Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

DİPNOT

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. 13 MAYIS İZMİR MİTİNGİ... "ANNENİ AL DA GEL"... (13 Mayıs ANNELER GÜNÜ ve Annelerle Gavur İZMİR'DE kucaklaşma günü şimdiden kutlu olsun...) Meydanlarla birlikte yepyeni bir Türkiye "meydan"a geliyor. Cumhuriyetin tepeden inme olduğunu iddia edenlere karşı, Türk halkı Cumhuriyeti aşağıdan yukarıya yeniden kucaklıyor. Halkımızın "meydan"a gelişi, Kurtuluş Savaşı sürecinde Anadolu'nun zafere inanmaya başlamasının ve Mustafa Kemal 'in etrafında çoğalmasının 21. yüzyıla yansıyan izdüşümü. Sakın ola abarttığımızı sanmayın. 14 Nisan mitingi öncesini düşünün, bir de sonrasını... Daha o günden vurguladığımız gibi artık 14 Nisan Tandoğan uyanışı bir süreçtir. 29 Nisan İstanbul'daki Çağlayan, Ankara buluşmasının bir rastlantı olmadığını ortaya koymuştur. Ardından Manisa, Çanakkale ve Duisburg mitingleri sürecin salt Cumhurbaşkanlığı seçimine dayalı olmadığını göstermiştir. Anadolu'nun dört bir yanından iletiler alıyoruz: "Samsun'da neden miting yok?", "Bu mitinglerin benzerlerini Şanlıurfa, Gaziantep, Tokat da yapmalı..." Manisa mitingine katılanlardan Barış Özel , "Sizin köşeye uygun bir söz ürettik" diyor: "Manisalılar her gelene mesir verir, ancak Cumhuriyeti kimseye esir vermez!" İnan Taşkın 'ın yeni miting yeri önerileri şunlar: Trabzon, Sıvas, Van, Erzurum... Onlar da olur... Şimdi sırada İzmir var... 13 Mayıs aynı zamanda Anneler Günü. Bir tartışma şuydu: "Anneler Günü'nde böyle bir miting yapmak ne kadar uygun düşer?" Kaygı belki yerinde ama, bize göre çok uygun düşer! Belki de miting sloganlarından biri şu olur: "Anneni al da gel!" Biz "ananı al git" çilerden değiliz. Tandoğan, Çağlayan, Manisa, Çanakkale ilk hedefine ulaşmışsa... Şimdi bunun üzerine yeni ve sağlıklı neler inşa edilebilir sorusuna yanıt aranıyorsa... Egelilerin Anneler Günü'nü İzmir'de hep birlikte kutlamasından doğal ne olabilir! Ege'ye Anadolu'nun dört bir yanından insanlar katılırsa, daha da güzel olmaz mı? Biz "anneni al da gel" diyoruz ama, durum tam tersine de dönebilir! Meydanların baş kahramanı sık sık vurgulandığı gibi kadınlar. Anadolu'daki salon söyleşilerinde en az erkekler kadar ağırlığı olan kadınlar, meydanlarda daha da öne çıktılar. Cumhuriyetin değerlerini yıpratanlara "meydan" okudular... Bu bağlamda belki de çağrıyı şöyle yapmak gerek: Eşini, çocuklarını al da gel! Zira anneler zaten gelecek... Meydanlar gösteriyor ki, gelecek onların elinde... Hem ne demiş atalarımız: Beşik sallayan kadın, dünyayı da sallar! Ege için söylenen t-onlarca güzel sözden biri şudur: Dağlarından yağ, ovalarından bal akar! Yani, zeytin ve incir diyarı... Şimdi Ege'nin sokaklarından, caddelerinden, meydanlarından da insan akıtma zamanı. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, sözünün ilk harflerine vurgu zamanı: "Ege" menlik Cumhuriyet bilincine ulaşmış milyonlarındır, deme zamanı. Haydi bre efeler... Dendi gari gız gaadeşler... Gün, şöyle elleri havaya kaldırıp ayakların üstünde yükselme zamanı. 13 Mayıs aynı zamanda Dil Bayramı... O ses bayrağımız, güzelim Türkçemizle, Ege'den tüm Türkiye'ye, tüm dünyaya haykırma zamanı... Kardeşliği, çağdaşlığı, Cumhuriyeti hep birlikte paylaşınca...Her an ne güzel... Her anne güzel! Ankara'yı "en kara" günlerinden kurtaran Anadolu insanına selam olsun... 13 Mayıs'ta tüm İzmir insanla, insan sesiyle dolsun... Sokakları, deniz, yosun ve insan koksun. İnsanlar, İzmir'in kavakları, kavakların yaprakları kadar sayılmaz olsun. Sahi bir de "gavur İzmir" vardı! 13 Mayıs'ta İzmir, "savur İzmir" olsun... Savursun, kendisine laf atanları karanlığın içine. 13 Mayıs Anneler Günü ve annelerle İzmir'de kucaklaşma günü şimdiden kutlu olsun! 09.05.2007 / Mustafa Balbay / Cumhuriyet /
