlenme yaşının 21 olmasını engelleyen bir tana hüküm mü var? bu konu senin bilmediğiN İCTİHAT kurumuyla düzenlenebilir. Bunda hiç bir sakınca yoktur. Ben kemalizm ve faşizmi aynı kefeye koymadım. Yazımı bir daha okursan ya da Türkçe bilgisi ilkokul seviyesinde birine okutursan anlarsın ki? Ben bir olayın meydana geldiği tarihi koşulları göz ardı edersen doğru sonuca ulaşamazssın dedim. örnek olarak da kurtuluş savaşındaki ortam nedeniyle Otoriter bir ynetim tarzı uygulandığından bahsettim. yamyamcım hukuk bilgisi konusunda ise Benimle tartışacak değil sadece öğrencim olabilecek bir seviyede olduğunu unutma çünkü ben bir hukukçuyum. Bizim ülkemizde cari hukuku bildiğim gibi İslam hukukuna da vakıfım. Yani bu konuları senin gibi kahve muhabbetlerinden değil bizzat bilmin verileriyle üniversiteden eğitimin alarak öğrendim. Ama sen inanıyorum ki Yarın bir boşanma ya da ceza davan olduğunda da Problemini kendin çözmeye çalışır Avukatına Boşanmanın nasıl yapılması gerektiğini söyleme cesaretinde bulunursun. Ne güzel din konusunda Atıp tutuyorsun çünkü bu konuda herkesin konuşma hakkı var. Oysaki daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi din ihtisas isteyen bir alandır. Sokak muhabbetleriyle öğrenilmez. Cariyeler konusunda yazdıklarımı tekrar oku. Cariye kavramı bir savaş hukuku kavramıdır. Savaşta esir edilen kadınlar için kullanılır. Yoksa işgal edilen yerlerde yakalanan tutulan kadınlar için kullanılan bir tabir değildir. Savaş hukuku özellik arzeder. istiklal mahkemelerini ne çabuk unuttun. sen kendi görüşünle tutarlı olduktan sonra diğer görüşlere eleştiri getirmek zorundasın.... Sayın yamyam kimseyi ......... yerine koyduğum yok ama bir kimse benim yazdıklarımdan sonra kendisini yle hissediyorsa buna da saygım vardır. Bak asıl kişiliğini keşfetmişsin.....
  17. sevgili şuheda sizlerle DipNOT isimli şahsın açtığı konulardan bir kısmını paylaşarak şizofreni derecesinde kendini tehlikede hisseden Esen rüzgarı, Akan suları dahi tehlike olarak gören bu zihniyeti daha iyi tanımanıza yardımcı olmak isterim. işte DipNOt'un açtığı konulardan bazıları: "Yobazın ahlakı, Şeriat Kuran değildir, Şeriatın bir ülkeye sinsice girişi, Tehlikenin farkında mısınız?, Ortadoğuda güncel takip( bizi yakından ilgilendiren ve ülke bütünlüğümüz için tehlikeli olan.....) Mübarek İslamın Yüz karası( açıklamada Fetullah Gülenden bahsedilmektedir.) Kubilayın şehitliğinden bu yana kaç kişi kubilay oldu. şimdi gelelim tahlillere 1) öncelikle dipnot ülkenin büyük bir bölümü işgal altındaymış gibi ve herkesin derhal bir şeyler yaparak, istiklal mahkemeleri kurarak, 1920'deki tek partili dönemlere dönerek, Bu ülkenin neredeyse yüzde doksanını yok ederek Cumhuriyetin kurtulacağı inancını dillendirmektedir. 2) Şeriat ve islam kavramlarını kendince anlamlandırıp bunların farklı kavramlar olduğuna işaret etmektedir. 3) Ama şeriat ve islamın farklı kavramlar olduğuna dikkat çeken bu şahıs açtığı bir sonraki konuda İslamın 9yaşındaki bir kızın evlenmesine müsade ettiğini söyleyerek bir anlamda Gerçek niyetini ortaya koymuştur. 4)İslamın en ılımlı kanadına saldırarak Müslüman dünya görüşünü hiç bir haliyle kabul etmeyeceğini belgelemiş bulunmaktadır. 5) Sürekli Cumhuriyet dönemine atıfta bulunarak öldürülen Kubilay gibi şahıslardan dem vurarak Kalplerine yerleşmiş kin ve öfkeyi diri tutup forumda seviyeli bir tartışma ve anlaşma yolunu baştan tıkamaktadır. hasılı dipnot gibilerin Gerçek niyetleri islam dinini karalamaktır. Adeta bir misyoner görevi üstlenmektedirler. Bunu sadece açtıkları başlılklardan anlayabilirsiniz. Yine savaş çığırtkanlığı yaparak, Toplumu tahrik ederek Bölücülüğün en alasını yapmaktadırlar. insanları sürekli suçlayarak Türkiye Cumhuriyetini kendi özel mülkleriymiş gibi sunarak kendi görüşleri dışındakilere yaşam hakkı tanımadıklarını bir kez daha kanıtlamışlardır.
