Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

DİPNOT

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. Parçalanma planı Meclis gündeminde... ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - CHP Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı , Amerikan Silahlı Kuvvetler Dergisi'nde yer alan emekli albay Ralph Peters 'in Türkiye ve Ortadoğu'ya yönelik ''parçalama planı'' nı TBMM gündemine taşıdı. Gazalcı, Cumhuriyet 'in kamuoyuna duyurduğu Peters'in yazısında Türkiye'nin doğusundaki toprakların beşte birinin ''işgal edilmiş'' sayıldığı ve bu toprakların ''Özgür Kürdistan'a ve Ermenistan'a verilmesi gerektiği'' yönündeki ifadelere dikkat çekti. Gazalcı, TBMM Başkanlığı'na verdiği önergesinde Başbakan Tayyip Erdoğan 'a Türkiye'nin stratejik ortağı olduğu ileri sürülen ABD'nin ''1863 yılından bu yana kesintisiz olarak yayımlanan Amerikan Silahlı Kuvvetler Dergisi'nde Türkiye'nin parçalanmasını öngören yazının yayımlanmasıyla'' ilgili değerlendirmesini sordu. Gazalcı ayrıca şu sorulara da yanıt istedi: ''Ülkemizin parçalanma senaryoları sergilenen bu yazının Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice' ın ğ'ortak vizyon belgesi'nin yayımlandığı bir zamana denk gelmesi bir rastlantı mıdır? ''
  2. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Bekliyorum sevgili Bozan... Dost sevgiler..
  3. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Çılgın Türklerden rahatsızlığını farketmemek imkansız ve Bende onlardanın ve Vatan ahiniyim sevgili bozan ve bununla gurur duyuyorum... Bir kere olsun sende gurur duyduğun bir şey söyle... Bekliyorum...
  4. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Teşekkürler sevgili bilimselci canalıcı bir konu ve yazara, paylaşımınıza teşekkürler.
  5. Maalesef aklısınız sevgili arkadaşlar... Ve bence uykudakiler kadar uyanık fakat üç maymunu oynayan (görmeyen, duymayan, bilmeyen) yüzlerce insanıda unutmamak gerek... Artık bugün yeni bir imparatorluk ortaya çıkmışa benziyor... Sınır tanımayan ve sınırları yeniden şekillendirmeye kararlı bir imparatorluk... İnsanı ve özgürce yaşamaya dönük yaşayan her varlığı denetlemeyi ve sömürmeyi amaçlayan bir imparatorluk. Peki bunu bilen bizler bu durum karşısında ne yapıyoruz / yapmalıyız / yapacağız... Dost sevgilerimle...
  6. Lütfen yazılarınıza, üslübunuza, duruşunuza ve çizginize devam segili bozan... Farklı bir renk olmanız bu toplumun üyesi ve bireyi olmanıza engel olamaz... Aksine farklı düşünceleri daha iyi tanıma ve mevcudunuzu daha iyi anlama ve kendi düşencelerinizi daha iyi anlayarak güçlü bilgilere sarılma ve onları bu nedenle daha iyi anlama nedenini ortaya çıkartır... Dost sevgiler...
  7. Yukarıdaki bahsedilenlerde tabirinizle bana göre Ismarlama bir yazı... Aksiyon dergisinin hizmet alanınıda çok iyi biliyoruz... Üzerinde bile durmak istemiyorum... Bü ülke arayışlarını sürdürdükçe daha çok kafaları karıştıracak mikser köşe yazarlarının ekmeğine yağ sürülür, sürülür sürülürde kaybeden kim çikar onu da şöyle cevablıyayım; Kaybeden kesinlikle çağdış, moder, laik ve uygarlık ışığını Mustafa Kemal Atatürk'le yakılan Türkiye Cumhuriyeti olur... (Barada bir not: Mustafa Kemal ve arkadaşları Amirakan dizinde büyütülmüş, Yönünü Araplarla çeviren ve Avrupanın desteğiyle yaratılmadı... O bizin bağrımızdan ve bu ulusun yüreğinden çıktı... Bu hiçbirzaman unutulmamalı / unutturmamalı...)
  8. Arkadaşlar sevgili sedelina'yı 10'30 otobüsü ile Ablası ve kız kardeşi ile billikte gönderdim... Hesi çok şeker ve tatlı insanlar ki herşeyden önemlisi çok iyi tertemiz bir yürekleri var... Onları tanımış olmak gerçektan çok mutluyum... En kısa zamanda da aramızda olacağını, hepinizi çok sevdiğini ve sizleri çok özleyeceğini söyledi... Hayrıca onun adına bu forumda bulunan herkese sevgi ve saygılarını özellikle belirti... .
  9. Global Strateji Enstitüsü Koordinatörü emekli Tümgeneral Armağan Kuloğlu, ''Türkiye'ye müteveccih tehditler kapsamında Büyük Kürdistan'ın oluşturulması da bilinen hususlar. Buradaki hassasiyet, bunun bir Amerikan ve silahlı kuvvetler yanlısı bir dergi tarafından beyan edilmiş olması hoş bir konu değil'' değerlendirmesini yaptı. Söz konusu haritada, Türkiye'nin uzun zamandan beri kendisine tehdit olarak gördüğü Büyük Kürdistan projesinin gerçekleştiğinin ve bunun bir Amerikan stratejisti tarafından ifade edildiğinin görüldüğüne işaret ederek ''Bir taraftan Türkiye ile ABD arasındaki güven bunalımını aşmak için vizyon belgesi açıklanıyor, diğer taraftan ABD stratejistleri kendi düşünceleri doğrultusunda Ortadoğu'yu yeniden şekillendirme kapsamında Türkiye'den büyük bir toprak parçası alınmasını da içeren yeniden bir harita çizilmesine doğru gidiliyor'' tespitini yapan Kuloğlu, ''Burada açık olan konu şu; dış ilişkilerde dostlukların olmayacağı, daima çıkarların olacağı hususunun altını bir kez daha çizmek gerekiyor ve en son stratejik vizyon belgesinin kapsamına baktığımızda daha çok ABD çıkarlarının ağırlık kazandığı, ABD çıkarları içinde eğer Türk çıkarları varsa onların yer aldığı, Türk çıkarlarının ağırlıkta olduğu ve ABD çıkarlarının onun içinde bulunduğu veya hiç olmadığı hususlara hiç rastlanmadığını görüyoruz'' diye konuştu. Kuloğlu, ABD'nin ''Enerjiyi kontrol eden dünyayı kontrol eder'' anlayışıyla hareket ettiğine dikkati çekerek, ''Enerjiyi kontrol edebilmek için Azerbaycan'ı kontrol etmesi lazım, kendine müzahir bir Kürdistan ortaya çıkartmak lazım. Böyle baktığızda BOP'a hizmet eden, BOP'u destekleyen bir harita olduğunu söylemek mümkün'' dedi. Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Hasan Köni de bu tür siyasi haritaların Teksas Üniversitesi'nde tutulduğunu, beş yıldır aynı haritaların bulunduğuna işaret ederek, 2002 yılında New Yorker'da çıkan bir yazıya atıfla ''Ehud Barak, Amerikalılara, 'İşgal ederek terörü önlemek, çatışmaları önlemek mümkün değildir' demiş. Yine bir MOSSAD görevlisi, 'Türkleri seviyoruz ama Kürt kartını oynamak zorundaydık. Buradaki dengeyi bir Kürt devleti sağlayabilir' görüşünü dile getirmiş. Ruslar 1946'da Mahabat Kürt Cumhuriyeti'ni kurdular. Bunu yıkan, Şah ile birlikte Amerikan kuvvetleri. Bir yapıp bir yıkıyorlar havaya göre. 'Kendimizi korumak için NATO'dan çıkmamız lazım' diyoruz. Kafalarında bu harita eskiden beri var. Stratejik düşünce tarzları bu'' değerlendirmesini yaptı.
