Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

DİPNOT

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. Sevgili yam_yam... Öncelikle bu konuyu burada tartışmaya açmış olduğundan dolayı sizleri kutlamak isterim. Nedenine gelince; Günümüz koşulları göz önünde bulundurulduğunda, İslamın toplumsal yapı üzerindeki etkisi ve buna bağlı olarak devlet olgusu karşısndaki konumunun belirlenmesi açısından ortaya çıkaracağı gerçekler kaşrısında gerçekten büyük önem taşıyacağı aşikardır... Dolayısıyla konuya bugün evrensel persvektiftler dahilinde bakmakanın faydalı olacağını düşünüyorum. Çünkü bugün baktığımızdaHiçbir Avrupa ülkesinde 'Laiklik mi - dincilik mi?' tartışması yoktur ve Hiçbir Avrupa devletinde Hükümet - Devlet çatışması yoktur;... Bugün Avrupa'da siyasal partiler kadınlara tesettürü önermenin ya da dayatmanın 'İnsan Hakları Bildirisi' ne aykırı düşeceğini çok iyi bilirler. Ne yazıkki ülkemizde demokrasi ve insan hakları Avrupadaki kadar maalesef gelişememiştir. Yine AB ya da Avrupa ülkelerinde, kilise hukukunu devlet düzenine dönüştürmek isteyen dinci politikanın esamisi okunmaz. Bu siyaset, ortaçağın geri gelmesi demektir. Böyle bir siyaset Aydınlanma Çağı'ndan geriye dönüş anlamına geldiği için ciddiye alınmaz, toplumda yankı bulmaz... Avrupa, dinciliği 1789 Devrimi'yle tarihe gömdü... Faşizm defterini İkinci Dünya Savaşı ile kapattı... Bugün tehlike şudur; dinci iktidar devleti de ele geçirdiği zaman (ki bu konu yüksek düzeyli bir savaş vardır) Türkiye'de faşizmden de beter olacağı ver karanlık bir düzenin egemenleşmesiyle kök sürecektir... İşte o zaman züccaciye dükkanına giren herşeyi kırıp döken bir fil ile eşdeğer bir yapı kendini gösterecektir... İşte sorun burada ne istediğimizi gerçekten biliyormuyuz.. Eğer bu konu kişiselleşmelerden uzak, hak edildiği gibi tartışılırsa gerçekten ne istediğimizi bilmeye hizmet edeceği açıktır... Sevgiyle kalın... (Konuya açık oyum "EVET TERSTİR" şeklindedir...)
  2. Basın! Halkın dili, halkın eli, halkın gözü kulağı basın. Dördüncü kuvvet basın. Devletin içinde bulunduğu keşmekeşlik, vurdumduymazlık basına da bulaşmış. Deveye sormuşlar; “ Boynun neden eğri?” Cevap vermiş; “Nerem doğru ki.” Her şey gibi basın da eğri. Basın hırsızların, soysuzların eline geçmiş. Basın halkın sesi olmaktan çoktan çıkmış. Tanzimatçı olsun, Yıldızcı olsun, hürriyetçi olsun, şeriatçı olsun, dünün kahraman kalemleri, hepsi sadrazamın emrine girmiş. Ya sadrazamın, ya İngiliz’in, ya Fransız’ın, ya Amerika’nın. Ya da sarayın. Ya da Bab-ı Ali’nin Saray? Bab-ı Ali? Halktan kopmuşlar. Halk Türk. Ya onlar? Ya Türk değiller, ya da Türklüğü kabul etmiyorlar. Alafranga. Frank. Frenk. Frenge benzeyen ya da frenkten yana olan. Alaturka. Türk gibi, Türk’e benzeyen. Türk’e benzeyen yok. Benzemek isteyen hiç yok. Gazete. Gazeteci. Gazeteci emir altında. Emir altında olmalı. Soylu gazeteci, soysuz gazeteci. Soysuz gazeteci emperyalizmin emrinde. Soylu gazeteci Türk Ulusu’nun. Soylu gazetecinin kalemi kırılmış. Soylu gazetecinin gazetesi kapatılmış. Soysuz gazeteci, saray ya da Bab-ı Ali’den otlanıyor. Paris, Londra, Brüksel ya da Vaşinkton’dan otlananlar da çok. Halk uyutuluyor. Magazin haberleriyle uyutuluyor halk. Hayata midesinden bağımlı soysuz gazeteci için her şey yine tozpembe, tüm bahçeler yine güllük gülistanlık. Memleketin altına ateş yakılmış, çatır çatır yanarken; popo resimleriyle, zennelerle sayfalarını dolduruyor. Devletin ve halkın içinde bulunduğu fecaati yazabilen soylu gazetecinin sesini duyan varsa beri gelsin. Midesinden bağımlı basın ve onun soysuz yazarı, hükümetin çalışmalarını sütunlarına, köşelerine manşet yapıp, boy boy nazır- vezir fotoğrafları basıyor. Hükümet adamlarıyla, hükümet kesesinden ziftlenenler el ele. Gazetelerinin sayfaları hükümete dizilen övgülerle dolu. Kadın etekleri