  18. şimdi sevgili yamyamcım: öncelikle sana yamyam diye hitap edebildiğim için çok mutluyum. Mutluyum çünkü sana yamyam diye hitap edince bu kelimem hakaret olarak algılanıp üzeri silinmiyor ve aynı zamanda uyarılmış olmuyorum. Nickinin görüşüne ne kadar ***** ********,********* ** ***** ****** ********* söylememe gerek yok herhalde, Bu kadar SEN TARZI muhabbetten sonra gelelim benim doğrudan İslam dini ile ilgili kaynaklardan ve senin de ********** *********** hususların tahliline: Sayın yamyam öncelikle bana kızların 9 yaşında evlenebileceklerine dair bir Hadis sunar mısınız? şimdi dokuz yaşındaki bir kız fiziksel olarak ne kadar büyüyebilir diyorsunuz. Günümüzde dokuz yaşındaki bir kız ile Hiç bir islami kurumdan fetva veyahut icazet alarak evlenemezsiniz. Tarihte ise senin de nickini kullandığın bir takım (yam yam diyebileceğimiz yani medeni olarak nitelendirilmeyecek) kavimler yaşamıştır. mesela Hazreti Ademden sonra bir dönem kardeşlerin evlenmeleri cinsel ilişkiye girmeleri yasak değil di? sonraki dönemlerde insan nesli fazlalaşınca bu husus yasaklandı. şimdi Peygamber efendimiz döneminde Kızlar acaba günümüzdeki gibi mi bir fizksel gelişime sahiptiler. yine Sadece insanların Tarım ve hayvancılıkla uğraştıkları bir dönemde Evlenme yaşı neden yüksek tutulsun ki? Günümüzde Yüksek öğrenim lise ve sair Eğitim kurumları var. Bunları bitirmek icap ediyor. Yine Bazı ekonomik nedenler var. Yani insanlar hayata daha geç hazırlanabiliyor. oysa 600 lü yıllarda Bir ev ve bir tarla sahibi olmak yaşamak için ve toplumda itibar sahibi olmak için yeterli idi. Anlayacağın sayın yamyam Evlenme yaşının o dönemlerde düşük tutulmasının ciddi sebepleri vardır. Günümüz kafasıyla bakarsan öncelikle Kemalizmin Faşizmden farklı olmadığını da söylemek durumunda kalırsın. Yani bir olayı doğuran şartları ve o olayın meydana geldiği dönemleri de hesaba katmak lazım. Yukarıda da belirttiğim gibi İslamda Bu tip hususlar değiştirilebilir hususlardır. İslamda KURAN SÜNNET İCMAİ ÜMMET VE KIYAS dışında bir de bu tip konular için İCTİHAT söz konusudur. Anlayacağın günümüzde 9 yaşındaki bir kızla hiç bir müslüman evlenemez bunun Haram olduğunu bilir. Olsa olsa dinden uzak insanlar buna meyleder......... Cariye kavramı savaş hukukuna özgü bir kavramdır. Kuranda cariye Savaşta esir alınan kadınlar için kullanılan bir tabirdir. Ve savaş hukukunda Esirler hürler gibi muamele görmez. Bunun mantıklı sebepleri vardır. Seni öldürmek için gelen,sana savaş açtığı halde senin tarafından yakalanan birine yaşama hakkını bahşetmişsen Bir anlamda ikinci kez seninle hayat bulmuş demektir. Anlayacağın bugün uluslararası hukukta esirlerin statüsü kölelerinkinden farklı değildir. Evlilik Meselesine gelince Evlenme hususunda sadece izin vardır. Fakat bir erkek dilediği zaman birden fazla kadınla evlenemez. Günümüzde ise bu imkansızdır. Fakat Herşeyi bilen Alllah bu konuda açık bir kapı bırakmışsa günümüzden yıllar sonra Erkek nüfusunun çok çok azalacağı anlamı çıkarılır. Yani eğer Allah bu konuda açık kapı