  10. İşte bu dedirten bir düşünce... Umarım derslerini iyi çalışanlar kadar... Derslerini alanlarda vardır... Yoksa sevgili bilimselci... İyi uykular Türkiye... (Çünkü şu han uyunulan diz bir anne dizi değil bir emperyalist dizi...) Araplaşmaya ramak kalınan bir uyuşmanın etkisini fark eden ve oynanan oyunun şaşkınlığını yeni fark edebilenlere... Dost sevgilerimle...
  11. DİPNOT şurada cevap verdi: bohem başlık Kova Burcu
    Arkadaşlar bende Kova burcuyum ve özelliklerini genelde taşıdığım söylenir... Vu burcumdan memnunum......
  12. C. 07.07.2006 / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi'nde, "istikrar için sınırların değiştirilmesi öngörülüyor" Ve 'Ortadoğu yeniden çizilsin' deniliyor... Ortadoğu'da istikrarsızlığın en önemli nedeninin Avrupalıların kendi çıkarları doğrultusunda çizdikleri sınırlar olduğunu savunan Peters'a göre, yeni sınırlar azınlıkların durumu gözetilerek çizilmeli. 20'den fazla yayımlanmış kitabı ve yüzlerce yayımlanmış makalesi olan, emekli albay Ralph Peters AFJ dergisindeki yazısında, bu sınırların bölgedeki azınlıkların durumu göz önüne alınmadan yeniden çizilmedikleri taktirde bu istikrarsızlıkların sonu gelmez diyor. Yazıda Türkiye, Suriye, İran ve Irak'ta yaşayan, nüfusları 27-36 milyon arasında olduğu hesaplanan Kürtlerin bağımsız bir devlet sahibi olması gerektiğine özellikle vurgu yapıldıktan sonra, bu ''Bulgaristan'dan Japonya'ya kadar uzanan bölgede en Batı yanlısı ülke olacaktır'' deniyor. 'İşgal edilmiş bölge' Peters'e göre, Türkiye'deki Kürtlerin yaşam koşullarında son yıllarda az da olsa iyileşme gerçekleşmiş olsa da, son gelişmelerden sonra, ''Türkiye'nin beşte birini oluşturan doğusunun işgal edilmiş bir bölge olarak görülmesi gerekiyor'' . Yazar, İsrail'in de 1967 sınırları öncesine çekilmesinin istikrarın sağlanması için mutlaka gerekli olduğunu vurguladıktan sonra, Suudi Arabistan'ın Mekke üzerindeki yönetim tekelinin bir başka çok önemli sorun olduğuna dikkat çekiyor. Peters'a göre Mekke'nin Vahabilerin denetiminden alınıp, dünyadaki diğer Müslüman grupların ortak ve rotasyonlu yönetimine verilmesi bir ''Süper Vatikan'' yaratacak, çok yararlı bir tartışma ortamı oluşmasına olanak sağlayacak. Irak üç parçaya bölünüyor... Amerikan Ordusu Harp Akademisi tarafından çıkarılan Parameters dergisinde strateji konularında yazılar yazan, New York Post gazetesi köşe yazarlarından, bu yıl bir analizi şubat ayında muhafazakâr The Weekly Standart'a kapak olan Peters, yazısına ek olarak Büyük Ortadoğu bölgesine ait, biri bugünkü diğeri de gelecekteki, olası ve olması gereken sınırları gösteren iki harita sunuyor. Bu haritalarda, Irak'ın üçe bölündüğü, Türkiye, Suriye, Iran, Pakistan, Suudi Arabistan'ın büyük ölçüde toprak yitirdiği, buna karşılık, İran, Irak, Suriye, Türkiye'den kopan parçalar üzerinde büyük bir Kürt devletinin, Suudi Arabistan'da Mekke ve Medine'yi içine alan bir kutsal İslam devletinin, İran'da bağımsız bir Belucistan'ın oluştuğu, Afganistan'ın, Azarbeycan'ın Ürdün'ün, Yemen'in, diğer bir değişle Amerika'nın kimi yakın müttefiklerinin topraklarını genişlettiği görülüyor. Ralph Peters'in bu yazısının 1863'ten bu yana kesintisiz yayımlanan Army Forces Journal'da yer almış olması, Pentagon koridorlarında, nelerin tartışıldığına ve geleceğe ilişkin hangi öngörülerin ciddiye alındığına, hangi planların yapılmakta olduğuna ilişkin önemli ipuçları veriyor... .