  2. Akla Yatan Kadın mı, Heyecan Katan Kadın mı? Mükremin abi, Bir Demet Tiyatro dizisinde eskisi kadar güldürmese de, geçen gün güzel bir söz etti, “akla yatan kadın, heyecan katan kadın” dedi. Bu sözü de uzatmalı sevgilisi ile hayatı sürerken , karşısına birden çıkan, futbol oynayan, espri yapan kıza gönlü kayınca, “ne oluyor” diye soran kız kardeşine “sister bacım, akla yatan kadın başka, heyecan katan kadın başka” dedi. Bu mudur acaba erkek milletinin beyninin kıvrımlarında yerleşik olan düzen. Kılcal damarlarına kadar işlemiş olan “akla yatan kadın” evde bekleyecek, “heyecan katan kadın” ile yaşamın adrenalin kısmı çözülecek. Kadınlar ise; “kadınlar öküzlerle evlenmek ister, ama boğa hayal eder” yazısı bir nevi erkek kısmına çevirisi oldu Mükremin’in sözü. Yani erkekler “akla yatan kadınlarla evlenmek isterler, ama hayatları “heyecan katan kadınların “peşinde koşmakla geçer. Galiba bu cümle kadınların kafalarındaki soruların yanıtını da içeriyor. Evli kadın heyecan yaratma yoksunu olarak mı yaşıyor? Sanmıyorum. Evlilik aslında erkeklerdeki genetik bakış açısı nedeniyle mazbut bir yaşam oluyor. Mafya babası rolünde Robert de Niro bir psikiyatra başvurmak durumunda kalıyordu filmde. Psikiyatr karısı ve sevgilisi ile ilişkilerini sorduğunda, Niro sevgilisi ile seks yaparken yaşadığı fantezileri, karısı ile hayal bile edemediğini söylemişti, yani karısını kutsal kısmına koyduğu için, sevgilisinde denediklerini karısında deneyemiyordu. Akla yatan kadınlar sadece bizim toplumda değil, ABD de bile mazbut ve kutsal ve sıkıcı sınıfına sokuluyor, heyecan katan kadınlar ise yaşamın tadı olarak ortaya çıkıyor. Sorun akla yatan kadının heyecan yaratamamasından ziyade erkeğin o kadını nereye koyduğu ile ilgili olarak ortaya bir sıkıcılık çıkıyor. Erkek akla yatan kadın figürünü kutsal ve dokunulmaz bir yere oturtuyor, ve kadına içindeki heyecanları yaşamasına izin vermiyor. Eğer kadın öyle heyecanlı olursa belki de kocası tarafından kötü karşılanır hale geliyor. Erkek kadına , akla yatan dediği evindeki kadına hayatına heyecan katma iznini vermiyor. Mazbut bir kadının heyecanlı sevişmesine, hayata neşe dolu bakmasına erkek bizzat kötü gözle bakıyor. O zaman kendisinin yarattığı abuk mazereti ortaya sunuyor, akla yatan kadın heyecan katmıyor diyor. Ve hakikaten de akla yatan kadın kocasının veya hayat arkadaşının bu tutumu karşısında kendini koyveriyor, balinalara dönüşüyor. Peki diyeceksiniz ki “medyadaki bazı ünlü ve sürekli kendine bakan kadınların kocaları niye dışarılarda dolaşıp heyecan arıyorlar?”. Bunu yanıtı basit, artık o kadın da ya evde kutsal ana pozisyonuna düşmüştür onunla heyecan ve fanteziler ayıptır, ya da çocuk yoksa yine de kutsallık kazanmıştır. Geldiğim noktada ortaya çıkan durum yine erkeklerin bazı konulardaki tutumları neticesinde oluşuyor. Anamız, bacımız, karımız üçlemesindeki kutsal değerler bu üçlüyü adrenalin üretmeyen ama akla yatkın sığınılacak liman haline getirirken, sevgili, metres, ikilisini de heyecan katan ama güvenilmez sınıfına sokuyor. Bu güvenilmezlik, erkeğin adrenalini artırdıkça artırıyor. Ne dersiniz? Oğuzkan Bölükbaşı / 7 Mayıs 2007 / üç nokta...