topuğa kadar mı, daha mı aşağılara indirilmelidir? Komşunun bahçesindeki çiçekten bal özü alan arının yaptığı bal, helal midir, haram mıdır? Sokakta da tam bir terör havası esiyor. Vatan topraklarında İngilizlerin kışkırttığı Ermeniler, Rumlar köyleri basıp çoluğu çocuğu kesiyor. Ülke emperyalizmin kıskacında, Hükümet dostlarını kıracak değil ya. Kurmay Albay Yakup Şevki kumandasındaki 15 nci Kolordu Galiçya’ya ; Mustafa Hilmi Paşa kumandasındaki 6’ncı Kolordu Romanya’ya; Şükrü Naili Paşa kumandasındaki 20 nci kolordu Makedonya’ya olmak üzere tam otuz bin Mehmetçik, Alman, Bulgar, Avusturya menfaat ve toprakları için ölmek üzere yurt dışındaki cephelere gönderiliyor. Saray yalan söylüyor. Bab-ı Ali yalan söylüyor. Soysuz gazeteci yalan yazıyor. Hükümetin ve gazetelerin tüm iddialarının aksine, memleket her geçen gün karanlığa doğru adım adım giderken ; Midesinden bağımlı, halkın değil emperyalizmin emrindeki soysuz gazeteci, efendileri hükümet ile onların efendileri emperyalistlere yaranmak uğruna bu yangına körükle gidiyor. Vatanseverler inliyor. Ah basın! Soylu basın. Soylu gazeteci nerdesin? Bu yazı Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanarak paylaşılmasının planlarının uygulandığı dönemi anlatmaktadır. Güzel yurdumuzun, cennet vatanımızın, her şeyimiz olan Türkiye’mizin bugününü anlatan bir yazı olabilir mi?! Osmanlı devlet adamları, emperyalist dostlarının isteklerini kırmayarak yüz binlerce askerimizi onların emrine verdiler de, yaranabildiler mi? Ülkeyi değil, kendilerini kurtarabildiler mi? Osmanlı'nın parçalanma öncesini anlatan güzel bir makale. Sanki bugün yazılmış gibi. Gönderen dostumuza teşekkür ederim. Sizlerle paylaşmak istedim. Saygılarımla... _____________________________________________ Kaynak: İbrahim Sevinçler / YALOVA
  3. Harika resimler... Paylaşım için teşekkürler sevgili marti_name... Hemen hemen sürekli bulunduğum yerlerin böyle farklı enstantelerini ilk defa görüyorum... Ellerine sağılık...
  4. Katkı ve paylaşımlarınıza teşekkürler sevgili dostlar... Ama nedense her konuda düşünceleri olan ve kur'andan alıntılar yaparak günlük yaşama monte etmeye çalışan arkadaşlarımız nedense günümüz gerçekeleri karşısında ses ve solukları çıkmamakta... Neden?... Ben bunu bu tür gerçekçi yazılanları yeyip yuttuklarını ve doğruladıkları için katılmadıklarını düşünüyorum... Ne dersiniz... Sevgiyle kalın...
  5. KMPaşalı... Sevgili Asfalt'ın doğruluğu üsteki araştırmada gizli... Okursan anlarsın..
  6. Size kesinlikle katılıyorum sevgili CYRANO...
  7. Size göre; Vatan gazetesi vatan ahini. Milliyet gazetesi mason ve abd'cilik yapıyor.. Cumhuriyet gazetesi solculuğa hizmet eden bir gazeteymiş... Evet iliklerimize kadar solcuyuz, sonuna kadar da solcu kalacağız ve bundanda gurur ve onur duyuyoruz... Diğer taraftan yıllardır 60 yıldır sağcılar bu ülkeyi abd'ye satmadımı, emperyalizme hizmet etmedi mi, Milliyetçiler ise haraca bağlamadımı, Çete kurmadımı ve karanlık işlere bulanmadımı? Pkk üzerinde yıllarca politika yaparak bir dönem iktidar ortağı oldunuz ve Apo denen o katili bile Abd bize elleriyle bırakmadımı.. Peki siz neler yapıyordunuz o zamanlar... Karanlık işler, çete, mafya ayakları ile uğraşıyordunuz... Yapmayın artık insanlar artık aptal değil ve karşınızda artık uyanmak üzere olan ve silkinen koskoca Türk toplumu var. Üstelik bir bilim adamı dememişmidir.. Milliyetçilik gençlik hastalığı, çocukluk kızamığıdır diye... Çok haklı... Sevgiyle kalın...
  8. Maalesef sevgili Asfalt.. Bu faşist kafalara ve islamo faşistlere tarih mutlaka hak ettikleri cezayı verecektir... Bundan kimsenin şüphesi olmasın... Sevgi ve umutla kalın...
  9. Sevgili nicomedias... Maalesef dediğin gibi vıdı vıdı dan başka birşey değil getirilen noktalar... Konunun özün nerdeeeee... Getirilen nokta nireeee... Dost sevgilerimle...
