DİPNOT tarafından postalanan herşey
-
Nobel Orhan Pamuk'un... Bravo Pamuk... (Nobel Orhan Pamuk'un. 2006 Nobel Edebiyat Ödülü Türk yazar Orhan Pamuk'a verildi. İsveç Akademisi, kültürler.)
NOBEL ÖDÜLÜ ORHAN PAMUK'UN... Akademinin açıklamasında, "yaşadığı kentin melankolik ruhunu arayışında Pamuk'un, kültürlerin çatışması ve birleşmesinde yeni semboller bulduğu" ifade edildi. Pamuk, aynı zamanda 1.36 milyon dolar (yaklaşık 2 milyon YTL) para ödülünün de sahibi oldu. HERKES RESSAM OLACAĞINI SANDI Orhan Pamuk 1952'de İstanbul'da doğdu. Cevdet Bey ve Oğulları ve Kara Kitap adlı romanlarında anlattığına benzer kalabalık bir ailede ve şehrin Batılılaşmış ve zengin semti Nişantaşı'nda büyüyüp yetişti. Otobiyografik kitabı İstanbul'da anlattığı gibi Pamuk çocukluğundan yirmi iki yaşına kadar yoğun bir şekilde resim yaparak ve ileride ressam olacağını düşleyerek yaşadı. Liseyi İstanbul'daki Amerikan lisesi Robert College'de okudu. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde üç yıl mimarlık okuduktan sonra, mimar ve ressam olmayacağına karar verip bıraktı. İstanbul Üniversitesi'nde gazetecilik okudu, ama bu işi de hiç yapmadı. Pamuk, yirmi üç yaşından sonra romancı olmaya karar vererek başka her şeyi bıraktı ve kendini evine kapatıp yazmaya başladı. İlk romanı Cevdet Bey ve Oğulları yedi yıl sonra 1982'de yayımlandı. İstanbullu zengin ve Pamuk gibi Nişantaşı'nda yaşayan bir ailenin üç kuşaklık hikâyesi olan bu roman Orhan Kemal ve Milliyet roman ödülleri aldı. Pamuk ertesi yıl Sessiz Ev adlı romanını yayımladı ve bu kitabın Fransızca çevirisiyle 1991 Prix de la découverte européene'i kazandı. Venedikli bir köle ile bir Osmanlı alimi arasındaki gerilimi ve dostluğu anlatan romanı Beyaz Kale (1985), 1990'dan sonra da başta İngilizce olmak üzeri pek çok dilde yayımlanarak Pamuk'a uluslararası ilk ününü sağladı. Aynı yıl Pamuk karısıyla Amerika'ya gitti ve 1985-88 arasında New York'ta Columbia Üniversitesi'nde "misafir alim" olarak bulundu. Büyük bir çoğunluğunu burada yazdığı ve İstanbul'un sokaklarını, geçmişini, kimyasını ve dokusunu, kayıp karısını arayan bir avukat aracılığıyla anlatan Kara Kitap adlı romanı 1990'da Türkiye'de yayımladı. Fransızca çevirisiyle Prix France Culture (ödülünü) kazanan bu roman hem popüler hem de deneysel olabilen, geçmişten ve bugünden aynı heyecanla söz edebilen bir yazar olarak Pamuk'un ününü hem Türkiye'de, hem de yurt dışında genişletti. 1991'de, Pamuk'un Rüya adını verdiği bir kızı oldu. Aynı yıl Kara Kitap'taki bir sayfalık bir hikâyeden senaryolaştırdığı Gizli Yüz filme çekildi. 1994'te Türkiye'de yayımlanan ve esrarengiz bir kitaptan etkilenen üniversiteli gençleri hikâye ettiği Yeni Hayat adlı romanı Türk edebiyatının en çok okunan kitaplarından biridir. Pamuk'un Osmanlı ve İran nakkaşlarını ve Batı dışındaki dünyanın görme ve resmetme biçimlerini bir aşk ve aile romanının entrikasıyla hikâye ettiği Benim Adım Kırmızı adlı romanı 1998'de yayımladı. Bu kitapla Fransa'da Prix Du Meilleur Livre Etranger, İtalya'da Grinzane Cavour (2002) ve International Impac-Dublin ödülünü (2003) kazandı. İLK VE SON SİYASİ ROMANI "KAR" 1990'ların ortasından itibaren Pamuk insan hakları, düşünce özgürlüğü konularında yazdığı makalelerle Türk devletine karşı eleştirel bir tutum aldı, ama siyaset ile fazla ilgilenmedi. "İlk ve son siyasi romanım" dediği Kar adlı kitabını 2002'de yayımladı. Doğu Anadoludaki Kars şehrinde, siyasal islâmcılar, askerler, laikler, Kürt ve Türk milliyetçileri arasındaki şiddeti ve gerilimi hikâye eden bu kitap ile yeni tarz bir "siyasal roman" yazmayı denedi. Uluslararası ve Türk gazete ve dergilerine yazdığı edebi ve kültürel makalelerle, kendi özel not defterlerinden yaptığı geniş bir seçmeyi Pamuk 1999 yılında Öteki Renkler adıyla yayımladı. Pamuk'un 2003 yılında yayımladığı son kitabının adı İstanbul'dur. Yazarın hem yirmi iki yaşına kadar olan hatıralarından, hem de İstanbul şehri üzerine bir deneme olan ve yazarın kendi kişisel albümüyle, Batılı ressamların ve yerli fotoğrafçıların eserleriyle zenginleştirilmiş bu şiirsel kitabı sınıflamak zordur. Orhan Pamuk New York'ta geçirdiği üç yıl dışında, bütün hayatını İstanbul'da aynı sokaklarda, aynı semtlerde geçirdi. Şimdi de doğduğu, binada yaşıyor. Otuz yıldır roman yazan Pamuk yazarlıktan başka hiçbir iş yapmadı. Orhan Pamuk'un kitapları, en son Benim Adım Kırmızı'nın Japonca yayımlanmasıyla birlikte otuz dört dile çevrildi. Orhan Pamuk'un son romanı Kar, New York Times Book Review tarafından 2004 yılının en iyi 10 kitabından biri seçildi. _____________________________________________________________________________ KAYNAK:http://www.acikgazete.com/?newsid=12153&category=3
-
DİNDEKİ ÇELİŞKİLER
Tamam doğru ve nice peygamberler gelmiş geçmiş ve tümünün kitabı hayrıdır.. Şimdi tam burada şunu sormak gerekiyor bence sevgili xlark tades... İmam, papaz ve haham, bu üç tektanrılı dinin temsilcileri zaman zaman ''dinler arası hoşgörüyü'' simgeleyen bir birliktelikle ortak bir mesaj verirler değilmi: Ve derlerki ''Hepimizin Tanrısı birdir, birbirimize hoşgörü göstermeliyiz. Ama bu tabloda ''agnostik'' lerle ''ateistler'' yoktur. Agnostik'ler, ''bilmiyorum'' diyenlerdir, ''ateistler'' ise ''inanmıyorum'' diyenler. Bu ''hoşgörü'' tablosunun içinde onlar yer almazlar. Onların yer alacağı tablo ise ''bütün insanlar eşittir'' diyen başka bir tablodur. Şimdi... 1- Sence gerçekte ''bütün insanlar eşit'' midir? 2- Birbirimize ayrımların ötesinden bakabilir miyiz, ayrımların ötesinden davranabilir miyiz? 3- Dinlerin, dillerin, renklerin, milliyetlerin, etnik kökenlerin, soyadlarının, kartvizitlerin etkisine kapılmadan ''Hepimiz insanız, insan olduğumuz için de eşitiz'' diyebiliyor muyuz? 4- Yoksa bu sözler kâğıtların üzerinde sararırken bizler birbirimize bin bir çeşit ayrımcılığın süzgecinden mi bakıyoruz. Ne dersiniz... Sevgi ve saygılarımla...