  3. - Soruyorum: "Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adayı olmasında Fethullah Gülen 'in etkisi olmadı mı?" - İşadamı, "Adımı yazmazsanız yanıt vereyim" diyor. - Ben de "Hiçbirinizin adını zaten yazmayacağım" deyince rahatlıyor... - İşadamı:"Abdullah Gül, ABD'ye her gidişinde Fethullah Gülen Hocaefendi'yle görüşür, düşüncelerini alırdı. Bakın herhangi bir Avrupa başkentine gittiğinde Milli Görüşçülerle de görüşür, tarikatlarla da. Çünkü Abdullah Gül demokrattır." Gülüyorum !.. - Soruyor: "Neden güldünüz?" - Diyorum ki:"Demokratlık böyle mi oluyor?" :lol: Yazı: H. Çetinkaya / 07.05.07 tarihli Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır...
  4. Sevgili deniz öncelikle katkı ve paylaşımlarınıza teşekkürler... Düşüncelerinize katılıyorum... Fakat bizler bunları anlaşılmadığı ya da anlaşılmak istenmediği için, bıkıp usanmadan tekrarlamakta yarar görüyoruz... Bir süredir devam eden ulusalcılık, yükselen milliyetçilik ve faşizm tartışmalarında, belirli ve bilinçli yönlendirmeler yapılıyor. Türkiye'de özellikle son dönemde, kavramları gerçek anlamlarından uzaklaştırarak, yeni ve içi boş (içini, herkesin istediği gibi doldurduğu) kavramlar yaratmak moda oldu. Elbette ulusalcılık da bundan payını aldı. Sonda söylenecek olanı başta söyleyerek daha kolay ilerleyebiliriz belki. Ahmet Taner Kışlalı , ulusalcılık (ulusun yararını savunan milliyetçilik) için, Siyasal Sistemler adlı kitabının 118. sayfasında şöyle diyor: Ulusalcılık, ''toplumdaki bir kesimin başka bir kesimi sömürmesini gözden saklamak ve kolaylaştırmak amacıyla kullanıldığında tutucudur; ama ona, o toplumun başka toplumlar veya başka toplumların içindeki bir kesim tarafından sömürülmesine karşı başvurulduğunda ilericidir'' Kısa yalın ve açık bir ifade... Umarım anlaşılmıştır... Saygılar...
  5. Ulusalcılık, eski deyişle milliyetçilik, Frenkçesiyle nasyonalizm... Bugün Türkiye'nin başındaki iktidar ümmetçi!.. Ulusalcılık (nasyonalizm), ümmetçiliğe (dinciliğe) göre ilericidir; ama, enternasyonalizme göre gericidir... Ümmetçilik, yani dincilik, bu gidişle ulusalcılığı daha da güçlendirecek... Pişpirik oynayanlar ellerindeki kâğıtlara iyi baksınlar; çünkü bu gidişle 'elimde tutayım' derken Türkiye'yi büsbütün kaybedebilirler.
  6. ULUSALCILIK ve ULUSALCILIĞA KARŞI GELENLERİN ORTAK ÖZELLİKLERİ... Ulusalcılık üzerine yazılanlar ve söyledikleri hâlâ anlamak istemeyenler var. Ulusalcılık konusunda karmaşa özellikle yaratılıyor. Ogün Samast, Ağca gibi kullanılan tetikçiler, "ulusalcılığın sembolleri" olarak sahneye çıkartılıyor. Kimi yazarlar, oligarşi adına karartma uyguluyorlar. Hitler şablonu içine giren sapık ırkçılar, "ulusalcılar gibi gösteriliyor" . Neden? Atatürk 'ü, Gandi 'yi, Nâsır 'ı, Tito 'yu, Chavez 'i, Morales 'i ve yeni gelmekte olan gerçek ulusalcıları gözden kaçırmak için yapıyorlar; çünkü korkuyorlar; halkın emperyalizmi "Teşhis etmeye başlaması" oligarşiyi ürkütüyor. - Ulusalcılığın özü olan anti-emperyalist kimliği örtmek için kimi zavallıları; bürokraside ve tarikatlarda post kavgası yapanların kullandıkları, tetikçi çocukları sahneye sürüyorlar; "İşte ulusalcılar bunlardır" diyorlar. Bütün bu radikal çevreler şu özelliklere sahip: 1) Demokrasiye karşılar. 2) Hukuk dışı, saldırganlığa dayalı eylemde bulundular. 