  10. Müslüman ülkelerde yolsuzluk niçin yaygın?.. (*1) Benim ne zamandır aklımda olan soruyu bu kez Malezya Başbakanı Abdullah Ahmed Bedevi sormuş. Başkalarının, hele son zamanlarda sayıları iyice artan 'İslamofob'ların sormasından çok daha anlamlıdır. Çünkü Bedevi aynı zamanda İslam Konferansı Örgütü'nün (İKO) başkanı ve üç yıl önce ülkesindeki yolsuzlukların köküne kibrit suyu dökeceği vaadiyle seçim kazanmıştı. Soru şu: "Müslüman ülkelerde yolsuzluk niçin bu kadar yaygın? Konu yolsuzluk olunca niçin Malezya BaMüslüman ülkeler uluslararası sıralamalarda en sonlarda yer alıyor?" Yolsuzluk illetinden çok çekmiş olan bizi de doğrudan ilgilendiren bir soru. Bu alanda en güvenilen sıralamanın Uluslararası Saydamlık Örgütü'nün (Transparency International) Yolsuzluk Endeksi olduğunu biliyoruz. Malezya Başbakanı bu sıralamada 158 ülke arasında ilk Müslüman ülkenin (Umman) 29. olduğunu, en sondaki 10 ülke arasında tam beş Müslüman ülke bulunduğunu üzüntüyle kaydetmiş. Ve birtakım reformlara acilen ihtiyaç duyulduğunu söylemiş. Türkiye 2005 yılı endeksinde 69. sırada yer alıyordu. Övünülecek bir yerde değiliz yani. Peki, niçin böyle? Bedevi bu durumu yoksulluk ve kötü yönetime bağlıyor ama, aslında sorusunu yanıtlamış olmuyor. Yoksulluk ve kötü yönetim yolsuzluğun nedeni olduğu kadar, hatta ondan daha fazla, sonucu da. O zaman soruyu şöyle sormamız da gerekiyor: Peki, Müslüman ülkeler niçin yoksullar ve niçin kötü yönetiliyorlar? İKO Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, bu türden ülkelerde çok yaygın olan bir yöntemle, suçu başkalarına atmayı tercih etmiş. İhsanoğlu'na göre baş sanık, bu ülkeleri ahlaksızca sömüren Batılı çok-uluslu-şirketler ve 'haksız küreselleşme'dir. Söylediği kısmen doğru, ama gene bir soru çıkıyor karşımıza: Bu şirketler niçin Müslüman ülkelerde daha rahat iş tutuyorlar? Belli ki, konuyu derinlemesine kavrayabilmek için bu ülkelerdeki egemen kültüre ve bu arada dinin algılanmasına inmek gerekiyor. Örneğin şu soruya: Acaba Müslüman ülkelerde dinin içselleştirilmiş bir ahlak ve yaşam tarzından çok, bir ibadet tarzı olarak algılanması nedenlerden birisi olabilir mi? Özden çok biçime değer veren bir tarzın egemenliğinin rolü ne? Eylemden çok sözün ve görünüşün ödüllendirildiği ve cezalandırıldığı bir ortam asıl etmen olmasın? Öyle ki, dindar görünmek, dürüst yaşamaktan daha önemli sayılıyor. Dinsel öğreti, kitlelere bu biçimde sunuluyor ve ortaya adeta bir ibadet fetişizmi çıkıyor. Bunun ilginç bir örneğini geçen yıl Mısır'da görmüştüm. Mısır yolsuzluğun, rüşvetin, görevi kötüye kullanmanın çok yaygın olduğu ama aynı zamanda çok da dindar bir ülke. Rastladığım birçok kişinin alınlarının yara olduğunu fark ettim, sordum: Bir övünç vesilesiymiş, başlarının secdeden kalkmadığını göstermek için böyle yapıyorlarmış. Ama baktım, bunlardan bazıları nöbette uyuyor, "Bahşiş, bahşiş" diye turistlerin peşinden koşuyor, turist kadınlara ayaküstü evlenme teklif ediyor... Çok ibadet ediyor olmak adeta birtakım şeyleri yapmayı mubah hale getirmiş. Yani, araba atın önüne konmuş. İnanç içselleşmiş bir ahlak haline geleceğine, dünyevi konularda bir çeşit emniyet supabına dönüşmüş. Neden böyle? Bu durumun tarihsel, kültürel, eğitimsel boyutları nelerdir? Bakalım İKO, Bedevi'nin sorduğu zor sorulara biçimsel mazeretler üretmek yerine özüne ilişkin dürüst cevaplar arayabilecek mi? _______ DİPNOT ______________________________ 1- (*1) - Haluk Şahin / 30/08/2006 / Radikal
  11. Ne kadar üzücü.. Karanlık işlere bulaşmış.. Çete mayfa işlerine karışmış.. Devletin verdiği görevi kendi çıkarlarına kullanmış böylesi insanları buralarda kahraman göstermek neye hizmettir bilmiyorum.. Ama bildiğim bir tek şey var... Bir ülkenin bütün kahramanları anılmağa değer olmalı bence... Böyle kirli işlere bulaşanlar bu ülkenin kahramanı olmayı hak edememişlerdir bence Bu ülkenin gerçek kahramanlarını halk çok iyi bilmektedir... Kalın sağlıcakla...