  13. Bilim Teknik 07.07.2006 / ZÜMRÜTTEN AKİSLER / A.M. Celal Şengör Kara kedilerin talihsizliği yaşlı cadıların kedilerinin olduğuna, hattâ cadının bazan kara kedi kılığına girerek gizlendiğine inanılmasıymış. Bazı Batıl İnançların Kökleri... Tabiatın kucağında çalışan fizikî coğrafyacı, jeolog, zoolog, botanikçi gibi doğa bilimciler sık sık çalıştıkları yerlerde, çalıştıkları nesneler hakkında çevredeki insanların doğru olması mümkün olmayan inançları olduğuna hayretle şahit olurlar. Meselâ Türkiye'de gökkuşağının altından geçen bir kişinin cinsiyetini değiştireceği söylenir! Kara kedilerin uğursuz olduğu inancı ise çok daha yaygındır. Bunlar ve benzeri pek çoklarının nasıl ortaya çıktıklarını tahmin edebilsek bile belgeleyemeyiz. Bazılarının ise dayandıkları mitolojik hikâyeleri, masalları duymuşuzdur: Örneğin, Urfa'da Aynzeliha ve Halil-ür Rahman göllerinin İbrahim Peygamber'in atıldığı ateş, içindeki balıkların da ateşi besleyen odunlar olduğuna, bunların Tanrı emriyle değiştiklerine inanılır. Bu nedenle balıklar yöre halkınca kutsal sayılır. Caltech'de misafir araştırıcı olduğum sene Pasadena'daki evimde bir akşam televizyonda bu tür inançlardan bazılarının kökenlerini tartışan ilginç bir program seyrettiydim. Oradan not ettiklerimi geçenlerde bir defterimin içinde buldum: Bunları bu hafta sizlerle paylaşmak istiyorum: Belâdan korunmak için tahtaya vurmak âdeti, insanların ağaçların tanrılarla temas içinde olduklarına inandıkları, hattâ bizzat tanrı oldukları dönemlerden kalma bir âdetmiş. İnsan tahtaya vurarak, tahtanın içinden çıktığı ağacın tanrısıyla temas ettiğine inanırmış. Hristiyanlıkla beraber ağaç tanrıları gidip yerlerini İsa'nın babası alınca, bu sefer tahta, İsa'nın çarmıha gerildiği haçı temsil eden ve tahtaya vuranın İsa'nın yardımını talep ettiği bir sembole dönüşmüş. Merdiven altından geçmenin uğursuzluk getirdiği inancının ise kutsal teslisi ihlâl etmek anlamına gelmesinden kaynaklandığı sanılıyor. Bu teslis, bilindiği gibi tâ çoktanrılı Mısır dinleriyle başlar (İsis-Osiris-Horus) ve aslında üç tanrılı bir din olan Hristiyanlıkla günümüze kadar gelir. Hristiyanlıkta kutsal teslis Tanrı-İsa-Kutsal Ruh olarak ifâde edilir. Ayrıca teslis Meryem-İsa-Yusuf'u da imâ edebilir. (Tabiî merdiven altından geçmenin merdivene çarpıp üzerindekini yere düşürmek veya merdiven üzerindeki kişi veya eşyanın alttan geçenin tepesine inmesi gibi pratik tehlikelerin de bu "uğursuzluk" inancının pekişmesinde rolü olabilir.) Özellikle A. B. D. 'de ayın 13'ü Cuma tarihlerinin uğursuz olduğuna inanılır. (Pek çok Amerikan otelinde onüçüncü kat yoktur!) Neden? İsa'nın havâri Yahuda tarafından ihbarıyla neticelenen son yemekte onüç kişi vardı. (Ama yeni bulunan Yahuda İnciline inanmak gerekirse, bu ihbarı düzenleyen bizzat İsa'nın kendisiydi!) Üstelik Âdem ile Havva Cennetten Cuma günü kovulmuşlar, Nuh Tufanı Cuma günü olmuş, İsa Cuma günü çarmıha gerilmişti. Gel de ürkme. Neyse ki Müslümanların Cuma'yı kutsal gün ilân etmeleri bu talihsiz günün şöhretini en azından Müslüman kültür çevrelerinde kurtarmıştır. Salı'yı uğursuz addeden pek çok İstanbullu acaba bunun İstanbul'un Salı günü fethedilmiş olmasından kaynaklanan bir Bizans kalıntısı olduğunu bilir mi? Ayna kırmanın da uğursuzluk getireceğine inanılır. Bunun kökeni de ilkel insanların sâkin bir su sathında kendi yansımalarını görünce aslında ruhlarını gördüklerine inanmalarından kaynaklanıyormuş. Ayna da su sathı gibi imajımızı yansıttığı için insana ruhunu gösterdiği sanılmış, ruhu gösteren bir şeyin kırılması ise insanın ölmesini gerektiren bir olay olarak yorumlanmış. Zira aynayı kıranın, o aynaya akseden ruhu tahrip ettiğine inanılmış! Cadılık Hristiyan âleminde hem günah hem de uğursuzluk sayılır. Nedeni, büyücülüğün kılise faaliyetine rakip olmasıdır. Dolayısıyla kılise, büyücülüğü ve cadılığı lânetlemiştir. Solakların ısrarla salak yapılmaya çalışılması da solak olanların şeytan tarafından elde edilmiş olmalarına inanılmasındanmış. Bu yüzden sinistral kelimesi hem sol, hem de uğursuz, karanlık, tehlikeli anlamlarına gelir. (Son bir yoklamada Türk halkının soldan giderek uzaklaştığı tesbit edilmiş. Şimdi anladınız mı neden!!!) Doğum günü pastası ise tanrıça Artemis'in pastasından geliyor. Eğer doğum günü olanlar dikilen mumları bir nefeste söndürebilirlerse Artemis'in takdirini (yardımını) kazanıyorlarmış. Bilimin bir faydası da bu tür zırvalıkların köklerini aydınlatıp, yaşamımızın kararmasına engel olmasıdır. Ama bu tür zırvalıklarla yaşamak kimisine cazip geliyor... .
  14. Bunu beklemiyorum sevgili emre_s... Yansıyacağı ile ilgili bir sorunum yok.. Sorun... Tamamıyle herşeyin temeli olan sevginin yüzeyselliğe kurban gitmesidir... Görselliğe alet olmasıdır... İnsan olarak sevgiye doymayanlar nefretle yaşamaya mahkumdurlar... Bu nefretin en aza indirilmesi ile ilgili olarak hepimiz üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmesi bir insan olma biçimi, yürekli duruşudur... Yoksa dünyamızda savaşlar hiç eksik olmayacak ve hiç bitmeyecektir... Sevgiler...