bırakmışsa Bu durumda Geleceğe yönelik bir mesaj sunmuş olabilir. örneğin bundan yüz sene sonra nükleer silah kullanılarak bir savaş yapılır ve erkek nüfusu kadın nüfusuna göre çok çok azalabilir. Eğer Allah açık bir kapı bırakmasa idi. Kadınlar evlenemezlerdi. Hasılı bu konuda bir Emir yok sadece bir izin var. İslamın ilk yıllarında Müslüman nüfusun artması için de buna izin verilmiş olabilir.... Ceza Hukuku ile ilgili yorumlarım dövmenin bir tedavi yöntemi olacağı ile ilgili değil, Bedensel cezaların da uygulanması yönündedir. Dört haliffe döneminde Ceza Evlerinin olduğunu bilmeden atıp tutmuşsun. İslam dininde Hapis cezası da uygulanan ceza tiplerindendir. Kaldı ki modern hukukta Cezanın Amacı bireyin resosyalizasyonu( yeniden topluma kazandırılması) olarak belirtilmektedir. peki sayın Yamyam söyler misiniz? ömür boyu hapis cezasına çarptırılan birini topluma nasıl kazandıracaksınız. Ya da haaytında sadece bir kere suç işleyen ve Ağır tahrik nedeniyle suç işleyen birinin hapse atılması gerçekten de resosyalizasyonu için mi? Bu anlamda modern hukukda biraz açıklar var. Ben görüşümü yineliyorum. Bedensel cezalar uygulanmalıdır. Caydırıcılıkları ile toplumu suçlulardan arındrırılar. kaldı ki ülkemizdeki ve dünyadaki suç oranları da bedensel cezalara olan ihtiyacı açık bir şekilde göstermektedir. son olarak sayın yamyam: Biraz dinle ilgili bilgi sahibi olduktan sonra gelin....
  19. sevgili frozen Kendi sorularına kendin cevap vermek suretiyle yazının muhatap kitlesini kendinle sınırlamışsın zaten? yazını okurken bulunduğun ruh halini tahmin edebiliyorum. Gözlerini kapatıp ağzını açmak suretiyle , ağzına geleni yazmışsın? Tebrikler Yalnız şunu bilmeni isterim sorduğunu soruların bir çoğuna benim cevabım hayırdır.....
  20. Sevgili Sardunya AKP deki yolsuzlukların yargıya intikal etmemiş olması gerçekten düşündürücü ve üzücüdür. Gönül isterdi ki Bu milletin sokaklarda yatarak hayatını kazanan ya da sabahtan akşama asgari ücrete talim bir şekilde çalışan vatandaşlarımızın hakkı tek tek yolsuzluk yapanlardan sorulsun. Klasik bir tabirle Tüyü bitmemiş yetim hakkı yiyenlerin hapse mahkum edildiklerine şahit olsaydık. Ama ben Hukukta tutarlı olunması gerektiğine inanırım. Yolsuzluk yapana uygulanmayan kanun sövene de uygulanmasın diyemeyiz. diyeceğimiz odur ki: YOLSUZLUK YAPANA DA SÖVENE DE KANUN UYGULANSIN. Savcılarımız görevini yapsın. yolsuzlukları araştırsın. Ama ülkemizde Hukuk hala siyasetin güdümünde ve bağımsız değil. hasılı ben bir şehit babasının oğlunun ölümünden başbakanı sorumlu tutmasını ve daha ileri giderek başbakanımıza hakaretler yağdırmasını hukukdışı ve cezalandırılması gereken bir eylem olarak görüyorum. Yolsuzlukların Cezasız kalmaması içinse Yargı organlarımızın bağımsız ve biraz da cesaretli olmaları gerektiğine inanıyorum. sonuç olarak Sizin bahsettiğiniz gibi Yolsuzluk yapana uygulanmayan kanun sövme suçu işleyene de uygulanmasın mantığını kabul edemem. Yukarıda da belirttiğim gibi Yolsuzluk yapan da Söven de cezasız kalmasın...........