  12. Adını Mustafa Kemal Atatürk'ümüzün koyduğu ve Türkiye Cumhuriyeti ile yaşıt bir gazeteyey böyle bir yakıştırma yapmak ciddiyetten uzak ve bu ülke açısından gerçek üzülünecek bir durum olarak algılıyorum... Çağdaş, modern, demokrat, laik, uygar ve bölünmez bir Türkiyeyi savunan gazetemize ne düşüncede olduğunu bile bilmediğim birine ne cevap verilir bilmiyorum ama verebileceğim en doğru cevap şu olmalı bence. Cumhuriyet gazetemizi ben ilkokuk 4'ncü sınıftan beri okuyorum ve şu handa yaşım 40'ın üzerinde. Yani 28 yılılk okuru olduğum gazeteyi BEN KADAR MI BİLECEKSİN... Yapmayın Lütfen...
  13. Nazım bu topluma ağır geliyor ve bağzıları sindiremiyorlar.. Neden mi?... Cevabı onun şiirinde gizli tabiki okuyabilene, okuyup anlayabilene.. Ellerinize ve Yalana Dair ................... İnsanlarım, ah, benim insanlarım, antenler yalan söylüyorsa, yalan söylüyorsa rotatifler, kitaplar yalan söylüyorsa, duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa, beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların, dua yalan söylüyorsa, ninni yalan söylüyorsa, rüya yalan söylüyorsa, meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa, yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı, ses yalan söylüyorsa, söz yalan söylüyorsa, ellerinizden başka herşey .......................herkes yalan söylüyorsa, elleriniz balçık gibi itaatli, elleriniz karanlık gibi kör, elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun, ......................................elleriniz isyan etmesin diyedir. Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız ............bu ölümlü, bu yaşanası dünyada ............bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir. ....................................................................................................Nazım HİKMET
  14. İftira ve yalan üzerine dünya kurulmamıştır ve gelişen dünyada ise yerini hiçmi hiç bulamamıştır ve bulamayacaktır.. Cumhuriyet gazetisine kimlerin ne amaçla çamur attıkları ve karaladıkları ortadır... Ama diğer taraftan.. Çete,mafya liderleri Yalancılar, yalakalar ve yardakçılar, Haraççılar, kara para tacirleri, Din bezirganları, Din tacirleri, Eninde sonuda karanlıklara gömülmek zorundadır.. Ama Türkiye Cumhuriyeti laik, çağdaş, uygar ve modern yapısını ve bölünmezliğe olan inaç ve kararlılığını dünya döndükçe sürdürecektir Bu da böyle biline.. Sevgiyle kalın...
  15. Evet herkes kadın ve erkeğin beraber ve birlikte olduğu biryerde pekala eğlenebilir, dans edebilir ve etkinliklere en doğla bir şekilde katılabilir... . . Umarım Atatürk türkiyesinde buna engel yok değilmi arkadaşlar... Sevgiyle kalın...
  16. Yazdıklarınızın altına imzamı atıyorum sevgili politika... Sevgiler...
  17. Maalesef telafisi kolay kolay mümkün olmayacak zararları olmuştur bugün... Çünkü bugünün çocukları süreç içerisned geleceğin Türkiyesinde üreticileri, işadamları, sanayicileri, sanatçıları, edebiyatçıları, sporcuları ve askerleri olacaktır... Öncelikle bu unutulmamalıdır diyorum... Sonuç itibari ile Gelecekteki bu insanlarımız kültürel kaynağımızın bu tür tezghlara maruz kalması ve en aszında elinden geçirlmesi, geleceğimiz için gerçekten büyük bir tehdit oluşturmaktadır... Bu konuda da; “beğenmeyen seyretmesin”, “bilmem kaç tane televizyon kanalı var, isteyen istediğini seyreder”, veya “en çok ‘rating’i alan programlar bunlar, dolayısıyla insanlar bunu istiyor, biz de onlara istediklerini veriyoruz” gibi bir düşünceyi kabul etmek bu kültürün olduğu kadar kendisi de bu topluma zararlı olduğunu unutmamalıdır.. Sevgiyle kalın...
  18. Sevgili yanlız ağaç... Öncelikle, Halk zenginiyle fakiriyle halk'tır... Hayrıca o halk hen ne pahasına olursa olsun gazetesine sahip çıktığı anlamında bir tabirdir... Diğer taraftan da; Cumhuriyet gazetesi Türkiye Cumhuriyeti ile yaşıt bir gazetedir. Ve her devirde Atatürk'e, devrimine ve ilkelerine sonuna kadar sahip çıkmış bir gazetedir... Lütfen öncelikle bu gazeteme bugün ulusalcı olmasından, laik olmasından, demokrat olmasından dolayı büyük rahatsızlık duyan çevreler vardır ve bu nedenle de sürekli saldırılara maruz kalan bir gazetedir. Bu saldırılar ise tamamıyla bilgisizliğin / bilisizliğin, yetersizliğin, acizliğin ve çaresizliğin göstergesidir ve dünyanın hiçbiryerinde hiçbirşekilde bir gazete saldırısına maruz kaldığını ve köşe yazarlarının faili meçhul'e gittiğini göremezsinin (savaş muhabirleri dışında). Ama maalesef Ülkemiz bugün içinde bulunduğu kavram kargaşası içerisinde gidip gelmektedir. Bunun nedeni de Demokrasi yi tam anlayamamış ve yaşayamamış olmasından kaynaklanmaktadır.. Umarım geleceğin bu anlayışa dem vuracağı günlere imza atacağı günler olur... Dost sevgilerimle..