3) Onların bu eylemleri Türkiye'ye değil, Türkiye üzerinde hesaplar yapan odaklara yaradı. Gerçekte, "ulusalcı karşıtı" olan bu çevreler, şimdi ulusalcılar olarak sunuluyor. Sahte ulusalcıları bugün sahneye çıkaranlar, "gerçek ulusalcılığın önünü kesmeye çalışıyorlar" Türkiye'de ulusalcılık nedir? Ne olması gerekir? Görmek istemeyenlerin, anlamak istemeyenlerin gözünün içine soka soka sıralıyorum: 1) Türkiye'de ulusalcı olmak sorunlara Türk ulusunun penceresinden bakmak demektir... 2) Köylünün refahını arttıracak ulusal tarım politikası izlemek demektir. 3) Türk endüstrisine sahip çıkmak; yabancı tekellerin onu ele geçirmesine engel olmak demektir. 4) Makro ulusal politikalarla petrolüne, madenlerine, banklarına, limanlarına her türlü desteği vermek demektir. 5) İşçiye, memura, esnafa arka çıkmak; onların milli gelirden aldıkları payı yükseltmek demektir. 6) Devleti küçültmemek; sosyal devleti güçlendirmek demektir. 7) Ulusalcılık konut, eğitim ve sağlık olanaklarının sosyal devlet çatısı altında halka sunulması demektir. 8) Kimilerinin sandığı gibi, "ulusalcılık dışa kapanmak değildir". Dışarıya , "karşılıklı çıkarlar doğrultusunda" , dengeli olarak açılmaktır. Hâlâ anlamadıysanız günah benim değil... 9) Ulusalcılık, ulusal dış politika izlemek demektir; aynen Batı demokrasilerinin yaptığı gibi. 10) Ulusalcılık, "sosyal sınıfların örgütlenerek Meclis'te temsil edilmeleri" ve gerçek demokrasinin kurulması demektir. 11) Ulusalcılık uluslararası alanda siyasi, iktisadi, askeri ve kültürel olarak ezilmeden ve ezmeden yer almak demektir. 12) Ulusalcılık, anti-emperyalist bir duruşa sahip olmak demektir. Umarım bu yazı bağzı borazancılara, bozumculara ve bozdurulmuşlara rehber olur... ,Sevgili Erol Manisalı'ya sevgi ve saygılarımızla...
  7. Sevgili karbeyaz... Katkı ve paylaşım için teşekkürler... Evet maalesef karikatürler yanlışların kara mizahları aslında ve gerçekten çözülmesi gereken çok ama çok sorun var... Yeterki bilinç, kararlılık ve azim içinde ülkemizde yaşayan vatandaşlar olarak sorumluluk duygusunu yüreğimizde hissedelim... Sevgi ve saygılar...
  8. Mayısta bir gün... Ben, ne diyeceğim çocuğuma uyandığında? Özür dileyeceğim son on yılın günahını üstlenip: Tepkisiz ve pısırık bir muhalif olduğum için ve partimin beceriksiz önderlerini yana itip yeterince kafa tutamadığım için bu yakışıksıza! Bir milletvekilliği düşlediğimden sadece küçük odalarda ve kısık sesle konuşmuş olduğumu anlatamayacağım; gidişatı soranları, yuvarlak sözlerle yanıltmış olduğumu da saklayacağım herhalde. Şimdi ona, "Göreceksin o artık tahteravanla gidecek uçmaya" diyerek, "Gümüş zurna neyine?" diyerek, ya da "Bak aç tavuk şimdi arpa ambarına atandı" diyerek, yani işi alaya vurarak mı geçiştireceğim? Yoksa, "Sadece iki şeyin sonu yoktur: Evrenin ve görgüsüzlüğün diyen yazardan aktarmalar yaparak, ardından, "Boş ver, o sadece aç ruhunu doyurmak için çalardı" diyerek mi avutacağım? Korkarım çocuk ergeç, bizim bu zaman içinde, sadece mum yaktığımızı, bayrak çektiğimizi, and içtiğimizi ve bunların yeteceğini varsaydığımızı, günlerimizi başkalarından medet umarak ve zırva oturumlar izleyip fal bakarak geçirdiğimizi anlayacaktır.. *** Çocuğum şimdi ayıplamasa bile beni, Onun, büyüdüğünde ve aklı erdiğinde, düşüneceklerinden çok ama çok utanıyorum! Selçuk Erez....