  15. Yahu galiba haklısın... Bu zamanda gerekli gereksiz sevgimi dağıtılırmış ona buna... Üstelik sevgimi kaldı günümüzde ki... Değilmi?... Yani... Herşey para değilmi artık iliklere işlenen... Herşey sömürü değilmi ki yüreklere kazınan... Herşey çıkar değilmi herşeyimizle teslim alınan... Sevgiye ne gerek var... Bak kullanabilirliklere sen, Yelken aç... Bugün artık... Kaçınılmazlık içinde... Sevgisiz bir dünyaya da adapte olmuşken.... Değilmi?... Çok haklısınız... Ama... Yinede... Ve... Herşeye rağmen... Size Bir tutam sevgi vermekse hata... Yinede sevgiler....
  16. . Katılımcılardan biri olan Cengiz Çandar isimli kişi, aynen şunları söyledi: “Ben kötümser değilim. Türkiye’de, AKP Hükümeti de dahil, hiçbir hükümet, AB sürecini durduramaz, bu süreçten geri adım atamaz. Bunu göze alamaz. Buna gücü yetmez. Aynı şekilde, Türkiye’deki dinamik güçler de (sanırım TSK’yı kastediyordu), eğer dayak yemek istemiyorlarsa, bu süreci durdurmaya yeltenmezler.” Ne demek bu... Hemen cevaplayalım... Şu demek... Kimse ona, “dinamik güçlere, eğer AB sürecine engel olmaya kalkarlarsa, kim dayat atacak? Dinamik güçlere dayak atmak ne demek? Dayak atmaktan kastınız ne?” diye sorma gereği bile duymuyordu. Herkes, ne denmek istendiğini çok iyi anlıyordu. Emperyal güçler, Türkiye’nin, Batının dümen suyundan çıkmasına asla izin vermezlerdi. Batının karar verme mekanizmalarının kararı buydu. Emperyalizmin yerli sözcülerinin dile getirdiği şey, bu karardı. Kırk Katır Mı, Yoksa, Satırları Paket Mi İstersiniz?... Bu durumda umarım birilerinin söyleyebilecek birşeyleri vardır... Dost sevgilerimle... .
  17. DİPNOT şurada cevap verdi: arman başlık Anı Defteri - Defterleri
    Nazik, ince, onurlu, sempatik, tutarlı bir insan olan ve duruşu ile verdiği gücü ve yumuşak ruhu ile anlamlı mesajını algılamamak mümkün değil... İyiki varsın sevgili seREnaDE... Seni güzel bir insan ve anlamlı bir dost olarak çok seviyoruz... . .
  18. Teşekkürler arkadaşlar.... İyiki varsınız.. O temiz yürek temiz yüzden çok daha önemli benim için.. Dost sevgileri size... Saygılar...
  19. Ulusal Kimliğimizin Oluşumu Üzerine Bazı Tezler / Taner Akçam Aşağıya Taner Akçam'ın bir tezini alıyorum, okuyunca ne kadar haklı olduğunu görüyorum. Tarihe başa açılardan yaklaşınca günümüzde yaşanan çelişkileri de anlamak daha kolaylaşıyor... Günümüz de sol görünümlü milliyetçi düşüncenin temeli, geçmişte saklı olduğu ve ırkçı söylemin ve tavrın arkasındaki nedenleri gün yüzüne çıkarması açısından da önemseyerek okudum. Bu yazıyı her ne kadar Taner Akçam yazmış olursa olsun, altına imza atacağım bir metin konumundadır. Bundan dolayı paylaşıyorum. (*1) Osmanlıların çöküşü ve ulusal devletimizin kuruluşu sürecinde, bizlerin düşünce ve eylemlerini belirleyen, ulusal ruh dünyamızın temel direklerini oluşturan, bazı düşünce, duygu ve davranış kalıpları oluşmuştur. Zihniyet dünyamızı oluşturan bu duygu, düşünce, davranış modellerimizin içinde insan hakları gibi bir soruna fazlasıyla yer yoktur. Bu nedenle, insan hakları sorununda yeni bir perspektif geliştirebilmemiz için, zihniyet dünyamızın, ulusal kimliğimizin bu köşe taşları üzerine düşünmek ve bunları sorgulamak zorundayız. Burada ulusal kimliğimizi şekillendiğini ve bugünkü davranışlarımızı da belirlediğini ileri sürdüğüm bazı olguların oldukça "eski bir zaman diliminde" yaşanmış olması, bugünle ilişki sorununu gündeme getirmektedir. 100-150 yıl önceki olayların sonuçları ve bıraktığı izler itibariyle bugün açısından fazla bir anlam taşımadığı ileri sürülebilir. Burada bu tür bir tartışmayı yapmadan, sadece Norbert Elias'ın konuya ilişkin söylediklerini aktarmakla yetinmek istiyorum: "Her seferinde büyük hayretlerle görülmektedir ki, belli düşünme, duyma ve davranış kalıpları, dikkati çekecek biçimde yeni koşullara uyarak, aynı toplumda birçok kuşak sonrasında yeniden ortaya çıkmaktadır... Gerçekte toplumsal olaylar etkilerini genellikle 100 yıl sonra gösterirler. Bunu anlayabilmek için uzun süreçleri kapsayacak modellere ihtiyacımız vardır."1 Tartışmaya açık olduğunu söylediğim, ulusal kimliğimizin konumuz açısından önemli olan bazı özelliklerini herhangi bir bütünlük iddiası olmadan şöylece sıralayabiliriz: 1)___ Osmanlı İmparatorluğu içindeki azınlıklar birbiri ardı sıra, bağımsızlık savaşları vererek ayrılmışlardır. Bu savaşlarda azınlıklar, bazı istisnalar dışında, sürekli olarak emperyalist devletlerce desteklenmişlerdir. Gerek azınlıkların ayrılmaları gerekse bu süreçte dış güçlerle girdikleri ilişkiler, egemen ulus tarafından kendisine yapılan ihanetler olarak kavranmıştır. Bunda dağılma sürecinin ana karakterleri belirleyici olmuştur. Ulusal başkaldırılar, Fransız devriminin aydınlanmacı fikirlerinden etkilenmekle birlikte, bir din çatışması biçiminde gelişmiş ve kısa sürede bağımsızlığı için savaşan gruplarla Osmanlı devleti arasındaki bir çatışma olmaktan çıkarak değişik din ve ulusal grupların karşılıklı katliamlarına dönüşmüştür. 