  19. Bugün en pahalı gazet Cumhuriyet gazetesidir ve fiyatını arttırmak zorunda kalırken dinci gazeteler bedava dağıtılıyor NEDEN?... Ya da şöyle soralım bu dinci gazetelerin bu paraların kaynağı nedir?.. Demokrasilerde dört kuvvet olduğu ileri sürülür: __Yasama.. __Yürütme.. __Yargı.. __Basın.. Dinciler işlerini biliyorlar, hedeflerine doğru yürüyorlar... Yarım milyonu aşkın gazeteyi ülkenin her yanında bedava dağıtacak bir örgüt kurduklarına göre, hedeflerine epey yaklaşmış sayılırlar... Ama bunların kaynakları bir bir ortaya çıkacak birgün buna inanıyoruz.. Fakat Cumhuriyet gazetesinin gücü en pahalı gazete olması ile bile tamamıyla okuyucularıdır... Ve sonuna kadar halkın gerçek sesi olmaya da devam edecektir...
  20. Bilim-Din Etkileşiminin İncelenmesinde En Temel Sorun: Tefsir Tarihi... (*1) Kur'an metni, bize din derslerimizde öğretildiği gibi, Peygamberden günümüze kadar hiç değişikliğe uğramadan gelmiş kanonik bir metin değildir... Bilim dinden türemiştir. Nedeni de dinin verdiği bilginin yetersiz ve güvenilmez olduğunun açıkça görülmüş olmasıdır. Ancak din-bilim geçişi çok, ama çok yavaş olmuş, insanlığın dinin dogmasından kurtulması süreci bugüne kadar uzanan, zaman zaman çok acılı bir uğraş halini almıştır. Bu uğurda pek çok bilim insanı hayatlarını verdikleri gibi, bazan, Fransız İhtilâli örneğinde olduğu gibi, pek çok din adamı da telef olmuştur. Din-bilim ilişkileri hakkında ne düşünülürse düşünülsün, tarih boyunca süregelmiş olan bu karşılıklı etkileşim, her bilim tarihçisini dini iyi bilmeğe mecbur bırakır. Din bilinmeden bilim tarihi yapılamaz. Ancak dini yüzeysel bilmek de yetmez. Hiçbir din tek bir "doğru dogmalar" toplamı olmadığı gibi, doğru kabul edilen dogmaların yorumundaki çeşitlilik de dinin uygulamalarına ve dolayısıyla bilimle olan etkileşmesine önemli tesirler yapagelmiştir. Dolayısıyla dinlerin kutsal kitaplarının tefsir tarihlerinin de bilim tarihçisince iyi bilinmesi gerekir. Bu nedenle jeolojinin tarihçesiyle ilgilenmeğe başladığım zamandan beri ben de hem dinler hem de dinlerin kutsal kitaplarının tefsir tarihleriyle ilgilenmeğe başlamıştım. İslâm'da tefsir tarihinin büyük ismi kuşkusuz orientalizmin en önemli bilginlerinden olan Alman şarkiyatçısı Theodor Nöldeke'dir. Nöldeke'nin ondokuzuncu yüzyıl ortasında yazılmış olan Kur'an Tarihi bu konunun en büyük klâsiklerinden biridir. Daha sonra Fuat Sezgin Hoca'nın çok takdir ettiği, aynı zamanda iyi de bir bilim tarihçisi olduğunu söylediği İslamist Ignaz Goldziher gibi isimler aynı yoldan giderek Kur'anın tefsir tarihine büyük katkılar yapmışlardır. Bu bilim adamları, Kur'an'ın Halife Osman zamanında tek bir metin haline getirilmesinden önce bile içeriği hakkında Peygamber Muhammed'in yakınları arasında çok önemli tartışmaların olduğunu belgelemişlerdir. Bu tartışmaların en basit olanları Arap yazısının karakterinden kaynaklanıyor ve değişik noktalama ile anlamları tamamen değiştirilebilen kelimeler üzerinde yoğunlaşıyordu. Başta noktalamasız yazılan surelerin anlamları bu nedenle muğlaktı. Örneğin Peygamber Musa ineğe tapan halkına faktulu anfusakum mu demişti, yoksa faakilu anfusakum mu