DİPNOT tarafından postalanan herşey
-
Tehlikecinin farkında mısınız ?
Evet üzüm dedinizmi orada durmak gerek. O hususta mutlaka bizimde söyleyecek birtakım şeylerimiz vardır... Örneğin böyle bir eğlence ve curcunanın içerisinde üzümden bahseden arkadaşlar var ve ben şahsen üzüm deyince ilk aklıma gelen şarap olduğunu tüm arkadaşlar duyurmak isterim... Bu nedenle bu bağın şarabından bir bardak içmeden geçmek olmazdı hani... Ki kırmızı üzüm şarabını çok sevdiğimi de herkes bilir... Hazır eğlenceli bir ortamda bulduğumuz kafayla da bir şiir okumamız adettendir... ben melamet hirkasini kendim giydim eynime ar-ı namus şişesini taşa caldim kime ne sofular haram demişler aşkımın şarabına ben doldurur ben içerim günah benim kime ne kah giderim medreseye ders okurum hak için kah giderim meyhaneye dem çekerim aşk için. kah çıkarım gökyüzüne seyrederim alemi kah inerim yeryüzüne seyreyler alem beni nesimi'ye sorsalar ki yarın ile hoş musun, hoş olayım, olmayayım o yar benim kime ne. Sevgiler dostlar...
-
NE HZ. MUHAMMED, NE HZ. İSA VE NEDE HZ. MUSA VEYA BİLMEM KİM... (Dinler aynı Allah’a yönelmiş ayrı yollardır. Aynı Allah’ a ulaşacağımıza göre ayr.)
. NE HZ. MUHAMMED, NE HZ. İSA VE NEDE HZ. MUSA VEYA BİLMEM KİM... (Dinler aynı Allah’a yönelmiş ayrı yollardır. Aynı Allah’ a ulaşacağımıza göre ayr.) Aranızda yarattığınız zıtlıkları ve düşmanlıkları ancak bu düşünce ve uygulamalarla kaldırabilir, yok edebilirsiniz. Benim de sizden beklediğim, aranızdaki bu zıtlıkları düşmanlıkları kaldırmanızdır. Çünkü böylece sizlere din kitaplarında vaat edilen cenneti yeryüzüne indirecek, dünyanızı ve yaşamınızı cennete çevireceksiniz. “Dinler aynı Allah’a yönelmiş ayrı yollardır. Aynı Allah’ a ulaşacağımıza göre ayrı ayrı yollardan gitmeden ne zararı var.” Öyle ise ne bekliyorsunuz? Haydi “Zıtlıklardaki birliğin farkına eriniz” Aranızda ki bu zıtlıkları kaldıracak, yok edecek sırrı da size açıklayayım. Düşüne bildiğiniz, düşünemediğiniz aranızdaki bütün zıtlıkları kaldıracak, yok edecek tek şey SEVGİ dir. Bu sevgi dünyevi duygularla sevdiğiniz sevgi değil, bu sevgi; dil, din, ırk, milliyet ve cinsiyet farkı gözetmeden yaşamımızda ve dünyanızda gözle gördüğünüz göremediğiniz, elle tuttunuz tutamadığınız, varlık namına ne varsa aralarında ayrım yapmadan ALLAH adına dediğiniz SEVGİ ile sevmenizdir. Bana ulaşmanın, bana kavuşmanın TEK yolu, benim yarattıklarımı dünyevi sevgiyle kendimiz için değil, benim için ve benim adıma sevmenizdir. ancak böyle bir sevgiyle beni bulabilir, bana ulaşabilirsiniz. Birbirinizi böyle bir sevgiyle sevdiğiniz an cennetin bütün kapılarını da yeryüzünde iken size açılacaktır. “Daha ne istiyor, daha ne bekliyorsunuz?” ANONİM Gelin, aramızda yarattığımız bu ayrılıkları ortadan kaldıralım cennetimize kavuşalım. Yer yüzünde cennetimize kavuşmak için daha ne bekliyorsunuz? ______________________________________________________________ Sevgili Behzat ŞAŞAL'a yürekten teşekkürler...
-
GÜLEN'İN ESKİ YAVERNDEN MÜTHİŞ İTİRAFLAR... (Biz 1970 yılında 12 insan yoksul öğrencilerin okutulması ve hayır işleri için yemin ederek yola çıktık..)
Arkadaşım... Bu devri halemde... Ne hz muhammed. Ne hz. isa Ne hz musa Ne bilmem kim.. Sevgili Behzat ŞAŞAL'ın BEN’den Kurtulup BİZ Olalım yazında gizli herşey ve aynen şunları söylüyor yazarımız; Benim de sizden beklediğim, aranızdaki bu zıtlıkları düşmanlıkları kaldırmanızdır. Çünkü böylece sizlere din kitaplarında vaat edilen cenneti yeryüzüne indirecek, dünyanızı ve yaşamınızı cennete çevireceksiniz. “Dinler aynı Allah’a yönelmiş ayrı yollardır. Aynı Allah’ a ulaşacağımıza göre ayrı ayrı yollardan gitmeden ne zararı var.” Öyle ise ne bekliyorsunuz? Haydi “Zıtlıklardaki birliğin farkına eriniz” Aranızda ki bu zıtlıkları kaldıracak, yok edecek sırrı da size açıklayayım. Düşüne bildiğiniz, düşünemediğiniz aranızdaki bütün zıtlıkları kaldıracak, yok edecek tek şey SEVGİ dir. Bu sevgi dünyevi duygularla sevdiğiniz sevgi değil, bu sevgi; dil, din, ırk, milliyet ve cinsiyet farkı gözetmeden yaşamımızda ve dünyanızda gözle gördüğünüz göremediğiniz, elle tuttunuz tutamadığınız, varlık namına ne varsa aralarında ayrım yapmadan ALLAH adına dediğiniz SEVGİ ile sevmenizdir. Bana ulaşmanın, bana kavuşmanın TEK yolu, benim yarattıklarımı dünyevi sevgiyle kendimiz için değil, benim için ve benim adıma sevmenizdir. ancak böyle bir sevgiyle beni bulabilir, bana ulaşabilirsiniz. Birbirinizi böyle bir sevgiyle sevdiğiniz an cennetin bütün kapılarını da yeryüzünde iken size açılacaktır. “Daha ne istiyor, daha ne bekliyorsunuz?” ..... Evet daha ne bekliyorsunuz... Dünyayı cennete çevirebilecek gücü din ve iman ile değil kişisel değer ve onlara yükledğiğimiz anlamların gerçekçiliğinde gizli değilmi... Dost sevgelerimle...