  9. GÜZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ ÇOCUKLAR... 40 yıldır insanca yaşama umudu ve direncinin şarkılarını söyleyen Edip Akbayram bu kez Tandoğan ve Çağlayan'daydı Bu ülkenin tehlikenin farkında olan bir yurttaşı olarak düzenleme komitesinden mitinglerde sahneye çıkması yönünde çağrı aldığında sevinerek kabul ettiğini söylüyor Edip Akbayram. "Bir sanatçının görevi yaşadığı toplumda yanlışları, hataları söylemek, göstermektir. Çünkü biz şarkılarımızı yaşadığımız toplumla paylaşıyoruz, sevgiyi de, kavgayı da, üzüntüyü de... Bu toplumdan beslenerek yapıyoruz parçalarımızı. Onun için sanatçının görevi dürüst olmak, toplumu olumlu yönde yönlendirmeye çalışmaktır. Fakat dünyanın her yerinde olduğu gibi para o kadar egemen olmaya başladı ki, insanlarda düşünce, hak arama diye birşey kalmadı. Bu mitinglerde çağrılmamasına rağmen bir sürü sanatçı gelip 'Ya, ben de şurada durayım, bir tane de ben söyleyebilir miyim' demeliydi. Bunu beklerdim ben. Oraya Sezen Aksu'yu da beklerdim İbrahim Tatlıses'i de... Şarkı söylemese de herkesin gelip orada durması gerekirdi..." diyor. Bu halkla alay edemezsiniz! - Ankara'daki mitingden sonra Başbakan 'bindirilmiş kıtalar' dedi.. "Başbakan yanlış söylemiş. Bin dirilmiş kıtalar var, bin tane dirilmiş. Bu halkla alay edemezsiniz, bu halkla dalga geçemezsiniz. Ben o mitinglerde öyle pankartlar gördüm ki, bu halk dersine çok iyi çalışıyor. O pankartlar üzerinde uzun süre düşünülmüş, çalışılmış ve oraya getirilmiş... Halk oturup düşündüğü zaman güzel şeyler çıkartabiliyor." - Şimdi bu durumda siz de 'bindirilmiş sanatçı' mı oluyorsunuz. Bindirilmiş sanatçı olarak bundan sonra sokak eylemleri devam ederse siz de katılmayı sürdürecek misiniz? "Başbakanın ifadesiyle değil ama bin dirilmiş kıtalar arasındaki yerimi her zaman alırım." GÜZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ COCUKLAR... Güzel günler göreceğiz çocuklar Motorları maviliklere süreceğiz Çocuklar inanın inanın çocuklar Güzel günler göreceğiz güneşli günler Motorları maviliklere süreceğiz Hani şimdi bize Cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır, Yalnız cumaları ,yalnız pazarları Hani şimdi biz bir peri masalı dinler gibi seyrederiz Işıklı caddelerde mağazaları, Hani bunlar 77 katlı yekpare camdan mağazalardır. Hani şimdi biz haykırırız Cevap: Açılır kara kaplı kitap:Zindan Kayış kapar kolumuzu Kırılan kemik, kan Hani şimdi bizim soframıza Haftada bir et gelir Ve Çocuklarımız işten eve Sapsarı iskelet gelir Hani şimdi biz İnanın güzel günler göreceğiz çocuklar Güneşli günler göreceğiz Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar Işıklı maviliklere süreceğiz Çocuklar inanın inanın çocuklar Güzel günler göreceğiz güneşli günler Motorları maviliklere süreceğiz
  10. . Gecenlerde bir ödül töreninde Ali Poyrazoğlu bir konuşma yapti. Bu konuşmayı Türkiye`deki herkes izlemeliydi. İzlemeyenler için, konuşmasında söyle diyordu buyuk usta:... -"Bankacılar paranın sahte olup olmadığını anlamak için, parayı ışığa dogru tutup icerisinde ATATÜRK filigranı var mı yok mu diye bakarlar... Siz de bir adamın ne mal olduğunu anlamak icin, onu isiga tutun; bakın bakalım içerisinde ATATÜRK var mı, yok mu... İçerisinde ATATÜRK olmayan adamlara iltifat etmeyiniz. Cumhuriyet´e sahip çıkınız..." Büyük ustayı ayakta alkışlıyoruz... :clover: .
  11. Yüreğine ve beynine sağlık sevgili Sardunya... Cevap net, sorun ortada ve çözümü farklı yerlerde aramaya çalışan karanlık zihniyetlerde... Gerisi biz aydın, ilerici, aydınlık, laik ve demokratik yapıya inanmış gençliğe kalmış... Sevgi ve saygılarımla...