demişti? Yani "birbirinizi (yani aranızdaki suçluları) öldürünüz" mü demişti, yoksa "olmuş olanı geri çevirin" mi demişti? veya 48. surede wa-tu'azziruhu mu denilmişti yoksa wa?tu'azzizuhu mu denilmişti? (yani Allah'a yardım edin mi, yoksa Allah'ı yüceltin mi). Surelerin "gerçek" olup olmadığına kadar varan çok daha ciddî tartışmalar ise örneğin yetmiş sureyi bizzat Peygamberin ağzından duyduğunu iddia eden Abdullah ibn Mes'ud ile Halife Osman'ın nihaî Kur'an metninin otoritesi kabul edilen Zaid ibn Sabit arasındaki düşmanlığa varan tartışmalarda görülür. Ignaz Goldziher bu tür tartışmaların hattâ politik motifleri olduğunu da belgelemiştir. Dolayısıyla Kur'anın bugün elimizdeki metninin tartışmaya açık bir metin olması, Kur'an tefsirlerine bambaşka bir önem vermektedir. Bir diğer deyişle Kur'an metni, bize din derslerimizde öğretildiği gibi, Peygamberden günümüze kadar hiç değişikliğe uğramadan gelmiş kanonik bir metin değildir. Bazı ilâhiyatçılar bu sıkıntılı durumdan tüm variae lectiones'i ("değişik okumalar") vahyedilmiş kabul ederek kurtulmaya çalışmışlarsa da böyle bir yorum bizzat Allah'ın Kur'an'da dile geldiğine inanılan niyetlerini gölgelemekten başka bir işe yaramamıştır. Dolayısıyla bilim tarihinde dinin bilim üzerindeki etkisini ve bilhassa 10. yüzyıldan itibaren (yani Hicretin 4. yüzyılından itibaren) süregelen akıl mı/vahiy mi tartışmalarında konu olan sureleri anlayabilmek için her birinin teker teker tarihlerinin bilinmesi büyük önemi haizdir. İslâm bilim tarihi ile uğraşacak bilim insanları Kur'an'ı çok sıkı bir metin ve kaynak eleştirisi yapmadan kullanmamalıdırlar. Bu ise son derece ciddî bir ilâhiyat araştırma kurumu gerektirir. Benim okuyabildiğim bilimsel Kur'an tefsir tarihlerinden anlayabildiğim, Halife Osman metnini veya herhangi bir Kur'an metnini kanonik metin olarak kabul ederek başlanan hiçbir araştırmanın sağlam temele oturmuş olamayacağıdır. Bu konuda bizim ilâhiyat fakültelerimizde de birçok araştırmalar yapılmaktadır... _______ DİPNOT___________________________________ (*1) - Dr. A.M. Celal Şengör / Bilim Teknik 01.09.2006
  21. . Tufan Türenç Hürriyet'teki köşesinde dinci gazetelirn durumunu sayılarla çarpıcı ve uyarıcı gerçeği sergiliyor: ''Zaman gazetesi tirajını 500 bin olarak ilan ediyor. Ancak Zaman gazetesi bu satışın sadece 31 binini tezgâhta satıyor. Geri kalanını kendi yöntemleriyle abonelerine dağıtıyor. Yeni Şafak da öyle. 105 binlik satışının 80 binini kendisi abonelerine ulaştırıyor. Tezgâh satışı ise 25 bin. Vakit, 68 binlik satışının 50 binini abonelerine yolluyor, tezgâh satışı 18 bin. Milli Gazete'nin tezgâh satışı 5 bin, abonesi 45 bin.'' ''Gazetelerin tirajlarını belirleyen 'ABC Tiraj Denetim Kurulu' belgelendirilmeyen abone rakamlarını satış olarak kabul etmiyor. Bu dört gazeteden sadece Zaman gazetesi ABC'ye üye olarak kabul edilmişti.. Ancak abone satışlarını belgeleyemediği için bu kuruldan çıkarıldı.'' Ve yazında sevgili Tufan Türenç soruyor: ''Bu gazeteler (...) milyarlarca lirayı nereden bulup bu kadar gazeteyi basıp dağıtıyorlar?'' Evet şimdi bizde soruyoruz; bu gazeteler milyarlarca lirayı neden buluyorlar...