2)___ Ayaklanmalar, emperyalist güçlere, Osmanlıların içişlerine karışma olanağını sağlamıştır. Hemen hemen her ulus veya din grubu belli devletlerce desteklenmiştir. Azınlık grupların, emperyalist devletlerin yardımıyla ve kapitülasyonlarla elde ettikleri, Müslüman ahalinin sahip olmadığı birtakım ayrıcalıklara sahip olmaları ve her bir emperyalist devletin koruyuculuğunu yaptığı azınlık grup için durmadan yeni ayrıcalıklar talep etmeleri, Hıristiyan ahaliye karşı derin bir nefretin oluşmasına yol açmıştır. Bu nefret başka önemli iç faktörlerle de güçlenmiştir. Osmanlı topraklarında o güne kadar egemen olan ve Hıristiyanları aşağılayan ve hor gören Müslüman ahali bu egemen konumunu toplumun her düzeyinde kaybediyordu. Gerek Batı'dan alınan ve Müslüman ahaliye devlet eliyle zorla dayatılan reformlarla Müslümanlar Hıristiyanlarla eşit vatandaşlar olmaya zorlanıyorlar, gerekse yukarıda sayılan nedenlerle Hıristiyanlar ekonomik olarak daha iyi mevkileri elde ediyorlardı. Daha düne kadar ikinci sınıf vatandaş olarak gördüklerinin kendileriyle eşit sayılmaları hatta daha iyi konuma geçmeleri kabul edilebilir bir şey değildi. Bunun doğal sonucu kendi yerini ele geçirenlere karşı duyulan, çekememezlik, kıskançlık ve nefretti. Hıristiyan ahali karşısındaki bu nefret duyguları Tanzimat öncesi başlamış olmakla birlikte özellikle "genel eşitlik" prensibinin ilan edildiği Islahat Fermanı ile tepe noktasına ulaşmıştır. "Reformlarla Müslüman halkın zımmilerle eşitliğinin ilan edilmesi, Müslümanların dini hislerini incitmişti"2. Nitekim Fermanın ilan edildiği gün üzerine Cevdet Paşa şunları yazacaktır, "Bu Fermanın hükmünce teba'a-i müslime ve gayr-i müslime kaffe-i hukukta müsavi olmak lazım geldi. Bu ise ehl-i islama pek ziyade dokundu... bir çoğu 'Ehl-i islama bu bir ağlayacak ve matem edecek gündür' deyi söylenmeye başladılar"3. Kendilerinden aşağı olan din gruplarıyla eşit sayılmayı Müslümanlar hakaret olarak kabul ediyorlardı. Nitekim "Atalarımızın kanlarıyla kazandığı kutsal haklarımızı kaybettik. Yönetici olmaya alışkın halk, şimdi haklarını kaybediyor" düşüncesi bir tek "cahil, bilgisiz halkın değil, devlet adamlarının da (düşüncesidir)."4 Bu ruh hali başka iç faktörlerle de iyice pekişti ve imparatorluğun Türk-Müslüman ahalisinin ruh dünyasını derinden etkiledi. Hıristiyanlar hâlâ askerlik yapmıyorlar ve imparatorluğun Müslüman ahalisini kemiren savaşlardan uzak kalıyorlardı. Savaş, açlık, ölüm gibi tüm zorluklarla yalnız başlarına bırakılan Müslüman ahali, bu zorluklardan uzak kalan Hıristiyanlara karşı derin bir kıskançlık ve düşmanlık duyuyorlardı. 19. yüzyıl sonlarına doğru bir günlük gazetede yer alanlar bu ruh halini son derece iyi yansıtmaktadır. "Onlar(Türkler) Girit'te öldürtülür, Sisam'da kestirilir, Rumeli'de kırdırılır, Yemen'de doğratılır, Havran'da biçtirilir, Basra'da boğdurulurdu. Oralara Rum, Ermeni, Bulgar, Ulah, Yahudi, Arap, Arnavut... gönderilecek değildi ya! Onlar evlerinde, yurtlarında, çadırlarında otursunlar, işleri güçleriyle uğraşsınlar, zengin olsunlar, evlensinler, çoğalsınlardı. Onları kızdırmaya, onların aziz canlarını sıkmaya, nazik bedenlerini yormaya gelmezdi. Aksi halde onları nasıl Osmanlılığa ısındırabilirdik? Onları memnun etmeliydik ki lutdefedip kerem edip Osmanlı kalsınlar"5. Gerek Yeni Osmanlılar, gerekse İttihat ve Terakki hareketi imparatorluğun sahipsiz Müslüman ahalisine sahip çıkmayı önlerine ana politik görev olarak koymuşlar ve ırkçılığa varan düşünceler geliştirerek Hıristiyan düşmanı bir ruh halinin oluşmasına yardımcı olmuşlardır. Böylece, Hıristiyan halklar, imparatorluğun Türk-Müslüman ahalisi tarafından, sadece Osmanlıları parçalamak, bölmek isteyen bozguncular olarak değil, daha da önemlisi, kendi egemen konumlarına göz diken ve kendilerini sömürgeleştirmek isteyen emperyalizmin uzantıları olan güçler olarak görülmüşlerdir. 3)___ Ayaklanan ulusal grupların bazı haklar elde etmeleri kendi güçleriyle başarıya ulaşmaları sonucu olmamıştır. Ayaklanmaları bastırdıkları durumlarda bile Osmanlılar, dış güçlerin baskısı ile yenik sayılmışlardır. Kendisinden askerî-politik-iktisadi bakımdan güçlü emperyalist devletler karşısında Osmanlılar kendilerini son derece çaresiz hissetmişlerdir. Kazandıkları askerî zaferlerden sonra bile sürekli yenik sayılmayı kabul etmek zorunda kalmışlar, bu da güçlü bir düşman karşısında sürekli içe atılmak zorunda olan bir öfke ve kin duygusunu doğurmuştur. Kendisini sürekli aşağılayan, onuruyla oynayan dış güçlere karşı gelemeyen Osmanlı, içine atmak zorunda kaldığı kin ve nefreti üzerine boşaltacağı daha zayıf güçleri aramıştır. Norbert Elias'ın Alman ulusal kimliğinin oluşum tarihi üzerine söyledikleri, Osmanlı-Türk kimliğinin yukarıdaki biçimde şekillenmesi konusunda ipucu verecek niteliktedir, "Kendi devletinin diğer devletlere kıyasla görece zayıflığı, beraberinde bu zayıflıktan etkilenen insanlar için özel, olağanüstü koşullar yaratır. Bu insanlar psikolojik olarak, emin olamama duygusu altında ezilirler, kendi değerleri hakkında kuşkuya kapılırlar, kendilerini aşağılanmış ve onurlarıyla oynanmış hissederler ve bu koşulların yaratıcılarından intikam alma özlemi duyarlar."6 Osmanlılar açısından bu süreç farklı olmadı. "Askeri yenilgi ve siyasal küçük düşme, Türklerin kendi yenilmez ve değişmez üstünlüklerine karşı olan uyuşuk ve rahat güvenini sarsmıştı; fakat barbar kafire karşı eski küçümseme duygusu, boyun eğdiği yerde, imrenmeden çok kin duygusuna yol açtı"7. Bu nedenle onuruyla oynanmasına, ezilme ve aşağılanmasına neden olan azınlık uluslara, içine düşürüldüğü durumun intikamını almak duygusuyla yanaştı. Deyim yerindeyse "fırsat kolladı" ve dış devletlerin desteklerinin olmadığı noktada bu grupları toptan katletmekten çekinmedi. 