-
ŞAVAŞA HAYIR... (Dünya, şaşırtıcı biçimde ortadoğuda ki trajediye seyirci kalmakta ve insanlık dışı bu duru karşısında forum üyeleri olarak seyirci k)
Barışcıl Bir Dünya İçin... Beyaz, sarı, kırmızı, esmer, kara Tüm tenlerin Aynı yolda kol kola barış için yürüdüğü, Barış için imza verdiği, Ela, siyah, mavi, yeşil, kahverengi, menekşe gözlerin Barış için parıldadığı Barışın sevincini taşıdığı Anlamına sevgi kattığı, Yürekleri ısıttığı, Gönüllere heyecan yüklediği, Düşünce özgürlüğünün Sevinciyle buluşulduğu, Aynı alanlarda el ele yaşandığı Birbirlerini zenginleştirmeye devam ettiği Tüm insanların… Dünyayı değiştirmeye kalkanların Öncelikle kendilerini değiştirmeleri gereğinin Ayırımına vararak yaşandığı, Şahsi hesaplara, çıkarlara Ulusların alet edilmediği, Başkalarına adalet dağıtımının Silahla yapılmadığı, Eğitimle, bilimle, sanatla gerçekleştirildiği, Herkese demokrasi dersi verenlerin Savaşa, savaşta ölenlere Seslerini çıkarttığı, Çocukların güldüğü, Çizecek, yazacak kağıtları bulabildikleri, Hayallerini genişletecek kitapları okuyabildikleri, Tellerine, tuşlarına dokunabilecekleri müzik aletlerine Ve gördüklerini, duyumsadıklarını Aktarabilecek fotoğraf makinelerine, Kameralara sahip olabildikleri, Silahlara değil, Gençlerin mutlu olmasına katkı verildiği, Farklılıklarının değerlendirildiği, Tüm bu yaşananların, yaşatılanların içinde Herkesin mutlu olduğu, Sağlıklı, neşeli, bol okumalı, gülmeli, sevgili, Harika bir dünya diliyorum… Hoş kalın, güzel kalın… Çocukları, çiçekleri, kitapları, Barışı sevdiğim, Savaşı sevmediğimdendir tüm feryadım… 4 –6–2006 / İSTANBUL / Tülay ÇELLEK
-
TAKKE DÜŞTÜ KEL GÖRÜNDÜ.... (FETHULLAH GÜLEN 'in tek amacı, ABD desteğinde demokratik yollardan Türk-İslam birliğini gerçekleştirmek değil midir?...)
Maalesef Fethullah gençliği bu ve eyecanların çok iyi anlayabiliyorum... Ama onlar bu bahsettiğim gerçeğin ne kadar farkında... Sevgiyle kalın..
-
ŞAVAŞA HAYIR... (Dünya, şaşırtıcı biçimde ortadoğuda ki trajediye seyirci kalmakta ve insanlık dışı bu duru karşısında forum üyeleri olarak seyirci k)
Sizi tabiki anlıyabiliyorum... Size verebileceğim bu helim durum karşısında inanın bana sadece saygı.... Çünkü bu ülkenin gelecekte karşılaşabileceği olumsuzluğu şimdiden gördüğüm için.. Dost sevgilerimle..
-
TAKKE DÜŞTÜ KEL GÖRÜNDÜ.... (FETHULLAH GÜLEN 'in tek amacı, ABD desteğinde demokratik yollardan Türk-İslam birliğini gerçekleştirmek değil midir?...)
Sevgili arkadaşım.. Yaşamın gerçekliliğinde bakabilen inan bana herşeyi bir bulmaca gibi çözer inan... Bir ilkokul mezunu bir adam kalkıyor ve inanılmaz maddi bir güce ulaşıyor... Etrafında biryığın yağdanlık ve inanılmaz bir cemaat gücü... Ki bunu değerlendirebilecek serbest piyasanın hakim güçleri bu fırsatı kaçıracak değil.. Kaldı ki bizim gibi emperyalizme karşı inanılmaz zafer kazanmış bir ülke olarak buna karşı değerlendirilebilecek kozları olmalı yenilgi sahiplerinin.. İşte bu da onların bir oyunu.. Ve inanılmaz bir güç gösterisi ile... Bu ülkenin önüne sürülen allı, pullu ve Amerikan senaryonalistlerince kullanıma hazır bir deha.. Fethullah Gülen... Kendisini İsa ve Muhammed ortasında... Çağımızın peygamberi sanan eşsiz bir insan.. Bunu kim değerlendirmeli ve kullanmalı.. Tabiki emperyalizm.. Kim bi emperyalistler.. En başta ABD... Ya gerisi... Gerisimi?... Üstü kalsın... Dost sevgilerimle...
-
ŞAVAŞA HAYIR... (Dünya, şaşırtıcı biçimde ortadoğuda ki trajediye seyirci kalmakta ve insanlık dışı bu duru karşısında forum üyeleri olarak seyirci k)
Sevgili bozan inanın bana bunun kemalizm ile, bilmem ne kişiyle, ve bilmem ne hocayla hiçbir ilgisi yok... Bu sadece ve sadece yürek ve vicdan meselesi inanın... Çünkü bu dünyada hiçbir canlının ne şekilde olursa olsun bir başkası tarafından yok edilmesine ve hele hele savaş denen insanlık ötesi bir duyguyla yok edilmesine insan olarak kayıtsız kalmamız mümkün değil... Temmenimiz tüm insanların bu evrende yanlız oldukları ve başbaşa yaşamak zorunda kaldıkları bu gezegeni akıllı ve sağduyulu bir yaklaşımla ve düşünen birer varlık olarak değerlendirmeleri bilincinin ne pahasına olursa olsun bu ortak duyguyla yaşamaları inancını her zaman muhafaza etmelerinin önemli ortak noktası olma çabamızdır... Biz buna inandık ve bunun onurunu yüreklerimizde her dahim issettik.. Ama bunu ideolajik bağlamda algılamanın dahima uzağı bilincini hiçbirzaman yitirmedik. Dost sevgilerimle..
-
TAKKE DÜŞTÜ KEL GÖRÜNDÜ.... (FETHULLAH GÜLEN 'in tek amacı, ABD desteğinde demokratik yollardan Türk-İslam birliğini gerçekleştirmek değil midir?...)
Değilmi ne kadar kolay.. bir iki laf ve tama oldu bitti.. işte bu kadar.. Başka ne beklenilebilir ki... 21. yüzyıl gencinin saplandığı konuya bakın.... Fethullah gülen.. Sanki yaşam ve gerçekler bunun üzerine kurulmuş gibi... Ya allahtan beklenen olur bizim insanımızda, ya fathullah denen ******** hocaefendilerden... Haydi hayırlısı.. Vatana millete hayırlı olsun.. İşte bunlarla kalkıınır ve başımız göğe erer... Olduda bitti maşallah nazar değmez inşallah...
-
TAKKE DÜŞTÜ KEL GÖRÜNDÜ.... (FETHULLAH GÜLEN 'in tek amacı, ABD desteğinde demokratik yollardan Türk-İslam birliğini gerçekleştirmek değil midir?...)