  21. Arkadaşlar Kanunlar Genel, soyut ve objektif niteliktedirler. kanunlar genellikle şöyle ifadelerle başlarlar "Her kim bir başkasının taşınır eşyasını onun rızası olmadan alırsa.... Her kim Kasten başkasına eza ve cefa verecek şekilde...... diye yani kanunlar konulurken herkese uygulanacağı düşünülerek konulur. Ve Cezayı Azaltan ve arttıran nedenler de ayrıca düzenlenir. Şehidimizin babası çocuğunun şehadetinden etkilenerek başbakanımıza hakarette bulunmuş olabilir. Ama bir suç işlemiştir ve o suç için kanunda tayin edilen ceza kendisine uygulanmak durumundadır. Kaldı ki şehit babası için mutlaka Haksız tahrik gibi Cezayı azaltan haller de uygulanmıştır. Aksi taktirde alacağı ceza çok daha fazla olurdu.(ki bu aldığı cezanın yaklaşık 3 katıdır.) Yine sayın başbakanımız dileseydi ayrıca hukuk davası da açabilirdi yani anlayacağınız sayın başbakanın Tazminat davası açmaması zaten şehit babasına ayrı bir lutufdur. Kaldı ki şehit babasını cezası büyük olasılıkle erteleme sınırları dahilinde olduğundan ertelenecektir. anlayacağınız hapis yatmayacaktır. Bununla birlikte Hakaret suçu Genel olarak şikayete tabi bulunmakla birlikte Kamu görevlilerine yapıldığında Şikayete tabi değildir. Bu anlamda Sayın başbakanımızın davasından vazgeçmesi ya da şikayetini geri alması bir anlam ifade etmez.
  22. DİPNOT ve kendisiyle aynı görüşte olanların Gerçek meselelerinin islam dini ile ilgili olduğu Açtığı bu konuyla bir anlamda belgelenmiştir. Dipnot ve dipnot ********* derim ki gelin apaçık bir şekilde İslam dinine olan düşmanlığınızı ikrar edin Böyle dolaylı yollardan islama saldırıp ********* yapmayın. öncelikle İslamda kızların 9 yaşına geldiklerinde evlenmelerini emreden bir kaide yoktur. Kaldı ki İslamda evlenmek dahi Farz değildir. insanların fiziksel gelişimlerinin farklılık arzettiği dönemlerde evlenme yaşının Dipnot'un belirttiği gibi 9 olmamakla birlikte daha aşağılarda olması gayet doğaldır. Bakın sayın dipnot İslamda Tartışılabilen ve değiştirilebilen konular odluğu gibi tartışılmaz nitelik arzeden konular da vardır. Evlilik yaşı gibi konular ictihatlarla Alimlerin ortak görüşleriyle ya da Bir islam devletinde Buluğ çağının üzerinde olmak kaydıyla dilenen şekilde düzenlenebilir. Yani İslamda Evlilik yaşının 21 olmasını engelleyen hiç bir hüküm yoktur. Senin İslam dini konusundaki düşüncelerin islam dini konusundaki bilgisizliğinden ya da üstünkörü bilgilerinden kaynaklanmaktadır. Tabi Klavuzu İlhan Arsel olanın burnu........ çıkmaz. Unutma ki dinde değişmeyen kaideler vardır. Bu kaidelerin değişmezlik özellikleri insanoğlu var olduğu sürece var olmalarından kaynaklanmaktadır. Söz gelişi Bütün insanlar hayatları boyunca yemek, uyumak, çalışmak, konuşmak vs....