  12. 1 Mayıs Daha da Anlamlı Olmak Zorunda Geçirmekte olduğumuz günler açısından, mevcut siyasal konjonktür içinde "şeriat" yanlılarına karşı, askeri, sivil her türlü darbeciye karşı 1 Mayıs kutlaması ayrıca daha büyük bir anlam taşıyor. Bugün işçiler, emekçiler katledilen 36 yurttaşımızı 30. yılında anıyor. Sömürüsüz ve baskısız bir dünya için birlikte yürüyor. Bugün 1 Mayıs, tüm dünya işçilerinin birlik, mücadele ve dayanışma günü, emeğin bayramı. Bugün tüm ülkelerde milyonlarca işçi ve emekçi "1 Mayıs" ı kutluyor, sömürüye ve baskıya karşı, globalizmin kötülüklerine, dünyanın değişen olumsuz ekonomik koşullarına karşı; demokrasi için, barış için, eşitlik için, ekmek ve hürriyet için yürüyor. Türküleriyle, marşlarıyla, bayraklarıyla, istemleriyle meydanları dolduruyor. 1 Mayıs 1886'dan bu yana dünya işçilerinin sekiz saatlik işgücü mücadelesini simgeleyen bugün Türkiye'de hemen hemen yüz yıldır hep sorun oldu. Oysa Türkiye'de 1 Mayıs'lar işgal altında bile kutlanmıştı. Örneğin 1 Mayıs 1921'de işçiler Saraçhane başından Hürriyet-i Ebediye Tepesi'ne kadar yürüyüp istemlerini ve türkülerini haykırmışlardı: "1 Mayıs, 1 Mayıs İlk dileğimiz. Yaşatacak seni tunç bileğimiz! Kara kış günleri yansın, kül olsun! Kırmızı çiçekli bahar uyansın Birleşin, Gelin! Yerden yükselin! Birliksiz işçi, işçi değildir." Ancak daha sonra konu, 1 Mayıs gösterilerinden önceki tutuklamalar ile "memlekette ihtilal çıkarmak isteyen bazı komünistler tevkif edildi" meselesine dönüştürüldü. Yıllarca tanınmış solcular, sendikacılar, ileri işçiler 1 Mayıs'tan önce gözaltına alınmaya yönelik devlet geleneğini yaşadılar. Nadiren aksi de oldu. Örneğin bu ülkede on yıl Başbakanlık yapmış Adnan Menderes son anda, 1 Mayıs 1960 günü radyodan işçilere seslenerek onların 1 Mayıs Bayramı'nı şöyle kutlamıştı: "Bugün 1 Mayıs İşçi Bayramı. İşçi kardeşlerime elemsiz, kedersiz birçok bayram idrak etmelerini ve onların refah ve saadetini temenni ederken, bu gayede kendilerine her zaman yardımcı olmanın en aziz emeli teşkil ettiğini ifade etmek isterim." Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) yaklaşık 50 yıl sonra 1976'da 1 Mayıs'ı kitlesel bir biçimde kutlamaya kalktığında yönetenlerin 1 Mayıs'a olumsuz yaklaşımı sürüyordu. DİSK dışındaki sendikal kuruluşlar bile bu kutlamaya karşı çıkmıştı. Ardından 1 Mayıs 1977 kutlamasını kana buladılar, 36 yurttaşımızı katlettiler. DİSK görkemli 1 Mayıs 1978 kutlaması ile tüm suçlamalara, kışkırtmalara cevap verdi, ama değişen bir şey olmadı. 1979, 1980 1 Mayısları öncesinde yine sendika baskınları, yine tevkifatlar sürdü. DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk başta olmak üzere çok sayıda DİSK'li hapse atıldı, yargılandı. 12 Eylül faşist darbesinden sonra DİSK yargılanırken iddianamede "1 Mayıs'ı kutlamak, Marksist-Leninist ideoloji istikametinde kitleleri devlete karşı husumete ve savaşa yöneltmektir" denildi. Artık dünyada komünizm kalmadı. Ama yönetenlerin 1 Mayıs'a bakışı hâlâ değişmedi. Değişemezdi, çünkü temelde yatan emeğe düşmanlık yaklaşımı idi. Oysa daha yıllar önce Uluslararası Çalışma Örgütü ILO'nun Sendikal Özgürlükler Komitesi aldığı şu kararı tüm hükümetlere duyurmuştu: "Açık hava toplantıları, özellikle 1 Mayıs günü vesilesiyle düzenlenecek toplantılar sendikal hakların önemli bir yönüdür." 