4)___ Ayaklanan ulusların, İmparatorluğun kenar bölgelerinde yaşıyor olmaları, Osmanlı çevresinin kendi varlığını tehdit eden düşmanlarla çevrildiği fikrinin gelişmesine yol açmıştır. Norbert Elias'ın Alman ulusal devletinin oluşumunu belirlediğini söylediği bir tarihsel durumun Osmanlı-Türk tarihi içinde geçerli olduğunu görüyoruz: "Almanların devlet kurma süreci, üç halk blokunun ortasındaki blok olma durumundan derin biçimde etkilenmiştir. Latinleşmiş ve Slav gruplar, insanca kalabalık Alman devleti tarafından, sürekli olarak tehdit ediliyor hissediyorlardı. Aynı zamanda oluşmakta olan Alman devleti temsilcileri de, kendilerini sürekli olarak kenarlardan tehdit altında hissediyorlardı. Her bir taraf, genişlemek için ellerine geçen fırsatları başka bir şey gözetmeden sonuna kadar kullanmaya çalışıyordu. Devletlerin bu biçimde yer almaları zorunluluğu ortadaki Alman devleti açısından kenar bölgelerden sürekli bir kopma ve bağımsız devletlerin oluşması anlamına geliyordu."8. Osmanlı-Türk tarihinde süreç farklı olmamıştır. En uzaktakilerden başlamak üzere, "kenar bölgelerin koparak imparatorluktan ayrılmaları" ve kendi devletlerini kurmaları, Osmanlı ve Türk devlet adamlarının ulusal azınlıklar konusundaki politikalarını belirleyen ana faktör olmuştur. Her ulusal demokratik talep, imparatorluğun parçalanması yoluna atılmış bir adım olarak kavranmış ve ulusal gruplara karşı mücadele, kenarlardan imparatorluğu parçalamak amacıyla çevrelenmiş düşmanlara karşı, kendi varlığını korumak savaşı olarak algılanmıştır. 5)___ Görüldüğü gibi, Türk ulusal kimliği sürekli bir var olma-yok olma psikozu içinde oluşmuştur. Dağılan bir imparatorluğun üyelerinin ruh, düşünce ve eylem dünyalarını belirleyen esas olarak bu atmosferdir. Vatanın elden gittiği ve kurtarılması gerektiği bir fikri sabit halinde zihinlerimize yerleşmiştir. "Bir fesad coşmuştur gidiyor. Girid gitdi, Tarblusgarb gidiyor, Türkiya gidiyor, İslamiyet gidiyor..."9. Büyük bir moral çöküntü bir panik durumudur yaşanan. "Bu hafta haritaya baktım. Çoğu gitti azı kaldı. Bu da gidecek an karib..."10. Tarihten seçtiğimiz bu örneklerin tazelenmesi için sadece günlük gazetelere bakmanın yeterli olduğunu düşünüyorum. Kürt, Ermeni sorunları, komşularımızla ilişkilerimiz hep bu korkunun ışığında ele alınmaktadır. Bu tür bir ruh halinin oluşmasının doğal bir sonucu da bi kötü gidişe yol açan sebeplerin ve kişi ve çevrelerin üzerine düşünmektir. Yukarıdaki örneklerden de anlaşıldığı gibi bu konuda ulus olarak hemfikirizdir. Osmanlının dağılması ve Cumhuriyetin kurulması zihinlerinde derin bir biçimde yer etmiş bu ulusun üyeleri olarak, sağcısı ve solcusu ile emperyalist dış güçler ve yerli işbirlikçilerinin bugünkü durumumuzun ana sorumluları oldukları konusunda anlaşırız. Tarihimizde özellikle Hıristiyan azınlıklar bu ikinci çevrelerin temsilcileri olarak ele alınmaktadır. 6)___ Etnik ve ulusal gruplara karşı oluşmuş bu kuşkucu ve düşmanca tavrı sağ ve sol tüm düşün dünyamızda bulmak mümkündür. Hangi tarih kitabı karıştırılırsa karıştırılsın aynı tabloyla karşılaşırız. Hıristiyan azınlıklar, kapitülasyonlarla beslenen, komprodorlaşan emperyalizmin uzantılarıdır. Sosyalistlerin düşünce gıdalarını aldıkları eserlerde de konu farklı dile getirilmez. "Türkiye'nin süreç içinde sömürgeleştiği ve emperyalizme bağımlı bir ülke haline geldiği" üzerine yapılan tüm teorik tespitlerde, konu üzerine yazılan tüm eserlerde, yerli işbirlikçiler, genellikle Hıristiyan azınlıklar olarak sahneye çıkarlar. Böylece koca bir imparatorlukta Hıristiyan azınlıklar, ayrıcalıklardan yararlanan, ya da sıkça "Galata Bankerleri" uç örneğinde dile getirilen komprodorlar olarak olumsuz iktisadi-siyasi fonksiyonlar yerine getiren aktörlerdir. Sol literatürde konuya ilgili yüzlerce örnek bulmak mümkündür. Burada sadece iki tanesini vermekle yetinelim: Osmanlı yöneticilerinin amaçlarının "Hıristiyanları en gözde uyruklar yapmak olduğunu" söyleyen Avcıoğlu, bunları, "Batı kapitalizminin yerli komisyonculuğu rolünü yüklenen Rum ve Ermeni aracılar" olduğunu söylemekte ve böylece yönetimce gündeme getirilmek istenen genel eşitlik fikrinin arkasındaki emperyalist çıkarları açığa çıkarttığına inanmaktadır11. Benzeri fikirler daha da ileri götürülerek, tüm gayri Müslimlerin aslında kapitalistler olduğu ileri sürülmektedir. "İstanbul'da Rumlar, Türklerinkini gölgede bırakan konfor ve lüks içinde bulunmaktadırlar". Bu gerçekliğe rağmen, emperyalist devletlerce, "Osmanlı devletinin iç işlerine karışma olanakları yaratmak ve Müslüman olmayan Osmanlı uyrukluların durumlarını daha güçlü kılmak" amacıyla bu zengin kapitalistlerin, "ezilmiş topluluklarmış gibi gösterilmelerine çalışmıştır."12 Batı'da yaygın biçimde var olan Yahudi düşmanı, anti-semitik düşüncelere benzer bir biçimde, bir din veya etnik grup üyeleri, iktisadi bir sınıfla bir ve aynı anlamda kullanılarak aşağılanmaya çalışılmıştır. Hıristiyanlarla burjuva olmak arasına konan eşit işareti ile Hıristiyanlar, işbirlikçi sermaye kesimi olarak tanımlanmış ve böylece Osmanlılarda gündeme getirilmek istenen eşitlik anlayışı eleştirilmeye çalışılmıştır. 