( örnekler binlere çıkarılabilir.) zorundadırlar. Ve bu özellikler insanla kaimdir. Yani biz insanlar var olduğumuz sürece bu özellikler var olacağından Allah Azze ve celle bu konularla ilgili olarak değişmez hükümler indirmiştir. fakat evlenme yaşı gibi hususlarda Allah herhangi bir hüküm koymamıştır. Bu anlamda denilebilir ki Bu konuda Allah'ın hüküm koymamasının nedeni insanların Evlenme yaşını çağa göre ayarlayabilmeleridir. Bu anlamda Sayın dipnot Seni kötü niyetli ve ******** ithamlarına son vermeye davet ediyorum. Bazı Arkadaşlar sürekli olarak Dine saldırdığını ve din konusunda bir tek olumlu yazının oolmadığını farketmişlerdir. Bu anlamda mensubu olduğun kemalist Camiayı bize daha iyi tanıttığını da söylemek isterim. Sayın Dipnot: sormak isterim sana neden Din konusunda Yukarıda ismi zikredilen Profesörün yazılarına yer veriyorsun da bir tanecik yazında da en ılımlı islami kesim temsilcilerinin yazılarından bir pasaja dahi yer vermiyorsun? Ya da neden İslamın Güzel yanlarından değil de sürekli Şeytanın da yapmaya çalıştığı şekilde insanların kafalarında şüphe uyandırmaya yönelik yanlarında değiniyorsun. Yoksa şeytana vekalet etmeye mi başladın? Dipnot: islam hukukunda kadının şehadeti kabul olunmaz diye bir husus yok. Evet kadınların duygusal olmaları nedeniyle oılayı olduğundan farklı anlatabilme özellikleri söz konusu olabilir. Kaldı ki şahitlik yapmak bir avantaj mı ki ya da artı bir özellik mi ki bir kadın şahitlik yapamayınca erkeğe göre eksik olarak nitelendirilsin. Bu gün hangi şahit Mahkemeye gitmek istiyor Allah aşkına. Şahitlik üstün bir özellik değildir. iki kadının şahit olarak alınması ise kadınların eksik olduklarını göstermez. islamda bedensel cezalar vardır. Recm Cezası Kuranda yer alan bir ceza değildir. Kuran'ı Kerimde Celd denilen Değnekle vurma cezası vardır. Ve ağır suçlara özgüdür. Modern dünya Bütün Cezalara karşılık insanları Cezaevine tıkmaktadır. oysaki Hapis Cezası İnsanın neredeyse Bütün özgürlüğünü kısıtlayan bir ceza tipidir. kişiyi Adam öldürme suçuna iten nedenlerle Hırsızlık suçuna iten nedenler bir mi ki ikisine verilen cezanın türü aynı olsun. Yani ikisine de hapis cezası verilsin. Modern Hukukta Cezanın Amacı sanığın ıslahı ve resosyalizasyonu olarak ifade edilmektedir. Acaba hapis cezası bireyin ıslahına ne kadar hizmet etmektedir. kişi Cezaevine girince daha azılı bir suçlu olarak çıkmaz mı? Ya da taciz gibi yüzlerce suçun mağduru olmaz mı? Oysaki islamda Hapis cezası dışında bedensel cezalara da yer verilerek bir anlamda bireyin hak ve özgürlükleri korunurken öbür yanda toplumun korunması amacı da güdülmüştür. Yani Hırsızlık suçunu işleyen kişinin hastalığı Mala Tamah'tır. öncelikle kişideki Mala tamah özelliğinin engelenmesi gerekir. Yoksa bu kişiyi hapsetmek ona hiç bir yarar sağlamaz. Yine Tecavüz suçlarında kişiinin cinselllike ilgili problemleri vardır. kişi cinsel dürtülerine hakim olamamaktadır. Şimdi bu kişi için hapis cezası ne kadar uygundur. Acaba bu kişi hapse atılınca Melek olupta mı çıkacak? Bedensel cezalar caydırıcı olmakla birlikte Cezanın ıslah amacına hapis cezasından daha çok hizmet etmektedirler. Bu anlamda sayın dipnot sana şunu söylüyorum Bilmediğin konulara ******** *******, ve tekrar söylüyorum sen din konusunda ******** emsal olarak ********** *********...............