Sevgil hocaefendiciler... İnsan seçtiği tercihlerin sonucu olur.. Ve eminim bir insan neyi görmüşse ona inanır sonucundan yola çıkarsak ki durum onu gösteriyor... O gösterilmiş olan ve o tercih edilmiş olunan şimdiki fikirleriniz oluşturmuş olabilir.. Bun anlamamak tabiki mümkün değil.. Ama siz bizleri anlayabiliyormusun.. Mustafa Kemal ATATÜRK kendisini Türk hekimlerine armağan etmişti.. Ama ne yazıkki 9 yıldır yurt dışında tedavi görenin şimdiye kadar ölmesi gerekiyordu ki bu tedavi değil psikolojik olarak sizleri uzaktan etkilemenin ve var olan gücün gizemini korumanın sosyo psikolojik boyutu ile hükmetme politikasının bir versiyonudur bugün yansıtılan. Biz bunun bilincinde ve hazırlığındayız... Ya siz, nerelerde, hangi kuytuluklarda ve hangi kör karanlıklarda yıldızlara umut bağlayan temiz ve saf halkımızın sevgili vatandaşı olarak sabırlarınızı zorluyorsunuz.. İnanın günümüz gerçeklerinde bu kadar temiz bir yüreğe sahip olmanın onurunun büyüklüğünü bilirim. Fakat buna oyun, çıkar, ikiyüzlü, emperyalist emellere alet olmuş ve çıkar dünyasının kullanım alışkanlığı ile insan ve toplumlara hükümedildiği gerçeğini kabul edilmesi gereken bir gerçek olduğunu bilmek ise hayrı bir bilinci taşıdığı da gerçeklik örneğidir. Dost sevgilerimle...
-
ŞAVAŞA HAYIR... (Dünya, şaşırtıcı biçimde ortadoğuda ki trajediye seyirci kalmakta ve insanlık dışı bu duru karşısında forum üyeleri olarak seyirci k)
Maalesef sevgili cerenimoo... Yorumun mükemmel ve konulara göstermiş olduğunuz düşünsel katkılarınızın değeri inanılmaz ve aslında sizi özlemişiz... Dost sevgilerim size..
-
BU NASIL BİR CENAZE NAMAZIDIR
İşte bir müslüman... Ne kadar umut verici değilmi... Ne kadar anlam yüklü... Ve ne kadar içten... Taliban bunu çok sever mutlaka Vah ki vah vah... iman kimlerin eline düşmüş... Bu durum karşısında insan inanın gerçekten hem acıyor hem üzülüyor.. Çünkü bunu bu düşünceye iten nedenleri araştırmak gerekiyor.. Suç tebiki onda değil... O inançı bu şekilde yorumlayıp insanları bu hale getirenlerde... Dost sevgilerimle..
-
İDDİA... [ATATÜRK YAŞASAYDI İSRAİL KURULAMAZDI....] (Buraları Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar din)
Konu ile ilgili olarak Kaynak vermeyi sehven unutmuşum onu veriyorum değerli dostlarım... kaynak: http://www.yenimesaj.com.tr/index.php?habe...arih=2006-08-02
-
FORUMDAN ÜÇ KİŞİYE ÇİÇEK VERECEĞİZ VE NEDEN VERDİĞİMİZİ YAZACAĞIZ..
Duyarlılığınıza ve yüreğineze sağlık... Teşekkürler arkadaşlar.. Dost sevgilerimle... Ünlü bir düşünürün güzel bir sözü aklıma geldi birden ve bunu hala savaşın acımasızca sürdüğü şu günlerde sizlerle paylaşmak istiyorum... "İnsanlara boyun eğdirmek isteyenlerin kulağı sağırdır" Albert Camus
-
İDDİA... [ATATÜRK YAŞASAYDI İSRAİL KURULAMAZDI....] (Buraları Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar din)
ATATÜRK YAŞASAYDI İSRAİL KURULAMAZDI.... Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren, çoluk–çocuk demeden Müslüman katliamına girişen İsrail’in bugünlere gelmesinde, kuşkusuz Osmanlı’nın yıkılmasından sonra bölgede İsrail’i bir ileri fitne karakolu olarak olarak besleyen/konuşlandıran İngiliz siyaseti baş rolü oynuyor. Herkesin kafasına takılan bir sorudur: Acaba Atatürk olsaydı İsrail Devletinin kuruluşuna nasıl yaklaşırdı? Acaba Atatürk on – onbeş sene daha yaşasaydı bugünkü Ortadoğu’da dengeler nasıl olurdu? Bugünkü yazımızda bu sorulara cevap bulmaya çalışacağız. Dünya Gündemi Gazetesi’nin son sayısında yer alan ve bana gazetenin genel yayın yönetmeni değerli dostum Ömer Özkaya’nın ulaştırdığı haber ve belgeler tarihe ışık tutacak bir gerçeği ortaya koyuyor. Önümde 20 Ağustos 1937 tarihli, İçişleri Bakanlığı Matbuat Umum Müdürlüğü antetini taşıyan bir belge var. Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Cumhurbaşkanlığına hitaben yazdığı sunuş yazısında “Bombay Chronicle gazetesinin 27.08.1937 tarihli nüshasında, “Filistin’e el sürülemez! Kemal Paşa Avrupa’ya ihtar ediyor!” başlığı altında bir yazı yayınlanmıştır. Bu yazının Türkçe örneği ilişikte sunulmuştur” deniliyor. Belgeden anlaşıldığına göre Mustafa Kemal Atatürk’ün Meclis’te yaptığı bu konuşmayı, önce Ankara’da Türkçe yayınlanan Hakimiyeti Milliye Gazetesi yayınlamış. Hindistan’da yayınlanan Bombay Chronicle Gazetesi de bu açıklamayı Hakimiyeti Milliye’den alarak sayfalarına taşımış. Aslı Ankara’da Milli Arşiv’de 0301026679325 numaralı dosyada bulunan bu belgeye göre Atatürk TBMM’de yaptığı mezkur konuşmada şunları söylüyor: “Arapların Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip bu sözde istiklal kelimesine inandıkları ve bu uğurda Arap memleketlerini Avrupa emperyalizmine esir kıldıkları çok şayanı teessüftür. Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa birkaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kafi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için, İslamiyetin mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız... Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki; Buraları Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyete lakayt olmakla ittiham edildik. Fakat bu ithamlara rağmen Peygamberin son arzusuna yani mukaddes toprakların daima İslam hakimiyetinde kalmasını temin hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız... Cedlerimizin Selahaddin’in idaresi altında, uğrunda Hristiyan’larla mücadele ettikleri topraklarda yabancı hakimiyet ve nüfuzunun altında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar, bugün Allah’ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek etmek için yapacağı ilk adımda bütün İslam aleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur.” Mustafa Kemal’in ölümünden bir sene önce yaptığı bu konuşma, onun en önemli amaçlarından birinin, Ortadoğu’daki Yahudi ve Hristiyan yayılmacılığına karşı bütün İslam alemini de içine alacak bir ittifak ile kaşı durmayı planladığını gösteriyor. Henüz 1937’lerde Kudüs’ün adım adım Yahudi kontrolüne doğru gittiğini görmüş ve gidişe dur demek için bütün İslam alemine çağrıda bulunmuştu. Bu sözler, Atatürk yaşasa idi İsrail’in kurulmasına engel olmak için elinden gelen her şeyi yapacağını ortaya koymuyor mu? Atatürk’ün ölümü hakkındaki bir sürü şüpheli iddialar, bu sözlerini okuduktan sonra benim için çok daha anlamlı hale geldi. Atatürk’ün baş doktorunun mason locasına kayıtlı bir üst düzey mason olması bu kuşkularımı daha da derinleştiriyor. Atatürk’ün kasten öldürüldüğüne dair iddialar acaba doğru mu? Daha ötesinde bugüne kadar ilk defa sorulan bir soruyu soralım: Acaba Atatürk öldürülerek İsrail’in kurulmasının önündeki en önemli engel ortadan mı kaldırılmıştı? .