-
Cüppesiz Ahmet Hoca,
İsmahilağa cemaatinin önde gelen lideri olan bu hoca 5 yaşındaki çocuklara dahi çarşaf giydirilmesi gerektiğini belirtiyor ve ben erkeklerin girdiği havuza girmem diyordu. Fakat kendisinin yaşam anlayışının söyledikleriyle tamamen farklı olduğu ortaya çıktı. Diğer taraftan da Cüppeli'nin geliri sadece İsmailağa Vakfı'ndan Kuran tefsiri karşılığında aldığı para vakıftan resmi olmamak kaydıyla 5-10 milyar lirayı buluyor... Cemaate " Ben bundan beş kuruş para almıyorum " diyor. " Kayınbabam bana bakıyor " demesi de külliyen yalan olan bu hocanın ne yazıkki Malta sahillerinde cubbesi düştü ve gerçek yüzü ortaya çıkmış oldu.
-
VATİK GAZETESİ, 21 Eylül 2006... ('BAŞÖRTÜSÜ' veya 'ÇARŞAF' Evet, 'İslam'ın sembolü' dür!.. Onu başında taşıyan her kadın veya kız bir semboldür...)
Hasan Karakaya , 21 Eylül 2006 tarihli Vakit gazetesinde şöyle yazıyor: "Birincisi; 'imam' ın sarığı 'beyaz' dır, asla 'leke' kabul etmez... İkincisi 'başörtülü' veya 'çarşaflı' kısacası 'tesettürlü' bir kadının; sokakta, parkta, otobüs, tren dolmuş veya otobüste 'sakız çiğneme' veya 'sigara içme' gibi bir özgürlüğü olamaz!.. 'Evinde' ne yapacaksa yapsın, ama 'sokağa' çıktığında 'dikkatli' olmak mecburiyetindedir!.. Hayır, mecburiyet de değil, buna 'eli mahkûm' dur!.. Peki, niye böyledir?.. Çünkü 'imam' , bir 'lider' dir, bir 'önder' dir... Başındaki 'beyaz sarık' da, onun bir 'misyon sembolü' dür!.. 'Beyaz' dır; çünkü 'saflığın, arılığın, temizliğin' sembolüdür!.. 'İmam' ı n görevi, işte bu saflığa 'leke' düşürmemektir!.. Aynı şekilde; 'Başörtüsü' veya 'çarşaf' da bir semboldür... Evet, 'İslam'ın sembolü' dür!.. Onu başında taşıyan her kadın veya kız, bir 'tercih' koymuştur ortaya... 'Sıradan bir kadın/kız' olmadığını, bir 'misyon' yüklendiğini bütün dünyaya deklâre etmiştir!.. O halde, 'söylem' lerine de, 'eylem' lerine de dikkat etmek mecburiyetindedir!.. Çünkü, 'kendisi' değildir artık!.. 'Sıradan bir fert' olmaktan çıkmıştır!.. Dolayısıyla, yapacağı bir hata, 'Ayşe, Fatma, Kübra' olarak kendisini bağlamakla sınırlı kalmayacak, 'temsil ettiği din' in hedef tahtasına oturtulmasına yol açacaktır!.. Bu böyle biline!.." Demek ki ki neymiş? Türban, bir misyon'un simgesiymiş. Türban takan, tesettüre bürünen bir hanım, artık kendisi değilmiş. Temsil ettiği misyon adına, kişisel özgürlüklerini, yaşamını gözden geçirecekmiş. Bakın bunu ben söylemiyorum Vakit gazetesi yazarı Hasan SARIKAYA söylüyor...
-
DİNDEKİ ÇELİŞKİLER
Yani... Bence çok mantıklı... Teşekkürler sevgili yam_yam
-
DİNDEKİ ÇELİŞKİLER
Çok ilginç... Açlık konferansında verilen bilgilere göre, dünyada açlıktan hergün 24 bin kişi, dakikada ise 11 çocuk hayatını kaybediyor... Dünya genelinde 1 milyardan fazla insan büyük bir yoksulluk içinde yaşıyor. Bu insanlar günde 1 dolardan az bir parayla geçiniyorlar. 300 milyon aç insanla Afrika, dünyada başı çekiyor. Kaynak: http://www.tasam.org/modules.php?name=News...icle&sid=27 Neyin hesabı bu... Suçlu bizmiyiz yani... ?... Demek bu dünyanın kuruluş ve örgütlenme amacı kısaca bu öylemi .. Peki Düşüncelerenize saygı duyuyorum... Sevgiyle kalın...