  23. Üniter ve federal yapılı devletlerde, demokratik ilke gereği, egemenlik kaynağı bakımından halka ait olmakla birlikte, halkın iradesinin belirlenmesi bakımından, iki devlet biçimi arasında önemli bir fark vardır. Üniter devlette, ülkenin yönetimi bakımından bütün halkın iradesi göz önünde tutulur. Federal devlette, federe birimlerin yetki alanına giren konular bakımından, yalnızca federe birimleri oluşturan halkın iradesi dikkate alınır. Tüm ulusu ilgilendiren ve bu nedenle federal yönetimin yetkisine giren konular bakımından, hem bütün halkın, hem de federe birimler halklarının iradeleri ayrı ayrı değerlendirilir. İki irade uyuşmadıkça, olumlu bir işlem yapılamaz. Federal devlette, ulusun bütününü ilgilendiren konularda “ulusal çoğunluk kuralı” tek başına belirleyici değildir. Ulusaltı (federe) birimlerde oluşan çoğunlukların da dikkate alınması gerekmektedir. Bu durum, üniter siyasal yapı ile bağdaşmayan bir özelliktir. Üniter devletlerde, ülke halkı ve onun iradesi bir bütün olarak değerlendirilir. Bu özellik, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda, “devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü” ilkesi ile ifade edilmiştir. Federal devletlerde, ülke halkının çoğunluğunun iradesi ile, federe birimlerdeki halkların çoğunluğunun iradesini ulusal karar alma sürecine yansıtan ve bu iki iradeyi uzlaştıran çeşitli kurumsal mekanizmalar vardır. Bunlardan en yaygın olanı, federal parlamentonun, biri bütün ülke halkını, diğeri ise federe birimler halkını temsil eden iki meclisli yapısıdır. “Temsilciler Meclisi”, “Halk Meclisi”, “Milletvekilleri Meclisi” gibi adlarla anılan “birinci meclis” halkın bütününü temsil eder. Bu meclise, federe birimlerden nüfuslarıyla orantılı olarak temsilci seçilir. Birinci meclisin yapısı ve işlevi, üniter devlet sistemini benimseyen ülkelerdeki ulusal parlamento ile karşılaştırılabilir. Her iki durumda da, halk bir bütün olarak temsil edilmektedir. İkinci meclis, federe birimleri temsil eder. “Senato”, “Bundesrat”, “Federal Konsey” gibi çeşitli terimlerle adlandırılan ikinci meclislerin kuruluşu, niteliği ve işleyişi bakımından, federal ülkeler arasında büyük farklılıklar vardır. Federal siyasal sistem açısından önem taşıyan nokta, bütün bu farklılıkların ötesinde, ortak bir özellik olarak temsilin niteliğidir. Federal yapılı ikinci meclisler, bütün halkı değil, federe birimleri temsil ederler. Bölgeli Devlet Günümüzde, bazı üniter devletlerde, etnik, dilsel, dinsel, ekonomik veya tarihsel özellikleri nedeniyle farklılaşan bölgelerin, değişik ölçülerde özerklikten yararlandıkları görülüyor. Bu tür bölgelerin özerk statüleri, İtalya ve İspanya’da anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Birleşik Krallık’ta ise, Kuzey İrlanda, İskoçya ve Galler’in özerklikleri anayasa ile değil; yasalar ve güçlü siyasal gelenekler ile korunmaktadır. Her üç devlet bakımından, oluşturulan özerk yönetimlerin önemli bir güvencesi de söz konusu toplumlarda geçerli olan siyasal kültürün niteliğidir. Siyasal sistemler, çoğu kez, toplumda egemen olan siyasal kültüre göre şekillenir. Buna göre, üniter, federal ve konfederal siyasal sistemlerle örtüşen üç ayrı siyasal kültürün varlığından söz edilebilir.[23] Üniter devlette, yurttaşlar yersel (territorial) kimlik bakımından, ulusal kimliklerini en üst sıraya koyma eğilimindedir. Bölgesel ve yerel kimlikler ikinci sırada gelir. Bu özelliğe koşut olarak, merkezi (ulusal) yönetim, en küçük sorunların çözülmesinde bile, başvurulan ilk yönetim birimi konumundadır. Federal devlette, yurttaşlar kendilerini iki ayrı kimlikle tanımlar. Hem ulusal, hem de bölgesel veya topluluk kimlikleri önem taşır. Yurttaşlar, federal yönetime de federe yönetime de bağlılık duyar. Bu özelliğin bir uzantısı olarak, federal yönetim, sorunların çözümü için başvurulan merkezlerden yalnızca