153 ülkenin 304 sendikal kuruluşuna üye 168 milyon işçiyi temsil eden ITUC (Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu, eski adıyla ICFTU, bu kuruluşa Türkiye'den DİSK, Türk-İş, Hak-İş ve KESK üyedir) yayımladığı 1 Mayıs 2007 Manifestosu'nda şöyle diyor: ITUC 1 Mayıs 2007 Manifestosu "Dünyanın her köşesinde 1 Mayıs için bir araya gelen çalışanlar, sendikal hareketin büyük başarılarını kutlayınız; hak, eşitlik ve insan onuru mücadelesine bugüne kadar çok şey vermiş olanları hatırlayınız... Her türlü baskı ve sömürüye karşıyız; yoksulluk, ayrımcılık ve umutsuzluktan medet umanlara karşı mücadelemizi sürdürmeye kararlıyız. İşçi hakları, insan hakları ihlal edilen tüm kadınların ve erkeklerin yanındayız ve tüm imkânlarımızla onların yardımına koşmaya hazırız. Başkalarının sefaletinden kendilerine pay çıkaranları lanetliyoruz ve doymak bilmez sermaye çevrelerinin açgözlü hırsına karşı yürüttüğümüz savaşı daha ilerilere taşıyacağız. Herkesin barış ve güvenlik içinde, terör, savaş ve yıkım tehditlerinden uzakta yaşayacağı bir dünya için mücadelemizi sürdüreceğiz. Bugünün kuşakları gezegenimizin geleceğini ellerinde tutuyorlar. Eylemlerimiz bugünün ve yarının dünya çocuklarının yaşamında silinmesi kolay olmayan bir iz bırakacaktır. Sürdürülebilir bir ekonomik ve toplumsal gelişme programı için ciddi çalışmalarımızı sürdürmeye, iklim değişiklikleriyle ilgili olarak üzerimize düşeni yapmaya, işçi haklarının bütünüyle korunduğu, ilerleme potansiyelinin insafsız taleplerle zayıflatılmaya çalışılmadığı adil bir dünya ticaret sistemi, herkes için sağlık ve eğitim imkânı için mücadele etmeye ve dünya toplumu olarak karşımıza çıkan her türlü zorluğa göğüs germeye hazırız." Türkiye işçi sınıfının ekonomik, demokratik ve sendikal sorunları devam ediyor. AB'ye girmek istediklerini söyleyenler sendikal haklarda AB çerçevesini tanımadıklarını her fırsatta yineliyorlar. Sendikasızlaşma ve IMF dayatmaları acımasızca sürdürülüyor. Bu 1 Mayıs bu konudaki istemlerin haykırılma günü. Geçirmekte olduğumuz günler açısından, mevcut siyasal konjonktür içinde "şeriat" yanlılarına karşı, askeri, sivil her türlü darbeciye karşı 1 Mayıs kutlaması ayrıca daha büyük bir anlam taşıyor. Derin devlet tartışmalarının yapıldığı, Susurluk olayının konuşulduğu günümüzde 1 Mayıs 1977 katliamı hâlâ esrarını koruyor. Katilleri bulunamadı, o günün yöneticileri hesap vermedi, hiçbir sorumlu konuşmadı. Bu katliamın ortaya çıkarılması yeniden yeniden talep edilmeli. Bugün işçiler, emekçiler katledilen 36 yurttaşımızı 30. yılında anıyor. Sömürüsüz ve baskısız bir dünya için birlikte yürüyor. :clover: :clover: Kanli 1 Mayis 1977`nin 30.yıldönümünde DISK`e bağlı sendika işçilerinin Taksim`de miting yapma isteğini Istanbul valiliği geri çevirdi. DISK ise yarın Taksim meydanında miting yapmakta ısrarlı... On the 30th anniversary of bloody May 1,1977, when 34 people had died, the Istanbul Governor refused the DISK bounded laborer´s meeting request at Taksim Square. However DISK is pertinacious about organizing the meeting at Taksim. VE TAKSİMDELER... _______________________________________________________ Kaynak:Cumhuriyet 01.05.2007/Faruk PEKİN