-
DİNDEKİ ÇELİŞKİLER
İyi güzel de sevgili xlark... Seni tabiki anlıyorum ve saygı duyuyorum.. Çünkü öyle inanıyor ve o şekilde yaşamını anlamlaştırıyorsun.. Ama sevgili agnostist'tide anlıyor ve gerçekten onada saygı duyuyorum... Bana göre de yaşam bizim gördüğümüz şekli ile bir maddeden oluşmuştur.. Biz bunu bu şekilde görerek, dokunarak ve deneysel olarak varlığını düşünsel biçimde anlayabiliyor ve aklımızca kavrayabiliyoruz... Birde bunun bilinmeyen ve görünmeye tarafı var ve buna inanma adı altında inaçlarla ortaya çıkıyor ve buna bir biçiminde anlamlar yüklüyoruz, varsayımları genel kabul doğrular sayıyor ve düşünsel çerçeveyi bu doğrultuda oluşturabiliyoruz... Diğer taraftan sevgili aknostist ise farklı bir inanç biçiminde ve mantıklı ve akla uygun olarak şunları sorabiliyor. Diyorki; Peki herşey madde ise Tanrı neden yok... Varsa neden bütün bu olumsuzluklara bir son vermiyor.. Dunyamızı daha yaşanır, sorunsuz, problemsiz, hastalıklardan uzak, açlıktan ölmeyen çocuklar şeklinde kurgulamıyor.. Herşeye gücü yeten, yoktan var eden Allah buna neden sessiz ve duyarsız kalıyor... Bunu anlayamıyorum diyor... Evet açıkçası bende anlamış değilim.... Sevgiyle kalın...
-
AGNOSTİSİZM
Cok afedersiniz yazıma bir eklenti yapmak istiyorum..17. Uluslararası Aydın Doğan Karikatür Yarışması 'nın jüri başkanı olan Guillermo MORDİLLO'ya bir soru... - Herkes artık agnostik olduğunuza karar vermenizi konuşuyor... MORDİLLO - Ben 'agnostik' kavramının ne olduğunu ilk öğrendiğimde 55 yaşındaydım. Katolik bir ailede doğduğum için, kiliseye gittiğimde okuduğum kelimelerin anlamlarını beğenmedim ve o dine inanmadığımı fark ettim. Ama kendimi 'tanrıtanımaz' olarak da tarif edemiyordum. Tanrı yok diyemiyordum. Bir gün bu kavramı keşfettim. Dindar da değilsiniz, ateist değilsiniz; ikisi arası bir şey. Çünkü aslında aklımız Tanrı'yı ne reddedecek ne de ona inanacak kadar gelişmiş değil. Şu anda ben bekliyorum. Ölmeyi bekliyorum, ancak o zaman Tanrı'nın var olup olmadığını anlayacağım.
-
AGNOSTİSİZM
Tarihin bir insanı nasıl anacağı üzerine fal açanlara hep şaşmışımdır. Neyazıkki onlar tarihi ve algılanmasını, şaşmaz objektif doğruların tekdüze yorumu olarak kabul ediyorlar. Oysa tarihi algılamamız, olayları bize yansıtanın önceliklerine, yargılarına, daha da kötüsü, bilgi ve belgelerinin tamamlığı ya da eksikliğine göre değişiyor. Yalnız bununla da kalmıyor, tarih baktığın ana göre de değişebiliyor. Lenin , serbest piyasa ekonomisinin erdemine inanan kişi ile toplumsal gereksinimlere öncelik veren adam tarafından aynı şekilde algılanıp yorumlanabilir mi? İkisi de aynı bilgi ve belgelere sahip olsalar bile, biri için erdem olanın öbürü için kusur olması, onların bu olaya eğilmeden çok daha önce, bu olgudan bağımsız olarak edinmiş oldukları, özümsedikleri değer yargılarına bağlı. Kurusova 'nın ünlü filmi Raşomon'da ya da Haldun Taner 'in çok zarif ve güldürürken düşündüren piyesi ''Lütfen Dokunmayınız'' ında bu çelişki çok güzel işlenmiştir. Ayrıca bırakalım bir yana insanların düşünce ayrılıklarını; gelişen olayları, değişen koşullarıyla zaman da tarihe bakışı farklılaştırıyor. Sovyetler'deki ve dünyadaki sosyalistlerin hepsi, Lenin'e 1991'den önce ve sonra aynı biçimde mi bakıyorlar, yoksa yaklaşımlarında bir farklılık oluştu mu? Görüyorsun sevgili arkadaşlar, tarihin yargısına bel bağlamak çok güvenli ve tekin bir şey değil. Agnostik mi oluyorum acaba? :)Ne dersiniz?..
-
Yürü be aslanım...
Sizinle aynı fikirdeyim sevgili gelincik.. Bugün sokaktaki insana Fransız malı ile ilgili ne düşündüğünü bir sorsak harika düşüncelerı sıralayan sıralayanadır... Mesela aynen; 'Diplomatik ilişkiler kesilmeli.'' ''Fransız mallarına boykot konmalı.'' ''Fransa ihale verilebilecek ülkeler listesinden silinmeli.'' ''Askeri ilişkiler asgariye indirilip o alanda da kırmızı çizgiler çekilmeli.'' ''Ünlüleri Paris'e yollayıp 'Soykırım yok!' dedirterek olaylar yaratılmalı.'' ''Cezayir soykırımını yadsıyanlara ceza getiren yasa çıkarılmalı.'' Vesaire vesaire. 1- Peki ama, niçin yalnız Fransa? Neredeyse AB'nin bütünü aynı düşüncede değil mi? 2- Avrupa Konseyi'nin Parlamenterler Meclisi ve Avrupa Birliği'nin Parlamentosu her fırsatta ''Türkiye tarihiyle yüzleşip soykırımı kabul etmelidir'' diye karar çıkarmıyorlar mı? ''Bu sorun AB'ye tam üyelik için önkoşul değil'' denmesi, konunun her vesileyle önümüze konmayacağı anlamına geldi mi? 3- Ayrıca, yalnız bu konu değil, Kopenhag Kriterleri'nde bulunmayan buna benzer bir yığın başka sorun da resmî ya da yarı-resmî yollardan gündeme getirilip onlarda da teslim olunmadıkça tam üyeliğin verilmeyeceği hep ima edilmiyor mu? 4- Daha kötüsü, soykırım kabul edilse de tam üyelik olacak mı? Yürü be aslanım Top yine bizde ...
-
ÖNEMLİ OLMAK... :) ("Zavallı, kısa süren bir otoriteye bürünüp öyle oyunlar oynardı ki, gökteki melekleri bile kendine ağlatırdı.")