biridir. Genellikle, büyük sorunların çözümü için federal yönetime, diğerleri için federe yönetimlere başvurulur. Konfederasyonda ise, üniter devlette olduğu gibi, birinci kimlik ulusal kimliktir. Yurttaşlar, kendilerini, öncelikle konfederal siyasal birliğe değil; ulusal devletlerine bağlı hisseder. Çok istisnai durumlar dışında, küçük-büyük tüm sorunların çözümünü kendi devletlerinden beklerler. Birer üniter devlet olmakla birlikte, İtalya, İspanya ve İngiltere’de federal siyasal kültürün izleri görülebilir. Her üç devlette de, bazı bölgelerde etnisite, dil, din ve benzeri öğelerin farklılaşmasına dayanan bölgesel kimlikler, ulusal kimliğin yanı sıra varlıklarını ve önemlerini korumuşlardır. Halk, merkezi yönetimin yanında, kendi bölgesel yönetimlerini de sorunların çözümünde önemli bir iktidar merkezi olarak değerlendirmektedir. İtalya ve İspanya’da uygulanan sistem, bölgeli devlet kavramı ile adlandırılıyor. Bu ülkelerdeki özerk yönetimler, yerel yönetimlerle karşılaştırıldıklarında önemli yetkilere sahiptir. Fakat, daha da önemli olan, yasama yetkisi ile donatılmalarının bir sonucu olarak, söz konusu yönetimlerin, siyasal karar merkezleri haline gelmiş olmalarıdır. Bölgesel özerkliğin, hem ulusal anayasa, hem de bu toplumlarda geçerli olan siyasal kültür ile korunması, bölgeli devletin, üniter ve federal devlet ayrımında hangi kategoriye gireceği sorusunu gündeme getirmiştir.[24] Üniter bir devletin, geleneksel yerel birimler olan il veya belediyelerden daha geniş bölgelere ayrılması ve bu bölgelerde yasama yetkisine sahip özerk yönetimler kurulması, bazı yazarları, bölgeli devletin federalizm anlamına gelip gelmeyeceğini tartışmaya yöneltmiştir. Bu konuda, özellikle, bazı federal düzenlemelerden yararlanan İtalya ve İspanya örnekleri dikkat çekicidir. Bununla birlikte, federal devlet ile bölgeli devlet arasında çok önemli farklar vardır. İtalyan Anayasası özerkliği güvence altına almakla birlikte, merkezi yönetimin özerk yönetimlerin kuruluş ve işleyişine müdahale imkânlarını açık tutmuştur. Örneğin, federal devletlerde federe yönetimlerin anayasası ile karşılaştırılabilecek bir belge olan, İtalyan bölgelerinin iç örgütlenmelerine ilişkin yasanın Bölge Kurulları tarafından hazırlanacağı kabul edilmiş; fakat ulusal parlamentonun, bir yasayla bu kuruluş yasasını uygun bulması koşulu getirilmiştir.[25] Buna karşılık, federal devlette, federe birimler kendi anayasalarını, federal yönetimin hiç bir müdahalesi olmaksızın, kendileri hazırlayıp yürürlüğe sokarlar. Merkezi yönetim, özerk yönetimlerin işleyişine de müdahale etmektedir. İtalya’da, bölge merkezlerinde oturan bir görevli, merkezi yönetim tarafından verilen idari görevlerin özerk yönetimlerce yerine getirilip getirilmediğini denetler.[26] Bölge kurullarının kabul ettiği yasalar üzerinde, merkezi yönetimin geciktirici veto yetkisi vardır. Merkezi yönetim, bu yasaları Anayasa Mahkemesi’ne veya Ulusal Parlamento önüne getirerek geçersiz sayılmasını isteyebilir.[27] İtalyan Anayasası’ndaki bu hükümler, özerk yönetimlerin statüsünün merkezi yönetim ile eşit olmadığını; merkezi yönetimin üstün olduğunu gösteriyor. Özerk yönetimler, federe birimlerden farklı olarak, kendi yetki alanlarına giren konular bakımından nihai karar verme yetkisine sahip değildir. Merkezi yönetim ile bölgesel yönetimlerin eşitlik ve bağımsızlığı sağlanmamıştır.[28] Üniter devletlerdeki özerk yönetimler ile, federal devletin federe yönetimleri arasındaki önemli farklardan biri de, yetkilerin güvencesidir. Federal sistemde, yetki bölüşümüne ilişkin kurallar anayasa ile belirlenir ve yönetimlerden biri tarafından tek yanlı olarak değiştirilemez. Buna karşılık, üniter devlette özerk yönetimlerin yetkileri, genellikle yasa ile düzenlenir. İtalya ve İspanya örneklerinde olduğu gibi, anayasal güvence söz konusu olsa bile, merkezi yönetim tek yanlı bir işlemle yetki bölüşümüne ilişkin anayasa hükümlerini değiştirebilir. İtalyan ulusal parlamentosunun her iki kanadının, anayasa değişikliğine ilişkin bir düzenlemeyi, üç ay ara ile, iki kez görüşüp kabul etmesi yeterlidir. Karar salt çoğunlukla alınır.