-
ŞAVAŞA HAYIR... (Dünya, şaşırtıcı biçimde ortadoğuda ki trajediye seyirci kalmakta ve insanlık dışı bu duru karşısında forum üyeleri olarak seyirci k)
. . SORUNUN BÜTÜNÜ GÖRÜLMELİDİR Ordadoğu'da atılan her bomba ve kurşunla yeni düşmanlıklar üretildiği; yok edilen bir şiddet örgütü yerine yenilerinin yaratıldığı hala anlaşılamıyor. Sözgelimi, kimse anımsamak istemiyor ki, bugün çökertilmek istenen Hizbullah, İsrail’in 1982’de Güney Lübnan’a girip Sabra ve Şatila kamplarında çoluk çocuk 700 mülteciyi katletmesini izleyen süreçte oluşmuştur. Geçen yüzyılın ilk yarısında Filistin’de Filistinli Araplar yaşıyordu. Günümüz diplomasisine taşınan boyutuyla sorun, 1917 Balfour Deklarasyonu ile başladı. Büyük Britanya, bu belge ile Yahudilere, 1.Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’da paylaşılacak Osmanlı topraklarından Filistin’de, bir devlet oluşturmaları için toprak vaat ediyordu. Bu durumun, bölgeyi çözümsüz bir problemle karşı karşıya bırakacağını daha o zamandan gören insanlar da vardı. Nitekim sonradan İsrail’in ilk başbakanı olacak olan David Ben Gurion daha 1919’da şöyle diyordu: “Biz bu ülkenin bizim olmasını istiyoruz; ama, Araplar da bu ülkenin kendilerinin kalmasını istiyorlar”. (www.mideastweb.org/briefhistory.htm) Filistinli Arapların itirazlarına kulak tıkandı, Yahudi nüfusun artmasına göz yumuldu. Bu arada Stern, Irgun gibi Yahudi terör örgütleri de Arapları terörle ürkütüp yerlerini terke zorladılar ve topraklarını gaspettiler. (Weinstock Nathan, “Le Sionisme contre Israel”, Maspero,1969, Paris) Bundan sonra bölgede bugüne değin süreç, periyodik olarak yinelenen bir şiddet döngüsünden oluştu. 20.yüzyılın ilk yarısında Batı, Yahudilere Filistin’de bir yurt edindirerek kendini yüzlerce yıllık probleminden bir ölçüde sıyırmıştı. Ancak bu uluslararası operasyonun, “Filistinli Arap” öğesini hiç dikkate almadığı da artık anlaşılmıştı. Bundan sonra, Filistinliler’in varlığını da hesaba katan barış arayışları boy verdi. Ancak her arayış bir şiddet olayıyla sabotaja uğradı. Filistinli’nin cılız isyanı ve İsrail’in demir yumruğu tam bir kısır döngü oluşturdu. İlk İntifada, Oslo Süreci, ikinci İntifada anılardadır. 2000 yılında Clinton’un Arafat ile Barak’ı Camp David’de buluşturduğu günler, barışa en çok yaklaşılan anlardı. Ancak, o zaman bile barış koşulları “yaşayabilir” bir Filistin Devleti’ni olanaklı kılmıyordu. Daha sonra İsrail’de iktidara Şaron geldi. Şimdi ise, en az selefi kadar “şahin” olduğunu kanıtlama çabasındaki Olmert’in yanısıra, ABD’de de bugüne değin görülmemiş “ölçüsüzlükte” bir İsrail yanlısı yönetim vardır. Arafat’ın ölümünden sonra başa geçen Mahmud Abbas ne Filistinliler’e ne de İsrail’e güven verebilmiştir. Bu arada yapılan seçimleri kazanan “terör partisi” Hamas’a ise “siyasal parti”ye dönüşme zamanı ve şansı tanınmamıştır. İsrail, çevresinde üretip durduğu düşmanları imhaya yönelik her operasyonu ile çok sayıda yeni düşman üretmekte ve terörü halkın bütününe benimsetmektedir. Şimdilerde Hizbullah ile uğraşıyor; Lübnan’ı yakıp yıkıyor, sivilleri öldürüyor veya göçe zorluyor. Ataları Filistin’de doğmuş Filistinliler’i Gazze Şeridi’ne tıkıştırmış; açlık, susuzluk ve ışıksızlıkla cezalandırıyor. Yarın kimbilir nerelerde hangi güç gösterilerinde bulunacak? Özetleyelim. Irkçılık Batı toplumlarına özgü bir illet olagelmiştir. Batı, bünyesindeki bu illet güdüsüyle yüzyıllar boyu Yahudilere yaptığı zulüm ve haksızlıkların kefaretini Filistinliler’in ve bölgedeki Arap halkların sırtından ödeyerek vicdanını onarmaya yönelmiştir. Ne var ki, artık o da bu gerçeklerin bilincindedir. Nitekim, Fransa’da, 2005 yılında katılmış bulunduğum Ortadoğu konulu bir toplantıda, AB Parlamentosu Başkanı Borrell konuşmasında “Filistin halkı 20. yüzyılın en büyük haksızlığa uğramış halkıdır” diyordu. Göç, terör ve fetih yoluyla sahiplenilen toprağın esas sahipleri, yıllardır, gettolaştırılmış yerleşim birimlerinde “sürünmeye” zorlanıyorlar. Bu bağlamda belirtilmelidir ki, toplumların uygarlaşma süreci, moral gücün kaba gücün yerini alma süreci ile eşzamanlı ve eşanlamlıdır. Dolayısıyla, geçmiş yüzyıllarda bir argüman olarak öne sürülebilen “fetih hakkı”, uluslararası ilişkilerde hak ve hukukun üstünlüğünün kurumsal göstergesi olan Birleşmiş Milletler’in oluşturulduğu 20. yüzyılda geçerli olamaz. Birkaç yıl önce Filistin’i ziyaret etmiş olan yazar Juan Goytisolo şöyle yazıyor: “Filistin’de Bir Zeit Üniversitesi’ne giden öğrenciler, öğretim görevlileri ve o civarda ikamet eden Filistinliler taşıtlarından indirilip İsrail askerlerince kesilmiş yolda 500 metreyi yürümek ve öbür tarafta taksi ve minibüslerde üst üste yığılarak