Önemli Olmak... "Zavallı, kısa süren bir otoriteye bürünüp öyle oyunlar oynardı ki, gökteki melekleri bile kendine ağlatırdı." Shakespere Hepimiz karşılaştığımız insanların bizim gerçek değerimizi bilmesini, küçük dünyamızda önemli bir insan olduğumuzu hissetmek isteriz. Saçlarımızın güzelliğinden, ne kadar akıllı olduğumuzdan bahsedilmesi hoşumuza gider. Takdir edilmek, değer verilmek, saygı duyulmak ruhumuzun enerji kaynaklarıdır. Önemli olmak insanın doğuştan gelen en büyük isteğidir. Bu istek bizi çocukluğumuzdan başlayarak alıp şekillendiren bir oyun hamuru gibidir. Ve hamuru şekillendiren ellerin marifeti sonraki yaşantımızda büyük rol oynar. "Birine kırk defa aptal dersen aptal olur sözü ne kadar da doğrudur." Sürekli aşağılanan, küçük görülen,horlanan kimse her ne kadar akıllı ve zeki de olsa zamanla aptal ve değersiz olduğunu düşünmeye başlar. Bunun sonucu olarak da çeşitli tepkiler Şu yvermeye başlar çevresine; Bazıları sürekli bağırıp çağırarak, şiddet uygulayarak otorite kurmaya ve bu yolla aşağılık kompleksini yenmeye çalışırlar. Böyle davranarak yani büyük harflerle konuşarak ya da ezici, baskıcı davranışlarla önemli olduklarını adeta kendilerine ispatlamak isterler. Aslında yaptıkları kendilerini tatminden öte gitmez. Çünkü bu kişi kendini ispatlamaya çalışırken belki o anlık önemli ama sonrası için hiçte dikkate değer olmayan, hatta nefret edilen biri olur sadece. Ya da kendisini gerçekten çok seven insanlara karşı kaprisli davranışlarıyla illallah dedirten tepkiler de bulunurlar. Gerekli gereksiz yerlerde yapılan, bunaltan davranışlarıyla adeta sürekli " seni seviyorum, çok değerlisin" dedirtmeye çalışırlar. Bir kısım ise insanları yaşamlarında basamak olarak kullanıp gerçekte değer vermezler. Böylece ezip geçtikleri kimseler onların başarısının birer taşı olmaktan öteye gidemezler. İşte,aşkta, günlük hayatta sevgiden, saygıdan uzak sadece çıkar için insanlarla ilişki kurarlar. Ve ulaştıkları her üst basamak ya da çiğnenip geçilen kişiler onların kendilerini önemli hissetmelerine hizmet eder. Kendini önemsiz hissetmenin bir diğer tepkisi de tümüyle içe kapanıp dünyadan ilişkisini keserek olur. Kişi böylece kendisini önemsiz hissettiren herşeye kapılarını kapar, kendince yarattığı dünyasında, kendince mutlu yaşamaya başlar. Hayatına giren ya da onu etkileyen uyarıcılardan ne kadar kaçarsa o kadar değerli olur düşüncelerinde. Daha birçok yaşam tarzının altında işte bu kendini önemsiz hissetme yani aşağılık kompleksi vardır. Ama önemli olan bu duyguyla başetmeyi bilebilmekte. Şu yeryüzüne gelmiş olan insan ya da diğer varlılar içinde "değersiz,boş,alelade,gereksiz bir canlı hatta cansız olabileceğini düşünemiyorum. Herşeyin, herkesin yaratıcısının değerinin, öneminin onun hükmündeki tüm varlıklara yansımamış olması imkansız bence. Hele hele insan gibi düşünebilen, kurgulayabilen, hisli bir varlığın aşağılık kompleksi içinde yaşaması gerçekten çok kötü. Kişi sadece ama sadece kendisi olduğu, kendi hayatının,düşüncelerinin, fiziğinin hakimi olduğu için önemlidir zaten. Onun Ayşe ya da Ahmet, zengin ya da yoksul,güzel ya da çirkin olmasının hiç ama hiç önemi yok. " Ben benim" diyebildiği sürece kırk kişide aptal dese aptal olmadığını bilerek, yıkıcı davranışlarda bulunma gereği duymayacaktır. Kalplerimizi neye doğru yöneltirsek o yönde yürüyen bir insan oluruz. Cesaret, açıkyüreklilik, kendine güven ve neşeden oluşan bir tutumla önemli olduğumuzu hissetmememiz için hiçbir sebep yoktur. Hayat yolunda aşırı ve lüzumsuz gururdan uzak, başınız dik yürümeniz dileğiyle... _______________________________________ Kaynak: http://www.netyorum.com/sayi/88/20011018-03.htm
-
"BÜTÜN CEMAAT OKULLARI VE KURAN KURSLARI KAPATILSIN!"... (Cumhurbaşkanı Sezer, yeni eğitim yılı nedeniyle yayımladığı mesajda, tarikat ve cemaatleri)
Neymiş oralara gidilmesi gerekliymiş, Hocalarıyla görüşülmelişmiş falan da falan... Bak sevgili dostum oralarada okuyanlara karşı gelmeyi siyonustlere hizmet etmek olarak görüyor... Ama maalesef O okullarda okuyan çocukların Amerikada büyütülen, yetiştirilen ve geliştirilen Fethullah denen bir adamın düşüncelerine hizmet ediyor ve bu hizmet ise gelecekte kurulacak büyük ortadoğu projesinde yer alacak kabile devletine dönüştürülecek bir Türkiye düşleniyor. Bu mudur istenilen... Bu mudur birilerine verilen görevin sonucu görülmek istenen manzara... Herşeyini yarınki dünyaya ertelemiş bir Türkiye olacak burası öylemi.. Yok öyle yağma. Bakın tekrar söylüyoruz.. Ağaca bakarak ormanı gözden yitiremeyiz.. Bugün İrtica, gerici ve yobaz faaliyetlerini sıralasak sayfalar yetmez - Bugün 500'e yakın radyo ve televizyonda şeriat propagandası yapılmaktadır. Hizbullah çizgisinde gazete, dergi ve internet siteleri yayın yapmaktadır. - Binlerce gazete, dergi, broşür kapı kapı dolaşılarak bedava dağıtılmaktadır. - Üniversitelerin bulunduğu kentlerde şeriatçı örgütlenme faaliyetleri ağabeyler, ablalar önderliğinde yürütülmekte, yurtlarda türban zorunluluğu getirilmekte, türban takanlara aylık bağlanmaktadır. - Binlerce Kuran kursunun yanı sıra tarikat ve cemaat okulları pıtrak gibi çoğalmaktadır. - Sarıklı, cüppeli ve kara çarşaflı kişilerin sayısı artmış, İstanbul'un göbeğindeki Fatih Çarşamba semti ''kurtarılmış bölge'' olarak ilan edilmiştir. - Milli Eğitim'in okul kitaplarında, AKP'li belediyelerin yayımladığı dergilerde şeriat propagandası yapılmakta, aptes suyunun yararları tartışılmaktadır. - Laikliğin savunucusu bilim insanlarının, yazarların isimleri sokak tabelalarından silinerek yerlerine tarikat şeyhlerinin isimleri yazılmaktadır. - TBMM Başkanı, laikliğin ve kamusal alanın tartışılmasını istemiş, 23 Nisan kutlamalarında çocuklara kara çarşaf giydirilmiştir. - Devlet Bakanı Ali Babacan , AB'ye sunulan müzakere belgesinde ''Türkiye'nin eğitim sistemi laiktir'' ifadesini metinden çıkarmıştır. BUMUDUR ÖZLEMLERİNİZ.. BUYSA SİZE KOLAY GELSİN... BİZLER VARKEN BİRAZ ZOR DOSTUM...