7)___ Kendisinin parçalanmasını ve dağılmasını isteyen, egemenliği altındaki Hıristiyan halklardan ve emperyalist devletlerden oluşan geniş bir koalisyonla uğraşmak zorunda kalmak önce Osmanlılarda sonra Cumhuriyet Türkiyesi'nde güçlü bir yalnızlık psikozunun oluşmasına yol açmıştır. Çevremizin bizi parçalamak ve yok etmek isteyen düşmanlarla çevrildiği "düşmanların ortasında yalnız ve tek başına kaldığımız" fikri zihinlerde o denli yer etmiştir ki, her türlü ulusal demokratik talep, bu yalnızlık psikolojisinin etkisiyle, varlığımızı yok etmeye yönelik tehdit olarak görülmüştür. Bunun sonucu olarak, azınlık gruplarının demokratik taleplerinin üstüne "var olma ya da yok olma" savaşı yürütmek zihniyeti ile gidilmiştir. 8)___ Özellikle Avrupa'da sadece azınlıklara yönelik katliam haberlerinin oldukça abartılı ve tek yanlı aktarılması, buna karşı Türk veya Müslüman halka yönelik katliamların sözkonusu edilmemesi oldukça geç gelişen Türk ulusal kimliği üzerinde derin izler bırakmıştır. Balkan halklarının ulusal bağımsızlık savaşları tarihi, sadece haklı taleplerle ayaklanan Hıristiyan toplulukların katledilmeleri tarihi değildir. Bu tarih aynı zamanda, bu bölgelerde yaşayan "Müslüman halkın büyük soykırımlara uğratılmasını da kapsar"13. Kendilerine yapılan katliamların ve haksızlıkların kimseyi ilgilendirmediği düşüncesi, Osmanlı ve Türk yöneticilerinde ve Müslüman-Türk topluluğunda tarihsel tecrübelerin ışığında bir fikri sabit halini almıştır. Türk ulusunda, "kendisine sürekli haksızlık yapıldığı, hakkının yendiği" derin bir fikri sabit olarak yer etmiştir. Özellikle 1840'lar sonrası, Hıristiyan topraklardaki baskı ve katliamlardan kurtulmak için, "...geride öldürülmüş ana-babalarını, çocuklarını, akrabalarını, mallarını mülklerini bırakarak, Osmanlı İmparatorluğu'nun sürekli daralan sınırlarına yetişmeye çalışan"14 göçmenler, halklar arasında nefretin artmasında önemli bir rol oynamışlardır. Bilinçli bir seçimle yerleştirildikleri yeni bölgelerde Hıristiyanlara karşı duydukları büyük nefreti, Müslümanlar arasında yaymışlar ve yöredeki Hıristiyan halka yönelik katliamlar düzenlemişlerdir. Özetle söylemek gerekirse, Türk ulusal kimliğinin oluşum sürecinde, çevremizin "kötülüğümüzü isteyen dış düşmanlarla çevrildiği"; "İçerde bunların uzantısı bazı azınlıkların olduğu"; "azınlıkların kendi haklı taleplerini savunur görünerek, aslında emperyalizme hizmet ettikleri"; "Bize sürekli haksızlık edildiği ve sevilmediğimiz" türünden düşünceler derin bir rol oynamışlardır. Bu ruh halinin doğal sonucu olarak, güçlü bir dış düşmana karşı "varlığımızı korumak", "bağımsızlığımızı savunmak" fikri bizi hareket ettiren ana değerler olmuşlardır. Dışarıdan, özellikle Avrupa'dan gelen her şeye kuşkuyla bakmak altında mutlaka bizim aleyhimize planlanmış bir tezgah, çapanoğlu aramak bu ruh halinin doğal sonucudur. Dipnotlar_________________________________________________________________________________ 1 Norbert Elias, Studien Über die Deutschen., s. 165 ve 8. 2 Doç. Dr. Gülnihâl Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasî Gelişmelerin Işığı Altında Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu (1539-1914), s. 60, T.T. Kurumu Yayını, Ankara 1989. 3 Cevdet Paşa, Tezâkir, No: 10, s. 67-68, T.T. Kurumu, Ankara 1986. 4 Doç. Dr. Gülnihal Bozkurt, a.g.e., s. 60-61. 5 Bekir Sıtkı Baykal, Şark Buhranı ve Sabah Gazetesi, s. 148, Ankara 1948. Aktaran Çetin Yetkin Türk Halk Hareketleri ve Devrimler, s. 303,İstanbul 1984. 6 Norbert Elias, a.g.e., s. 13. 7 Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, s. 127, Ankara 1988. 8 Norbert Elias a.g.e., s. 9. 9 Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük, s. 620, İstanbul 1985. 10 Şükrü Hanioğlu a.g.e., s. 633. 11 Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni, Cilt I, s. 122, Ankara 1987. 12 Çetin Yetkin, a.g.e., s. 265. 13 Stanford Shaw Osmanlı İmparatorluğunda Azınlıklar Sorunu, s. 1004, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedesi, Cilt 4, İstanbul 1985. 14 A.g.e., 1005. _________________________________________________________________________________________ İSMAİL CEM ÖZKAN - http://www.acikgazete.com/?newsid=10625&category=149
  20. Hoşgeldiniz... Dondurucu ve soğuk bir iklimin dengesel tecrübesi üzerinizde olabilir fakat umarım buradaki hani hava değişimlerine çabuk alışırsınız... Dost sevgiler...