seyahat etmek zorunda bırakılıyorlar. Bu; bir güvenlik önlemi değil. Toplumun tümüne uygulanan bir ceza. Şaron, Filistin topraklarında yaptığı operasyonların yanı sıra her türlü fırsatı kullanarak Filistinli halkı aşağılıyor”. (Le Monde, 16 Nisan 2002) Üstelik aynı halk, elindeki maddi varlık her adımda eksiltilerek bir tür kapana kısılmışlık duygusuna itiliyor. “Son yedi yıldır İsrail kolonileri sürekli büyümüş; işgal ordusu Filistinliler’in evlerini dinamitleyip bunlara yer açmış. Bir milyondan fazla Filistinli’nin yığıldığı dar toprak şeridi giderek küçülüyor. Oysa bu bölgede tarım arazisinin %40’ına sahip İsrailliler’in sayısı sadece üç bin.” (Le Monde, aynı yazı) Her gün aşağılanıp diz çökerek yaşamak zorunda bırakılan pek çok onurlu Filistinli’nin olası ruh durumunu bize Octavio Paz’ın şu sözü anlatır: “Umudun ve çıkışın bulunmadığı bir dünyada değeri olan tek çözüm ölümdür”. Dünya kamuoyu, bugün bir örneği Lübnan’a taşmış bulunan bu asimetrik kavgayı yıllardır kanıksadı. Bu ayıba tanık olanlar seslerini çıkaramıyorlar. Çevredeki herkes sinmiş; İsrail’den ve arkasındaki ABD’nin gücünden korkuyor. ABD, beyni kas gücü ile orantılı biçimde gelişmemiş bir dev görünümünde. Her dokunduğu yerde yeni düğümler yaratıyor ve sonra da onları çözmede acze düşüyor. Condoleezza Rice, ateşkes talep eden Mahmud Abbas’a, “şu anda Ortadoğu’ya gerekenin ateşkes değil sürdürülebilir bir barış” olduğunu söyleyebiliyor. (The New York Times, 7 Temmuz 2006) Aklınca İsrail’e, Gazze ve Güney Lübnan’daki terör odaklarını yok etme zamanı tanıyacak. Bu koşullarda terör hiç bitermiş ve o arada ölen insanların hiç önemi yokmuş gibi! İşte ABD bu ölçüde kör ve duyarsız davranıyor. AB ise, bilinen “siyasal cüce” kimliği içinde çelişkiler sergiliyor. Ortadoğu konusunda Blair ile Chirac’ı yanyana getirmek, bunun için yeterli bir ölçüdür. Bunlara ek olarak Batı’nın terör korkusu ve İslam fobisi de önemli bir olumsuzluk yaratıyor. ABD, Filistin halkının, ikiz kulelerin vurulmasından sonra, içinde biriktirdiği öfke ve kini sokaklarda bir tür “oh olsun” gösterisiyle dışa vurmuş olduğunu unutmamıştır. Hamas’ın iktidara tırmanışı da, Filistinli’ye yapıştırılan “potansiyel terörist” imgesini güçlendiren bir etki yapmıştır. Aslında İsrail, haksızlığa uğrattığı halka karşı biraz iyi niyetle yaklaşabilse, “sonradan görme güçlü” tavrından, irrasyonel davranışlarından bir ölçüde sıyrılabilse hem kendine, hem bölgeye, hem de dünya barışına katkı yapmış olacaktır. Arap terör örgütlerinin kurusıkı tehditleri bir yana, aslında Filistinliler, artık alabilecekleri az ödünlerle de yetinebilecekleri noktalara gelmiş görünüyorlar. Nitekim İsrail, 2005 yazında, Gazze’den ve Batı Şeria’daki dört yerleşim biriminden tek yönlü bir kararla çekilmeye başladığında, yitirdiklerinin çok ama çok ufak bir bölümüne kavuşan Filistinliler sevince boğulmuştu. Şenlikler düzenlenmiş, 60.000 adet Filistin bayrağı diktirilmişti. (Frankfurter Allgemeine Zeitung, 12 Ağustos 2005) Ancak şurası açıktır ki, hiçbir halk sürekli bir “haksızlığa uğramışlık” ve “aşağılanmışlık” duygusuyla yaşayamaz. İsyana zorlanırsa da o bölgede barış ortamı asla oluşturulamaz. Öte yandan, dünya kamuoyunun adalet anlayışı, Ortadoğu’da, bir nebze olsun tatmin edilmelidir. Bugünün güçlüleri olan ABD ve onun “şımarık çocuğu” rolünü üstlenegelen İsrail bu gerçeklerin bilincine varmalıdırlar. Bizler ise, bence, şunları anlamalıyız. Konu, Müslüman/Hıristiyan ya da Müslüman/Musevi karşıtlığında odaklanmıyor. Öte yandan, yarım yüzyılı aşkın bir süredir olan biten, salt bir terör ve terörle mücadele sorununa asla indirgenemez. Ayrıca, İsrail, terörle mücadelede ya da sınır ötesi operasyonlarda hiç de imrenilecek bir örnek değildir. Filistin sorunu ele alınırken, Arap toplumlarının otokratik İsrail’in ise kendi içinde demokratik yapıda olmaları tarafların haklılığına ilişkin ölçüt oluşturmamalıdır. Soruna yaklaşımımız, çoğunlukla aydınlanmış Batı toplumlarından göçen Yahudilerin çocuklarından olan İsrailli ile köktenciliğe ve şiddete eğilimli, yoksul Filistinli arasındaki kimlik ve donanım farkından da etkilenmemelidir. Olgular ortadadır. Bu bölgede insan hakları ve insanlık ayaklar altına alınıyor. Kaba güç hakkı bastırıyor. İnsanlığın vicdanını rahatsız etmeyecek ve adalet duygusunu incitmeyecek bir çözüme ulaşmanın ve bölgede barışı yerleşik kılmanın zamanı çoktan gelmiştir. . _____________________________________________________________________ Aydın Cıngı / SODEV Başkanı, siyaset bilimci
-
GÜLEN'İN ESKİ YAVERNDEN MÜTHİŞ İTİRAFLAR... (Biz 1970 yılında 12 insan yoksul öğrencilerin okutulması ve hayır işleri için yemin ederek yola çıktık..)