-
Kurandaki çelişkiler
Bir söz... "Bazıları, etraflarına bakarak 'NEDEN?' diye sorarlar. Ben, etrafımda göremediklerimi düşleyerek, 'NEDEN OLMASIN?' diyorum" Herşeyde olduğu gibi burada da bir bilimsel gerçeği görmezlikten gelemeyiz.. Düşüncelerimizi / düşüncelerinizi 6 (altı) kategoriye hayırabiliriz.. 1- DESTEK OLANLAR; Düşünce oluştuğunda olduğu gibi ve tıpkı bir bebek gibi bakıma muhtaçtır. Gelişmesi için birilerinin desteğine ihtiyaç duyorlar.. 2- KÖSTEK OLANLAR; Düşüncelerinizin önüne engeller yaratanlardır ve bunu bazen isteyerek ve bazen istemeyerek yapanlardır ama en tehlikelileri isteyerek yapanlardır. Aslında size köstek olarak düşüncelerinize daha sıkı sıkıya bağlanmanıza yardımcı olurlar. 3- ÖNÜNÜZÜ AÇANLAR; Yoldaki karları küreyen greyderler gibidir ki çok sağ olsunlar ve birgün mutlaka aynı yolu yürüyeceğimiz dostlarımızdır bunlar. Hiç beklenmedik bir anda birbirimize teşekkür edebiliriz kendileriyle... 4- İLHAM VERENLER; ODTÜ servisinden, sırt çantasından T cetveli ile inen ve makine mühendisi olma hayalinizin ilhan kaynağı olan meçhul makine mühendisi öğrencisidir. Kendilerine buradan teşekkürler. (Alan mutlaka almıştır.) 5- SİZLERLE AYNI DÜŞÜNCEYİ PAYLAŞANLAR; Dahima sizin yol arkadaşınızdır. Fazla söze gerek yok. 6- SİZ VE SİZİ SİZ YAPAN ÖZELLİKLERİNİZ; En zor anlarda bile moralini nasıl yüksek tuttuğunu, nasıl hiç vazgeçmediğini, nasıl olupta o yaşta bile bir çocuğun ısrarına sahip olduğunu hep unutur. Eminim, hepiniz kendi düşüncelerinizi gerçekleştirirken karşılaştığınız 6 kişiyi düşünmeye başladınız benim gibi. Sizden ricam, ilk aklınıza gelen kişilerden bir telefon görüşmesini candan ve gönülden esirgemeyin. Ben, yazının sonunda, bu düşüncelerimi onlara ithaf ederek teşekkür etmeyi planlıyorum.. Ve.. Burada olumlu veya olumsuz düşünsel duyarlılığını esirgemeyen tüm dostlara... Sadece ve sadece... TEŞEKKÜRLER, TEŞEKKÜRLER, TEŞEKKÜRLER diyebiliyorum... Dost sevgi ve saygılarım her zaman sizlerle...
-
EMPERYALİZM VE İRTİCA... (Emperyalizmin maşası haline giren kitle isim değiştirir... Ve artık, emperyalizmin adı İRTİCA şeklinde değişir...)
Düşüncelerini çok güzel ifade etmişsiniz ve sizlerin özlemlerinde farklı değil aslında birlik ve beraberliğin inanılmaz gerekliliği şu günlerin koşullarında tabiki... Ama.. Ama yazınıza ufak bir eklenti yapmak istiyorum sadece.. İstanbul'da oturanlar çok iyi bilinir ve birçok ilçenin de ilerisinde örnek bir ilçeden bahsetmek istoyurum.. Şöyleki.. Belki yardımcı olurum düşüncesiyle hani; Örneğin; "Şu mübarek ramazan günü sigarayı tellendirip, İstanbul Fatih'te Çarşamba'nın sokaklarında bir tur atsınlar. Eminim ki birileri onlara, irtica olup olmadığını hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde anlatacaktır. Türkiye'de yüzlerce Çarşamba türediğini de unutmasınlar. Bununla yetinmezlerse rastladıkları ilk 'mektep'e girip bir din kültürü dersine konuk olsunlar, o da kesmezse Başbakan'ın müsteşarının bugün de savunduğu yazılarını okusunlar. O da yetmezse gelsinler ben onlara vücut dilimle elimden geldiğince anlatayım." Gerçekten birlik ve beraberliğe çok ama çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemden geçiyoruz... Dost sevgi ve saygılarımla...
-
Kurandaki çelişkiler
Çelişki yobazın, ulemanın ve cemaatin eline düşmüş dinin ta kendisidir ve milyonlarca insanı çelişkilerlerle sömürürken siz bunları görmeyin kalkın benim çelişkilerimle uğraşın.. Olacak şey değil... Üstelik şahsen inanıp inanmama konusunda daha karar veremeyen biri olarak bazen inanır ve bazeznde inanmamazlık edemezmiyim yahu... Ne için kafa patlatıyoruz buralarda ve ne arıyoruz... Sen çok'mu samimisin inançlarınla, Hiç çelişkilerin yokmu?... Çokmu gerçekçi buluyorsun inandıklarında herşeyi, Doğmadan tam anlamıyla kurtulmuş akılcı, mantıklı ve bilimsel temellere dayalı bir inanca sahip olduğunuzu söyleyebilirmisin.. Bırakın siz kimse bunu söyleyemez ve söyleyemiyor da. Çünkü o nedenle kendi arasında farklı farklı yolarda olmaları ki bu taa Hz Muhammed, Hz. Ali, Hz. Osman'dan vb. günümüze kadar sürüp gelen... Aa dersin ki evet söyleyebilirim.. O başka ama ben bunu söyleyemem ve söyletemezsiniz... Çünkü insan beyni artık eskisi gibi bilinmezliklerle yoğrulu değil ve bilirim ki soyut kavramlarda 2*2= herzaman 4 olmayabilir değilmi? Bir futol takımı taraftarı değiliz burada A takımı veya B takımı Pozisyonlarını tartışmıyoruz... Bizzat bizi bir yapan, geleceğimizi, çocuklarımı etkileycek bir inancı sorguluyoruz ve bu konuda herkesten öğrenebileceğimiz çok şey olduğunu da biliyoruz.. Şimdi sorduğunuz sorunun can alıcı cevabını veriyorum.. EVET İNANIP İNANMAMA KONUSUNDA İKİLEMDEYİM VE MÜMKÜN OLDUĞUNCA DA YAŞAMIN HER KERTESİNDE BUNU SORGULUYOR, ARAŞTIRIYOR VE İNCELİYORUM... AMA İNANCIN İNSANA VERDİĞİ DOZSAL ETKİ GİDEREK BASKICI, ZORLAYICI, KORKUTUCU, ÜRKÜTÜCÜ, İKİYÜZLÜ, GÜNÜN KOŞULLARINA CEVAP VEREMEZLİĞİ VE İNSANLIĞIN ARTIK AKLINI KULLANMADAKİ TEPE SINIRLARI KARŞISINDA İNANÇSIZLIĞA DAHA YAKIN OLDUĞUMU DA ÖZELLİKLE BELİRTİYORUM... Umarım cevabını almışsınızdır ve sizi rahatlatmıştır... Son olarak düşüncelerimi, yazdıklarım ve vermeye çalıştığım mesajları bu kadar ayrıntılı bir şekilde takip etmiş olmanızdan da inanılmaz keyif aldığımı belirtmek isterim. Bu nedenle size teşekkür ediyorum... Sevgiyle kalın... Ve Son söz... "Manevi Mirasım Akıl ve Bilimdir!" " Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır... zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur... Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar." Mustafa Kemal /(1933, Cumhuriyet Bayramı Açılış Konuşması'ndan)
-
EMPERYALİZM VE İRTİCA... (Emperyalizmin maşası haline giren kitle isim değiştirir... Ve artık, emperyalizmin adı İRTİCA şeklinde değişir...)