  13. ABD'li Ortadoğu uzmanı Rubin, Gül'ün adaylığını değerlendirdi 'Köşk'e çıkarsa ılımlı İslam denemesi başlar' *Eski Pentagon görevlisi Rubin, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Fried ile Ankara Büyükelçisi Wilson'un, Türkiye'yi, "ılımlı siyasi İslamı deneme ve tecrübe tahtası" olarak gördüklerini vurguladı. Rubin, Gül'ün cumhurbaşkanlığının Iraklı Kürtlerin bağımsızlık ilan etmesini sağlayacağını savundu. ABD'li ünlü Ortadoğu uzmanı ve eski Pentagon görevlisi Michael Rubin, Abdullah Gül 'ün Türkiye'nin 11. cumhurbaşkanı olması halinde, Iraklı Kürtlerin bağımsızlık ilan edebileceğini savundu. Rubin, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın, Türkiye'yi, "ılımlı İslamı deneme tahtası" olarak gördüğünü söyledi. Hürriyet'e konuşan Michael Rubin, Abdullah Gül'ün Çankaya'ya çıkmasıyla Türkiye'de bir "AKP güç tekelinin" ortaya çıkacağını ve bunun kalıcı etkilerinin olacağını belirtti. Rubin, öncelikle, cumhurbaşkanı olması durumunda, Gül istemese bile, Iraklı Kürtlerin bağımsızlık ilan etmesinin önünün açılacağını belirtti. Michael Rubin, Kasım 2002 seçimlerinden sonra, çok sayıda Iraklı Kürt'ün, Güneydoğu Anadolu'dan TBMM üyesi olan bazı AKP milletvekillerine para aktarıldığını "böbürlenerek " anlattıklarını kaydetti. Rubin, Iraklı Kürt lider Mesud Barzan i'nin, yaptığı açıklamalarla Türkleri çok öfkelendirmesine rağmen Türkler ile iş yapan "ılımlı " Iraklı Kürtlerin bile Türkiye'de AKP'nin kazanmasını istediklerini söyledi. Rubin, Kürt örgütleri KDP ve KYB'nin üst düzey yetkililerinin, özel sohbetlerde, AKP'nin kazanmasını istediklerini, çünkü bu partinin Kemalist düzene son vereceğine ve TSK'yi kısıtlayarak törpüleyeceğine inandıklarını söyledi. Rubin, Barzani'nin sadece PKK'yi desteklemekle kalmayıp daha sonra Türkiye'nin içişlerine karışmayı meşru kılmak amacıyla kullanabileceği "Güney Kürdistan " adıyla bağımsızlık ilan etmek gibi bir girişimde bulunabileceğini söyledi. Rubin, Gül'ün cumhurbaşkanlığının derin diplomatik etkilerinin de olacağına işaret etti. Michael Rubin, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Dan Fried ile Ankara Büyükelçisi Ross Wilson 'un, Türkiye'yi, "ılımlı siyasi İslamı deneme ve tecrübe tahtası " olarak gördüklerinin altını özellikle çizdi. Michael Rubin, "Onlar, ılımlı İslamın, Türkiye'de ve Ortadoğu'da geleceğin dalgası olduğuna inanıyorlar " dedi. ABD'li Bakan Yardımcısı Dan Fried'in, AKP'yi, dini siyasete karıştırmayan Hıristiyan Demokrat Avrupalı partilere benzettiğini belirten Rubin, "Abdullah Gül cumhurbaşkanı olursa, deneme de başlamış olacak " dedi.
  14. Gericilik, irtica çok mu madur kardeşim... "Herkes kendi işini yapacak" diyorsun... Diyorsun da dincinin ve müslümanın siyasette ne işi var bu bir vicdan meselesidir ülkeyi, rejimi değiştirme meselesi değildir, herkes inancını devletin kurum ve kuruluşlarına karşı kullanmak müslümanlık değildir neden diyemiyorsun... Müslümanlığın ticaretini yapan/yapanlara karşı ve bu dinci zihniyete karşı demokrası ile halk gerekli cevabı işte böyle çağlayanda, tandoğanda olduğu gibi verir niye diyemiyorsun... Ama hepsi gibi sende çok güzel takiye yapıyorsun... Demokrasiyi kullanarak bugünlere gelen bu zihniyet, bu ortaçağ özlemcilerinin ipini pazara çıkarmıştır artık halk ve bunu sindiremiyorsunuz bu belli... Senin tepkin buna ve yukarıda ki yazının bir bölümünde diyorsun ve anladığım kadarıyla sende Tayyip gibi saymasını bilmiyorsun...Ama bunun önemi yok ... Atasına yürekten bağlı bu halk mutlaka ama mutlaka öğretecek, öğreneceksiniz...
  15. Ilımlı İslam dedikleri; Bilime alternetif Akıllı tasarım... Cüpbeli ahmet hocalalar... Süslü püslü gericilik... Ağlamaklı ve arabesk Fethullah Gülencilik (ABD yapımı asya tarsı üretim biçimine uygun model...) Çok seçenekli oturgaçlı götürgeç... Olmasın arkadaşlar... Ne dersiniz?...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.