Gülen'in eski yaveri, cemaatin Türkiye'yi işgal etmeye hazırlandığını söyledi... Gülen'in kendisini insan üstü, ileriyi gören, her şeyi önceden bilen bir canlı olarak tanıttığını belirten Veren, ''Kendisi 1941 doğumlu olmasına karşın Atatürk öldükten sonra, 1938'de doğduğunu söyler ve kurtarıcı olduğunu ima etmeye çalışırdı. Ancak tasavvuf ve gönül adamı, bir Mevlana ve Yunus Emre gibi takdim edilen bir insanın bugün Irak'ta 400 bin Müslümanın ölümüne yol açan Amerika'da ne işi var? Siz hiç 137 dönümlük arazide 8 villa içinde 100 hizmetkârla yaşayan bir Yunus Emre gördünüz mü'' dedi... YORUM OKUYUCUNUN...
-
FETHULLAH GÜLEN'İN DİL MOTİFLERİ... (Fethullah Gülen’in ne yaptığı ile değil nasıl yaptığı ile ilgileneceğiz bu yazımızda. Ne söylediğine değil nasıl)
Arkadaşım Yaşar Büyükanıt Türkiye sınırları dahilinde ve bu ülkenin yetiştirdiği ve bölücülüğün ve gericiliğin önünde dimdik duran Atatürk Türkiyesini daha ilerilere götürmeye çalışan ve bu ülkede bulunan bir vatan askeridir... Diğer taraftan Fethullah gülen ise; Bugün 1.5 Milyar nüfüslü islam coğrafyasını dahi tercih etmeyen ve Amerikan emperyalizminin bu coğrafyadaki saldırıları ve işgalleri karşısında bile sus pus olan biridir. Ve yine ilkokul mezunu olan bu adamı kimlerin ne için beslediği de artık gün gibi ortadır. Bir arkadaşımınız güzel bir ifadesi var "AMERİKA BİNMİYECEĞİ EŞŞEĞİN ÖNÜNE YEM ATMAZ"... Evet nizamülmülk Fethullah Gülen sabıkalı ve şahibeli biridir... Ve bu coğrafyada çok büyük bir enkaz bırakcak tehlikeli bir oyuncudur... Lütfen artık bu gerçeği görün...
-
FETHULLAH GÜLEN'İN DİL MOTİFLERİ... (Fethullah Gülen’in ne yaptığı ile değil nasıl yaptığı ile ilgileneceğiz bu yazımızda. Ne söylediğine değil nasıl)
Şu yukarıdaki yazılanlara (sevgili Asfalt'ın üstündeki) ve atılan çamurlara gerçekten bir insan olarak üzülüyorum.. Sözüm ona bunu yapan bir müslüman ve iftira ve çamur atmada ustalaşmış bir müslüman üstelik... Nelerede alet olurmuşlar bir bakın ve bir değerlendirin... Bu ülkenin varlığı, birliği ve varolma gücü ne tür düşüncelerle bir bir karalanıyor.. Ben bunda kendi payıma sadece ve sadece caresizlik ve tahammülsüzlük görüyorum.. Ama eleştirmiyorum çünkü kendinden beklenilenleri veriyorlar herzaman olduğu gibi... Sevgiyle kalın...
-
"ŞERİAT" KUR'AN DEĞİLDİR... (Din bireysel, şeriat toplumsaldır. Din bir vicdan meselesi iken, şeriat dini de içine alacak şekilde bir siyasal yapı ve)
Bırakın bunları da yukarıda kaynaklarla gösterilmiş olan gerçek ve doğruları öğrenin xlark tade... Üstelik ne dediğimizi, düşüncemizi ve yorumlarımızı birşeyler yazma gereği duymadan önce ne demek istediğimiz ve yorumlarımızı4 okuyun... Çünkü sizin yazdıklarınızı (kur'an ve ayetlerin) biz zaten biliyoruz... Sevgiyle kalın...
-
BU NASIL BİR CENAZE NAMAZIDIR
Hayır arkadaşlar bırakın bunları... Ben kadınımı, bacımı, Annemi, kız kardeşimi orada görmek istiyorum... Ve bunu bu ülkede kimse engelleyemez / engellettirmeyizde.. Evet ben böyle inanıyor ve böyle yaşıyorum.. Hatta çevremdeki tüm insanlara, bağlı bulunduğum kurum ve kuruluşlarda ve yine bulunduğum cemiyet ve toplantılarda bizzat bunu dile getiriyor ve insanlar tarafından kabul görüyorum.. Biz o kitapları kapattık arkadaşlar... İnancın at gözlüğü ile bakılan, herşeyinin doğru olduğu varsıyılan, akla ve mantığa uygun olmayanların karşısındayız ve karşısında olmaya da devam edeceğiz... Yaşamımızın her alanında haksızlığa, adaletsizliğe, çıkarcılığa, ikiyüzlülüğe, din tacirlerine ve aklımız ve mantığımıza ters gelenlerle bıkmadan ve yılmadan mücadele ettik.. Doğma olan ile mücadele ise en onurlu mücadelemiz olmaya devam edecektir... Sevgiyle kalın..