Sevgili gelin bugünlere kısaca bir bakalım.. Maalesef bugün toplum öylesine gericileştirildi ki, bugün üniversite rektörlerinin seçimle veya atama ile işbaşına gelmesiyle fazla bir şeyin değişmeyeceği duruma gelindi. Aynı şekilde, bugünkü hükümetin önü bir şekilde kesilse de, ilerleme adına fazla bir sonuç elde edilemez. Çünkü, toplumu yapan ve ayağa kaldıran onun kurumlarıdır ve söz konusu kurumların çoğu dönüştürülmüş bulunmaktadır. Türkiye'de sokaklara yansıyan gericilik, aslında kurumlarda ve kurumsallaşmada gerçekleştirilmiş olan büyük değişimin yansımasıdır. Zira, kamu kurumlarının dönüşümü sağlanmıştır, eğitimin kuşatılması ile genç beyinler ele geçirilmiştir, güvenlik sistemi gericileştirilmiştir, vs... Bu kadar gerici hamleler, içte sermayenin, dışta da emperyalist güçlerin çıkarı doğrultusundadır. Nedeni ise dış güçler varolan iktidarı her fırsatta övmekte ve mükafatlandırmaktadır. İçte ise, çıkar çatışması içinde olan çeşitli sermaye grupları da, emeği sömürebilmek ve yaşam sürelerini uzatabilmek için gericiliğin ana damarına karşı çıkmadan, hatta görmezden gelerek, sadece zaman zaman türban meselesine takılmaktadır. Türban bir simgedir, ama sadece gerici kuruluşların değil, aynı zamanda sosyal görevini yapamayan devletin vatandaşlarını hangi çamura attığının da acı bir simgesidir. Ve kısaca söylenebilecek bir gerçek var ve irtica olgusunu ve ona hizmet edilmesi isteyen ve uzun vadede bundan büyük çıkar sağlayacak olan emperyalizmdir... Sonuçü olarak... Türkiye kapitalizmin küreselleşme/sömürgeleştirme salıncağında savrulurken, gericiliğe batmaya mahkûmdur. Sosyal zemin üzerinde yükselen siyasal ve yönetsel kadro, kuşkusuz, gericiliği güçlendirmektedir. Çeşitli kamu kadrolarında görülen kadrolaşma yanında, sokaklarda artan türban görüntüleri de gericiliğin göstergeleri olduğu açıktır. Ancak, gericiliğin asıl ölçütü kafalara takılan türban olmayıp, toplumda alttan alta seyreden güçlü akımdır. Aşağıda kısaca tartışacağımız asıl güçlü gericilik akımı tümü ile devreyi tamamladıktan sonra, sokakta tüm kadınlar başı açık gezse de toplumsal gerilik gerçekleşmiş demektir... Bu da gün gibi gerçektir... Sevgiyle kalın...
-
Kurandaki çelişkiler
Sevgili tan. 1-Burad hiç kimseyi samimiyetsizlikle suçlamadım ki bunu söyleyebilecek yetkiyi kendimde görmüyorum 2-Başından beri yazılarıma bakarsanız hiçbir zaman inançlı ve inançız şeklinde hiçbiryerde bir ayrım yapmadım sadece doğmaları, yobazları, takiyecileri ve gericileri eleştirdim. Kaldıki bugünkgü iktidarda bulunanlar, onun yandaşları, dine inananlar v inanmayanlar şeklinde tehlikeli bir süreç başlatıp Kemalist, demokrat, aydın insanlırı bu düşünce babında ezici bir olguymuş gibi topluma lanse etmeye çalışıyorlar. 3-Düşünceye saygım var ve düşünceye saygım olmasa idi burada tartışıyor, konuşuyor ve birtakım düşünsel değerleri paylaşoyor olamazdık. Kaldi ki tekrar yazılarıma bakarsanız düşünceye, araştırmaya, sorgulamaya inanmayan birçok düşünce karşında bizim dimdik durduğumuzu göreceksiniz.. 4-Bu birbirimizin düşüncesini suçlamak değil bizzat düşüncenin gelgitlerini, ikilemlerini ve her iki arada gidip gelmelerini eleştirmişizdir. Düşünselde Netlik, düşünsel duruş ve bu duruşun kültürel birikimi ve bütünleşme bizim en önem verdiğimiz değerlerdir. Bu konu üzerinde bir yanlışlık ve ikilem gördüğümüzde bunu da eleştirel anlamda dile getirebilmek babında bu her kim olursa olsun belirtmek görevimizdir ve belkide bunu yapıyoruz.. 5-Bakın kimse kimseyi susturamaz sevgili dostum. Herkes bildiklerini, inandıklarını ve düşüncelerini her ne pahasına olursa olsun belirtir. Buna kimse engel olamaz. Bırakın ben hiç olamam... Son olarak düşüncem o durki sevgili Tan_vakti. Olayın kişisel bir boyutu bana göre hiç yoktu ve olmadı. "ki hakikaten hala şaşkınlığımı belirtmek istiyorum..." Ben kendi ayakkabımın sıktığı yeri biliyorum ve tek bir hatam var ve zaman zaman sert düşünce belirtmemten kaynaklı bir sorun ki bunu sık sık yaşıyorum. Sanıyorum sevgili sardunya'da beklide bundan rahatsız olmuş olabilir ve bir birtakım konularda benim adıma endişe taşımış ve bunun kendisine de yansıyacağı korkusundan bu şekilde bir anlam kargaşası içine girmiş olabilir. Bilemiyorum... Son olarak ta; şeklindeki düşüncem tamamıyle gelişmelerin doğru bulmadığım, büyütülmemesi gerektiğine olan inancım, yanılgısını zamanla anlar beklentim ve ona olan saygımdandır.. Çünkü birkere şunu çok iyi biliyorum.. Benim kişiler ile uğraşabilecek bir lüksüm yok. Benim genel ile ilgili olarak bir uğraşım var ve hedef kitlem olabildiğine geniş. Bunun en iyi örneğini de açtığım topiklere bakarsanız okuyucu kitlesini rahatlıkla görebilirsiniz... Dolayısıyla sevgili Sardunya benim için saygın, düşünsel anlamda gerçekten çok şey verebilecek ve bu ülkede kadınların düşünsel kavgada neler yapabileceğine örnek bir dostumuzdur.. Biz bunu böyle tanıdık ve öyle kalmasınıdı yürekten istiyoruz. Size ve kendisine saygılar sunuyorum... Dost sevgilerimle... Selamlar...