[29] Özerk yönetimlerin bu değişikliği onaylamaları koşulu aranmaz. Burada, özerk yönetimlerin yetkilerinin güvencesi bakımından önemli olan, ulusal parlamentonun anayasa değişikliğini hangi çoğunlukla kabul edeceği değildir. 2/3 veya 3/4 gibi nitelikli çoğunluklar aransa bile, anayasayı değiştirecek olan merkezi yönetimdir. Bu nokta, özerk bölgelere ayrılmış üniter devleti federal devletten ayıran temel bir özelliktir. Federal devlette, yetki bölüşümüne ilişkin kuralları yönetimlerden biri tek başına değiştiremez. Anayasa değişikliği, hem federal hem de federe yönetimlerin onayı ile gerçekleşir.[30] Üniter yapılı bir devlette, özerk bölgelere tanınan yetkiler anayasal güvenceye kavuşturulduğu gibi, bir adım daha atılarak, yönetimlerin tek yanlı işlemleriyle bu yetkilerin değiştirilemeyeceği esası da bir anayasa kuralı haline getirilmişse, devletin artık üniter yapılı olmaktan çıktığı söylenebilir. Çünkü, bu durumda, yetkilerinin azlığı ya da çokluğu önemli olmaksızın, özerk yönetimlerin merkezi yönetimle hukuki bakımdan eşitliği büyük ölçüde sağlanmış olur. Ülkenin yönetiminde ulusal çoğunluk kuralının yanı sıra, ulusaltı birimlerde oluşan çoğunlukların iradeleri de göz önüne alınacaktır. Anayasa değişikliği gibi önemli bir konuda, ulusal ölçekte oluşan çoğunluk iradesi, ulusaltı ölçekte oluşan çoğunluk iradelerini bertaraf edemeyecek, onlardan üstün bir irade olarak kabul edilmeyecektir. Kuşkusuz, anayasa değişikliğinde özerk yönetimlerin onayının aranması, tek başına bir siyasal sistemi federal yapılı yapmaz. Bunun için federalizmin diğer koşullarının da bulunması gerekir. Fakat, özerk birimlerde oluşan iradenin ulusal irade ile eşit kılınması anlamına gelen bu düzenlemenin, federal siyasal sistemin varlığı bakımından güçlü bir kanıt oluşturacağı açıktır. Belçika’da bu durumu gözlemlemek mümkündür. Bu ülkede, 1970 yılında başlayan ve en son 1993 yılında gerçekleştirilen anayasa değişiklikleriyle üniter yapı terk edilmiş; üçü topluluk, üçü coğrafi bölge esasına dayalı, altı federe birimden oluşan bir federal siyasal sistem kurulmuştur. Bu sürecin ilk önemli aşaması olan 1970 Anayasa değişikliğinde, sınırlı ölçüde federal düzenlemelere yer verilmekle birlikte, oluşturulan Fransız Kültür Konseyi ile Felemenk Dili Kültür Konseyi’nin yetkileri anayasal güvenceye bağlanmıştı. Ulusal parlamentodaki Fransızca ve Felemenkçe konuşan dil gruplarının onayı olmaksızın, bu yetkilerin değiştirilmesi veya geri alınması fiilen mümkün değildi.[31] İtalya, İspanya, Fransa ve Birleşik Krallık gibi ülkelerde bölgesel birimlere özerklik verilmesi, bu ülkelerin siyasal sistemlerini üniter olmaktan çıkararak federalizme dönüştürmüş değildir. Söz konusu olan, üniter siyasal sistem içinde, sınırlı veya geniş bir özerklik uygulamasıdır. Bu ülkelerin hiçbirinde, özerk yönetimlerin ulusal yönetimle hukuki eşitliği sağlanmamıştır. Özerk yönetimlerin, federal devletlerde olduğu gibi, ulusal karar alma sürecine etkin bir şekilde katılmaları söz konusu değildir. Ulusal yönetimin üstünlüğü tartışmasız kabul edilmiştir. Özerk yönetimler, yetkilerini ulusal (merkezi) yönetimden alan ve bu anlamda ona bağımlı iktidar merkezleridirler. Bütün bu özellikler, özerk yönetimlere sahip üniter devletler ile federal devletlerin, farklı nitelikleri olan siyasal örgütlenmeler olduklarını gösteriyor. Yukarıda Tamamı alıntıdan oluşan yazılar daha sağlıklı yorum yapmamızda bizlere yardımcı olacak kanısındayım. İlerleyen dönemlerde kendi görüşlerimi de bu konu altında sizlerle paylaşacağım.........
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.