-
"ŞERİAT" KUR'AN DEĞİLDİR... (Din bireysel, şeriat toplumsaldır. Din bir vicdan meselesi iken, şeriat dini de içine alacak şekilde bir siyasal yapı ve)
Din ve şeriat: Arkeolojik ve antropolojik bulgular, tapınaklar, mezarlar ve törenle gömülen ölüler bize insanların ilk çağlardan beri kaderleri üzerinde etkili olan güç veya güçlerin varlığına inandıklarını göstermektedir. İnançların, tapınakların, ibadetlerin (ritüellerin) ve tapınakları yöneten, ibadet ve yaşam biçimini (şeriatını) belirleyen yol göstericilerin varlıklarının önemli bir nedeni, bunların sağladığı düzenin, toplumların güç koşullarda var olabilmelerine yardımcı olmasıdır. İlkel kavimlerde inanışın sağladığı sosyal düzen altında yaşayan toplulukların yaşam savaşında daha başarılı olmalarının, evrim sürecinde insan genleri üzerinde etkili olarak insanlardaki Tanrı inancını güçlendirdiğini iddia edenler de vardır (1, 2). Kuran, ''Hiçbir kavim yoktur ki ona bir yol gösterici göndermiş olmayalım'' ayeti (Fatır 24) ile dünyanın her köşesinde sosyal düzeni kuranları Allah'ın yol göstericisi (peygamber) olarak kabul etmiştir. ''Her birinize bir şeriat, bir yol verdik'' ayeti (Maide 48) ile tüm bu kavimleri, inanışlarını, yaşam yollarını, ibadetlerini, diğer bir deyişle, şeriat kurallarını onlar için geçerli kabul etmiştir. Kuran'da yer alan, İslamın temellerinden birisini oluşturan bu iki ayetin önemi maalesef yeteri kadar anlaşılmamış ve vurgulanmamıştır. Her devirde ve coğrafyada dinlerin şeriat kurallarını belirleyen, bulunulan kavmin kültürü olduğu gibi, İslamın Kuran'da yer alan şeriat kurallarını belirleyen de İslamın tebliği devrindeki Arap halkının ve İslam peygamberinin kültürü olmuştur. Peygamberin kültürünün Kuran'a ve İslam şeriatına şekil verdiği iddiamıza karşı gibi görünen Kuran'ın Furkan suresindeki ''Kuran Muhammet'in sözü değildir'' ayeti yorumlanırken, Kuran'ın neyin Allah'ın neyin insanın eseri olduğunu anlatan diğer ayetlerine bakmak gerekir. Örneğin, ''O size yollar yaptı'' (Zuhruf 10) ve ''Çocuklarınızı dolu gemilerde taşımamız ve gemiler gibi binecekleri nice şeyler yaratmamızdır'' (Yasin 41-42) gibi ayetlerde insanın eseri olan bazı şeyler, Allah'ın bilgisi dahilinde yaratıldıkları düşüncesiyle Allah'ın eseri olarak kabul edilmiştir. Dinin esasları (inancın ahlak kuralları) ile şeriatı (bu ahlak düzeyine ulaşmayı sağlayacak ibadetler ve sosyal ilişki kuralları), birbirinden farklı şeylerdir. Bu İslam için de böyledir, kanıtı ''Bugün dininizi tamamladım'' ayetinden (Ma'ide 3) sonra hukuki ayetlerin (şeriatın) tebliğ olmaya devam etmesidir (3). Yukarıda da belirttiğimiz gibi dinlerin şeriatları, bulunulan çağa ve yere göre daima değişmiştir ve dinlerin varlıklarını sürdürebilmesi için değişmek zorundadır. Kuran'ın Hz. Muhammet' ten sonra yeni bir peygamberin gelmeyeceğini söylemesi, İslamın bütün dinlerde benzer olan ahlak esaslarının (din) dışında kalan sosyal ilişkiler kurallarının (şeriatının) katı ve bundan sonra değişmez olduğu anlamında değil, insanların kendi değişimlerini kendileri yapacak yetenek ve birikime ulaşmış oldukları anlamında yorumlanmalıdır. Kuran'ın değişmeyen ilkeleri, Allah'ın varlığı ve tekliği ve tüm dinlerde müşterek evrensel ahlak ilkeleridir. Kuran'daki şeriata ait emirlerin zamanla değişebileceğinin güzel bir örneğini Hz. Ömer vermiştir. Kuran'da devlet hazinesinden her sene Müslüman olmayan fakat Müslümanlığa kazandırılacaklara bir pay ayrılması emri vardır (Tövbe 60). Hz. Ömer halife olduğunda kendisine pay için başvuranlara Kuran'ın emrine rağmen pay vermemiştir (4). (Şeriatın bulunulan yere ve zamana göre değişeceği konusuna birçok örnek daha (3). Yunus 'un ''Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü'' sözüyle, tek bir cümlede tanımladığı İslamın evrensel ahlak kuralları diyebileceğimiz din esaslarına, bulunulan devirde hangi araçlarla daha iyi ulaşılabilirse Müslüman için o araçlar tercih edilen ibadet ve şeriat kurallarıdır. Şeriat ve ibadet kurallarını değişmez şekillere bağlamak şeriata ve kurallara tapmaktır, şirktir. Değişmeye direnen her canlı, her sosyal düzen yok olur. Bu da Allah'ın değişmeyen kanunlarından birisidir. Kadın ve örtünme: İslamın tebliğ edildiği çağda Arap topluluğunda (ve tüm dünyada) kadın, erkekleri tatmin için yaratılmış bir seks aracı olarak görülmekte, seks Arapların ve o asırdaki toplumların hemen hemen hepsinin yaşantılarında çok önemli bir yer işgal etmekteydi. İslamın o günün koşullarına göre şekillenen şeriatı, kız çocukları öldürülecek derecede kadının aşağılandığı Arap toplumunda (maalesef zamanla yozlaştırılan) bir kadın hakları devrimini gerçekleştirmiştir. Örneğin, İslamın ilk devrinde kadın ve erkekler aynı safta namaz kılarlardı. Çoğu fakir olan Müslüman kadınların vücutlarını örtme güçlükleri kısa bir süre sonra kadınların arka saflarda veya yan saflarda namaz kılmalarını zorunlu hale getirdi. Hz. Ömer gibi İran'a kadar yayılmış bir İslam imparatorluğunun halifesi cuma namazında hutbe verirken bir kadın kalkarak ''O konuda yanılıyorsun ya Ömer'' diyebilmekte, Hz. Ömer de hatası için kadından camide özür dileyebilmekteydi (5). Çok tartışılan şahitlik meselesine gelince, Kuran, o güne kadar hiç söz sahibi olmayan kadına söz hakkı vermiş, fakat kadınların o günkü statülerini göz önüne alarak şahitlikte kadın ve erkeğin şahitliğini o devir için eşit kabul etmemiştir. Fakat şeriatı din sananların yaptığı gibi, kadının erkekle aynı statüde, aynı görevleri yaptığı çağımızda da kadının aynı statüde kalacağını iddia etmek, İslamı ve peygamberini anlamamak, daha önce dediğimiz gibi şeriatı putlaştırmak demektir. Günümüzde çok tartışılan ve İslamın adeta tek ahlak normu haline getirilen bir şeriat kuralını, başörtüsünü ele alacak olursak: Kuran, o devirde sadece cinsel bir araç olarak görülen kadını yine o devirde baskın olan erkeğin tacizinden korumak için kadınlara ziynetlerini kapatmalarını emretmiştir. Müslüman cariyeler için göbekle diz arasından ibaret örtünme sınırı ve kadınları taciz edemeyeceği düşünülen erkek köleler karşısında evli kadınların göğüslerini bile açıkta bırakan örtünme sınırı incelenirse (6), kadınları tacizden korumanın örtünme emrinde tek neden olduğu ortaya çıkar. Günümüzde başörtüsünün, kadını erkeğin baskı ve tacizinden koruduğu iddia edilebilir mi? Günümüzde, saçın tek bir kılını bile göstermemenin önemli bir şeriat kuralı olarak uygulanmakta olmasının asıl nedeni, kadınların baskı altında tutulmasının erkeğe verdiği üstünlük duygusu ve türbanın belli görüşün sembolü olarak kabul edilmesidir. Bu durumda, örtünme emrinin amacını gerçekleştirmek, günümüz koşullarında kadını erkeğin tacizinden korumak için ne yapılmalıdır sorusunun üzerinde durmalıyız. Diğer bir deyişle, günümüzün koşullarında başörtüsünün yerini alacak şeriat kuralı ne olmalıdır? Eminim, aklını kullanma özgürlüğüne sahip birçoğumuz kadının eğitimi yanıtını verecektir. Başörtüsü değil, kadının ekonomik bağımsızlığını da sağlayacak olan eğitim, günümüzde kadının erkekler tarafından taciz edilmesinin, sömürülmesinin önünde en büyük engeldir. İletişimin bu derecede güçlü olduğu çağımızda İslam, ya Kuran'a göre Tanrı sevgisi, insan sevgisi, ahlak ve yararlı işler yapmakla özetlenebilecek dini esasları önemsenen, şeriatı Müslümanları bu esaslara ulaştıracak şekilde, çağın gereksinimlerine göre değişebilen bir sosyal düzen olarak daima var olacak veya uydurma bir hadisin öne sürdüğü gibi ''garip başladığı gibi garip bitecektir''. DİPNOTLAR_________________________________________________ (1) Religon in the Genes, D.T. Donovan, Nature, Vol 362, p 583, 1993 (2) Marlo Vaneechoutte, Nature, Vol 365 p 290, 1993 (3) Prof. Dr. Mehmed Hatipoğlu, İslamiyat Ekim 1998 (4) Teberi Tefsiri 10. Cilt, 162-163 (5) Abdurrezzak'ın Musannefi, VI, 180 (6) İslamiyat, Örtünme, Cilt 4, Sayı 2, 2001
-
TÜRKİYE'DE İSLAMİ BASIN... (İslami basın adlandırması hepimize açılmış bir üçkağıttır. Bir başka kafa bulandırma oyunudur...)