-
Kurandaki çelişkiler
Sadece şunu söylemek isterim sevgili Sardunya... Sizi hiç anlayamıyorum... Birkere bu düşüncelerinizin nedenini bile inanın bilmiyorum... Bu durumda şunu söyleyebilirim.. Seninle burada çok kısa süre içinde tanışmış olmanın sonucunda bir insan hakkında böyle şeyler düşünüyor ve karar veriyorsan gerçekten sizi alkışlamaktan başka çarem yok çünkü bu görülmemiş birşey.. Diğer dostlarımız ve arkadaşlarımız ile mükemmel bir paylaşım ve düşünsel etkileşim içindeyken bundan böyle bunların üzerinde durma gibi bir lüksüm yok, olamazda... Son olarak; önyargısal düşüncelerinizin benim için ne kadar yersiz ve anlamsız olduğunu çok iyi biliyorum... Ve biliyorum ki bu düşünceler gerçekten benden birşey kaybettirmeyeceği gibi sana da hiç ama hiçbirşey kazandırmayacaktır... O nedenle bu son yazım ve şu saatten sonra size kesinlikle cevap vermeyeceğim... Sevgiyle kalın... .
-
Türkiye'de Aydın Yalnızca Bir Şehir Adıdır
- BU ÇAĞIN EN SİNSİ TAKİYYECİLERİ
Sevgili arkadaşlar; Bugün artık çok iyi biliniyorku Türkiye'de irtica artık ''laik Cumhuriyet'' için bir tehdit ve tehlike olma boyutunu aşmış, yaşayan bir gerçek olmuştur. İrtica Türkiye'yi tümüyle teslim almıştır. İrtica Türkiye'de iktidar olmuştur. İrtica bugün kapkaranlık gölgesiyle Türkiye'nin üzerine oturmuş bulunmaktadır... Yine; rtica bugün, umduğu uğursuz sonu görmek isteyen bir akbaba gibi Türkiye'nin başında bekleyip durmaktadır!.. Can çekişen Türkiye'ye daha büyük bir iştahla saldıracağı zamanın özlemiyle kıvranmaktadır!... Ve maalesef bilimsel temelli, emperyalist oyunları bozan, akılcı, çağdaş ve uygarlık yolunda emin adımlarla yol alan bir Türkiye'nin önüne bugün kendi içimizde bizi vuracak bir adam pazarlanmak istenmekderir. Fethullah Gülen denen bu adamı önümüze kendi emellerine hizmet edebilecek hale getirip piyasaya sürecek olan ABD bir sırtlan gibi oluşacak zemini sabırla beklemektedir. Ama Ülkemizin 83 yılda geldiği bu nokta, onun gelecekte nereye götürülebileceğinin de açık bir göstergesidir. Türk ulusu, varlığına yönelen ve artık tehdit boyutunu aşarak yaşam aşamasına geçen irticanın yok edilmesi için gerekli adımları atmalıdır. Bu adımların neler olduğunu her kurum ve kuruluş, her yurttaş düşünüp bulmalı ve de ne yapacağını ona göre kararlaştırmalıdır... Bunun örneğini herbirimizin birer Mustafa Kemal gibi bilgili, donanımlı, inanarak ve yürekli bir duruş sergileyerek mücadele edeceğinden hiç kuşkumuz yok... Dost sevgilerimle... ........ (Bu arada _sevgili marcus zaten bizden biri ve izin vereceğini umit ederek_ sevgili Gecekuşu dostumuzu burada görmek bizlere inanılmaz bir güç kattığımı belirtmek istiyorum. Kendisine hoşgeldin diyor saygılar sunuyorum..)- DEVİR DEVİR CUMHURİYET GAZETESİ VE ONA BİÇİLEN ROL
Sizi saygıyla alkışlıyorum sevgili gugukçuk... Çünkü bugün artık buna yürekten inanan ve Atatürk'e yakışan, onun gösterdiği hedepleri yaşam biçimi haline getirmiş, ilkeli bir yurtaş bilincine sahip kişi ancak bu atılan çamur ve karalamalara ancak bu şekilde cevap verebilirdir... Çok teşekkürler sevgili dostum.. Bugün artık Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda belirtilen Cumhuriyetin temel niteliklerini savunmak; Türkiye Cumhuriyeti'ni sahip olduğu bu niteliklerle yaşatmak, her kurum ve kuruluşun yanında her yurttaşın da görevidir. Bu niteliklere karşı olanların eylem ve söylemlerinin engellenmesi de bu görevin içindedir ki bunu en iyi ve anlamlı sevgili gugukçuk gibi düşünen dostlarımız zaten gereken cevabı vermektedir... İç içe geçmiş olan, siyasal İslamın, şeriatın, irticanın yeşertilmesi ve yaşatılması için, demokrasi ve özgürlük zeminini kullananların önünde duramayan bir Türkiye Cumhuriyeti'nin, nasıl bir sonla karşılaşacağını görebilmek için geçmişten geleceğe yönelen bir bakışla bakmak yeterli olacaktır!.. Türkiye'nin 83 yılda geldiği bu nokta, onun gelecekte nereye götürülebileceğinin de açık bir göstergesidir. Türk ulusu, varlığına yönelen ve artık tehdit boyutunu aşarak yaşam aşamasına geçen irticanın yok edilmesi için gerekli adımları atmalıdır. Bu adımların neler olduğunu her kurum ve kuruluş, her yurttaş düşünüp bulmalı ve de ne yapacağını ona göre kararlaştırmalıdır... Bize bu ışığı veren ve bizlere Atatürk gencinin üzerinde duracağı tehlikelere karşı uyanık olunması ve her türlü karalama ve yıpratmalara karşı güçlü olabilmemiz gerektiğini beynimizde oluşturan sevgili gugukçuk dostumuza yüreğimizden gelen derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum... Sizler gibi gerçeği gören ve buna karşı dimdik durmasını bilen yürekli dostlarımız olduğu sürece bu ülkeyi karanlık güçler ve emperyalizmin piyonu haline gelmiş dinsel cemaatler heçbir zaman emellerine ulaşamayacaktır...- Kurandaki çelişkiler