  21. Bir çiçek kadar inceliğine ve nazikliğini çok teşekkür ederim sevgili sedelina... Güne anlam kattın ve Mutluluk verdin... Sevgiler... Bunarda size... . . Bu da bu foruma renk ve değer katmakla birlikte samimiyetine ve sevgisine inandığım [sardunyam,tanvakti,bilimselci,yam_yam,GeceKuşu,mıneu, adrenalin,cerenimoya, dogville, evrensel mesaj, seyrekler,haksöz,geceyağmru,sedelina,gülsüm,made in Türkey, güzelyaz, şevval ve ismini hatırlayamadığım sevgili dostlarıma gönderiyorum....] . .
  22. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Rica ederim sevgili dogville... İsterseniz genel bilgilerden başlayım ne dersiniz... Mustafa Suphi (1883-1921), Türkiye Komünist Partisi’nin ilk merkez komitesi başkanıdır. Suphi 1883 yılında o zamanın Trabzon vilayetine bağlı olan Giresun kazasında doğdu. İlk öğrenimini Kudüs ve Şam’da, idadi(lise) öğrenimini Erzurum’da yaptı. 1905 yılında İstanbul Hukuk Mektebi’nden mezun olduktan sonra Paris’te Siyasal Bilgiler Okulu’nu bitirdi. Fransa’da bulunduğu dönem, Mustafa Suphi’nin Jean Jaures, Celestin Bougle gibi isimler başta olmak üzere burjuva sosyoloğu olarak nitelendirilebilecek düşünürlerin etkisinde kaldığı yıllardır. Bu yıllarda Suphi’nin İttihatçılar’la yakın ilişki içerisinde olduğu biliniyor. O dönemki hükümetin gazetesi olan Tanin gazetesinin muhabirliğini yapar. Paris’ten İstanbul’a dönüşü 1908 yılına, İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği günlere rastlar. Tanin, Servet-i Fünun ve Hak gazetelerine yazılar yazar; Ticaret Mekteb-i Alisi’nde, Darülmuallimin-i Aliye ve Mekteb-i Sultani'de hukuk ve iktisat dersleri verir. İttihat ve Terakki Fırkası’nın 1911 yılındaki genel kongresine Anadolu delegesi olarak katılır. İttihatçılıktan kopuşu bu kongreden sonra başlar ve 1912 Ağustosu’nda partiden tamamen ayrılır ve Fırkaya muhalefet etmeye başlar. Suphi, muhaliflere karşı 1913 yılının sonlarında başlayan sürgün furyasından nasibini alır ve Sinop’a sürülür. 1914 yılının başlarında kendisini komünist düşünceyle tanıştıracak olan süreç, bir grup arkadaşı ile birlikte bir tekne ile Rusya’ya kaçmalarıyla başlar. Önce siyasi mülteci olan Mustafa Suphi, Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile birlikte Osmanlı tebasından olduğu için sürgüne gönderildi. Sürgün yıllarında Türk kökenli çeşitli devrimcilerle ve Bolşevikler’le tanıştı. Doğu cephesinde esir düşerek Rusya içlerine sürgüne gönderilen Anadolulu askerler arasında çalışma yürüttü. Suphi’nin Bolşevik düşüncelerle tanışıp devrimci bir çalışma yürütmeye başlaması 1914-15 yıllarına denk düşer. Ekim Devrimi’nden sonra Moskova’ya gider. Halk Komiseri Josef Stalin'in yardımcılarından Mir Seyit Sultan Galiyev'in sekreterliğini üstlenir. Bu dönemde daha çok Kırım ve Odessa’daki, Rusya kökenli ya da savaş esiri Türkler arasında çalışma yürütür. Kızılordu içinde örgütlenen Türk savaş esirlerinden bir birlik ile Rus İç Savaşına katılır. Gerçek anlamda Anadolu’ya yönelik çalışmaya başlaması Mayıs 1920’de Bakü’ye gelmesi ile olmuştur. Bu dönemin zirvesi 10 Eylül 1920’de üç farklı grubun bir araya gelerek Türkiye Komünist Partisi’ni kurmasıdır. Mustafa Suphi aynı dönemde hem Komintern’in ikinci kongresinde iki Türk delegeden biri olmuş, hem de Bakü Doğu Halkları Kurultayı’nın başkanlık divanında yer almıştır. Sovyet hükümeti tarafından da güvenilen ve Anadolu’daki komünist hareketin gelecekteki lideri olarak görülen Suphi, partinin aldığı karar doğrultusunda Anadolu’ya geçme ve savaşı Anadolu'da sürdürme kararını alır. 1921 Ocak’ında Mustafa Kemal’in çağrılısı olarak Ankara’ya doğru yola çıkan Suphi ve arkadaşları, Kars ve Erzurum’da linç girişimlerine uğrar. 1921 yılının 28 Ocağı'nı 29'a bağlayan gecesi 15 yoldaşı ile birlikte Trabzon'dan Sovyetler'e geri gönderilmek için bindirildikleri teknede Kayıkçılar Kahyası Topal Osman Ağa'nın adamları tarafından öldürülürler (Öldürme emrinin kim tarafından verildiği hala çeşitli tartışmalara konu olmaktadır. Mustafa Kemal, Kazım Karabekir, Enver Paşa, Stalin gibi çeşitli isimler öne sürülmüşsede henüz hiç bir ismin bu emri verdiğine dair kanıt yoktur.)
  23. İşte ben... Herkese dost ve içten sevgiler... İyiki varsınız... . . .
  24. Sizi yanlış algılıyor olabilirim sevgili epsilon_07... Lütfen sanal ortamın vermiş olduğu rahatlık ve önyargıyı değerlendirin... Sevgi ve saygılarımla... Ve tabiki bu ülkede inancını korkusuz, teredütsüz, yüreklice ve dünya bilincinin ülkemize verdiği tehlikeyi görerer iman eden insanlara gerçekten bir sözümüz olamaz... Fakat gericiliğin hızlandırılmış haline ve ülkemizi arayışlara sürükleyenlere karşı inanılmaz bir duruşumuz var... Dost sevgilerimle...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.