Bence acı olan tahrikat, siyaset, ticaret ücgeninde dini bir rant gören ve bundan inanılmaz çıkar sağlayanların başında dinci basının yer alması hiçte göz ardı edilecek bir durum olmadığının farkında olmayanların içine düştüğü kaotik ve zincirsel ezeyandır... Bunu fark etmemek gerçekten kendi payıma inanılmaz bir üzün olmaktadır... Sevgiyle kalın...
-
BU NASIL BİR CENAZE NAMAZIDIR
İnancı yürek yerine kılık kıyafet, başörtüsü, başbağçası, türban, çarşaf, ferace vb. bez ve kumaş parçalarında arayanlara gerçekten söyleyecek birşeyim yok... İnanılmaz buluyorum düşüncelerinizü çünkü; Yunus 'un ''Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü'' sözüyle, tek bir cümlede tanımladığı İslamın evrensel ahlak kuralları diyebileceğimiz din esaslarına, bulunulan devirde hangi araçlarla daha iyi ulaşılabilirse Müslüman için o araçlar tercih edilen ibadet ve şeriat kuralları olduğununu açık açık ifade etmiştir. Bana göre ibadet kurallarını değişmez şekillere bağlamak şeriata ve kurallara tapmakla eş anlamlıdır bana göre, şirktir. Değişmeye direnen her canlı, her sosyal düzen yok olur. Bu da realist (Gerçekçi = Objektif = Bilimsel) Allah'ın değişmeyen kanunlarından birisidir. Kadın ve örtünme: İslamın tebliğ edildiği çağda Arap topluluğunda (ve tüm dünyada) kadın, erkekleri tatmin için yaratılmış bir seks aracı olarak görülmekte, seks Arapların ve o asırdaki toplumların hemen hemen hepsinin yaşantılarında çok önemli bir yer işgal etmekteydi. İslamın o günün koşullarına göre şekillenen şeriatı, kız çocukları öldürülecek derecede kadının aşağılandığı Arap toplumunda (maalesef zamanla yozlaştırılan) bir kadın hakları devrimini gerçekleştirmiştir. Örneğin, İslamın ilk devrinde kadın ve erkekler aynı safta namaz kılarlardı. Çoğu fakir olan Müslüman kadınların vücutlarını örtme güçlükleri kısa bir süre sonra kadınların arka saflarda veya yan saflarda namaz kılmalarını zorunlu hale getirdi. Hz. Ömer gibi İran'a kadar yayılmış bir İslam imparatorluğunun halifesi cuma namazında hutbe verirken bir kadın kalkarak ''O konuda yanılıyorsun ya Ömer'' diyebilmekte, Hz. Ömer de hatası için kadından camide özür dileyebilmekteydi... Yukarıda bir arkadaşım sormuş Benim cenaze namazıma gelince... Evet cenazemde böyle insanlar görmekten inanılmaz mutluluk ve huzur bulurum... Çünkü kişiliğimi ve yüreğimi bildiğim için hocanıın beni yıkamasına bile gerek görmediğim bir ruhsal temizliğimi biliyorum çünkü... Gerisi bana göre hikaye... Hepinize dost sevgiler... (1) DİPNOT / LAR____________________ (1) - bdurrezzak'ın Musannefi, VI, 180
-
TAKKE DÜŞTÜ KEL GÖRÜNDÜ.... (FETHULLAH GÜLEN 'in tek amacı, ABD desteğinde demokratik yollardan Türk-İslam birliğini gerçekleştirmek değil midir?...)
Bu adamın sinsi ve ABD destekli projesinin bir pyonu olduğunun çok iyi bilincindeyiz... Diğer taraftan da bu ilkokul mezunu olan bu adamın ekonomik gücünün kaynağınıda.. Birgün Yeri geldiğince burad açıklamaya çalışacağız... Şunları tekrar belirtmedende geçemiyeceğim... Önce bilelim ki bu Fethullah ''Ruhani lider'' filan değildir; siyasette kutsal İslam dinini kullanmak saygısızlığının pîrlerindendir... Yalnız siyaset mi?.. Ticaret.. Şirketleşme.. Medya.. Gazete ve de televizyon.. Eğitim ve de özel okullar.. Finans kuruluşları.. Tümünde Nurculuk.. Said-i Nursi tezgâhı.. Politika.. Fethullahçılıkta ne istersen bulunur ülke yararından gayrı.. Bu cemaatte öylesine para var ki gazeteci, yazar, şair, politikacı teslim almak için kesenin ağzını istediğinde açar; Nakşiliğin Said-i Nursi kütüğüne yazdığı meşhurlar gün geçtikçe çoğalmaktadır. Şimdi soruyorum. Koskoca (1.5 milyar nüfuslu) İslam coğrafyası varken oturacak ülke bulamayıp İsrail'le birlikte şu sırada Ortadoğu'da Müslümanların canına okuyan Amerika'ya postu sermek niye... Ne yapayım ben böyle imamı, böyle hocayı, böyle ikiyizlü takiyeciyi... .