  22. Yurtta Barış, Dünyada Barış Prof. Dr. Muzaffer Eryılmaz Çankaya Belediye Başkanı Ne garip bir tesadüf ve trajedidir ki, dünya yeni bir Dünya Barış Günü'nü yine savaşın acı, gözyaşı, vahşet ve yıkım getiren karanlık ortamında karşılamak zorunda kalıyor. Doğrudur; savaş bazen kaçınılması olanaklı olmayan en kötü seçenek olarak insanların ve ulusların karşısına çıkabilir. Bir insanın çok somut bir ölüm tehlikesi karşısında ve başka bir kurtuluş seçeneği kalmaması durumunda şiddet kullanması, hukuk sisteminde nasıl ''meşru müdafaa'' kabul ediliyorsa, uluslar açısından da ancak kendisine yönelik somut bir silahlı saldırı olması ve bu saldırıyı savaş yöntemi dışında saf dışı etme olanaklarının tükenmesi koşullarında savaş meşru kabul edilebilir. Büyük Atatürk , hem bir ulusal kurtuluş savaşının önderi olarak hem de ''Yurtta Barış, Dünyada Barış'' belgisini benimsemiş bir devlet adamı olarak, bu dengeyi kendi yaşamında ve siyaset anlayışında en doğru biçimde somutlaştırmıştı. Atatürk, ulusların üstünlük yarışının savaşla değil, bilim ve teknoloji yoluyla sürmesi gerektiğini düşünen bir liderdi. Zira pek çok savaş görmüş, bu savaşların pek çoğundan da zaferle çıkmış bir lider olarak çok ama çok iyi biliyordu ki, savaşlar tüm insanlık ve uluslar için acı, yıkım, gözyaşı ve medeniyet için ise geriye gidiş demektir. Ne var ki ve ne yazık ki, özellikle son yirmi yıldır bazı çevrelerde büyük önderimizin bu ödünsüz barışçı ve bağımsızlıkçı yaklaşımından uzaklaşma eğilimi çok belirgin hale gelmiştir. Bu çevreler, ulusal çıkarımızla doğrudan hiçbir ilgisi olmamasına karşın bölgedeki savaşlara müdahil olmak heves ve isteği içindedirler. Hepimizin hafızasında çok tazedir; yine aynı çevreler, Irak Savaşı'nda tezkerenin geçmemesi karşısında çok hayıflanmışlar ve Irak'a askeri müdahalede bulunmamakla Türkiye'nin bölgede etkili olma olanağını kendi eliyle teptiğini iddia etmişlerdi. Oysa gerçek durum ve tablo bambaşkaydı. Eğer Türkiye tezkereyi kabul etmiş olsaydı, Irak'ın güneyindeki Şii bölgesinde büyük bir kaosun ve kan davasının ortasına sürülecek; ABD ise yalnızca Irak'ın kuzeyine değil, aynı zamanda ülkemizin Güneydoğu'suna da yerleşme olanağına kavuşacaktı. Bu tablonun, Türkiye'yi kendi topraklarında bile egemenliğini kullanamayan ve birliği ciddi şekilde tehdit altında olan bir ülke haline getireceği açıktır. Avrupa'nın göbeğinde yıllarca süren hazin Bosna Savaşı'na bigâne kalıp, üç maymunu oynayan İslam ülkelerinin varlığı hafızalarda tazeliğini korurken Türkiye, bugün kaşla göz arasında Lübnan bataklığına sürüklenmek istenmektedir. Çok dinli ve çok parçalı özgün yapısı içinde yıllardır bir ulusal birlik kuramamış Lübnan'da ulusal bilincin ve birliğin nihayet gelişmekte olduğu bu dönemde, Türkiye'ye, kendi ülkemizin çıkarlarıyla, bölge ülkelerinin çıkarlarıyla, ulusal birliğe yürüyen Lübnan halkının çıkarlarıyla, evrensel insanlık değerleri ve çıkarlarıyla açık bir aykırılık taşıyan ABD ve İsrail patentli karanlık bir savaş senaryosunda jandarma rolü önerilmektedir. Ülkemiz, komşumuz olan bölge uluslarıyla karşı karşıya gelişi ve düşmanlaşmayı doğuracak olan bir maceranın içine çekilmek istenmektedir.. Böylesi bir dönemde Atatürkümüzün ''Yurtta Barış, Dünyada Barış'' felsefesini çok daha iyi düşünmeli ve özümsemeliyiz. Savaşlar bugüne kadar ne acıları dindirmiş ne de mutlulukları çoğaltmıştır; aksine, acıları derinleştirip mutsuzlukları pekiştirmiştir. Yakıp yıkmayı iş edinen, masumiyet ve insan avcısı karakteriyle savaşlar, elbette bir biçimde duruyor, yaralar sarılmaya, yıkıntılar onarılmaya çalışılıyor. Ama barışın ozanı Bertolt Brecht 'in dizeleriyle, savaşların sonunda şöyle bir tablo oluşuyor: ''Dost düşman sükût buldu / Yalnız analar ağlaşır / Ötede beride'' . Evet savaş anaların ağlaması, insanlığın ağlaması, barışın ağlamasıdır. Bu nedenle 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde anlamsızlığın, insan ruhunu bölmenin büyük trajedisinin adı olan "Savaşlara Hayır!" diyoruz. Çünkü annelerin gözyaşlarına hayır diyoruz!
  23. Teşekkür ederim... Demekki vermeniz gereken buymuş... Bizde aldık sağolun... Ama bizim bildiğimiz din.... Bizim bildiğimiz dinin hoşgörüsü.. Bizim bildiğimiz yaratılanı hoş gör yaradandan ötürü diyen Yunus Emre'nin eşsiz duygusuna katkı kattınız.. Hz. Muhammede ve onun ümmetine hizmet etmiş oldunuz... Rahman ve rahim olan Allahın adıyla (Cömert ve affedici allahın adıyla) diye başlayan Kur'ana büyük hizmetleriniz oldu. Ne olursan ol yine gel diyen Hz. Mevlananın bir soyundan geldiğinizi ve bu soyu onurlandırdınız.. Ve atta burada bulunan ve inancından hiç şüphe dahi duymadığım arkadaş ve doslarımıza inanılmaz değerde destek verdiniz... Amaaaa ben çok iyi biliyorum ki burada bulunan dini bütün, vatanına bağlı, Atasını her dahim savunan, onun ilke ve hedefleri dışına çıkmayan, sağduyulu, hoşgörülü, sevgi dolu, iyilik, doğruluk adına hiçbir polikaya bulaşmamış, hoşgörülü, toplumsalcı ve bu ülkenin emanekine sonuna kadar sahip çıkan dini bütün insalara da gerçekten çooook yazık etmiş oluyorsunuz... Lütfen kendinize geliniz... Diğer taraftan eğer ki bu bilinçten yoksunsanız gerçekten diyeceğim birşey olamaz.. Ama birde bu bilinç ile bu davranışı buralara taşımışsan o zaman gerçekten üzülürüm... Yinede ve her şeye rağmen duygusal davrandığını biliyor ve bize verebileceğin çok güzel ve anlamlı değerlerin olduğunu tahmin edebiliyorum... Neden mi bunları düşünüyorum?... Sadece ve sadece cesaretinden... Sevgilerimle...