Sevgili sardunya, sevgili bilimselci arkadaşımın da belirttiği gibi bu hırçınlığınıza anlam vermek mümkün değil.. İnancım konusundaki düşünceleremi söylememe rağmen ve mücadelemin ne olduğunu açık açık belirtmeme rağmen tahammülsüzlüğünüzün sebebini ise hiç anlamış anlamış değilim... Ama her ne olursa olsun ben bildiğim yolda inancımı yaşamaya ve inandığım kriter ve ölçülerde de fikirlerimi her koşulda ve her yerde açıklamaya devam edeceğim.. Bu benim yaşam biçimim.. Bu benim özgürlüğüm, var olma sebebim... Benim için herşeyden önce insan vardır.. Onun inancı daha sonra gelir.. Ama bu inançları da sorgulamayacağız anlamına da gelemez... Bugün Ülkemiz öyle bir hale getirildi ki herşeyin üzerinde din ve inaç gösterilmekte ve bu da yobaz, bağnaz, tutucu, şeriatçi düşüncelerin ekmeğine gün ve gün yağ sürmektedir. Bugün tartışımız konular ülke meseleleri, bilimsel gelişmeler, toplumsal duyarlılıklarımız, genel yapı üzerindeki örgütlerin ve kurumların katkısı, sağlıklı bir nesil yetiştirebilme, eğitimi seferberliği, ekonomik kalkınmada öncelikler ve yatırımlar, sağlık sorunlarının artan yoğunluktaki baskısı, Ülkesel aydınlanma, çağdaş bir yapı, modern ve uygarlık yolunda ilerlemeyi hayatımızın her alanında konuşmamız gerekirken... Maalesef bugün geldiğimiz nokta bu kertede ve doğma ülkemizin üzerine kara bir bulut gibi çullanmış ve bundan çıkış yolu arar duruma gelmişiz. Bunu görmezlikten gelemeyiz ve bu tehlikeyi yok sayamayız... Eğer bu bilinç ile birşeyleri savunmak, karşı durmak suç ise, Kusura bakmayın ama kim olursa olsun ve her ne pahasına olursa olsun suç işlemeye devam edeceğim... Sevgiyle kalın... (Bu konu ile ilgili olarak bende kişisel polemiği kapatıyor ve size önümüzdeki süreçte başarılar diler ve yolunuzun aydınlık olmasını temenni ederim...)- Kuran süpermarket gibi ne ararsan var.
Teşekkürler sevgili saklıgerçek... Sizde olmasanız körü körüne birtakım şeylere inanıp gideceğiz hani.. Çok sağol. Emeğine sağlık diyorum..- KUR’AN HAKKINDA BATILI AYDINLARIN BAZI SÖZLERİ
Aksini söyleyenlerde yok değil ama değilmi?... Nedense insan olayın hiçbir zaman kötü tarafından bakma cesaretini kendinde bulamaz... Belki aklına bile gelmez... Birde onları bulun derim...- Kurandaki çelişkiler
Bakın sevgili sardunya.. Bana destek verip vermemeniz benim için önemli değil. Yazılarımın bir kısmında size göre haklı olup olmadığımında önemli değil çünkü bu bir ölçüt olamaz.. Bakın tekrar açık açık belirtiyorum. Benim için önemli olan şu. Bir insan öncelikle içinde bulunduğu düşünsel yapının içerisinde ister bir dine inanalım, ister inanmayalım. Bugun biliyoruz ki tanrısal iletiler de insaninin aklını kullanması gerektiğini buyurmaktadırlar doğrumu?.. Doğru. O nedenle bir insan nasıl olurda hem aklını tanrıya borçlu olduğunu ileri sürer ve hemde Tanrı kullarının kendisini aklıyla tartışmasını istemiyor olmasını ister veya düşünebilir... Bu bana göre ya o insanın akıl güçünden yoksun olduğunu, ya da Tanrı'nın ikiyüzlülüğünü kabul etmektir. O nedenle aklımızı kullandığımız ölçüdü sorguluyor olmak bu bizim düşünen, araştıran, inceleyen insanlar olarak en doğal hakkımız değilmi... Diyorum ki İNANÇLAR DAHİL herşey ama herşey sorgulanmalı, Akıl ve mantık süzgecinden geçirilmeli, Günümüz koşullarına cevap verilebilir hale getirilmeli, Birkaç ulemanın, tahrikatın ve cemiyetin elinde evrilip çevrilen ve kendi çıkar ve düşünsel yapı üzerinde kurulduğu bilincini taşıyıp bu kısır döngüden derhal kurtarılmalı. Şimdi burda sormazlarmı; -Peki bir kemalist biri olarak söylebilirmisin bunlarda ne aykırılıklar görüyorsunuz?. -Kemalist biri olan sizler inananlar kadar inançsıza da saygı duymanız gerekmiyormu ki bu kemalizmin laiklik ilkesinin olmazsa olmaz sebeplerinden biri değilmidir?. -Diyorsunuz ki birşey aşırıya kaçmamalı. Pekala, o zaman aşırıya kaçan taraflarımızın günümüz gerçekleri karşısında ses ve yürek olmak kemalizmle tıpatıp benzer tarafları varken, siz yukarıdaki olumsuzluklara karşı çanak açanlara paratoner olma sebebiniz nedir? -Son olarak söylermisin bütün bunlar takiye kavramı dailine girermi/girmezmi?... ...................................................... .... - BU ÇAĞIN EN SİNSİ TAKİYYECİLERİ
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.