  24. Sevgili Yam_yam dostum... Çok sevdiğim bir söz vardır; "Herkesin içinde uyuyan bir dev vardır, O dev uyanınca mucizeler başlar" Evet ilk başta forumda çekincelerim vardı, Ve yine tereddütlerim vardı, herşeyden önemlisi bildiklerimi paylaşmaya hazır ama bunları açıklama korkularım vardı. İşte tam bu gidip gelmelerle düşünsel, mücadeleci ve ortak bilincin yakalanması açısından bana yakın gördüğüm sevgili yam_yam arkadaşımın yazılarını büyük bir keyifle takip etmeye başladım. İlerleyen zaman içerisinde yazılarının müptelası olduğumu düşünürken bana bu forumda yazma cesaretini kazandıran, umut besleyen, burada olmam gerektiği kararını verdiren ve İçimdeki devi uyandıran bu arkadaşımıza şu han burada saygılarımı ifade ederken çok çok teşekkür ettiğimi de belirtmek isterim. Ve artık ondan aldığım cesaret ve ilham ile beni bekliyen en büyük korkuların, aynı zamanda en çok gelişmenin beklediği alan olduğununun farkındalığı bilincinide bu şekliyle de öğrenmiş oldum. Son olarak; İnsan hayatının tüm amacının da gelişmek isteği olduğuna görek, özellikle sevgili dostum yam_yam gibi birinin düşüncelerine, duruşuna, mücadelesine ve aydınlanmaya olan inancına el uzatmamak olamazdı. İşte bu nedenle herzaman ve her hortamda, yanlız ve yanlız kişisel doğruluk adına, toplumsal aydınlık adına ve insani sevgi, saygı, hoşgörü ve kardeşlik adına elini tutmaktan büyük onur duyduğum sevgili yam_yam'a tekrar saygı ve sevgilerimi sunuyorum.. İyiki var diyebileceğimiz ender insanlardan birisin benim için... Dost sevgilerimle...
  25. Ne yani Kur'anı biz yorumlayamayız diye bir kaide mi var yahu... Olmaz böyle birşey ve kabul edilmez çünkü akla ve mantığa aykırı bu tutum... Kim bunu en iyi bilen hangi ulema, hangi tahrikat, hangi cemaat söylermisin lütfen bizde bilelim... Üstelik Kur'anın yazılıp o tarihlerde sosyolajik, toplumsal, kültürel ve düşünsel yapısına bakıldığında bugün; Az. Ali yorumu ile, Az. Osman yorumu aynımı sizce. Ya da Az. Mevlana vb. Herkes ne yazıkki kendine göre bir inanç şekli belirler ve istediği dilde yorumunu yapar ve sonuçta allaha ulaşmış olur... Yani insan buna bilimsel, akılcı, aydınlanmacı, çağdaş, modern ve kendi dilini kullanarak ve anlayıp özümseyerekyorumlarla Allaha ulaşamaz diye bir kaide mi var... Lütfen insanları kamplara, kalıplara, cemaatlere, şekillere hayırarak dışlamanın, aşağılamanın ve onu yok saymanın bence hiçbir anlamı ve dine hizmeti yoktur, olamazda... Ki dine enbüyük zararı bu tip düşünen insanlar zarar vermektedir... Araştırılmadan, incelenmeden, sorgulanmadan, aklın süsgecinden geçirilmeden hemen kabul edinilen dini bilgi "insanın ilk ne gördüğü ise onun sonucu olmuş olana hizmet eder" anlayaşıyla onu kalıpçılığa, darlığa ve tekdüze, yeknesaklığa ve fasit daire olgusuna sokar. Bu da bunun farkında bilen olunmayan kişilerce dine yapılan en büyük kötülükten başka birşey değildir... Sevgiyle kalın... _______________________________________________________________________________________ NOT: YAZILARMI BÜYÜK YAZMAMIN SEBEBİ GELEN YOĞUM BİR İSTEK ÜZERİNE OLMUŞTUR ÇÜNKÜ BAĞZI OKUYUCULARIM ÖZELLİKLE OKUMA GÜÇLÜĞÜ ÇEKTİĞİNİ BELİRTMİŞLERDİR. Sevgili Bozan arkadaşın bilgisine...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.